Adamın soğuk beyaz kafası, kızın\"özgürlüğün ışığı\"ymış gibi parlayan vekendisini hem ısıtan hem de aydınlatan pırıl pırılsaçlarına karıştı.\"Eğer sesimi eskiden kulağınızı okşayan sese–öyle midir bilmem, ama umarım öyledir–benzettiyseniz, bırakın gözyaşlarınızı aksın!Eğer saçıma dokunduğunuzda bir şey size gençve özgür günlerinizde göğsünüze yasladığınız osevgili başı hatırlattıysa bırakın gözyaşlarınızaksın! Eğer size tüm saygı ve hürmetimle hizmetedebileceğim bir Yuvadan bahsettiğimde bu sizeeski günlerde, zavallı yüreğiniz eriyip giderkendağılan bir Yuvayı anımsattıysa bırakıngözyaşlarınız aksın!\"Genç kız ayakkabıcıyı boynundan tutarakgöğsüne yasladı ve onu bir çocuk gibi salladı.\"Eğer size ıstırabınızın sona erdiğini, burayabuna son vermek için geldiğimi, İngiltere'yegidip huzur ve rahatlık içinde yaşayacağımızısöylediğimde, bu size hayatınızın nasıl hebaolduğunu ve anavatanımız Fransa'da başınıza ne
kötü işler geldiğini hatırlatırsa, bırakıngözyaşlarınızı aksın! Size adımı, sağ babamın veölmüş annemin adını söylediğimde, dahasıonurlu babamın önünde diz çöküp zavallıannemin sırf bana olan sevgisi yüzündenbabamla ilgili acı gerçeği benden sakladığını, buyüzden de gece gündüz onu düşünüpağlayamadığımdan dolayı beni affetmesi içinbabama yalvarmak zorunda kaldığımıöğrendiğinizde, bırakın gözyaşlarınız aksın!Bırakın gözyaşlarınız hem onun için, hem debenim için aksın! Ah güzel beyler, Tanrı'yaşükürler olsun! Onun o kutsal gözyaşlarınıyüzümde, hıçkırıklarını kalbimde duyuyorum.Ah! Tanrı'ya şükürler olsun, çok şükür Tanrım!\"Adam kızın kollarına iyiden iyiye gömülmüş,yüzü göğsüne düşmüştü; hem dokunaklı, hemde yapılan büyük yanlışı ve acıyı içindebarındıran öyle bir manzaraydı ki bu, iki adamda elleriyle yüzlerini kapadılar.Tavanarasının sessizliği uzadıkça ve adamınkabaran yüreği ve titreyen bedeni, her fırtınadansonra çöken sessizlik gibi durulduğunda –hayat
denen fırtınanın eninde sonunda durulduğunu,huzur ve sessizlikle son bulduğunu gösteren birinsanlık simgesiydi bu– adamlar baba kızıyerden kaldırmak için öne atıldılar. Ayakkabıcıyavaş yavaş çökmüştü ve şimdi uyuşmuş gibibitap bir halde yatıyordu yerde. Kızı da onunlaberaber yere çökmüş ve başını kollarının arasınaalmıştı; saçları adamın üzerine vuran ışığıtamamen perdeliyordu.Mr. Lorry üst üste burnunu çekerek onlarınüzerine doğru eğildiğinde genç kız elinikaldırarak, \"Onu rahatsız etmeden Paris'dençıkarmayı ayarlayabilirsek, yani kapınınönünden...\"\"Ama durun. Bu yolculuk için uygun muacaba babanız?\" diye sordu Mr. Lorry.\"Bence burada kalmasından çok daha uygunolur, burası çok korkunç onun için.\"Rahat duyabilmek için eğilen Defarge\"Doğru,\" dedi. \"Hepsi bir yana, Fransa'dangitmek Mösyö Manette için pek çok yönden iyi
olacak. Ne dersiniz bir posta arabasıyla atlarıayarlayayım mı?\"\"Başlı başına bir iş bu,\" dedi Mr. Lorry herzamanki gibi en kısa yoldan meseleyiözetleyerek, \"ve eğer bir iş yapılacaksa bunuben yapmalıyım.\"\"O zaman rica etsem,\" dedi Miss Manette,\"şimdi bizi yalnız bırakabilir misiniz? Bakın nekadar sakinleşti, bizi yalnız bırakmaktankorkmanıza hiç gerek yok. Ne olacak ki? Eğerrahatsız edilmememiz için bizi kilitlerseniz,eminim geri döndüğünüzde onu aynıbıraktığınız gibi sessiz bulacaksınız. Herhalükârda, siz dönene kadar ben ona göz kulakolurum, sonra da onu doğruca ahır götürürüz.\"Ne Mr. Lorry ne de Defarge onları yalnızbırakmaya gönüllüydü ve birinden birininkalmasının iyi olacağını düşünüyorlardı. Ancakayarlanması gereken sadece araba ve atlar değil,seyahat belgeleri de vardı; dahası zamandaralıyor, gün sona eriyordu, böylece yapılmasıgereken işleri alelacele paylaşıp yanlarından
ayrıldılar.Sonra karanlık çöktüğünde kız babasınıntarafındaki sert zemine başını dayayıp onuizledi. Karanlık arttıkça arttı ve duvardakiçatlaklardan içeri bir ışık süzülünceye kadar,baba kız orada öylece, sessizce uzandılar.Mr. Lorry ve Mösyö Defarge yolculuk içinbütün hazırlıkları yapmış; yanlarına pelerin, atkıgibi şeylerin yanında ekmek, et, şarap ve sıcakkahve de almışlardı. Mösyö Defarge getirdiğiyiyecekleri ve feneri ayakkabıcının tezgâhınınüzerine koydu (tavanarasında, bu otluminderden başka yer yoktu), ardından Mr. Lorryile beraber mahkûmu uyandırıp yerdenkalkmasına yardımcı oldular.O korku dolu şaşkın yüzüne bakan hiç kimseayakkabıcının aklından geçenleri tahminedemezdi. Ne olduğunu biliyor muydu,kendisine söylenenleri anlamış mıydı, artıközgür olduğunu biliyor muydu, kimselerçözemezdi bunu. Onunla konuşmayı denediler;ama kafası o kadar karışıktı ve o kadar ağır
cevap veriyordu ki, onun bu şaşkın halindenürktüler ve şimdilik onunla daha fazlauğraşmamaya karar verdiler. Arada bir çılgıngibi başını ellerinin arasına alıp sallanıyordu,daha önce hiç yapmadığı bir şeydi bu; öteyandan kızının sesini duymak çok hoşunagidiyordu ve o ağzını açar açmaz dönüp hemenbakıyordu.Uzun süre baskı görmüş ve emirlere uymayaalışmış bir adamın itaatkâr haliyle kendisineverilen yiyecekleri yedi, içecekleri içti, pelerinive diğer öteberiyi giydi. Kızı kolunu ona doğruuzattığında, hemen onun elini iki elinin arasınaalıp sımsıkı tutarak karşılık verdi.Merdivenleri inmeye başladılar, MösyöDefarge elinde fenerle önden iniyordu, bu küçükalayın en gerisinde ise Mr. Lorry vardı. Uzunbasamakların daha birkaç tanesini inmişlerdi kiayakkabıcı durarak tavana ve çevresine baktı.\"Buraya gelişinizi hatırlıyor musunuz yoksababacığım? Bu basamakları çıkışınızı?\"
