Bugünlerde çıksan bana ne büyük iyilikedersin.Şimdi bir mektubun daha geldi, oturdum,okudum, bir güzel ağladım.Ben artık ağlıyorum.Senelerdir ağlamadan acı çekmeyiöğrenmiştim.Şimdi ağlıyorum yine, bilmem neden?Beni ağlar görünce Leylâ da ağladı.Anlaştık bu işte ana kız: beraber ağlıyoruz.8.
Biliyorum senin on beş lira hikâyesini:Kendi paltonun dikiş parasını banagöndermeye kalkıyorsun. Derhal diktir onu.Benim param var, kazanıyorum dikiş filândikip. Ankara'dan işleme perdelerısmarladılar, yatak örtüleri. Beraberçalışıyoruz Cemilânım'la. Ben işliyorum, oda perdelere kocaman güller, menekşeler,kasımpatları yapıyor. Ayda kırk elli lirakazanıyoruz, yarısı benim, yarısı onun.Hattâ biraz para bile biriktirdim.Adeta zengin olacağım alacaklarımıztakıntıda kalmasa. Şimdi bunları bırak...Hitler altı haftada hepsini yenecekdiyorlar. Zor yener. Eceli gelen köpek...Ümit yenilir miymiş?Mahpus karılarına, analarına sorsunlarbunu. Belki sendeler, düşer gibi olur, amayenilmez.
Meselâ, ben mahpusun karısı dehşetli acıçeker, hattâ sarsılabilirim, nitekimbugünlerde kötüye doğru gidiyorum doludizgin hem, fakat imkânı yok yenilmem.Sonra insanlığı düşün ve onun ümidini.9.Öğrenip bildireyim diye bir sürü iş havaleetmişsin.Hiçbirini yapmayacağım.Yeni bir şey öğrenmek istemiyorum.Sen öğren ve bildirme bana. Ben bugünlerde
haberle değil ümitle yaşamaya mecburum,Canım hiçbir iş görmek istemiyor. İçimde birsabırsızlık bir sıkıntı var. Bir şeylerbekliyorum ama bilmiyorum ne olduğunu.Bana öyle geliyor ki şimdi, şimdi, nerdeyse,kapı kendiliğinden açılıverecek ve o şeyapansız içeri girecek.Yahut da yerimden kalkarak ayaklarımınucuna basıp perdeyi aralık ediversem,(pencerem ikinci katta olduğu halde)göreceğim camın üstünde ellerini onun,(elleri varsa eğer).Yahut, kendim de farkında değilim ama benbir yolculuğa çıkmak üzereyim, beni biryerlere çağıracaklar.Masada, bir başına, bir kitap duruyor Belkide onun altındadır o, (kitabın altına sığacakbir şey), onu oraya kim koyabilir? Kitabıkaldırıp baksarn mesele kalmayacak: Fakatkaldırmıyorum kitabı: aklım kolumututtuğundan yahut da ezamı uzatmak için.
İşte böyle şekerim, hep içimden «işte böyle»demek geliyor.Ne tuhaf, değil mi?Ellerinden öperim.10.İki gündür bahçede toprağın üzerindekımıldanmadan oturup kitap okuyorum.Kolumu kaldıracak halim yok.Cemilânım'daki kiracının çocuğu kemançalıyor.
İlk geldiğim sene yeni başlamıştı kemana:do, re, mi, fa, sol,şimdi Çaykovski. O, bu yıllar içinde bir işyaptı demek. Ben ne yaptım, peki?Yıllarım balıksız bir deniz gibi boş aktı veakmakta. Ne için yaşıyorum?Bahçede annemin kasımpatları açmış renkrenk. Seyrediyorum onları iki gündür.Kasımpatlarını seyretmekÖmer Rıza'nın tercümesi bir romanokumakve komşunun kemanını dinlemek içinyaşamakkâfi mi?11.
Kocacığım,Gözlerimi tavana dikerek upuzun, sırtüstüyatmak.Renkleri mümkün olduğu kadar silip seslerimümkün olduğu kadar yumuşatmak.Buna dehşetli ihtiyacım var. Sakin bir yerde,beyaz bir oda, küçük bir karyola, hayır, büyükbir karyola ve içinde ben uzanmışım, senbaşucumda oturup sessiz bekliyorsun beni.Daha bunun gibi bir sürü şeyler hep istirahatadair.Yağmur çamur üç gündür arıyorum KartallıKâzım'ı, gitmiş.Sana çiroz gönderemedim: bitmiş.
Elbiseni burada satmaya imkân yok, herkesbir şeylerini satıyor ve zenginler «bir şeyleri»değil, apartıman satın alıyor.12.Ah şekerini, ah şekerim,Cemilânım öldü.Ölürken yanında ben vardım, gitti.Öleceğim aklıma gelmedi hiç.Bir otomobil nasıl durursa öyle durdu ve bitti.Duvarlarda kaldı şarabîler, havayi maviler,
altın sarıları. Ne tuhaf, son nefes derlerdi,anlamazdım, şimdi ne demek olduğunubiliyorum:her şeyi bırakıp bir daha dönmemek üzrehiçbir yere, hiçbir, şeye, birdenbire gidersin.Bu ölüm beni ayılttı. Sucuk pastırma geldiavukattan gönderiyorum sana da afiyetleyersin.13.Dayımın evinde bir odaya taşındım.Otuz beş yaşındayım, şaştın mı? Her beşsenede bir büyürüm ben. Görürsün bak,
yeni odamda yeni bir hayatım olacak. Şimdiyine eşya yerleştireceğim.Ne de çok eşyam varmış.Hepsi de bir tek odaya nasılsığarmış? nasıl sığacak?Kitaba düştüm,sabahtan akşama kadarokuyorum.Kitaplar akıllı kitaplar aptal. Kitaplar büyükkitaplar çocuk.Kitaplar en uzak,en güzel yolculuk,fakat kısırfakat sensiz...
14.Saat yarım.Dayım radyoyu açtı İngiltere'yi dinliyor.Rostof şehri kurtarılmış.Hatırlıyor musun,Leylâ yedi aylıkken kuşpalazı olmuştu.Geç kalmışız.«Hemen ameliyat» dedi doktor.Susuz bir balık gibi yavrum ağzını açmış,yatıyor.Ufacık boğazında koskocaman hırıltılar.
Kollarında hareket yok yalnız tombul, minikbacaklarını kımıldatıyor.Hatırladın ya babası?Doktorun âletleri geldi mi gözünün önüne?O pırıldayan şey neşterdi değil mi?O ne kadar çok gazlı bez, pamuk?Beni niçin dışarı çıkardınız? Ben buna nasılrazı oldum, nasıl?Bekledim kapının önünde tırnaklarımı yiyipmuttasıl, (halbuki hiç de yaptığım işdeğildir).Birdenbire sen açtın kapıyı, ıslaktı gözlerin.Doktor dokundu omzuma: «Geçmiş olsun,yenge,» dedi.Ve ancak altıncı gece
(Leylâ mışıl mışıl uyuyor küçük bir dünya gibinefes alıyordu), gözlerimin içine bakıp doktor,bir hayli bahtiyar, biraz mağrur:«Eh, kızını kurtardık, yenge,» deyincebirdenbire müthiş bir sevinç sonra tuhaf birkederle burkuldu içim. Öyle ya, düşün birdefa:en çok benim olan, benden olan birşey kurtulmuştu benim en küçükbir yardımım olmadan. Benimçocuğum yeniden dünyaya gelmiştibensiz, benim dışımda.Ne dersin?Nasıl bir sebep olabilirŞimdi bunu birdenbire hatırlayışımda?
15.Evimin içinde ayağının sesini duymakistiyorum, istiyorum ki kapımı çalasınsana kendi elimle açayım kapımı.Fakat kunduralarını taşlıkta çıkarkuzum çamurluysalar, terliklerin senibekliyor zaten.Sana kendi elimle yemek pişirmek istiyorum,kendi elimle kurmak soframızı.Yalnız, bulaşığı yine eskisi gibi beraberyıkarız.Seninle aynı kitapları okumak istiyorum,(elbet yine anlatırsın bana anlamadığım yerolursa).
Kendi elimle yıkamak istiyorumçamaşırlarını ve söküklerini dikmek.Ve istiyorum ki kendi elimle alayım tozunuyazı masanın, (darmadağınıklığını bozmayakıyamadan). Fakat artık sen de minderinüstünde unutmazsın yanar piponu vekülünü dökmezsin döşemeye.Çalıştığın yerde seninle yan yana çalışmakistiyorum, dövüştüğün yerde yine yan yanadövüşmek, (ekonomik istiklâl için ve ev işleriesirliğinden filân kurtulmak için değil)burnunun dibinden ayrılmamak için.Ve nihayet en dehşetli hakkımı seninle aynıyastıkta uyumak istiyorum ve çocukdoğurmak sana en az daha iki tane... »Ayşe'nin mektuplarını katlayıp yerine koyduHalil.Uzandı karyolaya sırtüstü.
Dört duvar taştan, pencerede çırılçıplakdemirler, beton soğuk.Senelerdir:beton, taş, demir.Artık yumuşak bir kumaş tahtası bol sıcak biroda hattâ tenteneli bir yastık hasreti.Gözlüklerinin altına çekildi Halil. Dışardaakşam, dışarda şehrin üstüne kar yağıyor lapalapa.Bu 42 yılının bahar gününde gelmişlerdağların dibindeki ovadan oturmuşlarAkdeniz'e karşı.Üç nokta şehri arkalarında, yukarda, seddinüstünde. Yüzlerinde güneşli suyun ışıltısı.Sarkıtmış rıhtımdan bacaklarını Ali Kiraz.Kocaman yumrukları dizlerinde.
Ablak yüzünde gözleri iki kara böcek gibi kıvılkıvıl.Ali Kiraz'ın sesi güzel.Ali Kiraz gazel okur tevatür okur, gıramofongibi düzeltir sesini.Ali Kiraz cesur.Bir karı oynatma işinden dövdü jandarmaonbaşısını, altı ay hapiste yatıp nçıktı veparlak kara saçlarını uzatıp arkaya doğrutaramayı öğrendi orda.Ali Kiraz bembeyaz dişlerinde pırıltılarlaanlatıyor. sesinde biraz alay biraz kendinibeğenmişlik: « Ben Çanakkale'de inzibatneferiyken yüzbaşı vardı.Evine üzüm götürdüm karısına eve. Sepetiverdim içeri.Şimdi içerde salkımları yiyor çatır çuturöyle kadın kıtlıktan çıkmış sanırsın.
Ben de anahtar deliğinden bakıyorum. Birtabağa üzüm koymuş getirdi bana,Sen de ye, dedi.Tabiî ben de yemeye başladımBu sefer bana soruyor:Sizde üzümü nasıl yerler?Ben dedim:Senin içerde yediğin gibi:Ulan hınzır puşt, dedi, nerden gördün, dedi,benim üzüm yediğimi?Baktım, dedim, anahtar deliğinden.Güldü.Yani anlarsın ya, yani kendini bana kibargöstermek istiyor, biz köylü çocuğu, dalgageçecek benimle.. Üzüm yemesini bilmezmişizgibilerden.»
Ali Kiraz sustu.Esmer, kocaman, elma yanaklı yüzündeyorgun bir gülümseyiş.Bir taş aldı, denize fırlattı.Ve teker teker âdeta her kelimeyi bir şekerparçası gibi emerek, yutkunarak konuştu:« Güzel kadındı. Orta boylu, çakır gözlü,beyaz tenli... Kurnaz karıydı da: Karnındakırk tane şeytan var geçerken birbirinedeğmez kuyrukları. Bir öğle karanlığındayüzbaşı az kaldı basacaktı bizi, su küpünesaklayıverdi beni Hasibanım. Küp deÇanakkale küpü, koskocaman. Hazır gusülaptesti aldık.Lâkin az kaldı boğulacaktım.»Ali Kiraz yine bir taş attı denize ve mırıldandıbir daha ele geçmesi mümkün olmayanın
mahzunluğuyla:« Güzel karıydı, müstesna her tarafı canım.»« Karı milletine boş ver, tenhada buldun mugebert... »Bunu söyleyen Ahmet'di Ali Kiraz itiraz etti: «Bu da söz mü be, köpeğin iyisi bile kadınahavlamaz, çünkü kadın.» Cevap vermediAhmet. Sırtüstü yatıyor, dayanmışdirseklerine. Ensesinden başı bir kaldırım taşıgibi avuçlarında, bir kaldırım taşı gibi dalgınve mânâsız. Yamalı, yollu mintanının göğsüaçık ve yüreği kaburgasının içinde değil desanki derisinin altında atıyor.Ahmet dört yıl önce Hatice'yi samanlıktanalıp kaçırdı: hali vakti müsait değildi düğünyapmaya.Hatice'nin babası köyde marangoz.Dâva, mahkeme.
Kız mahkemede rıza gösteriyor ve geliyorevine Ahmet'in.Evde beş nüfus oluyorlar.Ve çok geçmeden kap, çanak, toprak, öküzikiye bölünüyor. Mal ikiye bölününce ikiyebölünüyor insanlar da: Aynı evin bir gözündeAhmet, Ahmet'in anası, Hatice, ötekindeAhmet'in ağası Osman ve Osman'ın karısı.Gelinler birbirlerini kocalar gelinleri dövüyorve ana ağlıyor gece gündüz. Hastalanıyorkahrından öküz. Ve marangoz yardım etmesekızına Hatice acından ölecek. Doğurma vaktigeliyor Hatice'nin, çocuklayamıyor.Kızımı dövdüler de ondandır, diyormarangoz. Köy heyeti gidiyor Hatice'ninyatağı başına. Taze gelin sancılarlakıvranıyor bir yandan, bir yandan ifadeveriyor: Dayak yemedim, diyeVe çocukluyor o gece. Lâkin ölü doğuyorçocuk. Marangoz bırakmıyor kızının peşini,
sarı sakal marangoz kızını geri istiyor: «Gel bana, Haticem,» diyor,«seni başka, zengin yere satarım, durmabunda, bunlar fakir.Fakirin karısı hayır bulmaz.» Haticekaçıyor baba evine, küsüp şehre iniyorAhmet. Şimdi Koyunzadelerin pirinçtarlalarında ırgattır ve dün boşanma kâadıgeldi mahkemeden. Ahmet deminki sözüHatice'ye kızdığından değil, kendieşşekliğine kızdığından dedi. Küsüp şehreinecek yerde kaçan karıyı saçından tutupgeri getirmek vardı, yahut da şimdi gidipmarangozu öldürmek var.Ahmet'in sağında çömelip dinelmiş Çolakİsmail.İri yarı, arslan gibi, kırk beş yaşlarında biradam.Yeşil suyun üstünde sallanan demirli
kayıklara dikili elâ gözleri Çolak İsmailkarşılık verdi Ali Kiraz'ın sözüne:« O senin köpeklerin havlamadığı karılarşehirli karılardır, yüzbaşı karıları, bizimkarılar değil.Bizim karılar,bir köylünün karısı bir merkep demektir.»Çolak İsmail'in kara, keskin kaşları çatık.Ve etli, kırmızı ağzının üstünde,bir tek teline bile ak düşmemiş, pırıl pırıl,cilâlı abanoz gibi bir bıyık. İsmail'i,seferberlikle, yaşı on altı olduğu halde,tutup askere gönderdiler. Domuzunayiğitti. Yozgat taraflarına jandarma gitti.Ve Ermeniler kesilirken, kana battıgöbeğine kadar.
Kaçtı, eşkiyalık etti. Seferberlik bitti, döndüköye, kemeri: küpe, bilezik ve gümüş mecidiyedolu. Dirseğinden kesilmişti sol kolu. KuvvayıMilliyede askere almadılar. Evlendi.Evlendiğinin üçüncü günü portakal getirdişehirden, altın külçeleri gibi dizdi rafa.Gece kahveden gelince baktı, bir tanesiyok. Sordu karısına: « Kim yediportakalı?» Kadın: « Ben yedim,» dedi.Çolak İsmail davul gibi şişirdi karısınınkafasını gözünü:«Vay, sen benim portakalımı yedin,» diye.Ve cehennem başladı o geceden sonrakadın için. Çakır gözlü, fıstık gibi birkadındı Emine. Yıkana yıkana, basma gibisoldu gözlerinin mavisi ve kuru kabuktanibaret kaldı kadın.Çolak İsmail her yerde her zaman böyle:suratını duvara asar öyle gezer, yüzünebakılmaz. Bu dünyada yalnız iki şeye
düşkün: kumara ve on yaşındaki kızına.Ağılların içine girdiği zaman ağıllar bileağlar. Keçiyi bacağından ağaca asıpdöver:sütü sağılırken rahat durmadı diye.Oğlunu yazın çalıştırır kışın kovar evden.Mazlum, ağır delikanlıdır İsmail'in oğluÖmer. Lâkin oğlan bazı bazı düşünür: «Buanamdan başka bir kadın doğursaydı benibu heriften şart olsun taşla ezerdimkarının kafasını.» Çünkü Ömer, anasınınbu biricik fakat bu dehşetli suçunubağışlayacak kadar gözü gibi, canı ciğerigibi kocakarıyı sever. Kocakarıyı dakovdu Çolak İsmail bu kış. Dayısının evinegitti kadın. Bir de yorgan götürmüş.Ömer'e İsmail, « Git yorganı anandan al,»? dedi,«vermezse döv, zorla al.»Gitmedi Ömer ve yere serilinceyedekÇolak'dan dayak yedi, kan içinde ayıldı ve
karar verdi babasını öldürmeye.Söyledi anasına:« Herifi uyurken vuracağım.»Ana ağladı:« Yedi canlıdır baban, seni, beni de öldürürsen onu birde öldüremezsen.Bin yıl yaşa diye beddua almış Ermenipapazından.Vazgeç oğul.Ben çilemdir çekerim.Sen şehre git, çalış boğaz tokluğuna,kurtar tatlı canını.»Şehre indi Ömer.Yaz geldi, oğlunu aradı Çolak İsmail.
Alıp götürecek.Köyde işin hızlı zamanı.Bu sabah çeltik fabrikasında buldu oğlanı,Yalan söyledi:« Ömer,» dedi,«anan hasta.Döşekte serilmiş yatar.Seni görmek ister.Gel gidelim köye, Ömer.Telâşelenme, işini bitir.Seni deniz kıyısında Giritli kahvenin ordabeklerim, içinde değil, yanında.Paranı iste ağadan.
Çok para kazandın mı?Kızkardeşine de basma filân alırsın.Benim de mintan eskidi.Anan, getir oğlumu, dedi.Telâşelenme işini bitir.Seni beklerim deniz kıyısında akşamadek.»Ve bekliyordu.Ali Kiraz'ın solunda oturan Kadri Pehlivansordu:« Alaman'ın uçağı sizin oraya düşmüş, öyle miKiraz?»« Düşmedi, indi.»« Gazı mı bitmiş?»« Uçak gaz yakmaz, benzin yakar, pehlivan
dayı.»Ve Ali Kiraz düşündü:«Atın aptalı rahvan olur, insanın aptalıpehlivan.» Ve devam etti esrarlı bir bilgiçlikle:« İngilizi bombardıman etmişler, dönerlermiş,arıza olmuş motorda, yani çarklarında,anlarsın ya.Vakit de gece, bizim orayı Rodos sanıyorlariniyorlar.Hasan'ın tarlasının altbaşındaki çalılığınoraya.Sabahleyin boş bir kibrit kutusu görüyorpilot, yani tayyarenin kaptanı, anlarsın ya.Kutunun üzerinde ayyıldız.Vay, diyorlar, Türkiye'ye inmişiz.Biz haber aldık, muhtar falan gittik.
Baktık, kırıyorlar gizli âletlerini.Nahiyeye telefon ettik.O sıra Alaman'ın biri..»Kadri Pehlivan'dan başka dinleyen yoktu A!iKiraz'ı. «Oğlanın elinden parayı nasılalsam,» diye düşünüyordu Çolak İsmail. Vesırtüstü yatan Ahmet'in aklında artık birdaha öpüp koklayamayacağı memeleri vardıHatice'nin. Fakat elli metre kadar ötede,Giritlinin kahvesinde aynı uçağın sözüediliyordu. Gümrük Muhafaza memuruKâmil Efendi: « Ankara'dan emir gelmiş,»diyordu,«Alaman tayyare zabitanına itibargösteriniz, maşinaya bindirip gönderinizAnkara'ya.Emir, emir.Koyunzade ziyafet verdi kulüpte.
Vali Bey, Alay Kumandanı, Polis Müdürügeldiler.Emir var Ankara'dan: hoş tutunuz.Emir, emir.»Priştine'liydi Kâmil Efendi.Yugoslavya'da jandarma çavuşluğu, hassaneferliği yapmış.Akıl almayacak kadar ince uzundu boynuensesi bilhassa. Boru gibi bir sesi vardı. Hafiftertip sağırdı ve bu yüzden ağzı açık dururduhep.Giritli kahveci Rumca bir plak koydugıramofona.Hazdan ürperen tiril tiril mandolinlerdoldurdu kahveyi.İstanbullu Ramiz kahvecinin yeni çırağı
okşadı ince kumral bıyıklarını bir müddet,sonra çekip aldı, sol omzuna atılı duranmendilini:« Elado vre karagözlüm,» dedi, «elado vreEleni.Adalar, Arnavutköy, Samatya.Ah be İstanbul ah.Kekeres boynos?Suları, havası, balığı, çileği,Türkü, Ermenisi, Rumu,Yahudisini de kat içine, koktu mis gibiburnumda, ahparın gırlas»Arka tarafta bir ses sordu kıskanç birhakaretle:« İstanbul'un o kadar makbuldü de bırakıpniye gittin?»
Ramiz arkadan bıçak yemiş gibi döndü sestenyana.Kıpkırmızıydı buğday benizli çekik yüzü.Yapıştırdı çenesini göğsüne, kalayıbasacaktı.Çıplak ayaklarında tulumbacıları iliştigözüne: paramparçaydılar, yalnız sivriburunlarının bozulmamıştı kalıbı ve bolpaçaları tiftiklenmiş pantolonun altındakaraya vurmuş iki balık gibiydiler. YuttuRamiz dudaklarının ucuna gelen küfrü.Sırıttı:« İstanbul'umuz,» dedi, «makbulümüzdüama ne yaparsın, ot tıkadı çanımızakambur felek. Kambur felek, katalavis?Kimine kavun yedirir, kimine kelek. (Veartık sarı kedi gözlerini tavana dikerek ver'leri yuvarlayıp devam etti.) Bu kış
İstanbul kırıldı açlıktan, İstanbul dersemsahici İstanbul. Bir de kış yaptı mübarek,bir de ayaz, bir de diz boyu kar.Kömür de yok. Neden sonra ayda beş kilokömür bir kalıp sabun verdiler nihayet. BenBeşiktaş'da biraderin evindebulunuyordum. Bir karısı, bir çocuğu var.Yorgancıdır.Birader kışın şiddetinden karneye bindiğindenekmeğin iş de yok, karısına bakamayacağınısöylemiş. Millet arpayı kavurup yiyor. KomşuMurtazaEfendi, oğlu Memet, kantarcı Belediyede, birde annesi,Beşiktaş, Bayır Sokak, 21 numrolu hanede,sekiz gün zarfında açlıktan ölüyorlar.Komşular birbirine yardım etmiyor değil,ama bugün yardım edenin, yarın kendisi aç.Birader başını alıp gitti. Çocuğu yolladıkTuzla'da akrabalara, Karı
Beyoğlu Caddesine düştü. Feriköy'deteyzeme uğradım: onlar da açlıktanmaçlıktan kimseler evde yok. Milletsokaklara dağılmış, kömür, ekmek peşindePaltomuBitpazarı'nda sattım.Osmanbey'e geldim.Bir baktım ki gayrimüslim olanlar,Kurtuluş'dan, hattâ Galatasaray'dan,Osmanbey Fırını'na hücum etmişler. Süvaripolisler çevirmiş sokağı. Bir adam fırındançıktı, bir gözlüklü adam, elinde ekmek, tamçıkar çıkmaz ekmeği elinden kaptılar.Duydum ki Kasımpaşa'da bir leblebicivarmış. Gittim.Kapısı fırından kalabalık. Yol açtımkendime tekme yumruk. Papeli bayıldık,dört yüz gıram leblebi aldık. Arkamdan
çocuklar koşuyor. ÇıktımKocamustafapaşa'ya. İhsan Hanımın dörtçocuğu vardı, dördü de Allah rahmeteylesin. Sağa sola başvurduk kaldırdıkcenazeleri. Asri Mezarlığa gittim, gördüm,ne göreyim: ölüler karların üstünde,kiminin beyaz kefeni var, kimisi çırılçıplak.Kurtuluş'da bir Hıristiyan arkadaşın evinemisafir oldum.Evde karısı, iki tane kızı. Ne kömür, neekmek.Kendisi de askerde, bir yerlerde taş kırıyor.Ağlaşıverdiler beni görür görmez.Bizim palto parasından bir iki buçukluğubıraktık orda. Çıktım dışarı. Üst üste üçkere saydım cepte kalan paraları: on lirayirmi bir kuruş. Kesti aklım: bizimİstanbul'da biz de ya soğuktan ya açlıktanöleceğiz. Basıp gidelim dedim bu diyardan,muhacir kuş oldum kırlangıç gibi
Hikâyesinin bir yerinde çoktan susmuştuRamiz, fakat farkında değildi neresindesustuğunun.Ve içinden, kendi kendine bir solukta anlatıpbitirmişti onu.Gıramofonda mandolinler devam ediyor,gıramofonda şarkı söylüyor peltek bir Rumkızı.Jandarma başçavuşu Aziz bağırdı Ramiz'e: «Kes şu dırıltıyı Ramiz.Aklım ermez böyle işe benim.Arapça pılak var mı, onu koy.Benim için Arabî, Arabi.Bana yeryüzünde Arap lisanı gibi fasih lisanyok.Devlet işindeyim on iki senedir oraya denk
gelemedim:Halep, Bağdat, Mısır.Hele Mekkei Mükerreme.Dünyayı ordan şöyle çevirdin mi, her tarafmüsavi, muvazi.Gençlik âleminde dört elif miktarında çokdurdumdu.Hocaydı peder, sarıklı.Hûda rahmet eylesin.Nakşolmuş kemik ve iliklerime yuva yapmışArabi, Arabi, Arabi, Arabi.Sende iki okka akıl var mı Ramiz?Arapça pılak var mı, onu koy...»Pılağı değiştirdi Ramiz.
Çıktı kahvenin kapısı önüne.Nefes aldı içini çeker gibi.Karşıya baktı:denizkörfezliman.Demirli mavnaların, balıkçı kayıklarının,motorların arasından birdenbire esipkesilen sağnaklar alçaktan geçerek sularıpul pul ürpertiyor sallanıyor tekneler.Dursun'un motorundan bir patalya ayrıldı,içinde iki kişi, biri kürek çekiyor, biri kıçta,ayakta. Evkafın zeytinliklerine gidiyorlar.Zeytinlikler Nar Dağının eteğinde solkolunda körfezin. Sağ kolda kırmızı, yalçınkayalarla biten burun.
Karşıda harap mendirek:Romalılardan, hattâ belki de Fenike'denkalma. Çocuklar yüzerek oraya giderler:martıların yumurtalarını çalmak için.Mendireğin ötesi açıkdeniz koyu lacivert,besbelli orda yığının ağırlığı. O böyle kesif,o böyle yayılıyor bir müddet, sonra yağlı,beyaz yollar başlıyor laciverdin üstündegemiler geçip gitmiş de iz bırakmışlar gibi.Ve sonra, en uzakta, ufukta güneşin altındapırıl pırıl, dümdüz henüz pulanya edilmişgibi denizin yüzü. Orda deniz kaypak vecıvık bir unsur değil, orda kudretli, emin birmadenin ferahlığı.Kapının eşiğine oturdu Ramiz. Kendinidehşetli yalnız, alabildiğine bedbahthissediyordu. Birdenbire gördü gelenleri:kırmızı kayalıklı burnu dönmüştüler, iki küçük,iki siyah tekne. Sönüktü yelkenleri.Kürekler perişan inip kalkıyordu suyun
üstünde... Kahveden içeri seslendi Ramiz:« Adalardan iki mavna geliyor yine.»Kahvedekiler dışarı fırladılar.Gelen iki teknede elli elli beşerden yüz kişikadardılar: kadın, erkek, çocuk, kundaktabebekler bile.Rıhtımdaki köylüler de gördü gelenleri.Ali Kiraz (Çanakkale küpünde gusül aptestialan):« Bunlar adaların Rumları,» dedi,«Alaman'dan kaçıyorlar.»Sordu Kadri Pehlivan:« Neden?»Ali Kiraz öfkeyle baktı Pehlivana:« Neden olacak, baklava börek yemektenbıkmışlar da ondan.» Ahmet (sarı sakal
marangozun eski damadı) kalktı ayağa,Esnedi.« Ben de burdan bir yerlere kaçsam,» dedi.Gelen teknelere doğru şöyle bir baktıÇolak İsmail (oğlu Ömer'i bekleyen) sonrakonuştu ağzının içinde (kendi kendine mi,bir başkasıyla mı, belli değil): « Şimdi bugâvurlarda para vardır, gümüş kösteklisaat filân da bulunur, karıları da altın haçtakar boyunlarına.»Ve abanoz gibi siyah bıyıklarını yaladıkırmızı, kalın diliyle.Kalabalıklaştı rıhtım.Ardiyelerin önünde buğday çuvallarınıyere bırakmış hamallar denize bakıyor,fırsattan istifade dinleniyorlar.Durdurmuştu işini zeytin ve pirinçyükleyen büyük motor. Adanalı köfteciHacı Sami'nin kızarttığı köftelerin kokusu,
ve yemiş küfelerinin üstünde arılaruğulduyor.Tekneler harap mendireği geçip girdiler içlimana, demirlediler. Gümrük Muhafazamotoru ayrıldı sahilden, Vali muavini deiçinde, polis müdürü, jandarma komutanı daberaber.Gelen teknelerdekiler hep bir ağızdan konuşupağlaşarak karşıladı onları: tutunmak,sarılmak, kucaklamak isteyen el ve kolhareketleriyle.Türkçe bilenler vardı gelenlerin arasında,Vali muavini de Giritli zaten konuşurelenikasını Rumcanın.Erkeklerin uzamıştı tıraşları.Kadınlar çıplaklıklarının farkında değildiler.Hepsinin gözleri alev alev hepsinin yüzleri
âdeta şeffaf, sarı. Hepsini ikiz kardeşler gibibenzetmiş birbirine: açlık, korku, yorgunlukve ümit...Rıhtımda, sordu Kadri Pehlivan AliKiraz'a: « Şimdi bunları ne yapacaklar?»« Gerisin geri gönderirler geçen sefer deöyle oldu.» « Gerisin geri gidince Alaman,niye kaçtınız diye kesmez mi bunları?» «Keser.» « Günah be...Karınları da açtır herifcağızların.Ekmek vermek de yasak mı?» « Değil.Geçen sefer de millet öteberi toplayıp verdik...işte baksana, Ahmet ekmek alıp gelmiş bile.»Ahmet (sarısakal marangozun eski damadı)koltuğunun altında iki ekmek, gözleri karşıya,teknelere dikili, ve artsız arasız esneyerekyanlarında dinelmiş duruyordu.Kadri Pehlivan yine sordu:
« Peki, aldıklarımızı heriflere nasılvereceğiz?»Kiraz Ali cebinden meşin bircüzdan çıkarmış sayıyorparalarını. 5 lira 62 kuruş. «Haydi gidelim, sen de nealacaksan al, vermesi kolay... »Gümrük Muhafaza motoru dönmüştü, gerekliemirleri verdiler: « Ahali yardım edebilir.Belediye de yardım edecek.Sahile kimse çıkarılmayacak.En fazla üç saat sonra gidecekler...»Karşıda demirli duran iki teknede ses sedakesilmişti. Rıhtımda hamallar kendiaralarında para topladılar şehre adamyollandı kumanya için. Kahvecinin çırağıRamiz tepsi tuttu müşterilere, sonra,dışarda, ardiyenin önünde Koyunzadeler'in
kâtibini çevirip bağıra çağıra zorla 25 liraaldı.Kumanya dolu kayıklar ayrıldılar sahildenteknelere yanaştılar. Onlar hep öyle sessizsedasız duruyordu.Rıhtımda bir Çolak İsmail'di bütün bu işlerleilgilenmeyen.Oğlu Ömer'i düşünüyor:«Çok gecikirse çarşı kapanır, kıza basma,bana mintan alamaz, bir gece daha kalmak,han parası.Ömer'in parası var.Nasıl edip de parayı elinden alsak?..»Ömer geldi.Yüzü asık.Böyle surat astığı zamanlar babasına
benziyor.Öptü elini Çolak İsmail'in:« Gidelim, baba,» dedi.«Gidelim, Ömer.Önce bir çarşıya uğrarız... » « Öteberi mialacaksın, baba?» « Benim bir şeyalacağım yok, sen kızkardeşine basma,bana... » Ömer zevkten titreyen bir hınçlakesti sözünü babasının: « O iş olmayacak.»« Neden? Ağadan paranı alamadın mı?» «Aldım.»Sustu Ömer.Çolak İsmail baktı oğlunun gözleri içinekeçileri bacaklarından ağaca astığızamanların öfkesini duydu:« Öyleyse neden kızkardeşine basma
almayacakmışın?»« Para aldım ama, kalmadı.Adalardan muhacir gelmiş, dediler, paratopluyordular onlara verdim... » « Kime?Kime verdin parayı?Ulan bunlar muhacir değil, gâvur... Parayıkime verdin, söylesene domuzun bebesi?..Gidip alalım...» « Mümkünü yok, baba.Bizim parayla bulgur alındı da gitti bile... »Ömer yarı yarıya yalan söylüyor:parasının yalnız yarısını verdi ve sadecemuhacirlere acıdığı için değil bilhassababasına inat.Çolak İsmail bütün hırsıyla kaldırdı solkolunu: bir tokat. Ömer sallandı.Sonra ardarda üç tekme birdenbire ve Ömeryıkıldı yere.
Karşıda, denizde tekneler demir aldılar.Perişan küreklerini çekerek çıktılar limandan.Ramiz ağlayarak baktı arkalarındanGittikçe ufaldılar.Ve akşam karanlığında, açık denizde iki noktakaldılar...IIIHapishanede Halil
marangozluğa dökmüştü işi:oymalı, aynalı dikiş kutularıyapıyor,ince, ceviz sigara tabakaları, tuzluklar,şekerlikler, kahvelikler.Bunları görüşme günlerigörüşme yerinde Peder'epazarda zimmetçi gardiyanasattırıyor.Toprak siparişler de geliyor bazan.Mahkûmlar Halil'e şaşıyorlar:işe çabucak yattı elleri,gözleri inadediyor yalnız,her gün biraz daha bulanıklaşıyorlar...Peder geldi marangozhaneye.Tombul, çocuk kafası sevinçliydi:
Search
Read the Text Version
- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- 8
- 9
- 10
- 11
- 12
- 13
- 14
- 15
- 16
- 17
- 18
- 19
- 20
- 21
- 22
- 23
- 24
- 25
- 26
- 27
- 28
- 29
- 30
- 31
- 32
- 33
- 34
- 35
- 36
- 37
- 38
- 39
- 40
- 41
- 42
- 43
- 44
- 45
- 46
- 47
- 48
- 49
- 50
- 51
- 52
- 53
- 54
- 55
- 56
- 57
- 58
- 59
- 60
- 61
- 62
- 63
- 64
- 65
- 66
- 67
- 68
- 69
- 70
- 71
- 72
- 73
- 74
- 75
- 76
- 77
- 78
- 79
- 80
- 81
- 82
- 83
- 84
- 85
- 86
- 87
- 88
- 89
- 90
- 91
- 92
- 93
- 94
- 95
- 96
- 97
- 98
- 99
- 100
- 101
- 102
- 103
- 104
- 105
- 106
- 107
- 108
- 109
- 110
- 111
- 112
- 113
- 114
- 115
- 116
- 117
- 118
- 119
- 120
- 121
- 122
- 123
- 124
- 125
- 126
- 127
- 128
- 129
- 130
- 131
- 132
- 133
- 134
- 135
- 136
- 137
- 138
- 139
- 140
- 141
- 142
- 143
- 144
- 145
- 146
- 147
- 148
- 149
- 150
- 151
- 152
- 153
- 154
- 155
- 156
- 157
- 158
- 159
- 160
- 161
- 162
- 163
- 164
- 165
- 166
- 167
- 168
- 169
- 170
- 171
- 172
- 173
- 174
- 175
- 176
- 177
- 178
- 179
- 180
- 181
- 182
- 183
- 184
- 185
- 186
- 187
- 188
- 189
- 190
- 191
- 192
- 193
- 194
- 195
- 196
- 197
- 198
- 199
- 200
- 201
- 202
- 203
- 204
- 205
- 206
- 207
- 208
- 209
- 210
- 211
- 212
- 213
- 214
- 215
- 216
- 217
- 218
- 219
- 220
- 221
- 222
- 223
- 224
- 225
- 226
- 227
- 228
- 229
- 230
- 231
- 232
- 233
- 234
- 235
- 236
- 237
- 238
- 239
- 240
- 241
- 242
- 243
- 244
- 245
- 246
- 247
- 248
- 249
- 250
- 251
- 252
- 253
- 254
- 255
- 256
- 257
- 258
- 259
- 260
- 261
- 262
- 263
- 264
- 265
- 266
- 267
- 268
- 269
- 270
- 271
- 272
- 273
- 274
- 275
- 276
- 277
- 278
- 279
- 280
- 281
- 282
- 283
- 284
- 285
- 286
- 287
- 288
- 289
- 290
- 291
- 292
- 293
- 294
- 295
- 296
- 297
- 298
- 299
- 300
- 301
- 302
- 303
- 304
- 305
- 306
- 307
- 308
- 309
- 310
- 311
- 312
- 313
- 314
- 315
- 316
- 317
- 318
- 319
- 320
- 321
- 322
- 323
- 324
- 325
- 326
- 327
- 328
- 329
- 330
- 331
- 332
- 333
- 334
- 335
- 336
- 337
- 338
- 339
- 340
- 341
- 342
- 343
- 344
- 345
- 346
- 347
- 348
- 349
- 350
- 351
- 352
- 353
- 354
- 355
- 356
- 357
- 358
- 359
- 360
- 361
- 362
- 363
- 364
- 365
- 366
- 367
- 368
- 369
- 370
- 371
- 372
- 373
- 374
- 375
- 376
- 377
- 378
- 379
- 380
- 381
- 382
- 383
- 384
- 385
- 386
- 387
- 388
- 389
- 390
- 391
- 392
- 393
- 394
- 395
- 396
- 397
- 398
- 399
- 400
- 401
- 402
- 403
- 404
- 405
- 406
- 407
- 408
- 409
- 410
- 411
- 412
- 413
- 414
- 415
- 416
- 417
- 418
- 419
- 420
- 421
- 422
- 423
- 424
- 425
- 426
- 427
- 428
- 429
- 430
- 431
- 432
- 433
- 434
- 435
- 436
- 437
- 438
- 439
- 440
- 441
- 442
- 443
- 444
- 445
- 446
- 447
- 448
- 449
- 450
- 451
- 452
- 453
- 454
- 455
- 456
- 457
- 458
- 459
- 460
- 461
- 462
- 463
- 464
- 465
- 466
- 467
- 468
- 469
- 470
- 471
- 472
- 473
- 474
- 475
- 476
- 477
- 478
- 479
- 480
- 481
- 482
- 483
- 484
- 485
- 486
- 487
- 488
- 489
- 490
- 491
- 492
- 493
- 494
- 495
- 496
- 497
- 498
- 499
- 500
- 501
- 502
- 503
- 504
- 505
- 506
- 507
- 508
- 509
- 510
- 511
- 512
- 513
- 514
- 515
- 516
- 517
- 518
- 519
- 520
- 521
- 522
- 523
- 524
- 525
- 526
- 527
- 528
- 529
- 530
- 531
- 532
- 533
- 534
- 535
- 536
- 537
- 538
- 539
- 540
- 541
- 542
- 543
- 544
- 545
- 546
- 547
- 548
- 549
- 550
- 551
- 552
- 553
- 554
- 555
- 556
- 557
- 558
- 559
- 560
- 561
- 562
- 563
- 564
- 565
- 566
- 567
- 568
- 569
- 570
- 571
- 572
- 573
- 574
- 575
- 576
- 577
- 578
- 579
- 580
- 581
- 582
- 583
- 584
- 585
- 586
- 587
- 588
- 589
- 590
- 591
- 592
- 593
- 594
- 595
- 596
- 597
- 598
- 599
- 600
- 601
- 602
- 603
- 604
- 605
- 606
- 607
- 608
- 609
- 610
- 611
- 612
- 613
- 614
- 615
- 616
- 617
- 618
- 619
- 620
- 621
- 622
- 623
- 624
- 625
- 626
- 627
- 628
- 629
- 630
- 631
- 632
- 633
- 634
- 635
- 636
- 637
- 638
- 639
- 640
- 641
- 642
- 643
- 644
- 645
- 646
- 647
- 648
- 649
- 650
- 651
- 652
- 653
- 654
- 655
- 656
- 657
- 658
- 659
- 660
- 661
- 662
- 663
- 664
- 665
- 666
- 667
- 668
- 669
- 670
- 671
- 672
- 673
- 674
- 675
- 676
- 677
- 678
- 679
- 680
- 681
- 682
- 683
- 684
- 685
- 686
- 687
- 688
- 689
- 690
- 691
- 692
- 693
- 694
- 695
- 696
- 697
- 698
- 699
- 700
- 701
- 702
- 703
- 704
- 705
- 706
- 707
- 708
- 709
- 710
- 711
- 712
- 713
- 714
- 715
- 716
- 717
- 718
- 719
- 720
- 721
- 722
- 723
- 724
- 725
- 726
- 727
- 728
- 729
- 730
- 731
- 732
- 733
- 734
- 735
- 736
- 737
- 738
- 739
- 740
- 741
- 742
- 743
- 744
- 745
- 746
- 747
- 748
- 749
- 750
- 751
- 752
- 753
- 754
- 755
- 756
- 757
- 758
- 759
- 760
- 761
- 762
- 763
- 764
- 765
- 766
- 767
- 768
- 769
- 770
- 771
- 772
- 773
- 774
- 775
- 776
- 777
- 778
- 779
- 780
- 781
- 782
- 783
- 784
- 785
- 786
- 787
- 788
- 789
- 790
- 791
- 792
- 793
- 794
- 795
- 796
- 797
- 798
- 799
- 800
- 801
- 802
- 803
- 804
- 805
- 806
- 807
- 808
- 809
- 810
- 811
- 812
- 813
- 814
- 815
- 816
- 817
- 818
- 819
- 820
- 821
- 822
- 823
- 824
- 825
- 826
- 827
- 828
- 829
- 830
- 831
- 832
- 833
- 834
- 835
- 836
- 837
- 838
- 1 - 50
- 51 - 100
- 101 - 150
- 151 - 200
- 201 - 250
- 251 - 300
- 301 - 350
- 351 - 400
- 401 - 450
- 451 - 500
- 501 - 550
- 551 - 600
- 601 - 650
- 651 - 700
- 701 - 750
- 751 - 800
- 801 - 838
Pages: