Mapusane çeşmesi bir başına avluda yandanakıyor yandan. «Mapusluk bir şey değil ayrılıkvar bir yandan.»Altıncı koğuşta on dört kişiydiler. Mustafakapının dibinde. Sözleri yumuşacık kapalıağzı açık. Elini şarkı söyler gibi dayamışyanağına. Hamamda kir çıkarır gibiçıkarıyordu hapiste yorgunluğunu. Uykusubahtiyardı ve memnundu hayattan.Mustafa'nın solunda Hamza.Hamza bir avuç döşeğinde bağdaş kurmuşoturuyor, ufacık. « Vur,» dedi Hamza'ya,çiftliğinde çalıştığı Nuri Bey, «Dürzadelerinçobanını vur.»Nuri Bey ki jandarma çavuşuyla ayak ayaküstüne atıp konuşur, Dürzade saymaz da NuriBeyi çobanına kırdırırsa bacağını sarı ineğin,elbette ki bu çoban yaylanın düzünde vurulurarkadan, kızıl kanla dolar ak kepeneği.. .Hamza çoktan unutmuştu çobanın yüzünü. den
çıkıp gelse bile tanıyamaz. Nuri Bey tutmadısözünü. « Ceza giydirtmem,» dedi.Giydirdiler. « Hapiste bakarını,» dedi.Bakmadı. Bilhassa bunu affetmedi Hamza.Ye mektup yazacak müddeime Beydenkorkmasa.Ortalık işiyordu. Hamza kalktı namaza.Hapiste Allah,hapiste sineklerin çeşidi, tahtakurusu, pire,bit, yeniden görülecek hesaplar, insanıhırsından ağlatacak kadar ümit, dostluk vedüşmanlık, hapiste kuşku, hapiste vefa, fakatgirmiyordu hapise inadetmiş bir defa:pişmanlık.Kabahatölenin,dışardakalanın,
cezayıverenin.Koğuşların kapıları açılıyor.Mapusâne çeşmesi bîr başına değil avludaartık.Geliyor çeşmenin yandan akan suyuna, birgeyik sürüsü gibi bir perişan kalabalık.Kahve ocakları yandı.Kerim çıkardı zuladan bıçağını aldı üzerine.Dört kat yatağının tepesinde Şakir Ağauyandı. Gece Musa'yı ıslatıp münferideatmışlar. Esrarkeş Aptül çırptı kollarınıhoroz gibi öttü. Kumar yedinci koğuştanerdeyse baslar.Yolunuz açık olsun günaydın arkadaşlar.Başgardiyanın odasını vermişlerdi Halil'e.
Tek başına.Masası ve karyolası vardı.Odası tekmil duvarlar ve kitaplardı.Ve fotoğrafları, Ayşe'nin, Fuat'ın veSüleyman'ın.Kapının üzerinde iki harita:Şimalî Afrika ve Şark cephesi.Burda bazan kendine kızacak ve utanacakkadar rahattı Halil.Şimdilik galiba tekrarlanmayacak:açlık grevleri ve Şarkta Kürt beylerininuşaklarından yenen dayak.Dizine vurup piposunu, külünü döktü Halil,baktı kapıdan yana.Şirin bir utangaçlıkla aralandı kapı,
gıcırdadı rezeler ve yuvarlak başı öndeürkek bir tosun gibi içeri girdi «Peder».Mapusâne asıl ismini çoktan unutmuştuPeder'in, belki kendisi de unutmuştu asılismini. Çocuklar koğuşunda sübyan babalığıyapmıştı ve «pederlik» kalımıydı o günlerin.Adımda bir duraklayıp yürüdü Halil'e doğru,sonra yırtık, kocaman asker postallarınıbirbiri üstüne basıp tombul boynunu büküpdurdu.« Çalışmıyorsun, bubacığım, niyeçalışmıyorsun?»« Merhaba, bubacığım,» dedi.Sesi de gövdesi gibi tıknaz ve bodurdu.« Merhaba, Peder.»« Çalışmıyorsun, bubacığım, niyeçalışmıyorsun?»
« Gözlerim ağrıyor, Peder, geceuyuyamadım.»« Niye uyuyamadın, buba, hanım ablamı mıdüşündün?» Halil güldü: « Evet.»« Yalnız onu mu düşündün, buba?» « Hayır.»« Beni de düşündün mü, muhterembubacığım?» « Sen aklıma gelmedin,Peder.»«Ben aklına gelmedim demek?» «Gelmedin.»Peder çömeldi Halil'in karşısına: Bir cigaraçıkardı koynundan. Kibrit istedi. Vahşî birtapınış gibi içiyordu cıgarayı.Gözlerini şehvetle sımsıkı yumuyor ve ağzıiki yana yırtılacak gibi uzayarak dumanııslıklı solumalarla çekiyordu içine.Tek lâf etmedi cigara bitene kadar.
« Sana bir diyeceğim var, buba. BanaAfyon'da ceza kesen reis buraya reis gelmiş.Bir mektup yazacağız, ceket pantulisteyeceğiz. Afyon'da veriyordu. Kararıokuyunca sana 24 sene verdik oğlum, dedi.Ben ne dedim?24 seneyi yatarım, buba, sen de her yıl banabir ceket pantul göndereceksin ama.» «Gönderdi mi, Peder?» « Gönderdi.Sonra ben buraya gelince kaldı.Şimdi söyleyim yaz, bubacığım.'Muhteremreisbuba,evvelâselâmederim,ikigözlerinden
öperim.Bana vermiş olduğun cezayı kabul etmiyorum.Ama niçin kabul etmiyorum?Sen sözünde durmadın.Bana bir kat elbise gönderirsen gönder,göndermezsen al cezanı geri.'Yazdın mı?» « Yazdık, imza?» « İmza istemezelden yollayacağım.»Halil, Peder'in suçunu ilk defa merak etti: «Peder, senin suçun ne?» « Kız kaçırmak,bubacığım.» « 24 sene çok be, Peder.» « Ölüde var, bubacığım, iki üç tane kadar.» «Peki nasıl oldu bu iş?»Peder cevap vermeden önce düşündü biraz:« Bubacığım,» dedi, «ben söyleyim sen yazgazeteye basarız.
Ben bu kaçıracak olduğum kızın bubasınaçalıştım iki buçuk sene.Bu herif son hayatında tuttu kızı bir zenginyere verdi fakat.Bubacığım olmadı bu iş falan dediysem dekızı bana verimkâr olmadı.Ben ne yaptım?Gittim bir tabanca aldım, bir de kama.Ben parayı nerden buldum?Kolay:Uşak şirketinde çalıştım, şeker değirmenindeiki ay.Burda çalışırsan para verirler adama.Bir tabanca aldım, bir de kama.Yaz günü.
AğustosaYaylaya bunlar arpa yonmasına gitmişler.Ben de gittim.Vukuatın meydana geleceğinden haberim yok.Fikrim:dönerken yolda çevireceğim bunları kızıkaçıracağım. Pustum, bekledim. Saktım:bunlar ateş yaktılar yemek yediler biraz.Sonra ayın aydınlığında biraz yonma biçtiler.Yattılar.Ben ne yaptım?Yüzümü boyaladım ateşin kömürüyle. Benne dedim? Beni tanımasınlar. Sonra usulusul yanaştım oraya, Kızın saçlarınıkavradım sardım adamakıllı bileğime. Nekadar kuvvetim varsa bîr tartış tarttım kızı.Vay anam yandım, demesiyle beraber
çullandım üzerine. Yandım, dedikçe, hemenöte yandaki anası olacak kızın acısınadayanamadı, geldi orağı bir takış taktıboynuma. Takmasıyta beraber, ben neyaptım, bir bıçak, gitti tepesi üstü.Sonra birisi daha geldi.Ona da dah ettim.Bindirdim omzuma kızı. Bayır aşağıyürüdüm. Attım omzumdan kızı, sürüdüm,sürüdüm, sürüdüm, kesildim. Bir müddetgeçti aradan. Öbür tarlanın yüzünden ikiadam geliyor.Silâhlı.Ben ne dedim?Vuracaklar beni.Bu kızı bırakacağım dedim ben kendi kendime.
Kızın donunu çıkardım bıraktım çıpçıplak. Birşey yapmadım ne yatan söyleyim. Sonrageldim köye.Bindim bir hayvana. Murat Dağı'ndagezdim bir buçuk ay. Bir müddet geçtiaradan.Bu iş böyle olmayacak. Ben ne dedim?İyisi mi gideyim olayım mapusaneye teslim.Kız da ölmüş sonradan. Gitmedikçe danederdim bıçağı, öldürmüşüz yavrucağı... »Hepsi bu kadar mı, Peder?»Bu kadar,ama dur bir şey daha var, onu da söyleyimyaz.On yaşındaydım bizim köye geldiğinde Yunan.Bir sürü kalabalık katır matır öyle yığıldıdoldu her tarafa. Bir on sekiz yaşında dayımın
bir oğlu vardı dah ettiler süngüyü gitti. Komitdiyorlardı, çete. Sonra dayım dipçiği vurduğugibi Yunan dili boğazına tıkandı öldü. SonraYunan belki yüzden fazla doluverdi evimiziniçine. Zavallı anneciğim beni bırakıpkaçamadı, kaçamadığı taktirde mecbur oldukalmaya. Odaya koymak istediler ırzınataarruz için, o da girmediği taktirde dahettiler süngüyü.Bir vakit geçti aradan, iki gâvur çocuğu gökteuçan kuşu sapanla vuruyor, getiriyorlar tutupçıkarıyorlar gözlerini. O zavallı kuş neyapsın? Çıkıyor yukarı tavana bir, birçarpıyor kendini yere. Yahu, düşünüyorum kiniçin çıkardılar bunun gözünü? Tabiî ben decahilim, kuşun gözünü çıkaracağınıza kafasınıkesin dediysem de biz böyle görmüşüz diyorlaratamızdan, dedemizden. Sonra...Bir müddet geçti aradan. Sonra... bu kadarişte, muhterem bubacığım...»Halil güldü:
« Sözlerinin yarısı yalan, Peder.»Peder buruşturdu suratını ağlamaya hazıraltı aylık tombul bir çocuk kafası gibi. «Değil bubacığım.» « Peki hepsi doğru mu?»Peder cevap vermedi. Halil ısrar etti: «Söylesene.»Peder konuştu şımarık bir kurnazlıkla: «Yalan da var, bubacığım.» Güldü: « Nurolasın,» dedi.«Ben görüşme yerine gideyim, muhterembubacığım.» « Bugün görüşme günü mü,Peder?» « Görüşme günü.Görüşmecim yok ama görüşmecilere bakmakhoşuma gider.» Kırptı yumuk gözlerini: «Katık da çıkar, bubacığım, görüşmecilersevabı sever... »
IIHamdi,Çerkeş'in Kabak Köyü'nde 336'da dünyayageldi.Tuzladılar.Yumuşaktı.Sevindiler oğlan olduğuna.Kırkı çıkmadan buğdayın dibinden güneşebaktı, Öğrendi toprakta yatmasını.
