Important Announcement
PubHTML5 Scheduled Server Maintenance on (GMT) Sunday, June 26th, 2:00 am - 8:00 am.
PubHTML5 site will be inoperative during the times indicated!

Home Explore Memleketimden İnsan Manzaraları-Nazım Hikmet RAN

Memleketimden İnsan Manzaraları-Nazım Hikmet RAN

Published by eminyukseloglukaihl, 2019-10-18 15:49:18

Description: Memleketimden İnsan Manzaraları-Nazım Hikmet RAN

Search

Read the Text Version

« Muhterem bubacığım,» dedi,«görüşmecilerin varmuhterem bubacığım, odanaaldım.»Canım ciğerimon dördüne basan işçi Kerim ve BalcıRemzi Efendiydi gelenler.Kerim karyolaya çıkmış, bağdaş kurmuşve sımsıkı koltuğunda defteri. Balcı RemziEfendi sepetini bırakmış yere, iskemledeoturuyor uslu uslu, Dizlerinde duruyorbiçimli elleri. Ve kasketinin altında alabrosbaşını sağa eğmiş. Orta boylu, tombul.Remzi EfendiBalkan Harbi muhacirlerindendi.

İstanbul'da, Darüleytam'da okumuş ve işçiliketmiş Sultan Reşat'ın çini fabrikasında.Şimdi burda, pazar yerinde altında beyaz,koskocaman bir şemsiyenin bal, bulama,pekmez, zeytinyağı satıyor ve biriciköğrencisidir Halkevi'nde Fıransızcakurslarının.Bir günBaşsavcının izniyle çarşı hamamına gittiHalil, dönüşte pazar yerinden geçildi veRemzi Efendi sordu arkada kalan ikincijandarmaya:« Halil Bey, değil mi?Tanıdım görür görmez, bende fotoğraflarıvar, kestim gazetelerden.Mümkün mü ziyaretine gelmek?»İzmirli tütün işçilerinden ve Halil'in ahbabı

olan jandarma süzdü tepeden tırnağaRemzi Efendiyi: « Mümkün,» dedi,«mümkün.Zeytinyağı, pekmez filân satmak içingelirsin ama böylesi daha iyi...»Ve Remzi Efendi başladı Halil'e gelmeye.Müdür Beye bal ve başgardiyana ucuzbulama veriyor ve görüşme günlerihapisaneye kolayca giriyordu.Halil kuşkulandı önceleri polis mi diye,sonra geçti kuşkusu.Baştan başa bir rahatlıktı Remzi Efendi,rahattı, bir sivil polisin rahat olamayacağıkadar.Rahattı kafası, elleri ve minicik kumral bıyığı.Hemen belli olur: sıhhatli bir adamın rahatlığıgibidir iyi bir adamın rahatlığı.

Kararlaştırmıştılar:Halil'e on sual soruyor Remzi Efendi hergelişinde.Yoksa oturacaktı Halil'in karşısındamavigözleriyle melaikelerin utangaç ve hayranakşama kadar ağzını açmadan.« Sualler hazır mı Remzi Beyciğim?»Remzi Efendi rahatça kızardı kulaklarınakadar:« Hay hay hazırladık hocam.» Ve çıkardıküçük bakkal defterini. « Benim desoracaklarım var bugün Halil Amca.» «Seninkilere de cevap veririz Kerim. ÖnceRemzi Bey.»Balcı Remzi Efendi yutkundu.« Şapkanızı çıkarsanıza Remzi Beyciğim.»

Kasketini çıkardı.Yüzü kızardı bir kerre daha.Sevinçli bir çocuk merakıyla sordu Halil:« Sepette ne var?»« Biraz pekmez, biraz bulama, zeytinyağıbiraz... »« Sağol Remzi Beyciğim.Parasını haftaya veririm, hesabıma yaz.Haftaya öteki borçları da toptankapatırız.» Remzi Efendi kekeledi: « Ama,ben bunları size... » « Olmaz... »Remzi Efendi dargın baktı yüzüneHalil'in, sonra müthiş bir kararla veyumuşak sesinde korkunç bir sorguylakonuştu: « Benden şüpheniz var mı?

Yani, hafiye filân mıyım sanıyorsunuz?» « Nemünasebet?Şimdi böyle bir şey aklımdan bilegeçmiyor.» « Peki, eskiden, ilk zamanlar?»Halil güldü: « Evet...Şüpheye düştüm.» Sustular.Canım ciğerimon dördüne basan işçi Kerimyuvarlak gözlerini dört açmışsaygılı bir hayretle dinliyor konuşulanları.Remzi Efendi bir zarf çıkardı cebinden, 'uzattı Halil'e: « Bunu hapisteki arkadaşlarınen yoksuluna yollayın, hocam.» Halil zarfıaçtı:henüz çarktan çıkmış gibi kırışıksız pırıl pırıl

bir ellilik... Remzi Efendi hernedense izahatverdi önüne bakarak,(Halil parayı almaz ben de ona kırılırımdiye çekiniyordu belki): « On beş gündürpazarda iyi satış yaptım, hocam,sonra toptanbulama datopladım birtüccara. Yani, bupara kazancımınfazlası... » « SağolRemzi Beyciğim,hemen yarın yollarım arkadaşlara.»Birdenbire önüne çıkmış gibi çok güzel,çok ışıklı bir şeyin bahtiyar gülümsedimavi melaike gözleri Remzi Beyin.İki bardak çay getirdi Peder.Kerim'le Remzi Bey korkunç höpürtülerleiçtiler.

«Ne olur bu kadar höpürdetmeseler,» diyedüşündü Halil.Aşağıda görüşme yeri kalabalıklaşıyoriçerde hapisane daha kuvvetleuğulduyordu.Balcı Remzi Efendi defterine bakarak ogünkü on suali sordu:« Harbi Alamanya çıkardı, diyorlar, yaniNaziler. Peki, vaktiyle Hitler'in yerineNazi düşmanları inkılâp yaparak başageçebilselerdi eğer Alamanya harp çıkarırmıydı yine? Ve öyle bir inkılâp böyle birharp kadar kanlı olur muydu?...Diyorlar ki, harbi Hitler çıkardı.Peki, Hitler'i kim çıkarmış?Alaman bankaları ve tröstleri kendilerinitehlikede görmeseydiler vedesteklenmeseydiler solculara karşıkavgalarında İngiliz, Fıransız, Amerikan

ortakları tarafından ve hep beraberNazileri tutup yükseltmeseydiler, ve Alamanorta sınıfları geçenki harbin sonundadarmadağın olmasaydı ve bir çift çizmeyebir kangal : sucuğa satılmaya hazır, ümitsiz,aç, perişan yığınlarla serseri dolaşmasaydıkaldırımlarda ve ihanet etmeseydi sosyaldemokratlar Hitler, bugünkü Hitler olabilirmiydi?25 yılda ikinci defadır ki dünya harbioluyor, bu işte hiç mi suçu yok kapitalistrejimin?Rozvelt ve Çörçil:Biz toprak ilhakı için değil, milletlerinhürriyeti için, diyorlar, kavga ediyoruz.Peki, Cava, Sumatra, Hindistan, Afrikasömürgeleri filân yani bir yığın millet bir

milyardan fazla insan kavuşacak mı harptensonra istiklâline?Kurtulacak mı tröstlere pazar olmaktan?Yoksa yalnız beyaz milletler mi milletsayılıyor?Rozvelt ve Çörçil:Biz hiçbir şey için değil, dört hürriyet için,diyorlar, kavga ediyoruz.Peki, harp bitince, meselâ Amerika'da, işsizlikkalmayacak mı? Yoksa beş on dolar veripcepheden dönenlerin ellerine ve büyük birkısmına harp endüstrisinde çalışanların«başınızın çaresine bakın» mı diyecekler yine?

Kapitalist iktisat sistemi için işsizlik birzaruret değil midir?İnsanlığın bugünedek geçirdiği sosyal nizamlarözünü ve şeklini değiştirmiş, herbiri bir başkanizama bırakmış yerini. Bunu kimse inkâretmiyor.Fakat bu iş artık kapitalist nizamdakemâlini bulmuş da zınk diye durmuş mu?İtalya'da ve Alamanya'da faşizminçıkmasına destek olanlar şimdi, kendievlâtlarını yiyen devanaları gibi onlarıyıkmakla meşgul!... Bu tezadın mânası yokmu?

Bugün belli başlı altı tane kodamanemperyalist devlet var: kapitalizmin altıbüyük efendisi.Amerika, İngiltere, Alamanya, Japonya,Fıransa, İtalya.Harpten sonra bu altılar kaça inecek?Bu tasfiyenin ifade ettiği şey ne?Harpten önce kapitalist - emperyalist dünya,başta Amerika, İngiltere, Japonya, Alamanya,Fıransa, İtalya, Sovyet Sosyalist devlete karşıneden birleşemediler?»Balcı Remzi Efendi bitirdi okumasını, sustu.Baktı kurnaz bir saflıkla Halil'in yüzüne. Halil

şaşmıştı biraz.« Bu sefer suallerin çok farklı RemziBeyciğim,» dedi. «Hem de çoğunun karşılığıiçinde. Belli, çok düşünmüşsün. Hattâ...(Hattâ belki bunları sana başka biriyazdırmış, diyecekti, demedi fakat, çekindiaklına başka bir şey gelir diye RemziBeyin.)Hattâ bu bir hafta içinde çok okumuşsun... »« Yalnız bu hafta değil hocam, boyunaokuyorum.Birkaç iyi kitap geçti elime.İki tanesi de sizin kitaplardan.Sonra üç aydır sizin burda talebenizim.Bu sualleri kaç zamandır hazırlıyordum.Size bir sürpriz yapayım dedim... » Remzi

Efendi o kadar utanıp kızarmış, öyle rahat,öyle bahtiyardı ki Halil zor tuttu kendinikalkıp onun yuvarlak burnundan öpmemekiçin.« Remzi Beyciğim, suallerinize cevapvermeyeceğim.Cevapları gelecek haftaya kendin hazırlagetir.Şimdi sıra sana geldi Kerim.Verdiğim kesri-âdi meselesini hallettin mi?»Kerim büyük bir ciddiyetle konuştu:« Halletmedim, çözdüm.Kesri-âdi değil, âdi kesir...» « Haklısın.Defterini görelim.» Kerim meseleyi doğruçözmüştü. Halil yeni bir mesele verdi.Kerim konuştu yine: « Şimdi gelelim benimsoracağım şeye, Halil Amca.

Senin için, Ruslardan para alıyor, vatanhaini diyorlar.» « Diyen kim?»« Bizim fabrikada bir muhasebeci Seyfi Beyvar, o.» « Peki, senin kanaatin?»Kerim derhal cevap verdi: « Yalan... »Bir saniye sürmedi Halil'in sualiyleKerim'in karşılığı arasında geçen zaman.Ve bu kısacık aralıkta üç hatıra geçtiHalil'in kafasından: Biri çok yakın biriuzakça üçüncüsü çok eski.Çok yakını şu:On gün önce para göndermişti karısına,Ayşe'ye, marangozluk işinden birikme on beşlira. Soruyor Mutemet Gardiyana postanedememur:« Halil Bey niye hep böyle on on beş liragönderiyor?» Halil Beyde,» diyor, «paratornadandır.»

Uzakça olanı şu: Bir hayli zaman önce elli kişibirden içeri düşmüştüler. Ameleydi ve fakiresnaftı çoğu. Yarısından fazlası da bekârdı.Dehşetli parasızdılar. Tayınları satıp domates,soğan alıyorlardı katık diye. Ve yerdenizmarit topladığı oluyor tütünsüz duramayanHalil'in. Bir gün beşinci koğuşun damağasıgeldi yanlarına:« Sizin için,» dedi,«bunlar vatan düşmanıdır dediydibaşgardiyan, Moskof bunları balla böreklebesler. Halbuki ben bakıyorum sizin ortaktencere haftada bir bile kaynamıyor. Yaraalmış delikanlılar da var içinizde vatanmillet uğruna.» Sonraları bu damağasıdamağalığını bırakıp dokumada işçiolduydu...Üçüncü, en eski hatıra şu:Halil'i komiserin karşısına çıkardılar. fındık içigibi yağlı, toparlak, ufacık bir adam sipsivri

dişleriyle sırıttı:« Sizin mezhepte karılar ortaklama kullanılır,»dedi,«Kızılbaşlık gibi bir şey, bu... » Ve Halilmasanın üstündeki hokkayı kaptığı gibifırlatmıştı hergelenin suratına...Bu üç hatıra çakan bir şimşek hızıyla geçtikafasından, kemikli esmer yüzü kızardıhafifçe ve Halil sordu Kerim'e, birazkederle gülümseyerek:« Yalan, demek?»« Yalan elbette, Halil Amca, ama nedenböyle iftira ediyorlar onu soracaktım?»Balcı Remzi Efendi belki ömründe ilk defabir suçluyu itham eder gibi konuştu:

Kerim,» dedi Halil,«hamd ü sena olsun Türk milletine veinsanlığa»Çarpmıştı gözüne Remzi Efendi'nin terimleriyanında kendi kelimelerinin eskiliği.Tekrarladı:«hamd ü sena olsun Türk halkına ve insanlığınhalkına»İftira ve yalan bahsine gelince:yalnız jandarma, polis karakolu, hapisanefilân yetmez, bazı yerlerde hattâ bu çareyepek başvuramazlar. Yalan da lâzımdüşmana: gazete, radyo, sinema, kitap,mahalle kahvesi seferber.Yalan dediğin topal bir bite benzer bir gecedeyedi yatak dolaşır, hele fukara yataklarını... »Kızarıp fısıldadı Remzi Efendi: « Lâkin

yalancının mumu... » Bütün bu sözlerdenancak karışık bir şeyler anlayan Kerimsevinçle tamamladı: « ... yatsıya kadaryanar.» Biraz üzgün konuştu Halil: « Yatsıvakti de biraz gecikir bazan.» Güldü: « Birkaçdakika...»Çaldı aşağıda görüşme paydosu çanı,Kerim'le Remzi Efendi gittiler.Halil çıkardı sepetten zeytinyağını, bulamayı,pekmezi.Yutkunarak baktı.Bulama kutusunu aldı, evirdi Çevirdi, bıraktı.Tatlılardan en sevdiği bulama.«Ayşe de bulamayı çok sever ama, bunu yarınolduğu gibi ona göndermeli.» Zeytinyağıibriğine uzandı eli tattı, parmağına bir damladamlatıp: «Bunu da Süleyman'a yollarız,

Remzi Beyin elli lirasını Fuat'a.Yirmi gün sonra çıkıyor hapisten yol parasıyapar.» Pekmez şişedeydi. Ters ters bir gözattı şişeye: «Bu da bize kalacak halbuki hiçsevmem mübareği... »IVBir Perşembe günü bıraktılar Fuat'ı akşamgeç vakit.Yürüdü elini kolunu sallaya sallaya,

ıslık çalarak ve arkaya hapisaneye bakmadan.Orda kalanlardemirli pencerelerden gözetliyor gideni:bir parça hasret bir parça keder ve «haydi,yolu açık olsun... »Köşeyi döndü Fuat, Karşıda şehir:Bir yıldır uzaktan uzağa seyredilen şey. Veoraya kadar sıra sıra kavaklar akşamaydınlığında çayır çimen ve bembeyaz birşose.Yüreği güm güm atıyor delikanlının:boşalamayan bir telâş, bir şeylere yetişmek,bir müjde vermek birilerine.Durdu,etrafına bakındı:

Yukarı, aşağı, sağa, sola, sanki kendisimerkez etrafında dünya alabildiğinegenişliyor.«Duvara çarpacağım kolumu sallasam elimdemire değecek» diye bir şey yok.Ortalık çizgisiz ve köşesiz.Birdenbire Fuat'a havadaymışım,boşluktaymışım gibi geldi.Öyle de kuvvetle hissetti ki bunu başı döndüadetâ.Eğildi bir tutam yeşillik kopardı. Atladı birhendeği.Silahlı iki jandarma gidiyor hapishaneyedoğru: «geçmiş olsun,» diye bağırdılar.Fuat baktı arkalarından, Siyah, incebıyıkları altında dudakları titredi:«Bu kadarcık da olsa güzel şey be, anasını

sattığımın hürriyeti. Dosdoğru hamamagitmeli, dedi, Şöyle bir göbek taşına yatıp...Sonra bir kenar meyhanede bir temizçekmeli kafayı... »Canı yine birdenbire kadın istedi:Tıknazkütür kütüresmer bir kadın.İçerde hep rüyalarına giren, mahlûk, yüzübelli değil,vücudu belli.Fakat Fuat ne meyhaneye gidebildi, ne kadına, Halil'den gelen de dahil yetmiyordu parası.Ve hapisanesinde bir yıl yattığı şehri gündüzgözüyle şöyle bir dolaşamadan, sabah sabah,erken erken, siyah yeldirmeli, yalnayak, sıska,

harap kadınlar hat boyunda tütün fidesinegiderken atladı tirene Fuat, ver elini İstanbul.Daha hürriyetinin ikinci günü unuttu hapisteyattığını. Ancak, beşinci gün tiren İstanbul'ayaklaşırken vakta ki karşıda Yeşilköy açıklarıgöründü, birdenbire kömür çarpmış gibi başıdöndü bir bulantı halinde düştü yüreğinemahzunluk.Birbirinden ayrı hapislerde kalanların hepsihele, Halil, Süleyman, Melahat, hattâ içerideedindiği ahbaplar:katilden yatan Murat, kızcılıktan Hüseyineşkiya Mehmet kâh, ölmüşlermiş gibiuzakacıve hatıralaşmış kâh, elle dokunacak kadaryakın, sevinçli ve diri, kâh, karma karışık,hep beraber, kâh içlerinden ayrılan biri ikisi,

üçü, karşısına dikildiler. Öyle de geldi ki,tesviyeci Fuat'a şimdi, şu anda herhangi birhapiste, herhangi birinin, hele bilhassaHalil'in yanında olmak istiyor. Oğuşturdualnını, gözlerinin sulandığını belli etmemekiçin.Bir, bir buçuk saat sonra Köprü'deydi Fuat,İstanbul'un göbeğinde sayılır, gördü GalataKulesi'ni, Halic'i, Süleymaniye'yi,mavnaları, şirket vapurlarını, tıramvayları,Köprü'den geçen insanları gördü ve karacevahir gözleri mavi bir aydınlıkla dolukokladı İstanbul'u.Karaköy'den söküp gelen bir canavardüdüğü, beyaz bir alev geçti Köprü'nünüzerinden:can kurtaran otomobili. Karada değil de sonsüratle denizde gider gibi bir hali vardı bukırmızı aylı beyaz makinenin. Şoförün yanındaoturan sıhhat memuru Hasan Kılıç yummuştugözlerini. Gözlerinin altı çürük. Başı açık.

Koyu kestane saçları kıvır kıvır. Yine güzel,tilki yüzü soluk tatlı bir başağrısı uykusuzluk.Beyaz gömleği kirli ve perişandı. Yanık benzinkokusu ve dizlerine doğru yayılan sıcaklığımotorun. Sıhhat memuru Hasan Kılıçtoparlandı: vücuduyla değil kafasının içinde.Gözleri hâlâ sımsıkı yumulu görüyordu geçilensokakları: kapılar, pencereler, vitrinler veadamlar akıyor biribirine karışarak vecanavar düdüğü ötüyor artsız arasız. Bu böylesürdü 15 dakika kadar sonra yavaş yavaşseyreldi kalabalık, yapılar küçüldü, insanlarazaldı, kısıldı feryadı canavar düdüğünün veduran tekerleklerle birlikte sustu. Açtıgözlerini sıhhat memuru Hasan Kılıç.Karakolun önündeler bekçi bağırıyor: «Arabayla gidemezsin sedyeleri al, şuracıktazaten...» Önde Hasan Kılıç'la bekçi, arkadahastabakıcı, şoför ve sedyeler yola koyuldular.Yırtık, beyaz gömleği savrularak yürüyorHasan Kılıç: telâşlı dalgınlığı içinde işgüzar,

sükûtunda ukalâ ve gözleri baygın.Ortalıkta çıt yok.Gökyüzü berrakılıkve bahtiyardı.Ahşaptı mahallenin evleri:boyasızkararmışfakat temizdiler.Yalnayak bir kız çocuğu bir taş merdiveniyıkamaktaydı. Hani öyle geliyor ki insana;burası bir dünyanın sonu bir dünyanınbaşlangıcıdır ve bir köşe dönülünce...Döndüler köşeyi, bir inişin başındaydılar, daruzun bayıraşağı dimdik gidiyor sokak, bir

kurşun borunun içinden seyredilir gibi deuzakta, en dipte bir deniz parçası. Başladılarinmeğe, millet yığılmış önüne bir tahta kapının,kumaşları harap, derileri aç sarı, çoğu da yaçalışamayacak kadar çocuk ya çalışamayacakkadar ihtiyardı. Bu saatte aynı kumaş aynıderileri içinde işteydi ötekiler: fabrikadaamele, dükkânda çırak, tezgâhtar, işportacı,ve çok uzak bir yerlerde askerdeydidelikanlılardan ikisi. Soldaki evin alt katındabir tahsildar oturur: çeşmenin karşısındakievin. Bu sokağın en güzel kızı her halde yineBeyoğlu'ndadır:Ya Madam Atina'da, ya bir sinemalocasında. Ve arabacının haylaz oğluhapiste.Sıhhat memurunu karşıladı komiser. Evegirildi. Ufunet.Beş odada altı aile. Şimdi de kalabalık birmisli arttığı halde çırılçıplaktı çürük, ıslaktahtaların boşluğu, ikinci katta dipteki odaya

girdiler. İki yer yatağı, ortada sofra bezi vebir hazin tencere.Beş insan uzanmıştı yere. Sıhhat memurubaktı komisere. Konuştu komiser: «Zehirlenmişler. kendisini de, hepsini de herifzehirlemiş tahkikatıma göre. Sıçanotuylaolacak. Ma aile intihar. Ne yaparsın, dizboyu sefalet paşam. Deri fabrikasındaçalışırdı adam, 110 kuruş gündelik. Fakatbakın döşekler oldukça yeni, tencere de paraeder. Satmamışlar. Ötekiler ölmüş ama kızyaşıyor galiba. Zaten onun feryadınayetişmişler.» Gerçekten de yaşıyordu kız,kuru erik dalı gibi bir şey, on üçünde varyok. Hasan Kılıç bir apomorfin iğnesi yaptıhemen, sonra sedyeye koydu, yolladıaşağıya, sonra, teker teker baktı ötekilere:kalın kara kaşlı, uzun yüzlüydü erkek,birdenbire bir şeyden ürkerek ödü kopmuşgibi bir hâli vardı. Karısı otuzbeşlik.Entarisini parçalamış can çekişirken Zayıf,kuru iki el gibi sarkıyor memeleri. Nine,

erkeğin anası, dişsiz ağzını açmışkıvrılıvermiş iki büklüm, Ölülerindördüncüsü beş yaşında bir oğlandı, mavidonunun içinde raşitik bir torba kemik. Aklıbir şeye takılmış gibiydi komiserin,konuşuyor boyuna; yüksek sesle düşünüyordaha doğrusu: « Satılacak çok şeylerivarmış daha, döşekler, tencere, oğlanın mavidonu da yeni alınmış kadının da iç gömleğivar.İntihar mevsimsiz. Daha nice çıplaklarıyaşıyor. Herkes dilencilik edemez ama...Gözü yılmış herifin... Yılgınlık paşam,yılgınlık... Haysiyetli herifmişlâkin... »Hasan Kılıç yürüdü kapıya doğru: « Gidelimbay komiser.»Gittiler.İçerde ihtiyar bir erkek kaldı yalnızkarşı odanın insanlarından biri.

Yalnayaktı.Paramparça bir şal kuşak sarılı entarisininbeline.Akıyordu sol gözü.Ve biten bir şey gibi suçsuz ve hazindi yüzü.Eğildi üstüne kalın kara kaşlı erkeğin,soktu ellerini ölünün ceplerine.Bulup çıkardı ekmek karnesini.Sonra ağır ağır.Dikildi, belini zorlukla doğrultarak. Açıldıhışımla kapı. Mahalle mümessiliydi giren.Bakıştılar.Mümessil uzattı kolunu, karneyi devrettiihtiyar. Elleri titremiyordu, yalnız bir katdaha suçsuz ve hazindi yüzü. Mümessilkuponları saydı,

Beş parça koparıp kopdu ihtiyarın açıkavucuna: « Bölüştük, dedi.Tarihine iyi bak,yukardaki Laz fırıncıdan alırsın.Kimseye ağzını açma,gelinin de, çocuklar da duymasın,kendin al, kendin ye.. »Sustu, düşündü, tekrar uzattı kolunu:yumuşak, esmer ve tüysüzdü bu kolunucundaki el, tırnak diplerinde yağlıymışgibi parlıyordu deri:« İstersen seninkileri sat bana, yüz ellikuruş veririm.Yahut hayır, kalsın.Yahut,

hayır,çaktıracaksın işi.Al şu yetmiş beşi ver onları buraya.Yok, hayır, istemem.Çek elini istemem diyorum sana.Yetmiş beş kuruş da senin olsun, istemem.Burda durma haydi git..Allah belâmızı versin ikimizin de... »ihtiyar, dışarı çıktı.Durdu sofada,aralık kalan kapıya yaklaştı tekrar, hepöyle suçsuz, hep öyle hazindi yüzü.Gözetledi mümessili, içerde ne yapıyordiye.

Cankurtaran düzüldü yola.Arabada, sedyede, kızcağız boyunakusuyor, hastabakıcı, içinden küfredipalışkanlık susuyor ve şoförün yanındasıhhat memuru Hasan Kılıç düşünüyordu: «Parkotel'in şefgarsonu gelmiştir daireye,bekler, sözde aşı yapıldı diye cüzdanlarmühürlenecek, garsonların cüzdanları.On lira ordan.Tokatlıyan'ınki de öbürgün gelir. Yedi buçuk.Şu bizim millet aşıdan korkmasa işimizdumandır.Gece doktora uğramalı, kinin ampullerinidoldurmuştur mâi mukattarla, yirmi lirakomisyon, etti otuzyedi bucuk.Bu ay yüklüyüz.»Cerrahpaşa'nın önünde durdu şoför.

« Yer yok,» dedilerHareket.Arkada, içerde kız kusuyor,Hasan Kılıç düşünüyordu:« Bu da, sabahki gibi arabada ölmese bari.Fakat veremin de öylesi görülmüş şey değil.Yaintiharedeceksin,yaT.B.'dengeberecek,yahut dabenimgibikurnazolacaksın.»

Hasan Kılıç kendini dehşetli kurnaz sayıyordu.Otomobil Guraba'nın önünde durdu.« Yer yok,» dediler.Hareket.Çapa'dan yokuş yukarı çıkılıyor Aksaray'adoğru,YusufPaşa,MuratPaşa,sokakdar,basık veyorgun.Bakkal,leblebici,hallaç,kömürcünün

üstündeaşıboyalıkonak.Hasan Kılıç düşünmekte devam ediyor:« Apormorfin boyuna kusturur şimdi kızı.NuriEczaDeposukalsiyumçıkarmışkaraborsaya,ampulü,etiketiAvrupa,içi yerli.Haydikendinigösteroğlum,

herifkurnaz,sen dahakurnazsın,herifeyapış.»Hasan Kılıç güldü.Gerildikalın,kırmızıdudaklarıdişleribembeyazçıktımeydana.


Like this book? You can publish your book online for free in a few minutes!
Create your own flipbook