Herhangi bir fikrin olmadığı bir ortamda bufikir öyle makuldü ki kalabalık büyük birhevesle atladı bunun üzerine ve bağıra çağıraonları arabadan çıkartma önerilerini yineleyipdururken iki araç o kadar yaklaştı ki birbirine,durmak zorunda kaldılar. Kalabalıktan birilerininarabanın kapısını açmasıyla yas tutan tekyolcunun kendini dışarı atması ve kendinikalabalığın içinde bulması bir oldu ama o kadaruyanık ve atikti ki, üstündeki pelerini, şapkayı,şapkasının bandını, beyaz mendili ve diğer yassembollerini üzerinden atarak doğruca arasokaklara kaçtı.Etraftakiler bütün bu eşyaları büyük bir zevkleparça parça edip etrafa saçarlarken esnafalelacele kepenk indirdi; böyle bir zamandaböyle bir güruh dur durak bilmezdi ve korkunçbir canavara dönüşebilirdi. Kalabalık, arabanınkapısını açıp tabutu çıkaracak kadar ileri gitmiştiki, parlak zekâlının birisi onu arabadan çıkarmakyerine, gideceği yere kadar güle oynaya arabayaeşlik edilmesini önerdi. Pratik, önerilere olanihtiyaçtan bu öneri de alkışlarla karşılandı ve
birden arabanın içine sekiz, dışına bir düzineadam doluştu, bu arada büyük bir kısmı damüthiş bir maharetle arabanın tepesineüşüşmüştü. Başı çekenler arasında matemarabasının içinde bir köşeye büzüşmüş olan veTellson'dakilere görünmemek için diken dikensaçlarını alçakgönüllülükle saklayan JerryCruncher da vardı.Cenaze görevlileri merasimdeki bu değişikliğeönce biraz itiraz ettiler, ama nehir fazlasıylayakındı ve içlerinden bazıları soğuk suyadaldırmanın inatçı görevlilerin aklını başınagetireceğine dair laflar etmeye başlayıncaitirazlar kesildi. Şekil değiştiren kafile, bacatemizleyicisi sürücüsüyle –asıl sürücü de yanınaoturmuş dikkatle onu izleyerek yolgösteriyordu– yola çıktı; matem arabasını ise birbakanla bir turtacı kullanıyordu. Süvari alayıdaha Strand'e varmadan o zamanlarda peksevilen bir sokak karakteri olan bir ayı oynatıcısıaralarına eklenerek renk katmıştı; çok pis olansiyah ayısına gelince, yürüdüğü alanda, kafileyetam da bir cenaze havası veriyordu.
Böylece, taşkın kafile, biralar içerek, pipolartüttürerek, şarkılar söyleyerek, bitmek bilmez birhüzün taklidi eşliğinde ve adım başı birileriniaralarına katarak ilerledi; onları gören herkesdükkânını kapatıyordu. Gittikleri yer, uzaklarda,tarlaların ortasında eski St. Pancras Kilisesi'ydi.Bir süre sonra gidecekleri yere vardılar ve hepsisel gibi mezarlığa aktı; nihayet, merhum RogerCly'ı kendilerince ve keyiflerince gömmeyibaşardılar.Ölü gömülmüş, kalabalık kendine yeni bireğlence bulma telaşındaydı ki, bir başka dahi(belki de ayni adam) yoldan geçenleri OldBailey casusu diye suçlayıp onlardan intikamalmak gibi esprili bir fikir attı ortaya. Budüşünceyi hayata geçirmek için, ömürleriboyunca bir kez olsun Old Bailey'in yakınındanbile geçmemiş bir dolu kendi halinde insanınyakasına yapıştılar ve itip kakarak hırpaladılaronları. Doğal olarak buradan, pencere kırıpevleri yağmalama oyununa geçildi. Sonunda,birkaç saat sonra, bir takım yazlık evler yıkılıpçitler parçalandıktan sonra, savaşçı ruhlara
destek olmak üzere askerlerin geldiği söylentisiyayıldı etrafa. Daha söylenti yayılmadankalabalık yavaş yavaş dağılmıştı, askerler belkigelmiş, belki gelmemişti, ama bütünizdihamlarda olan buydu.Mr. Cruncher kapanış eğlencesine katılmamış,arkada, kilisenin bahçesindeki mezarlıkta kalıpcenaze görevlileriyle konuşmuştu. Burası onunüzerinde sakinleştirici bir etki yaratmıştı.Civardaki birahanelerin birinden bir pipobulmuş, çitlere bakıp yapılan taşkınlığıdüşünerek pipo içiyordu.Mr. Cruncher, \"Jerry!\" dedi her zamanki gibikendi kendine, \"o gün Cİy'ı kendi gözlerinlegördün, genç ve güçlü kuvvetli olduğunu dagördün.\"Piposunu içip bir süre daha düşünceleredaldıktan sonra kapanış saatinden önceTellson'daki yerini alması gerektiği geldi aklına.Üzerine kafa yorduğu ölümlülüğe dairdüşünceler karaciğerine mi dokunmuştu, sağlığıbir süredir kötüye mi gidiyordu, yoksa yalnızca
önemli bir şahsiyete ilgi mi göstermek istemiştibilinmez, dönerken aile doktoruna –seçkin bircerrahtı kendisi– kısa bir ziyarette bulundu.Küçük Jerry sorumluluğu üstlenerek babasınırahatlatmıştı ve onun yokluğunda bir işçıkmadığını söyledi. Banka kapandı, ihtiyarkâtipler çıktı, her zamanki gibi saat kuruldu veMr. Cruncher ile oğlu eve, çay içmeye gittiler.İçeri girince, \"Bak, bir şey diyeyim şimdisana!\" dedi Mr. Cruncher karısına. \"Namuslu biresnaf olarak, bu gece de işlerim ters gidersebana beddua ettiğinden emin olacağım ve bunugözümle görmüş gibi dersini vereceğim sana.\"Mahzun Mrs. Cruncher başını öne doğrusalladı.\"Ne diye yüzüme öyle bakıyorsun?\" diyebağırdı Mr. Cruncher öfkeden kudurmuş birşekilde.\"Hiçbir şey demedim ki.\"
\"İyi deme zaten; düşünme bile. Yerlere çöküpdua etsen de, aklından geçirsen de aynı kapıyaçıkıyor. Hiçbir halt etme.\"\"Tamam Jerry.\"\"Tamam Jerry,\" diye tekrar etti Mr. Cruncher,çaya otururken. \"Of! Gene 'Tamam Jerry'. Başkabir şey bilmez misin sen? Tamam Jerry, tamamJerry.\"Mr. Cruncher'ın aksi aksi tekrarlayıp durduğusözler belli bir anlam taşımaktan ziyade pek çokinsanın sıklıkla yaptığı gibi alaycılıkla karışık birhoşnutsuzluk ifade ediyordu.\"Sen ve senin 'Tamam Jerry'in,\" dedi Mr.Cruncher tereyağlı ekmeğinden bir parça ısırıpbunu sanki çay tabağından aldığı görünmez biristiridye yardımı ile mideye yuvarlarken. \"Ah!Bence de öyle. Sana inanıyorum.\"Mr. Cruncher ekmeğinden ikinci bir lokmaısırırken, terbiyeli karısı, \"Bu gece dış an çıkacakmısın?\" diye sordu.
\"Evet çıkacağım.\"Oğlu, \"Ben de seninle gelebilir miyim baba?\"diye atıldı hemen.\"Hayır gelemezsin. Ben –annenin de bildiğigibi– balığa çıkıyorum. Evet öyle. Balığaçıkıyorum.\"\"Ama senin oltan paslanmadı mıydı baba?\"\"Seni ilgilendirmez.\"\"Eve balık getirecek misin baba?\"\"Getirmezsem yarına yiyecek bir şey yok,\"dedi adam başını iki yana sallayarak; \"hadibakalım bu kadar soru yetsin; sen uyuduktansonra gideceğim.\"Jerry akşamın devamında Mrs. Cruncher'ınüzerinden hiç ayırmadı gözünü ve kendisinebeddua etmeye kalkmasın diye ters ters konuşuplafa tuttu onu. Bu düşünceyle oğlunu daannesini lafa tutmaya zorladı ve kendi kendine
kalıp düşüncelere dalmasına fırsat vermemekiçin zavallı kadını bin bir türlü şikâyete maruzbırakarak canından bezdirdi. En dindar insanbile içten bir duanın etkisine onun kadar;kansından bu kadar kuşkulanacak kadar, itibaretmezdi. Hayaletlere inanmadığını iddia edenbirinin bir hayalet hikâyesinden korkması gibibir şeydi bu.\"Bana bak!\" dedi Mr. Cruncher. \"Yarın olayistemem ha! Eve namuslu bir esnaf olarak, iki-üçparça et getirmeyi başarırsam, öyle bundanyemeyip ekmeğe dadanmak falan yok. Eğergene, namuslu bir esnaf olarak, eve biraz biragetirebilirsem de yok ben su içerim demek yok.Roma'da Romalı gibi davranacaksın. Eğer böyleyapmazsan Roma da kötü bir müşteri gibidavranır sana. Ben senin Roma'nım, unutmasakın.\"Sonra gene söylenmeye başladı:\"Kendi ekmeğini suyunu küstürüyorsun!Senin diz çöküp dua etmelerinden ve o insafsızhallerinden eve yiyecek içecek bir şey girmez
oldu. Şu oğluna bir .bak! Bu çocuk senin, değilmi? Bir deri bir kemik kalmış. Sen şimdi kendineana mı diyorsun? Bir ananın ilk vazifesiniyavrusunu beslemek olduğunu bilmiyormusun?\"Bu sözler Küçük Jerry'ye dokunmuştu; ilkgörevini yerine getirmesi için annesini çağırdı,zira babasının etkileyici ve nazik bir şekilde dilegetirdiği analık görevini yerine getirmesimeselesi, kadının yaptığı ya da ihmal ettiği diğerher şeyden çok daha büyük bir etki yaratmıştıçocuğun üzerinde.Küçük Jerry yatağa yollanıp annesi de benzeribir emikle uyumaya gönderildi ve Cruncherailesinde akşam böylece sona erdi. Mr. Crunchergece yansının ilk saatlerini tek başına pipoiçerek geçiştirip gezintisine çıkmak için saatinbir olmasını bekledi. Günün ilk ve tekinsizsaatinin dolmasına yakın sandalyesinden kalktı,cebimden bir anahtar çıkardı, kilitli bir dolabıaçarak içinden bir çuval, uygun ölçülerde bir koldemiri, bir ip, zincir ve diğer balıkçılıkmalzemelerini çıkardı. Bu malzemeleri özenle
çuvala koyduktan sonra Mrs. Cruncher'a son birters bakış atarak ışığı söndürdü ve dışarı çıktı.Odasına gidip sadece soyunurmuş gibi yapanKüçük Jerry de babasının hemen ardından dışarıçıktı. Her yanı saran karanlıkta sessizce odadançıktı, merdivenleri indi, avluya, oradan dasokağa çıktı. Tekrar eve nasıl dönerim diye birkaygısı yoktu, çünkü binada bir dolu kiracı vardıve kapı bütün geçe aralık dururdu.Takdire şayan bir azimle babasının namusluişinin inceliklerini ve gizemini öğrenmeyeçalışan Küçük Jerry gözü onurlu babasınınüzerinde, kapı pervazlarından, duvardiplerinden, kapı aralıklarından geçerek takipetti onu. Kuzeye doğru ilerleyen onurlu babafazla uzaklaşmamıştı ki, bir başka IzaakWalton[26] müridi daha yanına katıldı ve zorluyürüyüşlerine beraber devam ettiler.Yola çıktıktan yarım saat sonra titrek titrekgöz kırpan sokak lambalarını ve onlardan dahada çok göz kırpan bekçilerini geçerek ıssız bir
yola vardılar. Burada aralarına bir balıkçı dahakatıldı –adam aralarına o kadar sessizcekatılmıştı ki, eğer Küçük Jerry batıl inançlarıolan biri olsaydı, söz konusu incelikli işin ikincitakipçisinin aniden ikiye bölündüğünüsanabilirdi.Üçlü yola devam etti ve Jerry de bu üç adamyoldaki toprak bir setin altında duruncaya dekpeşlerinden gitti onların. Setin üzerinde demirparmaklıklı alçak bir tuğla duvar vardı. Setin veduvarın gölgesindeki üçlü buradan çıkmaz birdar yola saptı; duvar hâlâ yolun bir yanında –ikibuçuk-üç metre yüksekliğinde– uzanıyordu. Birköşeye çömelmiş, bu dar yolu gözetleyenJerry'nin gördüğü bir sonraki şey, soluk vebulutlarla kaplı ayın önünde çok belirgingörünen ve alelacele demir bir kapının ağırlığınıyoklayan, namuslu babasının gövdesiydi. Azsonra babası üzerinden atladı bunun, peşindenikinci balıkçı, sonra da üçüncü balıkçı atladı.Hepsi de kapının üzerinden yumuşak bir inişyapıp bir süre yerde uzandılar –etrafıdinliyorlardı muhtemelen. Ardından ellerinin ve
dizlerinin üzerinde ilerlediler.Kapıdan atlama sırası şimdi KüçükJerry'deydi. Nefesini tutarak atladı. Tekrar birköşeye çömelip onlara baktığında üç balıkçınıngür çimenlerin ve kilisenin bahçesindeki bütün omezar taşlarının arasında –büyük bir bahçeydibu– emeklediklerini gördü, mezar taşlarıbeyazlar içindeki hayaletleri andırıyordu,kilisenin kulesi ise korkunç bir devin hayaletigibiydi. Az sonra sürünmeyi bırakıp ayağakalktılar ve balık tutmaya başladılar.Balık avına önce bir bahçe küreğiylebaşladılar. Ardından şerefli baba koca birtirbuşona benzeyen bir aletle devam etti. Hangialetle olursa olsun sıkı çalışıyorlardı, amakilisenin saati feci bir şekilde çalarak KüçükJerry'i öyle bir korkuttu ki, çocuk saçlarıbabasınınki gibi dikilmiş bir halde, nasılkaçacağını bilemedi.Ama bir süredir içinde taşıdığı ne olupbittiğini öğrenme arzusu çok geçmeden onudurdurmuş, hatta geri döndürmüştü. İkinci kez
kapıya saklanıp onları gözetlediğinde onlar hâlâazimle balık tutuyorlardı ama bu kez oltaya birşeyler takılmış gibiydi. Aşağılardan bir zorlanmave sızlanma sesleri geldi ve adamların öne doğrueğilmiş olan bedenleri sanki bir şey aşağıçekiyormuş gibi gerildi. Yavaş yavaş ağırlıküzerindeki topraktan sıyrılıp yüzeye çıktı. KüçükJerry ne çıkacağını anlamıştı anlamasına amabunu görünce, dahası şerefli babasının bunuçekip açmak üzere olduğunu görünce hiç alışıkolmadığı bu görüntü karşısında öyle dehşetekapıldı ki ardına bakmadan koşmaya başladıgene ve ancak bir-iki mil koştuktan sonradurabildi.Soluklanmaya ihtiyaç duymasa gene dedurmazdı, sanki hayaletlerle yarışıyordu ve tekisteği bu yarışın sona ermesiydi. Az öncegördüğü tabutun kendisini kovaladığına dairgüçlü bir inancı vardı; sanki hoplaya zıplayageliyordu peşinden, dar tarafının üzerinde,dimdikti ve her an ona yetişip yanı başındahoplayabilirdi –belki kolundan yakalardı onu–kovalamaca hiç bitmiyordu. Ne yaptığı belli
olmayan, nereden çıkacağı bilinmez bir iblistisanki ve geride bıraktığı geceyi iyice korkunçbir hale sokmuşken Küçük Jerry karanlık arayollardan ana yola fırladı ve sıska bir çocuğunkuyruksuz ve kanatsız uçurtması gibi, dehşetiçinde sıçrayarak kaçtı ondan. İblis kapıaralıklarına da saklanıyordu, korkunç omuzlarınıkapılara sürtüp sanki kahkaha atıyormuş gibikulaklarına kadar çekiyordu. Yoldaki diğergölgelere karışıyor. Küçük Jerry'ye çelmetakmak için kurnazca sırtüstü yere yatıyordu.Bütün bu zaman boyunca hiç durmadan ardındasıçrayıp peşini bırakmadı çocuğun; nihayetevlerinin kapısına vardığında Küçük Jerry'ninpestili çıkmıştı. Ama o zaman bile peşinibırakmamıştı iblis; basamakları küt küt çıkarakyukarı kata kadar onu takip etmiş, onunlabirlikte yatağa girmiş ve çocuk uykuya daldığızaman tüm ağırlığıyla göğsüne çöreklenmişti.Küçük odasındaki Küçük Jerry'yi bu sıkıntılıuykudan şafak vakti, daha güneş doğmamışkenbabasıyla annesinin yatak odasından gelen sesleruyandırdı. Mrs. Cruncher'ı kulaklarından tutup
başının arkasını yatak başına vurmasına bakılırsababasının işleri ters gitmişti; en azından KüçükJerry böyle düşündü.\"Demiştim sana, yaparım diye,\" dedi Mr.Cruncher, \"yaptım da.\"\"Jerry, Jerry, Jerry!\" diye yalvardı karısı.\"Senin yüzünden hiçbir şey kazanamadık,\"dedi Jerry, \"bana da ortaklanma da sıkıntıyaratıyorsun. Yatıp zıbarsaydın ya, ne diyedinlemedin beni?\"Zavallı kadın gözyaşları içinde, \"Ben iyi bir eşolmaya çalışıyorum Jerry,\" diye itiraz etti.\"Kocanın işlerini bozarak mı iyi eş oluyorsun?İşlerini batırarak mı onurlandıracaksın onu?Onun önemli işleri konusunda dediklerine itaatetmeyerek mi itaat ediyorsun kocana?\"\"O zamanlar bu korkunç işi yapmıyordunJerry.\"
\"Namuslu bir esnafın karısı olman yeter,\" diyetersledi Mr. Cruncher, \"bu yüzden o kadınaklınla bu işlere burnunu sokma. Kocasınısayan, ona itaat eden bir kan onun işlerinekarışmaz. Sen şimdi kendine dindar mıdiyorsun? Eğer sen dindar bir kadınsan git banadinsiz birini bul! Şendeki görev duygusu şuThames Nehri'ndeki kazık kadar bile değil, okazığı sana çakmak lazım esas.\"Bu münakaşa alçak sesle gerçekleşmişti venamuslu esnafın çamurlu botlarını ayağındanfırlatıp yere boylu boyunca uzanmasınınardından son buldu. Paslı ellerini yastık niyetinebaşının altına koymuş, sırtüstü yatan babasınaürkek bir bakış attıktan sonra oğlu da onunyanına uzandı ve tekrar uykuya daldı.Kahvaltıda balık yoktu, başka yiyecekler deçok azdı. Mr. Cruncher hem keyifsiz hem deöfkeliydi ve Mrs. Cruncher'ın şükür duasıettiğine dair herhangi bir belirti fark ederse diye,ona fırlatmak için demir bir tencere kapağı vardıyanında. Her zamanki saatte yüzünü yıkayıpsaçını taradıktan sonra oğluyla birlikte
göstermelik vazifesine doğru yola koyuldu.Güneşli ve kalabalık Fleet Caddesi'nde,taburesi kolunun altında, babasının yanındayürüyen Küçük Jerry, bir önceki gece karanlıkve ıssızlıkta, peşindeki zalim takipçiden kaçanKüçük Jerry'den çok farklıydı. Yetileri doğangünle tazelenmiş, tasalan geceyle birlikte sonaermişti –ne de olsa bu güzel günün sabahındaFleet Caddesi'nde ve Londra şehrindeakranlarının olması beklenmedik bir durumdeğildi.\"Baba,\" dedi Küçük Jerry yürürlerken –aralarında bir kol boyu mesafe bırakmaya vetabureyi babasıyla kendisi arasında tutmayagayret ediyordu– \"mezardan adam çıkarankimdir?\"Mr. Cruncher cevaplamadan evvel kaldırımdabir an durakladı, \"Nereden bileyim ben?\"\"Ben senin her şeyi bildiğini sanırdım baba,\"dedi çocuk safça.
\"Hımm! Şey,\" diye karşılık verdi Mr.Cruncher yürümeye devam ederek ve dikensaçlarını serbest bırakmak için şapkasını çıkardı,\"o bir esnaftır.\"\"Peki ne satar baba?\" diye sordu meraklıKüçük Jerry.\"Sattığı şeyler,\" dedi Mr Cruncher,söyleyeceği şeyi kafasında tarttıktan sonra, \"bazıbilimsel çalışmalarda kullanılır.\"\"İnsan bedenleri mi yani baba?\" diye sordu bukez çocuk heyecanla.\"Sanırım onun gibi bir şey,\" dedi Mr.Cruncher.\"Ah baba, büyüyünce ben de bir mezarsoyucusu olmak istiyorum o zaman!\"Mr. Cruncher rahatlamıştı ama başını kararsızve faziletli bir tavırda iki yana salladı. \"Bu seninyeteneklerini nasıl geliştirdiğine bağlı.Yeteneklerini geliştirmeye gayret et ve
yapabileceğinden daha fazlası için söz vermeinsanlara, şimdiden sana neyin uygun olupolmayacağını bilemeyiz.\" Bu sözlerden cesaretalan Jerry Temple Bar'ın gölgesine tabureyiyerleştirmek için babasının birkaç adım önünegeçtiğinde Mr. Cruncher kendi kendine şunlarısöyledi; \"Namuslu esnaf Jerry, gör bak, buçocuk senin için büyük bir nimet olacak veannesinin açıklarını telafi edecek!\"
XVÖrgüMösyö Defarge'ın şarap dükkânında içkiyeher zamankinden erken başlanmıştı. Dahasabahın altısında, parmaklıklı pencerelerdeniçeriyi gözetleyen solgun yüzler, içerideki şarapkadehlerinin üzerine eğilmiş diğer yüzlerigördüler. Mösyö Defarge en iyi zamanlarda bilehep suyla seyreltilmiş şarap satardı, ama busıralar sattığı iyice seyreltilmiş bir şaraptı. Ekşibir şaraptı, dahası etrafını da ekşitiyordu, çünkübunu içenlerin ruh halini etkiliyor, onlarıhüzünlendiriyordu. Mösyö Defarge'ın sıkılmışüzümlerinden sıçrayan Baküs şenliğindeki neşelialevler değil, karanlıkta için için yanan bir ateştive üzümlerin posasında gizliydi.Mösyö Defarge'ın yerinde art arda üç gündürerken içilmeye başlanıyordu. Bu durumpazartesi başlamıştı ve bugün çarşambaydı.Aslında insanlar içmekten çok kara karadüşünüyorlardı; pek çoğunun cebinde hesabı
ödeyecek beş parası yoktu, gene de dükkânaçılır açılmaz içeri sıvışır, konuşmaları dinler,kendi aralarında fısır fısır konuşurlardı. Bütündertleri ne olup bittiğini öğrenmekti ama sankidükkândaki bütün şarap fıçılarını satınalabilirmiş gibi bir tavırla masa masa, köşe köşedolaşarak, açgözlerle şarap yerine konuşmalarıyudumlarlardı.Bu alışılmadık kalabalığa rağmen, şarapdükkânının sahibi ortalıkta görünmüyordu.Eksikliği hissedildiğinden değil; kapıdangirenlerin ona bakındığı, onu sorduğu yoktu vehiç kimse neden sadece –önünde içindençıktıkları yırtık pırtık ceplerin sahipleri kadarbozulmuş, örselenmiş ve yıpranmış paralarınolduğu bir kâse ile oturmuş şarabın dağıtılmasınıidare eden– Madam Defarge'ın orada olduğunakafa yormuyordu.Kralın sarayından mahkûmların zindanınakadar, her yere dağılmış olan casuslar, bu şarapdükkânına baktıklarında herhalde askıya alınmışbir merakla genel bir dalgınlık gözlemişlerdir.Kâğıt oynayanlar durgunlaşmış, domino
oynayanlar derin düşüncelere dalmış bir haldetaşlardan kuleler yapıyor, şarap içenler dökülenşarap damlalarıyla masalarına şekiller çiziyor,Madam Defarge ise kürdanıyla örgüsününkolundaki desenlerle uğraşırken ara ara bir şeygörmüş ya da duymuş gibi uzaklara dalıyordu.St. Antoine'ın bu şarabi hali öğlene kadardevam etti. Bu caddelerin ve onların sallananlambalarının altından toz toprak içinde iki adamgeçtiğinde güneş tam tepedeydi. Biri MösyöDefarge, diğeri ise mavi şapkalı yol işçisiydi.Baştan ayağa toza bulanmış ve susuzluktanyanmış bir halde şarap dükkânına daldılar.Gelişleri St. Antoine'ın kalbini bir ateş gibiyakmış, yürürken her yana yayılarak kapı vepencerelerdeki insanların yüzlerini alev alevtutuşturup titreştirmişti. Yine de kimse peşlerinedüşmemişti ve şarap dükkânına girdiklerindekimse tek kelime etmedi onlara ama bütüngözler onlara çevrildi.\"Selam beyler!\" dedi Mösyö Defarge.Bu sanki ahalinin dilini çözmek için verilmiş
bir işaretti. Karşılığında açılıp hepsi bir ağızdan,\"Selam!\" dediler.\"Hava çok kötü beyler!\" dedi Defarge, başınıiki yana sallayarak.Bunun üzerine herkes yanındakine baktı,sonra gözlerini yere indirip sessizce oturdular.Ama içlerinden biri ayağa kalkıp dışarı çıkmıştı.Defarge yüksek sesle, \"Hanım,\" diye seslendiMadam Defarge'a: \"Bak, Jacques adlı bu iyiyürekli yol işçisiyle bir dolu yere seyahat ettim.Paris'ten bir buçuk günlük uzaklıktaki bir yerde–tesadüfen– tanıştım onunla. Adı Jacques, buyol işçisi iyi bir çocuk. Ona bir içki ver hanım!\"Bir adam daha kalkıp dışan çıktı. MadamDefarge, mavi şapkasını çıkarıp ahaliyiselamlayan Jacques adındaki yol işçisinin önüneşarabı koydu ve o da içti. Adam koynundantahıllı siyah ekmek çıkarmıştı; ara ara ondanısırıyor; Madame Defarge'ın tezgâhının yanındaağzını şapırdata şapırdata yiyip içiyordu. Osırada üçüncü bir adam daha kalkıp çıktı
dükkândan.Defarge da şarabından bir yudum alarak –onun şarabı yanında getirdiği adamınkindendaha azdı, ama ne de olsa onun hep elininaltındaydı içki– serinletti kendini ve köylükahvaltısını bitirene kadar bekledi onu. Adamoradaki hiç kimseye bakmıyordu, hiç kimse deona bakmıyordu şimdi; örgüsünü kaldırıpdükkânla ilgilenen Madam Defarge bile.\"Yemeğini bitirdin mi arkadaşım?\" diye sorduDefarge, zamanı gelince.\"Evet, sağ ol.\"\"Gel o zaman! Kalabileceğini söylediğimdaireyi göstereyim sana. Tam sana göre bir yer.\"Şarap. dükkânından sokağa, sokaktan biravluya, avludan dik bir merdivene vemerdivenden de bir çatı katına –inceden beyazsaçlı bir adamın alçak bir tezgâhta oturupkamburu çıkmış bir halde ayakkabı yapmaklameşgul olduğu çatı katına– çıktılar.
Artık beyaz saçlı adam yoktu, ama şarapdükkânından teker teker çıkan üç adam daoradaydı. Ancak uzaklardaki beyaz saçlı adamlakendileri arasında bir küçük bağ vardı ki, o dabir zamanlar duvardaki çatlaklardan onu izlemişolmalarıydı.Defarge kapıyı dikkatlice kapatarak alçaksesle konuşmaya başladı.\"Jacques Bir, Jacques İki, Jacques Üç! İştebendeniz Jacques Dört tarafından bulunan tanıkbu. Size her şeyi anlatacak şimdi. Konuşbakalım Jacques Beş!\"Elindeki mavi şapkayla yanık tenli alnını silenyol işçisi,.\"Söze nereden başlasam acabamösyö?\" dedi.Mösyö Defarge'ın cevabı hiç de mantıksızdeğildi, \"En baştan.\"\"Onu geçen yaz gördüğümde, beyler,\" diyesöze başladı yol işçisi, \"Marki'nin arabasınınaltında, bir zincire asılmıştı. Gözünüzün önüne
getirin. Yoldaki işim bitmiş, gidiyorum, güneşyatağına dönüyor ve Marki'nin arabası ağır ağırtepeyi tırmanıyorken bu da zincire asılmış –aynen şöyle.\"Yol işçisi olayı tekrar canlandırdı; gösterisibütün bir yıl boyunca köyün tek mutlak kaynağıve kaçınılmaz eğlencesi olduğundan bu işteiyice mükemmelleşmişti artık.Jacques Bir; araya girerek ona bu adamı dahaönce görüp görmediğini sordu.\"Hiç görmedim,\" diye cevap verdi yol işçisi,tekrar dikey konuma geçerken.Jacques Üç, o zaman onu sonradan nasıltanıyabildiğini sordu.\"Uzun boyundan,\" dedi yol işçisi yumuşak birtonda ve parmağını burnunun üzerine koyarak.\"Mösyö Marki bana o akşam 'Neye benziyor buadam?' diye sorduğunda 'Bir hortlak gibi uzun,'demiştim.\"
\"Bence bir cüce kadar kısa demeliydin,\" dediJacques İki.\"Ama nereden bilebilirdim ki? Eylemtamamlanmamıştı daha, o da banagüvenmiyordu zaten. Düşünsenize! Odurumdayken bile fazla bir şey söylemedim.Mösyö Marki bizim küçük çeşmenin yanındadurup parmağıyla beni işaret etmiş, 'Getirin banaşu serseriyi!' diyordu. Valla, ben gidip de bir şeysöylemedim beyler.\"\"Haklı Jacques,\" diye mırıldandı Defarge,araya giren kişiye. \"Peki, devam et!\"\"İyi!\" dedi yol işçisi, gizemli bir havayla.\"Sonra uzun adam kayboluyor, arıyorlar bunu –aradan kaç ay geçiyor? Dokuz, on, belki onbir?\"\"Sayıyı boş ver;\" dedi Defarge. \"İyi bir yeresaklanmış ama ne yazık ki sonunda bulunuyor.Devam et!\"\"Ben yine bir gün tepede çalışıyorum ve
güneş yine batmak üzere. Aşağıdaki köydekievime dönmek üzere aletlerimi topluyorum,aşağısı çoktan kararmış, sonra başımı birkaldırıyorum ki, tepeden aşağı altı tane askeriniyor. Tam ortalarında da kolları bağlı –böyleyandan bağlamışlar– uzun boylu bir adam!\"Elinden bırakmadığı şapkasının eşliğinde,dirsekleri kalçalarından sıkıca bağlanmış biradamı canlandırdı, arkadan düğümler atılmıştı.\"Sonra askerleri ve yanlarındaki mahkûmungeçişini görebileyim (ne de olsa ıssız bir yol,bakmaya değecek hiçbir şey yok) diye kenara,taş yığınlarının oraya çekiliyorum beyler,yaklaşırlarken, altı askerden ve kolları bağlıuzun boylu adamdan başka bir şeygörmüyorum, onlar da kapkara zaten –amagüneşin battığı yandakiler kırmızı bir çizgiyleçevrilmiş sanki beyler Ayrıca yolun karşıtarafındaki çukura ve bunun üzerindeki tepeyevuran uzun gölgelerini görüyorum, sanırsın kidevlerin gölgeleri vurmuş. Bir de hepsi toziçinde ve onlar böyle rap rap yürüdükçe tozlarda onlarla birlikte ilerliyor! Ama bana iyice
yaklaştıklarında uzun boylu adamı tanıyorum, oda beni tanıyor Ah, ilk karşılaştığımız akşamkigibi, aynı yerlerde, kendisini yine tepeden aşağıatsaydı ne güzel olurdu!\"Sanki tekrar oraya gitmiş gibi anlatıyordu veolayları yeniden yaşadığı belliydi; belki de fazlabir şey görmemişti şimdiye dek hayatında.\"Askerlere uzun boylu adamı tanıdığımı hiççaktırmıyorum; o da beni tanıdığını çaktırmıyorama biz birbirimizin gözlerinden anlıyoruz,görüyoruz bunu. Başlarındaki asker köyü işaretederek, 'Hadi!' diyor, 'şunu hemen mezarınagötürün!' ve adamlar hızlanıyorlar. Ben depeşlerindeyim. O kadar sıkı bağlamışlar kiadamın kolları şişmiş, tahta ayakkabılankocaman ve hantal, bunlar yetmezmiş gibi bir detopal. Topal olduğu için yavaş yürüyor tabii veaskerler tüfekleriyle zorluyorlar onu –aynenböyle!\"Tüfek dipçiğiyle iteklenen bir adamıcanlandırdı. \"Bunlar böyle birbirleriyle yarışandeliler gibi hızla tepeyi inerlerken adam yere
düşüyor. Askerler gülüp yerden kaldırıyorlaronu. Adamın yüzü kanıyor ve toprak içinde amadokunamıyor yüzüne; bunun üzerine genegülüyorlar. Onu köye getiriyorlar; bütün köyonu görmek için koşuyor; adamı değirmeninyanından yürütüp hapishaneye giden yolaçıkartıyorlar; bütün köylüler geceninkaranlığında hapishanenin kapısının açılışına veadamı yutuşuna şahit oluyorlar –aynen böyle!\"Ağzını açabildiği kadar açıp dişlerini birbirineçarparak sert bir ses çıkarttı. Yarattığı etkiyibozmamak için ağzını bir daha açmakistemediğini fark eden Defarge, \"Devam et,Jacques,\" dedi.Parmak uçlarına yükselmiş bir halde ve alçaksesle, \"Bütün köy,\" diye konuşmasını sürdürdüyol işçisi, \"geri çekiliyor ve çeşmenin yanındafısıldaşıyorlar; sonra hepsi uyumaya gidiyor;bütün köy aynı mutsuz kişiyi görüyor rüyasında,kayalıkların üzerinde, kilitli kapıların ve demirparmaklıkların ardındaki zindana kapatılmış olanve buradan yalnızca ölüsü çıkacak olanmahkûmu. Sabah, omzumda aletlerim, bir lokma
esmer ekmeğimi yiye yiye işe giderken yolumunüzerindeki hapishanenin çevresindendolaşıyorum. Orada, iyice yükseklerde onugörüyorum, heybetli demir bir kafesinparmaklıkları ardında, önceki gecedeki gibiyüzü kan ve toz içinde, dışarı bakıyor. Elleribağlı olduğundan el sallayamıyor; ben de onaseslenmeye cesaret edemiyorum; ölü biradamdan farksız o anda.\"Defarge ve üç adam birbirlerine belli belirsizgöz attılar. Köylünün hikâyesini dinlerkenbakışları kasvet, öfke ve kin doluydu; hepsininüzerinde hem gizemli hem de sert bir hal vardı.Odaya ağır bir mahkeme havası hâkimdi;Jacques Bir ve Jacques İki eski bir sedirinüzerine oturmuş, elleri çenelerinde, pür dikkatyol işçisini dinliyorlardı; en az onlar kadardikkat kesilmiş olan Jacques Üç hemenarkalarında tek dizinin üzerine çökmüş, tedirginbir şekilde sürekli ağzının ve burnunun çevresinisıvazlıyordu; bu üç adamla anlatıcının arasında,pencereden yansıyan ışıkta dikilen Defarge isebir adamlara bir yol işçisine bakıp duruyordu.
\"Devam et Jacques,\" dedi Defarge.\"Mahkûmu bir süre demir kafesin içindetuttular. Köylüler ondan korktukları için gizligizli bakıyorlar ona. Ama uzaktan, süreklikayalıkların tepesindeki bu hapishaneyiizliyorlar ve bütün işler bitirilip dedikoduyapmaya çeşmenin başında toplandıklarında,hepsi yüzünü hapishaneye dönüyor. Önceleriyüzlerini hep posta binasına dönerlerdi, amaşimdi hepsi hapishaneye dönük. Çeşmeninbaşında adamın idama mahkûm edilmesinerağmen infaz edilmeyeceğini fısıldaşıyorlar;affedilmesi için Paris'e dilekçe verildiğinisöylüyorlar, çocuğunun ölümüyle adamınçılgına döndüğü ve kendini kaybettiğiaçıklanmış dilekçede; başka bir dilekçe de bizzatKral'a sunulmuş. Kim bilir? Mümkündür. Belkidoğrudur, belki de yanlış.\"Bir numaralı olan, \"Dinle o zaman Jacques,\"diye sertçe itiraz etti. \"Bil ki. Kral ve Kraliçe'yebir dilekçe sunuldu. Sen hariç buradaki herkesKral'ın bu dilekçeyi aldığını gördü, caddedearabasındaydı, Kraliçe'nin yanında oturuyordu.
Elinde dilekçeyle, hayatını tehlikeye sokarak,atların önüne atılan şimdi karşında gördüğünDefarge'dı.\"\"Şunu da dinle Jacques!\" dedi diz çökmüşolan Jacques Üç: Parmakları hiç durmadan,doyumsuz bir şekilde dolanıp duruyorduyüzünde, sanki bir şeyin açlığını çeker gibiydi –ama bu ne bir yiyecek ne de içecek içindi;\"dilekçeyi uzatanın etrafını muhafızlar, atlar vepiyadeler çevirmişti, tekme tokat giriştiler ona.Anladın mı?\"\"Anladım beyler.\"\"Devam et o zaman,\" dedi Defarge.\"Öte yandan, çeşme başındaki fısıltılara göre,\"diye devam etti köylü, \"buraya olay yerindeidam edilmesi için getirilmiş ve muhakkak idamedilecek. Hatta Monsenyör'ü katlettiği veMonsenyör de çiftçilerin –kölelerin babasıolduğu için –ne yaparsın işte– mahkûmun babakatili sıfatıyla idam edileceğini fısıldaşıyorlar.Çeşme başındaki yaşlı bir adamın dediğine göre,
mahkûmun sağ eli, yani bıçağı tutan eli gözününönünde yakılacak; kolunda, göğsünde vebacaklarında açılacak yaralara kızgın yağ, erimişkurşun, sıcak reçine, balmumu ve kükürtdökülecek; en sonunda da kolları ve bacaklarıdört güçlü at tarafından dört farklı yöneçekilecek. Sonra aynı yaşlı adam tüm bunlarınmerhum Kral, XV. Louis'yi öldürme girişimindebulunan bir mahkûma daha önce aynenuygulandığını söylüyor Ama ben onunyalancısıyım. Bilemem.\"\"Bir kez daha dinle o zaman Jacques!\" dedi elikıpır kıpır oynayan açgözlü adam. \"Omahkûmun adı Damiens'tı, bunların hepsi Parissokaklarında, güpegündüz yapıldı ve o kocagüruhun içinde hiçbir şey o şık ve süslühanımların mahkûmun son dakikalarını görmeyecan atmasından daha ilginç değildi –sondakikalar, Jacques, son dakikalar akşama kadarsürdü, iki bacağı ve bir kolu koptuğunda bilehâlâ nefes alıyordu adam! Hepsini aynenyaptılar– kaç yaşındasın sen?\"\"Otuz beş,\" dedi altmış yaşında gösteren yol
işçisi.\"Yani sen on yaşlarındayken olmuş bu;görmüşsündür belki.\"\"Yeter!\" dedi Defarge, aksi bir sabırsızlıkla.\"Tanrı cezanı vermesin! Devam et hadi.\"\"Tamam! Kimisi bir şey diyor; kimisi başkabir şey diyor ama herkes bu konuyu konuşuyor;sanki çeşme bile aynı tonda akıyor. Bir süresonra, pazar gecesi bütün köy uykudayken,askerler geliyor; hapishane yolundan aşağıiniyorlar ve silahlan küçük sokağın taşlarındaçınlıyor İşçiler kazıyor; işçiler çivi çakıyor;askerler de şarkı söyleyip gülüyorlar;sabahleyin, çeşmenin yanında, suya zehriniakıtan, on metre yüksekliğinde bir darağacıyükseliyor.\"Yol işçisi gözlerini alçak tavana çevirdiğindebundan çok daha ötesini görüyordu ve sanki birdarağacı görmüşçesine gökyüzünü işaret etti.\"Bütün işler duruyor, herkes çeşmenin başına
toplanıyor, kimse inekleri otlatmayagötürmüyor, onlar da köy halkayla birlikteorada. Tam öğle vakti trampetler gümbürdüyor.Askerler gece zindana gidip mahkûmu getirmiş,şimdi de bir dolu askerin ortasında duruyor.Önceki gibi bağlamışlar adamı, ağzında da birtıkaç var –öyle sıkı bağlamışlar ki ağzını, adamgülüyormuş gibi görünüyor.\"Başparmaklarıyla yüzünü, ağzınınköşelerinden kulaklarına kadar çekerekgöstermeye çalıştı bunu. \"Darağacının tepesinebıçağı koymuşlar, keskin tarafı yukarı gelecekşekilde, ucu havayı işaret ediyor. On metreyükseklikte astılar onu –suyu zehirleyerek, asılıkaldı orada.\"Yol işçisi gözünün önüne gelen manzaraylabirlikte yeniden terlemeye başlamıştı ve yüzünüsilmek için mavi şapkasını kullandığı sıradiğerleri birbirine baktı.\"Çok feci beyler. Kadınlar ve çocuklar nasılsu alsın oradan şimdi! O karaltımın altındaakşam k^m dedikodu eder! Altında, dedim değil
mi? Pazartesi akşamı, güneş batmak üzereykenköyden ayrıldığımda, tepeyi çıkarken arkamıdönüp baktığımda o karaltı hâlâ kilisenin,değirmenin ve hapishanenin karşısındasallanıyordu –beyler, şu gökkubbenin alcındakiher yeri, bütün yeryüzünü kaplamıştı sanki!\"Aç adam diğer üçüne bakarkenparmaklarından birini kemirmeye başlamıştı veüzerindeki açlığın etkisiyle parmağı titredi.\"İşte böyle, beyler. Güneş batarken ayrıldımoradan (benden istendiği gibi) ve o gece veertesi gün öğlene kadar, yani bu arkadaşarastlayıncaya kadar (bana söylendiği gibi)yürüdüm. Sonra günün geri kalanında ve bütüngece boyunca onunla beraber, biraz yürüyerek,biraz at üstünde geldik buraya kadar. İşte şimdikarşınızdayım!\"Sıkıcı bir sessizliğin ardından Jacques Bir,\"Güzel! Tüm samimiyetinle tarif edip anlattınhepsini. Bizi kapının önünde bekler misin şimdibiraz?\" dedi.
\"Memnuniyetle,\" dedi yol işçisi. Defarge onamerdivenin başına kadar eşlik edip onuoturttuktan sonra geri döndü.Defarge tavanarasına döndüğünde üçü deayağa kalkmış kafa kafaya vermişkonuşuyorlardı.\"Ne dersin Jacques?\" diye sordu bir numara.\"Kaydedilsin mi?\"\"Yok edilmeye mahkûm diye kaydedilsin,\"diye karşılık verdi Defarge.\"Muhteşem!\" diye boğuk bir sesle bağırdıaçgözlü adam.\"Şato ve tüm ailesi mi?\" diye sordu birnumara.\"Şato ve tüm ailesi,\" diye karşılık verdiDefarge. \"Hepsi imha edilsin!\"Aç adam \"Muhteşem!\" diye coşkulu birşekilde bağırdı gene ve başka bir parmağını
kemirmeye başladı.\"Bizim bu kayıt tutma tavrımızdan dolayıbaşımıza iş açılmayacağından emin misin?\" diyesordu Jacques İki Defarge'a, \"bizden başkakimse bu şifreyi çözemeyeceği için tehlike yokşimdilik, ama hep çözebilecek miyiz acaba bunu–daha doğrusu karınız çözebilecek mi?\"\"Jacques,\" dedi Defarge, dikleşerek, \"eğerkarım bu kaydı hafızasına almışsa bunun tek birkelimesini –hatta hecesini– bile unutmaz.Kendine göre ilmeklerle, sembollerle örülmüştürhepsi, gün gibi aşikârdır bu onun için. MadamDefarge'a güvenin. Aciz ödlekler kolayca silinipgidebilirler bu dünyadan, ama MadamDefarge'ın ördüğü kayıtlardan tek bir isim ya dasuç dahi silinemez.\" Adamlar kendi aralarında,güvendiklerini ve tasvip etiklerini belli edertarzda mırıldandılar ve açgözlü adam şöyle dedi:\"Bu köylü hemen geri gönderilecek mi? Umarımöyle olur. Çok basit bir adam; biraz tehlikeli birdurum değil mi bu?\"\"Hiçbir şey bilmiyor,\" dedi Defarge; \"en
azından kendisini aynı yükseklikteki birdarağacında sallandıracak şeylerden haberi yok.Ben sorumluluğu alıyorum; benimle kalsın; benilgileneceğim onunla, sonra kendi yoluna gider.Soyluların dünyasını görmek istiyor –Kral'ı,Kraliçe'yi, Sarayı; pazar günü görsün hepsini.\"\"Ne?\" diye bir çığlık attı aç adam, dik dikbakarak. \"Kraliyet ailesini ve soyluları görmekistemesi iyi bir şey mi yani?\"\"Jacques,\" dedi Defarge; \"eğer bir kedinin sütiçmeye heves etmesini istiyorsan ona makul biruzaklıktan sütü göster. Eğer bir köpeğe makulbir uzaklıktan avını gösterirsen, bir gün onututup sana getirebilir.\"Başka bir şey konuşulmadı ve merdivenintepesinde uyuklarken buldukları yol işçisinesedire uzanıp biraz dinlenmesini öğütlediler.Israra gerek kalmamıştı, adam çok geçmedenuykuya daldı.Onun konumundaki taşralı bir köle içinDefarge'ın meyhanesinden daha kötü yerler
çoktu Paris'te. Madam Defarge'ın karşısında sıksık hissettiği gizemli korkunun dışında yenihayatı pek hoştu. Ama madam gün boyuoturduğu o tezgâhın arkasında onun varlığındano kadar habersiz görünüyor ve onun oradaoluşunun hiçbir anlam ifade etmediğini o kadarbariz bir şekilde ortaya koyuyordu ki, göz gözegeldikleri her an köylü tahta ayakkabılarınıniçinde tir tir titriyordu. Dahası, kadının aklındannelerin geçtiğini kestirmenin imkânsız olduğunudüşünüyordu ve eğer o ışıltılı ve süslükafasından onun bir cinayet işlediğini vesonrasında kurbanı soyduğunu geçirse,muhakkak gösteri tamamlana kadar peşinibırakmazdı.Bu yüzden, pazar günü geldiğinde, yol işçisiMösyö ile Versailles'a giderken MadamDefarge'ın onlara eşlik edeceğini öğrendiğindebu duruma hiç de sevinmedi (ama tabii onlaraaksini söyledi). Madam'ın toplu bir taşıtta, yolboyu örgü örmesi fazlasıyla sinir bozucu birdurumdu; öğleden sonra, Kral ve Kraliçe'ninarabasını görmek için toplanan kalabalığın
arasında bile hâlâ elinde örgüsü ile dolaşması isedaha da sinir bozucu.\"Çok çalışıyorsunuz madam,\" dedi yanındakiadam.\"Öyle,\" dedi Madam Defarge; \"Daha çok işimvar.\"\"Ne yapıyorsunuz madam?\"\"Çok şey.\"\"Mesela...\"\"Mesela,\" dedi Madam Defarge sakin sakin,\"kefenler.\"Adam bulduğu ilk fırsatta uzaklaştı kadınınyanından ve yol işçisi mavi şapkasını yelpazegibi salladı elinde. Fazlasıyla kalabalık veboğucuydu ortalık. Kendini yeniden bulmak içinbir Kral ve Kraliçe'ye ihtiyacı varsa eğer, çareayağına geldiği için pek şanslıydı; zira çokgeçmeden koca suratlı Kral ile temiz yüzlü
Kraliçe yaldızlı arabalarının içinde ve ışıltılıgözde saray mensuplarının, gülücükler saçanleydiler ve şık lordlardan oluşan şaşaalı grubuneşliğinde teşrif ettiler; mücevherler, ipekler,pudralar içinde hanımlar ve beyler, tümihtişamları ve zarafetleriyle herkesi hiçe sayanbedenler ve bakımlı ve kibirli yüzler; yol işçisitüm bunlara kendini öyle bir kaptırıp öyle birkendinden geçmişti ki, o günlerde her an heryerde bitiveren Jacques'lardan hiç haberdardeğilmiş gibi, \"Yaşasın Kral, Yaşasın Kraliçe,Yaşasın herkes ve her şey!\" diye bağırmayabaşladı. Ardından bahçeler, avlular, teraslar,çeşmeler, ağaçlar, çiçekler derken yeniden Kralve Kraliçe, yeniden sarayın gözdeleri, lordlar veleydiler; daha çok Yaşasın, derken, bütün buduygu yoğunluğuna dayanamayıp nihayetgözyaşlarına boğuldu. Üç saat kadar süren busahne boyunca yol işçisi bol bol bağırdı, ağladıve buna eşlik eden duygusal tepkiler gösterdi vegene tüm bu süre boyunca Defarge da, adambağlılığını haykırdığı bu kitlenin üzerine atlayıponları parçalamasın diye sımsıkı yakasındantuttu onun.
Her şey sona erdiğinde, \"Bravo!\" dediDefarge, sanki bir patron gibi adamın sırtınavurarak, \"Sen iyi bir adamsın!\"Yol işçisi kendine. gelmeye başlamıştı şimdive az önceki gösterisinde yanlış bir şey yapıpyapmadığını düşünüyordu ama sorun yoktu.\"Sen bizim aradığımız adamsın,\" dediDefarge, adamın kulağına; \"bu aptallar buihtişamın sonsuza dek süreceğini zannediyorlar.Sonra iyice küstahlaşıyorlar ve giderek sonadaha da yaklaşıyorlar.\"\"Yaa!\" diye bağırdı yol işçisi; \"çok doğru!\"\"Bu aptallar hiçbir şey bilmiyorlar. Seninnefes alıp vermene tahammülleri yok, mümkünolsa kendi atlarının ya da köpeklerinin bir tanesiiçin sen ve senin gibi yüzlercesinin nefesinisonsuza dek keserler, tek bildikleri nefesininonlara ne söylediği. Bırak biraz daha kansınlarbuna; çok uzun sürmeyecek zaten.\"Madam Defarge mağrur bir edayla müşteriye
baktıktan sonra başıyla onayladı.\"Sana gelince,\" dedi madam, !'her türlügösteriş ve tantana için bağırıp gözyaşı dökersin.Doğru değil mi? Söyle!\"\"Doğru madam, galiba öyle. O an için öyle.\"\"Eğer sana koca bir yığın bebek gösterseler vesenden kendi menfaatin için onları paramparçaedip yağmalamanı isteseler sen gider enzenginini ve en tatlısını seçersin. Doğru değilmi? Söyle!\"\"Evet madam, doğru.\"\"Eveet ve sana uçamayan bir kuş sürüsügösterseler ve gene kendi menfaatin için sendenbunların tüylerini yolmanı isteseler sen gider engüzel tüyü olanları seçerdin; öyle değil mi?\"\"Evet doğru, madam.\"\"Bugün hem bebekleri hem de kuşlarıgördün,\" dedi Madam Defarge, elini en son
görüldükleri alana doğru uzatarak; \"hadi, şimdievine git!\"
XVIÖrgüye DevamMadam Defarge ile kocası, huzur içinde St.Antoine'ın merkezine dönerken, mavi şapkalı birnoktada karanlığın içinde, tozlu yollarda,usandırıcı kilometreler kat ederek ilerledi; şimdimezarında yatan Mösyö Marki'nin fısıldaşanağaçların hışırtısına kulak veren şatosununolduğu bölgeye yöneldi ağır ağır. Taş yüzlerinağaçları ve çeşmeyi dinlemek için bol bol vaktivardı şimdi ve bostan korkuluğunu andıran biravuç köylü yemek için ot ve yakmak için çalıçırpı ararken geniş taş avluya ve terasınmerdivenlerine vardıklarında açlıktan kazınanzihinleri bu suratlardaki ifadelerin değiştiğiniidrak etmişti. Köydeki yeni bir söylentiye göre –tıpkı köyün sakinleri gibi soluk ve cılızsöylentilerdi bunlar– bıçak saplandığında buyüzler de değişmiş, gururlu yüzler acı ve öfkedolu yüzlere dönüşmüşlerdi; dahası, asılanbedenin çeşmenin on metre tepesinde sallanıpyön değiştirmesiyle ifadeler gene değişmiş,
intikam almış birinin zalim bakışınabürünmüşlerdi, bundan böyle de hep öylekalacaklardı. Cinayetin işlendiği yatak odasınınbüyük penceresinin üstündeki taş yüze oyulmuşburnun üzerinde iki ufak çukur belirmişti, herkesfark etmişti bunları, oysa daha önce hiç kimsegörmemişti; ara sıra üstü başı yırtık pırtık iki-üçköylü, kalabalıktan sıyrılıp taş kesilmiş MösyöMarki'ye alelacele bir bakış atmaya gelirdi, birisıska parmağını bunun üzerine uzatır uzatmaz,hepsi yabani tavşanlar gibi yosunların veyaprakların arasından sıvışarak, rahatedebilecekleri yerlere kaçarlardı.Şato ve kulübe, taş yüz ve sallanan beden, taşzemindeki kırmızı leke, köy kuyusundakitertemiz su –binlerce dönüm arazi - Fransa'ya aitbütün taşra - Fransa'nın tamamı– incecik birçizgi halinde karanlık gökyüzünün altındauzanıyordu. Hatta bütün dünya, bütün haşmetive küçüklüğüyle göz kırpan bir yıldızın içindeuzanıyordu. Sanki sıradan insan aklı, bir ışıkhuzmesini parçalara bölüp bileşimini tahliledebilir, böylece üstün zekâlılar, cılız cılız
parlayan dünyamız üzerindeki her bir yaratığındüşüncesini, davranışını, her türlü ahlaksızlığımve erdemini okuyabilirdi.Karıkoca Defarge'lar, yıldızların altında,arabalarının içinde ağır aksak ilerleyerek varmakistedikleri noktaya, Paris'in giriş kapılarındanbirine vardılar. Güvenlik bariyerinin önündeolağan bir şekilde durduruldular ve genel birinceleme ve soruşturma için olağan fenerler pırılpırıl üzerlerine tutuldu. Mösyö Defarge arabadanindi; oradaki bir-iki askeri ve polisi tanıyordu.İkincisiyle samimiydi ve sevecen bir şekildekucaklaştılar.St. Antoine loş kanatlarını açarak Defarge'larayeniden sarılmıştı, onlar da nihayet St.Antoine'ın yakınlarında arabadan inmiş,simsiyah çamur ve pislik içindeki sokaklarda zarzor yürürlerken, Madam Defarge kocasına şöylededi:\"Söyle bakalım dostum; polis Jacques sana nededi?\"
\"Bu gece fazla bir şey söylemedi, ama bildiğiher şeyi anlattı. Bizim bölgeye bir casus dahayerleştirmişler. Belki daha bir sürü vardır, ama osadece bir tanesini biliyormuş.\"\"E iyi!\" dedi Madam Defarge, ciddi bir işhavası takınıp kaşlarını kaldırarak. \"Onu dakaydetmek lazım. Adı ne?\"\"O bir İngiliz.\"\"Daha iyi. Adı ne?\"\"Barsad,\" dedi Defarge, Fransızcaymış gibitelaffuz ederek. Ama ismi doğru anlamaya okadar özen göstermişti ki, yazarken hiç hatayapmadı.\"Barsad,\" diye tekrarladı madam. \"Güzel. İlkadı ne?\"\"John.\"Madam bunu kendi kendine bir kezmırıldandıktan sonra, \"John Barsad,\" diye tekrar
Search
Read the Text Version
- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- 8
- 9
- 10
- 11
- 12
- 13
- 14
- 15
- 16
- 17
- 18
- 19
- 20
- 21
- 22
- 23
- 24
- 25
- 26
- 27
- 28
- 29
- 30
- 31
- 32
- 33
- 34
- 35
- 36
- 37
- 38
- 39
- 40
- 41
- 42
- 43
- 44
- 45
- 46
- 47
- 48
- 49
- 50
- 51
- 52
- 53
- 54
- 55
- 56
- 57
- 58
- 59
- 60
- 61
- 62
- 63
- 64
- 65
- 66
- 67
- 68
- 69
- 70
- 71
- 72
- 73
- 74
- 75
- 76
- 77
- 78
- 79
- 80
- 81
- 82
- 83
- 84
- 85
- 86
- 87
- 88
- 89
- 90
- 91
- 92
- 93
- 94
- 95
- 96
- 97
- 98
- 99
- 100
- 101
- 102
- 103
- 104
- 105
- 106
- 107
- 108
- 109
- 110
- 111
- 112
- 113
- 114
- 115
- 116
- 117
- 118
- 119
- 120
- 121
- 122
- 123
- 124
- 125
- 126
- 127
- 128
- 129
- 130
- 131
- 132
- 133
- 134
- 135
- 136
- 137
- 138
- 139
- 140
- 141
- 142
- 143
- 144
- 145
- 146
- 147
- 148
- 149
- 150
- 151
- 152
- 153
- 154
- 155
- 156
- 157
- 158
- 159
- 160
- 161
- 162
- 163
- 164
- 165
- 166
- 167
- 168
- 169
- 170
- 171
- 172
- 173
- 174
- 175
- 176
- 177
- 178
- 179
- 180
- 181
- 182
- 183
- 184
- 185
- 186
- 187
- 188
- 189
- 190
- 191
- 192
- 193
- 194
- 195
- 196
- 197
- 198
- 199
- 200
- 201
- 202
- 203
- 204
- 205
- 206
- 207
- 208
- 209
- 210
- 211
- 212
- 213
- 214
- 215
- 216
- 217
- 218
- 219
- 220
- 221
- 222
- 223
- 224
- 225
- 226
- 227
- 228
- 229
- 230
- 231
- 232
- 233
- 234
- 235
- 236
- 237
- 238
- 239
- 240
- 241
- 242
- 243
- 244
- 245
- 246
- 247
- 248
- 249
- 250
- 251
- 252
- 253
- 254
- 255
- 256
- 257
- 258
- 259
- 260
- 261
- 262
- 263
- 264
- 265
- 266
- 267
- 268
- 269
- 270
- 271
- 272
- 273
- 274
- 275
- 276
- 277
- 278
- 279
- 280
- 281
- 282
- 283
- 284
- 285
- 286
- 287
- 288
- 289
- 290
- 291
- 292
- 293
- 294
- 295
- 296
- 297
- 298
- 299
- 300
- 301
- 302
- 303
- 304
- 305
- 306
- 307
- 308
- 309
- 310
- 311
- 312
- 313
- 314
- 315
- 316
- 317
- 318
- 319
- 320
- 321
- 322
- 323
- 324
- 325
- 326
- 327
- 328
- 329
- 330
- 331
- 332
- 333
- 334
- 335
- 336
- 337
- 338
- 339
- 340
- 341
- 342
- 343
- 344
- 345
- 346
- 347
- 348
- 349
- 350
- 351
- 352
- 353
- 354
- 355
- 356
- 357
- 358
- 359
- 360
- 361
- 362
- 363
- 364
- 365
- 366
- 367
- 368
- 369
- 370
- 371
- 372
- 373
- 374
- 375
- 376
- 377
- 378
- 379
- 380
- 381
- 382
- 383
- 384
- 385
- 386
- 387
- 388
- 389
- 390
- 391
- 392
- 393
- 394
- 395
- 396
- 397
- 398
- 399
- 400
- 401
- 402
- 403
- 404
- 405
- 406
- 407
- 408
- 409
- 410
- 411
- 412
- 413
- 414
- 415
- 416
- 417
- 418
- 419
- 420
- 421
- 422
- 423
- 424
- 425
- 426
- 427
- 428
- 429
- 430
- 431
- 432
- 433
- 434
- 435
- 436
- 437
- 438
- 439
- 440
- 441
- 442
- 443
- 444
- 445
- 446
- 447
- 448
- 449
- 450
- 451
- 452
- 453
- 454
- 455
- 456
- 457
- 458
- 459
- 460
- 461
- 462
- 463
- 464
- 465
- 466
- 467
- 468
- 469
- 470
- 471
- 472
- 473
- 474
- 475
- 476
- 477
- 478
- 479
- 480
- 481
- 482
- 483
- 484
- 485
- 486
- 487
- 488
- 489
- 490
- 491
- 492
- 493
- 494
- 495
- 496
- 497
- 498
- 499
- 500
- 501
- 502
- 503
- 504
- 505
- 506
- 507
- 508
- 509
- 510
- 511
- 512
- 513
- 514
- 515
- 516
- 517
- 518
- 519
- 520
- 521
- 522
- 523
- 524
- 525
- 526
- 527
- 528
- 529
- 530
- 531
- 532
- 533
- 534
- 535
- 536
- 537
- 538
- 539
- 540
- 541
- 542
- 543
- 544
- 545
- 546
- 547
- 548
- 549
- 550
- 551
- 552
- 553
- 554
- 555
- 556
- 557
- 558
- 559
- 560
- 561
- 562
- 563
- 564
- 565
- 566
- 567
- 568
- 569
- 570
- 571
- 572
- 573
- 574
- 575
- 576
- 577
- 578
- 579
- 580
- 581
- 582
- 583
- 584
- 585
- 586
- 587
- 588
- 589
- 590
- 591
- 592
- 593
- 594
- 595
- 596
- 597
- 598
- 599
- 600
- 601
- 602
- 603
- 604
- 605
- 606
- 607
- 608
- 609
- 610
- 611
- 612
- 613
- 614
- 615
- 616
- 617
- 618
- 619
- 620
- 621
- 622
- 623
- 624
- 625
- 626
- 627
- 628
- 629
- 630
- 631
- 632
- 633
- 634
- 635
- 636
- 637
- 638
- 639
- 640
- 641
- 642
- 643
- 644
- 645
- 646
- 647
- 648
- 649
- 650
- 651
- 652
- 653
- 654
- 655
- 656
- 657
- 658
- 659
- 660
- 661
- 662
- 663
- 664
- 665
- 666
- 667
- 668
- 669
- 670
- 671
- 672
- 673
- 674
- 675
- 676
- 677
- 678
- 679
- 680
- 681
- 682
- 683
- 684
- 685
- 686
- 687
- 688
- 689
- 690
- 691
- 692
- 693
- 694
- 695
- 696
- 697
- 698
- 699
- 700
- 701
- 702
- 703
- 704
- 705
- 706
- 707
- 708
- 709
- 710
- 711
- 712
- 713
- 714
- 715
- 716
- 717
- 718
- 719
- 720
- 721
- 722
- 723
- 724
- 725
- 726
- 727
- 728
- 729
- 730
- 731
- 732
- 733
- 734
- 735
- 736
- 737
- 738
- 739
- 740
- 741
- 742
- 743
- 744
- 745
- 746
- 747
- 748
- 749
- 750
- 751
- 752
- 753
- 754
- 755
- 756
- 757
- 758
- 759
- 760
- 761
- 762
- 763
- 764
- 765
- 766
- 767
- 768
- 769
- 770
- 771
- 772
- 773
- 774
- 775
- 776
- 777
- 778
- 779
- 780
- 781
- 782
- 783
- 784
- 785
- 786
- 787
- 788
- 789
- 790
- 791
- 792
- 793
- 794
- 795
- 796
- 797
- 798
- 799
- 800
- 801
- 802
- 803
- 804
- 805
- 806
- 807
- 808
- 809
- 810
- 811
- 812
- 813
- 814
- 815
- 816
- 817
- 818
- 819
- 820
- 821
- 822
- 823
- 824
- 825
- 826
- 827
- 828
- 829
- 830
- 831
- 832
- 833
- 834
- 835
- 836
- 837
- 838
- 839
- 840
- 841
- 842
- 843
- 844
- 845
- 846
- 847
- 848
- 849
- 850
- 851
- 852
- 853
- 854
- 855
- 856
- 857
- 858
- 859
- 860
- 861
- 862
- 863
- 864
- 865
- 866
- 867
- 868
- 869
- 870
- 871
- 872
- 873
- 874
- 875
- 876
- 1 - 50
- 51 - 100
- 101 - 150
- 151 - 200
- 201 - 250
- 251 - 300
- 301 - 350
- 351 - 400
- 401 - 450
- 451 - 500
- 501 - 550
- 551 - 600
- 601 - 650
- 651 - 700
- 701 - 750
- 751 - 800
- 801 - 850
- 851 - 876
Pages: