Important Announcement
PubHTML5 Scheduled Server Maintenance on (GMT) Sunday, June 26th, 2:00 am - 8:00 am.
PubHTML5 site will be inoperative during the times indicated!

Home Explore İki Şehrin Hikâyesi-Charles DİCKENS

İki Şehrin Hikâyesi-Charles DİCKENS

Published by eminyukseloglukaihl, 2019-10-22 15:36:59

Description: İki Şehrin Hikâyesi-Charles DİCKENS

Search

Read the Text Version

güruhta kimse onlardan daha harap bir haldeolamazdı. Yedi mahkûm, mezarlarını dağıtanfırtınayla aniden serbest kalmış, eller üzerindetaşınıyordu şimdi; hepsi korkmuş, boşluğadüşmüş gibiydi, neye uğradıklarını şaşırmışlardı,kıyamet günü gelmişti sanki ve etraflarını sarano tipler de kayıp ruhlardı. Biraz daha yukarıdataşınan diğer yedi yüz, yedi cansız yüz ise,gözkapakları düşmüş, gözleri yan açık bir haldekıyamet gününü bekliyorlardı. Kayıtsız yüzlerdibunlar, öte yandan ertelenmiş –ama hiçbozulmamış– bir ifade taşıyorlardı; korkulu birbekleyişin ardından düşmüş göz kapakları birgayret açılacak ve o cansız dudaklar, \"BUNUSİZ YAPTINIZ!\" diye tanıklık edecekti.Serbest bırakılan yedi mahkûm, mızraklarıntepesindeki yedi kanlı kafa, sekiz sağlam kulesiolan lanetli kalenin anahtarları, eskimahkumlardan kalan bazı mektuplar ve eşyalar,yıllar önce ölmüş olan kırık kalpler –ve benzeribir dolu şey– St. Antoine'ın gümbür gümbüryankılanan adımları eşliğinde 1789 senesininTemmuz ayı ortalarında Paris sokaklarında

dolaştı. Lucie Darnay'in tahminleri gerçekleşmezve uzaktan duyulan bu adımlar onlardan uzakolur umarım! Kalabalığın gözü hiçbir şeyigörmüyor çünkü, çıldırmış gibiler, tehlikeliler veşarap fıçısının Defarge'ın dükkânının önündekırılmasından yıllar sonra tekrar kırmızıyaboyanan sokakları temizlemek hiç de kolaydeğil.

XXIIDeniz Hâlâ KabarıyorMadam Defarge her zamanki gibi tezgâhınınarkasında oturmuş müşterileri kolaçan ederken,Yorgun düşmüş St. Antoine, bir haftadırbirbirine kardeşçe sarılıp tebrik edenleryüzünden elindeki azıcık ekmeği yumuşatacakkadar sevinçliydi. Madam Defarge'ın başındagül yoktu, çünkü casuslar o kısacık bir haftadabile kendilerini azizlerin insafına bırakmakonusunda acayip temkinliydi. Sokak lambalarıuğursuz uğursuz sallanıyordu.Madame Defarge kollarını kavuşturmuş,sabah güneşinin altında düşünceli düşüncelişarap dükkânına ve yola bakıyordu. Her ikisindede üstü başı pislik içinde ve sefil halde olanaylak gruplar vardı, ama hepsinin sıkıntılarınınüzerine bariz bir güç çöreklenmişti şimdi sanki.En sefil kafada eğik duran en pejmürde gecelikkülahından okunan şuydu: \"Şu külahı giyenbenim için hayatımı devam ettirmek ne kadar

zor biliyorum, ama gene şu külahı giyen benimiçin senin canını almak ne kadar kolay biliyormusun?\" Daha önce işi gücü olmayan her birsıska ve çıplak kol her an bunu yapmaya hazırdışimdi. Örgü ören kadınların parmakları dahaönce yaşadıkları tecrübelerle, berbat haldeydi.St. Antoine'ın çehresi değişmişti; asırlardır buimaj işlenip duruyordu içine ve son kuvvetlidarbeyle ifadesi değişmişti iyice.Madame Defarge oturmuş, St. Antoinekadınlarının liderinden beklenecek gizli birmemnuniyetle çevresini izliyordu.Arkadaşlarından biri de yanında örgü örüyordu.Bir deri bir kemik bir bakkalın kansı ve ikiçocuk annesi olan bu kısa boylu, tombul kadınaMadam Defarge'ın sağ kolu olduğu için İntikamadı Verilmişti.\"Dinle!\" dedi İntikam. \"Dinle bak! Kimgeliyor?\"St. Antoine semtinin sınırlarından şarapdükkânının kapısına doğru bir dizi barut,ateşlenmiş gibi güçlü bir uğultu yayılmıştı etrafa.

\"İşte Defarge,\" dedi madam. \"Susalımarkadaşlar!\" Defarge nefes nefese geldi,başındaki kırmızı şapkayı çıkardı ve etrafınabakındı! \"Herkes sussun!\" dedi madam yine.\"Onu dinleyin!\" Defarge kapının önündetoplanmış olan hırslı gözlerin ve açık ağızlarınönünde soluk soluğa dikiliyordu; şarapdükkânındaki herkes ayağa fırlamıştı.\"Söyle bakalım kocacığım. Neler oldu?\"\"Öbür dünyadan haberler var!\"\"Nasıl yani?\" diye bağırdı madam,küçümseyici bir edayla. \"Öbür dünya mı?\"\"Buradaki herkes, açlıktan ölmek üzere olaninsanlara ot yemelerini öneren ve ölüpcehennemi boylayan yaşlı Foulon'ı hatırlıyormu?\"Hep bir ağızdan, \"Hatırlıyoruz,\" diyebağırdılar.\"Haberler onunla ilgili. O aramızda!\"

\"Aramızda mı?\" diye hep bir ağızdanbağırdılar gene. \"Ölmüştü hani?\"\"Ölmemiş! Bizden o kadar korkmuş ki –haksız da değil hani– öldüğünü yaymış etrafa vekendisine büyük bir cenaze merasimidüzenletmiş. Ama onu kırsal bir alandasaklanırken bulup getirmişler. Görmüştüm onu,ama şimdi Belediye Sarayı'na bir tutuklu olarakgötürülüyor. Bizden korkmakta haklı demiştim.Söyleyin bakalım! Haklı mı, değil mi?\"Yetmiş yaşına gelmiş bu sefil günahkâr,şimdiye dek cevabını bulamamış dahi olsa, şuhaykırışları duysaydı eğer, bunu yüreğininderinliklerinde hissederdi mutlaka.Ardından insanın içine işleyen bir sessizlikoldu. Defarge ve kansı kararlı bir şekildebirbirlerine baktılar. İntikam tezgâhın arkasınaeğilmiş, ayağının dibindeki davulu hareketettiriyordu.\"Yoldaşlar!\" diye haykırdı Defarge kararlı birsesle. \"Hazır mıyız?\"

Madam Defarge hemen bıçağını kuşağınasoktu; davul sokaklarda gümbürdüyordu, sankidavulcu ile davulu sihirli bir şekilde uçupgitmişti ve İntikam, korkunç çığlıklar eşliğindeve kollarını Furia'lar gibi havaya açmış bir haldekapı kapı dolaşarak kadınları ayaklandırıyordu.Erkekler zalim öfkeleriyle pencerelerdenbakarken korkunçtu, ne silah buldularsayüklenmiş, sokaktaki insan seline karışmışlardı,ama kadınların hali en cesur insanın bile kanınıdondurmaya yeterdi. Kıt kanaat geçindiklerievlerindeki bütün işleri, çocuklarını, yaşlılarınıve aç biilaç yerlerde sürünen hastalarını birkenara bırakıp dalgalanan saçlarıyla kendilerinisokağa atmış, vahşi çığlıklar ve tavırlar eşliğindehem birbirlerini hem de kendilerinikışkırtıyorlardı. Cani Foulon yakalanmışkardeşim! Cani Foulon yakalanmış anacığım!Zalim Foulon yakalanmış kızım! Sonra aralarınabağırlarını döven, saçlarını yolan ve bağırıpduran bir grup daha katıldı, Foulon yaşıyor!Açlıktan kıvranan insanlara ot yiyin diyenFoulon! Bir kuru ekmek veremediğim yaşlı

babama ot ye diyen Foulon! Anasının kuruyanmemesinden süt ememeyen bebeğe ot em diyenFoulon! Ah bu Foulon! Tanrım ne acılar çektik!Duy beni ölen bebeğim ve eriyip gidenbabacığım! Şu taşın toprağın üzerine yeminederim ki intikamınızı alacağım Foulon'dan!Kocalar, kardeşler ve delikanlılar, Foulon'ınkanını getirin bize! Foulon'ın kellesini getirinbize! Foulon'ın kalbini getirin bize, Foulon'unbedenini ve ruhunu getirin bize, paramparçaedin Foulon'u ve toprağa gömün ki üzerindeotlar bitsin! Bir dolu kadın bu çığlıklar eşliğindedeli gibi etrafa saldırıp ortalıkta fırdöndü vehırstan baygın düşene kadar arkadaşlarına vurupüstlerini başlarını parçaladılar ve onları ayaklaraltında ezilmekten ancak erkekleri kurtarabildi.Yine de hiç vakit kaybedilmemişti! Bu Foulondenen adam Belediye Sarayı'ndaydı ve serbestbırakılabilirdi. Gelgelelim onca acı çekmiş,hakarete ve haksızlığa uğramış olan St. Antoinebuna asla izin vermezdi! Silahlı erkekler vekadınlar sürüler halinde hızla mahalledenayrıldılar ve sonda kalan posaları da kendilerine

doğru öyle bir güçle çektiler ki, on beş dakikaiçerisinde St. Antoine'ın göbeğinde üç-beş yaşlıkadın ile inleyen çocuktan başka hiç kimsekalmamıştı.Kimsecikler. O sırada hepsi bu yaşlı, çirkin vehain adamın olduğu sorgulama salonunadoluşmuş, hatta hemen bitişikteki avluya vesokaklara taşmışlardı. Karıkoca Defarge'lar,İntikam, Jacques Üç en ön saflardaydılar hep vesalonda da Foulon'ın az ötesinde duruyorlardı.Bıçağıyla işaret ederek, \"Şuna bakın!\" diyebağırdı madam. \"Bakın yaşlı herifi iplerlebağlamışlar. Sırtına da bir demet ot bağlamak neiyi olmuş. Ha ha! Yalla çok iyi akıl etmişler.Hadi yesin şimdi onu!\" Madam bıçağınıkoltuğunun altına sıkıştırmış, sanki biroyundaymış gibi ellerini çırpıyordu.Madam Defarge'ın hemen arkasında duraninsanlar kendi arkalarındakilere kadının nedenbu kadar sevindiğini anlattılar, sonra onlar kendiarkalarındakilere, onlar da kendiarkalarındakilere anlattı, derken civardaki bütün

sokaklar alkışlarla inledi. Böylece, iki-üç saatsüren sorgu boyunca ve adamın ağzındandökülen kelimelerin ayıklandığı sırada, MadamDefarge'ın sabırsız yüzünde beliren her türlüifadeden ta ötedeki insanların bile anında haberioldu. Bunun bu kadar çabuk olmasının birsebebi de Madam Defarge'ı iyi bilen bazı çevikadamların binanın dışına tırmanarak penceredeniçeriye bakması ve madamla dışarıdaki kalabalıkarasında telgraf görevi üstlenmesiydi.Bir süre sonra güneş iyice yükselerek umutverirmiş gibi ya da korurmuş gibi yumuşacıkışığıyla yaşlı mahkûmun tam üzerine vurdu. Bukadarı fazlaydı; kaşla göz arasında o upuzunsaman tozu bariyer rüzgâra karıştı ve St. Antoineadamı ele geçirdi!Kalabalığın en arkasındakilerin bile durumdananında haberi olmuştu. Defarge adamlaaralarında duran parmaklığın ve masanınüzerinden atladı ve alçak herifin üzerine çullandı–Madam Defarge da kocasının peşinden giderekadamın bağlı olduğu iplerden birini yakalamıştı–İntikam ve Jacques Üç peşlerinden gitmemiş,

tünemiş kuşlar gibi duran penceredeki adamlarise salona koşmamışlardı daha; derken dışarıdan\"Onu dışarı çıkarın! Lambaya getirin onu!\" diyeçığlıklar yükseldi.Adamı binanın merdivenlerinden aşağısürüklediler; kâh dizlerinin üstünde, kâh ayakta,kâh sırtüstü çekiştirdiler, iteklediler onu veyüzlerce el yüzüne ot ve saman bastırıncaboğulacak gibi oldu; üstü başı parçalanmış, yarabere içinde kalmıştı adam, zor nefes alıyordu veher yanı kanıyordu; gene de yalvarıp merhametdilenmekten vazgeçmemişti; bu coşku doluıstıraplı eylem sırasında insanlar onu görebilmekiçin birbirlerini geri çekerek yer açmışlardı;yüzlerce bacaktan oluşan bir ormanın içindekuru bir kütükten farksızdı; adamı ölümcüllambalardan birinin asılı olduğu en yakın köşeyesürüklediler; Madam burada –bir kedinin fareyibırakışı gibi– serbest bıraktı onu ve sessiz sakinbir edayla ona bakarken kalabalık hazırlıklarınıyaptı ve o da yalvarıp yakardı madama. Busırada kadınlar sürekli ciyak ciyak bağırıyorlar,erkekler ise sert bir şekilde ağzına ot tıkayarak

öldüreceklerini haykırıyorlardı ona. Bir arayukarı çektiler adamı, ama ip koptu ve çığlıkçığlığa yere düşerken yakaladılar onu; sonragene yukarı çektiler, gene ip koptu ve geneçığlık çığlığa yakaladılar onu; nihayet ip acıdıona ve tuttu, az sonra kellesi, ağzında tüm St.Antoine'ı karşısında dans ettirecek kadar otla, birkazığın ucunda duruyordu.Ama günün kötü işleri bitmiş değildi daha,zira sefil herifin, bir başka halk düşmanı olanşerefsiz damadının beş yüz asker eşliğindeParis'e geldiğini duyunca St. Antoine o kadarçok bağırıp zıvanadan çıktı ki, ortalık yenidenkaynadı. St. Antoine onun işlediği suçlarıyaldızlı kâğıtlara yazmıştı, çabucak yakaladılaronu –Foulon'a eşlik etsin diye bir ordununbağrından bile söküp alabilirlerdi– kellesiylekalbini kazıkların ucuna geçirdiler ve günün üçganimeti ellerinde sokaklarda geçit töreniyaptılar.Kadınlar ve erkekler mızıldanan aççocuklarının yanına döndüklerinde hava iyicekararmıştı. Sonra berbat fırınların önünde uzun

uzun kuyruklar oluştu ve insanlar kuru ekmekalabilmek için sabırla beklediler; boş veguruldayan midelerle beklerken, vakitlerini zafersarhoşluğuyla birbirlerine sarılarak ve dedikoduyaparak geçirdiler. Yavaş yavaş yırtık pırtıkkıyafetli insanlardan oluşan kuyruklar kısalıptükendi ve yüksek pencerelerde birer birer cılızışıklar yanmaya başladı; sokaklarda da küçükküçük ateşler yakılmıştı ve komşularyemeklerini hep beraber bu ateşlerde pişiripardından kapı önlerinde yediler.İçinde etten eser olmayan bu kıt ve yetersizyemeklerin tek katığı kuru ekmekti. Öte yandanbu zavallı yiyecekler dostlukla zenginleşerekinsanların içinde bir neşe uyandırmıştı. Bu kötügünden kendi paylarına düşeni alan anne vebabalar tatlı tatlı sıska çocuklarıyla oynadılar;sevgililer ise çevrelerine ve önlerinde uzananhayata bakarak sevgi ve umutla doldular.Defarge'ın şarap dükkânındaki son müşterilerayrıldığında neredeyse gün doğmak üzereydi veMösyö Defarge kapıyı kilitlerken madama kısıksesle:

\"Sonunda beklediğimiz gün geldi karıcığım!\"dedi.\"Eh!\" diye karşılık verdi madam. \"Neredeyse.\"St. Antoine uykuya daldı, Defarge'lar uykuyadaldı. İntikam da açlıktan kıvranan kocasıylauykuya daldı ve davul dinlenmeye çekildi. St.Antoine'da kan ve telaşın değiştiremediği tek sesdavulunkiydi. Bunu muhafaza eden İntikamistese onu uyandırır, ondan Bastille düşmedenönceki ya da yaşlı Foulon yakalanmadan öncekisesleri çıkarırdı; St. Antoine'ın kalbindeki kısıksesli insanlar için aynı şey söylenemezdi ama.

XXIIIGerilim TırmanıyorÇeşmenin aktığı ve yol işçisinin o zavallı cahilruhunu ve zavallı sıska bedenini taşıyabilmek vebir arada tutabilmek uğruna ekmeğini yollardakitaşlardan çıkardığı köyde bir değişiklik vardı.Kayalıkların tepesindeki hapishane eskisi kadarrevaçta değildi; burayı koruyan askerler vardışimdi, ama sayıları fazla değildi ve bu askerlerikoruyan subaylar vardı, ama bir tanesi bileadamlarının ne yapacağını bilmiyordu –dahası,bu kendisine emredilen şey olmayacaktımuhtemelen.Ötede, koca bir alanda yıkık bir ülkeuzanıyordu ve vaat ettiği tek şey kederdi. Her biryeşil yaprak, her bir ot ve tahıl parçası en az ozavallı insanlar kadar kuruyup büzülmüştü. Herşey boynunu bükmüş, keyifsiz, harap ve yıkıktı.Evler, çitler, evcil hayvanlar, adamlar, kadınlar,çocuklar ve onlara hayat veren toprak –hepsitükenmişti.

Monsenyör (çoğunlukla oldukça değerli birbeyefendidir) ülke için bir nimetti, olaylaraşövalyevari bir hava verirdi; lüks ve ışıltılıhayatın ve buna denk pek çok durumun ince birörneğiydi; gene de sınıfıyla birlikte, bir şekilde,meseleyi bu noktaya kadar taşımıştı. Ne tuhaftırki, bilhassa Monsenyör gibiler için kurulan\"düzen\" çok yakında çöküp gidecekti! Budüzenin ilelebet böyle gitmeyeceğinigörememişlerdi anlaşılan! Nitekim, son damlakan taşlara bulanmış, işkence sehpasının makarasistemi son vidanın habire dönüp durmasındanparçalanarak boşa sarmaya başlamıştı ki,Monsenyör bu aşağılık ve akıl almazmeselelerden kaçmaya karar verdi.Ama köyde ve diğer pek çok köyde değişenbir şey yoktu. Monsenyör uzun yıllar boyuncaköyü ezmiş, sömürmüş, avlanma zamanlarıharicinde nadiren teşrif etmişti –bazen insan,bazen hayvan avlardı ve bunları muhafazaetmek için hunharca kıraç alanlar açardı. Hayır.Değişim, kutsanmış ve kutsayıcı yüzüyleMonsenyör'ün simgelediği üst tabakanın

ortalarda görünmeyişinden çok, aşağı tabakanıntuhaf yüzlerinin ortalığa çıkmasıydı.Bu sırada yol işçisi, ne kadar az yiyeceğiolduğuna ve bunu da yerse daha ne kadarkalacağına kafa yorduğundan, topraktan gelipbir gün yine toprağa gideceği düşüncesindenuzakta, toz toprak içinde bir başına çalışırkenbaşını kaldırıp ilerilere baktığında kendisinedoğru yaklaşan, eskiden o yörede fazla olmayanama şimdi sık sık rastlanan türde kaba saba biradam gördü. Adam iyice yaklaştığında yol işçisibunun saçı başı karışmış, vahşi görünümlü, uzunboylu biri olduğunu fark etti ve hiç şaşırmadı,ama adamın ayağında, kendisi gibi suratsız,kaba saba, kavruk tenli bir yol işçisinin gözünebile biçimsiz görünen yollarda toza toprağabulanmış, çamurlara batmış, alçak zeminlerdekisulak alanlarda sırılsıklam olmuş, koruluklardakisapa yollarda üstüne dikenler, otlar ve küfbulaşmış olan tahta ayakkabılar vardı.Yol işçisi sağanaktan kaçmak için sığındığı birsetin altındaki taş yığınının üzerine oturup buadamın temmuz ayında, öğle vakti, hayalet gibi

gelişini izledi.Adam yol işçisine, sonra çukurdaki köye,değirmene ve kayalıkların üzerindekihapishaneye baktı. Bu yerleri cahil zihninde biryere koyduktan sonra zar zor anlaşılır bir şiveyleşöyle dedi:\"Nasıl gidiyor Jacques?\"\"Her şey yolunda Jacques.\"\"Ver elini o zaman!\"El sıkıştılar ve o da o taş yığınının üzerineoturdu.\"Yemeğin var mı?\"\"Atıştıracak birkaç lokma var sadece,\" dediyol işçisi, aç bir yüzle.\"Adet böyle demek!\" diye homurdandı adam.\"Gittiğim hiç bir yerde yemeğe rastlayamadım.\"

Adam kararmış bir pipo çıkarıp içini doldurduve bunu bir çakmak taşıyla yaktıktan sonraucunda parlak bir kızıllık oluşana dek içineçekti, ardından aniden bunu ağzından çekipiçine parmaklarının arasında tuttuğu parlak vedüşer düşmez sönen bir şey attı.\"Ver elini o zaman!\" Bütün bu işlemleriizledikten sonra bu sözü söyleme sırası yolişçisine gelmişti. Tekrar el sıkıştılar.\"Bu gece mi?\" diye sordu yol işçisi.\"Bu gece!\" dedi adam pipoyu ağzınagötürerek.\"Nerede?\"\"Burada.\"Adamla yol işçisi, dolu taneleri mermi gibiyağarken ve köyün üzerindeki bulutlar dağılanadek, sessizce birbirlerine bakarak taş yığınınınüzerinde oturdular.

Sonra yolcu tepenin yamacına doğruilerleyerek, \"Göstersene bana!\" dediYol işçisi, \"Şurayı gördün mü?\" dediparmağını uzatarak. \"Oradan aşağı in ve yolaçıkınca dümdüz yürü, sonra çeşmeyi geç.\"\"Bırak Tanrı aşkına!\" diye sözünü kesti adam,gözleriyle manzarayı işaret ederek. \"Ben öyleyollarda yürüyüp çeşmelerin önünden geçmem.Tamam mı?\"\"Eh tamam! Köyün yukarısındaki şu tepenindoruğunun ötesine iki saat yürü o zaman.\"\"İyi! İşin ne zaman bitecek?\"\"Güneş batarken.\"\"Gitmeden önce beni uyandırır mısın? İkigecedir hiç durmadan yürüyorum. Pipomubitireyim de bir çocuk gibi uyuyayım şurada.Uyandıracak mısın beni?\"\"Olur tabii.\"

Yolcu piposunu söndürüp koynuna soktu vekocaman tahta ayakkabılarını çıkararak sırtüstütaş yığınının üzerine uzandı. Uzanır uzanmazuyuyakaldı.Yol işçisi, tozlu işinin başına dönüp bulutlargökyüzünde dağılarak manzaraya gümüşiparıltılar yayan parlak ışınlara yer açtığında ufaktefek adam (şimdi mavi şapkası yerine kırmızıbir şapka giyen yol işçisi) bu taş yığınınınüzerinde yatan adamdan büyülenmiş gibiydi.Gözleri sık sık adama kayıyor, aletlerini ezbere,hatta biraz da beceriksizce kullanıyordu.Adamın bronz yüzü, birbirine karışmış saçısakalı, kaba yünden dokunmuş kırmızı şapkası,çeşitli adi kumaşlardan ve postlardan derleme elyapımı kıyafeti, kıt kanaat yaşamaktan incelmişgüçlü bedeni ve uykusunda küskün veumutsuzca sıkı sıkıya kapanmış dudakları, yolişçisinde saygıyla karışık bir korku uyandırmıştı.Yolcunun çok uzak yoldan geldiği belliydi,ayakları şişmiş, yara bere içinde kalmıştı; içiyaprak ve otla dolu olan o koca ayakkabılarıonca saat sürüklemek zor olmalıydı ve kendisi

nasıl yara bere içinde kalmışsa, elbiseleri dedelik deşikti. Yol işçisi adamın yanına eğilerekkoynunda gizlediği bir silah var mı yok mu diyegörmeye çalıştı, ama boşuna, çünkü adamkollarını göğsünün üzerinde, tıpkı dudaklarıgibi, sımsıkı kavuşturmuştu. Yol işçisi, setler,gözetleme kuleleri, kapılar, hendekler ve asmaköprülerle korunan şehirlerin bu cüsse için birerhiç olduğunu düşündü. Gözlerini adamınüzerinden kaldırıp ufka baktığında, Fransa'nınher yanını böyle engel tanımaz adamlarınkapladığını hayal meyal gördü.Adam sağanak yağmura, aralıklarla parlayangüne, yüzüne bir vurup bir saklanan güneşe,bedeninin üzerinde tıkırdayan sonra da güneşinetkisiyle elmasa dönüşen dolu tanelerinealdırmadan, güneş batıda alçalana ve gökyüzükızıla boyanana dek uyumaya devam etti. Birsüre sonra, yol işçisi aletlerini toplayıp köyeinmeye hazır olduğunda onu uyandırdı.\"Tamam!\" dedi uyuyan adam, dirseğininüzerinde doğrularak. \"Tepenin doruğundan ikisaat ötede, değil mı?\"

\"Aşağı yukarı.\"\"Aşağı yukarı. Tamam!\"Yol işçisi, esen rüzgârla birlikte tozu toprağıönüne katarak eve doğru ilerledi ve çokgeçmeden çeşmeye vardığında, su içmeyegetirilmiş sıska ineklerin arasına karışarak,onlara fısıldarmış gibi yapıp bütün köye birşeyler fısıldadı. Köylüler akşam yemeği niyetinebir şeyler atıştırdıktan sonra her zamanki gibiyatmaya gitmeyip yeniden kapı önlerine çıktılarve öylece beklediler. Tuhaf fısıltı her yanabulaşmıştı ve köy halkı karanlıkta çeşmeninbaşına toplandığında, gene birbirinden bulaşmışgibi herkes umutlu gözlerle gökyüzünde tek biryöne doğru baktı. O bölgeden sorumlu olanMösyö Gabelle telaşlanmıştı; tek başına evininçatısına çıkıp o da o yöne baktı; bacalarınarkasından aşağıdaki çeşmenin başındakigiderek kararan yüzlere göz attı ve biraz sonraçanın çalınması gerekebilir düşüncesiyle kiliseanahtarlarını muhafaza eden zangoça haberyolladı.

Karanlık çökmüştü iyice. Eski şatoyuçevreleyen ağaçlar, onun o ıssız halini gözardıederek gecenin kasvetindeki o kocaman karanlıkcüssesini tehdit edercesine rüzgârda sallanıpduruyorlardı. Yağmur iki kat arasındakimerdivene hücum etmiş, içeridekileriuyandırmak isteyen telaşlı bir haberci gibi anakapıyı dövüyordu; huzursuz rüzgâr koridordakieski mızrak ve bıçakların arasından geçipinleyerek merdivenleri çıktı ve son Marki'nin birzamanlar uyuduğu yatağın perdelerini salladı.Doğu, batı, kuzey ve güneyden, ağaçlarınarasından çıkan dört hırpani kılıklı adam, uzunotları eze eze ve dalları çatırdata çatırdata tedbirlibüyük adımlarla avluya doğru yürüdü. Sonradört meşale parladı ve hepsi ayrı yönleredağıldılar, ardından her yer yeniden karanlığagömüldü.Ama fazla uzun sürmedi bu. Çok geçmedenkendi içindeki bir ışıkla aydınlanarak iyicebelirginleşti şato. İçeride titreyen bu ışık,parmaklıkları, kemerleri, pencereleri ortayaçıkarmıştı. Derken iyice büyüdü ışık ve etrafa

yayılarak daha da parlak bir hal aldı. Az sonrakoca pencerelerden alevler fışkırıyordu veuykularından uyanan taş yüzler yangınıizliyordu.Şatoda kalan birkaç kişiden belli belirsiz sesleryükseldi ve bir at eyerlenerek dörtnala gitti.Karanlıkta mahmuz, sıçrayan su sesleri duyulduve köyün çeşmesine gelince dizginler çekildi; atköpükler içinde Mösyö Gabelle'in kapısınınönünde durdu. \"Yardım et Gabelle! Yardımedin!\" Çan sabırsızca çalıyordu, ama bunundışında yardım eden kimse yoktu. Yol işçisi veiki yüz elli arkadaşı, kollarını kavuşturmuş haldeçeşmenin önünde dikilerek göğe yükselenalevlere bakıyorlardı. \"Yüksekliği on iki metrevardır herhalde,\" dediler, suratsızca, amayerlerinden hiç kımıldamadılar.Şatodan gelen atlı ve köpükler içindeki atdoludizgin köyü geçerek, taşlı tepeye,kayalıkların tepesindeki hapishaneye tırmandı.Kapıdaki bir grup subay, onların biraz ilerisindede bir grup asker yangını seyrediyordu. \"Yardımedin subaylar! Şato yanıyor; zamanında

müdahale edersek değerli eşyaları alevlerdenkurtarabiliriz! Yardım edin hadi, yardım lütfen!\"Subaylar yangını izleyen askerlerin olduğutarafa baktı; hiçbir emir vermediler veomuzlarını silkip dudaklarını ısırarak, \"Yansın ozaman,\" demekle yetindiler.Atlı tepeden inip tekrar köyü geçerken köyaydınlanmaya başlamıştı. Yol işçisi ve iki yüzelli arkadaşı, etrafı aydınlatma fikriyle hareketegeçmiş tek bir kadın ve erkek gibi evlerinekoştular ve her soluk pencere camının önünebirer mum koydular. Her şey gibi mum da azolduğundan, buyurgan bir tavırla MösyöGabelle'den ödünç mum istediler ve bu mühimşahıs isteksiz ve tereddütlü davranınca, birzamanlar otoriteye o kadar itaatkâr olan yolişçisi bile, arabaların şenlik ateşleri yakmak içinpek uygun olduğunu ve bunların üzerinde postaarabasının atlarını pişirmenin iyi olacağınısöyledi.Şato alevlere ve yanmaya terk edilmişti.Gürleyen öfkeli yangın, kıpkırmızı rüzgâr,doğruca cehennemden gelir gibi koca binayı

savuruyordu. Alevler yükselip alçaldıkça taşyüzler eziyet çekiyorlarmış gibi görünüyorlardı.Binadan koca koca taşlar ve kerestelerdüştüğünde burnunda iki oyuk olan taş yüz degözden kayboldu, ama çok geçmedendumanların arasında yeniden belirdi, kazığınucunda yanarken alevlerle boğuşan zalimMarki'nin yüzüydü sanki bu.Şato cayır cayır yandı; alevlerin sıçradığı enyakındaki ağaçlar kavrulup büzüştü; o azgındört adamın ateşe verdiği uzaktaki ağaçlar iseyanan şatoyu yeni bir duman bulutuyla kuşattı.Mermer havuzun dibi dökme kurşun vedemirden geçilmiyordu; suyu çekilmişti iyice;kulelerin tepesi sıcakta eriyen buzlar gibi erimiş,dört zorlu alev kuyusunun içine damla damlaakıyordu. Sağlam duvarlarda, kristalleşmiş gibikocaman çatlaklar ve yarıklar oluşmuştu;afallamış kuşlar etrafta dört dönüyor, fırınıniçine doğru çekiliyorlardı; azgın dört adam,gecenin sakladığı yollarda, fenerlerininkılavuzluğunda, doğuya, batıya, kuzeye vegüneye, bir sonraki hedeflerine doğru yorgun

argın ilerlediler. Aydınlanmış köy, çanı elegeçirmiş, meşru zangoçu hiçe sayarak neşeiçinde çalıyordu bunu.Yalnız bunlar değildi; açlık, yangın ve çanseslerinden serseme dönen ve kira ile vergitopladığı için kafayı Gabelle'ye takan köy halkı–gerçi vergileri azar azar topluyordu Gabelle,kira da hiç almıyordu artık– onunla görüşmekiçin sabırsızlanıyordu ve evinin etrafını sararak,yüzyüze görüşmek için dışarı çağırdılar. Bununüzerine Mösyö Gabelle kapısının sürgüsünüsıkıca çekip ne yapacağına karar vermek üzereodasına çekildi. Bir süre kendi kendine kafayorduktan sonra, evinin damına çıkarak, bacayığınlarının arkasına geçmeye karar verdi; budefa azimliydi, eğer kapıyı kırıp içeri girecekolurlarsa korkulukların üzerinden atlayarak(sonuçta ufak tefek ama intikamcı ruha sahip birgüneyliydi) adamların birkaç tanesini ezerekhaklamış olacaktı.Kendisine sıcaklık ve ışık veren uzaklardakişatonun görüntüsü ve dövülen kapı ile neşeyleçalınan çan müziği eşliğinde geçen gece,

muhtemelen Mösyö Gabelle için geçmekbilmemişti; posta binasının kapısının tamkarşısında sallanan uğursuz lamba da tuz biberolmuştu buna, zira köy halkı bunu onun şerefinekullanmaya pek hevesliydi. Bütün bir yazgecesini karanlık bir okyanusun kıyısındabekleyerek ve verdiği karar doğrultusunda, heran atlamaya hazır bir halde geçirmek hayliendişe verici bir durumdu Mösyö Gabelle için!Ama nihayet tatlı şafak söküp de, köyde yanantitrek mumlar eriyip gittiğinde, insanlar neşeiçinde dağıldılar ve Mösyö Gabelle bu seferlikcanı hâlâ bedeninde, aşağı indi.Yaklaşık yüz yetmiş kilometrelik bir alaniçinde ve başka yangınların ışığında, o gece vebaşka gecelerin sonunda yükselen güneş,Gabelle kadar şanslı olmayan başka vergigörevlilerini doğup büyüdükleri o eski huzurlusokaklarda asılı buluyordu; öte yandan, yol işçisive yoldaşları kadar şanslı olmayan başkaköylüler ve kasabalılar da vardı, vergigörevlilerinin ve askerlerin galip geldiğidurumlarda bu defa onlar direklerde

sallanıyordu. Ama azgın dört kişi, sağlamadımlarla gene doğuya, batıya, kuzeye vegüneye doğru ilerledi ve önüne çıkanı astı, herşeyi yakıp yıktı. Hiçbir görevli ne kadar kafayorup hesap etse de darağacının yüksekliğinesuyu yetiştirip söndüremedi.

XXIV\"Mıknatıs Taşı Kayalığı\"naSürükleniş[27]Yükselen yangınlar ve kabaran denizlereşliğinde –azgın okyanusun saldırısından sabitduran kara bile yerinden oynamıştı, denizsuyunun çekilmesi söz konusu bile değildi artık,kıyıda bekleyen endişeli ve meraklı gözlerinönünde yükseldikçe yükseliyordu sürekli– üçfırtınalı yıl geride kalmıştı. Küçük Lucie'ninevinde de üç doğum günü altın ipliklerle evinhuzurlu dokusuna dokunmuştu.Öyle günler ve geceler oldu ki, evin sakinleriköşeden gelen sesleri dinledi ve bunların ayaksesleri olduğunu fark ettiklerinde kalpleriyerinden oynadı. Zira onlara göre bu sesler,kırmızı bir bayrağın altında yürüyen, ülkelerinintehlikede olduğunu beyan edilince korkunçyaratıklara dönüşen ve uzun süredir bu büyününiçinde yer alan gürültücü insanların sesiydi.

Monsenyör, sınıfındaki diğer kişiler gibi,takdir edilmediği düşüncesine fazla kafayormamış, ama artık Fransa'da istenmediği, buyüzden buralardan, hatta bu dünyadangönderilme tehlikesine maruz kaldığı gerçeğinigörmekte gecikmemişti. Monsenyör'ün durumutıpkı şu masaldaki, bin bir güçlükle büyütüpŞeytan'ı sonra da bunun görüntüsü karşısındadehşete kapılarak, Düşmanına hiçbir şeysoramadan sıvışan köylününki[28] gibiydi;yıllarca Tanrı'nın emirlerini gözü kara bir şekildehiçe saydıktan ve Kötüyü ihya eden güçlübüyüler yaptıktan sonra öylece durup bu dehşetiizlemeye devam etmek yerine soylu tabanlarınıyağlamayı tercih etmişti.Sarayın ışıltılı penceresi yoktu artık, zatenkalsaydı halkın kurşun yağmuruna hedef olurdu.İnsanlara iyi gözle bakılan bir pencere olmamıştıbu asla –içinde Lucifer'in[29] gururundan,Sardanapalus'un[30]şatafatından ve birköstebeğin körlüğünden zerreler vardı hep– amayok olup gitmişti artık. Sarayın ayrıcalıklı iç

halkasından entrika, yozlaşma ve riya dolu dışhalkasına kadar her şey sona ermişti. Kraliyetsona ermişti; gelen son dalgalarla birlikte, bizzatkendi Sarayında bir köşeye sıkıştırılmış, \"askıyaalınmıştı.\"1792 senesinin Ağustos ayı geldiğindeMonsenyör artık çok uzaklardaydı.Doğal olarak Monsenyör'ün Londra'dakikarargâhı ve diğerleriyle buluşma yeri TellsonBankası'ydı. Ruhlar, bedenleri hayattayken ençok nerede bulunduysa orada gezermiş; beşparasız Monsenyör de bir zamanlar parasınınyattığı yerdeydi şimdi. Üstelik, burası Fransa'danen güvenilir haberlerin ilk ulaştığı noktaydı.Dahası, Tellson Bankası cömert bir kurumdu vemalını mülkünü kaybetmiş eski müşterilerinekarşı müthiş eli açık davranıyordu. Ayrıca,yaklaşan fırtınayı önceden sezen ve yağmalamaile haciz bekleyen bazı soylular tedbirlidavranarak paralarını İngiltere'deki Tellson'ahavale etmişti ki bunlardan diğer yoksul tarikatüyelerinin haberi vardı. Fransa'dan her yenigelenin Tellson'a hem kendisi hakkında bilgi

verdiğini hem de havadis getirdiğini eklemekgerekir bu noktada. İşte bu sebeplerden, odönemde Tellson, Fransızlar için bir nevi bilgideposu haline gelmişti; bu da halk tarafındangayet iyi biliniyordu ve bilgi almak için sorusoranların sayısı o kadar artmıştı ki, Tellsonbazen en son haberleri birkaç satıra dökerek,Temple Bar'a gelip gidenler okusun diye,bankanın pencerelerine asıyordu.Puslu ve bulanık bir öğle sonrasında Mr.Lorry masasının başına oturmuş, Charles Darnayde yanına eğilmiş, alçak sesle bir şeylersöylüyordu ona. Önceleri şirket görüşmeleri içinayrılmış olan kefaret sığınağında şimdi müthişbir bilgi alışverişi gerçekleşiyor, oda doluptaşıyordu. Bankanın kapanmasına aşağı yukarıyarım saat kalmıştı.\"Ama şimdiye kadar gördüğüm en genç ruhluinsan olmanıza rağmen,\" dedi Darnay, bir parçatereddüt ederek, \"söylemek istediğim şey...\"\"Anladım tamam. Fazla mı yaşlıyım?\" diyesordu Mr. Lorry.

\"Demek istediğim, hava dengesiz, yol çokuzun, neyle seyahat edileceği belli değil, ülkekarmakarışık ve şehir sizin için hiç de emniyetlideğil.\"\"Sevgili Charles!\" dedi Mr. Lorry, keyifli birgüven içinde, \"Gidişimi açıklayan bazı sebepleredeğindiniz, başka yerde kalmamı gerektirennedenlere değil. Korkulacak bir durum yok;çevrelerinde uğraşmaya değer o kadar adamvarken kimse benim gibi seksenine dayanmışyaşlı bir adamla uğraşmaz. Şehrin karışıkolmasına gelince, eğer ortada böyle bir durumolmasaydı, o şubeye birini, şehri ve işi uzunsüredir bilen birini Tellson adına göndermezlerdizaten. Seyahat araçlarının belirsizliğine, yolunuzunluğuna ve olumsuz hava şartlarına gelince,bunca yıldan sonra Tellson için bu kadarcıkzorluğa ben katlanmayacağım da kimkatlanacak?\"\"Keşke ben gitseydim,\" dedi Charles Darnay,bir parça huzursuz ve sesli düşünür gibi.\"Aman aman! Bana itiraz edip tavsiyelerde

bulunan şu tatlı adama bakın!\" diye bağırdı Mr.Lorry. \"Keşke ben gitseydim mi dediniz? Hemde Fransız'sınız. Akıllı adamsınız.\"\"Sevgili Mr. Lorry, zaten Fransız olduğum için(aslında bu meseleyi burada açmak istemezdim)gitmek istiyorum ya. O zavallı insanlar ancakkarşılarında hallerinden anlayan ve onlar içinpek çok şeyden vazgeçmiş biri olursa,\" derkenönceki gibi düşünceli bir hali vardı Darnay'in,\"onu dinleyebilirler ve durulabilirler. Daha düngece, siz gittikten sonra Lucie'yle konuşurken...\"\"Lucie'yle konuşurken mi?\" diye tekrarladıMr. Lorry. \"Tabii ya. Keşke ben de Fransa'yagitsem diyorsunuz, ondan sonra da Lucie'ninadını ağzınıza almaya utanmıyorsunuz ama!\"\"Zaten gitmiyorum,\" dedi Charles Darnaygülümseyerek. \"Bu seyahate esas niyetlenensizsiniz.\"\"Haklısınız. Doğrusu sevgili Charles,\" diyerekuzaktaki banka müdürüne şöyle bir baktı Mr.Lorry ve sesini alçaltarak devam etti, \"yaptığımız

işin ne kadar zor olduğunu ve şuradaki kâğıt veevrakların nasıl bir tehlike içinde olduklarınıtahmin bile edemezsiniz. Belgelerimizin bazılarıele geçirilir ya da yok edilirse başımıza ne işleraçılır, kaç kişinin hayatı altüst olur Tanrı bilir vebiliyorsunuz, her an olabilir bu, Paris'in bugünyarın ateşe verilmeyeceğini ya dayağmalanmayacağını kim söyleyebilir? Buyüzden fazla gecikmeden bu belgelerinarasından makul bir seçim yapıp başlarına birfelaket gelmeden bunları ortadan kaldırmak (budeğerli vakti kaybetmeden) en çok bana düşer.Tellson –altmış yıldır ekmeğini yediğim kurum–bu durumu bilirken ve bunu benden isterken,sırf biraz eklemlerim tutulmuş diye yüzüstü mübırakayım onları? Neden yapayım bunu?Şuradaki yarım düzine antika adamın yanındaben delikanlı sayılırım!\"\"Sizin bu genç ruhunuzun cesaretinehayranım Mr. Lorry.\"\"Yok canım! Öyle değil aslında! –Şimdisevgili Charles,\" dedi Mr. Lorry, tekrar bankayagöz atarak, \"unutmayın ki, şu vakitte Paris'ten

bir şeyler çıkarmak, ne olursa olsun, imkânsızayakın bir şey. Daha bugün bir takım evraklar vedeğerli eşyalar getirdiler bize (çok fazla bilgiveremeyeceğim, size bile çıtlatamayacağım bir işbu) ve bunları getiren tiplerin ne halde olduğunutahmin edersiniz herhalde, zira sınırı geçerkenher birinin boynu kıldan inceydi. Eskiden,kolilerimiz eski İngiltere'deki gibi, iş gereğikolayca gelip giderdi, ama şimdi her şey durdu.\"\"Peki bu gece gerçekten gidiyor musunuz?\"\"Evet bu gece gidiyorum; olaylar bastırdıiyice, oyalanacak vakit yok artık.\"\"Yanınıza birini almıyor musunuz?\"\"Bir sürü adam önerdiler yanıma, ama hiçbiriiçime sinmedi. Jerry'yi götürmek niyetindeyim.Uzun süredir pazar geceleri koruyuculuğumuyapıyor zaten, bayağı alıştım ona. KimseJerry'den kuşkulanmaz, herkes onun sahibinesaldırmaya kalkanların üzerine atlayacak türdebir İngiliz bekçi köpeği olduğunu anlar hemen.\"

\"Cesaretinize ve gençliğinize içtenlikle hayranolduğumu bir kez daha söylemedenedemeyeceğim.\"\"Yok canım, o kadar da değil! Bu küçükgörevi yerine getirdikten sonra belki deTellson'ın emeklilik teklifini kabul eder, kendiköşeme çekilirim. O zaman yaşlandığımıdüşünecek kadar vaktini olur herhalde.\"Onlar Mr. Lorry'nin masasının başında bunlarıkonuşurken az ötede Monsenyör sinirdenköpürmüş, övüne övüne yakında o alçaklardannasıl öç alacağını anlatıyordu. Monsenyör'ünkonumundaki bir mülteciye de, İngiliztutuculuğuna da hiç yakışmayan bir biçimde bukorkunç devrimden şimdiye dek şu göğünaltında ekilmediği halde biçilmiş tek ürünmüşgibi bahsetmesi çok fazla kaçıyordu, –sanki tümbunlara sebep olan hiçbir şey yapılmamıştı ya dayapılması gereken şeyler unutulmamıştı; sankiFransa'da sefil durumdaki milyonlarca kişiyi veonlara refah dolu bir hayat sunabilecekkaynakların kötüye kullanıldığını,yozlaştırıldığını gözlemleyenler devrimin

kaçınılmaz bir şekilde yaklaştığını yıllar öncegörmemiş ve gördükleri şeyi yalın bir dillekaydetmemişlerdi. Ortalık böyle kaynarken,Monsenyör de, kendini tamamen tüketmiş olanve kendisiyle beraber yeryüzünü ve gökyüzünüde tüketmiş olan şu halin iyileşmesi için ardıarkası gelmez entrikalar çevirirken, gerçeği bilenaklı başında hangi adam olsa bu durumakatlanamaz, itiraz ederdi. Zaten huzursuz olanCharles Darnay'in de bütün bu konuşmalardansonra tedirginliği iyice artmış, kanı beyninesıçramış gibi olmuştu.Konuşanlar arasında Kraliyet Baro'sundanStryver da vardı, terfisi riske girdiğinden sesiçok çıkıyordu. Monsenyör'e halkın işinibitirmek, onları yeryüzünden silmek ve onlarsızbir hayat için yapılması gerekenleri anlatıyor,doğaları gereği onlara yakın bir ırk olankartalların kökünü kazımak için yapmayıhedeflediklerinden bahsediyordu. Darnay en çokonun konuşmasına dayanamıyordu ve bu sözleriduymamak için oradan gitmekle olduğu yerdekalıp onlara bir çift laf etmek arasında

bocalayarak durdu öylece.Banka Müdürü, Mr. Lorry'ye yaklaşıp önünekirli ve açılmamış bir mektup bırakarak bunungönderildiği kişiye dair bir haber olupolmadığını sordu. Mektup Darnay'e öyle yakındıki üzerindeki ismi hemen okudu –çok çabukokumuştu, çünkü bu kendi ismiydi. Adreskısmında, İngilizceye çevrilmiş olarak, şunlaryazılıydı:\"Çok acele. Fransa'nın eski St.Evremonde Markisi'ne. Tellson Bankasıeliyle, Londra, İngiltere.\"Düğün sabahı Doktor Manette'in CharlesDarnay'den tek bir özel isteği vardı, o da buismin bir sır olarak –kendisi, yani Doktor, aksiniistemedikçe– aralarında kalmasıydı. Başka hiçkimse gerçek adını bilmiyordu; karısının en ufakbir şüphesi yoktu ve Mr. Lorry'nin de olamazdızaten.\"Yok,\" diye karşılık verdi Mr. Lorry müdüre,

\"buraya gelen herkese sordum ama bu beyinnerede olduğunu hiç kimse bilmiyor.\"Saat bankanın kapanış vaktini gösterdiğinde,bir dolu insan konuşa konuşa Mr. Lorry'ninmasasının önünden geçmeye başladı. Mr. Lorrymektubu tek tek göstererek bilgi toplamayaçalıştı insanlardan; entrikalar çeviren öfkelimülteci konumundaki bir Monsenyör baktı,entrikalar çeviren öfkeli mülteci konumundakibir başka Monsenyör baktı; o, bu, şu derkenhepsi baktı ve hepsinin kayıp Marki hakkındaFransızca ya da İngilizce, söyleyecek aşağılayıcıbir sözü vardı mutlaka.\"Galiba, öldürülen nazik Marki'nin yeğeni –ama her halükârda soysuzlaşmış bir varis–sanırım bu kişi,\" dedi bir tanesi. \"Neyse ki hiçtanımadım ben onu.\"\"Birkaç sene önce yerini yurdunu terk etmişbir korkak o,\" dedi bir başkası –\"bu Monsenyörde kafası samanlara gömülü, bacakları tepede,zor nefes alır bir halde Paris'ten kaçırılmıştı.\"

\"Yeni doktrinlerden etkilenmişti,\" dedi üçüncükişi yanlarından geçerken tek cam gözlüğünü oyana tutarak; \"son Marki'ye karşı geldi, ondanmiras kalan bütün malı mülkü reddetti ve hepsinio kaba saba insan sürülerine bıraktı. Artık nehak ediyorsa, karşılığını verirler herhalde şimdiona.\"\"Hadi yaa?\" diye bağırdı yaygaracı Stryver;\"Öyle mi yapmış? Ne biçim adammış bu böyle?Şu rezil herifin adını göstersenize. Lanet olasıcaherif!\"Darnay, kendisini daha fazla tutamayarak Mr.Stryver'ın omzuna dokundu ve şöyle dedi:\"O adamı tanıyorum.\"\"Sahi mi?\" dedi Stryver. \"Üzüldüm buna.\"\"Neden?\"\"Neden mi Mr. Darnay? Neler yaptığınıduymadınız mı? Böyle bir zamanda neden diyesorulur mu?\"

\"Ama soruyorum.\"\"O zaman yine söyleyeyim Mr. Darnay, buadamı tanıdığınıza üzüldüm. Bana böyle tuhafsorular sorduğunuz için de üzgünüm. Gelmişgeçmiş en sefil ve en çirkef şeytanlıklara uymuşbu adam, malını mülkünü toplu katliam yapandünyanın en alçak pisliklerine bırakıp gitmiş vesizin gibi gençlere örnek bir bey bana nedenüzgün olduğumu soruyor. Ama gene deanlatacağım. Üzgünüm çünkü bu tür alçakçafikirler bulaşıcıdır. Böyle işte.\"Darnay, sırrını aklında tutup bunu açıketmemek için büyük çaba göstererek şöyle dedi:\"Belki de bu beyi yanlış anladınız.\"\"Sizi nasıl köşeye sıkıştıracağımı anladım amaMr. Darnay,\" dedi Zorba Stryver, \"vesıkıştıracağım da. Eğer o bir beyefendiyse, benanlayamadım bunu. Saygılarımla birlikteiletebilirsiniz bunu ona. Bütün malını mülkünüve itibarını o kana susamış ayak takımına terkettikten sonra neden onların başında durmadığınıda benim için sorun lütfen ona. Ama hayır

beyler,\" dedi Stryver etrafındakilere bakıpparmaklarını şıklatarak, \"insan tabiatından birazanlarım ve inanın bana, bunun gibi adamlarhayatta kendilerini, kayırdıkları o çok değerliadamlar için feda etmezler. Yok beyler; bunlaritiş kakışın en başında parlak pabuçlarıylagözükürler şöyle bir, ondan sonra datüyüverirler.\"Mr. Stryver bu sözlerin ardından son bir kezparmaklarını şıklatarak konuşmasınıdinleyenlerin övgü dolu bakışları arasında FleetCaddesi'ne yöneldi. Herkes çıkmış, Mr. Lorry ileCharles Darnay masanın başında yalnızkalmışlardı.\"Mektupla sen ilgilenir misin?\" dedi Mr.Lorry. \"Nereye götüreceğini biliyor musun?\"\"Biliyorum.\"\"Bu mektubun nereye ulaştırılacağınıbildiğimizi farz ederek buraya gönderildiğinidüşündüğümüzü ve bunun bir süredir buradaolduğunu ona anlatabilir misiniz?\"

\"Tamam, anlatırım. Paris'e buradan mı hareketedeceksiniz?\"\"Evet, saat sekizde.\"\"Sizi uğurlamak için tekrar geleceğim.\"Hem kendinden, hem Stryver'dan hem dediğer adamlardan son derece rahatsız olanDarnay doğruca Temple'ın sessiz bir köşesineçekilerek mektubu açtı ve okudu. İçinde şunlaryazılıydı:Abbaye Hapishanesi, Paris21 Haziran 1792Fransa Eski Markisi Mösyö,Yakalandıktan sonra, büyük bir şiddetve hakaret altında köylülerin elindegeçirdiğim korkunç günlerin ardından,yaya olarak Paris'e getirildim. Bu uzunyolculukta büyük sıkıntılar çektim.Yetmezmiş gibi, bir de evimi yıktılar –yerle bir ettiler.

Fransa Eski Markisi Mösyö,tutuklanmama, yakında yargıç huzurunaçıkarılacak oluşuma neden olan ve (eğersizin o cömert yardımınızdan mahrumolursam) hayatıma mal olacak suç,dediklerine göre, halkın büyükçoğunluğuna ihanet etmem ve bir mülteciyüzünden onları karşıma almammış.Onlara karşı değil, sizin emirlerinizdoğrultusunda, onlar için hareket ettiğimisöylemem bir işe yaramıyor. Mültecimallarının haczedilmesinden önce vergiborçlarını affettiğimi, kira toplamadığımıve hiçbir işlem yapmadığımı anlatmam daişe yaramıyor. Bana söyledikleri tek şey,bir mülteci için çalıştın sen, bir de neredeo mülteci.Ah! Fransa Eski Markisi değerli Mösyö,bu mülteci nerede dersiniz? Uykumda bileonun nerede olduğunu sayıklıyorum.Tanrı'ya bana onu göndermesi içinyalvarıyorum. Ama hiçbir işe yaramıyor.Ah Fransa eski Markisi Mösyö, olur da

Paris'teki Tellson Bankası aracılığıylakulağınıza bir şeyler gelir umuduylaperişan haykırışlarımı denizler ötesinegönderiyorum!Tanrı aşkına, adalet adına ve asiladınızın büyüklüğü ve şerefi adına,yalvarırım beni kurtarın Fransa EskiMarkisi Mösyö. Tek hatam size sadıkolmaktı. Ah Fransa Eski Markisi Mösyö,yalvarırım siz de bana sadık olun!Fransa Eski Markisi Mösyö, her geçengün ölüme biraz daha yaklaştığım bukorku dolu zindandan size kederli vemutsuz hizmetimi yolluyorum.Sadık uşağınızGabelleZaten huzursuz olan Darnay'in endişesi bumektupla iyice artmıştı. Tek suçu kendisine veailesine sadık olmak olan bu eski ve iyi uşakiçine düştüğü tehlikeyle Darnay'in yüzüne öylesitemli bir şekilde bakmıştı ki, Darnay ne

yapacağını bilemeden Temple'da bir o yana birbu yana yürümüş, gelip geçenlerden neredeyseyüzünü saklamıştı.Eski ailesinin yaptığı kötülüklerin ve sahipoldukları kötü itibarın onda yarattığı korku,amcasına beslediği incitici şüpheler ve toplamasıgereken dağılmış parçaların vicdanındauyandırdığı hoşnutsuzluğun etkisiyle gerektiğigibi davranamadığının farkındaydı. Lucie'yeolan aşkıyla sosyal konumundan vazgeçmesinin,zihninde yeni bir şey olmasa da, aceleyegeldiğinin ve eksik olduğunun da gayetfarkındaydı. Bu işi sistemli bir biçimde yapıpidare etmesi gerektiğini biliyordu, amaolmamıştı.Kendi aile saadeti, sürekli bir işle meşgul olmagereği, tüm değişiklikler ve sıkıntılar birbiriardına öyle büyük bir hızla sıralanıyordu ki, buhaftaki olaylar geçen haftanın gelişmemişplanlarını yok ediyor, bir sonraki hafta her şeysil baştan planlanıyordu ve Darnay, akışınabıraktığı tüm bu gelişmelerin ağırlığınıhissediyordu üzerinde; endişesi yok değildi, ama

sürekli ve giderek artan bir direnci de yoktu. Hergeçen gün gelişen olayları, değişimleri vemücadeleyi olduğu yerden izliyordu; Darnay,Fransa'daki soyluların bulabildikleri her yoldankaçtığını, mallarına el konulup imha edildiğinive isimlerinin teker teker silindiğini, en azkendisini itham etme ihtimali olan Fransa'dakiyeni otoritenin bilebileceği kadar iyi biliyordu.Ama o hiç kimseye baskı yapmamış, hiçkimseyi tutuklatmamıştı; halktan zorla vergitoplamadığı gibi mallarını verirken de kendiisteğiyle vermişti, kendini hiçbir ayrıcalığınınolmadığı bir dünyaya atmış, kendi çabasıyla biryerlere gelmiş ve kendi ekmeğini kendikazanmıştı. Mösyö Gabelle söz konusu araziyiyazılı emirlere uygun olarak idare etmiş,insanlara azar azar da olsa başlıca ihtiyaçlarınıdağıtmıştı –kışın zalim alacaklıların izin verdiğiölçüde yakacak, yazın da gene bunlardankoparabildikleri kadarıyla mahsul dâhildi buna–ve Gabelle tabii ki, geç de olsa, canınınkurtarmak için savunmasında bu durumu birkanıt olarak öne sürmüştü.


Like this book? You can publish your book online for free in a few minutes!
Create your own flipbook