Important Announcement
PubHTML5 Scheduled Server Maintenance on (GMT) Sunday, June 26th, 2:00 am - 8:00 am.
PubHTML5 site will be inoperative during the times indicated!

Home Explore Memleketimden İnsan Manzaraları-Nazım Hikmet RAN

Memleketimden İnsan Manzaraları-Nazım Hikmet RAN

Published by eminyukseloglukaihl, 2019-10-18 15:49:18

Description: Memleketimden İnsan Manzaraları-Nazım Hikmet RAN

Search

Read the Text Version

kâatlarında hububat numuneleri... Tahtasıraların başında, ayakta kaldı köylülerleYürükler, haşin, esmer elleri kuşaklarınınüstünde kavuşmuş ve kuşkulu başlarınısalıverdiler göğüslerine, bıyıklarının altındadudakları kıpırdıyor, alınlarında keder,cenaze namazına durmuş gibiydiler...Koyunzade Şerif Bey iltifat etti BorsaKomiserine ve oturdu ilerdeki ayrı ayrımasalardan birine en sağdakine, kendine aitolana oğluyla beraber... Numuneler konuldumasanın üzerine, ve tescil edildi hububatŞerif Bey adına. Kır saçlıydı KoyunzadeŞerifBey Elli, elli beşinde vardı, Genişomuzlarının üstünde güzel erkek kafasıylainsanın yüzüne emrederek bakardı.Koyunzadeler asildiler kökten çok eskidenşehre inmiş Yürük beylerindendiler. Altmışbin dönümdü toprakları ve onlarındı çeltikfabrikalarından biri.

Üç oğlu üç kızı var Şerif Beyin. Kızlarçirkindiler birbirinden oğlanlar birbirindengüzel.Malların mülkiyeti babanındır.Şerif Bey ölürse büyük oğlu geçecek yerineve mülkiyet devam edecek bölüşülmeden.Damatların biri ziraat mühendisi, biri hâkim.Büyük kız evli değil.Ölen annenin yerine geçti.Uzun boylu, kemikli, esmer.İpince dudakları bir kerre bile gülmemiştir.Hizmetçileri odunla döver (babasının ırgatlarıdövdüğü gibi). Ve geceleri kapanıp odasınaAlfret dö Müse'yi okur ağlayaraktan. ŞerifBey bile kendinden yaşlıymış gibi kızını sayar.Bütün aile gayet şık giyinirler:

İngiliz modası takibedilir konakta fakatpolitikada ırkçı ve Alamancıdırlar.Alamanya'yla iş yapıyorlar Meşrutiyet'tenberi.Hüseyin Yavuz girdi Borsa salonuna:köylüleri, Yörükleri, numuneleri ve simsarıylaberaber. Köylüler köylülerin, YürüklerYürüklerin yanında kaldı. Selâm verdikomisere Hüseyin Yavuz ve Şerif Beye: «Merhaba beyzadem,» dedi ve oturdu ayrı ayrımasalardan üçüncüsüne kendine ait olana.Tescil muamelesi yapıldı. Erzurumlu ulemadanAyetullah Efendi bembeyaz sarığı, heybesi vesimsiyah sakalıyla ihtiyarı gurbet edipmemleketinden gelir bu Akdeniz şehrine1315'de (1899). Ve kurtarır keskin nefesiyleervahı habisenin tasallutundan yerli, dul birkadını. Evlenirler kadının portakal bahçelerive 20 bin dönüm toprağıyla beraber. İşte buevlenmenin verimidir Hüseyin Yavuz.Babasıyla anası rahmeti rahmana kavuştu

çoktan fakat toprakla portakal bahçeleriçoğalıp canlandılar yıldan yıla.Çok zayıf ve çok uzun Hüseyin Yavuz,kambur biraz, gözleri patlak kulakları büyüksaçı seyrek. İstanbul'da Kolej'de okur bir kızıvar: güzel mi güzel, bebek mi bebek. Her yılkendi eliyle mektebe götürür kızını vetatillerde kendisi gidip getirir. Düşünürbazan:kızı ölürse kendi de intihar eder, yaşamaz. Vebu ihtimal aklına gelir gelmez kapanıpodasına günlerce, gecelerce içer, ayyaştırzaten.Karısı 45 yaşlarında, kısa boylu, tıknaz,başörtülü ve mantolu ve banka müdürü FevziBeyin metresidir.Avrupa'ya talebe yollar Hüseyin Yavuz kendicebinden, fakat saklar bunu, sorulsa inkâreder:

«iyilik de, kötülük de gizli yapılmalı»Politikaya meraklıdır.Ve seferberlikte İngiliz'e esir düştüğündenAlaman dostudur. Ve Amerika'yı sever:« Bir düşün, milyarder olmak ne demek,mil-yar-der. Petrol kıralı, demir kıralı, kömürkıralı hepsi Amerikalı. Herifler bir tutsa biziihya oluruz.» Harpten önce Amerika'ya susamihracederdi Yavuz...Mustafa Şen geldi, yerleşti ikinci masaya.arasına Koyunzade Şerif Beyle HüseyinYavuz'un. Mustafa Şen kırmızı saçlı miniminibir adamdı yalnız burnu inanılmayacak kadaruzun. Çilli, beyaz elleri durmadankımıldanıyor ve boyuna kırpıyor renksizkirpiklerini.Yıllarca memurluk etmiş ve biriktirmiş ilksermayesini rüşvet alıp vermeye vasıtalık

ederek Babası Suriyelidir, anası Burdurlu vekendisinin piç olduğu söylenir.İstanbul'da büyük bir yazıhanesi var MustafaŞen'in ortaktır Rum ve Ermeni ihracatçılarla(Yahudilerden ayrıldı Alamanya'yla 41 -Haziran anlaşmasından sonra). Gayet güzelsaz çalar Mustafa Şen süzme bal gibi tatlı veyapışkandır sesi, ve kumarbazdır. MustafaŞen akıl hocasıdır «ağaların»,Koyunzade Şerif Beyin bile.«Ofis inhisarı» kuruldu kurulalıMustafa kaçak buğday satıyor Rodos'a,İtalyanlara ve çimentoyla kalay getiriyorordan. Vali biliyor meseleyi fakat gözyumuyor şehre kalay ve çimento girsin diye...Ali Çâviş geldi salona ve masasına oturmadanönce konuştu Mustafa Şen'le:« Şu, ofisçinin işini düşündün mü. Mustafa

Bey?»« Düşündüm ağa.»« Ne düşündün?»« Düşündüğüm şu:sen ofisçiyi alıp D...'ye götüreceksin, bir haftakalacaksınız orda, alıp getireceksin, ötesinibana bırak.Anladın mı?» « Anladım.» Güldü Ali Çâviş:bembeyaz dişlerle bölündü yağlı, pörsük birkaranlık: zebellâ gibi zenciydi Ali ÇâvişTırablusgarp'dan gelmeydi. Aitmiş beşyaşlarında var.Okuması, yazması yok.Korsanlık, kaçakçılık ve eşkiyalık etmişseferberliğin sonuna kadar. Ve Cumhuriyet'teaçmış ilk yazıhanesinin kapılarını. ŞimdiMaliyeye vergi ödendiği sıralarda kâtipleri

heybeyle taşırlar emlâk ve arazisinintapularını Beyaz kadınlara dehşetli meraklıdırbilhassa şişmanlarına ve kumrallarına, mavigözlüleri sevmez, uğursuz sayar bütün mavigözlü insanları zaten. Sakızlı bir Rum kızıydıbirinci karısı, kolları, elleri tombul tombul,parmak çukurlarına fındık koy, durur.Balkan Harbi sırasında kayboldu, kaçtı,dediler, öldürülmüş olması da ihtimal içindebelki kocası, belki yerli Rumlar tarafından,İkinci karısını Elmalı köylüklerinden kaçırdı.Ali Çâviş. Şeftali gibi bir Türk kızı. Bir oğlandoğurdu:kâat gibi beyaz, ve öldü kadıncağız.Alamanya'da hukuk tahsil etti oğlan, şimditicaret yapıyor babasına ortak, fakat yalnızticarette değil, yatağında da üvey anasının,(halbuki yeni evlidir kendisi valilerdenbirinin kızıyla). Kerhaneden alınmıştır AliÇâviş'in üçüncü karısı, geniş, beyazkalçaları taş gibi ve simsiyah kirpiklerinin

gölgesi baygın elâ gözlerinde ve som altınbilezikler: yumuk bileklerinden dirseklerinekadar.Bir gün Ali Çâviş'e oğlunun işini imaettiler. Hiç de Othello gibi kıskançdeğildi Çâviş, kalın mor dudaklarınıyaladı sipsivri pembe zenci diliyle: «Malûm,» dedi, «malûm, ortağımdıroğlum,ihtiyar babasına her işteyardıma mecbur ve hem de yabancıyamuhtacetmezanalığını ve hem demasraf iner yarı yarıya, genç karınınmasrafı çok olur.»Başı açıktı Ali Çâviş'in, şapka giymez, veşalvarı yamalıydı.Giritli Cemil Bey girdi Borsa salonuna.Uzun kıvırcık saçlı, sivri sakallıydı CemilBey, çenesindeki yara yerini saklıyordusakalı. Gözleri kuş gözüne benziyordu:yuvarlak ve hemen hemen akları yok gibi.Cemil Bey tatlı Girit şivesiyle korkunç

dedikodular yapar katardı ortalığıbirbirine. Validen tahsildarınaKoyunzadelerden mahalle bakkalına kadarbütün bildikleri hakkında mahrem dosyalartutardı: aylık vukuatlarını kaydedenmuntazam dosyalar.Cemil Beyin un ve çeltik fabrikası vardı veidare meclisi reisiydi Giritliler Şirketi'nin.Zahire Borsası'nın salonu doldu ağız ağıza:parmaklığın bu yanında, masalarında«ağalar», vilâyetin beş büyük efendisi,kâtipleri ve simsarları, ve masadan masayabirbiriyle şakalaşır ve kaşlarının altındadüşmandılar birbirine. Parmaklığın ötesindeYürüklerle köylüler, hâlâ ayaktaydı çoğu...Mırıl mırıl bir şeyler konuşuluyor fakat okadar çok insan mırıldıyor ki uğulduyorsalon. Koyunzade Şerif Bey bağırdı otarafa: « De ha, susun be, kafamızışişirdiniz.»

Sustular ve salonda ses kalmadı Ali Çâviş'inçocuk, zenci kahkahası ve komiserliğin daktilotıkırtısından başka. Her şey hazır. ToprakMahsulleri Ofisi şefinin gelmesi bekleniyor.Bitişikte Toprak Ofis'de, Ofis şefi Kemal Beyköylü Ahmet'le konuşuyordu. Kurumuş ceviziçi gibiydi köylünün yüzü ve kederle boyunagülüyor gibiydi. Delikanlıydı Kemal ve ilkmemuriyetiydi bu.Kararnamesi mucibince KoordinasyonHeyeti'nin hububatın yüzde otuzundanyüzde yetmiş beşine kadar (istihsalinmiktarına göre: % 30-50-75.) ToprakMahsulleri Ofisi'ne satılıyordu. Geri kalanmiktar istenilirse satılmayabilir, amasatılırsa yine Toprak Ofis'e. Köylüler veYürükler yüzdelerini Ofis'e sattıktan sonrageri kalanı «ağalarına» götürüyorlardı, ve«ağalar» Borsa kanalıyla devrediyordubunu Ofis'e ve bu, çileden çıkarıyorduKemal Beyi. İşte yine bu işi konuşuyorduköylüyle Kemal: « Yüzde otuzunu Ofis'e

verdin, mecburî.» « Verdik beyim,mecburî.» « Kaldı yüzde yetmiş.» « Kaldı.»« Onu Ofis'e getirip satmazsın.» «Satmam.» « Kime götüreceksin?» «Koyunzadelere.» « Ama Koyunzade deonu getirip bize satacak başka yeresatamaz, mecburî.» « Sana satacak, beyim,mecburî.» « Bana değil, Ofis'e.» « Ofis'e.»« Öyleyse niye Koyunzade'ye götüreceksin,herife yüzde iki komisyon da vereceksinsırtından, simsara da yüzde bir, ölçek hesabınıda kat, kantar dalaveresi de ayrı.» Köylügüldü; sonra çekinerek sonra cesaretlekonuştu: « İş kantarda ya, noksan çekiyorsizin kantar.» Kemal Bey baktı köylününyüzüne: « Demek noksanlık onlarınkinde değilbizimkinde. Yüzde otuz alırken de mi eksikyazıyoruz?» « Yok, o zaman fazla.Hükümetsiniz, beyim, hükümet zarara sokarmı kendi kendini?» Kemal güldü:« Demek bizim kantar...» Boynunu büktü

köylü ve kurnazca fısıldadı: « Bozuk.»« Kim demiş?»« Herkesin dediği kıllı Yürüklerin bile.»« Sen kantardan, yazıdan anlar mısın?»« Anlamam.»«Yürükler anlar mı?»« Ne gezer, Allanın çobanı herifler.»« Öyleyse kantardan, yazıdan anlayankim?» « Ağalar:Mustafa Bey, Ali Çâviş, Koyunzade ŞerifBey, ağalar tekmil. Onlar kantardan da,yazıdan da anlar... » Kıpkırmızı olduKemal:« Demek bu propaganda onların başıaltından çıkıyor. Eşşşoğlu eşekler. UmumMüdürlüğe yazacağım.» Köylü ürktü,

şaşkın, baktı yüzüne Kemal'inİlk defa duyuyordu bir hükümet adamınınağalara sövdüğünü.Kemal sordu:« Koyunzade'ye borcun var mı senin?»Köylü tereddüt etti cevap vermeden önce.« Söylesene var mı?»« Var, iki yüz bankonot kadar.»« Ziraat Bankası'ndan niye almadın?»« Bankadan ağa alır, dağıtır bize.»« Faiz ne vereceksin?»« Yüz bankonota on bankonot, demek, iki yüzeyirmi.Ağanın çeltik tarlasında da çalıştık biraz.»

« Para aldın mı?» « Buncacık işe para mıalınır?O da, hükümete işimiz düşerseparasız görüverir.» « Niyedeyyuslara başvuruyorsun?Kendi işini kendin görsen ya hükümette.. »Şaşkınlığı gitgide artıyordu köylünün: «Delimi, yoksa hepten cahil mi bu tüysüz oğlan?»diye düşünüyordu bir yandan, bir yandan datuhaf bir üzüntü düşüyordu içine:«Bunu burda komazlar, atarlar,» diyedüşünüyordu, «Vali tutsa bile ağalar tel çekipattırır.»« İşimiz ufak olursa kendimiz görürüz, lâkin işbüyüdü mü ağaların eline yapışırız.» « İyihalledersiniz.» Kemal Bey öfkeyle kalktımasadan: « Demek yüzde yetmişi Ofis'esatmıyorsun?» Köylü ses çıkarmadı. « YoksaKoyunzade'ye götürdün mü?» « Götürdüm.» «Öyleyse gel bak şimdi onları nasıl satacak

bana, mecburî... » « Mecburî... »« Senin yüzde iki de herifin cebine girecekama.» « Girecek.» Kemal güldü:« Bu da mı mecburî?» Köylü güldü: «Mecburî... »III«Üç nokta» vilâyetine komşudur D... vilâyeti.D... şehri merkezidir D... vilâyetinin..D.. şehri dere içindedir,

etrafta çepeçevre çorak tepeler,şehrin dolaylan bağlık, bahçelik.Baygın kokulu ve pekmez gibi ağır bir şarabıvar bağların,bir yudum iç dudakta yapışkanlığı ve karnındadeğil yüreğinde alevi günlerce kalır.Bir şişe iç alışkın değilsen eğer çarpar yıldırımgibi ve yıkılırsın. Ve bir kerre alıştın mıydıduramazsın gece gündüz içmeden, başın mavibir dumanda altın bir güneş gibi yüzer, tutarbütün mafsallarını tembellik, şişer göbek, vekarın koynundan kovar seni:erkeklik alâmetleri elveda...D... şehri yalnız dokumacılıkla geçinir(şarabı olduğu yerde tüketiyor erkekleri,ihraç edilemiyor).Her evde tezgâhlar vardır, yalnız kadınlardokur ve dokuturlar, tezgâhlar

mülkiyetindedir kadınların.Şehrin iriyarı ve ablak yüzlü, elma yanaklıkadınları «Ana şahlık» ailesini kurmuşgibidirler yeniden: dehşetli zamparadırlar. Vekerhanesi olmayan şehirdir.İşte buna inanmıyordu Ofis şefi Kemal:« Öyle şey olur mu canım?»Güldü Ali Çâviş gözlerinin akını devire devire:« Olmaz olur mu?Benim üçüncü karı da oralıdır.» « Demek kiistediğin kapıyı çal...» « Amma ve lâkin, karıda seni beğenecek.» « Alay etme Ali Ağa,böyle şey olmaz...» Zenci uzattı uzun parmaklısimsiyah elini: « Bahse girelim ya Kemal Bey,elini ver. .» Elini vermedi Kemal: « Neolacak? Nasıl bahis?» « D. ..'ye gideriz, benimdediğim doğruysa ziyafet parası senden,yalansa, benden.» « Peki, kadınlar kaç para

alıyorlar?» « Orospu mu bunlar para alacak?Yalnız yemek içmek masrafı görürler... »Ve Ali Çâviş tutarak sözünü Mustafa Şen'inOfisciyi D.. şehrine götürdü. İkindiyin indilerotobüsten ve hemen o gece Kemal Bey:alt katta hâlâ çalışan iki el tezgâhınahayretle bakıp ve döşemesi, duvarı,sediri halılarla döşenmiş ve şahane,ceviz karyolalı bir odada ve iki çocukanası bir esmer güzeliyle bahsi kaybetti.Harikulade ut çalıyordu kadın vefarkına vardı Kemal:beş altı yaşındaki çocuklar birbirinebenzemiyordu hiç. Kadının kocasıyla datanıştılar, al yanaklı ve kocaman göbekli,nekre bir adamdı, sofrada bir bardakşarap içip gitti.Kemal bahsi kaybetti, fakat yine Ali Çâviş

çekti masrafı.Bir hafta ayrı ayrı evlerde kaldılar.Ve döndüklerizaman AliÇâviş Ofis'ebırakıp KemalBeyi koştuMustafa Şen'inyazıhanesine.Çilli ellerini oğuşturdu Mustafa Şen: « Bu iş debitti,» dedi Ali Çâviş'e,« bu iş de bitti. Ofisci aksilik çıkarmaz artık..»Fakat yanıldı Mustafa Şen, bitmedi «bu iş».Bir hafta sonra pirinç teklif etti Ofis'eGiritliler Şirketi 40 kuruştan, (pirinç satışıserbestti henüz) 35 verdi Kemal Bey. Girdiaraya Ali Çâviş, faydasız. Koyunzade satmakistedi kendi çürümüş pirincini Ofis'e 35'den.Kemal Bey almadı Tavassut etti Banka

Müdürü, olmadı. Polis Müdürü girdi araya,faydasız. Ve buna rağmen bir sabah oldubittiye başvurup Koyunzade yıktırdı pirinççuvallarını önüne Ofis ambarının. AldırmadıKemal Bey.Öğleye doğru vilâyetten telefon ettilerKemal Beye:Parti Müfettişi derhal sizi görmek istiyor,diye. « Hemen gelemem, akşamüstüuğrarım, çok işim var,» dedi. Ve yarımsaat geçti geçmedi Ofis'e geldi alayın iaşesubayı, hemşerisiydi Kemal Beyin, uzunbir lakırdı kalabalığıyla götürdü Kemal'iPartiye...Alçıdan dökülmüş gibi beyaz ve koftu PartiMüfettişi'nin yüzü ve çenesi iki kat. Folklorameraklıydı, toplardı halk türkülerini postapulu biriktirir gibi.Kemal Bey odaya girdiği zaman geniş sırtıkapıya dönüktü Müfettişin, pencere camından

tırampet çalıyordu kalın parmaklarıyla.Dönüpbakmadı,çalgısınadevametti.Bir müddet ayaktabekledi Kemal, sonraoturdu koltuklardanbirine bilhassa gürültüederek. Hızla döndüMüfettiş, yürüdüKemal'in üzerine: «Çağrılınca niyegelmezsiniz?» Ayağakalktı Kemal: «Müstacel işim vardı, efendim.» « Senserkeş bir gence benziyorsun.Halka müşkülât çıkarın diye mi Ofis'ikurdu devlet?» « Benim, halka müşkülât

çıkardığım yok, efendim.» Alabildiğine açtısoluk mavi gözlerini Müfettiş: «Halka müşkülât çıkardığınız yok da,memleket eşrafına saygınız var mı?Meclisi Umumî azası ne demek bilirmisiniz?» « Bilirim, efendim.» « Yalan,hiçbir şey bilmiyorsun?Koyunzade Şerif Beyin neden pirincinialmadın?Rüşvet vermiyor diye mi?» « Ben rüşvetyemem.Koyunzade'nin pirinci bütün çürümüş.Alırsam mesul olurum ve hazine zarargörür.» « Size mi kaldı hazineyidüşünmek?Biz neciyiz?Biz hazineyi düşünmüyoruz, öyle mi?

Haydi,gidiniz,pirincialınızhemen35kuruştan.Sizin ambarın önüne kadar getirmiş zaten.Bu kadar da hüsnü niyeti var adamcağızın.Müstahsile müşkülât çıkarma, oğlum.Millî serveti korumak ödevimizdir.Kolaylık göstermeliyiz Cumhuriyetekonomisine.Anladınız mı, evlâdım?Kırtasiyecilikle değil, halka yardım ederekkendini göster.

Altı umdemizden birisi halkçılıktır.Haydi, oğlum, mahcup etme beni,Şerif Beye söz verdim.» Kemal ezildi, büzüldüve inadederek değil, âdeta yalvararakkonuştu: «Yapamam, beyim, mesul olurum... »Müfettiş tiksintiyle baktı Kemal'in elâgözlerinin içine: « Giritliler'den almak isterkenmesuliyet düşünmedin m?» « Onların malıçürük değildi, efendim, 35 verdim.» Müfettişkısa kollarını kaldırdı havaya: « Giritlişirketin pis, kırık pirincine 35 veriliyor, fakatbeğenilmiyor bir öz Türk'ün malı.Sonra bu. buhranlı yıllarda biz uğraşıpduralım, parti, hükümet, meclis, Türkvatanında Türk'ü hâkim kılacağız diye!»Müfettiş kollarını indirdi, sustu.Dolaştı biraz. Durdu pencerenin önündetekrar trampet çaldı. Döndü ve tekrarKemal'in karşısına dikilip eğildi delikanlıyadoğru ve sordu tokatlıyormuş gibi: « Sen

nerelisin?» «Akşehirli.» « Yalan, Akşehirliler Türktür vemerttirler.Siz düşmanlık ediyorsunuz Türk ırkına.Bana bak delikanlı, bana, (iki parmağını uzattıKemal'in yüzüne doğru) ben adamın gözünüçıkarırım, benim kim olduğumu biliyormusun?»Kana batmış gibi kızardı ince uzun yüzüKemal'in, omuzlarıyla kolları titremeyebaşladılar ve isyan eden çaresiz bir çocuk gibiboşandı hıçkırıklarla. Kendini tutmayaçalışıyor fakat ara vermeden geliyorduhıçkırıklar ve yağmur gibi iniyordu esmeryanaklarına gözyaşları.Nihayet haykırabildi bir solukta: «Almayacağım Koyunzade'nin pirincinialmayacağım almayacağım... » Ve kapattıyüzünü elleriyle geri çekildi, adım adım,

döndü, ve başı önde, fırladı odadan.O gece Kemal uyumadı sabaha kadar:haksızlığa isyan ve işten atılmak korkusu.Gecenin ilk saatlerinde isyanıydı üste çıkanfakat sabaha karşı korkusu geçti öne. Ve saatsekizde Ofis'de masasına oturduğu zamanKemal Bey yenilmişti büsbütün: «Sen enayininbirisin, sen eşşşoğlu eşeksin,» diyordu kendikendine Ve Ankara'dan telgıraf gelecek diyebekledi: «Derhal istifa ediniz.» Ve telefonçalacak diye bekledi: «Koyunzade beş kuruşiniyor, sen de uzun etme, otuzdan al.» Netelgıraf geldi, ne telefon, fakat gürültüler vehaykırışmalar geldi dışardan saat dokuzadoğru ve kırılan camların şangırtıları.Muhasebeci girdi telâşla odaya, kısa boylu,şişman ve elleri ceketinin çok uzun kollarıiçinde kaybolmuş bir adamdı. « Kemal Bey,»dedi, yanaklarını şişire şişire «Borsayı bastılarKemal Bey. Geliyorlar bizim tarafa...» «Basan kim, ne oluyor?» « Ahali bastı.

Şehrin bütün baldırı çıplakları merdivenlerde.Buğday istiyorlar.» « Siz derhal polise telefonedin, ben gidip bakayım.» Muhasebeci polisetelefon ederken Kemal'in masasındanKemal fırladı dışarı.İnsanla doluydu:Ofis kapısının önü, Borsa salonu, merdivenler.Yüz yüz elli kişi kadar vardılar fakat Kemal'emilyonlarcaymışlar gibi geldi. Kadın, erkek,çoluk çocuk, yalnayak, takunyalı, kasketli,başörtülü, başaçık uzamış tıraşları ve fıldırfıldır gözleriyle milyonla karınca gibimilyonla insan. Salonun camekânıparçalanmıştı. Başı döndü Kemal Beyin vekararan gözlerinin içinde bir çocuk gördüyalnız, cam parçalarıyla kesilmişti çamurlu,çıplak, minimini ayağı, kan akıyordu vekımıldanan siyah bir etekliğin altında yereoturmuş ağlıyordu çocuk. Kemal'in gelmesiylebağrışmalar çoğaldı: « Ekmek isteriz.»

« Buğdayı çıkarın ortaya, kimesaklıyorsunuz?» « Kendileri has ekmek yerdomuzlar.» « Elbette yiyecekler, buğdayellerinde.» « Buğday almadan şurdan şurayagitmem... »Şehrin varoşlarından gelmiştiler, kamış damlıbalçık kulübelerden, Pirinç tarlalarınınırgatlarıydılar.Dört polis göründü aşağıda. Çıkmak istedilermerdivenleri. Halk bırakmadı, İkisi ısrar etti,dayak yediler.Koşarak döndü odasına Kemal valiyi buldutelefonda:« Beyefendi, burası Ofis, halk yığıldı.» «Biliyorum, benim burda da belki beş yüz kişivarBir kısmı da Koyunzade'nin pirinç çuvallarınıyağma ediyorlar sizin ambarın önünde.Geliyorum.»

Vali geldi.Otomobilinin arkasında koşan yüzlerce insanlaberaber.Doldu ağız ağıza akasyalı cadde.Bağıra çağıra valiye yol verdilerbir mısır koçanı attı birisi arkasından.Vali yukarı çıktı.Fakat peşinden çıkmak isteyen üç polisibırakmadılar.Vali girdi Kemal'in odasına.Dilenciymiş de para istiyormuş gibi yalvardı:« Buğday dağıtınız Allahaşkına, çabuk.»Kemal baktı valinin sapsarı ve terlemişyüzüne:

« Umum Müdürlükten emir gelmezsedağıtamam, beyefendi, mesul olurum.» Vali,kulağını çekiyorlarmış gibi, bağırdı; platindi,parladı önde iki dişi: « Sen mesul olursun da,ya ben ne olurum.İsyan edecekler, isyan, kan dökülecek... » Vebıraktı kendini Kemal'in iskemlesine, bitkin,fısıldadı: « İş büyürse azlederler beni.Çoluk çocuğum var, oğlum.Sen gençsin, bekârsın.» « Umum Müdürlüğetel çekelim, Vali Bey, Ankara'ya.» «Cevap gecikir.Beklemeye vakit yok.» « Siz bana yazılı emirveriniz, Vali Bey.» « Veremem mesul olurumselâhiyetimin haricinde iş göremem.»Dışarda uğultular köpürdü.Bir taş attılar sokaktan pencereye ve odanınkitli kapısı tekmelendi.

Polis düdükleri ötüyor artsız arasız.Vali fırladı yerinden:« Alaya telefon edeceğim, asker yollasınlar.Polisler baş edemiyor.» Açtı telefonu, baktıimdat arar gibi Kemal'e.Kemal ses çıkarmadı. Vali kapattı telefonu. «Olmaz,alaya telefon etmek olmaz, değil mi?Bu kadarcık işi idare edemedin derler adama,öyle değil mi?Cevap versenize.Niye konuşmuyorsunuz?Bana bir akıl verin.»Birdenbire müthiş birkibirle kızardı Kemal'in

ince uzun yüzüve fedakârlığın gizlihodbinliğini kendi kendinekarşı ince bir merhametve durdurulmaz bir hamlehalinde duyduve konuştu sesi boğularak:« Peki ben vereceğimbuğdayı, bütün mesuliyetbende kalsın.İsterlerse mahkemeye sevketsinler beni.Kaç ton buğdayistiyorsunuz, beyim?» «Elli, ne bileyim altmış tonolsun.» « Ben size dört yüzton vereceğim.»Buğdayı verdi ve derhal tel çekti Ankara'ya.İki gün sonra geldi cevap:

«Vaziyeti idarede devam ediniz.»Mesele kalmamış oldu böylelikle.Ve o kadar keyiflendi, kendini öyle kudretliduydu ki Kemal ve o kadar bahtiyardı ki:«Parti Müfettişinin de hatırı kalmasın,» dedi,«Koyunzade'nin pirincini de al.»Ve yağmadan kurtulanları aldı 40kuruştan.Ve mavi bir zarfın içinde soktu ceketinindış cebine ilk rüşvetini.Ve ertesi gün gitti D.. şehrine:göresi gelmişti iki çocuklu esmer tazeninbutunu ve etini..

İKİNCİ BÖLÜMAtlantiğin dibinde upuzun yatıyorum, efendim.Atlantiğin dibinde dirseğime dayanmış.Bakıyorum yukarıya: bir denizaltı gemisigörüyorum,yukarda,çok yukarda,başımın üzerinde, yüzüyor elli metre derinde,balık gibi, efendim,zırhının ve suyun içinde balık gibi kapalı veketum.

Orası camgöbeği aydınlık.Orda, efendim, orda yeşil yeşil, orda ışılışıl,orda yıldız yıldız yanıyor milyonlarlamum.Orda, ey demir çarıklı ruhum,orda tepişmeden çiftleşmeler,çığlıksız doğum,orda dünyamızın ilk kımıldanan eti,orda bir hamam tasının mahrem şehveti,mahrem şehveti, efendim,gümüş kuşlu bir hamam tasının ve koynunailk girdiğim kadının kızıl saçları.Orda rengârenk otları, köksüz ağaçlarıkıvıl kıvıl mahlûkları deniz dünyasının,

orda hayat, tuz, iyot,orda başlangıcımız, Hacıbaba,orda başlangıcımızve orda hain, çelik ve sinsi bir denizaltıgemisi.400 metroya kadar sızıyor ışık. Sonraalabildiğine derin alabildiğine derinkaranlık. Yalnız arasıra acayip balıklargeçiyor karanlığın içinden . ışık saçarak.Sonra onlar da yok. Artık dibe kadar inenkat kat kalın sular katî ve mutlak ve endipte ben. Ben, upuzun yatıyorum,Hacıbaba, upuzun yatıyorum dibindeAtlantiğin dirseğime dayanmış, bakıyorumyukarlara. Avrupa Amerika'danAtlantiğin yüzünde ayrıdır dibinde değil.Gazgemileri gidiyor yukarda, çokyukarda, birbiri peşi sıra.

Omurgalarının altını görüyorum,omurgalarının altını. Dönüyor keyiflikeyifli pervaneleri. Dümenleri ne tuhafsuyun içinde insanın teker teker tutupkıvırası geliyor. Köpekbalıkları geçtigemilerin altından, karınlarını gördümağızları da orda. Gemiler şaşırdılarbirdenbire, herhalde köpekbalıklarındandeğil. Denizaltı gemisi bir torpil attı,efendim, bir torpil. Gemilerin dümenlerinebaktım: telâşlı ve korkaktılar.Gemilerin omurgalarında imdat arar gibi birhal vardı, gemiler bir bıçak darbesinden enyumuşak yerini, karnını saklamak isteyeninsanlara benziyorlardı. Denizaltılar birkenüç oldular, derken, altı, yedi, sekizGazgemileri düşmana ateş açarak insanlarınıve yüklerini suya döküp saçarak batmayabaşladılar. Mazot, gaz, benzin, tutuştu yüzüdenizin.Bir alev deryasıdır şimdi yukarda akan,

yağlı ve yapışkan bir alev deryası, efendim.Kıpkızıl, gömgök, kapkara, arzın ilkteşekkülü hengâmesinden bir manzara. Vedenizin yüzüne yakın suyun içi allak bullak.Köpürüp, dağılıp parçalanmalar. Yukardandibe doğru inen gazgemisine bak. Geceuykuda gezenler gibi bir hali var: lunatik.Geçti kargaşalığı, girdi deniz dünyasınıncennetine. Fakat durmadan iniyor. Kaybolduıslak karanlıkta. Artık baskıya dayanamaz,parçalanır. Ve direği, efendim, bacası yahutnerdeyse yanıma düşer. Yukarda insanladolu denizin içi. Bir tortu gibi dibeçöküyorlar tortu gibi çöküyorlar, Hacıbaba.Baş aşağı, baş yukarı, uzanıp kısalıyor, birşeyler aranıyor kolları, bacakları. Ve hiçbiryere, hiçbir şeye tutunamadan onlar dainiyorlar dibe doğru.Birdenbire bir denizaltı düştü yanıbaşıma.Parçalanmış bir tabut kapağı gibi açıldıköprü üstü kaportası ve Münihli Hans Müller

dışarı çıkıverdi.39 ilkbaharında denizaltıcı olmadan önceMünihli Hans Müller Hitler hücum kıtasıaltıncı tabur birinci bölük dördüncü mangadasağdan üçüncü neferdi. Münihli Hans Müllerüç şey severdi:1 Altın köpüklü arpa suyu.2 Şarkî Prusya patatesi gibi dolgun ve beyazetli Anna.3 Kırmızı lahana. Münihli Hans Müller içinvazife üçtü: i Çakan bir şimşek gibi mafevkeselâm vermek.2 Yemin etmek tabancanın üzerine.3 Günde asgarî üç çıfıt çevirip sövmeksinsilelerine.Münihli Hans Müller'in kafasında, yüreğinde,dilinde üç korku vardı:

1 Der Führer.2 Der Führer.3 Der Führer.Münihli Hans Müller sevgisi, vazifesi vekorkusuyla 39 ilkbaharına kadar bahtiyaryaşıyordu. Ve Vagneryen bir operada do sesigibi heybetli Şarkî Prusya patatesi gibi dolgunve beyaz etli Anna'nın tereyağı ve yumurtakrizinden şikâyet etmesine şaşıyordu. Diyorduki ona: « Bir düşün Anna, yepyeni birmanevra kayışı takacağım, pırıl pırıl çizmelergiyeceğim ben.Sen beyaz ve uzun bir entari giyeceksin,balmumundan çiçekler takacaksın başına.Tepemizde çatılmış kılıçların altındangeçeceğiz.Ve mutlak

hepsi erkek 12 çocuğumuz olacak.Bir düşün Anna,tereyağı, yumurta yiyeceğiz diyetop, tüfek yapmazsak eğeryarın 12 oğlumuz nasıl muharebe eder?»Münihlinin 12 oğlu muharebe edemediler,çünkü doğamadılar,çünkü henüz, efendim, Anna'yla zifaf vâkiolmadan önce bizzat harbe girdi Hans Müller.Ve şimdi 41 sonbaharı sonlarında dibindeAtlantiğin benim karşımda durmaktadır.Seyrek sarı saçları ıslak, kırmızı sivriburnunda esef, ve ince dudaklarınınkıyılarında keder.Yanıbaşımda durduğu halde yüzüme çokuzaklardan bakıyor, insanın yüzüne nasıl

bakarsa ölüler. Ben biliyorum ki, o bir dahagörmeyecek Anna'yı, ve artık bir daha arpasuyu içip yiyemeyecek kırmızı lahanayı. Benbütün bunları biliyorum, efendim, ama o bütünbunları bilmiyor. Gözü bir parça yaşlı,silmiyor.Cebinde parası var, çoğalıp eksilmiyor. Veişin en tuhafı artık ne kimseyi öldürebilir nede kendisi ölebilir bir daha. Şimdi şişecekbirazdan, yükselecek yukarıya, sularsallayacak onu ya balıklar yiyecek sivriburnunu.BenHans Müller'e bakıp, Hacıbaba, bunlarıdüşünürken yanımızda peyda oluverdiLiverpul Limanından Harri Tomson.Gazgemilerinden birinde serdümendi.Kaşları ve kirpikleri yanmıştı. Gözlerisımsıkı kapalıydı. Şişman ve matruştu. Birkarısı vardı Tomson'un: tavan süpürgesi

gibi bir kadın,tavan süpürgesi gibi,efendim, zayıf, uzun, titiz, temiz ve tavansüpürgesi gibi münasebetsiz. Bir oğlu vardıTomson'un: altı yaşında bir oğlu, Hacıbaba,tombul mu tombul, pembe beyaz, sarı papa,mı sarı papa.Tuttum Tomson'un elinden.Açmadı gözlerini.« Vefat ettiniz,» dedim.« Evet,» dedi, «İngiliz İmparatorluğu vehürriyet için:Canım isterse, harp içinde bile Çörçil'esövmek hürriyeti ve canım istemezse de açkalmak hürriyeti uğruna.Fakat değişecek hürriyette bu son bahis,harpten sonra artık işsiz ve aç kalacakdeğiliz.

Planı hazırlıyor Lordlarımızdan biri.Adalet: ihtilâlsiz.Ben İngiliz İmparatorluğu'nu dağıtmayagelmedim, dedi Çörçil.Ben de ihtilâl çıkarmaya gelmedim: bunaKenterburi başpiskoposu, bizimtredünyonun reisi ve karım razı değil.Ay bek yur pardınİşte bu kadar, nokta, son.»Sustu Tomson.Ve ağzını açmadı bir daha.İngilizler fazla konuşmayı sevmezler,hele hümoru seven İngilizler. Ve Tomsondehşetli seviyordu alay etmeyi. Tomson'laMüller'i yan yana yatırdım.

Şiştiler yan yana, yan yana yükseldiler yukarıdoğru.Balıklar Tomson'u afiyetle yediler,fakat dokunmadılar ötekisine,Hans'ın etiyle zehirlenmekten korktularanlaşılanHayvan deyip geçme, Hacıbaba,sen de hayvansın amaakıllı bir hayvan...Ve Cevdet Bey baktı muhabbetle leyleğe.Gece buram buram turunç kokuyor. CevdetBey bahçesinde leyleğiyle beraber.Bahçeye bir radyo indirmiştiler.Londra, Atlantik Harbi haberlerini okuyor.Demleniyordu Cevdet Bey ve kendiniAtlantiğin dibinde görüp geçiyordu dalgasını.Beyaz göğsüne eğmişti, leylek, kırmızı uzun

gagasını, kanatları hep öyle kesik ve tek ayaküstünde uyukluyor.Aşağıda limanda genç bir anne gibi Akdenizçıplak, cömert memeleri içi gülen gözleriyle.Ve yukarda hüsnüyusufların ince uzunboyunlarını uzatıp havayı dinlemeleri.Yıldızlar turunç yapraklarının arasında. Veşimdi bahçede ve kadehte ve yüreğindeCevdet Beyin bir türlü unutulmayan iyi birkadının hatırası. Şimdi artık ne dibiAtlantiğin ne de Atlantiğin dibindekiler.Bizden uzak ölenleri kovuyor yanımızdaölenler. Ve beş yıl önce Cevdet Beyin karısıLeylâ Hanım (Ne Hitler için ne de İngilizİmparatorluğu ve Çörçil'e sövebilmekhürriyeti uğruna, hattâ zatürreeden,kanserden filân bile değil) sadece günü yetip,yani mevut eceliyle öldü Cevdet Beyinkucağında.« Moskova'ya girdiler mi, Cevdet Bey?» «Cevdet Bey, gözünü seveyim, müjdeyi ver.»

« Cevdet Bey, Londra'dan ne haber?» «Moskova'ya girdiler mi, Cevdet Bey?»Cevdet Bey silkindi dalgınlığından birdenbireüşümüş gibi ürperdi.Baktı seslenenlere.Bahçe kapısı önündeydiler:Giritli Cemil Bey, Mustafa Şen ve Koyunzade,vilâyetin beş büyük efendisinden üçü. Kulüptendönüyordular, çakırkeyiftiler biraz.Dehşetli memnundular hayatlarından:bu ılık ve bahtiyar Akdeniz gecesinin içinde vealtında akasyaların.« Cevdet Bey, Londra'dan ne haber?» «Moskova'ya girdiler mi, Cevdet Bey?»Ve beklemeden karşılığını Cevdet Beyinağızdolusu gülüştüler ve uzaklaştılar bellibelirsiz sallanarak.

Cevdet Bey kendini şezlonga sırtüstü bıraktı,turunçlara ve yıldızlara baktı:turunçlar yakın, yıldızlar uzaktı. Ve CevdetBeyin içinden gelen turunçlara değilyıldızlara dokunmaktı. Doğrulmadangözlüğünü taktı ve yine hep öyle uzanmış vebaşını çevirmeden buldu radyodaMoskova'yı el yordamıyla:Dünya ve yurt, ev ve ağaç, insan ve çakal vekurt, ve bütün akarsular: Ganj, Amazon, Nil,Volga, Menderes, sözlerin ve hareketlerinhepsi: hızla yükseldi, yakınlaştı ses, ulu birbesteyle doldu Akdeniz bahçesi. Yumdugözlerini Cevdet Bey ve elini bırakır gibiiçine denizin bıraktı ihtiyar yüreğini çalınansenfoniye.Sekiz lambalı ve 39 modeliydi turunçbahçesindeki radyo Ve pırıl pırıldı isimleriistasyonların, peri padişahının gizlimemleketi gibiydi. Dört lambalı ve 29

modeliydi hapisanede radyo. On beş günönce yolladılar Halkevinden.Ve koridora kurdular.Dışarda soğuk ve cam gibi bir geceninaltında tüyleri diken diken, kaskatı donmuştubozkır. İçerde, hapisane, uykusundadır.İçerde yalnız üç kişi uyanık: nöbet yerindegardiyan (taşlığa ateş yakmış ısınmakta), veradyo başında Halil, Ressam Ali ve BethovenHasan. Sesi kısmışlar.Ve beş yüz kilometre güneylerinde turunçbahçesini dolduran senfoniyi dinliyorlarbinlerce kilometre kuzey doğularındakiMoskova'dan. Başını avuçlarına almışBethoven Hasan, sokmuş kıvırcık, siyah uzunsaçlarına parmaklarını. Fildişinden oyulmuşgibi Ressam Ali'nin yüzü ve durmadanyalıyor kırmızı, kalın dudaklarını. AyaktaHalil.Öfkeli mi, kızgın mı, yoksa dehşetli kaygılı


Like this book? You can publish your book online for free in a few minutes!
Create your own flipbook