\"Ne dedin?\"Kız sorusunu tekrar edemese de, o sankitekrar etmiş gibi, bir cevap mırıldandı.\"Hatırlamak mı? Hayır, hatırlamıyorum. Çokuzun zaman önceydi.\"Hücresinden o eve getirilişine dair hiçbir şeyhatırlamadığı apaçık ortadaydı. \"Yüz Beş, KuzeyKulesi,\" diye mırıldandığını duydular ve etrafabaktığında uzun yıllar boyunca kendisinikuşatmış olan güçlü kale duvarlarını gördüğünüanladılar. Avluya vardıklarında ayakkabıcıiçgüdüsel olarak yürüyüşünü değiştirdi, oradabir açılıp kapanan köprü olmasını bekliyordu;ama köprü falan yoktu ortada, kapının önündebekleyen arabayı gördüğünde kızının elinibırakarak, başını tekrar ellerinin arasına aldı.Kapının önünde hiç kimse yoktu; oncapencereden tek bir kişi bile bakmıyordu veyoldan tesadüfen bile geçen tek bir insan bileyoktu. Etrafta doğal olmayan bir sessizlik veıssızlık vardı. Bir tek kişi göze çarpıyordu, o da
–kapının kenarına yaslanmış, gözü elindekiörgüden başka hiçbir şeyi görmeyen– MadamDefarge idi.Önden mahkûm, arkasından kızı tam arabayabinmişlerdi ki, adamın acıklı bir şekildeayakkabıcı aletlerini ve yarım kalanayakkabılarını sormasıyla Mr. Lorry'nin ayağıbasamakta kaldı. Madam Defarge hemenkocasına seslenip adamın istediklerinigetireceğini söyledi ve gitti, örgüsünü öre öreavludaki fenerlerin arasından geçti. Eşyalarıçabucak getirip adama verdi ve hemen ardındangene kapının kenarına dayanarak, gözü başkabir şey görmeden örgüsüne devam etti.Defarge sürücünün yanına çıkarak, \"Çıkışkapısına götür!\" dedi. Posta arabasının sürücüsükırbacını şaklattı ve tepede sallanan sokaklambasının cılız ışığı altında yola koyuldu.Daha güzel sokaklarda ışıl ışıl parlayan, dahakötülerindeyse daha da cılız bir ışıkla sallanansokak lambalarının altından ve ışıklıdükkânların, neşeli kalabalıkların, aydınlık
kafelerin ve tiyatroların yanından geçerek şehrinçıkış kapılarından birine vardılar. Nizamiyedeellerinde fenerlerle askerler duruyordu.\"Belgelerinizi çıkarın yolcular!\"Defarge aşağı indi ve adamı ciddi bir tavırlakenara çekerek, \"Buyurun memur bey,\" dedi,\"içerideki ak saçlı adamın belgeleri burada.Onunla beraber bana bu belgeleri de teslimettiler şeyde...\" Sesini alçalttı, fenerli askerlerinarasında telaşlı bir kıpırtı oldu ve içlerinden birtanesi üniformalı bir kol tarafından arabanıniçine doğru uzatıldı ve bu üniformalı kolunsahibi gözler, hiç de sıradan olmayan birifadeyle, ak saçlı beyin üzerine dikildi. \"Tamam.Geçebilirsiniz!\" sesi geldi üniformadan. \"Adieu!\"dedi Defarge. Böylece, ışığı giderek zayıflayanküçük fener ormanının altından, koca yıldızormanının altına doğru ilerlediler.Hareketsiz ve ebedi ışık kemerininaltındaydılar; ışıklar bu küçük dünyadan öyleuzaktı ki, âlimlerin dediğine göre ışınların bilebundan haberdar oldukları şüpheliydi, uzaydaher şeyin bitip yok olduğu bir noktaydı bu sanki;
gecenin gölgeleri genişleyip koyulaştı. Bütün osoğuk ve sarsıntılı yol boyunca, gün ağarıncayadek, gölgeler bir kez daha –mezarından çıkarılanadamın karşısında oturmuş olan ve adamınhangi incelikli güçleri sonsuza dek kaybettiğine,hangilerinin telafisinin mümkün olduğuna kafayoran– Mr. Lorry'nin kulağına eski soruyufısıldadılar:\"Umarım dirilmek istiyorsunuzdur, öyle mi?\"Cevap aynıydı:\"Bilemiyorum.\"
İkinci BölümAltın İp
IBeş Yıl SonraTemple Bar'ın yanındaki Tellson Bankası1780 yılında bile eski moda duruyordu. Çokküçük, karanlık ve kullanışsızdı. Eski moda biryerdi, gelgelelim kurumun ortakları sahipoldukları değerlerin etkisiyle buranınküçüklüğünden, karanlığından, çirkinliğinden vekullanışsızlığından gurur duyarlardı. Hatta buözelliklerin bankanın itibarını artırdığınıdüşünerek böbürlenir, böyle uygunsuz koşullarolmasa oranın da bu kadar saygın olmayacağıdüşüncesini taşırlardı. Bu pasif bir düşüncedeğil, daha uygun alana sahip iş yerlerineyönelttikleri aktif bir silahtı. Dediklerine göre,Tellson'un ne daha büyük bir alana, ne ışığa, nede gösterişe ihtiyacı vardı. Noakes ve OrtaklarıŞirketi'nin ya da Snooks Kardeşler Şirketi'ninvardı belki; ama çok şükür Tellson'un böyle birşeye ihtiyacı yoktu!Bankanın ortaklarından birinin oğlu, Tellson'u
yeniden inşa etmeyi önerecek olsa babası onumirastan yoksun bırakırdı. Bankanın bu açıdanülkenin halinden farkı yoktu; bunca yıldıruygunsuz olsa da saygınlığını koruyan kanun vegelenekleri baştan düzenlemeyi önerenoğullarını mirastan yoksun bırakıyordu o da.Böylece Tellson, kullanışsızlığın muzafferkusursuzluğu olarak bilinir oldu. Menteşesindençıkan cılız bir gıcırtı eşliğinde, aptalca size inateden kapıyı hızla açtıktan sonra düşercesine ikibasamak inip Tellson'dan içeri girer ve kendinizisefil bir küçük dükkânda bulurdunuz, iki küçükvezne vardı burada ve insanların en yaşlısı sankirüzgâr hışırdatmış gibi çekinizi sallardı elinde,sonra da olabilecek en kirli pencerelerin, sürekliFleet Caddesi'nden sıçrayan çamurlara maruzkalan, dahası bizzat kendi demir çubukları veTemple Bar'ın ağır gölgesiyle iyice kirlenenpencerelerin önünde imzanızı incelerdi. Eğerişiniz üst düzey birilerini görmeyi gerektiriyorsaarka tarafa, hükümlülerinkine benzer bir bölümealınırdınız ve o mühim kişi iki eli cebindeyanınıza gelinceye kadar boşa harcanmış
hayatınızı düşünürdünüz ve o geldiğinde bukişiyi o kasvetli alacakaranlıkta zor seçerdiniz.Paranız, açılıp kapandıkça parçaların burnunuzaoradan da boğazınıza kaçtığı kurtlu ve eskiahşap çekmecelere girip çıkardı. Kâğıt paralar,sanki hızla paçavraya dönüşüyormuş gibi küfkokardı. Altın ve gümüşler, lağım çukurununhemen yanında istiflenir ve bu pis birliktelik ikigüne kalmadan bütün parlaklığını götürürdübunların. Senetlere gelince mutfak vebulaşıkhaneden bozma odalarda dururdu veparşömen kâğıdındaki bütün yağlar bankanınhavasına karışırdı. İçinde aile belgelerinizinolduğu daha önemsiz kutular yukarı kata, büyükbir yemek masası barındıran, ama üzerinde hiçyemek yenmemiş olan bir odaya giderdi,bunların içlerinde eski sevgilinizin ya da küçükçocuklarınızın size yazdığı ilk mektuplar olurduve bunlar çoğunlukla Temple Bar'ınpencerelerinde, Habeşistan[11]veAshantee'de[12]uygulanan o duygusuzgaddarlık ve vahşeti anımsatırcasına belirenkafalar tarafından gözetlenmenin dehşetinden1780 yılında bile daha yeni kurtulmuş olurdu.
Aslında o zamanlarda, ölüm cezası pek çok işyeri ve kurum için olduğu kadar Tellson için deoldukça revaçta bir çözümdü. Ölüm her konudaDoğanın çaresiyken neden kanunlar içinolmasındı? Böylece kalpazan Ölüm cezası aldı;sahte para basan Ölüm cezası aldı; yetkisiolmadan mektup açan Ölüm cezası aldı; kırkşilin çalan hırsız Ölüm cezası aldı; TellsonBankası'nın önünden at kaçıran da, üçkâğıtçı da,öyle ya da böyle, bir şekilde Suç'a bulaşanherkes Ölüm cezası aldı. Suçları engellemiyorduaslında bu uygulama –hatta tam tersi bir etkiyarattığını vurgulamakta yarar var– ama tek tekher bir olaydaki sorunu temizliyor, geriyeilgilenilecek bir mesele bırakmıyordu. NitekimTellson da, o zaman, dönemin diğer büyükşirketleri gibi pek çok can almıştı, öyle ki eğerkelleler çöpe atılacağına, Temple Bar'a dizi dizisıralanmadan önce aşağıda tutulsalardı, zeminkata vuran o azıcık ışığı da önemli ölçüdekesmiş olurlardı.Tellson Bankasında, çeşit çeşit karanlıkdolapların arasına sıkışmış yaşlı yaşlı adamlar
işlerini büyük bir ciddiyetle sürdürüyorlardı.Tellson'un Londra şubesine genç bir memuraldıklarında yaşlanıncaya kadar onu bir yerlerdesaklarlardı. Onu, bir peynir gibi, karanlık biryerde saklarlardı, ta ki üzerine Tellson tadı vemavi küfü sininceye kadar. İşte o zaman ortayaçıkmasına izin verilirdi ve o da koca kocadefterlerin arasına gömülür, üzerinde pantolonuve tozluklarıyla kurumun o genel ağır havasınakarışırdı.Tellson'un kapısının önünde –çağrılmadığısürece asla içeri girmeyen– getir götür işleriyapan bir adam dururdu, bazen eşya bazenhaber taşıyan bu kişi bankanın canlı levhasıgibiydi. Mesai saatlerinde hep oradaydı, yapmasıgereken bir ayak işi varsa giderdi, öylezamanlarda da yerinde oğlu dururdu; yüzündenhaylazlık akan on iki yaşındaki çocuk babasınınkopyasıydı. İnsanlar, Tellson'un getir götürişlerini yapan bu adamı idare ettiklerini bilirlerdi.Banka bu vasıftaki insanlara daima müsamahagöstermişti, zaman ve şartlarla birlikte postaişine kadar gelmişti. Soyadı Cruncher'dı ve
gençliğindeki karanlık işlerden vazgeçtiktensonra Houndsditch'in doğu bölgesindeki kilisedeJerry adını almıştı.Yer, Mr. Cruncher'ın Whitefriars, Hanging-sword Vadisi'ndeki şahsi meskeniydi; zaman ise,Anna Domini[13] bin yedi yüz seksen senesiydi,(Mr. Cruncher, Efendimizin yılı yerine hep AnnaDomino derdi; anlaşılan miladi dönemin popülerbir oyunun icadından sonra, buna kendi adınıekleyen bir hanımefendi tarafından başlatıldığınısanıyordu,) rüzgârlı bir mart sabahında, saatleryedi buçuğu gösteriyordu.Mr. Cruncher'ın evi iyi bir mahallede değildi,içinde camlı bir bölme olan oda tek sayılsa da ikiodalı denebilirdi buraya. Ama çok temiztutarlardı bunları. Erken olduğu halde o rüzgârlıMart sabahında Cruncher'ın yattığı oda çoktansüpürülmüştü bile ve kahvaltı için hazırlanmıştabak ve fincanların olduğu ahşap masayatertemiz beyaz bir örtü serilmişti.Mr. Cruncher, kırkyama yatak örtüsünün
altında Harlequin[14] gibi uzanıyordu. İlk baştaderin uyuyordu ama sonra yavaş yavaşkıpırdanmaya, sağa sola dönmeye başladı venihayet çarşafları parçalayacakmış gibi durankirpi saçlarıyla doğruldu yerinden. Bulunduğuyerden müthiş bir öfkeyle bağırdı;\"Gene mi başladın yaa!\"Tertipli ve hamarat görünüşlü bir kadın, lafıüstüne alınarak telaş ve korku içinde dizçöktüğü köşeden kalktı.\"Söylesene!\" dedi Mr. Cruncher, yerdekiçizmelerini aranırken. \"Gene mi başladın?\"Sabahı bu ikinci selamlamayla karşıladıktansonra, üçüncü olarak kadına çizmesinin tekinifırlattı. Çizme çamur içindeydi ve bu da Mr.Cruncher'ın evi geçindirme şekline dair tuhaf birdurumu ortaya koyuyordu, çünkü adambankadan eve genelde temiz çizmelerlegelmesine rağmen ertesi sabah uyandığında aynıçizmeleri çamura bulanmış halde bulurdu.
\"Söylesene be,\" dedi Mr. Cruncher, hedefikaçırdıktan sonra tonlaması da değişmişti; \"Nehalt ediyorsun, baş belaaası?\"\"Sadece dua ediyordum.\"\"Sadece dua ediyormuş! Aman ne iyi kadın!Sen etsen etsen beddua edersin bana.\"\"Beddua etmiyordum; gerçekten senin içindua ediyordum.\"\"Etmiyordun. Etsen bile bir halta yaramaz.Baksana! Anan ne iyi kadınmış Jerry, babanınmutluluğuna engel olmak için beddua ediyor.Ne kadar saygılı bir anan var, değil mi evlat? Birde dindar ki; atmış kendini yerlere, bir tanecikoğlunun ağzından ekmeğini kapmak için duaediyor resmen kadın.\"Bu sözlerden rahatsız olan küçük Cruncher –üzerinde bir gömlek vardı– annesine dönerekyiyeceklerinin gitmesine şiddetle itiraz etti.\"Ne sandın be inatçı kadın,\" dedi Mr.
Cruncher, kasıtsız bir tutarsızlıkla, \"dualarınınbir işe yarayacağını mı sandın? Ne olacak kikarşılığında?\"\"Dua etmek içimden geliyor Jerry. Başka birşey değil.\"\"Başka bir şey değilmiş,\" diye tekrar etti Mr.Cruncher. \"Bir değeri yok yani. Ne olursa olsun,bir daha benim için dua etme sakın.İstemiyorum. Sen böyle yerlerde gizli gizli dizçöktün, diye işim kesat gitmeyecek. İlla dizçökeceksen, kocanın ve oğlunun hayrına dizçök, onlara karşı değil. Eğer senin gibi tuhaf birkadın, şu çocuğun da senin gibi tuhaf bir anasıolmayaydı geçen hafta bu kadar bedduaedileceğime ve bu kadar zarar görüp talihsizoyuna geleceğime bir dolu para kazanırdım.Öyle değil mi?\" dedi Mr. Cruncher, bir yandanda giyiniyordu, \"Öyle olmasa, hangi dua ya daüfürük geçen haftayı namuslu bir esnaf içinböyle bir talihsizliğe dönüştürebilirdi! HadiJerry, giyin sen de oğlum ve ben çizmelerimitemizlerken anana göz kulak ol, eğer gene dizçöktüğünü görürsen falan hemen bana haber
ver. Bana bak,\" dedi gene kansına, \"bir dahaböyle konuşmayacağım seninle. Bir at arabasıkadar sarsağım şu anda, afyon çekmiş gibiuykum var, her yanım öyle gerildi ki acı neredengeliyor hissetmiyorum bile, ben miyim birbaşkası mı, cebimde beş kuruş para da yok vebence sen cebime beş kuruş para girmesin, diyesabahın köründen akşama kadar dua ettiğin içinböyle, bu duruma daha fazla tahammületmeyeceğim. Baş belaaası, anladın mı beni?\"Tüm bu lafların üzerine bir de homurdanmayabaşlamıştı adam, \"Tabii ya! Sen dindarsın.Kocan ve çocuğunla ilgili bir konuda tersgitmezsin, di mi? Yapmazsın öyle şey!\" İçindekabaran öfkeyi bütün alaycılığıyla kusan Mr.Cruncher çizmelerini temizlemeye başladı ve işegitmek için hazırlandı. Bu arada kirpi saçlarınispeten yumuşak olan ve gözleri babasınınkigibi birbirine yakın duran oğlu, kendisindenistendiği şekilde, gözünü annesinin üzerindenayırmıyordu hiç. Yattığı o küçücük alandagiyinirken boyuna kafasını uzatıp, \"Annemdizüstü çöküyor. –Heey, baba!\" diye bağırarak
zavallı kadını rahatsız ediyor ve bu uydurukpaniği yarattıktan sonra kayıtsız bir sırıtışla geriçekiliyordu.Mr. Cruncher'ın siniri, kahvaltıya oturduğundabile geçmemişti. Mrs. Cruncher'ın sofradaşükretmesine sinir oldu.\"Aman be Baş belaaası! Kapıyorsun? Genemi?\"Karısı yalnızca \"şükrettiğini\" söyledi.\"Etme!\" dedi Mr. Cruncher etrafına bakınarak,sanki bir somun ekmek karısının duasınınardından ortadan kaybolacaktı. \"Ne evde ne deevin dışında kutsanmak istemiyorum.Soframdaki yiyeceklerin de kutsanmasınıistemiyorum. Anladın mı?\"Sanki bütün gece bir ziyafette tıkınıpdurmaktan gözüne uyku girmemiş gibi, kançanağına dönmüş gözleri ve tüm suratsızlığıylakahvaltıyı yemekten çok mahvetti ve birhayvanat bahçesinin herhangi bir dört ayaklı
sakini gibi homur homur homurdanmaya devametti. Saat dokuza doğru, dağılmış görüntüsünütoparlayıp olabildiğince saygın ve işadamı gibibir havaya bürünerek kendi doğal halinisakladıktan sonra, işe doğru yola koyuldu.O her ne kadar kendini \"namuslu bir esnaf\"olarak tanımlamayı sevse de, yaptığı işe ticaretdemek çok zordu. Tüm malı, arkası krık birsandalyeden bozma ahşap bir tabureydi, kibabasının yanında yürüyen küçük Jerry hersabah bunu bankanın Temple Bar'a en yakınolan penceresinin önüne taşırdı, bu tabure vegetir götür işi yapan adamı soğuktan veyağmurdan korumak amacıyla geçen her türlüaraçtan toplanan avuç dolusu saman o günkükarargâh malzemelerini oluştururdu. Görevnoktasındaki Mr. Cruncher, Fleet Caddesi veTemple için, o Bar kadar bilindik bir figürdü,tabii bir o kadar da sevimsiz.Dokuza çeyrek kala karargâh alanına varmışve üç köşeli şapkasıyla Tellson'a giden en yaşlıadamlara selam vermeye hazır durumda olanJerry, bu rüzgârlı mart sabahında, yanında
küçük Jerry ile makamındaki yerini aldı; küçükJerry, şiddetli fiziksel ve zihinsel zarar vermeamacını uygulayabileceği kadar küçük olançocukları bulmak için Temple Bar'dadolaşmadığı zamanlarda babasının yanındadururdu hep. Baba oğul birbirlerine çokbenziyorlardı, sessizce Fleet Caddesi'ndekisabah trafiğine bakarlarken sanki iki göz gibiduran kafalarıyla bir çift maymunuandırıyorlardı. Bu benzerlik rastlantısal değildi,büyük Jerry saman çöpünü ağzında çiğneyiptükürürken küçük Jerry de kırpışan gözlerlehuzursuz huzursuz hem etrafı hem de babasınıizliyordu.Tellson Bankası'ndaki hizmetlilerden birikapıdan dışarı başını uzatıp seslendi.\"Seni istiyorlar!\"\"Yaşasın baba! İşe erken başladık!\"Küçük Jerry babasını uğurladıktan sonratabureye oturdu, babasının deminden beriçiğnediği samana odaklandı gene ve
düşüncelere daldı.\"Hep paslı! Parmakları hep paslı!\" diyemırıldandı küçük Jerry. \"Babam bütün o demirpasını nereden buluyor acaba? Burada demirpası yok ki!\"
IIBir GörünüşTellson Bankası'nın en yaşlı memurlarındanbiri, \"Old Bailey Mahkemesi'nin yerinibiliyorsun, değil mi?\" dedi haberci Jerry'ye.Jerry emin bir tavırla, \"Evet efendim,\" diyekarşılık verdi. \"Bailey'i biliyorum.\"\"Güzel. Mr. Lorry'yi de biliyorsundur.\"\"Efendim, Mr. Lorry'yi de biliyorum, Bailey'ibildiğimden daha iyi biliyorum hatta onu.Namuslu bir esnaf olarak,\" dedi Jerry, bir parçasorguya çekilen isteksiz bir tanık gibi, \"Bailey'ibilmek isteyebileceğimden çok daha fazla.\"\"Harika. Tanıkların girdiği kapıyı bul ve kapıgörevlisine Mr. Lorry için gönderilen bu notugöster. O zaman seni içeri alacaktır.\"\"Mahkemeye mi efendim?\"
\"Evet mahkemeye.\"Mr. Cruncher'ın gözleri, birbirine \"Buna nebuyrulur?\" diye sorarcasına biraz dahayaklaşmıştı sanki.\"Mahkemede bekleyecek miyim efendim?\"dedi bu fikir alışverişinin sonucunda.\"Anlatacağım şimdi. Kapıdaki görevli, notuMr. Lorry'ye verecek ve sen de onun dikkatiniçekecek hareketler yapıp kendini göstereceksin.Sonrasında yapman gereken tek şey seniçağırana kadar yerinde beklemek.\"\"Hepsi bu kadar mı efendim?\"\"Evet bu kadar. Yanında bir haberci olsunistiyor. Sen kendini belli edeceksin ona.\"İhtiyar memur notu katlayıp üzerine bir şeyleryazarken, Mr. Cruncher, sessizce onu inceledive sıra kurutma kâğıdını bastırma aşamasınageldiğinde şöyle dedi; \"Galiba bugünKalpazanları yargılayacaklar, değil mi?\"
\"Vatan hainlerini!\"\"Parçalayacaklar yani,\" dedi Jerry. \"İnsanlıkdışı!\"İhtiyar memur \"Yasa böyle,\" dedi şaşkın birşekilde gözlüklerini üzerine dikerek. \"Yasaböyle.\"\"Yasalara göre bir adamı lime lime etmek hiçde kolay değil, öldürmek zor ama limelereayırmak daha zor olmalı efendim.\"\"O kadar da değil,\" diye karşılık verdi ihtiyarmemur. \"Yasalar hakkında böyle konuşma.Lafına sözüne dikkat et arkadaşım ve yasalarakarışma. Benden sana tavsiye.\"\"Üzüntümden böyle diyorum efendim,\" dediJerry. \"Yaptığım işin ne kadar üzücü olduğunuanlayın.\"\"Yaa işte,\" dedi ihtiyar memur; \"hepimizgeçinmek için çeşitli yollara başvuruyoruz.Bazılarınınki üzücüdür, bazılarınınki sıkıcıdır.
Şimdi al şu notu, yola koyul bakalım.\"Jerry notu aldı ve pek hürmet edermiş gibibaşıyla selamladı onu, sonra da kendi kendine,\"Seni çiroz ihtiyar,\" dedi ve oğluna gideceği yerhakkında bilgi verdikten sonra yola koyuldu.O günlerde suçluları Tybum'de asarlardı, buyüzden Newgate Hapishanesi'nin önündeuzanan cadde sonradan edindiği kötü namasahip değildi daha. Ama hapishane korkunç biryerdi, her türlü ahlaksızlığın ve rezilliğinişlendiği, mahkemeye gelen sanıklardan bulaşanmeşum hastalıkların ürediği bir yerdi burası,hatta bazen sanık yerinden doğruca YüceYargıç'a bulaşırdı bu hastalıklar ve onubulunduğu kürsüden tepetaklak aşağı indirirdi.Yargıcın, siyah cüppesiyle, sanığın olduğu kadarkendi ölüm fermanını da imzaladığı, hatta ondanönce öldüğü olurdu bazen. Geri kalanlar içinOld Bailey, ölümcül ünlü bir hanın avlusuydusanki, solgun yüzlü yolcular buradan sürekliolarak arabalarla alınır, öbür dünyaya doğruhazin bir yolculuğa çıkartılırlardı; halka ibretolsun, diye de ağır ağır ana cadde ve yollarda
ilerler, varsa, az sayıdaki iyi yürekli vatandaşınyüreğini parçalarlardı. İnsanları yola getirmekiçin oldukça etkili, ideal bir yöntemdi. İnfazedilenlerin sergilendiği alan, yılların bilgehapishanesi, boyutlarını hiç kimseninkestiremediği cezalar açısından ünlü bir yerdi;son derece insancıl, durumu yumuşatan başkabir eski alan da kamçılama direğiydi;yeryüzünde işlenebilecek en korkunç kiralıkkatil cinayetlerine yol açan, atalardan kalmabaşka bir bilgelik olan kan parası alışverişleriyapılırdı burada. Sözün kısası, Old Bailey ogünlerde, \"Var olan doğru olandır,\" ilkesinin pekgüzide bir örneğiydi; nihai olduğu kadar miskinbir aforizmadır bu aslında, yaratacağı sıkıntılısonucu, yani eskiden var olan hiçbir şey yanlışdeğildir düşüncesini hesaba katmaz hiç.Haberci kokuşmuş kalabalıkta, kendi yolunuaçmaya alışkın bir adamın becerisiyle bu iğrençsahneyi dağıtarak sessizce ilerledi, aradığı kapıyıbuldu ve notu aralıktan içeri uzattı. O zamanlarinsanlar, tıpkı Bedlam'daki[15] oyunları izlemekiçin yaptıkları gibi Old Bailey'deki oyunları
izlemek için para öderlerdi. Ama Bedlam'dakilerçok daha eğlenceliydi tabii. Bu yüzden OldBailey'in bütün kapılarında –sanıkların girdiğikapı hariç, onlar hep ardına kadar açıkbırakılırdı– nöbetçiler dururdu hep.Kısa bir gecikme ve tereddüdün ardındankapının menteşeleri gönülsüzce açılarak MrJerry Cruncher'ı mahkemeye kabul etti.Yanındaki adamlardan birine, \"Ne oluyor?\"diye fısıldadı.\"Bir şey yok daha.\"\"Ne olacak peki?\"\"Vatan hainliği davası.\"\"Parçalayacaklar ha?\"\"Ahh!\" dedi adam iştahla; \"önce asacaklar,ama tam ölmeden önce indirip kendi gözüönünde karnını yaracaklar, sonra bütün içorganlarını çıkarıp o bakarken yakacaklar, sonra
da kafasını kesecekler, adam dörde bölünecek.İşte cezası bu.\"\"Yani eğer Suçlu bulunursa,\" dedi Jerry,verilecek hükme bağlı olduğunu hatırlatarak.\"Haa! Suçlu bulunur mutlaka,\" dedi diğeri.\"Merak etme.\"Mr. Cruncher'ın dikkati bu noktada, elindenotuyla, Mr. Lorry'yi içeri alan kapı görevlisinekaymıştı. Mr. Lorry, diğer peruklubeyefendilerin arasına, bir masaya oturdu.Önünde bir yığın kâğıt olan peruklu birbeyefendinin, dava vekilinin yakınındaydı,hemen karşısında ise elleri ceplerinde duranbaşka bir peruklu beyefendi vardı ki, Mr.Cruncher'ın izlediği süre boyunca, bütündikkatini mahkemenin tavanına yöneltmişti,Jerry birkaç kere sertçe öksürdükten, çenesiniovuşturduktan ve eliyle işaret ettikten sonra onabakınmak için ayağa kalkmış olan Mr. Lorry'nindikkatini çekebildi, Mr. Lorry sessizce başınıöne doğru salladıktan sonra tekrar yerine oturdu.
Az önce konuştuğu adam, \"Onun bu davaylane ilgisi var?\" diye sordu.\"Valla ben de bilmiyorum,\" dedi Jerry.\"Peki senin ne ilgin var, diye sorsam?\"\"Valla onu da bilmiyorum,\" dedi Jerry.Yargıcın içeri girmesiyle ortalığın karışmasıve salondaki yerleşme telaşıyla konuşmalarıyarıda kaldı. O anda herkesin gözleri sanıkkürsüsüne yöneldi. Orada beklemekte olan ikigardiyan dışarı çıktı ve sanığı getirip parmaklıklıbölmeye koydular.Tavanı seyre dalmış olan peruklubeyefendinin haricinde salondaki herkesgözlerini adamın üzerine dikti. Hepsinin nefesibir deniz, rüzgâr ya da ateş gibi sardı adamı.Onu görebilmek için sütunların arkasından veköşelerden meraklı yüzler uzanmıştı; arkasıralardaki seyirciler hiçbir şeyi kaçırmamak içinayağa kalktılar; salonun aşağı kısmındakilerellerini önlerindeki insanların omuzlarına koyup
bir şekilde adamı görmeye çalıştılar; adama dairhiçbir ayrıntıyı kaçırmamak için kimi ayaklarınınucunda yükseldi, kimi pencere pervazına çıktı,kimi neyin üstünde durduğunu bile bilmedi.Bütün bu kargaşanın içinde Jerry, Newgate'insivri demirli duvarının timsali gibi dikiliyorduayakta. Bu sırada gelirken içtiği biranın kokusudiğer insanların nefeslerinden yayılan bira, cin,çay ve kahve dalgalarına karışıyor, sanığa kadarulaşıyor ve arkasındaki koca pencerelerde kirlibir buğu ve yağmur oluşturuyordu.Bütün bu bakışların ve tantananın hedefi yirmibeş yaşlarında, yapılı, hoş görünümlü, yanıktenli ve kahverengi gözlü genç bir adamdı. Halitavrıyla tam bir centilmendi. Sade, siyah ya dakoyu gri renkli bir kıyafet vardı üzerinde veuzun siyah saçları ensesinde bir kurdeleyletoplanmıştı, ama bu süsten çok saçlarınınyüzüne gelmemesi içindi. Nasıl zihnin duygusu,bedeni örten herhangi bir şey aracılığıylakendini ifade ediyorsa, adamın durumununsebep olduğu solgunluk da yanağındakikahverengilikten ileri geliyordu ve böylelikle,
ruhun güneşten daha güçlü olduğunu göstermişoluyordu. Yoksa oldukça soğukkanlı biradamdı, içeri girdiğinde yargıcı selamlamış,sessizce beklemekteydi.Kendisine yönelen bunca bakışın ve ilgininsebebi, hiç de insanlığı yüceltecek türdendeğildi. Eğer orada sadece daha hafif bir cezaalma tehlikesiyle dikiliyor olsaydı –hatta zalimişkencelerin birinden bile bertaraf edilmesi gibibir ihtimal olsaydı– işin bütün heyecanıkaçacaktı. Beklenen manzara ölüme mahkûmbedenin arsızca cezasını çekmesiydi; parçalanıplime lime doğranacak olan ölümsüz yaratık buheyecana teslim olmuştu. Seyirciler gösterdikleribu ilgi için ne derse desin, geliştirdikleri çeşitliyöntemlere ve düzenbazlık becerilerine bakılırsabu ilginin altında yatan, Gaddarlıktı.\"Sessizlik lütfen! Charles Darnay dünkendisinin yüce, şerefli, eşsiz hükümdarımızKral Hazretleri'ne çeşitli durumlarda ve çeşitlişekillerde ve yollarla ihanet ettiği ve yüce,şerefli, eşsiz hükümdarımızla savaşında FransaKralı Lewis'e yardım ettiği; diğer bir deyişle söz
konusu yüce, şerefli, eşsiz hükümdarımızınhâkimiyetindeki topraklarla, söz konusu FransalıLewis'inkiler arasında gidip geldiği ve sözkonusu yüce, şerefli, mükemmelhükümdarımızın Kanada ve Kuzey Amerika'yagöndereceği güçler konusunda söz konusuFransalı Lewis'e, haince, ikiyüzlüce, gaddarca vealçakça bilgi verdiği ithamlarını (bin bir gürültüve patırtıyla) reddederek suçsuz olduğunubildirdi.\" Hukuk terimleri diken saçlarını daha dadikleştirse de Jerry söylenenlerden az çok birşeyler çıkarabilmişti, böylece öncedenkonuşulan, tekrar tekrar konuşulan meseleylebirleştirince bunun orada dikilen CharlesDarnay'in duruşması olduğunu anladı; jüriyemin ediyor ve Dava Vekili olan beykonuşmaya giriş yapıyordu.O an salondakilerin zihninde asılmakta, kafasıuçurulmakta ve parçalanmakta olan (ve kendiside bunun farkında olan) suçlu, ne durumdankorkuyor ne de acıklı bir hal takınıyordu. Sessizve dikkatliydi; açılış konuşmalarını ciddi birilgiyle izliyordu ve dikildiği yerde ellerini
önündeki ahşap parmaklığın üstüne öyle sağlamyerleştirmişti ki, bunun üzerine saçılmış olanotların teki bile yerinden kıpırdamamıştı.Hapishane kokusuna ve hastalıklarına karşıönlem olsun, diye mahkeme salonunun heryerine otlar saçılmış, sirke dökülmüştü.Üzerine ışığın yansıması için sanığın tepesinebir ayna yerleştirilmişti. O zamana kadar bir dolugünahkâr ve sefili yansıtmıştı bu ayna, sonraaynanın yüzeyinden de, dünyadan da göçüpgitmişti hepsi. Tıpkı okyanusun ölüleri karayaatması gibi ayna da üzerine yansıyan ogörüntüleri geri gönderebilseydi bu mekruh yeriğrenç hayaletlerden geçilmezdi. Bu salondagerçekleşmiş olan rezillikler ve alçaklıklarsanığın da aklından geçiyor olmalıydı. Tambunları düşünürken, hafifçe kıpırdanmasıylayüzüne gelen ışık huzmesini fark ederek tavanabaktı; aynayı görünce yüzü kıpkırmızı oldu vesağ eliyle otları bir kenara itti.Sonra hareketlenmenin olduğu sol tarafadöndü. Az ötede, Yargıç kürsüsünün olduğuköşede oturan iki kişiye takıldı hemen gözleri;
sanığın hali tavrı bir anda öyle değişmişti kiüzerindeki bütün gözler onun baktığı yereçevrildi hemen.Seyirciler oturan iki kişiyi, yirmili yaşlardagenç bir hanım ile her halinden babası olduğubelli olan beyi gördüler; adam bembeyazsaçlarıyla hemen fark ediliyordu ve yüzündetarifsiz bir duygu yoğunluğu vardı; ama öylecanlı bir yüz değildi bu, düşüncelere dalıpgitmiş, kendi kendine konuşur gibi bir hali vardıdaha çok. Bu haliyle yaşlı biriymiş gibigörünüyordu; ama bu ifade kaybolduğunda –şimdi olduğu gibi, kızıyla konuşurken bir anda–hayatının baharındaymış gibi yakışıklı bir adamoluyordu.Kızı babasının koluna girmiş oturuyordu,diğer elini de kolunun üzerine koymuştu. Hemgördüğü manzaranın korkunçluğundan hem desanığa acıdığından iyice sokulmuştu babasına.Etrafı saran tuhaf dehşetin, suçlunun içindeolduğu vahametin ve duyduğu merhametinetkisiyle alnı çatılmıştı iyice. O kadar gözeçarpan, güçlü ve doğal bir ifadeydi ki bu, sanık
için en ufak bir acıma hissi duymayan seyircilerbile etkilenmişti bundan ve fısıltılar yükseldi:\"Kimmiş onlar?\"Gömüldüğü köşesinde bir yandan kendiçapında gözlemler yaparken bir yandan daparmağındaki pasları emmekle uğraşan haberciJerry bu kişilerin kim olduklarını duymak içinkafasını uzattı. Etrafındaki kalabalığın sorusudiğer uçtaki görevliye kadar gitmiş, oradan danispeten yavaş bir hızla geri dönmüştü, bilginihayet Jerry'ye ulaştı:\"Tanıklarmış.\"\"Hangi tarafın tanıklarıymış?\"\"Aleyhte tanıklarmış.\"\"Kimin aleyhinde?\"\"Sanığın.\"Gözleri herkesin baktığı yere çevrilmiş olan
Yargıç onları çağırıp arkasına yaslandı ve SavcıBey ipi büküp baltayı bilemek ve çivileridarağacına çakmak için kalktığı sırada gözlerini,hayatı kendisine bağlı olan adama dikti.
IIIBir Hayal KırıklığıSavcı, sanığın yaşça genç olsa da hayatınabedel olacak olan vatan hainliği konusundatecrübeli olduğunu belirtmek zorunda kaldıjüriye. Halk düşmanlarıyla olan ilişkisi nebugüne, ne düne, hatta ne geçen seneye, ne debir önceki seneye aitti. Fransa ve İngilterearasında çok uzun zamandır gidip geliyordu veaçıklamasını yapamadığı gizli işler çevirdiği çokaçıktı. Eğer hainlik her yanı sarmış olsaydı(neyse ki böyle bir şey yoktu) yaptığı işlerin asılkötülüğü ve kabahati hiç ortaya çıkmayabilirdide. Neyse ki Tanrı, korkudan ve günahtan uzakbir kuluna, bu sanığın düzenlediği komplolarıortaya çıkarma ve dehşet içerisinde, tüm bunlarıMajesteleri'nin yardımcısına ve onurlu ÖzelMeclis'e açıklama görevi vermişti. Bu vatanseverşahıs şimdi huzurlarına gelecekti. Hem konumhem de tavır itibarıyla son derece yüce birinsandı. Bu kişi sanığın arkadaşıydı, ama hayırlıve belalı bir günde onun rezilliğini fark
etmesiyle işler değişmiş, artık bu vatan haininibağrına basamayacağına, onu vatanının kutsalsunağında barındıramayacağına karar vermişti.Eski Roma ve Yunanistan'da olduğu gibiİngiltere'de de halka faydası olmuş kişilerinheykelleri dikilseydi, bu olağanüstü vatandaşında bir heykeli dikilirdi mutlaka. Ama böyle birkarar olmadığına göre heykeli de olmayacaktımuhtemelen. Şairlerin de dediği gibi Erdem'inbulaşıcı bir hali vardı (jürideki kişilerin pek çokşiiri ezbere, satır satır bildiğini düşünüyordu;oysa jürinin yüzünde, şiirler hakkında hiçbir şeybilmediklerini belli eden suçluluk dolu bir ifadevardı); özellikle yurtseverlik ve vatan sevgisiolarak bilinen şey ışıl ışıl erdemdi. Kral adınaşahitlik yapacak olan saflık ve kusursuzlukörneği bu şahıs ki, kendisinden söz etmek bilebir onurdu, sanığın uşağıyla irtibata geçmiş veonda, efendisinin masasının çekmecelerini veceplerini karıştırma, bazı evrakları saklamakonusunda kutsal bir kararlılık uyandırmıştı. Butakdire değer uşakla ilgili aşağılayıcı sözlerduymaya hazırdı aslında (Savcı); ama (Savcı)onu kendi kardeşlerine, ağabeylerine tercih etti
ve gene kendi anne ve babasına ettiğinden dahaçok hürmet etti ona (Savcı). Ardından jüriüyelerini de aynı şekilde davranmaya davet etti.Bu iki şahidin sunacakları deliller ve elegeçirdikleri diğer belgeler, sanığınMajesteleri'nin ordularıyla ilgili bilgilerle nasıldonatılmış olduğunu gösterecekti, dahası karadave denizdeki yapılandırılma ve hazırlıklarla ilgilibilgileri, her zamanki gibi düşman kuvvetlerebildirdiği şüphe götürmez bir gerçekti. Listelerinsanığın elyazısıyla yazıldığı kanıtlanamamıştıbelki; ama bu hiçbir şeyi değiştirmezdi; aslındasanığın önlemini alırken ne kadar kurnazdavrandığını ortaya koyduğu için dava açısındandaha iyiydi bu. Deliller beş sene öncesinedayanıyor ve sanığın daha o zamanlardan yaniİngiliz ve Amerikan ordularının ilkçatışmalarından birkaç hafta önce bu zararlıvazifeyi üstlendiğini gösteriyordu. Busebeplerden dolayı, vatansever (bundan emindi)ve sorumluluk sahibi (bundan da emindi) jüriüyeleri, kesinlikle bu sanığı Suçlu ilan etmeli, budurumdan hoşnut olsalar da olmasalar da onunhayatına son vermelilerdi. Bu sanığın kafası
uçurulmadıkça ne jüri üyeleri başlarını huzuriçinde yastıklarına koyabilirdi, ne eşlerininbaşlarını yastığa koymalarına tahammüledebilirlerdi ne de çocuklarının başlarınıyastıklarına koymaları fikrine katlanabilirlerdi;kısaca hiçbirine rahat ve huzur içinde başlarınıyastıklarına koymak nasip olmayacaktı.Başsavcı konuşmasını başa sararak, aklagelebilecek her şey adına sanığın suçlubulunması talebiyle bitirdi; zaten ortaya attığıtüm yasal iddialar sonucunda sanık onun içinçoktan ölüp gitmişti.Başsavcının konuşması bittiğinde salonda biruğultu koptu; sanki koca bir atsineği sürüsü,başına gelecekleri anlamış gibi sanığın başınatoplaşmıştı. Ses azaldığında kusursuz vatansevertanık kabinindeki yerini almıştı.Başsavcı yardımcısı, üstünün önderliğindevatansever tanığı sorgulamaya başladı;beyefendinin adı John Barsad'dı. Bu iyi insanınhikâyesi aynen Başsavcının anlattığı gibiydi –hatta fazla aynıydı. Adam o asil bağrında taşıdığıyükü attıktan sonra mütevazı bir şekilde
çekilecekti ki önünde kâğıtlar olan ve Mr.Lorry'nin az ötesinde oturan peruklu adam onabirkaç soru sormak istedi. Tam karşıda oturanperuklu adam hâlâ tavana bakıyordu.Hiç casusluk yapmış mıydı? Hayır, bu imayakarşılık suratını ekşitmişti. Neyle geçiniyordu?Kendi özel mülkleriyle. Özel mülkü neredeydi?Nerede olduğunu tam olarak hatırlamıyordu.Neydi bu? Bu kimseyi ilgilendirmezdi.Birisinden miras mı kalmıştı? Evet, mirastı.Kimden miras kalmıştı? Uzak bir akrabadan.Çok mu uzak bir akrabaydı bu? Biraz. Hiç hapsegirmiş miydi? Kesinlikle hayır Borçlularınkaldığı hapishanede de mi kalmamıştı hiç?Bunların davayla ne ilgisi vardı? Borçlularınkaldığı hapishanede kalmamış mıydı hiç? Birkez daha geldi soru. Hiç mi? Evet kalmıştı. Kaçdefa? İki ya da üç kere. Beş-altı defa olabilir mi?Belki. Mesleği neydi? Bir beyefendi. Hiç tekmeyemiş miydi? Olabilir. Sık sık? Hayır. Hiçmerdivenlerden aşağı tekmelenmiş miydi?Kesinlikle hayır; bir keresinde merdivenintepesinde bir tekme gelmişti ve o da
kendiliğinden düşmüştü aşağıya. Zar atarkenhile yaptığı için mi tekmelenmişti? Saldırıyıgerçekleştiren sarhoş öyle demişti, ama bu doğrudeğildi. Doğru olmadığına yemin edebilir miydi?Elbette. Kumarda hile yaparak geçindiği olmuşmuydu hiç? Asla. Kumar oynayarak geçindiğiolmuş muydu? Diğer beyefendilerin oynadığıkadardı. Hiç bir mahkûmdan borç para almışmıydı? Evet. Ona parasını geri vermiş miydi?Hayır. Mahkûmla olan yakınlığı, ki aslında okadar da yakın değillerdi, posta arabasında,handa, vapurdaki zorlama muhabbetlerdenibaret değil miydi? Hayır. Mahkûmun elinde bulisteleri gördüğüne emin miydi? Emindi, Bulisteler hakkında başka bir şey biliyor muydu?Hayır. Bunları kendisi üretmiş olabilir miydi?Hayır. Bu kanıtlara karşılık alacağı bir şey varmıydı? Hayır. Tuzak kurmak için devletten paraalıyor muydu? Ne münasebet, Ya da başka birşey için? Ah, hayır! Yemin eder miydi? Tabii kide. Şu anda orada olmasının tek sebebivatanseverliği miydi? Kesinlikle.Erdemli uşak Roger Ciy tanık sandalyesinde
uzun uzun yemin etti. Dört yıl önce tüm iyiniyeti ve saflığıyla sanığın yanında çalışmayabaşlamıştı. Calais gemisinde sanığa bir yardımcıisteyip istemediğini sormuş, sanık da onu yanınaalmıştı, iyilik olsun, diye kendisini işe almasınıistememişti sanığın, böyle bir şey hiç geçmemiştiaklıdan. Ama sonradan sanıktan şüphelenip onuizlemeye başlamıştı. Seyahat için kıyafetlerinihazırlarken sanığın ceplerinde sürekli bunabenzer listeler görüyordu. Bu listeleri de sanığınmasasının çekmecesinden almıştı. İlk görüşüdeğildi bunları. Sanığın aynı listeleri Calais'deFransızlara, benzerlerini de hem Calais hem deBoulogne'de gene Fransızlara gösterdiğinigörmüştü. Vatanını seviyordu, buna tahammüledemezdi, bu yüzden gereken kişilere bilgiverdi. Hiçbir zaman gümüş bir çaydanlıkçaldığından şüphe edilmemişti; bir hardalkabıyla ilgili bir iftira atılmıştı ama o da kaplamaçıkmıştı. Son tanığı yedi-sekiz yıldır tanıyordu;ama tamamen tesadüftü bu. Tuhaf bir tesadüfdenemezdi buna; tesadüfler çoğunlukla tuhafolurdu zaten. Dahası, tek dürtüsününvatanseverlik olmasını tuhaf bir tesadüf olarak
görmüyordu. Hakiki bir Britanyalıydı o vekendisi gibi pek çok insanın olmasını ümitediyordu.Atsinekleri yeniden uğuldadı ve Başsavcı Mr.Jarvis Lorry'yi çağırdı.\"Mr. Jarvis Lorry, siz Tellson Bankası'ndaçalışıyorsunuz, öyle değil mi?\"\"Evet.\"\"1775 Kasımı'nda bir cuma gecesi, iş içinposta arabasıyla Londra'dan Dover'a gittinizmi?\"\"Gittim.\"\"Arabada başka yolcu var mıydı?\"\"İki kişi daha vardı.\"\"Bu kişiler geceleyin yolda indiler mi?\"\"İndiler.\"
\"Mr. Lorry, sanığın yüzüne iyi bakın. O ikiyolcudan biri bu kişi miydi?\"\"Bunu söylemek çok zor.\"\"O iki yolcudan birine benziyor mu peki?\"\"Her ikisi de sıkı sıkı sarınmıştı, çok karanlıkbir geceydi ve herkes kendi âlemindeydi;gerçekten bir şey söylemek çok zor.\"\"Mr. Lorry sanığın yüzüne bir kez daha bakın.Sanığın o iki yolcu gibi sarınıp sarmalandığınıdüşünecek olursanız, cüsse ve duruş itibarıylaikisine de hiç benzemiyor, diyebilir misiniz?\"\"Hayır.\"\"Peki onlardan biri olmadığına yemin edebilirmisiniz, Mr. Lorry?\"\"Hayır.\"\"Yani o iki yolcudan biri olabilir diyorsunuz?\"
\"Evet. Yalnız diğer iki yolcu –tıpkı benimgibi– yol kesen soygunculardan korkuyordu,oysa bu sanığın hiç korkak bir hali yok.\"\"Hiç sahte korkaklığa tanık oldunuz mu Mr.Lorry?\"\"Gördüm tabii ki.\"\"Mr. Lorry, sanığın yüzüne bir kez dahabakın. Onu daha önce hiç görmüş müydünüz?\"\"Evet, görmüştüm.\"\"Ne zaman?\"\"Birkaç gün sonra Fransa'dan dönüyordum veCalais'de bindiğim vapura bindi ve beraberyolculuk ettik.\"\"Vapura ne zaman bindi?\"\"Gece yarısını biraz geçe.\"\"Gecenin köründe. O saatte binen tek yolcu o
Search
Read the Text Version
- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- 8
- 9
- 10
- 11
- 12
- 13
- 14
- 15
- 16
- 17
- 18
- 19
- 20
- 21
- 22
- 23
- 24
- 25
- 26
- 27
- 28
- 29
- 30
- 31
- 32
- 33
- 34
- 35
- 36
- 37
- 38
- 39
- 40
- 41
- 42
- 43
- 44
- 45
- 46
- 47
- 48
- 49
- 50
- 51
- 52
- 53
- 54
- 55
- 56
- 57
- 58
- 59
- 60
- 61
- 62
- 63
- 64
- 65
- 66
- 67
- 68
- 69
- 70
- 71
- 72
- 73
- 74
- 75
- 76
- 77
- 78
- 79
- 80
- 81
- 82
- 83
- 84
- 85
- 86
- 87
- 88
- 89
- 90
- 91
- 92
- 93
- 94
- 95
- 96
- 97
- 98
- 99
- 100
- 101
- 102
- 103
- 104
- 105
- 106
- 107
- 108
- 109
- 110
- 111
- 112
- 113
- 114
- 115
- 116
- 117
- 118
- 119
- 120
- 121
- 122
- 123
- 124
- 125
- 126
- 127
- 128
- 129
- 130
- 131
- 132
- 133
- 134
- 135
- 136
- 137
- 138
- 139
- 140
- 141
- 142
- 143
- 144
- 145
- 146
- 147
- 148
- 149
- 150
- 151
- 152
- 153
- 154
- 155
- 156
- 157
- 158
- 159
- 160
- 161
- 162
- 163
- 164
- 165
- 166
- 167
- 168
- 169
- 170
- 171
- 172
- 173
- 174
- 175
- 176
- 177
- 178
- 179
- 180
- 181
- 182
- 183
- 184
- 185
- 186
- 187
- 188
- 189
- 190
- 191
- 192
- 193
- 194
- 195
- 196
- 197
- 198
- 199
- 200
- 201
- 202
- 203
- 204
- 205
- 206
- 207
- 208
- 209
- 210
- 211
- 212
- 213
- 214
- 215
- 216
- 217
- 218
- 219
- 220
- 221
- 222
- 223
- 224
- 225
- 226
- 227
- 228
- 229
- 230
- 231
- 232
- 233
- 234
- 235
- 236
- 237
- 238
- 239
- 240
- 241
- 242
- 243
- 244
- 245
- 246
- 247
- 248
- 249
- 250
- 251
- 252
- 253
- 254
- 255
- 256
- 257
- 258
- 259
- 260
- 261
- 262
- 263
- 264
- 265
- 266
- 267
- 268
- 269
- 270
- 271
- 272
- 273
- 274
- 275
- 276
- 277
- 278
- 279
- 280
- 281
- 282
- 283
- 284
- 285
- 286
- 287
- 288
- 289
- 290
- 291
- 292
- 293
- 294
- 295
- 296
- 297
- 298
- 299
- 300
- 301
- 302
- 303
- 304
- 305
- 306
- 307
- 308
- 309
- 310
- 311
- 312
- 313
- 314
- 315
- 316
- 317
- 318
- 319
- 320
- 321
- 322
- 323
- 324
- 325
- 326
- 327
- 328
- 329
- 330
- 331
- 332
- 333
- 334
- 335
- 336
- 337
- 338
- 339
- 340
- 341
- 342
- 343
- 344
- 345
- 346
- 347
- 348
- 349
- 350
- 351
- 352
- 353
- 354
- 355
- 356
- 357
- 358
- 359
- 360
- 361
- 362
- 363
- 364
- 365
- 366
- 367
- 368
- 369
- 370
- 371
- 372
- 373
- 374
- 375
- 376
- 377
- 378
- 379
- 380
- 381
- 382
- 383
- 384
- 385
- 386
- 387
- 388
- 389
- 390
- 391
- 392
- 393
- 394
- 395
- 396
- 397
- 398
- 399
- 400
- 401
- 402
- 403
- 404
- 405
- 406
- 407
- 408
- 409
- 410
- 411
- 412
- 413
- 414
- 415
- 416
- 417
- 418
- 419
- 420
- 421
- 422
- 423
- 424
- 425
- 426
- 427
- 428
- 429
- 430
- 431
- 432
- 433
- 434
- 435
- 436
- 437
- 438
- 439
- 440
- 441
- 442
- 443
- 444
- 445
- 446
- 447
- 448
- 449
- 450
- 451
- 452
- 453
- 454
- 455
- 456
- 457
- 458
- 459
- 460
- 461
- 462
- 463
- 464
- 465
- 466
- 467
- 468
- 469
- 470
- 471
- 472
- 473
- 474
- 475
- 476
- 477
- 478
- 479
- 480
- 481
- 482
- 483
- 484
- 485
- 486
- 487
- 488
- 489
- 490
- 491
- 492
- 493
- 494
- 495
- 496
- 497
- 498
- 499
- 500
- 501
- 502
- 503
- 504
- 505
- 506
- 507
- 508
- 509
- 510
- 511
- 512
- 513
- 514
- 515
- 516
- 517
- 518
- 519
- 520
- 521
- 522
- 523
- 524
- 525
- 526
- 527
- 528
- 529
- 530
- 531
- 532
- 533
- 534
- 535
- 536
- 537
- 538
- 539
- 540
- 541
- 542
- 543
- 544
- 545
- 546
- 547
- 548
- 549
- 550
- 551
- 552
- 553
- 554
- 555
- 556
- 557
- 558
- 559
- 560
- 561
- 562
- 563
- 564
- 565
- 566
- 567
- 568
- 569
- 570
- 571
- 572
- 573
- 574
- 575
- 576
- 577
- 578
- 579
- 580
- 581
- 582
- 583
- 584
- 585
- 586
- 587
- 588
- 589
- 590
- 591
- 592
- 593
- 594
- 595
- 596
- 597
- 598
- 599
- 600
- 601
- 602
- 603
- 604
- 605
- 606
- 607
- 608
- 609
- 610
- 611
- 612
- 613
- 614
- 615
- 616
- 617
- 618
- 619
- 620
- 621
- 622
- 623
- 624
- 625
- 626
- 627
- 628
- 629
- 630
- 631
- 632
- 633
- 634
- 635
- 636
- 637
- 638
- 639
- 640
- 641
- 642
- 643
- 644
- 645
- 646
- 647
- 648
- 649
- 650
- 651
- 652
- 653
- 654
- 655
- 656
- 657
- 658
- 659
- 660
- 661
- 662
- 663
- 664
- 665
- 666
- 667
- 668
- 669
- 670
- 671
- 672
- 673
- 674
- 675
- 676
- 677
- 678
- 679
- 680
- 681
- 682
- 683
- 684
- 685
- 686
- 687
- 688
- 689
- 690
- 691
- 692
- 693
- 694
- 695
- 696
- 697
- 698
- 699
- 700
- 701
- 702
- 703
- 704
- 705
- 706
- 707
- 708
- 709
- 710
- 711
- 712
- 713
- 714
- 715
- 716
- 717
- 718
- 719
- 720
- 721
- 722
- 723
- 724
- 725
- 726
- 727
- 728
- 729
- 730
- 731
- 732
- 733
- 734
- 735
- 736
- 737
- 738
- 739
- 740
- 741
- 742
- 743
- 744
- 745
- 746
- 747
- 748
- 749
- 750
- 751
- 752
- 753
- 754
- 755
- 756
- 757
- 758
- 759
- 760
- 761
- 762
- 763
- 764
- 765
- 766
- 767
- 768
- 769
- 770
- 771
- 772
- 773
- 774
- 775
- 776
- 777
- 778
- 779
- 780
- 781
- 782
- 783
- 784
- 785
- 786
- 787
- 788
- 789
- 790
- 791
- 792
- 793
- 794
- 795
- 796
- 797
- 798
- 799
- 800
- 801
- 802
- 803
- 804
- 805
- 806
- 807
- 808
- 809
- 810
- 811
- 812
- 813
- 814
- 815
- 816
- 817
- 818
- 819
- 820
- 821
- 822
- 823
- 824
- 825
- 826
- 827
- 828
- 829
- 830
- 831
- 832
- 833
- 834
- 835
- 836
- 837
- 838
- 839
- 840
- 841
- 842
- 843
- 844
- 845
- 846
- 847
- 848
- 849
- 850
- 851
- 852
- 853
- 854
- 855
- 856
- 857
- 858
- 859
- 860
- 861
- 862
- 863
- 864
- 865
- 866
- 867
- 868
- 869
- 870
- 871
- 872
- 873
- 874
- 875
- 876
- 1 - 50
- 51 - 100
- 101 - 150
- 151 - 200
- 201 - 250
- 251 - 300
- 301 - 350
- 351 - 400
- 401 - 450
- 451 - 500
- 501 - 550
- 551 - 600
- 601 - 650
- 651 - 700
- 701 - 750
- 751 - 800
- 801 - 850
- 851 - 876
Pages: