Important Announcement
PubHTML5 Scheduled Server Maintenance on (GMT) Sunday, June 26th, 2:00 am - 8:00 am.
PubHTML5 site will be inoperative during the times indicated!

Home Explore İki Şehrin Hikâyesi-Charles DİCKENS

İki Şehrin Hikâyesi-Charles DİCKENS

Published by eminyukseloglukaihl, 2019-10-22 15:36:59

Description: İki Şehrin Hikâyesi-Charles DİCKENS

Search

Read the Text Version

VIYüzlerce İnsanDoktor Manette'in Sessiz Evi, SohoMeydanı'nın biraz ilerisindeki sessiz bir sokağınköşesindeydi. Vatan hainliği davasınınüzerinden dört ay geçmiş, mesele halkın ilgialanından ve hafızasından çıkarak açık denizleretaşınmıştı ki, Mr. Lorry güzel bir pazar günüöğleden sonra, Doktorla yemek yiyeceği içinyaşadığı Clerkenwell'den çıkarak güneşlicaddeler boyunca yürüdü. İş için daha birçokkereler bir araya geldiklerinden Mr. Lorry ileDoktor arkadaş olmuş, o sessiz sokak köşesihayatının güneşli bir parçası olmuştu.Bu güzel pazar günü Mr. Lorry'nin, öğledensonra Soho'ya doğru yürümesinin alışkanlıkhalini almış üç sebebi vardı: Birincisi, böylegüzel pazar günlerinde, genelde, akşamyemeğinden önce Doktor ve Lucie'yle yürüyüşeçıkardı; İkincisi, sevimsiz pazar günlerinde biraile dostu olarak onlarla oturup sohbet etmeye,

kitap okumaya, pencereden dışarıyı izlemeye,kısacası bütün gün onlarla böyle vakitgeçirmeye alışmıştı; üçüncüsü, zihnindeçözülmesi gereken ufak tefek sorunlarolduğunda Doktor'un evi bunları çözmek için enuygun yerdi.Londra'da, Doktor'un yaşadığı o köşedendaha tuhaf bir köşe daha yoktu. Oradan yolgeçmiyordu; Doktor'un evinin ön pencerelerihoş bir inziva havasının hâkim olduğu sokağınbir bölümünü görüyordu. Oxford yolununkuzeyinde çok az bina vardı o zaman, her yankoca koca ağaçlar, büyümüş kır çiçekleri veçiçek açmış akdikenlerle kaplıydı, şimdi hiçbiriyok o tarlaların. Sonradan bu kır havası, evibarkı olmayan avare yoksullar gibi ortalıktadolanacağına, başını alıp özgürce Soho'da estidurdu; bir de yakınlarda, mevsimi geldiğindeönünde şeftalilerin olgunlaştığı güzel bir duvarvardı.Günün ilk saatlerinde yaz güneşinin ışıklarıköşeye ışıl ışıl vururdu; ama caddeler ısındığındaköşeye gölge düşerdi fakat öyle yoğun bir gölge

değildi bu, biraz ötesinin pırıl pınl parladığıgörülebilirdi. Serin bir köşeydi, ağırbaşlı amaneşeliydi, seslerin yankılanması için harika biryer, öfkeli sokaklardan kaçıp sığınılan bir limangibiydi.Böyle bir limana demir atmış sakin bir gemiolmalıydı mutlaka, vardı da. Doktor büyük vesessiz bir evin iki katına yerleşmişti, gün boyupek çok ziyaretçisi gelip giderdi ama fazlasesleri çıkmazdı, gece ise çıt bile çıkmazdı. Yeşilyapraklarını hışırdatan bir çınar ağacının olduğubir avludan geçilerek ulaşılan arka taraftaki birbinada kilise orgu yapıldığı, gümüş işlendiği,ayrıca esrarengiz devasa bir tip tarafından altındövüldüğü iddia edilirdi; adam, sanki kendinialtından dövmüşçesine girişteki holün duvarınaaltın bir kol asmıştı, böylece ziyaretçilere de birgözdağı vermiş oluyordu. Yapılan bu işleri, üstkatta yaşadığı söylenen yalnız kiracıyı ya daaşağıda bir muhasebe bürosu olduğu iddiaedilen kalın kafalı araba süslemecisini gören yada duyan yoktu hiç. Ara sıra başıboş bir işçiceketini giyip avlunun bir köşesinden karşı

köşesine volta atardı, bazen bir yabancıgörülürdü, bazen de avlunun ötesindeki biryerlerden bir şangırtı ya da altın döven devasaadamdan güm güm sesler gelirdi. Ama bunlar,evin arkasındaki çınar ağacına tüneyenserçelerin ve köşeden duyulan yankıların pazarsabahından cumartesi gecesine kadar burayahâkim oldukları kuralını vurgulayan istisnalardıyalnızca. Doktor Manette eski şöhreti sayesindeve bunun dilden dile dolaşan bir hikâyeyletazelenmesi sonucunda pek çok hasta edinmişti.Bilimsel donanımı ve başarılı çalışmalarındakiihtiyat ve becerisi de ayağına başka hastalarıgetiriyor, istediği kadar para kazanmasınısağlıyordu.Mr. Jarvis Lorry o güzel pazar günü köşedekibu sessiz evin kapısını çaldığında zihninde budüşünceler vardı.\"Doktor Manette evde mi acaba?\"Az sonra gelecekti.\"Miss Lucie evde mi?\"

Az sonra gelecekti.\"Peki Miss Pross evde mi?\"Büyük olasılıkla evdeydi, ama hizmetçi MissPross'un evde olduğunun söylenmesini mi,söylenmemesini mi isteyeceğini kestiremezdi.\"Eh, ben burada olduğuma göre,\" dedi Mr.Lorry, \"yukarı bir bakayım o zaman.\"Doktor'un kızı doğduğu ülke hakkında hiçbirşey bilmese de, eldeki az olanakla çok şeyyapma becerisini doğuştan edinmişe benziyorduve bu da bu ülkenin en yararlı ve hoşözelliklerinden biriydi. Mobilyalar sadeydi amaetrafta pek çok süs eşyası vardı; değerli eşyalardeğillerdi bunlar, ama yansıttıkları zevk vezarafet hoş bir etki bırakıyordu. En büyüğündenen küçüğüne odalardaki eşyaların düzenlenmesi;renklerin uyumu, ufak tefek eşyaların zarifçeşitliliği ve oluşturdukları kontrast, duyarlıelleri, zevk sahibi gözleri ve ince bir beğeniyiortaya koyuyordu; böylece hepsi hem çok hoşgörünüyor hem de bunları bir araya getirenkişiyi yansıtıyordu; öyle ki Mr. Lorry dikilmiş

etrafa bakarken, bütün o masa ve sandalyelerdile gelmiş, adamın artık alışmış olduğukendilerine has ifadeleriyle ona kendilerinibeğenip beğenmediğini soruyorlardı sanki.Bir katta üç oda vardı ve aralarındakibağlantıyı sağlayan kapılar, içlerinden kolaycahava geçebilmesi için açık bırakılmıştı; Mr.Lorry etrafını çevreleyen bu hoş uyumugülümseyerek izledi ve bir odadan diğerineyürüdü. İlk oda en güzelleriydi, buradaLucie'nin kuşları, çiçekleri, kitapları, sehpası,çalışma masası ve suluboya takımları vardı;İkincisi Doktor'un muayene odasıydı, burasıaynı zamanda yemek odası olarakkullanılıyordu; avludaki çınar ağacının hışırtılıyapraklarının kımıltısına göre yer değiştirenbenek benek gölgeli üçüncü oda ise Doktor'unyatak odasıydı, bunun bir köşesinde tıpkıParis'te, St. Antoine'ın bir kenar mahallesindekişarapçı dükkânının yanında yer alan kasvetlievin beşinci katında durduğu gibi duran ve artıkkullanılmayan ayakkabıcı tezgâhı ile alet kutusuvardı.

Mr. Lorry bir an duraksayarak, \"Acaba buadam,\" dedi kendi kendine, \"neden geçmiştekiacılarını hatırlatacak bu eşyaları saklıyor ki?\"\"Neden şaşırdınız?\" diye bir cevap gelince Mr.Lorry irkildi.İlk olarak Dover'da, Royal George Otel'dekarşılaştığı, sonradan başka ortamlarda gördüğüçok güçlü elleri olan, kızıl saçlı çılgın MissPross'du bu.\"Tahmin etmeliydim,\" dedi Mr. Lorry.\"Aman! Tahmin etmeliymiş!\" dedi Miss Prossve Mr. Lorry sözün arkasını getirmektenvazgeçti.\"Nasılsınız?\" diye sordu kadın sonra –sertçeama bir yandan da ona bir garezi olmadığınıgöstermeye çalışır gibi bir hali vardı.\"Teşekkür ederim, gayet iyiyim,\" diye karşılıkverdi Mr. Lorry ve cılız bir sesle, \"Siznasılsınız?\" diye sordu.

\"Kayda değer bir durum yok,\" dedi MissPross.\"Öyle mi?\"\"Ah! Öyle!\" dedi Miss Pross. \"Yavru kuşumacanım sıkılıyor çok.\"\"Öyle mi?\"\"Tanrı aşkına 'öyle mi'den başka bir şeysöyleyin artık yoksa çıldıracağım,\" dedi MissPross; karakteri (cüssesinden farklı olarak)güdük kalmıştı biraz.\"Sahi mi diyeyim o zaman,\" diye düzeltti Mr.Lorry.\"Sahi mi de pek iyi değil,\" diye karşılık verdiMiss Pross, \"gene de diğerinden iyidir. Ya evet,canım çok sıkkın.\"\"Sebebini sorabilir miyim peki?\"\"Ona hiç layık olmayan düzinelerce insanın

onu görmeye buraya gelmesini istemiyorum,\"dedi Miss Pross.\"Düzinelerce insan onu görmeye mi geliyor?\"\"Yüzlerce!\" dedi Miss Pross.Miss Pross'un bir özelliği (ondan önceki vesonraki pek çok insanda olduğu gibi) söylediğibir söz kurcalandığında bunu abartmasıydı.\"Tüh!\" dedi Mr. Lorry, aklına gelen engüvenli söz buydu.\"Yavrucağımla on yaşından beri birlikteyaşıyorum ya da yavrucağım on yaşından beribenimle birlikte ve bunun için de bana paraödüyor; aslında bunu yapmarnası gerekirdi,bunca zaman hem kendimi hem onu idareetmeye çalıştım. Bu gerçekten çok zor,\" dediMiss Pross.Zor olan şeyin ne olduğunu tam olarakanlamadıysa da Mr. Lorry, başını iki yanasalladı, gövdesinin bu önemli bölümünü, her

duruma uyan bir tür sihirli pelerin gibikullanıyor gibiydi.\"Güzel yavrumun etrafında hiç dengi olmayanbir dolu insan var,\" dedi Miss Pross. \"Siz bunubaşlattığınızda...\"\"Bunu ben mi başlattım Miss Pross?\"\"Siz başlatmadınız mı? Babasını yaşama kimdöndürdü?\"\"Haa! Eğer bunu başlatan buysa,\" dedi Mr.Lorry.\"Bu bir son değildi herhalde, öyle değil mi?Yani diyorum ki, bu işe başladığınızda işinizyeterince zordu; Doktor Manette'i bulmanıza birşey demiyorum tabii, ama böyle bir kız evladada hiç layık değil bence, gene de suçlamıyorumonu, zira bu şartlar altında kimsenin suçlu olmasıbeklenemez. Fakat insanların böyle akın akınDoktor'a gelip (bunun için bağışlayabilirdimonu) yavru kuşumun sevgisini benden çalmayaçalışmaları dayanılır şey değil.\"

Mr. Lorry, Miss Pross'un ne kadar kıskançolduğunu biliyordu ama tüm o eksantrikliğininaltında yatan –yalnızca kadınlar arasındagörülebilecek türdeki– o fedakâr yaratığı dabiliyordu artık; bu kişiler yitirdikleri gençliğe,asla sahip olmadıkları güzelliğe, asla kazanacakkadar talihli olmadıkları becerilere ve asla kendikasvetli hayatları üzerinde parlamayacak olanparlak umutlara saf bir sevgi ve hayranlıkla, kölegibi bağlanırlardı. Mr. Lorry, yürekten verilen busadık hizmetten daha iyi bir şey olmadığınıbilecek kadar da güngörmüş biriydi; bunun hertürlü maddi çıkardan uzak olduğunu bilir, bukişilere engin bir saygı duyardı, öyle kikafasında kurduğu kinci planlarda –hepimiz azçok kurarız bu planları– Miss Pross'u, TellsonBankasında hesabı olan ve hem Doğa'dan hemde Sanat'tan bolca nasibini almış o hanımlarakıyasla çok daha hayırlı yerlere koymuştu.\"Hiç kimseler benim yavru kuşuma layıkolamadı, olamaz da, birisi hariç,\" dedi MissPross; \"o da benim kardeşim Solomon'du amahayatının hatasını yaptı.\"

Mesele şuydu: Mr. Lorry, Miss Pross'usorguladıkça ortaya çıktı ki, kardeşi Solomon,ablasının sahip olduğu şeylerin üzerine yatan,bunları kumarda harcayıp tüketen ve hiç vicdanazabı duymaksızın onu sonsuza dek yoksylluğaterk eden kalpsiz serserinin tekiydi. MissPross'un Solomon'a duyduğu inancın sağlamlığı(kardeşinin bu ufak hatasını ufak bir kusurolarak görmesi) Mr. Lorry'yi ciddi şekildeetkilemiş, gözündeki değeri iyice artmıştı.Salona geçip karşılıklı oturduklarında, \"Şimdiyalnız olduğumuza ve ikimiz de burada işyaptığımıza göre,\" dedi Mr. Lorry, \"izninizle sizebir soru soracağım –Doktor, Lucie'ylekonuşurken, ayakkabıcılık yaptığı günlerdenbahsediyor mu hiç?\"\"Asla.\"\"Eski tezgâh ve aletlerini hâlâ saklıyor ama.\"\"Ah!\" dedi Miss Pross başını sallayarak. \"Ogünleri kafasından attığını söylemedim ama.\"

\"Sizce o günleri sık sık düşünüyor mudur?\"\"Düşünüyor bence,\" dedi Miss Pross.Mr. Lorry, \"Peki hayal edin ki...\" diye sözebaşlamıştı ki, Miss Pross sözünü kesti.\"Hiçbir zaman hayal etmeyin. Hiç hayalgücünüz olmasın.\" - \"Peki düzeltiyorum; sanıyormusunuz ki –sanmaya bir itirazınız yokturherhalde?\"\"Zaman zaman olabilir,\" dedi Miss Pross.Mr. Lorry, güleç bir ışıltıyla parlayanbakışlarını şefkatle Miss Pross'a çevirereksürdürdü sözünü. \"Doktor Manette'in buncayıldır çektiği eziyetin nedeni hakkında bir fikriolduğunu, hatta belki de onu bu hale düşürenzalimin adını bildiğini sanıyor musunuz?\"\"Sanmam, ama yavru kuşumun dediğinegöre...\"\"Ne diyor?\"

\"O babasının bildiğini düşünüyor.\"\"Bunları sorduğum için bana kızmayın sakın;ne de olsa kalın kafalı bir işadamıyım ben, siz deöyle bir iş kadını.\"\"Kalın kafalı mı?\" diye sordu Miss Prosssakince.Mr. Lorry bu gösterişsiz'sıfatı geçiştirmeyeçahşarak karşılık verdi, \"Yok yok. Değil tabii.Meselemize dönersek, hepimizin masum olduğukonusunda şüphesiz hemfikir olduğu DoktorManette'in bu konuyu hiç açmaması sizce detuhaf değil mi? Yıllar önce bir iş hukukumuzolduğu, şimdi de oldukça yakın olduğumuzhalde bana bu konudan bahsetmemesi bir yana,karşılıklı derin bir sevgiyle bağlı oldukları güzelkızına da bahsetmemiş. İnanın Miss Pross, sizebu konuyu açmamın nedeni merak değil, içtenbir alakadır.\"\"Güzel! Benim anladığım kadarıyla, aklımınerdiği kadarıyla,\" dedi Miss Pross, Mr. Lorry'ninalttan alır tarzda konuşmasından dolayı

yumuşamış, \"Doktor bu meseleden korkuyor.\"\"Korkuyor mu?\"\"Bu çok anlaşılır bir durum bence. Berbat birmazisi var. Dahası, bu yüzden hafızasınıkaybetmiş. Hafızasını nasıl yitirdiğini ya datekrar nasıl iyileştiğini bilmediğinden bunu birdaha yitirmeyeceğinden bile emin olamaz insan.Sırf bu bile can sıkıcı bir durum bana kalırsa.\"Mr. Lorry'nin beklediğinden daha derin biryorumdu bu. \"Doğru,\" dedi Mr. Lorry,\"düşünmesi bile korkunç. Yine de içim rahatdeğil Miss Pross, Doktor Manette'in tüm busıkıntıları içinde bastırması ne derece doğrubilemiyorum. Aslında, size bu meseleyiaçmamın sebebi de içimdeki bu kuşku vehuzursuzluk.\"Miss Pross, başını iki yana sallayarak,\"Yapacak bir şey yok,\" dedi. \"Biraz üzerinegittiğiniz anda kötü oluyor. En iyisi onu kendihaline bırakmak. Kısacası, beğensek debeğenmesek de yalnız bırakmak lazım. Bazen

gecenin bir yarısı yatağından kalkıyor,tepemizde duyuyoruz biz onu, bir aşağı biryukarı, bir aşağı bir yukarı dolanıp duruyorodasında. Yavru kuşum o zaman anlıyor ki,babası zihninde, hapisteki odasında bir aşağı biryukarı, bir aşağı bir yukarı dolanıp duruyor.Hemen yanına koşuyor babasının, sonra ikisiberaber bir aşağı bir yukarı yürümeye devamediyorlar odada, ta ki babası yatışana dek. Amahuzursuzluğunun asıl sebebiyle ilgili tek kelimeetmiyor kızına, kızı da hiç değinmiyor bile bumeseleye. Sessizlik içinde bir aşağı bir yukarı,bir aşağı bir yukarı gidip geliyorlar babasıyla, taki Doktor kızının sevgisi ve desteğiyle kendinitoparlayana dek.\"Miss Pross her ne kadar hayal etmebecerisinin olmadığını söylediyse de, \"bir aşağıbir yukarı\" sözcüklerini tekrarlayıp durmasıonun belli bir kederli düşünceye biteviye eşlikeden bir ıstırap içinde olduğunu ortayakoyuyordu ve bu da, aslında hayal gücüne sahipolduğunu gösteriyordu.Evin bulunduğu köşede seslerin harika bir

şekilde yankılandığından bahsedilmişti; şimdi desanki bir aşağı bir yukarı yürümek sözleri bileyankıyı başlatmış gibi yaklaşan ayak sesleriduyuldu. \"İşte geldiler!\" dedi Miss Pross,konuşmalarına ara vermek için ayağa kalkmıştı;\"az sonra yüzlerce insan doluşur buraya!\"Akustik özellikleriyle oldukça tuhaf veayrıcalıklı bir köşeydi burası. Bu kulağın içiniandıran yerde Mr. Lorry açık pencerenin önündedurmuş, ayak seslerini duyduğu baba kızabakınıyordu, oraya hiç varamayacaklarıduygusuna kapılmıştı. Ayak seslerininyitmesiyle birlikte yalnızca yankılar solmamış;onların yerine görünmez başka ayak seslerininyankısı da gelmişti ve yaklaştıklarında diğerleritamamen yitmişti. Baba kız nihayet göründülerve Miss Pross onları karşılamak için kapıyakoştu hemen.Miss Pross çılgın, kızıl saçlı, suratsız bir kadınolsa da, sevgili yavrucağı yukarı geldiğindeonun şapkasını çıkarırken, mendilinin ucu ilebunun üzerindeki tozları alırken, pelerininikatlayıp bir kenara koyarken ve onun o dolgun

saçlarını kendi saçlarıymışçasına ve kendisi dedünyanın en kibirli ve güzel kadınıymışçasınabüyük bir gururla düzeltirken pek hoşgörünüyordu. Sevgili yavrucağı da Miss Pross'asarılıp ona teşekkür ederken ve kendisine bukadar zahmet verdiği için üzgün olduğunusöylerken pek hoştu. Genç kız son sözlerinişakayla karışık söylemişti, yoksa Miss Pross buduruma fena halde bozulur, odasına kapanıpağlardı. Doktor da onlara bakıp, Miss Pross'aLucie'yi ne kadar şımarttığını söylerken çok hoşgörünüyordu. Oysa o anda hem konuşması hemde gözleri en az Miss Pross'unkiler kadarşımartıcıydı ve mümkün olsa daha da fazlaşımartırdı. Mr. Lorry de başında küçük peruğu,tüm bunlara gülen gözlerle bakarken ve builerlemiş yaşında dünyasını aydınlatan bir Yuvasağladığı için talihine şükrederken pek hoşgörünüyordu. Ama hiç de öyle yüzlerce kişigelmemişti bu güzellikleri görmeye ve Mr. Lorryboş yere Miss Pross'un tahmini gerçekleşecekmi, diye bakındı.Akşam yemeği saati gelmişti ama hâlâ

yüzlerce kişi yoktu ortada. Aşağı katlardaki evişlerinin düzenlenmesi Miss Pross'unidaresindeydi ve bu işin üstesinden şimdiye dekhep layıkıyla gelmişti. Mütevazı yemekleri hepöyle lezzetli olur, öyle güzel servis edilir ve yanİngiliz yarı Fransız mutfağının yemekleri öylehoş hazırlanırdı ki, daha iyilerini tatmak zordu.Arkadaşhkları çıkara dayak becerikli Miss Pross,yoksul Fransızları bulmak için Soho vecivarındaki mahallelerin altını üstüne getirmiş,onlardan üç-beş kuruş karşılığında bilumummutfak sırları öğrenmişti. Galyalıların perişanhaldeki evlatlarından öyle müthiş püf noktalarıöğrenmişti ki, evde çalışan kadınla genç kızMiss Pross'u neredeyse bir büyücü ya daKülkedisi'nin iyilik perisi –onlara kümeshayvanı, tavşan veya bahçeden birkaç sebzegönderen ve onları istediği şeylere dönüştürenkişi– gibi görüyorlardı.Miss Pross yalnızca pazar günleri Doktor'unmasasında akşam yemeği yerdi, diğer günlerfarklı saatlerde ya alt katlarda ya da ikincikattaki kendi odasında –yavru kuşunun

haricinde kimsenin girmediği o mavi odada–yerdi hep. Böyle zamanlarda Miss Pross, yavrukuşunun tatlı yüzü ve kendisini mutlu etmeçabalarına daha fazla karşı koyamayıpziyadesiyle gevşer, böylece yemek de çokkeyifli geçerdi.Hava oldukça bunaltıcıydı ve yemekten sonraLucie, şaraplarına açık havada, çınar ağacınınaltında oturarak devam etmeyi teklif etti. Dünyaonun etrafında döndüğünden hep birlikte çınarağacının altına geçtiler, Lucie, Mr. Lorry'yeyardım ederek şarabı taşıdı. Genç kız, Mr.Lorry'nin sakisi olarak diğerlerinden biraz dahaönce yerleşmişti ağacın altına ve hepsi gelipsohbete koyulduklarında Mr. Lorry'nin boşalanbardağını doldurmaya devam etti. Onlarkonuşurlarken civardaki gizemli evler gizli gizlionları izliyor, çınar ağacı da tepelerinden kendiçapında bir şeyler fısıldıyordu.Yüzlerce insan hâlâ yoktu ortada. Onlarağacın altında otururlarken Mr. Darnay geldiama o da sadece bir kişiydi.

Doktor Manette ve Lucie kibar bir şekildekarşıladılar onu. Ama Miss Pross'un başı vevücudu aniden seğirmeye başladı ve rahatsızolup kendini eve attı hemen. Ara sıra muzdaripolurdu bu dertten ve bu duruma \"ahmak herifnöbeti\" adını takmıştı.Doktor hiç olmadığı kadar keyifliydi, sankigençleşmişti. Böyle anlarda Lucie'yle olanbenzerliği iyice ortaya çıkıyordu ve yan yanaoturup kız başını babasının omzunayasladığında. Doktor da kolunu kızınınsandalyesinin arkasına attığında bu benzerliğifark etmemek olanaksızdı.Doktor bütün gün bir konudan diğerineatlayarak alışılmadık bir canlılıkla konuşupdurmuştu. \"Nolur söyleyin Doktor Manette,\"dedi Mr. Darnay, çınar ağacının altındaotururlarken –konuştukları konuyla yaniLondra'daki eski yapılarla ilgiliydi sorusu–\"Londra Kulesi'ni gördünüz mü hiç?\"\"Lucie ile gitmiştik ama gezmedik fazla. Çokilginç bir yer olduğu kesin ama.\"

\"Ben gitmiştim, hatırlarsınız,\" dedi Darnaygülümseyerek ama öfkeden bir parça kızarmıştıaynı zamanda, \"başka bir kimlikle ve etrafı fazlagörme olanağımın olmadığı bir konumda.Oradayken garip bir şey anlatmışlardı bana.\"\"Ne anlatmışlardı?\" diye sordu Lucie.\"İçinde bazı değişiklikler yapılırken, işçileryıllar önce inşa edilmiş, sonra da unutulmuş eskibir zindana rastlamışlar. İç duvarındaki her birtaşının üzeri mahkûmların kazıdıklarıyla –tarihler, isimler, şikâyetler ve dualarla–kaplıymış. Duvarın köşesinde kalan bir taşınüzerine, infaz edilmeye götürüldüğü anlaşılanbir mahkûm, son çalışmasını, yani üç harfkazımış. Harfler uyduruk bir aletle, alelacele vetitrek bir elle kazınmış. Bunu ilk başta H.A.Z.diye okumuşlar; ama daha dikkatli bakınca ilkharfin K olduğunu fark etmişler. Adınınsoyadının ilk harfleri bunlar olan herhangi birmahkûmun kaydına ya da bilgisineulaşamamışlar ama bu kişinin isminin neolabileceğine dair bir dolu boş tahmindebulunulmuş. Sonunda bu harflerin bir ismin baş

harfleri değil, bütün bir kelime olduğuna kararvermişler, KAZ. Yazının altındaki zemin büyükbir dikkatle incelenmiş ve bir taşın, tuğlanın yada bir parça taş döşemenin altındaki kısımdaküçük bir deri valizin ya da çantanın küllerinekarışmış olan kâğıt külleri bulmuşlar. Meçhulmahkûmun ne yazdığı hiçbir zamanokunamayacak ama bir şeyler yazmış işte, sonrada gardiyan görmesin, diye saklamış bunu.\"\"Babacığım,\" diye haykırdı birden Lucie,\"kötü mü oldun?\"Doktor birden elini başına götürerek irkildi.Onun bu hali ve görünüşü herkesi epeytelaşlandırdı.\"Yok yavrum, kötü değilim. Yağmurserpiştirmeye başladı, bu yüzden irkildim. İçerigirsek iyi olacak.\"Doktor neredeyse anında toparlandı. Yağmurgerçekten iri damlalar halinde yağmayabaşlamıştı, üzerine yağmur damlası düşen elinigösterdi doktor. Ama az önce bahsi geçen

keşifle ilgili tek kelime etmedi ve evegirdiklerinde Mr. Lorry'nin işbilir gözleri,Doktorun Charles Darnay'e bakışlarında,mahkemedeyken yönelttiği bakışların aynısınıyakaladı ya da yakaladığını sandı.Doktor kendisini o kadar çabuk toparlamıştı kiMr. Lorry bir an işbilir gözlerinden şüphe etti.Holdeki altın devin kolu. Doktor bunun altındadurup diğerlerine küçük sürprizlere karşı hâlâhazır olmadığını (belki de hiç olmayacaktı) veyağmurun onu şaşırttığını söylerken olduğukadar hareketsizdi.Çay saati gelmişti, Miss Pross üzerine çökenbir başka \"ahmak herif nöbeti\" eşliğinde çayyapıyordu ama hâlâ yüzlerce kişi gelmemişti. Azönce Mr. Carton gelmişti ama sadece ikincimisafirdi.Öyle sıcak ve boğucu bir geceydi ki, kapı vepencereler açık olmasına rağmen iyicebunalmışlardı. Çay fash bittikten sonra hepsi birpencerenin önüne geçerek yoğun alacakaranlığıseyre koyuldular. Lucie babasının yanına,

Darnay de onun yanına oturdu; Carton ise birpencereye yaslanıyordu. Perdeler uzun vebeyazdı, odanın köşesine esen rüzgâr bunlarıtavana savuruyor, hayalet kanatları gibidalgalandırıyordu.\"Yağmur büyük damlalar halinde, ağır ağırserpiştiriyor hâlâ,\" dedi Doktor Manette. \"Ağırağır yaklaşıyor.\"\"Evet geliyor,\" dedi Carton.Hem etrafı izleyip hem de bekleyen insanlarınçoğunlukla yaptığı gibi alçak sesle konuştular;karanlık bir odada şimşek çakmasını bekleyeninsanların hep yaptıkları gibi.Sokaklarda büyük bir telaş vardı, insanlarfırtına kopmadan evvel sığınacak bir yer bulmakiçin koşuşturuyorlardı; yankılar için ideal olanköşe, kimse olmadığı halde, gelip geçenlerinayak sesleriyle yankılanıyordu.\"Bunca kalabalığın içinde olup yalnız olmak!\"dedi Darnay bir süre etrafı dinledikten sonra.

\"Etkileyici, değil mi Mr. Darnay?\" diye sorduLucie. \"Bazen, bütün akşam, hayallere dalanakadar oturuyorum burada, ama bu gece, her şeybu kadar siyah ve ciddiyken, en aptalca hayalinlafı bile titretmeye yetiyor beni.\"\"Bize de anlatın biz de titreyelim. Neolduğunu anlayabiliriz belki.\"\"Size bir şey ifade etmeyecektir. Bu türhayaller yalnızca içimizde olursa etkili olurbence; anlatmakla olmaz. Bazı akşamlar buradakendi kendime oturur, bütün o yankılarıhayatımıza karışan ayak seslerinin yankılarıymışgibi dinlerim.\"Sydney Carton her zamanki huysuz tavrıyla,\"Hayatımıza büyük bir kalabalık yaklaşıyor ozaman,\" diye lafa girdi.Ayak seslerinin ardı arkası kesilmiyor,aceleleri giderek daha da artıyordu. Köşe birbiriardına geçen adımlarla yankılandıkçayankılandı; bazıları pencerenin altındangeliyordu sanki, bazıları odadan; bazıları

yaklaşıyor, bazıları uzaklaşıyordu, bazılarıduraklıyor, bazıları tamamen kesiliyordu vehepsi uzak sokaklardan geliyor, bir tanesi bilegörünmüyordu.\"Bü ayak sesleri hepimize birden mi geliyorMiss Manette, yoksa onları aramızda bölüşecekmiyiz?\"\"Bilmiyorum Mr. Darnay; bunun aptalca birhayal olduğunu söylemiştim ama öğrenmeyi sizistediniz. Kendimi bu hayale kaptırdığımdayalnızdım hep, sonra bu ayak seslerinin benimve babamın hayatına girecek olan insanlarınayak sesleri olduğunu düşledim.\"\"Ben bunları kendi hayatımın içine alıyorum!\"dedi Carton. \"Soru sormuyorum, şart dakoşmuyorum. Bize doğru gelen büyük birkalabalık var Miss Manette ve onları –buşimşekle birlikte görüyorum.\" Son sözlerini,parlak bir şimşek onu yaslandığı pencereninkenarında aydınlattıktan sonra eklemişti.Şiddetli bir gök gürültüsünün ardından,

\"Duyuyorum onları!\" diye ekledi. \"Hızlı,heyecanlı ve öfkeli bir şekilde geliyorlar!\"Tanımladığı şey yağmurun telaşı vegürültüsüydü ve bu gürültü bütün sesleri öylebastırdı ki o da susmak zorunda kaldı. Bardaktanboşanırcasına yağan bu yağmurla birlikte gökgürültüleri ve şimşekler eşliğinde okkalı birfırtına koptu; tüm bu curcuna, ateş ve yağmursilsilesi gece yarısı olup da ay çıkana kadardevam etti.Mr. Lorry, ayağında uzun çizmeleri, elindefeneriyle ona eşlik eden Jerry ile Clerkenwell'edönmek üzere yola koyulduğunda artık iyiceaçan havada St. Paul Katedrali'nin koca saati birivuruyordu. Soho ve Clerkenwell arasındakiyolda ıssız kısımlar vardı ve Mr. Lorryhaydutları düşünerek Jerry'yi böyle durumlardahep yanında bulundururdu ama genelde bundaniki saat önce yola çıkarlardı.\"Ne geceydi ama Jerry! Bir ara sandım ki,\"dedi Mr. Lorry, \"ölüler mezarlarındanfırlayacaklar.\"

\"Ben daha önce böyle bir şey görmedimefendim –hiç de görmem umarım,\" diye karşılıkverdi Jerry de.\"İyi geceler Mr. Carton,\" dedi işadamı. \"İyigeceler, Mr. Darnay. Birlikte böyle bir gece dahagörecek miyiz acaba?\"Belki de. Belki de, telaşıyla, gürültüsüyle,üzerlerine gelen insan kalabalığını göreceklerbirlikte.

VIIMonsenyör ŞehirdeSarayın en güçlü lordlarından biri olanMonsenyör her on beş günde bir düzenlediğiresepsiyonlardan birini Paris'teki büyük otelindeveriyordu. Monsenyör, mabetlerin mabedi,bunlara sahip olmayan diğer odalardaki tapınankalabalık için kutsalların en kutsalı olan özelodasındaydı. Monsenyör sıcak çikolatasınıiçmek üzereydi. Bir dolu şeyi mideye kolaycaindirebilirdi ve bazı aksi tiplere bakılırsaFransa'yı da hızlıca yutmaktaydı amaMonsenyör'ün sabah çikolatası aşçının veyanındaki dört güçlü adamın yardımı olmaksızınboğazından zor geçerdi.Doğru. Monsenyör'ün bu güzel çikolatayıağzına götürebilmesi için, bizzat onun soylu venezih moda anlayışını yansıtan muhteşemnişanları ışıl ışıl parlayan dört adamla, cebindeen az iki altın saati olmadan nefes alamayanşeflerinin yardımı gerekiyordu. Adamlardan biri

çikolata kabını onun yüksek huzuruna getirir,İkincisi bu iş için yapılmış küçük bir aletle bunukarıştırıp köpürtür, üçüncüsü Monsenyör'ün özelpeçetesini uzatır, dördüncüsü de (iki altın saatiolan) çikolatayı ağzına götürürdü. Bu adamlarınbiri bile olmadan Monsenyör'ün çikolatasınıiçmesi ve yüce onurunu koruması mümkündeğildi. Çikolatası rezil gibi, yalnızca üç kişitarafından servis edilecek olsa şerefi lekelenir;iki kişi tarafından edilecek olsa ölürdü.Monsenyör dün gece Komedi ve BüyükOpera'nın çekici bir şekilde temsil edildiği biryemeğe katılmıştı. Monsenyör çoğu gecemuhteşem bir topluluk eşliğindeki bu yemeklerekatılırdı. Monsenyör o kadar kibar ve duyarlı biradamdı ki, sıkıcı devlet meseleleri ve sırlar sözkonusu olduğunda Komedi ve Büyük Opera,tüm Fransa'nın ihtiyaçlarından çok dahaönemliydi. Aynı durum başka ülkelerde de –(örnek verecek olursak) şen Stuart'ın[18]memleketi sattığı üzüntülü günlerde İngiltere'dede hep böyleydi– kabul gördüğünden Fransaiçin hoş bir durumdu aslında bu!

Monsenyör'ün genel sosyal meselelere ilişkintek soylu düşüncesi her şeyi kendi halinebırakmak, özel sosyal meseleler söz konusuolduğunda diğer soylu düşüncesi ise her şeyikendine akıtmaktı –özellikle de gücü ve parayı.Genel ya da özel, keyfi söz konusuolduğundaysa Monsenyör'ün bir diğer soyludüşüncesi dünyanın kendileri için yaratıldığıydı.Onun düzeninde geçerli olan cümle (orijinalcümleden[19] tek farkı bir zamirdi, fazla bir şeydeğil) şuydu: \"Yeryüzü ve içindeki her şeybenimdir,\" der Monsenyör.Ama Monsenyör halkın sıkıntılarının yavaşyavaş, hem kamusal hem de özel ilişkilerinesızdığını fark etmiş, bu yüzden her iki türdekimeselelerini halletmek için ister istemezMültezimlerle[20] işbirliği yapmak zorundakalmıştı. Monsenyör, sosyal alandaki parasalişlerde hiçbir şey beceremediğinden, bu işleriyapabilecek bir Mültezime aktarmıştı; özelparasal işleri onlara aktarmasının nedeni de,Monsenyör'ün yıllardır süren bütün şatafat vezenginliğin ardından giderek fakirleşmesi.

Mültezimlerin de zengin olmasıydı. Bu sebepleMonsenyör giyebileceği en ucuz kıyafet olanrahibe kıyafetini giymesine ramak kala kızkardeşini manastırdan almış, onu ailesi fakir amakendi çok zengin olan bir Mültezime vermişti.Eskiden ihsanlık tarafından horlanıp durmuşolan bu Mültezim şimdi, tepesinde altın bir elmaolan asasıyla otelin dış odalarında kalanlararasında yer alıyor ve her zaman damarlarındaakan kanın üstünlüğünü kabul ettiğinden,Monsenyör un ve hatta kendi kansının kendisineen kibirli halleriyle tepeden bakmalarına sesçıkarmıyordu.Mültezim çok müsrif biriydi. Ahırlarında otuztane at, evinde yirmi dört uşak, kansına hizmeteden altı hizmetçi vardı. Eline geçen her fırsattayağma ve baskından başka bir şey yapmayan buMültezim en azından o gün Monsenyör'ünotelindeki şahsiyetlerin arasındaki en büyükgerçekti.Odalar, hoş gözükseler ve dönemin mümkünolan tüm dekoratif nesneleriyle döşenmiş olsalarda gerçekte pek uygun değillerdi. Başka

yerlerdeki pejmürde kılıklı ve gecelik külahlısefillerle karşılaştırıldığında (birbirlerinden öyleçok uzak da sayılmazlardı, her iki tarafa da eşituzaklıktaki Notre Dame'ın gözetleme kulelerininikisi de görülebiliyordu) oldukça rahatsız edicibir ortam yaratıyordu –Monsenyör'ün evihakkında bunları söylemek kimsenin haddinedeğildi tabii! Askerî bilgilerden yoksun subaylar;gemiler hakkında hiçbir şey bilmeyen denizsubayları; hiçbir işten anlamayan devletmemurları; ateşli gözleri, sarkmış dilleri vedağınık yaşamlarıyla dünyanın en dünyevi vearsız din adamları, hiçbiri bu işleri yapmayauygun değillerdi ama yayıldıkları yerden orayaaitmiş gibi davranıyorlardı ve hepsi ucundanköşesinden Monsenyör'ün düzenine aitti, buyüzden ucunda para olan her türlü işekoşturuluyorlar, onlarsa topladıkları paralarabakıyorlardı. İnsanlar Monsenyör ya da Devlet'ebağlı olduğu kadar, gerçek olan şeylerden de biro kadar kopuklardı ve kendine doğru bir yoltutturmuş dürüst insanlar parmakla gösterilecekkadar azdı. Hayalî hastalıklar için hazırladıklarımüthiş ilaçlardan büyük servetler elde eden

doktorlar Monsenyör un giriş kattakiodalarındaki seçkin hastalarına gülümsüyorlardı.Devletin bulaştığı ufak tefek çirkefliklere,bunları kökten temizlemek için işe koyulmakdışında türlü türlü çareler üreten planlamacılar,Monsenyör un resepsiyonunda, ulaşabildikleriher kulağa kar suyu kaçırdılar. Dünyayakelimelerle yeni baştan şekil veren vegökyüzünü kazımak için iskambil kâğıtlarındanBabil Kulesi inşa eden inançsız Filozoflar,Monsenyör tarafından düzenlenen bu muhteşemtoplantıda, metallerin dönüşümüne göz dikmişinançsız Kimyagerlerle sohbet ediyorlardı. Ofevkalade devirde –ve sonrasında da–insanoğlunu ilgilendiren her konuya karşıilgisizlikleriyle bilinen en görgülü ailelerdengelen kibar beyefendiler, Monsenyör un otelindebitkinlik timsali olarak oturuyorlardı. Bu ünlükişiler arkalarında, Paris'in güzel dünyasındaöyle evler bırakmışlardı ki, oraya toplananMonsenyör un hayranları arasındaki –bu kibartopluluğun en az yansını oluşturan– casuslar, oevlerdeki melekler içinde, hem hâli hem tavrıylaAnne olmaya yakışacak bir eş keşfetmekte

zorlanırdı. Gerçekten de, bu kadınların dünyaya–analarının adlarını bile bilmeyen– baş belası biryaratık getirmenin dışında, analıkla ilgileriyoktu. Köylü kadınlar kılıksız bebeleriniyanlarından ayırmaz, öyle büyütürlerdi; altmışyaşındaki alımlı anneanneler ise yirmiyaşındaymış gibi giyinip davranırlardı.Gerçekdışılığın cüzamı Monsenyör unetrafındaki tüm insanları sakatlamıştı. En dıştakiodada son birkaç yıldır bir şeylerin yanlış gittiğihissine kapılmış olan yarım düzine ayrıcalıklıadam vardı. Ülkeye çekidüzen vermekumuduyla bu yarım düzine insanın yarısıConvukionist[21] denilen fanatik bir mezhebeüye olmuşlar, o zaman bile kendi aralarında,köpürme, öfkelenme, kükreme ve meseleyekayıtsız kalmayı tartışıyorlar –böylelikle deMonsenyör'e Gelecek yolunu gösterecekbelirgin bir yön işareti koymaya çalışıyorlardı.Bu Dervişlerin dışında, üç kişi daha \"HakikatinMerkezi\" jargonuyla gidişatı düzeltmek içinbaşka bir tarafa yönelmişti: insanın Çember'dendeğil. Hakikatin Merkezinden çıkmış olduğunu

söylüyorlardı –fazla kanıta gerek yoktu veÇember'den dışarı uçması engellenmeli, hattaoruç tutarak ve ruhları uğurlayarak yeniden oMerkez'e itilmeliydi. Böylece ruhlarla sohbetdevam etti –ve bu işe yaradıysa da yararı aslaortaya çıkmadı.Ama işin iyi yanı, Monsenyör un büyükotelindeki herkes kusursuzca giyinmişti.Hükümler kıyafetlere göre verilseydi, salondabulunan herkes sonsuza kadar beraat ederdi.Kıvır kıvır, bembeyaz ve dimdik duran saçlar,yapay yollarla korunup güzelleştirilmiş narintenler, gözalıcı cesur kılıçlar ve etrafı saran hoşkokular pek çok şeyin sonsuza kadar sürmesiiçin yeterliydi. En görgülü ailelerden gelen kibarbeyefendilerin üzerinde, tembel tembelkımıldadıkça şakırdayan ufak tefek süslerasılıydı; bu altın zincirler değerli küçük çanlargibi sesler çıkarıyordu; bu ses ve ipek, brokar veketen karışımı kumaşın hışırtısı St. Antoine'ayayılan ve buranın obur açlığını uzaklarasavuran bir telaşa yol açmıştı havada.Giyim her şeyi yerli yerinde tutmak için

kullanılan şaşmaz bir tılsım ve büyüydü. Herkeshiç bitmeyecek bir Maskeli Balo için giyinmiştisanki. Tuileries Sarayı'ndan Monsenyör'e ve tümsaray halkına, avukat odalarından YargıçKürsüsüne, kısaca (sefiller dışında) toplumuntüm kesimleri bu Maskeli Balo'daki yerinialmıştı, o kaba saba Cellat bile şıklık peşindeydi;kendisinden \"saçlarını kıvır kıvır yapması,pudralanması, simli ceket, yüksek ökçeli pabuçve beyaz ipek çoraplar giymesi\" istenmişti.Mösyö Paris taşradaki piskopos kardeşleriMösyö Orleans ve diğerleri arasındaki modayauyarak darağaçlarında ve işkence çarklarındaki–balta pek kullanılmazdı– infazlarda hep bu şıkkıyafetle boy gösterirdi. Tanrı'nın bin yedi yüzsekseninci senesinde, Monsenyör'ünresepsiyonuna katılanlar arasında, böyle saçlarıkıvır kıvır, pudralanmış, simli ceket, yüksekökçeli pabuçlar ve beyaz ipek çoraplar giyen bircelladın olduğu bir sistemin fazla sürmeyeceğinikim tahmin edebilirdi!Monsenyör, sıcak çikolatasını içip dört uşağınısıkıntıdan kurtardıktan sonra kutsalların en

kutsalı odasının kapılarının açılmasını emrederekdoğruldu. O ne itaat, o ne yalakalık, nedalkavukluk, ne gurursuzluk ve ne sefil biraşağılanmaydı öyle! Beden ve ruh bu kadareğilince Cennet'e varmaya bir şey kalmıyordu –Monsenyör'e tapınanların bundangocunmamalarının bir sebebi de bu olmalıydı.Monsenyör kimine vaatlerde bulunup kiminegülümseyerek ardından mutlu bir köleye birşeyler fısıldayıp başka birine el sallayarak naziknazik odalarından geçerek en uçtaki alana.Hakikat Çemberi'ne gitti. Monsenyör tam onoktada dönüp sonra geri geldi ve kendiniçikolata perileriyle mabedine kapatarak bir dahagözükmedi.Gösterinin bitmesiyle havadaki dalgalanmahafif çaplı bir fırtınaya dönüşmüş, değerli küçükçanlar aşağı katta çalmaya başlamıştı. Çokgeçmeden o kalabalıktan geriye bir kişi kaldı veo da kolunun altında şapkası, elindeki enfiyekutusuyla aynaların arasında ağır ağır dışarıdoğru ilerledi.

Yolunun üzerindeki son kapının önündedurup mabedin olduğu tarafa bakarak, \"SeniŞeytan'a havale ediyorum!\" dedi.Ardından sanki ayaklarındaki tozu silkelermişgibi parmaklarındaki enfiyeyi silkeleyereksessizce merdivenlerden aşağı indi.Altmış yaşlarında, şık giyimli, kibirli tavırlarıolan ve yüzü zarif bir maskeye benzeyen biradamdı. Şeffaf bir solgunluğu vardı yüzünün;tüm hatları belirgindi ve ifadesi sertti. Burnununçok güzel bir şekli vardı ama deliklerinüzerinden hafif basıktı. Adamın yüzündekiifadeyi değiştiren tek şey bu iki basık nokta, buiki çukurdu. Bazen ısrarlı bir şekilde renkdeğiştiriyorlar, bazen de belli belirsiz bir nabızatışı gibi genişleyip büzülüyorlardı; ardındanyüzün tamamına hain ve gaddar bir ifadekatıyorlardı. Dikkatle bakıldığında, bu ifadeyiverenin, fazla yatay ve ince olduklarından, çizgigibi duran ağzıyla kısık gözleri olduğugörülüyordu; gene de hoş ve dikkat çekici birhavası vardı yüzünün.

Yüzün sahibi aşağı inerek avluya çıktı,arabasına bindi ve gitti. Resepsiyonda onunlakonuşan fazla olmamıştı; herkesten uzak birköşede durmuştu; aslında Monsenyör daha sıcakdavranabilirdi ona. İnsanların arabasınınönünden kaçışmalarında ve ezilmekten son andakurtulmalarında bir terslik görmüyor gibiydi.Arabacı da düşmanı kovalıyormuş gibisürüyordu arabayı ve onun bu öfkeliumursamazlığı arkada oturan beyefendinin neyüzünde ne de dudaklarında bir hareketlenmeyeyol açıyordu. Bu sağır şehirde ve bu dilsiz çağdabile zaman zaman, kaldırımsız dar sokaklarda,azgın soyluların bu haşin araba sürme âdetininhalktan kişileri zalimce tehlikeye attığına veonları sakatladıklarına dair şikâyetler duyulurdu.Ama çok az kişi bu duruma dikkat ediyordu vediğer pek çok konuda olduğu gibi sefil halkzorluklar karşısında başının çaresine bakmakzorunda kalıyordu.Araba çılgın bir tangırtı ve günümüzdeanlaşılması kolay olmayan gaddar birdüşüncesizlik eşliğinde, önünde çığlık çığlığa

kaçışan kadınlar ve hem birbirlerine hemçocuklarına yapışarak kaçışan adamlarla, birçoksokağı geçip köşelerden döndü. Sonunda birçeşmenin yakınındaki köşeyi dönerken,tekerlekler can sıkıcı şekilde hafifçe sarsıldı vekalabalığın içinden çığlıklar yükseldi, atlar şahakalkıp öne atıldılar.Ama böyle bir sıkıntı için arabadurdurulmazdı; arabalar hep böyle gider veyaralıları arkalarında bırakırlardı, aksi için birsebep yoktu. Ama korkmuş olan uşak telaşlaarabadan indi; atların dizginlerine yirmi tane eluzanmıştı.\"Sorun ne?\" diye sordu Mösyö sakin birtavırla dışarı bakarak.Uzun boylu ve başında gecelik külahı olan biradam atların ayaklarının arasına düşen yığınıalıp çeşmenin dibine koymuştu. Şimdi de,çamura batmış, sırılsıklam o haliyle vahşi birhayvan gibi uluyordu.\"Kusura bakmayın Mösyö Marki!\" dedi

hırpani kıyafetli ve itaatkâr bir adam, \"bir çocukbu.\"\"Bu adam neden böyle iğrenç seslerçıkarıyor? Onun çocuğu muymuş?\"\"Affedersiniz Mösyö Marki –ne yazık ki–evet.\"Çeşme az öteydi; sokak küçük bir meydanaaçılıyordu. Uzun boylu adam birden yerdenkalkıp arabaya doğru koşmaya başlayıncaMösyö Marki hemen elini kılıcının kabzasınagötürdü.Adam korkunç bir çaresizlik içinde, ellerinihavaya açmış, gözünü adamın üzerine dikmiş,\"Öldürdünüz onu!\" diye bağırıyordu. \"Öldü!\"Etrafı bir dolu insan sarmış. Mösyö Marki'yebakıyordu. Hepsinin gözlerinde büyük bir merakve heyecan vardı ama en ufak bir tehdit ya daöfke okunmuyordu. Hiçbir şey söylemiyorlardıda; ilk çığlıktan sonra susup bir daha da sesleriniçıkarmamışlardı. Marki'yle konuşan itaatkâr

adamın sesi en itaatkâr haliyle gayet tekdüze veuysal çıkmıştı. Mösyö Marki gözlerini çeviripsanki deliklerinden çıkmış farelermiş gibi baktıonlara.Cüzdanını çıkardı.\"Nasıl oluyor da,\" dedi, \"kendinize veçocuklarınıza sahip çıkamıyorsunuz,anlamıyorum hiç. İlla biri çıkıyor önümüze.Atlarım nasıl zarar gördü kim bilir? Baksana!Şunu ona versene.\"Uşağına bir altın para attı ve bütün başlaruzanıp yere düşen parayı takip etti. Uzun boyluadam gene inanılmaz bir çığlık attı, \"Öldü!\"Herkes hızla ona doğru yaklaşan bir adamayol açtı. Zavallı adamcağız onu görünce başınıomzuna koyup hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı,bir yandan da kadınların hareketsiz duranyığının üzerine eğildiği ve etrafında şefkatledolaştığı çeşmeyi işaret ediyordu. Kadınlar daadamlar kadar sessizdi.

\"Hepsini biliyorum, hepsini biliyorum,\" dedison gelen adam. \"Cesur ol Gaspard! O zavallıküçük yavrunun ölmesi yaşamasından daha iyibir şey. Hiç acı çekmeden bir anda öldü. Yaşasamutlu bir anı olacak mıydı?\"\"Hey sen, sen bir filozofsun,\" dedi Markigülümseyerek, \"Adın ne senin?\"\"Defarge derler.\"\"Ne iş yapıyorsun?\"\"Şarap satıyorum Mösyö Marki.\"Bir altın para daha atarak, \"Filozof ve şarapsatıcısı, al bakalım şunu,\" dedi, \"ve istediğin gibiharca. Atlar ne durumda? İyiler mi?\"Mösyö Marki, kalabalığa bir kez dahabakmaya tenezzül etmeksizin arkasına yaslanıpalelade bir şeyi yanlışlıkla kırıp parasını ödemiş,bunu ödemeye gücü yetmiş bir beyefendiedasıyla oradan uzaklaşıyordu ki, arabanın içinefırlatılan ve yerde tıngırdamakta olan parayla

keyfi kaçtı.\"Dur!\" dedi Mösyö Marki. \"Atları durdur! Kimattı bunu?\"Şarap satıcısı Defarge'ın bir dakika öncedurduğu noktaya baktı ama tam o noktadaperişan haldeki baba kendini yere atmışdövünüyordu ve hemen yanında örgü ören,esmer ve tıknaz bir kadın vardı.\"Köpekler sizi!\" dedi Marki, ama yumuşak birtonda, burnundaki noktaların haricinde hiçbirdeğişiklik yoktu yüzünde. \"Hepinizi büyük birzevkle ezip öbür dünyaya yollarım. Bunuarabaya hangi alçağın attığını bilseydim ve busefil arabanın yakınında olsaydı üzerinden geçipgitmiştik şimdiye kadar.\"İnsanlar o kadar sindirilmişlerdi ve böyle biradamının yasalar çerçevesinde ve ötesindeonlara neler yapabileceğini ve bununzorluklarını o kadar uzun zamandır biliyorlardıki kimse ne sesini çıkarabildi ne elini ne degözlerini kaldırabildi. Erkeklerin arasında tek bir

kişi bile kıpırdamadı. Ama örgü örerek durankadın ısrarla yukarı bakıyordu, baktığı yerMarkinin yüzüydü. Bu bakışları fark ettiğinigururuna yediremezdi Marki; aşağılayıcıgözlerini kadının ve diğer farelerin üzerindegezdirdikten sonra tekrar arkasına yaslanıp,\"Devam et!\" dedi.Araba hareket etti ve peşinden diğer arabalarhızla geçtiler; Bakan, Planlamacı, Mültezim,Doktor, Avukat, Papaz, Büyük Opera veKomedi ve Maskeli balonun davetlileri birbiriardına koşturan arabaların içinde ışıl ışılgidiyorlardı. Fareler onları görebilmek içindeliklerinden çıkmış, saatlerdir öylecebakıyorlardı; bu arabalarla halkın arasına karışıpgezinen asker ve polis, oluşturdukları bariyerinarkasından gizlice onları gözetliyordu. Babaküçük yığınını çok önceden almış, bir köşeyeçekilmişti bile; yığın çeşmenin altında durduğusırada üzerine eğilmiş bakan kadınlarsa şimdioturmuş, hem suyun hem de Maskeli Balodançıkan davetlilerin akışını izliyorlardı –bir tekörgü örerek herkesin içinden sıyrılan kadın

Kader'in azmiyle hâlâ örgüsünü örüyordu.Çeşmenin suyu akıyor, nehrin suyu akıyor, güngeceye dönüyor ve şehirdeki birçok hayat düzengereği ölüme gidiyordu, zaman ve mevsimlerkimseyi beklemiyordu, fareler karanlıkdeliklerine çekilmiş, birbirlerine sokulmuşuyuyorlardı, Maskeli Balo ise akşam yemeğindeışıl ışıl parıldamaktaydı, her şey kendi yolundaakıyordu.

VIIIMonsenyör KöydeGüzel bir manzaraydı, mısırlar parlıyordu,ama fazla değillerdi. Mısır olması gerekenyerlerde verimsiz çavdar, bezelye ve fasulyetarlaları, buğday yerine kötü sebze tarlalarıuzanıyordu. Bu ruhsuz doğa, bunları yetiştireninsanlara da yansımıştı, sanki hepsini isteksizceekip biçiyorlardı –vazgeçmeye ve yitip gitmeyedünden razı bir keyifsizlik içindelerdi.Mösyö Marki dört atın ve iki sürücününidaresindeki seyahat arabasının (daha hafifolabilirdi) içinde dik bir yokuşu tırmanıyordu.Mösyö Marki'nin yüzündeki kızarıklıkkendisiyle ilgili bir şeyden değil, yani aldığı iyiterbiyeden kuşkulandığından değil, kendikontrolü haricindeki bir dış kaynaktan –batangüneşten– kaynaklanıyordu.Araba yokuşun tepesine yaklaşırken akşamgüneşi arabanın içine öyle güçlü bir şekilde

vurdu ki, içindeki yolcu kıpkırmızı kesildi.\"Batmasına az kaldı,\" dedi Mösyö Marki ellerinebakarak, \"çok az.\"Gerçekten de güneş o kadar alçalmıştı ki, tamo sırada battı. Arabanın tekerleklerine ağırtakozlar takılıp da araba bir kül kokusu ve tozbulutu içinde yavaş yavaş yokuş aşağı kaymayabaşladığında etrafı saran kızıllık da yok oldu;güneş ve Mösyö Marki beraber batmışlardısanki, takozu çıkardıklarında en ufak bir kızıllıkkalmamıştı.Tepenin eteğinde, bomboş ve dağınık birşekilde uzanan kırlık arazide küçük bir köyvardı, bu düzlük alanın biraz ötesinde ise birkilise kulesi, bir yel değirmeni, avlanmak için birkoru ve tepesinde hapishane olarak kullanılankalenin bulunduğu bir kayalık yükseliyordu.Mösyö Marki, gece çökerken kararan bütün bunesnelere, evine yaklaşan bir adam edasıylabaktı.Köyde, kötü bir bira fabrikasının, kötü birtabakhanenin, kötü bir lokantanın, posta


Like this book? You can publish your book online for free in a few minutes!
Create your own flipbook