Important Announcement
PubHTML5 Scheduled Server Maintenance on (GMT) Sunday, June 26th, 2:00 am - 8:00 am.
PubHTML5 site will be inoperative during the times indicated!

Home Explore Memleketimden İnsan Manzaraları-Nazım Hikmet RAN

Memleketimden İnsan Manzaraları-Nazım Hikmet RAN

Published by eminyukseloglukaihl, 2019-10-18 15:49:18

Description: Memleketimden İnsan Manzaraları-Nazım Hikmet RAN

Search

Read the Text Version

Araba kendimindi.Parlak devri taksilerin.Hiç unutmam bir yaz günü ikindiye doğrubir müşteri bıraktım Çiftehavuzlar'a,dönüyorum.İlerde bir kadın gidiyor.Siyah mantolu.Bacakları ilişti gözüme sürahi gibi. Yanınagelince durdurdum arabayı. Baktımyüzüne: aile kadını, kibar, Sonra çok büyük,simsiyah gözleri var. Şeytan dürttü benikapıyı açtım,«Buyrun,» dedim. Girdi içeriye. Sürdümarabayı. Nereye gidiyoruz?Ne o söylüyor, ne de ben soruyorum. Dikizaynasında gözlerini görüyorum gözleri öyle

siyah öyle koskocaman hep öyle.Caddebostan'dan yukarı saptık. Erenköy,İçerenköy, kırlık. Durdurdum arabayı.Bir çınar altı şöyle Etrafta in cin topoynuyor. İndirdim kadını arabadan. Sesçıkarmadı. Yatırdım toprağın üstüne. Yineses yok. Mamafi ben onu öpüyorum. O, putgibi.Neyse lâfı uzatmayalım, işimizi görüp kalktık.Tekrar atladık arabaya.Dönüyoruz. Nereye döneceğiz?Ne o söylüyor yine, ne de ben soruyorum.Yine dikiz aynasında gözlerini görüyorum,gözleri hep öyle bildiğin gibi kara öyle iri irihep öyle. Kızıltoprak'a geldik. Çarşıdalambalar yanmış.Durdum önünde manavın. Açtım kapıyı. Kadınindi, yürüdü, saptı, kayboldu. Şimdi sen nedersin bu işe bayım? Mamafi nasıl anlatayım

yani anlattırttırayımArnavut'un dediği gibi; yani on üç, on dörtyıl geçti aradan, çıkmaz aklımdan bu paşakarısı. Çünkü bir paşa karısıydı mutlak. Eh,o zaman bizde göbek yok bıyıklar ipek gibiyumurta sarısı. Kesip almışız Parismahallesini Kadıköy'ün. Hayat sürdükbayım hayat. Gel de içerdeki ayılara bütünbunları anlat. Herifler pencere açtırmıyor.»Pencere açtırmayanlar beşinci bölmedeler.Halı-heybenin sahibi solda en başta köşedeoturuyor: kurnaz kocaman yırtıcı bir kuşgibi... Ve fötür şapkası kafasında, sırtındapaltosu ve siyah şalvarı rahat kıvrımlarlayayılmış ve çıkarmış keten lastik iskarpinlerinive peykenin üzerinde ellerine yakın ve canlıelleri kadar beyaz yün çoraplı ayakları. Vekonuşulanları tüylü kulaklarıyla değilayaklarıyla dinliyor Konuşuluyorduperilerden.Karşıda Sarı Seyfettin (Adapazarı'nda bir

Çerkez köyü muhtarı) çok uzun boynundagırtlağını oynatarak anlatıyordu: « Besmelesizçıkarma elbiseni. Her işin başı besmele.Elbiseni periler alır düğün yaparlar.» ·Seyfettin'e hak verdi arabacı Selim:(Eskişehirli, elli yaşlarında, kel.) « Beygirleriçin de öyledir.Gecebeygiribesmelesizbağlarsanahıraperilerbinersırtınahayvanınkoştururlarşafaksökenekadar.

Ve de ince ince örerler saçını.Kaçkerrebaşımageldi:girerimahırasabahleyinolduğuyerdebağlıhayvanköpükiçindefakatsırılsıklamvesaçıgelinsaçıgibiörgü

örgü.Örgülerinaçılmazçoğu,kesmektenbaşkayoluyok.Perilerböyleatlarabinipgecelerinereyegiderlerayışığında?İnsanınderdiinsanayeter.Besmeleyiunuttuk

diyeRabbimbirdeperileribaşımızabelâeder.Nasılşeyleracaba?İnsana benzerler mi? Huyları insana benziyor:hırsız keyfine düşkün muzur...»Kapının yanındaki Tatar yüzlü adam (Bursaköylüklerinden ve Merinos Fabrikasındabekçidir) cevap verdi Selim'e: «Ben uğradım.Gözümüze gözüktüler.Altı hafta gece gündüz.

Saz yüzünden oldu bu iş.Sazların padişahı dokuz telli curadır.Nerde usta bir curacı var diye alsamhaberi kış kıyamet yedi günlük yol olsabeygirin terkisine atar getirirdim köye.Ve lâkin bir türlü öğrenemem curayı.Namlı bir curacı vardır.Çingen.Aliş Usta diye anılır.Dedi ki bana: bileğine naletleme inmedenbelleyemezsin bu sazı. iyi ya dedim bileğimenaletleme nasıl inecek?Kadirgecesi,dediAlış,

kadirgecesicurayıalıphelayagireceksin.Veordatersoturupbaşlayacaksınçalmaya.Tuttum sözünü Aliş'in.Zaten yakındı kadir gecesi.Helaya girdim.Ters oturdum.Dokundum tellere.

Teller ses vermiyor.Büktüm mandalları,Nafile.Ama nasıl çıkmıyor ses, ses denen şeyyeryüzünden yok olmuş gibi.Attım kiraz kabuğundan tezaneyiparmaklarımla asıldım tellere.Teller ne kopar ne ses verir.Lastik gibi uzayıp kısalır sade.Yetiş be Aliş bu ne iş, deli olacağım, derkengöründüler.Kimi mercimek tanesinden küçük kimi minareboyunda. Elbiseleri bizim elbiselere benzerama külahları var: al yeşil, uzun, sivri, Hepsisüvari. Çekmişler kılıçları üstümesaldırıyorlar. Dışarı fırlamışım.

Altı hafta gece gündüz gitmediler. Dedemparçalayıp yakmış curamı. Evin altgözünde beni vurmuş zincire. Hocalaraokundum. Faydasız.Çağırmışlar Aliş Ustayı sonunda. Çingen Alişvermiş elime kendi curasını. Ben başlamışımçalmaya. Çaldıkça açılmışım çaldıkçaaçılmışım. Derken düşüp bayılmışım. Bir dekendime geldim ki ne süvari ne kılıç gitmişler.Ve lâkin o gün bu gündür benden usta curacıyoktur tekmil Bursa vilâyetinde...»Sustu.Arabacı Selim ters ters bakıyor ona. Vehalı-heybenin sahibi iki beyaz kuzuyu okşargibi okşuyor yün çoraplarını. İnce bir sesgeldi karşıdan: dayak yemiş küçük birhayvan sesi gibi bir şey: « Benim dekarnımdaki su her hal onların işi.»Konuşan ufacık bir adamdı, (yahut daböyle ufacık olmuş), yüzünün derisi yapışık

şakaklarına, ince, sarı bir deri. Ve bukemikleri fırlamış insan yüzünün pırılpırıldı gözleri. Çok kerre ölüm insanyüzünde şakakların fırlamasıyla başlar. Veölüm Sakarya köylüklerinden Şakir'inyüzünde başlamıştı. « Benim de karnımdakisu her hal onların işi.» Sirozu vardıŞakir'in. « Ben yine bildiğimi derim.Doktor bey on kova su çıkardı karnımdan, üçgünde şişiverdi yine. iflah bulmam mümkünüyok. Periler girmiş karnımıniçerisine. Bilirim öleceğiz. Beni taburcuetme doktor bey, dedim, kaç cephede devletiçin yara aldık. Yaylı karyolada ölsek neolur ki. Dinlemedi doktor. Her hal yaylıkaryolaya başkasını yatıracaklar, umutkesmediklerini. Bende alınmış yara var,dert var ve lâkin benden umut yok.Belediye verdi tiren parasını dönüyoruzgerisin geri. Ne kötü kaderimiz varmışbütün insanların içinde bizi bulmuş 'mına

koduğumun kaderi.»Hereke istasyonunda durdu tiren. MakinistAlaeddin indi lokomotiften baktı arkatekerleklerin orda bir şeylere. Makina genç vesabırsızdı canlıydı yüreği ve sinirleri varmışgibi ve biçimliydi bir yarış hayvanı kadar...Hereke istasyonu şirin, ufak bir yerdir. EsasHereke bir saat yukardadır görülmez.İstasyonda kiraz satıyorlardı.İnce değneklere kırmızı küpeler gibikirazları takmışlar, (zaten artık yol boyuzeytinlik ve kirazlıktır). İstasyonunkarşısında kumaş fabrikası denizden yana.Tirenden bakınca içini göreceğim gibi gelirinsana. Pencereden uzanıp kiraz aldımahkûm Süleyman. Ve Üniversiteliçeşmeden su içip döndüğü zaman tirenbaşlamıştı yürümeye. Süleyman gördü onu.«Tireni kaçıracak pis zampara» diyesevindi. Fakat Üniversiteli sıçrayıp bindi.Bazan denizi kaybederek kısa bir an için

sonra tekrar boylu boyunca bulupYarımca'ya doğru gidiyor tiren. 510numaralı vagonda beşinci bölmedekilerkonuşuyorlar muharebeden. Halı-heybeninsahibi kara sakalının üstüne kıvrılanburnunu bu burun bir bıçak sapı gibi zamanzaman tutup çekerek ucundan dinliyordu.Eskişehirli arabacı Selim: «Nafiledir Alaman'ın encamı,» diyordu,«nasıl olsa bir yerde devrilip kalacak.Eli bıçaklı, vuran kıran adamın sonu yaköpek ölümüdür, ya pezevenklik yahut damahalle bekçiliği.» İtiraz etti Sarı Seyfettin(Çerkez köyünün muhtarı): « BilememAlamanları ama vurucu olan pezevenkolmaz.» Arabacı Selim haykırdı âdeta: «Beter olur. Zindankapılı Hüseyin Ağanâmidar bir adamdı beyağa.Bizim Eskişehir'i bıçağı hakkına çevirmiştekmil.

Ve hem de altınla oynardı.Ne oldu sonu?Bir altmış paralık herif sarhoş Şerif dağıtıncakerhanede onun ağzını burnunu kahretti.Memlekette duramadı.Sonra duyduk ki hendekte bulmuşlarölüsünü. Oltayla balık avlayıp geçinir olmuş.Bir balık tutayım, yiyeyim derken kakılıpkalmış hendekte.»Konuştu halı-heybenin sahibi. Sesi yumuşakve kabarıktı atılmış pamuk gibi: « Alamankazanacak.Ben büyük yerden işittim. Hitler denilengâvur müslümanmış dediler gizli dintaşırmış. Tevekkeli bunca düvel birlik olduyenemediler.»Arabacı Selim şaşırmış

bir şeyler söylemek istedi. Sarı Seyfettinfırsat düşüp karşılamış gibi kendine yapılanbir hakareti zaferle baktı Selim'in yüzüne: «Vurucu olan pezevenk olmaz.» dedi. Halı-heybenin sahibi devam etti konuşmasına: «Bir paşa var, eski paşalardan.Seferberlikte bir o yenmiş İngiliz gâvurunu.Şimdi tekavütTicaret yapıyor ve de gazeteci.YabirlikolunmalıAlaman'lademişyadayolvermeli,geçsin.

Koskoca paşa bu ve de gazeteci. Seferberliktebir o yenmiş İngiliz gâvurunu. Bana bakkaliyeveren Hacı Nuri Bey tanır onu. Hacı Nuri Beydedi bana:Alaman indi Balkan'a ne Yunan'ı bıraktı, neİngiliz'i. Ve lâkin çok şükür müslümanızherif sayıyor bizi. Biz Alman'la birlik edipatılabildik miydi İngilizlerin üzerine, birgünde giriverdik demektir Şamı Şerifşehrine.»Kartallı Kâzım yahut Yayalar köylü KâzımAğa yahut İstanbullu Kâzım Efendi (45yaşlarında ve kurda benzeyen bir adam)Şakir'e: « Bir cıgara yak,» dedi. SakaryalıŞakir (karnından on kova su çıkan) tuz vetütün bastırır gibi açılmış bir yaraya içiyorcıgarayı. Ne korkunçtur hasreti yaylı birkaryolada ölmenin. Bunu Sakaryalı Şakir bilir.Kartallı Kâzım başını dayadı tahtasınabölmenin. Kısıldı sarı kurt gözleri. Vagonlabirtikte sarsılarak başı sallanıyor iki yana

Gözetliyor Şakir'i, «Memetçik» diyedüşünüyor, «Mehmetçik, Memet.» Ve tekerteker kesilmeden tekrarlıyor fıkırdayantekerlekler (gitgide daha çabuk, gitgide dahasert): «Memetçik, Memet, Memetçik, Memet.»Ve seferberlik yılları, Memed'in yüzü,simsiyah çalılara lime lime takılarakkaranlıktan zorla çekilip çıkarılarak biruzun SEVKİYATTA gözüküyor Kâzım'a.Günün rahatlık duygusu neden bu kadarkolay?Geçmiş felâketi hatırlamak neden bu kadargüç?Pozantı'da gardıfrendi Kartallı Kâzım seneüç yüz otuz üç...Gece gündüz cephelere sevkiyat gider.Nerede başlayıp, nerede biter?

Ocağında çam ağacı yakan tirenler.Hat boyları yanmış odun kokusu.Askerîde hat boyunun tapısı.Memetçik, Memet Memetçik, Memet Dörtcephe içinde koptu kıyamet.Vagonların kırk kişilikse de yapısı seksenMemet, yüz Memet yüklü hepisi.Kilitlenmiş vagonların kapısı.Tirenler gidiyor Memetçik dolusu.Memetçik, Memet Memetçik, Memet Kitlivagonlarda yoktur, merhamet...O devir Pozantı son istasyondu.Gardıfren Kartalı Kâzım soyundu.Çömeldi güne karşı, bitlenedursun.Dağ taş Memet dolu, dağ taş sevkiyat.

Gidenler aç susuz, dönenler sakat.Ölüm Allanın emri, açlık olmasa fakat.Aç insan kurt olup saldıramazsa açlık ittenbeter eder insanı elbet.Memetçik, Memet Memetçik, Memet Bölükemininde yoktur merhamet...Pozantı bir dere içi, güneş yakıyor. ,Gardıfren Kartallı Kâzım bakıyor: bir deribir kemik Memet düşmüş bıyıklar.Memed'in ayağında yarım çarıklar.Memet yüzükoyun yatmış sayıklar.Memet beygir fışkısından arpa ayıklar.Arpayı götürüp derede yıkar.Güneşte kurutup yiyecek Memet.

Dağ taş Memet dolu, dağ taş sevkiyat.Ölüm Allahın emri, açlık olmasa fakat.Memetçik, MemetMemetçik, Memet Arpayı en fazla bir avuçverir beygir fışkısında yoktur merhamet.Makasın solunda kör demiryolu. Kördemiryoluna çekilmiş vagon. Vagondaoturmuş altı Alaman. Yüzleri kırmızı, kıçlarışişman. Makarna yiyorlar masa başında.Belki de o kadar şişman değiller ve lâkinKartallı öyle görüyor.Memetçik, MemetMemetçik, Memet Alaman olmakta var mıkeramet? Alaman'ın vagonuna köpeğibağlı.Tüyü boz, kulağı kesik, sağrısı yağlı.Doydu, makarnayı köpeğine verdi Alaman.Makarna yer Alaman'ın köpeği bile. Belkide makarna yemez her zaman. Ve lâkinKartallı öyle görüyor.

Memetçik, Memet.Memetçik, Memet. Kördemiryolunda Memet yürüyor.Yürüyor Memetçik köpeğe doğru.Dört el üzerinde emekleyerek, kâhgidip, kâh duraklayarak, başını,taşlayacaklarmış gibi, saklayarak.Memetçik, Memet.Memetçik, Memet. Kaptı itin önündenmakarnayı, kaçıyor. Kaçıyor Memetarkasına bakmadan. Aç insan kurt olupsaldıramazsa açlık itten beter eder insanıelbet.Alkışlıyor Memed'i altı Alaman. Alaman'ınhoşuna gitti marifet.Memetçik, Memet.Memetçik, Memet.Keklik

kidağdandağaseker,keklikyarayiyinceolduğuyereçöker.Yıldıkekliktakatiolsa dagayrıuçamaz...Sevkiyat merkeziydi Selimiye Kışlası,tebdil havadan dönen Memet'le dolu,yıkılası. Etinde kapandı yara, bittitebdil havası ve lâkin yıldı Memetyüreğinde açılmıştır yarası.Seferberliğin sonu artık üç yüz otuz

dört senesi. Hey gidi yıkılası SelimiyeKışlası... Kışlanınavlusundakaynıyor toprağın yüzü tekmil bit ile.Dolaşırken çatır çatır eziyorsun,Memed'in emilmiş kanındageziyorsun. Bu kan biti doyurmuş.Bu kan siyah ve de ölüdür. SelimiyeKışlasında Memed'in eti deriyle, kılladeğilbit ile örtülüdür. Avludakünyeler okunurdu cephelere sevkiçin. Memet kaşınarak önüne bakarcevap vermez ve lâkin. ÇünküMemet kaybetmiş umudu ve detutmuş inadı. Etini açlığa, bite yediripgünde yüz Memed'in ölüsü çıkar.Başçavuş künye oku sabaha kadar;bağır avaz avaz, Memed'in bukapıdan dirisi çıkmaz. Ama devletMemet'ten kuvvetlidir. Bir sabahvaktiavluda Memet yine kumgibiydi. Belki on bin, belki daha çok.Bir canlı derya ki tekmil Memet.Kaşınan ve de susan. İnsan üstüne

insan. Bir taze başçavuş çıkmışmasaya (uzun boylu kara bıyıklı vede tertemiz kabalağı var), künyeokuyor cevap almadan. Bir saat, ikisaat. Memet inatçıysa da çavuş dainat. İki saat, üç saat. Cevap verenyok. Çavuşdayanamadısövdümasanın üzerinden ana avrat.Memed'i, umutlu ise, bir tek de olsadağda sövmek tehlikelidir, on binumutsuz Memed'i kışlada sövmekdahatehlikeli. Uzandı masanınayağına Memed'in eli, çavuşgökyüzünden kapaklandıyere.Memet eğildi, kalktı ne et, ne kemik,ne de temiz kabalağı bıraktı. Muhafıztaburuna verildi haber. MuhafızMemetler geldiler. Onlar süngülü,bitsiz ve semizdi. Sanki kurt girdisürüye. Bir uğultu, bir kıyamet.Memet kaçar, kovalar Memet.Koparılıp alındı bir iki bin koyun.Doğru Haydarpaşa, kilitli vagon.

Vagonların 40 kişilikse de yapısı 80Memet, 100 Memet yüklü hepisi.Kilitlenmiş vagonlarınkapısı.Tirenler gidiyor Memetçik dolusu.Memetçik, Memet. Memetçik,Memet. Ben bir Memet öldürdümgaliba, bir ikindi zamanı, SelimiyeKışlasında, taş merdivende.Elinde ekmek vardı Memed'in.Memet nerde bulmuş ekmeği?Kim bilir... Memet sarı bıyıklıydı, siyahtıekmek. Ben kırmızı kuşağımı çözerek (dörtkulaç ışıl ışıl yünlü karışık ipek) « Sen,» dedim,«kes ver bir dilim, ben bir kulaç kesipvereyim.» « Cık,» dedi. « İki kulaç?» « Cık,»dedi. « Üçkulaç?»Memet ipek kuşağımın tekmilini istedi.Bıyıkları sarı. Ben ekmeğe bakıyorum.

Onun gözünde kuşağımın ışıltıları. Birtekme attım kasıklarına. Tekerleniverdisırt üstü Memet. Ve çam tahtasındanyonga çıkar gibi bir kemik parçası fırladıkafasından. Ekmek benim elimde ve lâkinmerdivenin taşında kan canlı ve dekırmızı akar uzanır benim ipek kuşağabenzer.Memetçik, Memet Memetçik, Memet Açlıkçıkınca yoluna Memet'ten Memed'e yok mumerhamet?..Vagonla birlikte sarsılarak KartallıKâzım'ın başı sallanıyor iki yana. Açılıpkısılıyor sarı kurt gözleri. Karşıda SakaryalıŞakir yaklaşıyor uzaklaşıyor yaklaşıyor. VeKartallı Kâzım geçmiş günlerin gözükenşekilleri arasından duyuyor vagondakonuşulan sözleri; kâh burda, kâh yıllarınarkasında yaşıyor. Konuşan halı-heybeninsahibidir: «Zaten Alaman'a karşı konulmaz.

Neyimizle karşı koyacağız ki?İngiliz'in verdiği dört çürük silâh.Bir de bakacaksın ki bir sabah heriftepemize dizmiş tayyareleri.Kuş değil ki bu, çifteyle vurasın, sansar değilki tuzak kurasın... »Kartallı Kâzım görüyor boylu boyuncakarşısında Memed'i: yalnayak.Omuzunda çifte var fişekliğinde martinkurşunu. Elinde nacak... Sene 335.Kuvayı Milliyede çetedir Memet Gökyüzünüalmış arkasına İzmit dağlarında bekliyornöbet, Ne umutlu, ne umutsuz ikisinden deayrı bir şey. Ve elâ gözlerinde ölesiye birinat.Silkinip doğruldu Kartallı Kâzım, çıktı

koridora, Tatar yüzlü adam onun peşinden:« Ateş var mı?» « Buyur.»Açık kalan kapıdan halı-heybe sahibinin sesigeliyor: « Alaman'ın kuvvetini edememtarif...»Küfretti Tatar yüzlü adam:« Her hal paraşütçü bu domuz herif.Tiren polisine haber etsek mi?» Güldü KartallıKâzım:(Ağzında dişlerinin yarısı yoktu, fakatgülerken öyle çocuktu ki çirkin değildi ağzı). «Paraşütçüden beter,» dedi, «paraşütçüdenbeter. Kasabanın birinde tüccara benzer yahutda zengin pazarcı filân... »« Bu yıl harbi bitirir bu yıl İngiliz'i yenerAlaman.»Nuri Öztürk (Bakımevi kaleminde

muhasebeci); omuz vurdu Üniversiteliye: «Duyuyor musun?Bizim ayılar konuşuyor politikadan.Mamafi ben İngiltere'den yanayım amabazan da şüphe geliyor adama.Sizin fikriniz? « Harbi kazanacak olan dahaharbe girmedi.» « Anlamadım.Yok, anladım mamafi.Öyle ya!Yani biz.Mamafi doğru dedin birader.Mamafi Kafkasya'yı isteriz.»Üniversiteli dinlemiyordu.Gözü mahkûmların orda, birinci bölmede.

İçerden sesler geliyor: mahkûm Süleymankahkahalarla gülmede.Kartallı Kâzım'ın keyifli bir ışıkla aydınlandıgözleri.Koridordan tane taneişitiliyorSüleyman'ın sözleri:«Sen çok yaşa Halil.Bizim iktisatçılar da şair olmalı biraz.Ne demiş Engels:(Şairler istikbali sezerler) gibi bir şey.Demek ki iki mısra yine birdenbire geldiaklına. İyi ki gelmiş. Alay etmiyorum. Birazşairane ama, çok güzel söylemişsin:(Ölümün son meydan harbidir bu; zaferaşkın ve hayatındır...)»Yarımca istasyonunda durdu tiren.

Yarımca kirazın bol yeri.Burda uçsuz bucaksızdı yemiş bahçeleri.Dallan basmış vişne ve kiraz.Yeşil ve kırmızı ki güneş, doğum ve bereketrenkleridir, sevinçli bir inkılâp şarkısıgibiydilerYarımca bahçelerinde.Mahkûm Halil kapattı kitabını.Hohlayıp sildi camını gözlüklerinin, baktıbahçelere ve şu sözleri söyledi: « Sen deöyle misin Süleyman, bilmiyorum. Meselâvapurla inerken Boğaz'danKandilli'ye dönüverince karşıda birdenbiregörmek İstanbul'u, veyahut Kalamışkoyunun yıldızlar ve su sesleriyle dolu pırılpırıl gecesi, yahut da Topkapı dışındakırların gözalabildiğine gündüzü, hattâ

tıramvayda rastlanan tatlı bir kadın yüzü,hattâ Sivas'da hapisanede tenekedebüyüttüğüm sarı sardunya, hasılı herhangibir güzelliği tabiatın çıksa karşıma ben yenibaştan bir kerre daha anlarım değişmesilâzım geldiğini ve değişeceğini mutlakbugünkü insan hayatının... »Yarımca'dan kalktı tiren.510 numaralı üçüncü mevki vagon.Üçüncü bölme.Basri Şener.Camgöbeği renginde iri sürmeli gözler,buruşuk, zeytuni bir deri.Ağzı küçük, burnu kocaman.313'de doğdu Florina şehrinde.Dedesi hanedan sahibi, babası orman

memuruydu.Ve hem de hafız. Basri rüştiyeye kadar okudu.Fakat mektepten aklında bir tek marş kaldıyalnız: «Tacı hürriyetle doğdun bir güneşşeklinde sen.» Florina istasyonundapadişahı karşılayıp ipince sesleriylesöylediler bu marşı ve hâlâ Sultan Reşatrenkli bir oyuncak gibidir hatırasındaBasri'nin. Donanmış bir istasyonda görüronu: sevimli bir ihtiyardır, çarpık bodurbacaklarından düşen setre pantolonukırmızı fesi ve pamuk sakalı vardır...Basriler muhacir oldu Balkan harbinde.Edremit'e göçüldü. Babası öldü. Anasıboynundan altınları bozdurup uzun kirpiklideveler aldı Basri'ye. «Hikâyei KesikBaş»da yazar: Melâikedir develer, cennetkapısının bekçisidir. Ve şifadır sancılarayünü ve mübarektir bu yün üzerinde yatanhamamcı olmaz. Basri zeytin taşıdıdevelerle 19 yaşına kadar. Dağlarda

rastladı eşkiyalara ekmek ve katık verdi.Hanlarda kumar oynadı. Sattı uzun kirpiklideveleri sonra ve kapandı üç ay Kemeraltıkerhanelerinde İzmir'in. 332'de Basri'yiaskere aldılar. Çanakkale,Soğanlıdere.Basri bir gece yarısı girdi sipere.Bombardıman.Gökte yıldızdan çok mermi yanıyor. Kapandıyüzükoyun yere. Yumdu gözlerini. Açtıgözlerini ki söküyor, şafak ve siperdekendinden başka canlı adam yok. Basrialışmamıştı henüz parçalanmış ölülere. Vekorku gibi kurnaz korku gibi cesur kaçtıcepheden korkunun yardımıyla. Mavzeriboynunda asılı, yürüdü Basri. Korku gibi uzunve emin bir yol. Tekirdağ, Silivri, demircidükkânlarının körükleri altında yatıp, sonrakiracı arabaları, sonra bir yatsı namazıİstanbul. Yangın yeri, Fatih.Attı bir mahzene mavzeriyle palaskasını. Veertesi gün, güneşli bir çarşamba günü, on bir

mecidiye verip sivil elbise aldı Yenicami'den.Korku ahmaktır.Durup dinlenmeden dolaştı Basri. Güpegündüzbir yerde durup oturursa kaldıracaklarsanıyordu ensesinden tutup. Gece oldu.Yine Fatih yangın yeri. Yangın yerinde,mahzende bir yanar mum kâatlar ve mühürlerve beş adam gördü Basri. Korku şüphedenkuvvetlidir. Anlaştılar.Ve altı ay kapıcı odasında meşhur bir hanıntebdili hava raporu ve izin kâadısattı Basri ve 25 kuruşa kırmızı harpmadalyaları. Korku zekidir, Basri'ye Basriadına ihraç kâadı yazdıracak kadar zeki.İstanbul şehri elveda. Ve merhaba eyAkhisar'ın Söğütler Köyü. Söğütler Köyündeelbette bir Hasan vardı, Hasan'ın da elbetanası olur. Ve cephedeki Hasan'dan malûl gaziBasri Çavuş selâm getirdiği zaman (tütünlerinde çapa zamanı ise), Hasan'ın kara kaşlı fakatbir gözü kör dul anası Basri Çavuşu elbette

evinde konuk eder. Ve ne kadar da yorgunolsa dul kadınlar ararlar göbeklerininüzerinde erkekli gecelerin yorgunluğunu. Vebir gözü kör olmak aratmamaya yetmez bunu.Basri, kara kaşlı, tek gözlü dul yârine alışıptütün tarlalarına ve korkuya alışamadanyaşadı Söğütler Köyünde mütarekeye kadar.Ve müjdeyi aldığı gün düşünmedenyaşartacağım diye bir dul kadının biri açık,biri kör gözlerini götürüp pazarda sattı kendikorkusunu ve onun kağnısıyla öküzlerini. Abenim kara kaşlı dul yârim, a kahrolası tütüntarlaları ve Söğütler Köyü elveda... İzmir.İzmir'in eski hatıraları.Yunan İzmir'e girmiş çeteler dağdaçarpışıyordu Basri Kemeraltı'nda bitirdiğizaman paraları. Hoşça kal gâvur İzmir'i,elveda. Basri Kanlıboğaz'da Çerkez Ethem'eiltihak etti. Gece köyler basıldı. Çınarlaraadamlar asıldı. Beşibiryerdelere merak edenBasri doldurdu yalnız bu çeşitle kemeri. Ve birkaranlık gece yağmur yağarken elveda

Çerkez Ethem Bey elveda. Uludağ, Bursa.Bursa düşman elindeyse de kâr getirmezdeğildir esrar tekkesi ve kumar kahvesiaçmak. Ezildikçe bazıları insanların daha çokesrar içer daha ümitsiz kumar oynar. Basrikahveyi açtı. Evlendi.Bir oğlu doğdu. Boşandı.Ve Bursa kurtulduğu gün Basri bedavaesrar sattı yirmi dört saat Şerefe. Veoğlunu bağrına basıp ağladı sevincinden.Şimdi oğlu 19 yaşındadır, İzmir'deokuyor.Sanatlar okulunda Basri'nin Bursa'da ikievi var. Edremit'de zeytinlik. Kahveişliyorsa da hâlâ kapanacak. ÇünküBasri'nin yine üç saata indi uykusu,acayip bir korku yine Basri'ninarkadaşıdır: oğlundan korkusu.Burnunu çekti Basri Şener.

Baktıpenceredendışarıya.Birdenbiresıktı canınıhızladevrilerekgeçendirekler.Çünküsevmiyorduartıkardardahızla geçenşeyleri.Vagonda karşısında Basri'ninufacık birkambur oturuyorüu. Fakat bu ufacık adamcesaretle taşıyordu kamburunu. Çok incebileklerin ucunda çok büyük ve kemikliydielleri. Belliydi sivri dizlerinin yeri lâcivertpantolonunda. Her nedense onda yaşlı bir kızhali var: mahzun sevimli narin. Ve «Fedakâr

Evlât» romanının yazdığı gibi hasta, ihtiyarbabasına bakmak için evlenmemiş olan. Vekocaman ağır kapakların altında uslu çocukgözleri vardı.Bu gözler kötülük düşünemezler.Fakat bu kalın dudaklı ağız korkunç bir küfrüsaklayabilir içinde.Birküfürkisesolupedilememişedilemiyor.Adapazarlıydı Kambur Kerim.Seferberlikte ölen babası marangozdu.Seferberlik denince aklına Kerim'in: çok beyazbir yastıkta kara sakallı bir ölü yüzü, Fahri

Bey çiftliğinde patates toplayıp kaz gütmek,mektep kitapları, ve bir de saçları altın gibisarı fakat alnı çizgiler içinde anası gelir.335'de Kerim Eskişehir'e gitti,mektebe,teyzelerine ve dayısına. Dayısı şimendiferdemakinistti. Düşman elindeydi Eskişehir. Kerîm14 yaşındaydı. Kamburu yoktu, dümdüzdüfidan gibi ve dünyaya meraklı bir çocuktu.Dayısı sürmeye gittiği günler şimendiferiKerim'e ekmek vermediğinden teyzeleri (çokuzun saçlı iki ihtiyar kadın), Hintli askerlerledost oldu Kerim. Bunlar şaşılacak şey Türkçebilmeyen ve siyah sakalları, siyah gözleriparlak avuçlarının üstü esmer, içi ak ve telörgülerin üzerinden Kerim'e bisküvitikutularla atanamcalardı. Kocaman birambarları vardı. Kerim içinde oynardı.Ambarda nohut çuvalları, bakla, kuru üzüm.şaşılacak şey katırların yemesi için ve sonracephane sandıklarıyla silâhlar. Bir gün dedi kimakinist dayısı Kerim'e: « Ambardan silâh

çalıp bana getirgâvura karşı koyanzeybeklere göndereceğim.» Ve ambardan silâhçaldı Kerim: bir, bir tane daha, beş on. AldattıHindistanlı dostlarını Zeybekleri daha çoksevdiğinden. Zaten çok sürmedi parlak karasakallı amcalar gitti. Kerim geçirdi onlarıistasyona kadar. Ertesi gün Lefke köprüsünüatıp Zeybekler gelince Eskişehir'e dayısıKerim'i elinden tutup verdi onlara. Ve işte ogünden sonra bu güne kadar kahraman birtürküdür ömrü Kerim'in. Eskişehir'den alıponu «Kocaeli grubu» paşasına götürdüler.Çatık kaşlı, yüzü gülmez bir paşaydı bu.Çabucak öğrendi Kedim ata binmeyi,sığırtmaç olmayı (zaten bilgisi vardı bunda),kayalardan genç bir keçi gibi inmeyi,gizlenmeyiormanda. Ve bütün bumarifetleriyle Kerim kaç kerre ölüme birkurşun atımı yaklaşarak ve «geçmiş olsun»dedikleri zaman şaşarak, düşman içinden geçipgetirdi haber götürdü haber. Onu namlı bir«Kaptan» gibi saydı çeteler. bir oyun arkadaşı

gibi sevdi çeteleri o. Ve bir fidan gibi düz, birfidan gibi cesur, bir fidan gibi vaad eden birçocuğun sevinçle oynadığı bu müthiş oyunsürdü 1337'ye kadar...Kocaeli ormanı gürgen ve meşeliktir, yüksekkalın.Gökyüzü gözükmez.Sakin bir geceydi. Hafif yağmur yağmıştıbiraz önce. Fakat ıslanmamış ki yerdeyapraklar karanlıkta hışırtılarla yürüyordubeygiri Kerim'in. Solda Herde tepenineteğinde ateş yanıyordu: «Tekneciler» diyeanılan gâvur çetelerinin olmalı. Dallardandamlalar düşüyordu Kerim'in yüzüne.Beygirin başı gittikçe daha çokkaranlığa giriyor, İpsiz Recep'inyanından dönüyordu Kerim. Kâatlargötürmüş kâatlar getiriyor.Birdenbire durdu beygir, heykelgibi; Teknecilerin ateşini görmüş

olacak sonra birdenbire dörtnalakalktı.Şaşırdı Kedim.Dizginleri bıraktı.Sarıldı beygirin boynuna.Deli gibi gidiyordu hayvan.Çocuğa ardarda çarpıyordu ağaçlar.Meşeleri ve gürgenleriyle orman karanlık birrüzgâr gibi geçiyor iki yandan.Kimbilir kaç saat böyle gidildi.Orman bitti birdenbire.Ay doğmuş olacak ki ortalık aydınlıktıVeKerimaynı

hızlageldiğizamanArmaşa'nınaltındaBaşdeğirmenler'ebeygiransızınkapaklandıyeretekerlendiKerim.Doğruldu.Veaklınailkgelenşeysaatınabakmakoldu.Kırılmıştıcamı.

Bindibeygiretekrar.Hayvantopallıyordubiraz.Usluusluyolakoyuldular.SolkulağıkanıyorduKerim'in.Kirezce'yegeldiler(Sapanca'ylaArifiyearası);Kerimdurdu.Birazzor

nefesalıyordu.Geyve'yegirdiertesiakşam.Beliokadarağrıyordukiinemedibeygirdenindirdiler.Kerim'ibiryaylıyabindirdiler.Adapazarı.Sonra belki on gün, belki on beş, kağnılar,mekkâre arabaları, sonra gitgide daralannefesi; Yahşıhan Konya Sile nahiyesi (burda

malûl gaziler için takma kol ve bacakyapılıyordu): ve nihayet Hatçehan Köyündençıkıkçı Hasan Usta. Hâlâ rüyalarında görürKerim incecik bir yoldan eşekle gelip üzerinedoğru egilen bu çiçekbozuğu insan yüzünü.Usta ovdu Kerim'i bayıltıncaya kadar. Sonraziftekoydu bu kırılmış dal gibi çocukgövdesini. Yirmi gün geçti aradan. Ve sonrabir ikindi vakti ziftin içinden Kerim'i kamburçıkardılar...Kerim'ln İstiklâl madalyası olabilirdi, yok,Kerim'in kamburu olmayabilirdi, var.Ve şimdi 1941 senesinde vagonunpenceresinden girerken bahar Kerimdüşünüyor:«Belki bir ay geçmeden hapisane defterindekaydı olacak.» Çünkü senelerdir Kerimtelgıraf memurudur. 180 lira ihtilas etti altıay önce. Umutsuz bir gece hasta, ölen birdosta verilmiş de olsa hapiste yatacaktırdevlet parasını ihtilas eden...

Derlnce'ye yaklaşıyor tiren. Basri Şenerbakıyor Kerim'e.Ve kocaman burnunun altında kırpıkbıyıklarıyla gülümseyerek: « Kambur felek,»diye düşünüyor, «kambur felek, kimbilir nemuzur şeymiş ki Allah onu bu bale koymuş.»Kambur Kerim bakıyor Basri Şener'e: « Negüler yüzlü adam,» diye düşünüyor, «ne güleryüzlü adam. Belki de çok ceza vermezdi banaböyle bir hâkimin önüne çıksam.»Açıldı bölmenin kapısı. Girdi Nuri Öztürk,(Bakımevi kaleminde muhasebeci). Durdu.Seslendi dışarıya: « Burda boş yer var.Pencere de kapalı değil. Bayım buyrun.Mamafi arkadaşlar da temiz insanlar.»Üniversiteli cevap verdi koridordan: « Sizoturun. Ben birazdan gelirim.» Nuri ÖztürkKambur Kerim'e baktı. Anladı KamburKerim: çekilip yerini bıraktı sol yanınıpencerenin. Kerim alışmıştı senelerdirinsanlarla bir acayip maceraya girmeye:

hiçbir şey istemeyip onlardan her istenenivermeye. Ve ihtilas ettiği günden beri dehşetlebüyüyor ağzının içinde bir küfür; bir küfür kises olup edilememiş edilemiyor.Koridor.Mahkûm Süleyman çıktı koridora mahkûmMelahat'la beraber. Esmerdi Melahat. Boynuuzundu ve bir kuş boynu gibi nazlıydı.Dudakları kırmızı ve boyasız. Fakat ayaklarıçok büyüktü ve elleri erkek ellerine benziyor.Üniversiteli yol açtı gülümseyerek her haldeMelahat'a Melahat geçti. Süleyman gençadamla konuştu karanlık ve haşin: « Bayanıbirine mi benzettiniz?* « Hayır.Fakat şey...Size bir şey soracaktım.Arkadaşlarınızdan biri Halil Bey, muharrirHalil Bey değil mi?» « Evet o, ne olacak?Halil'i tanır mısınız?» « Yazılarından ve


Like this book? You can publish your book online for free in a few minutes!
Create your own flipbook