Important Announcement
PubHTML5 Scheduled Server Maintenance on (GMT) Sunday, June 26th, 2:00 am - 8:00 am.
PubHTML5 site will be inoperative during the times indicated!

Home Explore İki Şehrin Hikâyesi-Charles DİCKENS

İki Şehrin Hikâyesi-Charles DİCKENS

Published by eminyukseloglukaihl, 2019-10-22 15:36:59

Description: İki Şehrin Hikâyesi-Charles DİCKENS

Search

Read the Text Version

Bu durum Charles Darnay'in umutsuzcaverdiği Paris'e gitme kararını perçinlemişti.İşte. Tıpkı eski hikâyedeki denizci gibi,rüzgârlar ve akıntılarla Mıknatıs Taşı Kayalığı'nadoğru sürükleniyordu ve Paris de onu aynenböyle kendisine çekiyordu ve gitmesigerekiyordu. Aklına gelen her şey onu dahabüyük bir hızla ve daha da istikrarlı bir şekildebu korkunç çekim merkezine sürüklüyordu.Kederli toprakları kötü emelli insanların elinedüşmüşken, kendisinin orada öylece oturuşuDarnay'i çok huzursuz ediyordu ve akan kanıdurdurmak için hiçbir şey yapamıyor, yalnızcamerhamet ve insanlık umuyordu. Onu hemboğan hem de üzen bu huzursuzluğun etkisiyle,görev bilinci çok güçlü olan cesur ve yaşlıbeyefendiyle karşılaştırırken buldu kendini; budokunaklı karşılaştırmanın (kendisi için oldukçaonur kırıcıydı) hemen ardından eski meselelerleilgili olarak Monsenyör'ün iğneleyici ve alaycısözleriyle Stryver'ın kaba ve kırıcı laflarınıhatırladı. Bunlar yetmezmiş gibi Gabelle'inmektubunu düşündü sonra; ölüm tehlikesinde

olan masum bir mahkûm kendisinin adaletinden,şerefinden ve yüksek adından medet umuyordu.Kararını vermişti. Paris'e gitmeliydi.Evet. Mıknatıs Taşı Kayalığı Darnay'ikendisine doğru çekiyordu ve o da kayalıklaraçarpana dek yol almalıydı. Kayadan haberiyoktu Darnay'in; hiçbir tehlike görmüyordubunda. Yapmaya niyetlendiği şeyi, yarımbırakmış da olsa, bunu Fransa'ya gidipanlattığında büyük takdirle karşılanacaktı. Sonrabu güzel davranışının şaşaalı görüntüsü, çoğuyüce dimağa ait iyimser bir serap gibi belirdiönünde, hatta feci bir çılgınlıkla ilerleyen buöfkeli devrimi yönlendirecek bir etkiye sahipolduğunu bile hayal etti.Aklında bu karar, sokakta bir aşağı bir yukarıyürürken, gidene kadar ne Lucie'nin ne deDoktor Manette'in bundan haberdar olmamalarıgerektiğine karar verdi. Lucie ayrılık acısınıyaşamamalıydı ve eski tehlikeli günleredönmeye her an hazır olan babası da bunuendişe ve şüphe edilecek bir durum olarak değil,

atılmış bir adım olarak görmeliydi. Doktor'unzihninde Fransa'daki eski günleri çağrıştırmaktankederli bir endişeyle kaçındığından, ona içindekieksiklikten bahsetmek ne derece doğru olur,tartışılırdı. Ama başlı başına bir meseleydi bu.Tellson'a dönüp, Mr. Lorry'ye veda etme vaktigelene dek zihni bu düşüncelerle meşgul, biraşağı bir yukarı yürümeye devam etti. Paris'evarır varmaz bu yaşlı dostunun yanına gidecekti,ama şimdilik bu niyetinden hiç bahsetmemeliydiona.Bankanın önünde atlı bir posta arabasıbekliyordu ve Jerry de ayağında çizmeleri, tamteçhizat hazırdı.\"O mektubu teslim ettim,\" dedi CharlesDarnay Mr. Lorry'ye. \"Yazılı bir yanıt verip sizizor duruma sokmak istemedim, ama ağızdan birhaber yollayabilir miyiz?\"\"Tehlikeli bir şey değilse olur tabii,\" dedi Mr.Lorry, \"seve seve.\"

\"Kesinlikle tehlikeli değil. Gerçi Abbaye'dekibir mahkûma gidecek.\"\"Adı ne?\" diye sordu Mr. Lorry, küçük notdefterini açarak.\"Gabelle.\"\"Gabelle. Peki hapisteki bu talihsiz mahkûmagöndereceğimiz mesaj ne?\"\"Kısaca, 'mektubu okudu, gelecek,' dersiniz.\"\"Zaman belirtecek miyiz?\"\"Yarın gece yola çıkacak.\"\"Peki birinin adını verecek miyiz?\"\"Hayır.\"Mr. Lorry'nin kat kat hırka ve pelerinleresarınmasına yardım ettikten sonra beraberce eskibankanın ılık havasından Fleet Caddesi'nin pusluhavasına çıktılar. Mr. Lorry ayrılırken, \"Lucie'yle

küçük Lucie'ye sevgilerimi ilet lütfen,\" dedi, \"veben dönünceye kadar onlara iyi bak.\" Arabahareket ettiğinde Charles Darnay başınısallayarak şüpheli bir şekilde gülümsedi.O gece –Ağustos'un on dördünde– geçsaatlere kadar oturdu ve hararetli bir şekilde ikimektup yazdı; biri Lucie'yeydi, Paris'e gitmezorunluluğunu, bunun neden gerekli olduğunuve orada başına bir iş gelmeyeceğinden ne kadaremin olduğunu uzun uzun anlatmıştı; diğermektup ise Doktor Manette'eydi, Lucie'yi vesevgili küçük kızlarını ona emanet ediyor, diğermektuptaki meseleleri vurguluyordu. İkisine deoraya gider gitmez iyi olduğunu kanıtlayacakmektuplar göndereceğini yazmıştı.Zihninde ilk defa birbirlerinden ayrılacaklarıdüşüncesiyle o günü onlarla geçirmek Charlesiçin zor olmuştu. Hiçbir şekildeşüphelenmedikleri bu masum yalanı saklamakyorucu bir durumdu. Öte yandan, mutlu ve birşeylerle meşgul olan karısına yönelttiği şefkatlibir bakış onları bekleyen şeyi söylememekonusundaki kararını daha da güçlendirmişti

(yoksa az daha açılacaktı karısına, onun dingindesteği olmadan hareket etmek çok tuhaftı) veböylece gün çabucak geçti. Akşam Lucie'ye veonun bir o kadar değerli adaşına sarıldı ve geçolmadan döneceğini söyleyerek (güya bir işiçıkmıştı ve içinde kıyafetlerinin olduğu valiz birköşede saklı duruyordu) ağırlaşmış kalbiyle,caddenin ağır ve sisli havasına karıştı.Görünmez güç onu hızla kendisine çekiyorduşimdi ve bütün akıntılar ve rüzgârlar vargüçleriyle destek oluyordu buna. İki mektubuda, gece yansından tam yarım saat önceulaştırması için güvenilir bir ulağa bırakıpDover'a gitmek üzere atına atlayarakyolculuğuna başladı. Dünyanın en değerlivarlıklarını arkasında bırakıp Mıknatıs TaşıKayalığı'na doğru sürüklenirken, dağılan kalbizavallı mahkûmun \"Tanrı aşkına, adalet adına veasil adınızın büyüklüğü ve şerefi adına!\"sözlerinden güç buluyordu.

Üçüncü BölümFırtınanın Rotası

IGizli1792 sonbaharında, İngiltere'den Fransa'yagitmek üzere yola çıkan yolcu ağır ağır ilerlediyolunda. Bahtsız Fransa Kralı bütün ihtişamıylatahtında oturuyor olsaydı bile bütün o kötüyollar, kötü donanım ve kötü atlar yüzündenvaracağı yere gecikecekti, ama değişen zamanlarbunların dışında başka engeller debarındırıyordu içinde. Her bir köy girişinde vevergi dairesinin önünde bir grup vatansever,ellerinde ateşlemeye hazır tüfekler, gelen geçenidurdurup çapraz sorguya tutuyor, belgeleriniinceliyor, kendi listelerinden isimlerine bakıyor,yaklaşan \"Cumhuriyet ve Özgürlük, Eşitlik,Kardeşlik ya da Ölüm\" adına o anda en doğrusuneyse ya da neyi uygun görüyorlarsa, onları yageri gönderiyorlar, ya yollarına devamettiriyorlar ya da durdurup tutukluyorlardı.Charles Darnay, Fransa topraklarına vardıktançok kısa bir süre sonra, Paris'te iyi bir vatandaş

olarak ilan edilene kadar bu yollardan geridönüşünün mümkün olmadığını anladı. Başınane gelirse gelsin yolun sonuna kadar gitmeliydi.Hiçbir köy onu geri çevirmemiş, yoluna hiçbirset çekilmemişti daha, ama kendisiyle İngilterearasında uzanan sımsıkı sürgülü demir bir kapıvarmış gibi geliyordu ona. Öyle büyük birtedirginlik içindeydi ki, bir ağın içinedüşürülmüş olsa ya da gideceği yere bir kafesiçinde götürülüyor olsa, gene de özgürlüğününbu kadar elinden alındığı hissine kapılamazdı.Bu büyük tedirginlik onu yolda günde yirmidefa durdurmakla kalmıyor, onu bir de yirmidefa yolundan geciktiriyordu, bazen arkasındanbir atlı gelip onu yolundan döndürüyor; bazenönünde giderken birden işkillenerek onudurduruyor; bazen de yanında giderek gözünüüzerinden ayırmıyordu. Paris'e hâlâ çok uzakolan, yolunun üzerindeki küçük bir kasabada,bitap düşmüş bir halde kendini yatağa attığındaFransa'daki yalnız yolculuğunun üzerindengünler geçmişti.Abbaye Hapishanesi'ndeki kederli Gabelle'in

mektubundan başka hiçbir şey onu buralarakadar getiremezdi. Bu küçük yerdeki karakoldaonu o kadar sıkıştırmışlardı ki, yolculuğununburada son bulacağı hissine kapılmıştı. Buyüzden gecenin bir yarısı birilerinin kaldığıküçük hana gelip kendisini uyandırmasına hiçşaşırmadı.Darnay ürkek bir görevli ile yatağın üzerindeoturan ve ağızlarında pipoları, başlarında kabakırmızı kasketleri olan silahlı üç vatandaştarafından uyandırılmıştı.\"Mülteci!\" dedi görevli, \"seni bir refakatçieşliğinde Paris'e göndereceğim.\"\"Yurttaş, ben zaten Paris'e gitmekten başka birşey istemiyorum, ama refakatçiye gerek yok.\"\"Dur bakalım!\" diye homurdandı kırmızıkasketli, tüfeğinin ucuyla yatak örtüsünüvurarak. \"Sakin ol aristokrat!\"\"Vatansever arkadaşın dediği gibi,\" dediürkek görevli, \"sen bir aristokratsın ve yanına

refakatçi şart parasını da sen vereceksin.\"\"Başka şansım yok galiba,\" dedi CharlesDarnay.\"Şans mı!\"Şuna bakın hele!\" diye haykırdıaynı çatık kaşlı kırmızı kasketli görevli. \"Adamılamba direğine asılmaktan koruyoruz, ettiği lafabakın!\"\"Vatansever arkadaşın söylediği gibi,\" dedigörevli. \"Kalk da giyin bakalım mülteci.\"Darnay söylenenleri yerine getirdi ve kabakırmızı kasketli diğer vatanseverlerin pipotüttürüp içki içtiği ve işaret ateşinin yanındauyudukları askerî karakola geri götürüldü.Burada refakatçilerine yüklüce bir paraödedikten sonra sabahın üçünde beraberce ıslaksokaklarda yola koyuldular.Kırmızı kasketli, rozetli iki refakatçi, atlarınınüstünde, ellerinde tüfekleri ve süvari kılıçlarıylaDarnay'in iki yanında ilerlediler. Refakat edilen,ne kadar kendi atını kendisi idare etse de

dizginlerine bir ip bağlanmıştı ve yurttaşlardanbiri de bunun diğer ucunu kendi bileğinedolamıştı. Bu halde, yüzlerine vuran sert yağmureşliğinde ilerlediler; engebeli kaldırımlarda ağıraksak, çamura bata çıka yol aldılar. Bu halde,atları ve hızları haricinde hiçbir şeyideğiştirmeden, başkente uzanan çamurluyollarda zikzaklar çizdiler.Gece boyunca yol alıp gün ağardıktan bir-ikisaat sonra mola verdiler ve alacakaranlık çökenekadar da dinlendiler. Refakatçilerin kıyafetleriöyle sefildi ki, adamlar çıplak bacaklarına samansarıp yırtık pırtık omuzlarını yağmurdankorumak için gene bu samanlarla örtmüşlerdi.Bu kadar yakın ve sıkı bir şekilde takip ediliyorolmasının verdiği sıkıntı ile refakatçilerdenbirinin son derece dikkatsizce taşıdığı tüfekelindeyken sürekli içmesinin yarattığı tehlikenindışında Charles Darnay üzerindeki baskının içinidaha fazla daraltmasına izin vermeyip kalbiniferah tutmaya çalıştı; zira daha açılmamış olanbir davadan ve Abbaye'deki mahkûmunonaylayabileceği türdeki beyanlardan korkması

yersizdi.Ama Beauvais kasabasına vardıklarında –sokakların insanla dolup taştığı bir akşam vakti–meselenin vahim olduğunu görmek hiç de zorolmadı. Gelişini görmek için posta avlusundatoplanmış olan kalabalık hep bir ağızdanbağırıyordu, \"Mülteci insin aşağı!\"Tam eyerinden aşağı inecekken şu an içineyerin en güvenli yer olduğuna karar vererekinmekten vazgeçti ve \"Mülteci karşınızda iştearkadaşlar! Fransa'ya kendi isteğimle gelmedimmi?\" dedi.Elinde bir çekiç, \"Sen lanetli bir mültecisin,\"diye öfkeyle bağırdı kalabalığın içinden birnalbant; \"ayrıca lanetli bir aristokratsın!\"Posta müdürü, bu adamla atlının eyeri (belli kibu sırada bunlardan yapıyordu o da) arasınagirerek sakinleştirici bir tarzda, \"Bırak, bırak!Paris'te yargılanacak nasıl olsa,\" dedi.\"Yargılanacak tabii!\" diye tekrar etti nalbant

çekicini sallayarak. \"Öyle tabii! Vatan hainiolarak hüküm giyecek.\" Bunun üzerinekalabalık büyük bir uğultuyla onayladı.Darnay, atının başını avluya çeviren postamüdürüne engel olarak (sarhoş vatansever ise,bileğine dolanmış iple, sakin sakin eyerindeoturmuş, etrafı izliyordu), sesini duyurabildiğiilk anda şöyle dedi:\"Arkadaşlar, ya kendinizi kandırıyorsunuz yada birileri sizi kandırıyor. Ben vatan hainideğilim.\"\"Yalan söylüyor!\" diye bağırdı demirci. \"Şuyeni yasa çıkalı beri vatan haini o. Hayatı halkınelinde. Kahrolası hayatı ona ait değil artık!\"Darnay kalabalığın gözlerinin içindekisaldırgan telaşı görür görmez bunun kendisineyöneleceğini anlamıştı; o anda posta müdürüDarnay'in atını, avlunun olduğu tarafa çevirdi,refakatçiler hemen dibine yanaştılar atın ve postamüdürü de kapıları sıkı sıkıya kapattı. Nalbantelindeki çekiçle kapıya sertçe vurduğunda

kalabalık homurdandı, ama başka da bir şeyolmadı.Posta müdürüne teşekkür ettikten sonraavluda dururlarken, \"Demirci hangi yasadanbahsediyordu?\" diye sordu Darnay.\"Mültecilerin mülklerinin satılmasıyla ilgili biryasa.\"\"Ne zaman çıktı?\"\"On dördünde.\"\"İngiltere'den ayrıldığım gün!\"\"Dediklerine göre bu sadece biriymiş, şimdiolmasa da sonradan mültecileri başımızdanatacak ve geri dönenleri yargılayacak başkayasalar da çıkacakmış. Hayatın bize bağlı derkenbunu kastediyordu.\"\"Ama daha çıkmamış ki bu yasalar!\"\"Bilmiyorum,\" dedi posta müdürü, omuz

silkerek; \"çıkmıştır belki ya da çıkacaktır. Hepsiaynı sonuçta. Ne fark eder?\"Gece yarısına kadar bir tavanarasındakisamanların üstünde dinlendiler ve bütün kasabauykudayken tekrar yola koyuldular. Bu çılgınyolculuğu gerçek dışı yapan ve gözlemlediklerien büyük değişikliklerden biri, artık herkesindaha az uyuyor oluşuydu. İç karartıcı ve ıssızyollarda uzun bir süre yol aldıktan sonra,karanlıktan uzak, lambaları ışıl ışıl parlayan fakirkulübe öbeklerine varacaklardı ve burada,gecenin köründe ortalıkta ruh gibi dolanan,kuruyup büzülmüş özgürlük ağacının etrafındael ele vermiş dönen ya da hep beraber dimdikdurarak özgürlük şarkısı söyleyen insanlarlakarşılaşacaklardı. Ama neyse ki o gece Beauvaisuykudaydı da işleri rast gitti ve bir kere dahayalnızlığa ve ıssızlığa karıştılar; kâh zamansızbastıran soğuk ve yağmurun eşliğinde, o yılürün vermemiş olan ve yanan evlerin siyahkalıntılarıyla çeşitlenen verimsiz tarlalardangeçtiler, kâh tüm yollara pusu kurupsaklandıkları yerden aniden çıkarak önlerinde

biten vatansever devriyelerin karşısındadizginlere asıldılar.Gün ışığı sonunda onları Paris'in kapısındayakaladı. Bariyer kapalıydı ve o yöneilerlediklerinde ortalık nöbetçiden geçilmiyordu.Nöbetçinin dışarı çağırdığı sert görünüşlü biryetkili \"Mahkûmun kâğıtları nerede?\" diyesordu.Bu tatsız kelimeden doğal olarak rahatsız olanCharles Darnay bu kişiye kendisinin özgür biryolcu ve Fransız vatandaşı olduğunu, yanındakirefakatçileri de ülkenin karışık durumundandolayı parayla tuttuğunu anlattı.Aynı şahıs, duyduklarına aldırmadan,\"Mahkûmun kâğıtları nerede?\" diye sordu tekrar.Sarhoş refakatçi, şapkasının içindeki kâğıtlarıçıkarıp uzattı. Gabelle'in mektubuna göz atanyetkili şahıs kafası karışmış ve şaşırmış birhalde, büyük bir dikkatle Darnay'i süzdü.

Adam tek kelime etmeden yanlarındanayrılarak, tek başına karakola girdi; o sıradaDarnay ve refakatçileri de kapının önünde,atlarının üzerinde beklediler. Bu gergin bekleyişsırasında etrafına bakınan Charles Darnay,girişin askerler ve vatansever yurttaşlartarafından tutulduğunu gördü, yurttaşların sayısıaskerlerinkinden fazlaydı ve arabalarla malzemegetiren köylülerin ve benzeri tiplerin şehregirişleri kolayken, çıkış en sıradan vatandaş içinbile çok zordu. Kadın erkek çeşit çeşit insan, birsürü hayvan ve envai türde taşıt, çıkış içinbekliyordu; ama önceki kimlik denetimi o kadarsıkıydı ki, bariyerden çok yavaş ilerlemişlerdi.Bazıları kendilerine daha çok sıra olduğunugörerek uyumak ya da tütün içmek üzere yerlereuzanırken, bazıları da diğerleriyle çene çalıyorya da aylaklık ediyordu. Kırmızı kasket ve üçrenkli rozet hem kadınlar hem de erkeklerarasında pek revaçtaydı.Yarım saat kadar atının eyerinde oturup etrafıgözlemleyen Darnay karşısında yine aynıyetkiliyi buldu, adam nöbetçilere bariyeri

açmalarını söylüyordu. Ardından biri sarhoş,diğeri ayık refakatçilere eşlik ettikleri kişi için birmakbuz vererek, Darnay'den attan inmesini ricaetti. Darnay söyleneni yaptı ve iki yurttaş onunyorgun atını yanlarına alarak şehre girmedengeldikleri yoldan geri döndüler.Darnay ise yetkiliyle birlikte, adi şarap vetütün kokan, bazı askerlerin ve yurttaşlarıniçinde uyuyup uyandıkları, sarhoş ya da ayık,uykuyla uyanıklık arasında ve sarhoşluklaayıklık arasında halden hale geçerek oturduklarıya da uzandıkları karakola gitti. Birazı gecedenkalma gaz lambasından, birazı kapalı havadanyayılan ışık bir o kadar belirsiz bir durumuyansıtıyordu. Bazı kayıt defterleri masanınbirinde açık duruyordu ve kaba saba görünüşlü,suratsız bir görevli bunların üzerine eğilmişti.Adam üzerine bir şeyler yazmak üzere birkâğıt alarak, \"Yurttaş Defarge,\" dedi Darnay'igetiren yetkiliye. \"Bu mülteci Evremonde mu?\"\"Evet o.\"

\"Kaç yaşındasın Evremonde?\"\"Otuz yedi.\"\"Evli misin peki Evremonde?\"\"Evet.\"\"Evin nerede?\"\"İngiltere'de.\"\"Kuşkusuz. Karın nerede Evremonde?\"\"İngiltere'de.\"\"Kuşkusuz. Evremonde, La ForceHapishanesi'ne gönderildin.\"\"Aman Tanrım, nasıl olur!\" diye bağırdıDarnay. \"Hangi yasaya göre, hangi suçla?\"Görevli, doldurduğu kâğıttan başını kaldırıpbaktı bir an.\"Siz buradan gideli beri yeni yasalarımız var

Evremonde ve tabii yeni suçlar.\" Bunusöylerken yüzünde hoyrat bir gülüş vardı,yazmaya devam etti.\"Buraya, önünüzdeki kâğıtta ricası yazanvatandaşımıza yardım için, kendi isteğimlegeldiğimi belirtmek isterim. Gecikmeden banabu fırsatı vereceğinizi umut ediyorum. Bunahakkım yok mu?\" Görevli, \"Mültecilerin haklarıyoktur, Evremonde!\" diyerek duygusuz birkarşılık verdi. Yazısını bitirdi, bunu bir kez deiçinden okudu, sonra mühürleyip, \"Gizli\"diyerek Defarge'a verdi.Defarge elindeki kâğıtla mahkûma gelmesiniişaret etti. Mahkûm ona uydu ve iki silahlıvatansever yurttaş da onlara katıldı. Karakolunmerdivenlerini inip Paris'e yöneldiklerindeDefarge alçak bir sesle, \"Bir zamanlar Bastille'deyatan Doktor Manette'in kızıyla evlenen kişi senmisin?\" diye sordu Darnay'e.\"Evet!\" diye karşılık verdi Darnay, şaşkınlıklaona bakarak.

\"Adım Defarge ve St. Antoine Meydanı'ndabir şarap dükkânım var. Muhtemelenduymuşsundur beni daha önce.\"\"Karım babasını almak için evinize gelmiştideğil mi? Tabii ya!\"Defarge \"karım\" lafını duyunca birden sıkılıpsabırsızlıkla, \"Şu yeni doğan sert bayanGiyotin'in aşkına cevap ver; Fransa'ya nedengeldin?\" diye sordu.\"Neden geldiğimi az önce duydunuz.Söylediklerimin gerçek olduğuna inanmıyormusunuz?\"\"Senin zararına bir gerçek,\" dedi Defarge,çatılmış kaşlarıyla dimdik önüne bakarak.\"Neye uğradığımı şaşırdım burada. Her şeyöyle beklenmedik, insafsız ve hızlı bir şekildedeğişmiş ki neye uğradığımı şaşırdım. Banabiraz yardım edemez misiniz?\"\"Olmaz.\" Defarge hep dimdik önüne bakarak

konuşuyordu.\"Size bir şey sorsam cevap verebilir misiniz?\"\"Olabilir. Soracağın soruya bağlı. Nedirmesele?\"\"Bu kadar haksızca götürüldüğüm buhapishanede dışarıyla serbestçe iletişimkurabilecek miyim?\"\"Görürsün.\"\"Yargılanmadan ya da durumumu anlatmafırsatı bulamadan oraya kapatılacak değilimherhalde?\"\"Görürsün. Ama sonra ne olacak ki? Sendenönce benzer durumda pek çok kişi daha beterzindanlara kapatıldı.\"\"Ama bana böyle bir şey olmaz, değil miYurttaş Defarge?\"Defarge bir şey söyleyecek gibi gizemli bir

şekilde ona baktı ve sonra uzun ve katı birsessizliğe gömüldü. Sessizliği uzadıkça, adamınyumuşama ihtimali de giderek zayıflıyordu –yada Darnay öyle düşündü. Bu yüzden alelaceleşöyle dedi:\"La Force Hapishanesi'ne kapatılacağımgerçeği hesaba katılınca, Tellson Bankası'ndaçalışan ve şu anda Paris'te bulunan İngilizbeyefendi Mr. Lorry'yle konuşabilmek benimiçin son derece büyük bir önem taşıyor. Bunubenim için sağlayabilir misiniz?\"\"Sizin için,\" dedi Defarge ve kararlı bir şekildedevam etti, \"yapabileceğim hiçbir şey yok.Benim yükümlülüğüm ülkeme ve halkıma karşı.Size karşı onların yeminli kölesiyim ben. Siziniçin hiçbir şey yapamam.\"Darnay daha fazla yalvarmanın bir anlamıolmadığını hissetti, dahası gururu incinmişti.Sessizlik içinde ilerlerken halkın yoldan geçenmahkûmlara ne kadar aşina olduğunu gördü.Birkaç çocuk dışında onu fark eden yoktu.Yoldan geçen iki-üç kişi başlarını çevirip baktı

ve birkaç tanesi de aristokrat olduğunudüşünerek parmaklarını uzatıp salladı; ne de olsaiyi giyimli bir adamın hapishaneye götürülüyorolması bir işçinin iş elbiseleriyle işine gitmesikadar normaldi artık. Geçtikleri dar, karanlık vekirli bir sokakta taburenin üzerine çıkmış olanheyecanlı bir konuşmacı, kral ve kraliyetailesinin halka karşı işlediği suçları heyecanlı birkalabalığa anlatıyordu. Charles Darnay'in buadamın dudaklarından yakalayabildiği kadarıyla,kral hapisteydi ve bütün yabancı elçiler Paris'iterk etmişti. Yoldayken (Beauvais dışında) hiçbirşey duymamıştı. Refakatçiler ve büyüktedirginliği onu her şeyden soyutlamış olmalıydı.İngiltere'den ayrıldığı zaman içinde olduğutehlikelerden çok daha büyük tehlikelerin içindeolduğunu biliyordu şimdi. Tehdidin hızlaarttığını ve daha da artacağını da biliyorduşimdi. Son birkaç günde yaşadıklarının başınageleceğini bilseydi belki de bu yolculuğa hiççıkmayacaktı. Gene de kuruntuları göründüklerikadar karanlık değildi, ufak bir ışık vardı sanki.Gelecek sıkıntılı olduğu kadar belirsizdi de ve

bütün bu belirsizliğin içinde cahil bir umut vardı.Birkaç saat sonra başlayacak olan ve günler,gecelerce sürecek' katliam kutsal hasat zamanınıkana bulayacaktı, ama bu sanki yüz bin yıl sonraolacak bir şeymiş gibi geliyordu Darnay'e. \"Yenidoğan sert bayan giyotin\"i ismen kimse fazlatanımıyordu daha. Yakında gerçekleşecek olankorkunç eylemler de bunları yapacak kişilerinkafalarında şekillenmemişti belki o anda. Tümbunlar kibar bir zihnin içindeki belli belirsizkavramların içinde nasıl yer alabilirdi ki?Karısından ve çocuğundan zalimceayrılmışken, gözaltında göreceği adaletsizmuameleyi ve karşılaşacağı zorlukları tahminedebiliyordu, hatta emindi; ama bunun ötesindekorktuğu belli bir şey yoktu. Zihni, kasvetli birhapishane avlusunu doldurmaya yetecek budüşüncelerle dolu, La Force Hapishanesi'nevardılar.Şiş suratlı bir adam ağır kapıyı açtı veDefarge, \"Mülteci Evremonde,\" diyerek Darnay'itanıttı.

\"Tanrı cezalarını versin! Hiç bitmeyecek mibunlar?\" diye bağırdı şiş suratlı adam.Defarge adamın bağırmasına aldırış etmedenmakbuzu aldı ve iki muhafızıyla birlikte geridöndü.Karısıyla kalan gardiyan, \"Tanrı cezalarınıversin!\" diye bağırdı gene. \"Hiç bitmeyecek mibunlar?\"Bu soruya verecek cevabı olmayan karısı,\"Sabırlı olmak lazım canım!\" demekle yetindi.Kadının çaldığı zili duyup gelen üç gardiyan daaynı fikirdeydi ve içlerinden biri, duruma pekuygun olmasa da, \"Özgürlük aşkına!\" diyeekledi.Karanlık ve pis La Force Hapishanesi kasvetlibir hapishaneydi ve içeride ağır uykudankaynaklanan iğrenç bir koku vardı. Bu tür doğrudürüst ilgilenilmeyen yerlere tutuklu kalmışuykunun iğrenç kokusu ne çabuk sinerdi!Gardiyan kâğıda bakarak, \"Gizliymiş bir de!\"

diye homurdandı. \"Zaten patlamaya yerarıyorum!\"Adam aksi bir şekilde kâğıdı bir dosyanıniçine koydu ve Charles Darnay yarım saat kadaronun keyfinin gelmesini bekledi; kâh keskinkemerlerle dolu odada bir aşağı bir yukarıyürüyerek, kâh ağır bir taşın üstünde dinlenerek;her halükârda başında duran adamın veyanındakilerin hafızasına kazınmıştı.\"Gel!\" diye seslendi başındaki gardiyan,anahtarını çıkarırken, \"gel benimle, mülteci.\"Hapishanenin kasvetli loş ışığında yenisorumlusu eşliğinde koridorlardan vemerdivenlerden geçtiler, bir sürü kapı açılıpkilitlendi arkalarında ve nihayet, hem kadın hemerkek, bir dolu mahkûmla dolu olan geniş,basık, kubbeli bir salona geldiler. Kadınlar uzunbir masanın başına oturmuş, kimisi bir şeylerokuyup yazıyor, kimisi örgü örüyor, kimisi dikişdikip nakış işliyordu; erkeklerin birçoğu da yasandalyelerinin arkasına yaslanmış öyleceduruyor ya da salonda bir aşağı bir yukarı

dolanıp duruyordu.Yeni gelen mahkûm, içgüdüsel olarak yüzkızartıcı suçlar ve rezilliklerle bağdaştırdığımahkûmları görünce irkilip geri çekildi. Ama buuzun ve gerçekdışı gezintinin en gerçekdışıkısmı hepsinin o anda ayağı kalkarak kendisinizamanın en kibar tavırlarıyla ve hayatıgüzelleştiren tüm incelik ve zarafetleriylekarşılamaları oldu.Hapishanenin tarzı ve kasveti, bu incelikleriöyle garip bir biçimde gölgelemiş, mahkûmlartüm bu uygunsuz pisliğin ve sefaletin içindehayaletleri andıran öyle tuhaf halleredüşmüşlerdi ki, Charles Darnay kendini bir ölütopluluğunun içinde sandı. Hepsi birer hayalettisanki! Güzelliğin hayaleti, ihtişamın hayaleti,zarafetin hayaleti, gururun hayaleti, havailiğinhayaleti, zekânın hayaleti, gençliğin ve yaşlılığınhayaletleri, hepsi de düştükleri bu ıssız sahildenkurtulacakları günü bekliyordu ve hepsi dehapishaneye gelirken ölen gözlerini çevirmişona bakıyordu.

Charles Darnay bu görüntü karşısında donupkalmıştı. Gardiyan yanındaydı, diğerleri deortalıkta dolanıyordu ve her zamankimeşguliyetleriyle normal bir görüntü sergileselerde, oradaki üzgün annelerle hayatlarınınbaharındaki genç kızların –bütün o süslü kadın,güzel genç kadın ve görgülü olgun kadınhayaletlerinin– yanında öyle kaba duruyorlardıki, bu siluetlerin temsil ettiği her türlü deneyimve ihtimalin yarattığı zıtlık en uçlardaseyrediyordu. Mutlaka birer hayaletti hepsi. Buuzun, gerçek dışı ve illetli yolun sonundakarşısına bu kasvetli suretler çıkmıştı!Kibar görünümlü bir bey yanına yaklaşarak,\"Şu talihsiz topluluk adına, size La Force'a hoşgeldiniz demekten ve zatıalinizi aramıza getirenher ne felaket ise acınızı paylaşmaktan şerefduyarım. Acılarınızın en kısa zamanda sonaermesini temenni ederiz. Başka bir yerde olsaksormak münasebetsizlik olurdu elbet, ancakburada şartlar farklı olduğundan, adınızı vedurumunuzu öğrenebilir miyiz?\"Charles Darnay kendisini toparladı ve

bulabildiği en uygun sözcüklerle kendisinitanıttı.\"Ama umarım,\" dedi kibar bey, gözleriyleodada dolaşan başgardiyanı izlerken,\"gizlilerden değilsinizdir.\"\"Bu ifadenin ne anlama geldiğini bilmiyorum,ama böyle söylediklerini duydum.\"\"Ah, yazık olmuş! Buna çok üzüldük! Amacesaretinizi yitirmeyin; buradaki pek çok kişi ilkgeldiğinde gizliydi, ama çok kısa sürdü budurum.\" Sonra sesini yükselterek ekledi, \"Bunusöylediğim için üzgünüm ama –gizliymiş.\"Charles Darnay odayı geçip gardiyanınkendisini beklediği parmaklıklı kapıya ilerlerkenkalabalıktan merhamet dolu mırıltılar yükseldive bunların birçoğu –en belirginleri yumuşak vesevecen sesli kadınlara aitti– ona iyi dileklerdebulunarak cesaret veriyordu. Darnay parmaklıklıkapının yanına gelince dönerek onlarateşekkürlerini sundu; gardiyan demir kapıyıkapattı ve hayaletler gözünün önünden sonsuza

dek yok oldu.Kapı, yukarı çıkan taş bir merdiveneaçılıyordu. Beraber kırk basamak çıktıktan sonra(yarım saatlik mahkûm her bir basamağısaymıştı) gardiyan alçak siyah bir kapı açtı veboş bir hücreye girdiler. Soğuk ve rutubetliydiama karanlık değildi.\"Burası senin,\" dedi gardiyan.\"Neden yalnız tutuyorlar beni?\"\"Ben ne bileyim?\"\"Bir kalem, mürekkep ve kâğıt alabilirmiyim?\"\"Böyle bir emir verilmedi bana. Seni görmeyegeldiklerinde sorarsın. Şimdilik yalnızca yiyecekalabilirsin.\"Hücrede bir masa, bir sandalye ve bir de içisaman dolu döşek vardı. Gardiyan dışarıçıkmadan önce bu eşyaları ve hücrenin

duvarlarını şöyle bir teftiş ederken onun tamkarşısındaki duvara yaslanmış olan Darnay'indalgın zihninden bir dolu hayaller geçti,gardiyanın hem yüzünün hem de bedeninin öylesağlıksız bir şişliği vardı ki, sanki boğulmuş daiçi suyla dolmuş bir adam gibi görünüyordu.Gardiyan gittiğinde aynı dalgınlıkla, \"Sanki birölü gibi terk edildim işte,\" diye düşündü. Sonradurup döşeğe baktı ve tiksinerek başını çevirip\"ve ölümden sonra bedenimin karşılaştığı ilk şeyşurada sürünen yaratıklar oldu,\" diye geçirdiiçinden.\"Beşe dört buçuk adım, beşe dört buçuk adım,beşe dört buçuk adım.\" Mahkûm hücrede biraşağı bir yukarı yürüyüp odanın ölçüsünüalıyordu ve şehrin uğultusu, çıldırmış seslerinkarıştığı boğuk trampet sesleri gibi giderekartıyordu. \"O ayakkabı yapardı, o ayakkabıyapardı, o ayakkabı yapardı.\" Mahkûm odayıtekrar ölçtü ve sanki zihnini bu sözlerden uzaktutmak ister gibi, bu defa adımlarını daha hızlıattı. \"Kapı kapandığında gözden kaybolanhayaletler. İçlerinde biri vardı, pencerenin

pervazına yaslanmış ve altın sarısı saçlarına ışıkvurmuş siyah elbiseli bir kadın, sanki bir... Tanrıaşkına yola devam edelim, herkesin uyanıkolduğu aydınlık köylerden geçelim!.. Oayakkabı yapardı, ayakkabı yapardı, ayakkabıyapardı... Beşe dört buçuk adım.\" Zihninin enderinlerinden gelen ve debelenip duran budüşüncelerle mahkûm, giderek hızlanarakadımlarını sayıp durdu; şehrin uğultusu da aynışekilde giderek artıyordu –boğuk trampetseslerine eşlik eden iyi bildiği çığlıklar dinmekbilmiyordu.

IIBileği TaşıParis'in Saint Germain bölgesindeki TellsonBankası, yüksek bir duvar ve sağlam bir kapıylacaddeden ayrılan, önünde bir avlusu olan büyükbir binanın bir kanadında yer alıyordu. Bina,sıkıntılar baş gösterince üzerine aşçısınınkıyafetini geçirip tabanları yağlayan ve sınıngeçmeyi başaran önemli bir asilzadeye aitti.Avcıların elinden ne yapıp edip kaçmayı başaranve ruh göçü hâlâ gerçekleşememiş olan bucingöz, kakaosunu dudaklarına götürmek içinbir zamanlar aşçısından başka üç güçlü adamadaha ihtiyaç duyan Monsenyör'ün ta kendisiydi.Monsenyör kaçmıştı ve ondan yüksek maaşalıp günah işleyen üç güçlü adam, yeni doğan\"Cumhuriyet Birdir ve Bölünemez. Özgürlük,Eşitlik, Kardeşlik ya da Ölüm\"ün sunağındaonun boğazını kesmeye heves edipsabırsızlanarak kendilerini temize çıkarmışken,Monsenyör'ün evi haczedilmiş ve bütün malına

el konulmuştu. Olaylar o kadar hızlı ilerliyor,kanunlar birbiri ardına öyle çılgın bir telaşlaçıkarılıyordu ki, daha eylül ayının üçüncügecesinde kanunların vatansever temsilcileriMonsenyör'ün evini ele geçirerek her yeri üçrenge boyayıp odalarında konyak içiyordu.Tellson'un Londra şubesi, Paris'teki şubesindenfarksız olsaydı, çok geçmeden müdürün aklınıkaçırmasına ve bankanın iflasına neden olurdu.Ağırbaşlılık ve saygınlık timsali vakur İngilizler,bankanın avlusunda tahta kutulara dikilmişportakal ağaçlarını, bankonun arkasında daCupido'yu[31] görünce ne derdi kim bilir? Amaoluyordu işte böyle şeyler. Tellson her ne kadarCupido'nun üzerine beyaz sıva çekmişse de, otiril tiril kıyafetiyle, (çoğu kez yaptığı gibi)sabahtan akşama kadar paraya nişan alarak hâlâtavanda görülebiliyordu. İflası Londra'ya,Lombard Caddesi'ne kaçınılmaz olarak getirenbu genç pagan olmalıydı ve tabii bu ölümsüzçocuğun arkasındaki perdeli bölme, duvarıniçine yerleştirilen ayna ve en küçük tahrikteçıkıp halkın arasında dans eden ve hiç de yaşlıolmayan memurlar. Fransa'daki Tellson böyle

şeylerle gayet iyi başa çıkabilirdi ve işleryolunda gittiği sürece de kimse korkup parasınıçekmeye kalkışmamıştı.Bundan böyle hangi paralar çekilecektiTellson'dan ve orada hangi paralar yatacaktıöyle, kayıp ve unutulmuş; sahipleri hapislerdeçürürken ve şiddetle cezalandırılıp yok edilirkenhangi altınlar ve mücevherler Tellson'ınkasalarında kararacaktı; Tellson'daki kaç hesapbu dünyada açık kalıp kapatılması öbür dünyayakalacaktı; o gece bu sorulara, yoğun düşünceleredalmış Mr. Jarvis Lorry dışında cevapverebilecek kimse yoktu. Yeni yakılmışşöminenin (onca keşmekeş ve kıtlık içinde bir dekış erken gelmişti) başında oturan Mr. Lorry'nindürüst ve cesur yüzünü, asılı lambanın veodadaki başka hiçbir şeyin yansıtamayacağıkadar derin bir gölge kaplamıştı –dehşetingölgesi.Mr. Lorry, sağlam köklü bir sarmaşık misali,yıllardır hizmet ettiği şirkete olan bağlılığındandolayı bankadaki odalardan birinde kalıyordu.Bu sayede ana binadaki vatansever işgaline karşı

bir nevi güvenlik sağlamış oluyorlardı; ama iyikalpli yaşlı beyefendi buna hiç kafayormuyordu. Kendi işine bakıp bu türdurumlarla hiç ilgilenmiyordu. Avlunun dibinde,sütunların altında, arabalar için geniş bir alanvardı –hatta burada Monsenyör'ün arabaları daduruyordu. Sütunların ikisinde titrek alevli birerfener asılıydı ve dışarıda, bunların ışığında,kocaman bir bileğitaşı göze çarpıyordu:civardaki bir demirciden ya da başka biratölyeden alelacele getirilip kabaca yerleştirilmişgibiydi. Ayağa kalkıp pencereden dışarı, buzararsız şeylere bakan Mr. Lorry ürpererekşöminenin başındaki koltuğuna döndü. Yalnızcapencereyi değil, dışarıdaki kafesli panjuru daaçmıştı; tekrar her ikisini de kapatıp oturduğuyerde ürperdi gene.Yüksek duvarın ve büyük kapının arkasındakicaddelerden şehrin her zamanki gece uğultusugeliyordu ve buna ara sıra tarifsiz bir çınlamaeşlik ediyordu, tuhaf ve tüyler ürperticiydi,korkunç bir tabiatın alışılmamış sesleri göğeyükseliyordu adeta.

\"Tanrı'ya şükürler olsun,\" dedi Mr. Lorryellerini kavuşturarak, \"yakınım, sevdiğim hiçkimse bu gece bu korkunç şehirde değil. Tanrıtehlikede olan herkesi korusun!\"Çok geçmeden büyük kapının zil çaldı ve Mr.Lorry, \"Geldiler!\" diye düşünüp oturduğuyerden kulak kabarttı. Gelgelelim avluda sandığıgibi tantanalı bir istila olmamıştı; sonra kapınıngümbürtüsünü duydu tekrar ve ortalık sessizliğegömüldü.Mr. Lorry'nin içindeki tedirginlik ve korkubankayla ilgili belirsiz huzursuzluğunu ortayaçıkarmıştı, ama duygulan bu kadar uyanmışkenböylesine büyük bir değişimin bu hissi yaratmasıdoğaldı. Banka iyi korunuyordu ve Mr. Lorrybunu koruyan güvenilir adamların yanınagitmek için kalktığı sırada kapısı aniden açıldı veiçeri dalan iki kişiyi görünce büyük bir şaşkınlıkiçinde geri çekildi.Gelenler Lucie ve babasıydı! Lucie kollarınıaçmış ona doğru geliyordu, hayatının şudöneminde kendisine güç ve kuvvet vermek

adına yüzüne mühürlenmiş gibi duran o eskiyoğun ve şiddetli ciddiyet vardı.\"Ne oldu?\" diye bağırdı Mr. Lorry, nefesnefese, kafası karışmış bir halde. \"Neler oluyor?Lucie! Manette! Bir şey mi oldu? Sizi burayakadar getiren şey ne? Ne oldu?\"Mr. Lorry'nin kucaklamış olduğu Luciesolgun yüzü ve tüm telaşıyla bakışlarını Mr.Lorry'nin üzerine dikerek, soluk soluğa yalvaranbir sesle, \"Ah sevgili hayat arkadaşım! Kocam!\"diye inledi.\"Kocan mı Lucie?\"\"Charles.\"\"Ne olmuş Charles'a?\"\"O burada!\"\"Paris'te mi?\"\"Bir süredir buradaymış –üç ya dört gün –tam

kaç gündür bilmiyorum– düşüncelerimitoparlayamıyorum. Bilmediğimiz bir sebeple,birine yardım için gelmiş galiba; sonra şehringirişinde durdurulup hapse atılmış.\"Yaşlı adam kendini tutamayıp bir çığlık attı.Hemen hemen aynı anda büyük kapının zilitekrar çaldı ve bir sürü insan bağırtılar eşliğindepaldır küldür avluya doluştu.\"Bu gürültü de ne?\" dedi Doktor, pencereyedönerek.\"Bakmayın!\" diye bağırdı Mr. Lorry. \"Dışarıbakmayın sakın! Manette, canınızı seviyorsanızpanjura dokunmayın!\"Doktor, eli pencerenin kulpunda, döndü vegözüpek bir tebessümle şöyle dedi:\"Sevgili dostum, bu şehirde iyi bir hayatımvar. Bastille Hapishanesi'nde yatmış bir adamımben. Paris'te –sırf Paris mi? Bütün Fransa'daBastille'de hapis yattığımı bilip de beni bağrınabasmayacak, el üstünde tutmayacak bir

vatansever yoktur. Eski acım bana öyle bir güçverdi ki, o barikatı aşıp içeri girebildik ve busayede Charles'ın durumunu öğrenip buralaragelebildik. Böyle olacağını biliyordum; Charles'ıbütün tehlikelerden kurtarabileceğimibiliyordum; hatta Lucie'ye söylemiştim. –Bugürültü ne?\" Eli yine pencereye gitmişti.\"Sakın bakmayın!\" diye bağırdı Mr. Lorry,bütünüyle ümidini kaybetmiş bir halde. \"HayırLucie, sen de bakma evladım!\" Kollarınylasararak geri çekti Lucie'yi. \"Korkma yavrum!Yemin ederim ki Gharles'ın başına bir işgelmedi; bu berbat yerde olduğundan bileşüpheliyim. Hangi hapishaneye götürmüşler?\"\"La Force!\"\"La Force mu? Lucie yavrum, eğer hayatındacesur ve becerikli olduysan –ki daima öyleydin–şimdi kendini toparlamalısın ve sanasöyleyeceklerimi aynen yapmalısın; çünkü herşey buna bağlı ve bunu ne ben anlatabilirim nede sen tahmin edebilirsin. Bu gece onun içinyapabileceğin hiçbir şey yok; kesinlikle

yerinden kımıldamamalısın. Bunu söylüyorum,çünkü Charles için yapmanı istediğim şey, işinen zor yanı. Bir an önce sakinleşmelisin,sözümüzü dinleyip sessiz dur Seni arkaodalardan birine yerleştireyim. Babanla benibirkaç dakika yalnız bırak, biliyorsun ki bu birölüm kalım meselesi, gecikmeye gelmez.\"\"Ne derseniz yapacağım. Halinizden, elimdenbaşka bir şey gelmeyeceğini bildiğinizanlaşılıyor. Öyle diyorsanız öyledir.\"Yaşlı adam Lucie'yi öperek alelacele odasınagötürdü ve kapıyı üzerine kilitledi; sonra genealelacele Doktor'un yanına döndü ve pencereyiaçıp panjurları araladı, ardından elini Doktor'unkolunun üzerine koydu ve birlikte avluyabaktılar.Aşağıda kadınlı erkekli bir izdihamyaşanıyordu ama sayıları avluyu dolduracakkadar değildi, en fazla kırk-elli kişi vardı. Kapıyıbinanın sahipleri açmıştı onlara ve onlar da işgörmek için doğruca bileğitaşına hücumetmişlerdi; görünüşe bakılırsa bunu kendi

amaçları için, uygun ve sakin bir köşeyekoymuşlardı.Ama çalışanlar da, işleri de ne kadarkorkunçtu!Bileğitaşının iki kulpu vardı ve bunlarıçılgınca çeviren iki adamın yüzü, bileğitaşınınher dönüşünde yukarı kalkarak uzun saçlarınıhavalandırıyordu ve bu halleriyle, en gözüdönmüş haldeki en vahşi barbarlarınsimalarından bile daha korkunç ve zalimgörünüyorlardı. Takma kaşların ve bıyıklarınyapıştığı suratları kan ter içindeydi ve bütün oulumanın etkisiyle hepsi çarpılmıştı; hepsiningözleri delice bir heyecan ve uykusuzluklaçakmak çakmak parlıyordu. Adamlar tümzorbalıklarıyla dönüp durdukça keçeleşmişsaçları gözlerinin önüne düşüyor onlar da sürekliarkaya atıyorlardı ve bu sırada kadınlarınbazıları isterlerse diye onların ağzına şaraptutuyordu; akan şarabın, kanın ve taştan çıkankıvılcımların etkisiyle her yanı saran bela havasıpıhtılaşıp tutuşmuştu. Yüzü kana bulanmamıştek bir kişi yoktu. Bellerine kadar soyunmuş

adamlar birbirlerini omuzlayarak bileğitaşınaulaşmaya çalışıyorlardı; elleri kolları lekeiçindeydi hep; üstlerinde paçavrayı andırankıyafetleri leke içindeydi; kadınlardantopladıkları ve kan lekelerinin ince ince boyadığıdantelli, ipekli ve kurdeleli ganimetlerle yüklüadamlardı bunlar. Daha keskin olsun diye birsürü küçük balta, bıçak, süngü ve kılıçgetirmişlerdi ve hepsi de kan içindeydi. Bazılarıo keskin kılıçları taşıyanların bileklerine ketenşeritler ve elbise kırpıntılarıyla bağlanmıştı.Bağladıkları şeyler farklılık gösterse de, hepsitek bir rengin tonlarıydı. Bu silahların çılgıntaşıyıcıları onları kıvılcımlardan ayırıp caddeleretaşıdığından, çılgın gözlerini aynı kırmızıbürümüştü; gözler öyle çılgın bakıyordu ki,gaddarlaşmamış kim olsa, üzerine yönelensilahın öylece donup kalması için hayatından biryirmi yıl verirdi.Suda boğulan bir adam ya da öbür diyarahızla göçen biri o son anda dünyayı ne kadargörebilirse avluda olanlar da tıpkı öyle bir andaolmuştu. Pencereden çekildiler ve Doktor, bir

açıklamada bulunması için arkadaşının kül gibisolgun yüzüne baktı.\"Bunlar,\" dedi Mr. Lorry, fısıltılı bir sesle vekorku dolu gözlerle kilitli odaya bakarak,\"mahkûmları öldürüyorlar. Eğer az öncekisöylediklerinizden eminseniz; eğer gerçektendüşündüğünüz gibi bir güce sahipseniz –ki benöyle olduğuna inanıyorum– kendinizi buşeytanlara tanıtın ve La Force'a gidin. Belki deartık çok geç, bilmiyorum, ama vakitkaybetmemek lazım!\"Doktor Manette, arkadaşının elini sıkıpşapkasını almadan hızla dışarı çıktı, Mr. Lorrypencerenin yanına döndüğünde o avluyavarmıştı bile.Dalgalanan beyaz saçları, dikkat çekici yüzüve tavırlarındaki telaşlı güven onu suyu yarargibi silahların arasından geçirerek bir andakalabalığın tam ortasına kadar taşıdı. Birkaçdakikalık sessizliğin ardından bir hareketlenme,homurtular; derken onun anlaşılmaz sesiduyuldu ve o zaman Mr. Lorry Doktor'u. gördü,

etrafı çepeçevre sarılmıştı; omuz omuza vermiş,elleri birbirinin omzunda yirmi adamın ortasındadurmuş, telaş içinde haykırıyordu. \"YaşasınBastille mahkûmları! La Force'da yatan veBastille'dekilerin akrabası olan mahkûma yardımedelim! Bastille mahkûmuna ön saflarda yeraçalım! La Force'daki mahkûm Evremonde'ukurtaralım!\" ve binlerce kişi karşılık verdi.Mr. Lorry, kalbi kıpır kıpır, kafesi tekrarkapattı, pencereyi ve perdeleri de kapatıpaceleyle Lucie'nin yanına gitti ve babasının,diğer insanlarla birlikte kocasını aramayagittiğini söyledi. Lucie'yi yanında çocuğu veMiss Pross'la buldu; ama uzunca bir süre, yaniyerine oturup da, gecenin sessizliğinde onlarıizleyene dek, orada oluşlarına şaşırmak aklınabile gelmedi.O sırada Lucie kendinden geçmiş bir haldeyerde, Mr. Lorry'nin dizinin dibinde oturmuş,sıkı sıkı eline tutunmuştu. Miss Pross ise çocuğuMr. Lorry'nin yatağına yatırmış ve çokgeçmeden kendi başı da tatlı sorumluluğununhemen yanı başındaki yastığa düşmüştü. Gece,

ah ne uzun bir geceydi bu, zavallı kadınıniniltileri eşliğinde! Ah o uzun, çok uzun geceboyunca ne babası dönmüştü eve, ne de birhaber gelmişti!Karanlıkta, büyük kapının zili iki defa dahaçalındı ve içeri yine akın akın insan aktı vebileğitaşı yine fırıl fırıl dönüp kıvılcımlar saçtı.\"Bu ne böyle?\" diye haykırdı Lucie, dehşetiçinde. \"Sakin ol! Askerlerin kılıçları bileniyororada!\" dedi Mr. Lorry. \"Burası artık halkın malıyavrum ve bir nevi silah deposu olarakkullanılıyor.\"Bu defa gelenlerin sayısı deminkilerin ikikatıydı; ama bu son görevin sonunda güçtendüşmeye başlamışlardı. Çok geçmeden, günağarmaya başladığında, Mr. Lorry elini usulca,kendisine yapışmış olan elden ayırdı ve tedbirielden bırakmadan pencereden dışarı baktı.Bileğitaşının olduğu kaldırımda ayağa kalkarakboş bir ifadeyle etrafına bakan bir adamın üstübaşı öyle kirliydi ki, katliam alanından yenidenbilince doğru sürünen yara bere içindeki biraskeri andırıyordu. Bitap haldeki cani, az sonra,

yetersiz ışıkta Monsenyör'ün arabalarından birinifark edip görkemli arabaya doğru sendeledi vebasamakları tırmanıp içeri girerek, zarif yastıklarüzerinde istirahat etmek üzere kapıyı kapadı.Mr. Lorry yeniden pencereden dışarıbaktığında dünya denen o büyük bileğitaşıdönüyor ve güneş avluyu kızıla boyuyordu.Ama daha küçük olan bileğitaşı sabahserinliğinde, üzerinde asla güneşin vermediği vegeri de almayacağı bir kızıllıkla, bir başına,öylece duruyordu.

IIIGölgeÇalışma saati geldiğinde, Mr. Lorry'nin işeodaklanmış zihnini meşgul eden düşüncelerdenilki şuydu: Bir mülteci mahkûmun karısınıbankanın çatısı altında saklayarak Tellson'ıtehlikeye atmaya hakkı var mıydı? Lucie veonun çocuğu için gözünü kırpmadan tüm malınımülkünü, hatta canını bile verirdi, ama bu büyüksorumluluk sadece kendisine ait bir şey değildive söz konusu iş olduğunda, o ciddi birişadamıydı.İlk başta aklına Defarge geldi ve yenidenşarap dükkânını bularak sahibinden şu yoldançıkmış şehirdeki en emniyetli yerin neresiolduğu konusunda akıl almayı düşündü. Amasonra bu fikirden vazgeçti; Defarge en korkunçbölgede oturuyordu ve mutlaka etkili bir şahıstıorada; hatta bu tehlikeli işlerin başında bileolabilirdi.


Like this book? You can publish your book online for free in a few minutes!
Create your own flipbook