Ev karanlık toprak güzeldi.Çiçek çıkardı 337'de, ellerini bağladılar.Ve 1339'a kadar dolaştı dünyadaki 36 haneyi4 sokağı.Hayvanları ve yağmuru sevdi. Helva yalnızbayramları pişiyordu.Ağlamadı artık Hamdi dayak yerkenbabasından anası.Fırtınalı bir kış oldu1925'e girerken (eski tarih 1340). Öküzün birteki öldü. Babası gitti askere.Çok rahmet yağdı. Çok çok kabak yediler.Jandarmalar geldi, «martinleri» vardı.Bir karakuş dadandı köydeki civcivlere.926\"da beş yaşındaydı.
Bir kötürüm keçiyi emanet ettiler.Keçiyle kırlara gittiler.Bir türlü tutamadı bulutları Hamdi.Rastlamadı kurda.Tanıdı otları Hamdi.Çok çok bulgur yenildi.Kurak gitti havalar 27'de. Yarıldı toprak.Ekin tane almadı. Uğultular geldi yerden.Aynı yılın ortasında babası döndü askerden.Çok az kabak yediler.Hamdi zıpka ve mintan giydi.Sünnet oldu (1928).929'da indi Çerkeş pazarına: kendisibabasının kucağında, eşekte, arkada, yerdeanası. Pazarda meyvalar;
ayna, çakı, bıçak. Çok rahmet yağdı o yıl.Çok tarhana içildi. Çok bol oldu kabak. Veyine o yıl tavuğun ardına elini sokup çıkardıyumurtayı, tavuk ölmedi. Fırtınalı bir kışoldu 1930'da. Tahsildarı gördü: atı vardıheybesi vardı bıyıkları yoktu.Ertesi yıl, kızlarla beraber davar dölügüttüler. Hamdi çorap ve çarık giydik (1931Birinciteşrin 7).932'de kızlar sırtüstü yatırıp el attılaruçkuruna. Bağırdı. Kızların memeleri vardı.Fırtınalı bir kış oldu 1933'e girerken. DonduMeral Çayı., O kış ilk defa gitti balığa.Merkebe odun sardı. Canavara rastladılar.Bir samanlık yandı köyde. Babası başladıortakçılığa.. Memelerinden başka şeyleri devardı kızların, 34'de soyadı aldılar ŞENTURKdiye. Babası yalnız devlet işlerinde kullandıbunu, anası hiç kullanmadı. Fakat Hamdi buadı sevdi. Hamdi Şentürk on üç yaşındaydı.Sapanın tutağını emanet ettiler.
Ve öküzlerle Hamdi toprakta iki çizgi gelipgittiler. O gece gizliden tütün içti. Dayak yedibabasından Ve ertesi gün bir kız yatırdısamanlıkta Su dökündü.35'de kurak gitti havalar. Ne tepeleryeşerdi ne ekin tane aldı. Bir kızkaçırdılar köyden.Merkep öldü.Kesekli olmadı herk.Babası dövdü anasını bayıltıncaya kadar.O yıl ilk defa Hamdi, gitti namaza.36'da anası öldü. Komşular kazdı kabri.Gördü ağladığını babasının: yaşlar incedenincekara sakalına dökülüyordu.
Uyumadı.Cigara içecekti az daha babasının karşısında.O yıl çok yağmur yağdı. Bol bol kabakyediler.Herk kesekli oldu 37'de. Kabardı toprak.İlk defa Çerkeş'de karpuz yedi. Düşündüzengin olmayı: «Yüz liram olsa,» dedi.Evlendi(1938).Kavga çıktı dağ yüzünden Türbelilerle.Karanlıkta silâh attı iki taraf.Vergi bakayaya kaldı.Yüzük oynadı gençler odasında.Fırtınalı bir kış oldu ertesi yıl. Aynı yılınTeşrininde üç arkadaş Zonguldak'a indiler.Şurdan şu tarafa tut bütün deniz. Girdi
ocağa. Kânununda aynı yılın, bir sabahtı,Şentürk'ü kömürün altından çıkardılar kaniçinde yüzü gözü, elleri simsiyahtı. Bir beyazkaryolada hayata veda etti (1939).Rahmetli Hamdi Şentürk'ün bir oğlu doğdu(1940).Tuzladılar.Ahmet koydular adını: Hamdi oğlu AhmetŞentürk.Aynı yılın sonlarında yine kavga çıktı dağyüzünden Türbelilerle karanlıkta silâh attı ikitaraf.Üç ölü kaldı yerde, üç kişi hapse girdi,Ahmet'in dedesi bu meyanda.1941'de Ahmet görüşmeci geldi hapis dedesine,anasının kucağında. Kanunun heybetini nebilsin bebek! Ahmet bakıyordu mapusaneye
pembecik ağzında iki ön dişiyle gülümseyerek.Tahta parmaklık ve tel kafesti görüşme yeri,ayıracaktı mapuslarla görüşmecileri, fakatonlar karmakarışıktılar çok şükür. Dedesi aldıAhmet'i kucağına ve kovdu biraz fazla sokulanPeder'i.Aynı toprakta, aynı işin insanları, hepbirbirine benziyordu köylü görüşmeciler.Yalnız ayrıydı gelinleri ŞakirAğanın: kalın uzun güzel besili kısrak gibi ikigenç kadın. Peştemalları kızıl kıpkırmızıydıüç etek entarileri. Feslerinde altınlar vealevli al şalvarlarıyla güneşten inmişgibiydiler bu fakir bayram yerine.Arı kovanı gibi uğulduyordu tel kafes, havadaparça parça cümleler ekleniyor birbirine:« Ne düşünüyorsun? Düşünmek geçti. Nekadar düşünsen oldu bir sefer.»« Hastalığı, ölümü, misafiri bildirir saattir
saati olmayan insana örümcekler.»« Hemen torbaya sarılırsın, öpsene ananınelini.» « Dört gün evvel de geldi, boşvercanım.» « Ah oğul, analar meler, oğullarmelemez... »« Para getirdin mi para?»« Şakir Ağa on kile un vermiş büyükmemuranlara.»« Benim babam harp içinde yaşamış gitmiş takırlangıçların memleketine kadar.»« Kadınlarda dokuz nefis bir akıl var.»« Harbe gireceğizKitap kavliyle gireceğiz. Kuran'dan okuduhocalar, ebcet hesabıyla. Rumanya'yı,Bulgar'ı vurup Tuna ağzına ineceğiz.Bulgar'ın topları bizden yana çevrilmişbizimkiler Bulgar'dan yana.»
« Bulgur getirdim senin gardiyana.»« İnsanoğlu hey, doğması, büyümesi, nerelerdegezintisi, bir de kalışı nerelerde... »« Cezamı okudu reis, bağırdım 'YaşasınCumhuriyet' diye.» « Az mı kestiler cezayı?» «Az değil, çok. Lâkin öyle sırma giymiş,sıralanmış kürsüde reisler, hoşuma gitti,keyiflendim, bağırdım.»« İnsanoğlu güle benzer bir dakkadasoluverir.»Yalnız 24'lük Ömer'di konuşmayan.Çömelmiş oturuyor, yumruğunu vuruyordizine.Gidip geliyor yumruğun içinde tahta ağızlık.Kısmış gözlerini.Bakıyor karşısındakinin yüzüne ve
düşünüyordu 24'lük Ömer: « Yine yaz geldi,çalı dibi adam kabul eder... »Halil dışarıya baktı pencereden: görünüyordemir kapı, üstleri ve eşyaları aranıyorgiriyor görüşmeciler. Karşı yoldan geçenpazarcının bir tuhaf kişnedi beygiri. Havayıkokladı Halil. Bozkır ikliminde rüzgâransızın çıkar ve hızla kasırgalaşır. Bu seferde öyle oldu. Sıcak ot kokuları geldi öncesanki alt başta bir samanlık yandı.Karakolun bayrağı dalgalandı. Kavaklarpul pul ürperdiler. hava kan gibi ılık. Birçocuk kahkahası bir çığlık ve hemenarkasından toz duman. Güneşe baktı Halil.Ordaydıuzaklarda,yükseklerde,yuvarlak,kırmızı
ve bulanıktı ötesinde toz dumanın.Halil kapadı pencereyi. Yumdu gözlerini.Kafasının içinde güneş: bir alevden ağırlık ki 3defa milyon defa 2000 milyon ton.Ne iyine fenane güzelne çirkinne haklıne haksız,bir muazzambir uçsuz bucaksız hayat.Beher metre karede 100.000 beygir kuvvetitakat.
Ne akşamne sabahneümitneeyvahneaşağıneyukarı.Saatta600binkilometreesenbeyazgazkasırgaları.Atomlariyon
halinde.Tekrarölümündetekrardoğumundatekrar kemalinde ve kopuşlarla,sıçramalarla başsız ve sonsuz, bana bağlıolmadan benden evvel var olup bendensonra var olan.Pencereyiaçtı Halil.Bozkır'danansızıngelenrüzgârgeçipgitmiştiansızın.Tamkarşıda
marangozŞükrü'nünkarısıZeynepduruyordu.Ufacıkkızınıtutmuşelinden. Biryoğurtbakracıöbür elinde.Ayaklarıçıplak, yüzüağır vemübarek .Dört yıl önce aldılar kocasını, peşinden indişehre. Şükrü hapis, Zeynep çapacı bahçelerde.Ve her gün dört senedir:yağmur, çamur,
rüzgâr,sıcak,kar kıyamet geliyor demir kapıya aynısaatta.Ve daha on bir sene her gün gelecek.Ve yine hep böyle gözlerini kaldırmadanbakacak erkeğine, hiçbir şey beklemeyen biranne gibi fısıltılarla konuşacak ve bakracıusullacık bırakıp gidecektir.Halilgüneşebaktı:Ordayükseklerde,uzaklarda,berrakvekırmızıveZeynep'in
çamurlu,çıplakayaklarındanbüyükdeğilyüreksizveufacıktı.Her şeye rağmen insan olmanın saadetiyle vesaygıyla güldü Halil, Şükrü'ye haber vermekiçin koştu içeri...IlI
On iki dükkân vardı hapisane avlusunda, taşduvarın dibinde, kaybedilmiş sandıklar gibiçaresiz ve küçülmüş.Ve yeryüzündeki bütün küçük dükkânlar gibibirbirlerine dehşetli benzedikleri ve yan yanadurdukları halde herbiri kendi kederiyleyapayalnız, bir başınaydı dibinde taş duvarın.Evkafındılar.Açık arttırmayla kiralanıyordularmapuslara. Birincisinde bağdaşkurmuş terziler. Enselerinden kesikgibi başları göğüslerinde. Terziler,müdür beyin gömleği ütülenmeli.Terziler, makasınız leyleğe benzer,sap sap tire sarkar ağzınızdanterziler. Gülmek iyidir, terziler,neden gülmemeli?Gülmek yardım eder. Terziler.
Sinirli ince bacaklarıyla durmadan düşer,kalkar, koşar terzilerin eli, bir kaybolur,bir çıkar külot pantolonun teyeli. Bağdaşkurmuş terziler. Terziler.Terzilerlerin makinası Singer1897modeli. Kalaycı Şaban Ustanındı ikincidükkân. Zaçyağı, tuzruhu, kum ve bakır,ve kıpkırmızı ıslak ayaklar: kalaycıyalağında çalkalanıp kıvranıyordu çocukçırak daracık omuzlan sağa, incecik belisola ve çıplak bacakları bitişik. Dipte ağırbir hayvan ciğeri gibi körük, toprağıniçinden bakan ateş, tepside kalay, pamuk,nişadır ve pöstekisinde kıvranışlara vepırıltılara hâkim Şahmeran gibi oturanŞaban Usta,Üçüncüdükkânikiyıldırboş,kapalı.
Atmıyorsoğumuşölübiryürekkapısındakilit.Bitişikte katırcı kunduralarıyla yemenilerintabanındaki dünya: eskici Raif Ağa dişsizşaşı sağır ve müdürün kasasında 150 sarıaltın.Aynacı Asrî Yusuf'undu beşinci dükkân.Yaldızlı markaların resimliklerin ve yağlı boyakırmızı güllerin arasından bakan aynalar.Çıplak kadınlar duvarlarda, ve taş basma birmareşal. Aynacı Asrî Yusuf'da dalgalı kumralsaçlar yandan taralı, süzme bal aydınlığındagözler, kartal gagası burun, ve kırpık, cesurbir bıyık. Asrî Yusuf en şık adamıydımapusanenin, sarı iskarpinleri boyasızgörülmemiştir.
27'li ve Ilgazlıydı Yusuf.Ilgaz.Ilgaz'a gittiniz mi?Ne zaman bulundunuz?Ilgaz:4 mahalle, 600 hane, 1000 nüfus,hükümet konağı, karakol ve şube,aşçı, fırın, demirci, semerci, bakırcı.manifatura, bahçe ve tarla yorgunlukgeberesiye. Ve üstü otel, alt katı kahve olan3 tane han.Şafakla uyanır Ilgaz, yatsıda yatar.Cansıkıntısı sabahlara kadar.Memurlar: poker,delikanlılar: zar, her iki taraf rakı. Ve
uzakta gökyüzüne yakın bembeyazkarlarıyla yukardaki yüksekteki geyiklerinve çamların memleketi.Kasabanın dışında,Ilgaz Dağının eteğinde doğdu Yusuf.Babası evvelce terzi iken rençber sonralarıKadir Usta.Anası Şehriban Kadın. Kadir Usta öldüBalkan Harbi'nde, Yusuf'u dedesi büyüttü(zaptiye tekavüdü 3 lira aylık alırdı kâat parabir inek bir ev bir öküz 15 dönüm tarla).Yedi yaşında terzi çırağı oldu Yusuf vemektebe girdi.Belleyemedi terziliği fakat okudu ortaokulunson sınıfına dek.Sonra gurbete gitti katırcılarla:İnebolu, Kastamonu, Çankırı, Ankara.
İstanbul'da askerlik.Ve tezkere alıp Ilgaz'a henüz dönmüştü ki«Çıktık açık alınla on yılda hersavaştan.»O gece dehşetli içti Yusuf.Bir «hep yek» yüzünden oldu en yakınarkadaştan:işletti makinayı.15 sene verdiler.Kendi seçti soyadını «Asrî» diye. Ona göreasrîlikkomik değil. O kadar ki soyadını sonrakullanıp «Yusuf Asrî» olacağına, bilerek,isteyerek başta kullandı «Asrî Yusuf» oldu.İşini seviyordu Asrî Yusuf. Aynacılık asrîmeslek sayılır: yeni harflerin süslümajeskülleri ince fırçalar yağlı boya vekimya.
Kalabalıktı dükkân:İhtilastan yatan Çopur İhsan Bey,Trabzonlu Bakkal Sefer(ihtikârdan) ve İlyas Kaptan(kalpazan) Asrî'ye çay içmeye gelmiştiler.İlyas Kaptanne kaptan, ne de kalpazandı,dolandırıcıydı sadece.İlyas Kaptan çayı kırklama şekerle yudumyudum içiyor ve forslu şapkasının altındaemniyette anlatıyordu: « Ben bugünkalpazanlık ilân ediyorum. KursunuSabranya'da görmüştüm 80 basamakbodurumda göz bağlı. Bilmiyorum kim verdibana bu dersi.
Gizli her şey sır. Bolşevikler, menşevikler...»İlyas Kaptan Batum'da bulunmuştuBolşeviklerin geldiği sıralarda, bu muhakkak.Ama nasıl ve neden? Belli değil, belki kaçakçıolarak.« Parayı kaldırmalı.1000'lik Allah, 500'lük peygamber.»Asrî Yusuf sordu: « Ya melekler?» « 50'lik,25'lik.»Kıllı suratını astı Bakkal Sefer, İlyas Kaptandevam ettibilgiç ve muzaffer: « Para var Allah var,para yok Allah yok. Yüksek bir sözdür bu4800 kelimedirağır siyaset, ben ağır siyaset kullanırımşark siyaseti.»
Kurnaz, utangaç ve memnun incecik güldü.Oynadı ceketinin düğmeleriyle. Kaç kerrehapislerde aç kalıp dehşetli müsrif ve cömertticeketini ve şapkasını sattı, fakat çapalı, sarı,kaptan düğmelerini asla.« Kaç çeşit çiçek varsa ona göre derüzgârı var. İnsan demek ot demektir.Otların pîri rüzgârdır. Her hayvanınkendine göre bir saltanatı vardır.Sessiz görüşürler vücutla.Gelir gelir bir çapraz bakar öyle kulağınıoynatır. Balıkların ağzından çıkan nefes dönerdöner harf olur, konuşurlar. Otlar bilebirbiriyle konuşur rüzgârla, sesler havadakalır.»Ayak ayak üstüne atıp çıkardı şapkasını:sıfır numarayla tıraşlı bembeyazsaygıdeğer bir baş ve kuşkulu simsiyahmahzun gözler.
« Elektrik tenekeden bulunmuştur, elektrikteneke, nasıl benziyor bak. Pîri öyle bulmuşonu. Dünya bir fendir yahu, her şeyçalışmaktır (halbuki kendisi dehşetlitembeldi akıl almayacak kadar tembel).Her şey çalışmaktır dedik, lâkin insanlarinsanların etini yiyor.»Dükkânın kapısında Peder belirdi, uzattıiçeri altı aylık çocuk kafasını, nerdeyseağlayacak: « Kaptan buba,» dedi,«görüşmecin gelmiş, muhterembubacığım.»Kıpkırmızı oldu Kaptan.Ümitli bir çift söz gibi güldü mahzun siyahgözleri.Telâşla giydi şapkasını:« Bizim muhtardır gelen.»Elli kuruş attı Peder'e.
Bu son elli kuruşuydu ve muhtardan ellilira alamazsa dağda gömülü elli binemahsuben, Kaptan açtı bu akşam. Eğildiöne doğru biraz, ellerini ovuşturdu vezeybek oyununa hazırlanıyormuş gibidizlerini kırıp topuklarını vurarakceketinin eteğine çıktı dışarı.Asrî Yusuf'a baktı Çopur İhsan Bey:« O işe başlayalım mı,» demek ister gibiydi«fırsattır.»Anladı Asrî Yusuf ve sordu Bakkal Sefer'e:« Şu İlyas Kaptan, bilimiyon, 31 Mart'da elinegeçse keserdin ya?»« Keserdim.»Sordu Çopur İhsan:« Lâkin efendi ağa, 31 Mart'da tevatür işlerolmuş. Sen bahriye askeriydin o zaman, değil
mi hele?»« Muini Zafer gemisinde askerdik» « Pekinasıl oldu bu 31 Mart?»Ezbere biliyorlardı Bakkal Sefer'inhikâyesini fakat bugün ona bunu mahsussoruyordular.Anlatmaya başladı Bakkal Sefer şüphelialtın dişleriyle kıranta bıyıklarının içinden:« Sabahleyin sivil giydi zabıtan, giderlerkendediler ki çavuşa: 'İhtilâl çıkarmış nizamiyeaskeri, size de gelirlerse bize uyun diyerekuyun amma fenalığa meydan vermeyin.'»Çopur İhsan Bey, Asrî Yusuf'u dürtüptasvipledi: « Zabitan da akıllı zabitanmış,efendi ağa.»« Hem akıllı, hem bıyıklıydılar. Her neyse.Arası geçti biraz,Parmakkapı'dan doğru bir mızıka çala çala
geliyor. Herkes uydu bunlara. Beşiktaş'dabasıldı karakol silâh alındı. Ama bilmiyoruznereye gidilecek? Akşam ezanı Yıldız'avardık.Başımızda üç çavuş:biri Memet Ali Çavuş,biri İbrahim Çavuş.Dizildik önüne sarayın.Bağırdık üç defa 'Padişahım çok yaşa' diye.Balkona çıktı cennetmekan Sultan Hamid.'Ne istiyorsunuz evlâtlarım?' dedi. Üç kişiçıktı huzura:biri Memet Ali Çavuş, biri İbrahim Çavuş.Küfelerle ekmek dağıtıldı askere, sıcaksıcak.Geleceğimizi biliyormuş demek. Dahailerde silâhlar atılıyor. Neymiş o? Bir şeyyok, orda sivil giymiş mektepli zabitgördüler, vurdular onu.» « Sen de silâh
attın mı, efendi ağa?»Yıllanmış bir kuşkuyla baktı İhsan Beye,Bakkal Sefer: « Atmadım, attıysam dahavaya.Her neyse, dört beygirli, kapalı arabaylaEthem Paşa geldi.Asker etrafını sardı.Doğru Ayasofya Meydanına.Gece oldu, iyice karardı.Orda yüksek bir şey yapmışlar nutuk okumakiçin.Ethem Paşa nutuk okuyor.Hayda bir şenlik.Silâhlar atıldı.Bunun şenlik olduğunu anlayamadılar,
'Sarıldık da kırılıyor muyuz?'Bahriye ayrıldı.Herkes kaçıyor.Mızıka dağıldı, davullar kırıldı.Neden sonra havuzlara geliyoruz.» « İşebiraz şaşkınlık karışmış, efendi ağa.»« Karıştı doğrusu, İhsan Bey.Her neyse.Ertesi gün barutaneye gittik.Orda bir zabit öldürüldü.Şehre dağıldık.Ama soygunculuk yok.Bedava, kendiliklerinden dükkâncılarveriyorlar.
Kerhane, meyhane, silâh atmak keyfetbildiğin gibi.İki gün sonra duyuluyor ki Hareket Ordusugeliyor.»Derin bir soluk aldı Bakkal Sefer, belkiyorgunluk belki bir parça keder. Kazıdıtırnağıyla altın dişlerinin kefekisini:« Zaten,» dedi, «düşündüm kendi kendime,beş vakit namaz yiyip içip padişaha duavazifeye dikkat, istanbul da burası, Bağdatda... Burası böyle olursa dışarları neolmaz... Hükümet nerde? Askerlik öldü.Memlekete gidelim.»Asrî Yusuf alay etti:« Öyle ya, Hareket Ordusunu duyunca sıkıgeldi eşinemedin.»Öfkeyle karşılık verecekti ki Bakkal Sefer,« Bak, efendi ağa,» dedi İhsan Bey,
«hele bir bak bende ne var... » Bu bir eskigazeteydi, eski harflerle ve yer yerparçalanmış.« Çok eski bir gazete, efendi ağa, 33 senelik.»« Ver.»Çekip aldı gazeteyi Bakkal Sefer. Kendinizor tutuyordu Yusuf gülmemek için. BakkalSefer kokladı gazeteyi, altın dişleri kaysıgibi tatlandılar ağzında. Taktı gözlüklerini:« Bak, gördün mü, ihsan Bey, resim de yok,baştan başa Müslüman yazısı.Al, oku da dinleyelim.»Yumdu gözlerini bakkal, ağız açık, birakşam ezanı vakti gibi parlıyor altın dişleri.« Gazetenin ismi 'Sabah', efendi ağa,10 Rebiülahır 1327.Numero 7038.
Sahibi imtiyazı Mihran.» Asrî Yusuf sordu:« Vay, sahibi Ermeni miymiş?»« Ermeni, mermeni, oku İhsan Bey... » «Okuyorum, efendi ağaDirecteure-proprietaire.»(FıransızcayıTürkçe gibi okudu).Gözlerini açtı Bakkal Sefer: « O ne, İhsanBey?»« Fıransızca, efendi ağa.»« Doğru, eskiden İstanbul'da, Beyoğlu'ndagâvur dükkâncılar Frenkçe de yazarlardılevhalarına.Bak, şimdi yasak ettiler bunu, iyi oldu.Türkçe yazmalı, Türk'ün ekmeğini yiyenler.Her neyse, oku makaleleri.»
« Okuyorum, efendi ağa:'Abdülhamid'e tebliği hal.»Asrî Yusuf sordu;« O ne demek?»« Yani, Abdülhamid'e tahtından indindenmesi.Abdülhamid'e tebliği hal'e memur heyetazası:Arif Hikmet Paşa Ayandan,Aram Efendi Ayandan,Meb'usandan İşkodra meb'usu Esat Paşave Emanuel Karasu Efendi Selanik.Yıldız Sarayı'na gidilip mabeyin başkâtibisabıkı Cevat Beye haber verilmiştirAbdülhamid'i heyet görecek diye.
Search
Read the Text Version
- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- 8
- 9
- 10
- 11
- 12
- 13
- 14
- 15
- 16
- 17
- 18
- 19
- 20
- 21
- 22
- 23
- 24
- 25
- 26
- 27
- 28
- 29
- 30
- 31
- 32
- 33
- 34
- 35
- 36
- 37
- 38
- 39
- 40
- 41
- 42
- 43
- 44
- 45
- 46
- 47
- 48
- 49
- 50
- 51
- 52
- 53
- 54
- 55
- 56
- 57
- 58
- 59
- 60
- 61
- 62
- 63
- 64
- 65
- 66
- 67
- 68
- 69
- 70
- 71
- 72
- 73
- 74
- 75
- 76
- 77
- 78
- 79
- 80
- 81
- 82
- 83
- 84
- 85
- 86
- 87
- 88
- 89
- 90
- 91
- 92
- 93
- 94
- 95
- 96
- 97
- 98
- 99
- 100
- 101
- 102
- 103
- 104
- 105
- 106
- 107
- 108
- 109
- 110
- 111
- 112
- 113
- 114
- 115
- 116
- 117
- 118
- 119
- 120
- 121
- 122
- 123
- 124
- 125
- 126
- 127
- 128
- 129
- 130
- 131
- 132
- 133
- 134
- 135
- 136
- 137
- 138
- 139
- 140
- 141
- 142
- 143
- 144
- 145
- 146
- 147
- 148
- 149
- 150
- 151
- 152
- 153
- 154
- 155
- 156
- 157
- 158
- 159
- 160
- 161
- 162
- 163
- 164
- 165
- 166
- 167
- 168
- 169
- 170
- 171
- 172
- 173
- 174
- 175
- 176
- 177
- 178
- 179
- 180
- 181
- 182
- 183
- 184
- 185
- 186
- 187
- 188
- 189
- 190
- 191
- 192
- 193
- 194
- 195
- 196
- 197
- 198
- 199
- 200
- 201
- 202
- 203
- 204
- 205
- 206
- 207
- 208
- 209
- 210
- 211
- 212
- 213
- 214
- 215
- 216
- 217
- 218
- 219
- 220
- 221
- 222
- 223
- 224
- 225
- 226
- 227
- 228
- 229
- 230
- 231
- 232
- 233
- 234
- 235
- 236
- 237
- 238
- 239
- 240
- 241
- 242
- 243
- 244
- 245
- 246
- 247
- 248
- 249
- 250
- 251
- 252
- 253
- 254
- 255
- 256
- 257
- 258
- 259
- 260
- 261
- 262
- 263
- 264
- 265
- 266
- 267
- 268
- 269
- 270
- 271
- 272
- 273
- 274
- 275
- 276
- 277
- 278
- 279
- 280
- 281
- 282
- 283
- 284
- 285
- 286
- 287
- 288
- 289
- 290
- 291
- 292
- 293
- 294
- 295
- 296
- 297
- 298
- 299
- 300
- 301
- 302
- 303
- 304
- 305
- 306
- 307
- 308
- 309
- 310
- 311
- 312
- 313
- 314
- 315
- 316
- 317
- 318
- 319
- 320
- 321
- 322
- 323
- 324
- 325
- 326
- 327
- 328
- 329
- 330
- 331
- 332
- 333
- 334
- 335
- 336
- 337
- 338
- 339
- 340
- 341
- 342
- 343
- 344
- 345
- 346
- 347
- 348
- 349
- 350
- 351
- 352
- 353
- 354
- 355
- 356
- 357
- 358
- 359
- 360
- 361
- 362
- 363
- 364
- 365
- 366
- 367
- 368
- 369
- 370
- 371
- 372
- 373
- 374
- 375
- 376
- 377
- 378
- 379
- 380
- 381
- 382
- 383
- 384
- 385
- 386
- 387
- 388
- 389
- 390
- 391
- 392
- 393
- 394
- 395
- 396
- 397
- 398
- 399
- 400
- 401
- 402
- 403
- 404
- 405
- 406
- 407
- 408
- 409
- 410
- 411
- 412
- 413
- 414
- 415
- 416
- 417
- 418
- 419
- 420
- 421
- 422
- 423
- 424
- 425
- 426
- 427
- 428
- 429
- 430
- 431
- 432
- 433
- 434
- 435
- 436
- 437
- 438
- 439
- 440
- 441
- 442
- 443
- 444
- 445
- 446
- 447
- 448
- 449
- 450
- 451
- 452
- 453
- 454
- 455
- 456
- 457
- 458
- 459
- 460
- 461
- 462
- 463
- 464
- 465
- 466
- 467
- 468
- 469
- 470
- 471
- 472
- 473
- 474
- 475
- 476
- 477
- 478
- 479
- 480
- 481
- 482
- 483
- 484
- 485
- 486
- 487
- 488
- 489
- 490
- 491
- 492
- 493
- 494
- 495
- 496
- 497
- 498
- 499
- 500
- 501
- 502
- 503
- 504
- 505
- 506
- 507
- 508
- 509
- 510
- 511
- 512
- 513
- 514
- 515
- 516
- 517
- 518
- 519
- 520
- 521
- 522
- 523
- 524
- 525
- 526
- 527
- 528
- 529
- 530
- 531
- 532
- 533
- 534
- 535
- 536
- 537
- 538
- 539
- 540
- 541
- 542
- 543
- 544
- 545
- 546
- 547
- 548
- 549
- 550
- 551
- 552
- 553
- 554
- 555
- 556
- 557
- 558
- 559
- 560
- 561
- 562
- 563
- 564
- 565
- 566
- 567
- 568
- 569
- 570
- 571
- 572
- 573
- 574
- 575
- 576
- 577
- 578
- 579
- 580
- 581
- 582
- 583
- 584
- 585
- 586
- 587
- 588
- 589
- 590
- 591
- 592
- 593
- 594
- 595
- 596
- 597
- 598
- 599
- 600
- 601
- 602
- 603
- 604
- 605
- 606
- 607
- 608
- 609
- 610
- 611
- 612
- 613
- 614
- 615
- 616
- 617
- 618
- 619
- 620
- 621
- 622
- 623
- 624
- 625
- 626
- 627
- 628
- 629
- 630
- 631
- 632
- 633
- 634
- 635
- 636
- 637
- 638
- 639
- 640
- 641
- 642
- 643
- 644
- 645
- 646
- 647
- 648
- 649
- 650
- 651
- 652
- 653
- 654
- 655
- 656
- 657
- 658
- 659
- 660
- 661
- 662
- 663
- 664
- 665
- 666
- 667
- 668
- 669
- 670
- 671
- 672
- 673
- 674
- 675
- 676
- 677
- 678
- 679
- 680
- 681
- 682
- 683
- 684
- 685
- 686
- 687
- 688
- 689
- 690
- 691
- 692
- 693
- 694
- 695
- 696
- 697
- 698
- 699
- 700
- 701
- 702
- 703
- 704
- 705
- 706
- 707
- 708
- 709
- 710
- 711
- 712
- 713
- 714
- 715
- 716
- 717
- 718
- 719
- 720
- 721
- 722
- 723
- 724
- 725
- 726
- 727
- 728
- 729
- 730
- 731
- 732
- 733
- 734
- 735
- 736
- 737
- 738
- 739
- 740
- 741
- 742
- 743
- 744
- 745
- 746
- 747
- 748
- 749
- 750
- 751
- 752
- 753
- 754
- 755
- 756
- 757
- 758
- 759
- 760
- 761
- 762
- 763
- 764
- 765
- 766
- 767
- 768
- 769
- 770
- 771
- 772
- 773
- 774
- 775
- 776
- 777
- 778
- 779
- 780
- 781
- 782
- 783
- 784
- 785
- 786
- 787
- 788
- 789
- 790
- 791
- 792
- 793
- 794
- 795
- 796
- 797
- 798
- 799
- 800
- 801
- 802
- 803
- 804
- 805
- 806
- 807
- 808
- 809
- 810
- 811
- 812
- 813
- 814
- 815
- 816
- 817
- 818
- 819
- 820
- 821
- 822
- 823
- 824
- 825
- 826
- 827
- 828
- 829
- 830
- 831
- 832
- 833
- 834
- 835
- 836
- 837
- 838
- 1 - 50
- 51 - 100
- 101 - 150
- 151 - 200
- 201 - 250
- 251 - 300
- 301 - 350
- 351 - 400
- 401 - 450
- 451 - 500
- 501 - 550
- 551 - 600
- 601 - 650
- 651 - 700
- 701 - 750
- 751 - 800
- 801 - 838
Pages: