çaresine...» Mutfakta çamaşır yıkıyorduHalim Ağanın karısı. Duymadı içerigirdiğini kocasının.Çömelmiş.Sırtı kapıdan tarafa dönük. Kolları tahtateknede çalışırken kalkıp iniyordu siyahentarisinin altında kürek kemikleri. Halim Ağakarısına ve mutfağa baktı.Damı uçmuştu mutfağın yukarda yıldızlargörünüyordu.Halim Ağa yürüdü ayaklarının ucuna basıp.Ses çıkarmıyordu lâstik iskarpinleri zaten.iyice yaklaştı karısına.Aldı sağ eline paltosunun altına gizlediğibaltayı.Baltanın ağzı yenmişti üç yerinden.Kaldırıp indirdi kadının ensesine.
Kan çıkmadı.Kelle yere düşmedi.Bir deriyle bağlı kaldı boynun ucuna ordasallanarak baktı yüzüne Halim Ağanın: «Ağa, ne yaptın?» dedi, «bir vurdun birdaha vur.» Halim Ağa biliyor,Arabüzengi kitabından aklında kalmış, birkere vurmak gerek. Bir daha vurulursadirilir. Ve vurmadı bir daha. Kelle dargınçattı kumral kaşlarını sonra ince esmerboyundan kopup düştü yere. Kelle kopupdüşerken sıyrıldı derisi boynun söğütdalının kabuğu soyulur gibi. Orta mektepçocukları kelleyi top yaptılar. başladılaraskerlik şubesinin bahçesinde oynamaya.Ve baltasıyla yoldan geçerken Ağayüzbaşının oğlu bir tekme vurup attı buinsan başından topu kucağına Ağanın. Ağabaktı kucağına düşene, Bu, karısının kellesideğil, Hazreti Ali'nin kesik başıydı. Hali
Ağa başladı ağlamaya. Hem de dehşetlikorkuyordu.Paşa sordu.« Karımı öldürdüm, Paşam,» dedi.« Zarar yokO öldü, sen çok yaşa.Tayyare bombardımanında öldü deriz,» dediPaşa. «Sen hele bir İstanbul'a git şenletgönlünü. Gayrı Hacı Nuri Beyden itibarlısın.Benim gazeteye de gel kahve içeriz.» HalimAğa üçüncü mevki bir vagon kiraladı. Amabölmesiz bir vagon. Tek başına, nefsi için...Kilimle döşedi her yanını vagonun. Veçoraplarını çıkarıp iç donuyla uzandı ortayerine onun. Mangalı yaktı. Cezveyi sürdü.Cezvede kahve köpürdü. KarşısındaKantarcı'nın kızı Şerife'yi gördü. Sakalına okadar yakındı ki beyaz kalın baldırlarıylaturunç memeleri beline sarılmak içinuzanırken birdenbire durdu tiren. Halı-
heybenin sahibi uçtu havada kuyruksuz vekanatsız ta bulutların üstüne kadar. Sonraapansız bir yıldıza çarpıp başını düştü denizekurşun gibi buldu dibi ve uyandı silkinerek.Sahiden durmuştu tiren.Pencereye üşüşmüştü bölmedekiler.Telâşlıydılar.Düdükler çalınıyor sesler geliyordu. HalimAğa sızlayan başını tutup sordu:« Ne olmuş, ne var?Yer açın biz de bakalım.» Pencerede yeraçılmadı. Fakat anlattı Tatar yüzlü adam: «Sen uyurdun, zınk dedi birden durdu tiren.Birbirimizin üstüne düştük.İstasyon filân da yok.Allanın kırı.
Biletçiler indi yere bağrışıp koşuşurlar.»Halim Ağa daha fazla dinlemedi yünçoraplarıyla fırlarken koridora: « Banamalûm oldu, malûm oldu bana rüyasınıgördüm,» dedi.Yerde lokomotifin yanında duruyordumakinist Alaeddin. Yarışta beygirinibirdenbire durdurup yere inmiş dizginleritutuyormuş gibi bir hali vardı. Lokomotifterliydi. Islak sesler çıkarıp soluk soluğa nefesalıyordu beyaz buhar bulutlarıyla. Kömürcüİsmail sordu yukardan : « Usta, hangi vagonçekmiş imdat işaretini?» « Ne bileyim,anlarız.» Vagonların önünde bağırıyorŞeftiren: « Baylar, telâş etmeyin, Bayanlar,inmeyelim vagonlardan.» Şeftirene yaklaştıAlaeddin; konuştular; döndü. Arkada kalanyolun üzerinde bir şeyler taşıyan insanlargöründü. Sordu kömürcü İsmail: « Herifölmüş mü usta?» « Belli değil.» « Niye atmışkendini?» « Bilmem.»
« Ne dersin usta, sevda yüzünden mi?» « İstedikızı vermediler.» « Yahut karısı taktırıyordu.»« Zannetmem.» « Sevdadan değilseparasızlıktan.Baktı ki çıkar yolu yok.» « Belki.»« Yahut, dehşetli bir kazık attıarkadaşlarından biri herife.» « Kimbilir...»« Daha doğrusu usta, adamcağız biletsizdi.»« Mümkün.» « Bak, aklıma bir şey dahageliyor:Ecnebide oğlu, kardeşi filân vardı; bombaladıtayyareler öldü.» « Vallahi bilmem ki İsmail.»« İyi ya sen ne diyorsun usta?» « Benimdediğim vagonun sahanlık kapısı açık kalabilir,adam farkına varmaz, abanır düşer...» « Usta,bu olmadı.» « Neden?»« Böyle şey olmaz da ondan.» « Niçinolmasın?» « Niçin olmayacağını bilmemama olmaz.» Düşündü makinist Alaeddin;tuhaf bir hüzünle gülümsedi: « Haklısın
İsmail» dedi, «doğru, böyle şey olmaz.Ölmeyi isteyecek kadar çıldırmak içinbugün bu dünyada öyle çok sebep var ki.insanları öyle kolay yeniyorlar ki,sahanlıkta kapının aralık kalışını, sadece birkazayı, aklın kabul etmiyor.» İsmail yalnızsonunu anladı bu uzun cümlenin, ve yalnızsonunu tasdik etti: « Aklım kabul etmiyorusta.. »Ölüyü furgona bindirdiler.Bu, elli yaşlarında bir adamdı.Makinist Alaeddin çıktı lokomotife.İşaret verdi Şeftiren ve tiren hareket ettiğizaman 510 numaranın beşinci bölmesindehalı-heybenin sahibi çıkmayan rüyasınındargınlığıyla kara sakallı bir nargile gibicıgara içiyordu. Saat on sekizi otuz sekizgeçiyordu.
Birinci Kitabın Sonu
İKİNCİ KİTAPIGülden güzel kokan Arnavutköy çileği veasma yaprağına sarılı barbunya ızgarasıylagelir Haydarpaşa garının büfesinde bahar.Buna rağmen Hasan Şevket rakıyı bir tekdilim beyaz peynirle içiyordu ve saat onsekizi otuz sekiz geçiyordu.Satrançlı örtüde elleri titriyordu HasanŞevket'in, gözleri kadehinde, aklında AnatolFırans'dan bir kitap ismi: «Lökrim dö Silvestr
Bonar».Düşündü:«Çevirmeli Türkçeye.»Düşündü:«Çevrilmiş mi acaba? ne zaman?»Bilmiyor: tanınmış ediplerimizden oldu olalıTürkçede kendi yazılarından başkasınıokumadığından.«Lö krim dö Silvestr Bonar».«Silvestr Bonar'ın Suçu».İsim güzel.Suçu neydi fakat?Kimdi Silvestr Bonar?Galiba
okitaptabaşparmakboyundabiradamvar,hattâbaşparmaktandaküçük.Silvestr Bonar'la konuşur:Galiba mum ışığında ve galiba el yazmasıLatince bir kitabın kırmızı meşin cildi üstüneçıkıp.Belki de başka bir romanda bu macera...Hasan Şevket düşünüyor gözleri kadehinde:«Baş parmak boyundaki adam vicdanımız yani
bizimle mum ışığında konuşan, yahut dakadehimizle bir başımıza kaldığımız zaman,İşte benim de baş parmak boyundaki adamım(tıpkı benim gibi kumral ve bodur) tırmanıpoturdu kadehimin kenarına. Ayaklarınısallıyor. Benim ellerim titremese bu kadar,çatalın ucuyla itiversem onu, düşüp kadeheboğulabilir içinde rakının. Dişleri olağanüstüçürük, sesi olağanüstü kalın ve annesini ölmüşgören uykuda bir çocuk gibi içini çekerek:Hasan Şevket, diyor,Hasan Şevket, sen mahvolmuş bir insansın.Nasıl bu hale düştün? Seni kimler bu halesoktu? Ne zamandan beri bu haldesin?Halbuki nasıl yol aldı bazıları.Şimdi onlar eski bir hatıra gibi sıkıyorlarelini senin. Namussuz bir merhametlebakıyorlar yüzüne. Elbet onlar çoktanunuttular, Hasan Şevket, yanmışzeytinyağıyla sidik kokusunu Beyaz Rus veErmeni pansiyonlarının. Şimdi nasıl küstah
ve muzaffer dokunuyorlar kadınlara. Onlarçoktan unuttular kahredici hicabını yamalıdonlarının. Bütün nimetleriyle dünyaonların artık. Artık edebi tefrika yazmayamecbur değiller lise talebeleriyle gençsubaylar için; iki liraya tefrikası, elliyaşında. Ama neden, Hasan Şevket? Amaniçin? Senden akıllı mıydılar?Hayır.Bilgili mi?Hayır.Senden daha az mı müzevvir, daha az mıyalancı, daha az mı kendini beğenmiştiler?Hayır, daha çok.Ressam Mahmut bile beş bin lira aldı birportreye. Senden daha tembel, daha sarhoş.Kıskanıyor musun? Belki. İtiraf et Evet:hepsinin gebermesini isteyecek kadar, birgünde, apansızın, bir grip salgınıyla meselâ.
Halbuki sen onlardan önce öleceksin.Böbreğinin bir teki çoktan çürüdü. Bahargeldi, Hasan Şevket, dallara su yürüdü. Kuşbile yuva yaptı, kuş kadar olamadın...Kalabalıktı peron.Tam 19'da Anadolu sürat katarı kalkacak.Hasan Şevket kadehinin üzerinden baktıperona,Nuri Cemil'i gördü: camekânı tekerlekliseyyar kitapçının önünde durmuş, bir şeylerokuyor. «Bak, dedi Hasan Şevket, baş parmakboyundaki adamına, Nuri Cemil'e bak. Yazlıkev tutmuş Suadiye'de.Kazancı beş yüzden aşağı değil. BelkiAlaman sefaretinden de alıyor. Hayyaşayasın Nuri Cemil, hay yaşayasın.Sen de çoktan unutmuşsundur bir sefil, birumutsuz ve perişan gece yarısı, tepemizde, çok
yukardaki yıldızlara karıştırıp yalnızlığımızı,Galatasaray'ı dönünce orda İş Bankası'nınışığında sızdığımızı, ben rakıdan senkokainden. Sen kahrolası sen topal... »Nuri Cemil topaldı.NuriCemilHasanŞevket'inbaşparmakboyundakibiradamlasohbetindenhabersizvahimbirciddiyetlecıgarasınıyaktı.
Kitabı kitapçıya bıraktı.Yataklı vagona binmekte olan Tahsin'e baktı.Birdenbire pislik görmüş gibi buruşturduyüzünü, bilhassa, nümayişle. Tahsin, (mebus vedoktor) simsiyah bıyıkları hâlâ etli kirazdudaklarına düşen ve elâ gözlerin en renklisinitaşıyan, uzun boylu göbekli bir adam, NuriCemil'in nümayişinden habersiz,yataklıvagona girdi.HasanŞevketkadehinialdıevirdiçevirdiyaklaştırdıgözlerine.Gerçektendekendinibir
dinleyenvarmışgibikenarındakadehikonuştu:Farkındamısın,başparmakboyundakiadamım,NuriCemilçatlayacak,Tahsin'ikıskanıyor.Mendeburtopal.Gözümebuslukta,vekilliktebelki,
Hemdeneyollardanbuişikuruyor,biliyorum.Fıkralarınıokuduğumdandeğil,onlarıokumaktanmünezzehimçokşükür.Meselâ cıgara içişinden. Her Alamanzaferinde kalbi bir Prusya piyade alayınındavulu gibi vuruyor. Hitler'de benimaffedemediğim şey: satılabilmek imkânınıverip Nuri Cemil gibilere, müthiş arzularyüklemesidir yüreklerine onların. Müthiş,
taşıyamayacakları kadar. Zaten bundandolayı belli ediyorlar,böyle aptal,hayâsızca. Hayâsızın öztürkçesi?Çağataycadan uydururlar yine. BizimTürkçemizle«utanmaz», «sıkılmaz»desek? Hayır, «hayâsız»da çok dahaçıplak, daha yüzsüz bir şeyler var. Neyazık, dimdik, yumuşak ve avuçlarımıhayâsızca dolduran bir çift kadın memesiniokşayamadım, hepsi pörsük ve ölüydüler...Baş parmak boyundaki adamım, açıkkonuşalım seninle: Satılabilir misin? Hayır.Ayda beş yüz verseler? İmkânı yok. Yedi yüz?Tehlikesiz, kırmadan haysiyetini?Küçük,âlimanefıkralar,tarafsızmakaleleriçin?
Evet.Mümkün.Hayır.Bu ajanlıktır.Neden böyle korkunç kelimelerle düşünürsün?Ama hakkın var.Para müstekreh şeydir.«Mülkiyet hırsızlıktır» demiş Prüdon.«Sen bir küçük burjuva anarşistsin,» dedibana bizim komünist şüeradan biri.Neden?Hiç de anarşist değilim.Para?Para müstekreh şeydir.
Ya iktidar mevkii?Mevkii iktidar?Kumanda etmek, buyurmak imkânı?Hem başka çare yoksa?Hem belli artıkAlamanlar kazanacaklar. Hem zaten benimbazı insanlarla görülecek bir hesabım varsanıyorum. Bazı insanlarla mı?Hepsiyle, topyekûn. Mesele kalmadıdemek? Acele etme, kanaatim?Kanaatin değişmez mi, baş parmakboyundaki adam? Değişebilir. HasanŞevket, sen politikadan anlamazsın.Anlamak o kadar güç mü? Bir rezilyazıcıyken NuriCemil, şimdi... Doğru.
O kadar güç değil. Yalnız...Böylelikle Hasan Şevket yavaş yavaşfarkına varmadan kandırırken baş parmakboyundaki adamını, baş parmak boyundakiadam dikildi birdenbire kenarına kadehin,bağırdı avazı çıktığı kadar «Sen NuriCemil'den betersin deyyus, fâsıkımahrum...» Hasan Şevket kıpkırmızı oldu.Kadehten içti bir yudum.Sarsıldı kadeh.Baş parmak boyundaki adam düştü kadehe.Ve dişleri olağanüstü çürük, sesi olağanüstükalın, boğuldu içinde rakının.Hasan Şevket'in canı yandı, basılmış gibinasırına. Ve bir damla yaş aktı solyanağından...Kalabalıktı peron. Nuri Cemil banliyötireninde birinci mevkiye girdi. Kırmızıkadife vagon bomboştu. Bu vagonlardan iki
üç tane vardır. Hepsi ihtiyardır, eskizamanlardan kalma, (şükür kimemleketimde artık çabuk eskiyorzamanlar) yenileri maroken taklidi,muşamba. Memnundu Nuri Cemil kadifevagona rastladığından.Babasızfakirhastalıklı geçti Nuri Cemil'in çocukluğu.Kendinde olmayan her şeyi kıskanarak veancak çocukların duyabildikleri yanık acısıgibi maddî bir imrenme içinde (fakirdoğmuş değil fakir düşmüş çocukların).Belki biraz da bundandı (sonrakiyıllarından da dolayı} bütün ömrüncenefreti fakir olandan ve saygısı zenginolana: karanlık bir saygı fakat, korkak,gizli, belli edeceğinden kuşkulu ve bazanşahsen şahsına karşı yapılmış bir hakaretigeri çevirmek istiyormuş gibi öfkeyle dolu.
Yağmurlu bir bayram sabahıdır en müthişçocukluk hatırası Nuri Cemil'in.Kapalıçarşı'dan aldıkları elbisenin boyasıakmıştı ve Göztepe'deki büyük konağın torunu(sekiz yaşında tombul bir çocuk) kabzası altınişlemeli minicik kılıcıyla ve yaverüniformasıyla merdivenlerden inip ağlatmıştıonu. Şimdi biraz da bu yüzden memnundu NuriCemil kadife vagona rastlayışından. Çünküböyle akşam aydınlığında artık bu havıdökülmüş yumuşak kızıltının gömüldükçe içinekederli bir zaferle koklayıp eski kadifelerinterini daracık omuzlarında duyar bir hünkâryaverinin som sırma püsküllü apoletlerini.Kadife vagona kavuşmak için on beş yılboğuştu Nuri Cemil, tıpkı kendine benzeyeninsanlarla çevrili olarak:kediye,kirpiye,tavuskuşuna
ve bozkırda başları önde dolaşan bir çakalsürüsüne benzeyen insanların içinde.Onlarda düşmanlık ikiyüzlüydü, dostlukhazırdı ihanete. Hepsi Nuri Cemil gibi yalnızkendini haklı görüyordu, yalnız kendini cesur,yalnız, kendini bahtsız Ve tıpkı onun gibi, hepsiteker teker, dehalarının inkâr olunduğunaemindiler göze gözükmeyen lânetli kuvvetlerledolu bir dünyada. Ve hepsi Nuri Cemil gibikafalarının gücünü satarak geçiniyor vebirbirlerinin yüreğini, etini, haysiyetiniyiyordular. insanın kendine benzeyeninsanlarla boğuşması zor şeydir, bir öğlesıcağında bir bataklık manzarası gibi hazin.Belki bu hüznü duydu Nuri Cemil, duymadıbelki. Fakat boğuştu on beş yıl arkadaşsızyorgun sarhoş ve uykusuz. Kerhaneye gidecekparası bile yoktu bazan. Bazan konuşurdukendi kendine bilhassa eski şarkıları dinlerken,(eski şarkıları dinlerken çocuklaşırdıçocukluğunda olmadığı kadar):
«Bir hayli kitap yazdık, bin beş yüz satıldıbazıları. Bunları okuyanın yarısı kadındı hiçolmazsa, bu kadınların yarısı gençtir, bugençlerin yarısı güzel, bu güzellerin içindeelbette bir tane vardır ki beni sevebilir. Onerde?»Büyük sarhoşluklarında Nuri Cemiltıramvayda kadınlara sataşırdı, bağırabağıra, bilhassa erkekli kadınlara yahutkederden boğularak bir başka dünyadüşünürdü. Hüzünlü sarhoş dünyasındaonun insanların üstünde kendisi vardı,yapayalnız, insanlara hâkim, insanlardanuzak, kibirli, zulmedici, kötümser. Ve odünyada da tıpkı bugünkü gibi insanlarölürler, kendisi ölmez.Bir sızılmayan sarhoşluk ki yoktur sonu.Yaşar yıldızlarla beraber duymadan büyükkaranlığın korkusunu.Hiçbir kitabı sonuna kadar okumadı Nuri
Cemil. Ve hiçbir kitap için «okumadım»demedi.Ferdiyetçi, liberal, demokrattı Nuri Cemil933'e kadar. «Ferdin mutlakhürriyetinde»ydi ümit fırlayabilmek içinyukarı. 935'e kadar hükümete muhaliftiNuri Cemil demokrat değil diye. 935'de birbahar ikindisiydi, Nuri Cemil bir dergininyazı odasında, (polis müdürlüğü, şantaj veEntelijans Servisle ilgili bir derginin, veNuri Cemil bunu hayal meyal seziyordu).935'de bir bahar ikindisiydi, Nuri Cemilodanın çatlak camına baktı: parlıyorducam, ve camın üstünde tıraşı uzun, aç biradam yüzünde bir kırbaç yeri gibi camınçatlağı, bu kendisiydi. 935'de bir baharikindisiydi, Turancı gençler odayı bastılar.Nuri Cemil dayak yiyecekti az daha.«Aşırı demokrat» diye.Halbuki yemek yemek istiyordu çatlak
camın üstündeki, öyle acıkmıştı ki karnı...Bir yerlere erişmek için boğuşmak on beşyıl, sonra yıkılmak böyle güneşli bir baharikindisinde... Nuri Cemil yeni bir hamle içinkuvveti buldu kendisinde, (bu onun tarifidir)eski bir şapka gibi bıraktı demokratlığı, (butarif de onun) Ve Rıfat Beyle oğullarınınemrine girdi. Onlar gazete patronlarıydı.En çok satıyordular.Yirmi dört saatte bir ilim şöhretiyaratıyordular. Ve gaz ve değirmen işleri,Krupp fabrikası, ve en çok veren büyükelçiliklerle ilgiliydiler. Bunu biliyordu NuriCemil (fakat bu tarif onun değil).Şimdi Nuri Cemil'in (bir gece eşiğinde sızdığı)İş Bankası'nda hesabı carisi var. Şimdi evlidir.Daha az sarhoş, daha çok meşhur.Şimdi bizde en âlim düşmanıdırdemokrasinin. Ve birinci şubetaharrilerinden Üsküdarlı Talat'la beraberMarksizme her Allahın günü otuz yıl ceza
giydirdiler.Ve muhaliftir hükümete: totaliter cepheyegirmediğinden.Kalabalıktı peron.Nuri Cemil baktı kadife vagonunpenceresinden: bir nefer duruyordu altındapencerenin Ahmet Onbaşı. Bir fıkramevzuu geldi Nuri Cemil'in aklına:«Harp meydanı bir demirci ocağıdır,Milletler çelikleşmek için geçmeli ordan... »diye yazacaktı. Halbuki kendisi bu ocaktangeçmemiş ve geçmeyecekti. Çünkü güldütopaldı çok şükür.Karşıda yataklı vagondan indi Tahsin, elâgözlerin en renklisini taşıyan mebus doktor.Nuri Cemil Ahmet Onbaşının (Balkanharbinde giden Seferberlikte giden Yunanharbinde giden Ahmet Onbaşının) tepesindengördü onu. Silindi birdenbire gülümsemesi.
«Neden güldüğümü anladı Tahsin, bütündünya anlayacak... » Ve bir rüya hızıylaancak, düşünmekle, düşünmemek arasında,mantıklı ve mantıksız, korku düştü içine. Birsuç deliliymiş gibi topal bacağına baktı... Vesanki onu gizlemek isteyerek hışımla üstünebasıp kalktı Hıncı nefsineydi şimdi.Pencerenin önünde durdu.Kendini Tahsin'e ve bütün dünyaya göstermekistiyordu. Eğildi.Ahmet Onbaşının omzuna vurdu: « Betidenbir cıgara yak asker.» Ahmet Onbaşışaşmadı bu ikrama. Yorgun. Baktıpenceredeki adama. Aldı cıgarayı:« Sağ ol beyim,» dedi. Nuri Cemilyanaklarından çenesine iki çizgi yüzü yeşiloturdu kırmızı kadifelere; Birdenbirebezgin, usanmış, yumdu gözlerini.Garın büfesinde Hasan Şevket hep aynı
masada, hep aynı dilim beyaz peynir: hederolmuş bir mehtap âlemi gibi tabakta duran.Eh, rakı altıncı kadeh. Hep aynı dilim beyazpeynir. Dünyaya bir kerre gelinir. Bir yol olsadümdüz, bir yol olsa uçsuz bucaksız, kavaklariki yanda. Genç olsan, ama olmadığın gibi,ama dehşetli genç, koşsan alabildiğine geçsedünyalar uçaraktan.Eh, yedinci kadeh.Hep aynı dilim beyaz peynir. Bu seslernereden gelir? Bu sesler nereye gider?Bir kerre bir yerde bir mehtap oldu heder.Bir idi bir dahi gelmez. Tabakta elsürülmemiş dururken beyaz peynirin tadışimendifer garında seyretmek hayatı.Hasan Şevket yedinci kadehini hep aynıdilim beyaz peynirle içiyordu ve garın saation sekizi kırk sekiz geçiyordu.Uyuyordu Nuri Cemil sapsarı alnınınortasında bir tahtakurusuyla... Vagonda çıtyok. Kan kokusu gibi bir şey. Kilitli bir kasap
dükkânından bir manzara, bir kokulu rüyamemleketi eski kırmızı kadifeler. UyuyorduNuri Cemil ufacık küçücük uyuyor.Bir dostu geldi masasına Hasan Şevket'in,nasıl, ne zaman tartışıldığı, son defa nerde, nekonuşulduğu, hattâ adı bile hatırlanmayandostlardan biri.Hasan Şevket'in aklında yalnız bir şeykalmıştı ondan: rugan iskarpinlerinde başparmaklarının fırlak kemikleri.Hasan Şevket'in dostu anlatıyordu: « BenAllah, diyorum, siz, tabiat deyiniz. Birmüntekim bir mânevi kuvvet var, beyim. Ahü enin ile kuruldu Avrupa ah ü enin ileyıkılıyor. Harcı göz yaşıyla yuğrulanyapıdan hayır gelmez. Zalim babanın evlâdıçeker. Meselâ, bizim İznik derebeylerininperişan sürünüyor bugün çocukları.Kiminin parasıyla beraber aklını aldı Allah,siz, tabiat deyiniz. Ali Paşanın oğlu: Bir
çiftlikleri vardı beyim, beygirle on saattagidilirdi bir ucundan bir ucuna. Bursa'dahamamlar.Ali Paşa seksen pare köye hükmedermiş.Paşalığı zorla almış derler Abdülhamid'den.Bursa'da, bazı eski kebapçılarda filân hâlâfotoğrafları vardır: yakasız mintan iyi kurtpostu kısa gocuk, çizmeler, yerli, şayakpantol, fakat külot değil. Dev gibi dayanmışav tüfengine, açmış gözlerini insanı yiyecekgibi duruyor. Fakat bu heybet ofotoğraflarda kaldı yalnız. Ali Paşalarınemvali ve nam ü şanı gibi onlar da yakındaçekilir ortadan.Küçük kızı daha Mütarekede fahişeolduydu. Yunan zabitleriyle Beyoğlu'nadüştü.Dedim ya, bir oğlu yaşıyor şimdi, son kalankonakta. Konak belki kırk odalı harabezarher tarafı dökülüyor. Bu harabezardakukumav kuşu gibi tek başına herif, sarsak
bütün vücudu titrek bekliyor öyle bir koyunpostu üzerinde. Konu komşu önüne ekmekalmasalar acından ölecek. Bir maneviyatvar, ben Allah diyorum, beyim, siz, tabiatdeyiniz.»Hasan Şevket sözünü kesti dostunun: « Benne Allah diyorum, ne maneviyat ne tabiat.Ben hiçbir şey demiyorum. Şu tabakta birdilim beyaz peynir var ben onu bileyemiyorum yiyemiyorum yani... İkincidilime çıkışmıyor param. Ne zalimdi, ne dederebeyiydi babam. Avrupa'nın yıkılmasıda umrumda değil. Biz de beraber yıkılalımbir an evvel biz de beraber. Söyleyecek nekadar güzel sözlerim vardı insanlara banahiçbirini söyletmediler. Hep aynı bokunsoyudur en kötünüz, en iyiniz. Bir tek dilimpeynirimi size ikram ediyorum, buyrunyiyiniz... »Ve Hasan Şevket sürdü peynir tabağınıdostunun önüne...
Peron.Üniformalı bir başkomiser geçti perondanbüyük kapılara doğru koşar adım fakatdimdik. Ne zaman bir yerde koşsa bir polis pekönemli ihtimaller gelir akla. Ve yalnızpolislerin memurluk şerefi küçülmüşsayılmıyor koşmakla, sıçramakla. Bir teğmenbir şeyler söyledi kulağına bir binbaşının.Binbaşı yürüdü büyük kapılardan yana.Olduğu yerde kaldı teğmen. Yeni yağlanmışbir nagant namlusu gibi parlak.Peronda çoğaldı birdenbire taharrimemurları. Şapkaları ve kulakları birörnek.O kadar belli olmamak istiyorlar ki derhalbelli oluyorlar.Şef istasyon, işletme müfettişiyle konuşuyor,telâşlı ikisi de.Büyük kapının yanında duran insan geçtisoldan sağa. Kısa boylu, şişman. Çıkardı
şapkasını. Ceketini ilikledi.Kavuşturdu ellerini göbeğinin üzerinde.Boynunu büktü. Bekledi.Ahmet Onbaşı (üç harpten gelen) ve «Hadayan hemşerim sonuna vardık» sözüylemeşhur olan Ahmet Onbaşı) önündeydi hâlâbanliyö tireninin ve Nuri Cemil'in cıgarasınıbitirmemişti hâlâ.Yorgunluğunu bir ihtiyar arkadaş gibidinlendire dinlendire kestane rengi gözlerinieğlendire eğlendire bakıyordu olupbitenlere. Ve Ahmet Onbaşı ki görebilir telörgülerin ötesinde donmuş duran karanlığınkıvıltısını seziyordu bir şeylerin döndüğünüortalıkta.Birdenbire bir telâş oldu kalabalıkta. Büyükkapıdan başlayarak tıpaları çekilen şişelergibi insanlar şapkalarını çıkarıp eğildilerHazindi manzara.
Büyük kapıdan en önde bir adam girdigara. Sanki kapıdan girmedi de eğilençıplak başlara geniş mermer birmerdivenden indi. Halbuki yüzüne bakılıncayakından terbiyeli bir insana benziyor.Kibirsiz, belki cesur, hattâ iradesiz birinsan. Burnu yuvarlak ve fazla içtiğindenkırmızıydı biraz. Yanaklar buruşuk etlibembeyaz. Ve sonra sabırlı, ihtiyar şimalkadınlarının renksiz gözleri. Sessizyürüyordu. Ve dinliyordu nazik birilgisizlikle aşağıdan yukardakine: kendinedoğru fısıldanan sözleri.«Telâşe bu yüzdenmiş.» diye düşündü AhmetOnbaşı, «Mayeti kalabalık.Bu da kim ki acep?Her hal büyüklerden.» Güldü kendi kendine.tuhaf bir şey gelmişti aklına: «Hey cahilköylü, bizim ordan Ali görse bunu nahiyemüdürü beller.
Halbuysa herif validen büyük, mebus dadeğil.Mebusdan hızlıdır vali.Bu, vekillerden olacak.İyi, güzel etekliyorlar. Bana sorsaninsanoğlu secdeden gayri yerde böyleeğilmemeli. Fakat askerlik etmemiş, belli.Etmişse de yedek subaymış her hal.Komutan teftişte böyle mi yürür? Buyedeklerin tokadı bile nafiledir.Askerlik dedin miydi yürüyüş: bir, tokat:iki, yiğitlik: üç sert olacak. Harp edilmedende yiğitlik mümkün. Bu seferkisi tamamdırartık. Ha dayan hemşerim sonuna vardık.»Ahmet Onbaşı yine güldü içinden. Fakatbirdenbire yüz adım mesafede üç demir ikiyıldız gördü. Ansızın peyda oluvermiş vegelene doğru gidiyordu.Ahmet Onbaşının kırılan bir cam gibi tuz
buz oldu içinde gülümsemesi. Derhal esasvaziyeti aldı. Selâm durdu. Ve dahilî hizmetnizamnamesine uyarak hiçbir şeydüşünmedi artık.Uğurlanan «büyüklerden» insan birazilersinde yataklı vagonun etrafındakilerinortasında aynı nazik ilgisizliğin içindeydi.Burhan Özedar büyüklerden insana bir şeyleranlatıyor.Burhan Özedar güvenle oturtmuş gövdesiniaçık, uzun, kalın bacaklarının üzerine, tüylüellerinin hareketleri rahat ve ağır. Sol gözünükırpıyordu arasıra, fakat hiçbir şey yoktu bukırpışta kurnazlığa dair, bir hastalık belki.Burhan Özedar 1300 tarihlerinde Sivasşehrinde doğdu. Kemankeşzade diye anılırdısoyadı çıkmadan önce. Rahmetli babasıkervancı Osman Ağadır: Karahisar'datoprak, Sivas'da iki mağaza 150 katır. Burhan1320'de rüştiyeyi bitirdi.
Seferberlikte katırları askere aldılar.Üç kerre bedel verdi: 330'dan 34'e kadarBabası yetmiş yaşında öldü. Mütareke -İstanbul. Burhan'ın 25 altını vardır veRumların elindedir Anadolu'nun cıgarakâatları. Yaşasın Miniciler:Büyük Millet Meclisi'ne istida verdiBurhan. Cıgara kâatları ay yıldızlıdırartık. Sermaye yine Rumlardan, Burhanortak. İlk partinin sevkiyatı: 1337. İlkapartıman: 1340. Sivaslı Ahmet PaşaCamii'ni tamir:1341. (Bu Sivaslı paşa bilmem hangipadişahın devrinde bilmem hangi palangayıalmıştı Nemselilerden.)1342de Burhan on yataklı hastane pavyonuyaptırdı. Aynı yıl ikinci apartıman. Demiryoluinşaatı:925'den 34'e 800 kilometre. 35'de filim
çevirmek fikri Sivaslı Ahmet Paşaya dair.36da demir soba fabrikası. Aynı yılın içinde ilkforması neşredildi Sivaslı Ahmet Paşa tarihinin37de maden arattı Erzurum dağlarında.Şimendifer vagonu atelyesi 1938. 39'da oğluBerlin'den dönüyor inşaat mühendisi olarak.Ertesi yıl kadınlar Sivas'a gönderildi: Sivasuzak ve emin yerdir. Burhan içki içmez.Harama uçkur çözmedi bir kerre bile. Kendigiderse de ev halkı baloya gitmezler.Kızı Amerikan Koleji'nde okumuştur.Bereden başka şapka giymez fakat. BurhanÖzedarAmerikan dolarıyla milyonerdir. Ve bu yılyeniden yazılan vasiyetnamede servetininyarısı evlâd ü ayaline kalacak yarısı emrühayre. Eski vasiyetnamede halbuki (1931'deyazılan) servetinin dörtte üçüydü emrühayre kalan. Bazan onun en yakınlarını bileşaşırtacak kadar çıplak ve yalansızzamanları vardı. Böyle zamanlarında sol
gözünü daha sık sık ve ağlayacakmış dabunu önlemek istiyormuş gibi kırpardı. Birsabah başmühendisinin odasına giripdamdan düşer gibi başladı söze:« Ben vasiyetnamemi değiştirdim.Hesap vermeye mecbur değilim size.Bu benim şahsî işim.Bu işte hiç kimse benden hesap isteyemez,cenabı haktan gayri. Ama insanlar bir tuhaf,yahut ben bir tuhafım. Bir şey tıkandı şurama,söylemesem beni boğacak. Büyük parayıalnının teriyle kazanamazsın. Başkalarınıbilmem, benimkinin temelinde alın terim yok.İlk zamanlar bu daha ayan beyan malûmdubana. Sonra unutmaya başladım yavaş yavaş,yahut unutmak istedik. Dünya bu, insan yürür,yükselir, çıkar yokuşu, gayrı öyle olur ki ilkhareket noktasına bir daha dönüp bakmaz.Bizi yedi kat yerin dibinden alıp sırtındagötürürken zümrüdü anka kuşu budumuzdan
et kesip veririz. Sonra Kafdağı'na ulaştıkmıydı kuş unutulur biz buraya sayi zâtimizleçıktık, deriz. Sayi zâti: budumuzdan kestiğimizet?Halbuki kuş onu bile yemedi dayandı aç bi-ilâç seni yükseltmek için. Verdi sana etparçanı gerisin geriye.İşte böyle, beyim.Ha, dün bana iki usta tesviyeci geldi, sizegönderdim. Sıkı bir imtihan edip alın. Ha,sonra atelyede iş saatlarını beşer dakka,beşer dakka, uzatın biraz. Haydi, şimdilikhoşça kalın.»Ve o gün akşama kadar sol gözü açılıpkapandı Burhan'ın arasız ıslak.Anadolu sürat katarına bindiler: uğurlananbüyüklerden insan, iki yıldız üç demir,Tahsin (Mebus Doktor) ve Burhan Özedar.
Uğurlayanlar başlarını biraz daha eğdi, Vekarşıda Ahmet Onbaşı hâlâ esasvaziyetteydi. Fakat düşünüyordu artık: «Hadayan hemşerim sonuna vardık»...Garın saati on sekizi elli sekiz geçiyordu. Tamsaatin altında bir kadın var.(Ne güzel, ne çirkin) güzelleşiyor. (Ne genç, neihtiyar) gençleşiyor. (Gözleri dalgın) gözleridalgın fakat bu dalgınlıkta etin mukaddesisteği. (Dudakları kısılmış) aralandı dudakları.(Müthiş bir şeye karar vermişe benziyor).Deminden beri furgona eşya yükleyip şimditerini silen genç hamala bakmaktadır.Delikanlının belden yukarsı çıplak. Deminsıyırıp attı gömleğini. Kolları esmer, adaleli,kalın. Geniş göğsü kıl içinde.Dudakları etli. Burnu şahane. Ağır denklerikucaklarken ağır denkleri kucaklayıpkaldırırken havaya kaldırırken havaya dar
kalçalarıyla sinirli, uzun bacakları nasıl dayaylanıp geriliyordu. Bu hamalla bir kerreyatmak ve bağıra bağıra bir, on, yüz, binçocuk doğurmak ondan: esmer, kumral,kızıl, sarı. Garın saati on dokuzdu.Kalktı Anadolu sürat katarı.IIAkşam oldu yüce dağlar. Uzaklarseçilmiyor, gönüldür geçilmiyor. Akşam olduyakamadım gazimi. Gök dağlar morardı,gel. Akşam oldu gün battı. Akşam oldu yine
garip olana. Akşam oldu neyleyim? Akşamoldu yine bastı kareler. Akşamın vakti geçti.Anadolu sürat katarı aktı geçti...Ay doğar aşmak ister, yare kavuşmak ister.Ay doğar ayan ayan. Ay doğar çini mini. Aydoğar ayazlanır, ortalık beyazlanır.Beyazlandı ortalık.Koşuyor ayın altında Anadolu sürat katarı:ışıklar maskelenmiş, dışardan bakılınca mavibir cam gibi karanlık.Halbuki bir turunç şerbeti rengindedir içerisiyemekli vagonun Birinci masadabüyüklerden insan oturuyordu, iki yıldız üçdemir yanında onun ve karşıda Tahsin'leBurhan. Burhan'dı konuşan:« Köylüye bir örnek elbise giydirmeli ucuzsağlam.
Herifler evvelâ, çıplak.Ben bir proje hazırladımsizin yani devletin kumaşfabrikalarına... Kafalarıbu işe yatmazsa müşavirbeylerle müdürbeylerinizin, devletkapısında pireyi deveyaparlar, ihale edinbana, bunu da üzerimealırım ben. Fakat sıkı birkanun isterim. Bizimçıplaklar dangalaktırzorla giydirilmeli.»Tahsin'in (Mebus Doktor) şarap şişesineuzandı eli. Narin uzun şişede Kavaklıdereşarabı. Ankara'da bir Macar çıkarıyordubunu. Ren şaraplarına benzer. Rengi açıksarı, ama çok açık altın sarısıdır, erimişpırlanta gibi bir şey. İçimi hafif ince ve sekledömi sek arasıdır. Şarabı kristal bardağadöktü Tahsin, ve berrak bir havada bir şafak
başlangıcı seyreder gibi bardağa baktı. Veyumuşak sesinde alaycı bir eda: « BurhanBeyin, dedi, bu elbise işine çoktan başlandısanıyorum, Sümerbank yani bizim yanidevletimizin bir bankası tarafından.» «Sümerbank'ınkiler metelik etmez.Alıp giymiyor köylü. Hem, benim dediğim...»« Anlıyorum, Burhan Beyim üniforma gibibir şey istiyorsunuz.» « Evet.Üniforma gibi sağlam ve zorla giyilecek.»Üç demir iki yıldız karıştı söze (altmışyaşlarındaydı, kısa boylu ve incecik sesinikalınlaştırmak isteyen bir insandı):« Bir noktaya dikkat buyrulsun efendiler:elbiseler verilmiş bazı odacılara gördüm,tefriki mümkün değil bir subayımızla birodacının elli adımdan. Böyle bir hatayadüşmemeli bu sefer.» Tahsin bardaktan içti biryudum:
« Bizim inhisarlar daha bu ayar şarapçıkaramıyor, çıkaracak fakat.Hattâ Şato İkem şarabından daha incesiniçıkaracağız.(Burhan'a döndü):Sümerbank'ın elbiseleri belki mükemmeldeğildir henüz, fakat olacak.Ama köylüye hep bir örnek zorla elbisegiydirmek bu olmaz.» Burhan Özedar solgözünü kırpmadan sordu: « Neden?Şapkayı zorla giymedik mi?» « Ordazorlamak inkılâptı burda zorlamak irticadır.Ve her nedense iş adamlarımızda birgüvensizlik var devletçiliğimize.Halbuki devlet size destek oluyor.» « Biz deona oluyoruz.» Tahsin cevaba hazırlanırkenbüyüklerden insan konuştu yavaşça: «
Mesele kalmadı demek.» Bir şeylere küsmüşgibi söylemişti bunu. Yüreğine bir mahzunlukdüştü Tahsin'in, bir başka insan geldi aklına:ölmüştü. Bir başka sofra: dağılmıştı.Düşündü Tahsin: «Muzaffer bir insandı ölen:nefsinden başka hiç kimseye güvenmeyenmuzaffer ve muazzam bir kumarbaz.Alaycıydı, kavgacıydı, kurnaz vehükmediciydi. Ben gelmiş olduğum yere onuneliyle gelmiş olmama rağmen (o kadar ağırpençeliydi ki) kaç kerre ölmesini istedim.Sanıyordum ki zindanım yıkılacak sofrasıyıkılırsa. Oldu.Yıkıldı sofrası. Fakat misafirleri onun yanınagömdüler kendilerinde muzaffer olan ne varsa.Ben ne kadar ihtiyarlamış olduğumu onunöldüğü gün anladım.»Tabağına mantarlı file-minyondan aldıTahsin. Ve kızarmış ekmeğin üzerindeki etikeserken büyüklerden insana bakıp düşündü:«Bu niçin onun gibi değil. Arkadaştılar.
Search
Read the Text Version
- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- 8
- 9
- 10
- 11
- 12
- 13
- 14
- 15
- 16
- 17
- 18
- 19
- 20
- 21
- 22
- 23
- 24
- 25
- 26
- 27
- 28
- 29
- 30
- 31
- 32
- 33
- 34
- 35
- 36
- 37
- 38
- 39
- 40
- 41
- 42
- 43
- 44
- 45
- 46
- 47
- 48
- 49
- 50
- 51
- 52
- 53
- 54
- 55
- 56
- 57
- 58
- 59
- 60
- 61
- 62
- 63
- 64
- 65
- 66
- 67
- 68
- 69
- 70
- 71
- 72
- 73
- 74
- 75
- 76
- 77
- 78
- 79
- 80
- 81
- 82
- 83
- 84
- 85
- 86
- 87
- 88
- 89
- 90
- 91
- 92
- 93
- 94
- 95
- 96
- 97
- 98
- 99
- 100
- 101
- 102
- 103
- 104
- 105
- 106
- 107
- 108
- 109
- 110
- 111
- 112
- 113
- 114
- 115
- 116
- 117
- 118
- 119
- 120
- 121
- 122
- 123
- 124
- 125
- 126
- 127
- 128
- 129
- 130
- 131
- 132
- 133
- 134
- 135
- 136
- 137
- 138
- 139
- 140
- 141
- 142
- 143
- 144
- 145
- 146
- 147
- 148
- 149
- 150
- 151
- 152
- 153
- 154
- 155
- 156
- 157
- 158
- 159
- 160
- 161
- 162
- 163
- 164
- 165
- 166
- 167
- 168
- 169
- 170
- 171
- 172
- 173
- 174
- 175
- 176
- 177
- 178
- 179
- 180
- 181
- 182
- 183
- 184
- 185
- 186
- 187
- 188
- 189
- 190
- 191
- 192
- 193
- 194
- 195
- 196
- 197
- 198
- 199
- 200
- 201
- 202
- 203
- 204
- 205
- 206
- 207
- 208
- 209
- 210
- 211
- 212
- 213
- 214
- 215
- 216
- 217
- 218
- 219
- 220
- 221
- 222
- 223
- 224
- 225
- 226
- 227
- 228
- 229
- 230
- 231
- 232
- 233
- 234
- 235
- 236
- 237
- 238
- 239
- 240
- 241
- 242
- 243
- 244
- 245
- 246
- 247
- 248
- 249
- 250
- 251
- 252
- 253
- 254
- 255
- 256
- 257
- 258
- 259
- 260
- 261
- 262
- 263
- 264
- 265
- 266
- 267
- 268
- 269
- 270
- 271
- 272
- 273
- 274
- 275
- 276
- 277
- 278
- 279
- 280
- 281
- 282
- 283
- 284
- 285
- 286
- 287
- 288
- 289
- 290
- 291
- 292
- 293
- 294
- 295
- 296
- 297
- 298
- 299
- 300
- 301
- 302
- 303
- 304
- 305
- 306
- 307
- 308
- 309
- 310
- 311
- 312
- 313
- 314
- 315
- 316
- 317
- 318
- 319
- 320
- 321
- 322
- 323
- 324
- 325
- 326
- 327
- 328
- 329
- 330
- 331
- 332
- 333
- 334
- 335
- 336
- 337
- 338
- 339
- 340
- 341
- 342
- 343
- 344
- 345
- 346
- 347
- 348
- 349
- 350
- 351
- 352
- 353
- 354
- 355
- 356
- 357
- 358
- 359
- 360
- 361
- 362
- 363
- 364
- 365
- 366
- 367
- 368
- 369
- 370
- 371
- 372
- 373
- 374
- 375
- 376
- 377
- 378
- 379
- 380
- 381
- 382
- 383
- 384
- 385
- 386
- 387
- 388
- 389
- 390
- 391
- 392
- 393
- 394
- 395
- 396
- 397
- 398
- 399
- 400
- 401
- 402
- 403
- 404
- 405
- 406
- 407
- 408
- 409
- 410
- 411
- 412
- 413
- 414
- 415
- 416
- 417
- 418
- 419
- 420
- 421
- 422
- 423
- 424
- 425
- 426
- 427
- 428
- 429
- 430
- 431
- 432
- 433
- 434
- 435
- 436
- 437
- 438
- 439
- 440
- 441
- 442
- 443
- 444
- 445
- 446
- 447
- 448
- 449
- 450
- 451
- 452
- 453
- 454
- 455
- 456
- 457
- 458
- 459
- 460
- 461
- 462
- 463
- 464
- 465
- 466
- 467
- 468
- 469
- 470
- 471
- 472
- 473
- 474
- 475
- 476
- 477
- 478
- 479
- 480
- 481
- 482
- 483
- 484
- 485
- 486
- 487
- 488
- 489
- 490
- 491
- 492
- 493
- 494
- 495
- 496
- 497
- 498
- 499
- 500
- 501
- 502
- 503
- 504
- 505
- 506
- 507
- 508
- 509
- 510
- 511
- 512
- 513
- 514
- 515
- 516
- 517
- 518
- 519
- 520
- 521
- 522
- 523
- 524
- 525
- 526
- 527
- 528
- 529
- 530
- 531
- 532
- 533
- 534
- 535
- 536
- 537
- 538
- 539
- 540
- 541
- 542
- 543
- 544
- 545
- 546
- 547
- 548
- 549
- 550
- 551
- 552
- 553
- 554
- 555
- 556
- 557
- 558
- 559
- 560
- 561
- 562
- 563
- 564
- 565
- 566
- 567
- 568
- 569
- 570
- 571
- 572
- 573
- 574
- 575
- 576
- 577
- 578
- 579
- 580
- 581
- 582
- 583
- 584
- 585
- 586
- 587
- 588
- 589
- 590
- 591
- 592
- 593
- 594
- 595
- 596
- 597
- 598
- 599
- 600
- 601
- 602
- 603
- 604
- 605
- 606
- 607
- 608
- 609
- 610
- 611
- 612
- 613
- 614
- 615
- 616
- 617
- 618
- 619
- 620
- 621
- 622
- 623
- 624
- 625
- 626
- 627
- 628
- 629
- 630
- 631
- 632
- 633
- 634
- 635
- 636
- 637
- 638
- 639
- 640
- 641
- 642
- 643
- 644
- 645
- 646
- 647
- 648
- 649
- 650
- 651
- 652
- 653
- 654
- 655
- 656
- 657
- 658
- 659
- 660
- 661
- 662
- 663
- 664
- 665
- 666
- 667
- 668
- 669
- 670
- 671
- 672
- 673
- 674
- 675
- 676
- 677
- 678
- 679
- 680
- 681
- 682
- 683
- 684
- 685
- 686
- 687
- 688
- 689
- 690
- 691
- 692
- 693
- 694
- 695
- 696
- 697
- 698
- 699
- 700
- 701
- 702
- 703
- 704
- 705
- 706
- 707
- 708
- 709
- 710
- 711
- 712
- 713
- 714
- 715
- 716
- 717
- 718
- 719
- 720
- 721
- 722
- 723
- 724
- 725
- 726
- 727
- 728
- 729
- 730
- 731
- 732
- 733
- 734
- 735
- 736
- 737
- 738
- 739
- 740
- 741
- 742
- 743
- 744
- 745
- 746
- 747
- 748
- 749
- 750
- 751
- 752
- 753
- 754
- 755
- 756
- 757
- 758
- 759
- 760
- 761
- 762
- 763
- 764
- 765
- 766
- 767
- 768
- 769
- 770
- 771
- 772
- 773
- 774
- 775
- 776
- 777
- 778
- 779
- 780
- 781
- 782
- 783
- 784
- 785
- 786
- 787
- 788
- 789
- 790
- 791
- 792
- 793
- 794
- 795
- 796
- 797
- 798
- 799
- 800
- 801
- 802
- 803
- 804
- 805
- 806
- 807
- 808
- 809
- 810
- 811
- 812
- 813
- 814
- 815
- 816
- 817
- 818
- 819
- 820
- 821
- 822
- 823
- 824
- 825
- 826
- 827
- 828
- 829
- 830
- 831
- 832
- 833
- 834
- 835
- 836
- 837
- 838
- 1 - 50
- 51 - 100
- 101 - 150
- 151 - 200
- 201 - 250
- 251 - 300
- 301 - 350
- 351 - 400
- 401 - 450
- 451 - 500
- 501 - 550
- 551 - 600
- 601 - 650
- 651 - 700
- 701 - 750
- 751 - 800
- 801 - 838
Pages: