Nasıl da irkildiniz!\"Genç kız gerçekten irkilmişti. İki eliyle sıkıcaMr. Lorry'nin bileğine yapıştı.\"Lütfen,\" dedi Mr. Lorry, sakinleştirici birtonda ve sol elini sandalyenin arkasındançekerek zangır zangır titrer bir halde bileğineyapışmış olan yalvaran parmakların üzerinekoydu, \"lütfen sakin olun –bu bir iş sonuçta. Nediyordum-\"Mr. Lorry kızın bakışlarından öyle tedirginolmuştu ki sustu, bir süre bekledi, sonra kaldığıyerden devam etti.\"Nerede kalmıştık? Eğer Mösyö Manetteölmemiş olsaydı; eğer bir gün aniden, sessizceortadan kaybolmuş olsaydı; yer yarılıp içinegirseydi, gittiği berbat yerin neresi olduğunutahmin etsek bile bizi ona götürecek yolubilemeseydik hiç; sonra şu karşı kıyıda, en gözükara insanların bile telaffuz etmeye çekindiği birayrıcalığa sahip bir düşmanı olsaydı onun biryerlerde; yani bu şu demek oluyor, bu ayrıcalıklı
kişiler bir takım kâğıtları doldurarak istediklerikişileri hapse yollayıp istedikleri kadar süreunutulmaya terk edebilirdi; eğer karısı ondan birhaber almak için krala, kraliçeye, mahkemeye,kiliseye yalvarmış olsaydı, hem de boşu boşuna–işte o zaman babanızın hikâyesiyle bu talihsizbeyefendinin, yani Beauvais'li doktorun hikâyesiaynı olurdu.\"\"Yalvarırım anlatmaya devam edin efendim.\"\"Tamam. Anlatacağım. Ama dayanabilecekmisiniz?\"\"Dayanamadığım bir şey varsa o da şubelirsizlik.\"\"Sesiniz sakin çıkıyor şimdi, siz desakinleştiniz. İyi!\" (Böyle demesine rağmen Mr.Lory'nin tavırları pek de tatmin olmadığınıgösteriyordu.) \"İşle ilgili bir mesele bu. Bunu biriş meselesi olarak görün –halledilmesi gerekenbir iş. Şimdi bu doktorun karısı, son derece cesurve yüce gönüllü bir hanım olsa da, minikyavrusu daha karnındayken öyle büyük acılar
çekmişti ki...\"\"Bu minik yavru, bir kız çocuğu muyduefendim?\"\"Kızdı evet. Bu –bu işle ilgili bir mesele–endişe etmeyin. Küçük hanım, işte bu zavallıkadıncağız minik yavrusu daha karnındaykenöyle büyük acılar çekmişti ki, zavallı çocuğuonun yaşadığı ıstırabı yaşamasın, diye babasınınöldüğünü söyleyerek büyüttü onu –Hayır, kalkınlütfen! Tanrı aşkına, neden diz çöküyorsunuz?\"\"Gerçeği duymak için. Ah merhametli, iyiyürekli bayım, bana gerçeği söyleyin artık neolur!\"\"Bu bir –bir iş meselesi. Aklımıkarıştırıyorsunuz ve eğer siz benim aklımı böylekarıştırırsanız ben nasıl işimi görürüm? Kafamızıtoparlayalım önce. Örneğin şimdi, dokuz keredokuz pensin kaç ettiğini ya da yirmi gineninkaç şilin ettiğini söylemeye çalışın. Kendinizdeolduğunuza kanaat getirebilirim o zaman.\"
Genç kız sorulara cevap vermeden sakinceyerinde oturdu ve adam onu kibarca yerindenkaldırırken kızın hâlâ bileğine yapışık olan elleriönceki gibi titremediği için Mr. Jarvis Lorryrahatladı bir parça.\"Hah şöyle, şimdi tamam. Cesaret! İş! Önce işgelir; faydalı işler. Miss Manette, anneniz çokuğraştı zamanında. Son ana kadar babanızıbeyhude aramaktan hiç vazgeçmedi veöldüğünde –kim bilir ne büyük kederleriçindeydi kadıncağız– siz iki yaşındaydınız veonca yıl babanız hapishanelerde çürüyor muyoksa çoktan tükenip gitti mi, diye kara karadüşünmeden, neşeli ve güzel bir kız olarakbüyüdünüz.\"Sözünü bitirdikten sonra hayranlıkla karışıkbir merhametle kızın uzun altın sarısı saçlarınabaktı; sanki bir yandan o saçların ak düşmüşhalini hayal ediyordu.\"Ailenizin fazla bir varlığı olmadığınıbiliyorsunuz ve olan da zaten sizinle annenizinüzerine. Keşfedilen yeni bir para ya da mal falan
yok; ama-\"Mr. Lorry, kızın elinin, bileğini daha da sıkıkavradığını hissetti ve sustu. Daha öncedikkatini çeken o özel ifade kızın alnına iyiceyerleşmiş, buna bir de acı ve korku eklenmişti.\"Ama –ama şimdi bulundu. Yaşıyor. Çokdeğişmiştir, doğal olarak; harap haldedirmuhtemelen; ama olaya iyi yanından bakalım.Hiç değilse hâlâ yaşıyor. Babanız Paris'te, eskibir uşağının evinde kalıyor şimdi ve biz de orayagidiyoruz. Ben, yapabilirsem, onu teşhis etmekiçin, siz de ona yeniden hayat, sevgi,sorumluluk, rahatlık ve huzur vermek için.\"Genç kızın bedeninin ürpermesiyle adamınkide ürperdi. Sanki rüyadaymış gibi alçak,derinden gelen ve korku dolu bir sesle şöylededi kız:\"Hayaletini göreceğim yani! Gerçekten oolamaz –Hayaletidir ancak!\"Mr. Lorry sessizce kızın, kolunu tutan ellerini
ovuşturdu. \"Durun bakalım, durun! Bakalım negöreceğiz, nasıl göreceğiz onu! Şimdi her şeyibiliyorsunuz işte. Haksızlığa uğramış zavallıbabanızı görmek için önce deniz sonra karayolculuğu yapacağız ve çok yakında sevgilibabanızın yanında olacaksınız.\"Genç kız aynı tonda, fısıltıya dönüşen birsesle devam etti, \"Ne kadar özgür, ne kadarmutluydum, babamın hayaleti bana hiçgörünmemişti!\"Kızın dikkatini sözlerine çekebilmek içinüzerine basa basa, \"Bir şey daha var,\" dedi Mr.Lorry, \"babanız başka bir isimle bulundu; kendiadı uzun süre önce unutulmuş ya da gizlenmiş.Bunca yıl hapiste gözden mi kaçmış yoksaözellikle mi tutulmuş, fazla kurcalamamaklazım. Bunların nedenini araştırmak tehlikeliolabilir. Bu meseleyi hiçbir yerde, hiçbir şekildekonuşmayalım ve onu en kısa sürede –ne yapıpedip– Fransa'dan çıkaralım. Bir İngiliz olarakgüvende olduğum halde ben bile ve Fransızlarınçok değer verdiği Tellson bile bu konuyukonuşmaktan kaçınıyor. Bu konuyla ilgili en
ufak bir kâğıt parçası bile taşımıyorum yanımda.Tamamen gizli bir iş. Bütün belgelerim,kayıtlarım ve pusulalanın tek bir satırda gizli;\"Yeniden Dirilen\"; her anlama gelebilir bu. Amane oldu size? Aa beni duymuyor hiç! MissManette?\" Genç kız taş kesilmişti adeta,sandalyesinde kaykılmadı bile, tamamen hissizbir şekilde, Mr. Lorry'nin elinin altında öyleceoturdu; fal taşı gibi açılmış gözlerini adamınüzerine dikti, bu son ifade alnına kazınmış ya dadağlanmış gibi duruyordu. Genç kız koluna okadar sıkı tutunmuştu ki, onun canını acıtacağıkorkusuyla yerinden kıpırdayamadı Mr. Lorryve dışarı seslenerek yardım istedi.İçeriye, peşinde otel hizmetlileriyle, acayipgörünüşlü bir kadın girdi; Mr. Lorry o telaşlıhaliyle bile, kadının baştan aşağı kırmızılariçinde olduğunu, kızıl saçları olduğunu veüzerinde tuhaf dar bir kıyafetle, kafasında askerşapkası ya da koca bir kaşar tekeri gibi durandevasa bir şapka olduğunu fark etmişti ve Mr.Lorry'nin yerinden kıpırdayamama sorunukadının güçlü eliyle adamı göğsünden ittirip en
yakın duvara yaslamasıyla çözülmüş oldu.(Mr. Lorry duvara yapıştığında, nefes nefese,\"Bu bir erkek olmalı!\" diye geçirdi içinden.)Bu kişi, \"Hey, ne bakıyorsunuz öyle?\" diyebas bas bağırdı hizmetlilere. \"Orada öylecedikilip bakacağınıza koşup bir şeyler getirsenize!Bakılacak bir yanım var sanki! Koşun hadi!Bana amonyak ruhu, soğuk su, sirke getirinhemen, yoksa gününüzü gösteririm size!\"Hepsi kızı ayıltacak şeyleri getirmek için çilyavrusu gibi dağıldı etrafa ve o da genç kızıkanepeye yatırıp son derece maharetli veyumuşak bir şekilde ilgilendi onunla. Ona\"kıymetlim!\" ve \"kuşum!\" diye sesleniyor,büyük bir gurur ve itinayla altın saçlarını arkayaatıyordu.Mr. Lorry'ye dönerek, \"Sen kahverengili!\"dedi öfkeyle; \"Söyleyeceğin şeyi onu bu kadarkorkutmadan söyleyemez miydin sanki? Halinebak, zavallının güzel yüzü bembeyaz, elleri buzgibi olmuş. Bankacılık böyle mi oluyor yani?\"
Mr. Lorry bu cevaplaması zor soru karşısındaöyle bocaladı ki, cılız bir ilgi ve tevazuylaöylece bakmaktan başka bir şey gelmedielinden, bu arada öyle dikilmeye devam etmelerihalinde her ne gösterecekse, \"günlerinigösterme\" tehdidiyle hizmetlileri dağıtmış olangüçlü kadın, kızı yavaş yavaş yola sokmuş,sarkık başını omzuna yaslamayı başarmıştı.\"Kendine geliyor galiba,\" dedi Mr. Lorry.\"Senin sayende değil ama kahverengili.Zavallı yavrucak!\"\"Umarım,\" dedi Mr. Lorry gene cılız bir ilgi vetevazuyla duraksayarak, \"Miss Manette'eFransa'ya kadar eşlik etmeyi kabul edersiniz?\"\"İşe bak!\" dedi güçlü kadın. \"Eğer şu tuzlusuyu aşmak kaderimde olsaydı Tanrı beni buadaya koyar mıydı?\"Cevaplaması zor bir soru daha sormuştu kadınve Mr. Jarvis Lorry buna kafa yormak üzereyanlarından ayrıldı.
VŞarap DükkânıSokakta koca bir şarap fıçısı düşüp kırılmıştı;fıçı yuvarlanmış, çemberi çıkmış, parçalanmışbir ceviz kabuğu gibi şarap dükkânının kapısınınönünde yatıyordu.Etraftaki herkes şarap içebilmek için işinigücünü ya da tembelliği bırakıp olay mahallinegelmişti. Sokağın, farklı yönlere bakan, kaba vedüzensiz taşları, Üzerlerinden geçen her canlıyıbilhassa sakatlamak üzere tasarlandığı izlenimiveriyordu insana, dökülen şarap taşların arasındagölcükler oluşturmuştu; her birinin başında dabüyüklüğüyle orantılı olarak birikmiş, itişen birgüruh vardı. Bazı adamlar diz çökmüş,birleştirdikleri ellerini kepçe gibi kullanıyorlardı,şarap parmaklarının arasından akıp gitmedenevvel ya kendileri içiyor ya da omuzlarınıntepesinden eğilen kadınların içmesine yardımcıoluyorlardı. Kadınlı erkekli bir başka grup,ellerinde çatlak toprak kaplarla birikintilere
yumulmuştu, hatta bazı kadınlar başlarındakiörtüleri şaraba batırıp bebeklerinin ağzınasıkıyorlardı; bazıları şarabın akıp gitmesineengel olmak için çamurdan küçük setleryapmakla meşguldü; bazıları, tepedekipencerelerden bakanların sözlerine uyup küçükşarap derelerinin önünü kesmek için bir o yanabir bu yana koşuyorlardı; bazıları kendilerindengeçmiş bir halde sırılsıklam olmuş fıçıparçalarını yalıyor, hatta büyük bir iştahla şarabıiyice çekmiş olan tahta parçalarını ısınıyorlardı.Şarabın akacağı bir kanal yoktu ve şaraplaberaber epeyce çamur da yutuldu, ortalık çöpçügeçmiş gibi tertemiz olmuştu, öyle ki, görenlerbu mucizevi olayın gerçekleştiğine inanabilirdi.Bu şarap oyunu boyunca sokak –kadın,erkek, çocuk sesleri– şen kahkahalar veçığlıklarla çınladı. İşin içinde bir parça hoyratlık,bolca maskaralık vardı. Bambaşka bir arkadaşlıkduygusu sarmıştı her yanı, hep birlikte hareketetme güdüsüyle davranıyorlardı, içlerinde dahaneşeli ve tasasız olanları sarmaş dolaş olmuşlardıhep, birbirlerinin sağlığına içtiler, tokalaştılar ve
halka oluşturup dans ettiler. Şarap bitip degöletlerin yerini ızgarayı andıran parmak izlerialınca curcuna başladığı gibi bir anda sona erdi.Testeresini kesmekte olduğu odunun üzerindebırakan adam işinin başına döndü; kendisinin veçocuğunun aç parmaklarının sızısını hafifletmekiçin kullandığı içi kül dolu kovayı kapısınınönünde bırakan kadın mangalının yanına döndü;mahzenlerinden kış güneşine çıkan çıplak kollu,dağınık saçlı, soluk yüzlü adamlar yenidenaşağıya indiler ve etrafı az önceki gün ışığındançok daha doğal duran bir kasvet sardı.Dökülen kırmızı şarap Paris'de, St. Antoine'ınvaroşundaki dar sokağı kırmızıya boyamıştı.Tabii pek çok insanın elini, yüzünü, çıplakayaklarını ve tahta pabuçlarını da. Odun kesenadamın testeresinin sapında kırmızı lekeleroluşmuştu; bebeğini besleyen kadının, tekrarbaşına sardığı eski örtüden dolayı lekelenmiştialnı. Açgözlülükle fıçı tahtalarına saldıran kanasusamışların da ağızlarının kenarında şarap izleriduruyordu hâlâ ve pis bir çuvala benzeyengecelik külahı neredeyse başından düşecekmiş
gibi duran, üstü başı batmış, uzun boylu birsoytarı çamura ve şaraba bulanmış parmağıylaşunu yazmıştı duvara: KAN.Bu türdeki şarabın da sokaklarda akacağı,lekesinin her yanı kaplayacağı günler yakındı.Şimdi St. Antoine'ın üzerini koca bir bulutkaplamıştı, o kutsal cüssesinden bir an için birışık sızsa da esas olan yoğun bir karanlıktı –vebu aziz varlığa refakat eden soğuk, pislik,hastalık, cahillik ve açlık– hepsi birer güç sahibisoyluydu adeta; özellikle de sonuncusu. Birdeğirmende, feci şekilde tekrar tekrar öğütüleninsan örnekleri –ve bu kesinlikle yaşlılarıgençleştiren bir değirmen[9] değildi– her köşebaşında titriyor, her kapıdan girip çıkıyor, herpencereden bakıyor, rüzgârın oynattığı her birkıyafetin altında çırpınıyordu. Onları öğütendeğirmen gençleri yaşlandıran değirmendi;çocukların yüzleri yaşlı gibiydi, sesleriyse ciddi.Ve bu yetişkin yüzlerde, saban izi gibi ilerleyen
her bir çizgide görünen şey aynıydı, Açlık. Açlıkher yerdeydi. Yüksek yüksek binalardanfırlatılmış, sıra sıra asılmış olan sefilkıyafetlerden sarkıyordu; Açlık samanla,paçavrayla, tahta parçalan ve kâğıtla yamanmıştıbunlara; adamın testereyle kestiği her bir odunparçasında gösteriyordu kendini. Açlık tütmeyenbacalardan gözünü dikmiş bakıyor, çöplerininiçinde tek bir yiyecek kırıntısı olmayan, pislikiçindeki sokakta kocaman dikiliyordu. Fırınlarınraflarında, tek tük kalmış kuru ekmeklerinüzerine yazılı bir kitabeydi açlık; kokmuşetlerden yapılan sosislerin satıldığı dükkândaydı.Açlık, silindir ocakta pişen kestanelerin arasındatakırdatıyordu kuru kemiklerini; gönülsüz birkaçdamla yağla kızaran her bir patates dilimineyayılmıştı.Açlığın bitmez tükenmez varlığı her yere, herşeye sinmişti. Her türlü kabahatin ve pisliğinkaynadığı daracık kavisli bir sokak, bu sokağıkesen başka başka dar ve kavisli sokaklar,Üzerlerinde döküntü kıyafetler, başlarındagecelik külahları olan ve tıpkı o döküntü
kıyafetlerle külahlar gibi kokan insanlar ve gözegörünen her şeyde marazi görünüşlü bir kasvet.İnsanlar bu dağılmış halleriyle bile kıstırıldıklarıköşeden kurtulmak gibi korkunç bir ümittaşıyorlardı içlerinde. Bunalmış ve bezgin olsalarda, kimilerinin gözünden alev fışkırıyordu;dudaktan sımsıkı kapanmış, söyleyemediklerişeyler yüzünden bembeyaz kesilmişti; çatıkalınları başlarına geçeceğini ya da başkalarınınbaşına geçireceklerini düşünüp durduklarıdarağacı ipine dönmüştü. Bütün tabelaların(bunların sayısı neredeyse dükkânlar kadardı)üzerindeki resimler Açlığın resmiydi. Kasap vedomuz eti satan adam, etin en cılız kısmınınresmini asmıştı, fırıncı ise en yavansomunlarınkini. İnsanların şarap dükkânlarındaiçerkenki kaba halleri de, bardaklarındaki azmiktardaki sulandırılmış şarap ve birayagömülmüş, aksi suratlarla dertleşen adamlarlaresmedilmişti. Aletler ve silahlar haricinde dörtbaşı mamur resmedilmiş hiçbir şey yoktu;bıçakçının bıçakları ve baltaları keskin ve pırılpırıl, demircinin çekiçleri ağır ve silahçınınmalları öldürücüydü. Küçük çamur ve su
birikintileri ile oynak kaldırım taşları hiçbir yerevarmıyor, bir anda kapı eşiklerinde sonbuluyordu. Buna karşılık üstü açık lağım arklarısokağın ortasına akıyordu –akarsa tabii– bu dayalnızca şiddetli yağmurun ardından olurdu vetürlü türlü yollar bulup evlerin içine akardı.Sokaklar boyunca geniş aralıklarla, bir halatın vemakaranın ucunda asılı sarsak birer fener vardı;geceleyin, fenerci bunları aşağı indirip yaktıktansonra tekrar yukarı çektiğinde, soluk fitillerdenoluşan cılız bir koru gibi, baygın bir edayladenizin üzerindeymişçesine salınırlardı tepede.Gerçekten de denizdeydiler[10] ve gemi ilemürettebatı, fırtına tehlikesiyle karşı karşıyaydı.Civardaki hırpani kılıklı sıskalar, o aylak ve açhalleriyle, fenerciyi izlemediklerine pişmanolacaklardı, oysa adamın yöntemini idrak edipgeliştirebilseler, zamanı geldiğinde, insanları buipler ve makaraların ucunda sallandırıp içindebulundukları karanlığı aydınlatabilirlerdi. Amadaha zamanı gelmemişti ve Fransa'nın üzerindeesen rüzgârlar bu hırpani kılıklıların kıyafetleriniboş yere sallayıp dururken, şakıyan güzel tüylü
kuşlar hiçbir şeye aldırmıyordu.Şarap dükkânı köşedeydi, hem görünüş hemkalite açısından diğer pek çok dükkândan dahaiyiydi ve dükkânın sahibi, üzerinde sarı yeleği,yeşil pantolonuyla kapının önünde dikilmiş,dökülen şarabın yarattığı kargaşaya bakıyordu.Omuzlarını sertçe silkip, \"Beni ilgilendirmez,\"dedi. \"Pazarcılar devirdi. Bir tane dahagetirsinler.\"O sırada gözü, yazısını yazmakla meşgul olanuzun boylu soytarıya takıldı, sokağınkarşısından seslendi:\"Hey Gaspard, ne yapıyorsun orada?\"Adam kendini şakacı sananların yapacağışekilde, müthiş önemli bir şeymiş gibi, yazdığışeye işaret etti. Ama gene kendi gibi soytarılarayakışır şekilde hedefi tutturamayarak, çuvalladı.Şarap dükkânının sahibi, karşıya geçerken,\"Ne yapıyorsun ya sen? Aklından zorun muvar?\" dedi ve adamın muzipliğini yok etmek
üzere yerden bir avuç çamur alarak yazınınüzerine sıvadı. \"Neden umumi yerlere yazıyazıyorsun? Bunu –söylesene bana– bunuyazacak başka yer bulamadın mı?\"Adamı azarlarken, nispeten temiz olan elini(belki yanlışlıkla, belki değil) soytarının kalbinekoymuştu. Soytarı bu ele hafifçe vurarak çevikbir hareketle zıpladı ve muhteşem bir dansfigürüyle yere indi, elinde ayağından fırlamışlekeli ayakkabılarından tekini tutuyordu. Ohaliyle, son derece becerikli bir şahsiyet gibiduruyordu.\"Giy hadi, giy şunu çabuk,\" dedi diğeri.\"Şaraba hakkını ver ve bitir şunu.\" Bu tavsiyeüzerine adam, kirli elini –sanki onun yüzündenkirlendiğini söylemek istermiş gibi, gözününiçine baka baka– soytarının üzerine sildi vesonra tekrar karşıya geçip şarap dükkânına girdi.Şarap dükkânının sahibi otuz yaşlarında, kalınenseli, cesur görünüşlü bir adamdı ve havanınsert olmasına rağmen paltosunu giymeyipomzuna attığına bakılırsa oldukça sıcak bir
yaradılışı vardı. Gömleğinin kolları sıvanmış,esmer kolları dirseklerine kadar ortaya çıkmıştı.Kıvırcık ve koyu renkli kısa saçları dışındabaşını örten bir şey yoktu. Aralarında hoş biraçıklık olan güzel gözlü, esmer bir adamdı.Genelde iyi huylu birine benziyordu ama aynızamanda acımasız da olabilirdi; belli ki kararlı,azimli bir adamdı ve karşılaşılmaması dahahayırlıydı. Her iki yanında uçurum olan dar birgeçitten geçmesi gerekse, yolundan dönmezdigene de.Adam dükkândan içeri girdiğinde MadamDefarge –yani kansı– tezgâhın arkasındaoturuyordu. Madam Defarge, hiçbir şeyebakmıyormuş gibi duran tetikte gözleri, yüzükdolu kocaman bir eli, sağlam, güçlü hatlarasahip bir yüzü ve sakin tavırları olan, kocasınınyaşlarında, tıknaz bir kadındı. Öyle bir hali vardıki, el attığı hiçbir hesapta hata yapmazmış hissiuyandırıyordu insanda. Madam Defarge soğuğakarşı hassas olduğundan kürklere sarınmış,başına da parlak renkli bir örtü bağlamıştı, amakoca küpeleri açıktaydı hâlâ. Kürdanla dişlerini
karıştırmak için elindeki örgüyü kenarabırakmıştı. Sol eliyle sağ dirseğini desteklemeklemeşgul olduğu için beyi geldiğinde hiçbir şeydemeyip hafifçe öksürmekte yetindi. Bu öksürükeşliğinde incecik bir çizgi halindeki koyukaşlarını kaldırması, kocası dışarıdayken gelenmüşteriler olduğunu ve onlarla ilgilenmesinin iyiolacağını anlatan bir davranıştı.Bunun üzerine şarapçının gözleri bir köşedeoturan yaşlı beyefendiye ve genç hanımatakılana kadar etrafta gezindi. Diğerleri oradaydıhâlâ: kâğıt oynayan iki kişi, domino oynayan ikikişi ve tezgâha yaslanmış, ellerindeki azıcıkşarabı gıdım gıdım yudumlayan üç adam.Şarapçı, tezgâhın arkasına geçtiğinde yaşlıbeyefendi genç hanıma gözleriyle işaret ederek,\"İşte beklediğimiz adam bu,\" dedi.Mösyö Defarge kendi kendine, \"Ne diyor buadam ya?\" diye söylendi; \"Onu tanımıyorumbile.\"Bu iki yabancıyı fark etmemiş gibi yaparaktezgâhın önünde içen üç müşterisiyle sohbete
daldı.\"Ee nasıl gidiyor Jacques?\" dedi aralarındanbiri Mösyö Defarge'a. \"Dökülen şarabı silipsüpürdüler mi?\"\"Hem de son damlasına kadar Jacques,\" dediMösyö Defarge.Onlar böyle aynı isimle birbirlerine hitapederek konuşurlarken hâlâ kürdanıyla dişinikarıştıran Madam Defarge da gene hafifçeöksürüp ince bir çizgi oluşturan kaşlarını birdefa daha kaldırdı.\"Genelde,\" dedi üç adamdan İkincisi MösyöDefarge'a, \"bu sefil yaratıklar şarabın tadınıbilmez; bildikleri bir esmer ekmek var, bir deölüm. Öyle değil mi Jacques?\"\"Doğru Jacques,\" diye karşılık verdi MösyöDefarge.Onlar ikinci kez birbirlerine aynı isimle hitapederlerken elinde kürdanı, büyük bir huzur
içinde hâlâ dişiyle uğraşan Madam Defarge birkez daha hafifçe öksürdü ve ince bir çizgioluşturan kaşlarını bir defa daha kaldırdı.Bu defa üç adamın sonuncusu boşalanbardağını koyup ağzını şapırdattıktan sonra lafagirdi.\"Ah! Çok fena çok! Zavallıların ağzında hepacı bir tat vardır Jacques, hayatları desen dahabeter. Haksız mıyım Jacques?\"\"Haklısın Jacques,\" diye yanıtladı MösyöDefarge.Adamlar üçüncü kez birbirlerine aynı isimlehitap ettiklerinde Madam Defarge da kürdanınıkenara koymuş, kaşlarını daha da yukarıkaldırarak, hafifçe yerinde kımıldanmıştı.\"Doğru valla! Haklısın!\" diye homurdandıkocası. \"Beyler... bu benim karım!\"Üç müşteri şapkalarını çıkarıp MadamDefarge'ı gösterişli bir tavırda selamladılar. O da
hafifçe başını eğip selamlarına karşılık vererekşöyle bir süzdü onları. Ardından şarapdükkânına göz atarak müthiş bir sakinlik vesükûnetle örgüsünü eline aldı ve işine daldı.Parlak gözleri hâlâ itaatkârca karısınınüzerinde, \"Beyler,\" dedi şarapçı, \"ben dışarıçıkarken sorduğunuz ve görmek istediğinizbekâr odası beşinci katta. Hemen soldamerdivenlerden avluya çıkılıyor,\" eliyle işaretederek, \"şu pencerenin yanından. Ama şimdiiçinizden birinin oraya daha önce gittiğinihatırlıyorum, o size yolu göstersin. Hadi beyler,adieu!\"Adamlar şaraplarının parasını ödeyip gittiler.Mösyö Defarge'ın gözleri örgüsünü örenkarısının üzerindeyken yaşlı beyefendiköşesinden kalkıp yaklaştı ve onunla konuşmakistediğini söyledi.\"Memnuniyetle beyefendi,\" dedi MösyöDefarge ve sessizce kapıya doğru ilerlediler.Konuşmaları çok kısa sürdü ama oldukça
hararetliydi. Daha ilk kelimeden Mösyö Defargepürdikkat onu dinledi. Aradan daha bir dakikabile geçmemişti ki başını sallayıp dışarı çıktı.Madam Defarge kaşlarını kımıldatmadan,parmaklarını hızla hareket ettirerek örgüsünedevam etti ve gözü hiçbir şey görmedi.Mr. Jarvis Lorry ve Miss Manette şarapdükkânından çıkarak Mösyö Defarge'ın yanına,adamın az önce adamlara odayı tarif ettiği girişegittiler. Burası berbat kokan küçük, karanlık biravluya açılıyordu ve bir yığın evin olduğu ve birdolu insanın yaşadığı bir alana geçiş içinkullanılıyordu. İç karartıcı karo kaplımerdivenlere açılan bu iç karartıcı karo kaplıgirişte Mösyö Defarge eski patronunun kızınınönünde diz çökerek elini dudaklarına götürdü.Kibar bir davranış olsa da bu, fazla kibar birtavırda yapılmamıştı; birkaç saniye içindeadamın bütün havası değişmişti. O güler yüzlü,net ifadeli adam gitmiş yerine, gizemli, kızgın vetehlikeli bir adam gelmişti.Mösyö Defarge Mr. Lorry'yi, merdiveninbaşında kesin bir tavırda uyardı. \"Epey yukarıda;
biraz zorlanabilirsiniz. Yavaş çıkın.\"Diğeri fısıldadı, \"Yalnız mı?\"\"Yalnız! Tanrı yardımcısı olsun, kim olacak kizaten yanında?\" dedi öbürü aynı alçak sesle.\"Hep yalnız o zaman.\"\"Evet.\"\"Kendi mi öyle istiyor?\"\"Öyle gerekiyor. O zaman da, yani benibuldukları, benden onu yanıma almamıistedikleri ve ağzımı sıkı tutmam gerektiğinisöyledikleri günün ardından onu ilkgördüğümde –işte o zaman da yalnızdı, şimdi deyalnız.\"\"Çok değişmiş mi?\"\"Değişmiş tabii!\"Şarap dükkânının sahibi duvara bir yumruk
atıp okkalı bir küfür savurmak için durdu. Hiçbircevap, bu yaptığının yarısı kadar bile etkiliolamazdı. Yanındakilerle merdivenleri çıkarkenMr. Lorry'nin içi her basamakta daha çokdaralıyordu.Paris'in nispeten daha eski ve daha kalabalıkolan bölgelerinde olsa, böyle bir merdivenin,bütün o teferruatlarıyla kötü görünmesi doğalkarşılanırdı ama o gün, sefalet nedir bilmeyen bukibar şahıslar için tam anlamıyla iğrenç bir yerdiburası. Bu yüksek pislik yuvası binadaki herküçük meskende –başka deyişle, merdiveneaçılan her bir oda ya da odalarda– yaşayanlar,bütün süprüntülerini kendi merdiven sahanlığınayığmış, geri kalanı da pencerelerden aşağıfırlatmıştı. Bu kontrolden çıkmış umutsuz çöpyığını öyle bir kaplamıştı ki her yanı, yoksullukve mahrumiyet gözle görülmez pislikleriylebuna eklenmemiş dahi olsalardı, havayıkirletmeye yeterlerdi; bu ikisinin bir araya gelişiise gerçekten dayanılmazdı. Ama yola devametmek için bu havayı solumaları, bu dik,karanlık pislik ve zehir kuyusuna dalmaları
gerekiyordu. Mr. Jarvis Lorry, giderek artanendişelerine ve genç yoldaşının heyecanınadayanamayarak iki kere durup dinlendi. Bumolaların her biri, temiz kalmış bir parça güzelve mahzun havanın içinden uçup gittiği, yerinepis bir buharın süzüldüğü kederli pencerekafeslerinin önünde veriliyordu. Paslıçubuklardan o karman çorman mahalleningörüntüleri yerine havası göze çarpıyordu vegöründüğü kadarıyla, Notre-Dame'ın iki büyükkulesinin tepesinin yakınında ya da aşağısındakalan hiçbir yerde sağlıklı bir yaşama ya daumuda dair bir emare yoktu.Nihayet son basamağa varıldı ve üçüncü kezdurdular. Ancak tavanarasına varmadan evvel,önlerinde daha dik ve dar bir merdiven dahauzanıyordu. Sanki genç hanımın sorusormasından korkarmış gibi, merdivenlerinbaşından beri biraz daha önde ve Mr. Lorry'nintarafında ilerleyen şarap dükkânının sahibiburada arkasına dönüp omzunda taşıdığıpaltonun ceplerini dikkatle yoklayarak biranahtar çıkardı.
\"Kapı kilitli mi yoksa arkadaşım?\" dedi Mr.Lorry, şaşırmış bir şekilde.Mösyö Defarge, \"Yaa, evet,\" dedi ciddi birtavırla.\"Talihsiz adamı böyle kilitli mi tutmakgerekiyor?\"\"Bence anahtarı çevirmekte fayda var.\"Mösyö Defarge bunu Mr. Lorry'nin kulağınafısıldamış, kaşlarını da sertçe çatmıştı.\"Neden?\"\"Neden mi? Adamcağız o kadar uzun zamankilit altında yaşadı ki, bu kapıyı açık bırakacakolsak korkar –çıldırır–kendini paralar–ölür– yanikim bilir neler yapar.\"\"Böyle bir şey mümkün mü?\" diye bağırdı Mr.Lorry.Defarge sertçe, \"Böyle bir şey mümkün mü?\"diye tekrar etti. \"Tabii ki. Yaşadığımız şu güzel
dünyada, böyle bir şey mümkün, başka pek çokşey de mümkün, hatta mümkün olmaklakalmayıp şu göğün altında her gün gerçektenoluyor böyle şeyler –cidden oluyor! Şeytangiriyor insanın aklına. Neyse biz işimizebakalım.\"O kadar alçak sesle konuşmuşlardı ki, gençkız tek bir kelimesini bile duymadı bunların.Ama kapıya vardıklarında, böylesi yoğun birduygunun etkisiyle tir tir titriyordu –ve yüzündeöyle derin bir endişe, dahası, korku ve telaşvardı ki, Mr. Lorry onu rahatlatmak için birkaçsöz söyleme gereği duydu.\"Metin olun küçük hanım! Metin olun biraz!İşimizi halledelim! İşin en zor kısmı bir dakikasonra bitecek; hele bir şu kapıdan geçin, en zorkısım bitmiş olacak. Ondan sonrası pek güzel,ona iyilik, huzur ve mutluluk vereceksiniz.Şimdi şu iyi yürekli kardeşimiz de öbürkolunuza girsin. Hah iyi oldu Defarge kardeşim.Tamam şimdi. İşimiz, işimize devam edelim!\"Ağır ağır ve sessizce merdiveni çıktılar. Fazla
basamak yoktu, az sonra tepedeydiler. Orada,köşeyi döner dönmez, beklenmedik şekildekarşılarında, kafa kafaya verip kapının yantarafına eğilmiş olan ve duvardaki çeşitli çatlakve deliklerden heyecanlı bir şekilde kapınınaçıldığı odaya bakan üç adam buldular.Yaklaşan ayak seslerini duyunca üçü de hemendoğrularak döndüler ve bunların şarapdükkânında içen ve isimleri aynı olan üçlüolduğu ortaya çıktı.\"Ziyaretinizin yarattığı şaşkınlıktan bunlarıunutmuştum bak,\" diye açıkladı Mösyö Defarge.\"Hadi siz gidin çocuklar; bizim işimiz varburada.\"Üçü birden yanlarından süzülüp sessizce aşağıindi. Katta başka kapı olmadığından ve şarapdükkânının sahibi, yalnız kaldıklarında doğrucabu kapıya yöneldiğinden Mr. Lorry hafif öfkelibir tavırla fısıldadı:\"Mösyö Manette'i gösteri malzemesi miyaptınız?\"
\"Onu, şu anda size gösterdiğim gibi, yalnızcaseçilmiş bazı kişilere gösteriyorum.\"\"İyi bir şey mi bu?\"\"Bence iyi.\"\"Kim bu seçilmiş kişiler kim? Neye göreseçiyorsunuz onları?\"\"Adı benimkiyle aynı olan –bu arada adımJacques– eli yüzü düzgün adamları seçiyorum.Neyse bu kadar yeter; siz İngiliz'siniz; bu da ayrıbir olay. Biraz burada bekleyin lütfen.\"Defarge uyarıcı bir tavırla, eliyle geridekalmalarını işaret ederek eğildi ve duvardakiçatlaktan içeri baktı. Az sonra doğrularak iki-üçkere kapıya vurdu – belli ki gürültü yapmakistiyordu. Aynı niyetle anahtarı da üç-dört kezuğraşarak– zar zor yuvasına yerleştirdi veolabildiğince ağır bir şekilde çevirdi.Kapı yavaşça içe doğru açıldı, Defarge odayaşöyle bir bakıp bir şey söyledi. Karşılığında cılız
bir ses geldi. Her iki tarafın da ağzından çıkantek heceli birer sözcüktü.Defarge omzunun üzerinden bakarak içerigirmelerini işaret etti. Mr. Lorry kolunu gençkızın beline uzatarak sıkıca sardı onu; çünkübayılacak gibiydi.\"Bu, bu, bir iş, iş sadece!\" diye diretti, amayanağında parlayan ıslaklık hiç de öyledemiyordu. \"İçeri gelin, gelin hadi!\"\"Korkuyorum,\" dedi kız, titreyerek.\"Neden korkuyorsunuz?\"\"Ondan korkuyorum. Babamdan.\"Bir yandan kızın hali, bir yandankılavuzlarının aceleci işaretleri, çaresiz kalan Mr.Lorry omzunun üzerinde titreyen kolu alıpboynuna attı ve kızı biraz havaya kaldırarakodadan içeri soktu. Kapıdan içeri girer girmez,sıkıca kendisine yapışmış olan kızı indirip tuttu.
Defarge anahtarı çıkararak kapıyı kapadı,içeriden kilitledi ve anahtarı yeniden çıkararakelinde tuttu. Bunların hepsini gayet sistematikşekilde ve olabilecek en gürültülü ve sert sesleriçıkararak yapmıştı. Nihayet ağır adımlarlapencerenin olduğu yere doğru ilerledi. Oradadurdu ve yüzünü döndü. Odun ve benzerişeyleri koymak için yapılmış olan tavanarasınınoldukça loş ve esrarlı bir hali vardı; çatıpenceresi aslında çatıya açılan bir kapıydı veüzerinde aşağıdaki dükkânlardan bir şeyleralmaya yarayan makaralı küçük bir düzenekvardı; perdahsız ve Fransız yapılarındaki diğerbütün kapılar gibi çift kanatlıydı. Soğuğuengellemek için kapının bir kanadı sıkı sıkıyaörtülmüş, diğeriyse hafif aralık bırakılmıştı. Buşekilde o kadar az ışık geliyordu ki, içeri ilkgirildiği anda bir şey seçmek zordu ve böylesibir karanlıkta inip iş gerektiren herhangi bir şeyiyapmak için uzun süre bunu yapıyor olmakgerekiyordu. Gelgelelim tavanarasında yapılantam da böyle bir işti; sırtı kapıya, yüzü şarapdükkânının sahibinin durup kendisini izlediğipencereye dönük olan kişi, alçak bir tabureye
oturmuş, iki büklüm, canla başla ayakkabıyapan ak saçlı bir adamdı.
VIAyakkabıcıMösyö Defarge, elindeki ayakkabının üzerineeğilmiş çalışan ak saçlıya, \"İyi günler!\" dedi.Ak saçlı baş bir an için kalktı ve cılız bir sesleselamına karşılık verdi, sanki ses çok uzaktangeliyordu:\"İyi günler!\"\"Bakıyorum hâlâ harıl harıl çalışıyorsun.\"Uzun bir sessizliğin ardından baş gene kalktıve karşılık verdi, \"Evet –çalışıyorum.\" Bu defa,başı tekrar öne düşmeden evvel bir çift bezgingözle soruları soran adama baktı.Sesin cılızlığı insanın içinde hem acıma hemde kuşku uyandırıyordu. Fiziksel bir zayıflıkiçermiyordu, ama hapiste kalmanın ve zorluşartların etkisi büyüktü kuşkusuz. Sesin bu içler
acısı hali yalnızlıktan ve uzun sürekullanılmamış olmaktan kaynaklanıyordu. Çokuzun zaman önce çıkmış bir sesin en son zayıfyankısıydı sanki. İnsan sesinin canlılığından vetınısından öyle uzaktı ki, bir zamanlar güzel olanbir rengin solgun bir lekeye dönüştüğü hissiniveriyordu. Bu ses o kadar derin ve bastırılmıştıki, yerin altından geliyordu adeta. O kadaretkileyiciydi ki, ancak ümitsiz ve yolunukaybetmiş bir yaratık, bir başına çöldedolaşmaktan yorgun düşmüş, açlıktan ölmeküzere olan bir gezgin, ölmeye yatmadan önceyuvasını ve dostlarını anarken böyle bir sesçıkarabilirdi.Adam sessiz sedasız çalıştı bir süre daha,sonra bezgin gözler gene yukarı baktı; ilgi ya damerak değil, ruhsuz bir idrak ediş vardı bunda,az önce ziyaretçisinin dikildiği yer boşalmamıştıhâlâ.\"Ben diyorum ki,\" dedi Defarge, gözünüayakkabıcının üzerinden ayırmadan, \"içeri birazdaha gün ışığı girse iyi olur. Dayanabilir misin?\"
Ayakkabıcı işini bıraktı; dalgın bir tavırla birsağ yanına, bir sol yanına baktı, sonra datepesinde konuşan adama.\"Ne dedin?\"\"Biraz daha ışığa dayanabilir misin?\"\"Dayanmak zorundaysam dayanırım.\" (İkincisözcükte belli belirsiz bir vurgu emaresi vardı.)Yarı açık olan kanat bir parça daha aralandıve belli bir açıda sabitlendi. Tavanarasına genişbir ışık huzmesi girmesiyle işine ara vermiş olanve kucağında bitmemiş ayakkabıyla oturanzanaatkâr ortaya çıktı. Ayağının dibinde vetezgâhının üzerinde birkaç alet ve çeşitli deriparçaları duruyordu. Kırpık kırpık kesilmiş, fazlauzun olmayan beyaz bir sakalı, çökmüş bir yüzüve pırıl pırıl gözleri vardı. Yüzü öyle çökük vezayıftı ki, koyu kaşlarının ve karışık saçlarınınaltından bakan o gözleri küçük bile olsa, kesinbüyük dururdu; ama zaten doğal olarak büyüktügözleri ve hiç de doğal durmuyordu. Eski püsküsarı gömleğinin açık yakasından pörsümüş yaşlı
derisi görünüyordu. Adamın hem kendisi, hemçuval gibi iş kıyafeti, hem bol çorapları, kısacaüzerindeki bütün o paçavralar o kadar uzunsüredir ışık ve hava görmemiş, hepsi parşömenkâğıdı gibi öyle ruhsuz bir soluk sarıyabürünmüştü ki, birini diğerinden ayırt etmekzordu.Işığı engellemek için elini gözlerinin ününegötürdü, kemikleri öyle seçiliyordu ki şeffafmışhissi veriyordu insana. Adam sabit gözlerle,elindeki işe ara verip öylece oturdu bir süre.Karşısında duran kişiye bakmadan evvel, herseferinde önce bir sağa bir sola bakıyordu; sesleyer arasında bağlantı kurma alışkanlığınıyitirmişti sanki; böyle bakınmadankonuşmuyordu asla, sonra da ne diyeceğiniunutuyordu.Defarge, bir yandan Mr. Lorry'ye eliylegelmesini işaret ederken, \"O ayakkabıları bugünmü bitireceksin?\" diye sordu adama.\"Ne dedin?\"
\"O ayakkabıları illa bugün mü bitirmengerekiyor?\"\"İlla bitmesi gerekmiyor. Sanırım...bilmiyorum.\"Ama bu soru yanda bıraktığı işini hatırlatmıştıve gene önündeki işin üzerine eğildi.Mr. Lorry genç kızı kapının yanında bırakaraksessizce onlara doğru ilerledi. Defarge'ınyanında bir-iki dakikalığına dikildiği sıradaayakkabıcı başını kaldırıp baktı. İkinci bir kişiyigördüğüne hiç şaşırmamış gibiydi, ama o sıradatek elinin titrek parmakları dudaklarını buldu(hem dudakları hem tırnakları aynı soluk kurşunrengindeydi), sonra gene işine kaydı eli ve birkez daha ayakkabının üzerine büküldü. Bu bakışve tavır çok anlık bir şeydi.\"Bak bir ziyaretçin var,\" dedi Mösyö Defarge.\"Ne dedin?\"\"Bir ziyaretçin var.\"
Ayakkabıcı az önceki gibi başını kaldırıpbaktı, ama elindeki işi bırakmamıştı bu defa.\"Bakın!\" dedi Defarge. \"İyi ayakkabıdananlayan bir beyefendi var burada. Yaptığınızayakkabıyı göstersenize. Bakın Mösyö.\"Mr. Lorry ayakkabıyı eline aldı.\"Beyefendiye bunun hangi tür ayakkabıolduğunu ve yapanın adını söylesenize.\"Öncekilerden daha uzun bir sessizlik oldu,sonra ayakkabıcı cevap verdi:\"Sorduğun şeyi unuttum. Ne demiştin?\"\"Demiştim ki beyefendi için bunun hangi türayakkabı olduğunu söyleyebilir misiniz?\"\"Bu bir bayan ayakkabısı. Genç bir hanım içinyürüyüş ayakkabısı. Son moda. Modayıbilmiyorum. Ama elimde bir model vardı.\"\"Yapan kişinin adı nedir acaba?\" dedi
Defarge.Ayakkabıcının elleri boş kaldığından önce sağelini sol avucuna, sonra sol elini sağ avucunakoydu, sonra elini sakallı çenesinde gezdirdi vehiç aralık vermeden belli aralıklarla buna devametti. Konuştuğunda onu içine düştüğü boşluktançıkarmak, çok zayıf bir insanı ayıltmayabenziyordu ya da ölmekte olan bir adamınruhunu bir ümit korumaya.\"Adımı mı sordun?\"\"Evet adını sordum.\"\"Yüz Beş, Kuzey Kulesi.\"\"Bu kadar mı?\"\"Yüz Beş, Kuzey Kulesi.\"Ne iç çekişi ne de inlemeyi andıran yorgun birses çıkararak sessizlik bozuluncaya kadar yineönündeki işe eğildi.
\"Aslında ayakkabıcı değilsiniz değil mi?\" dediMr. Lorry, gözlerini üzerinden ayırmadan.Adamın bezgin gözleri sanki soruyu onaaktarırmış gibi Defarge'ın üzerine çevrildi; ama oyandan yardım gelmeyince etrafa bakınıp sonrada soruyu sorana döndü.\"Aslında ayakkabıcı değil miyim? Hayır,ayakkabıcı değildim aslında. Ben... ben buradaöğrendim bunu. Kendi kendime. Şey için izinistedim-\"Orada takıldı, dakikalarca, elleriyle az öncekirutin hareketleri tekrar etti gene. Derken gözlerinihayet, yavaşça, az önce bıraktıkları o yüzedöndü ve buna odaklandıklarında, ayakkabıcıuykudan yeni uyanıp önceki gece konuşulan birkonuya dönen birinin edasıyla kaldığı yerdendevam etti.\"Şey için, kendi kendime öğrenmek için izinistedim ve beni uzun süre uğraştırdıktan sonraverdiler, o zamandan beri ayakkabı yapıyorum.\"
Ayakkabıcı, elinden alınan ayakkabıyauzandığında Mr. Lorry, gözleri hâlâ ısrarlaadamın üzerinde, şöyle dedi:\"Mösyö Manette, beni hiç hatırlamadınız mı?\"Ayakkabı yere düştü ve ayakkabıcı, gözlerinisoruları soran adamın üzerine dikti.\"Mösyö Manette,\" dedi Mr. Lorry eliniDefarge'ın koluna koyarak; \"bu adamı hiçhatırlamıyor musunuz? Bir bakın ona. Banabakın. Gözünüzün önüne hiç eski bankacı, eskiişiniz, eski hizmetliniz, eski zamanlar gelmiyormu Mösyö Manette?\"Yıllarca tutsak kalmış adam oturduğu yerdengözlerini dikip bir Mr. Lorry'ye, bir Defarge'abaktı, alnının ortasında silinmeye yüz tutmuşzekânın izleri, üzerine çöken siyah sisi yavaşyavaş dağıtıyordu. Derken zihni bulutlandı gene,sonra belirsizleşip tamamen yok oldu; ama birsüre için oradaydılar. Duvarın dibinden onugörebileceği bir noktaya ağır ağır ilerleyen veşimdi de dikildiği yerden onu izleyen genç kızıngüzel yüzündeki ifade ise aynıydı; ilk başta, onu
görmesine engel olmak sebebiyle değilse de,korkuyla karışık bir merhametle yüzünegötürdüğü elleri şimdi ona doğru uzanıyor, birhayaletinkini andıran yüzünü sıcak göğsünebastırma ve ona tekrar hayat ve umut vermeheyecanıyla tir tir titriyordu –kızın güzel, gençyüzündeki ifade adamınkiyle o kadar aynıydı ki(ama kızınkinin havası daha güçlüydü) sankihareket halindeki bir ışık adamdan kıza geçmişhissi uyandırıyordu insanda.Adamın üzerine yine bir karanlık çökmüştü.Az öncekinden çok daha az dikkatle iki adamabaktı ve gözleri o loş dalgınlıkta yerini buldugene ve önceki gibi bir sağa bir sola baktı.Sonunda uzun ve derin bir iç çekişle ayakkabıyıyerden alıp işine devam etti.\"Onu hatırladınız mı mösyö?\" diye sorduDefarge fısıltıyla.\"Evet; bir an için. Önce hiç umudum yoktuama sonra bir anda, bir zamanlar çok iyibildiğim o yüz olduğu gibi canlandı gözümde.Hışşt! Neyse haydi biraz geri çekilelim. Yavaş!\"
Genç kız tavanarasının duvarından uzaklaşıpadamın oturduğu tezgâha yaklaşmıştı iyice.Ayakkabıcı işinin üzerine öyle eğilmişti ki, heran uzanıp kendisine dokunabilecek bir elinfarkında olmayışı vahim bir durumdu.Çıt çıkmıyordu. Kız adamın yanında bir ruhgibi öylece durdu bir süre ve adam işinin üzerineeğilmeye devam etti.Bir ara elindeki aleti bırakıp falçatayı almasıgerekti. Falçata kızın dikildiği tarafın aksitarafında, yerdeydi. Ayakkabıcı tam bunuyerden almış, gene işinin üzerine eğilmeküzereydi ki gözleri kızın elbisesinin eteklerinetakıldı. Başını yukarı kaldırdığında onunyüzüyle karşılaştı. Onları seyreden iki adam öneatılacak gibi oldu, ama genç kız eliyledurmalarını işaret etti. Ayakkabıcının bıçaklaona saldırmasından hiç korkmamıştı kız amadiğerleri korkmuştu bundan.Ayakkabıcı korku dolu gözlerle kıza baktı veaz sonra dudakları oynamaya başladı, amaanlamlı bir ses çıkmıyordu daha. Derken o telaşlı
ve yorgun nefesinin arasında kesik kesik birşeyler çıktı ağzından:\"Kim bu?\"Yanaklarından yaşlar süzülürken ellerinidudaklarına götürdü kız ve öperek adamagönderdi; ardından sanki onun harap haldekibaşım göğsüne yaslarmış gibi ellerini göğsününüzerinde kavuşturdu.\"Sen zindancının kızı mısın?\"Genç kız içini çekerek, \"Hayır,\" dedi.Kız konuşamayacak kadar heyecanlı, sessizceadamın yanına oturdu. Ayakkabıcı kenara çekilirgibi oldu ama kız elini onun kolunun üzerinekoydu. Bunun üzerine adamın bedeni tuhaf birheyecanla ürperdi; elindeki bıçağı kenarakoyarak gözlerini kızın üzerine dikti.Kızın uzun bukleli altın sarısı saçları alelaceleyana atılmış, boynundan aşağı dökülmüştü.Adam elini yavaşça uzatarak kızın saçını tuttu ve
inceledi. Ama tam bu sırada aklı karıştı ve genederin bir iç çekerek ayakkabının üzerine eğildi.Fazla uzun sürmedi bu. Kız elini adamınkolundan çekerek omzuna koydu. Ayakkabıcıbir kaç kere dönüp hâlâ orada olduğundan eminolmak ister gibi kuşkulu bir şekilde kızın elinebaktıktan sonra ayakkabıyı kenara bırakarakelini yakasına götürdü ve ucunda katlı bir bezparçası bağlı olan kararmış bir ip çıkardı. Bunudikkatle dizlerinin üzerinde açtı, içinde çok azmiktarda saç vardı, eski günlerde parmağınadoladığı uzun altın sarısı üç-beş tel saç.Sonra kızın saçını gene tutup dikkatle baktıbuna. \"Aynısı. Nasıl olabilir! Ne zamandı! Nasılolmuştu!\"İfadesindeki bütün yoğunluk adamın alnınakaymıştı, aynı ifadenin kızda da olduğunu farketti. Onu ışığa çevirip bir kez daha baktı.\"Başını omzuma dayamıştı, çağrıldığımakşamdı –gideceğimden korkmuştu, ama benhiç korkmamıştım– ve Kuzey Kulesi'ne
götürüldüğümde üzerimde bunları buldular.'Bana bırakır mısınız bunları? Buradan kaçmamayardımcı olmaz ama ruhuma iyi gelir.' Böylededim onlara. Çok iyi hatırlıyorum.\"Bu sözleri sarf edebilmek için dudaklarıepeyce hazırlık yapmıştı. Ama ağzından ağırağır dökülürken gayet tutarlıydılar.\"Nasıl olmuştu bu? Sen miydin yoksa?\"Ayakkabıcının kıza doğru dönmesiyle ikiadam bir kez daha telaşla öne atıldılar. Amagenç kız, adamın gözleri hâlâ üzerinde, tümsakinliğiyle oturmaya devam edip alçak sesle,\"Yalvarırım beyler, yaklaşmayın, hiçbir şeysöylemeyin, kıpırdamayın yerinizden!\" dedi.\"Dur!\" diye haykırdı adam. \"Kimin sesiydibu?\"Bu haykırışla birlikte ellerini kızın üzerindençekerek karmakarışık olmuş ak saçlarınagötürdü. Yitirmişti onu, ayakkabı yapma becerisidışında her şeyi yitirmişti; küçük paketini
yeniden katlayıp güvenli bir şekilde koynunasakladı; ama gözleri hâlâ genç kızın üzerindeydive efkârlı efkârlı başını salladı.\"Yok ama yok; sen çok gençsin, çok tazesin.O olamazsın. Bir de şu mahkûma bak. Bunlaronun bildiği eller değil, bu onun bildiği yüzdeğil, bu hiç duymadığı bir ses onun. O kadın, oadam –Kuzey Kulesi'nde geçen onca yılınöncesinde– çok eskide kaldılar. Senin adın negüzel melek?\"Adamın ses tonu ve tavırlarındaki buyumuşama üzerine genç kız diz çöküp güzelellerini babasının göğsüne dayadı:\"Ah efendim, başka bir sefer benim de,annemin de, babamın da adını öğreneceksiniz venasıl olup da onların zorlu hikâyesini hiçbilmediğimi de. Ama şimdi, hele ki buradasöyleyemem size. Size şimdi burada teksöyleyebileceğim, yalvarırım bana sarılın,kutsayın beni. Öpün beni, öpün lütfen! Neolursunuz!\"
Search
Read the Text Version
- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- 8
- 9
- 10
- 11
- 12
- 13
- 14
- 15
- 16
- 17
- 18
- 19
- 20
- 21
- 22
- 23
- 24
- 25
- 26
- 27
- 28
- 29
- 30
- 31
- 32
- 33
- 34
- 35
- 36
- 37
- 38
- 39
- 40
- 41
- 42
- 43
- 44
- 45
- 46
- 47
- 48
- 49
- 50
- 51
- 52
- 53
- 54
- 55
- 56
- 57
- 58
- 59
- 60
- 61
- 62
- 63
- 64
- 65
- 66
- 67
- 68
- 69
- 70
- 71
- 72
- 73
- 74
- 75
- 76
- 77
- 78
- 79
- 80
- 81
- 82
- 83
- 84
- 85
- 86
- 87
- 88
- 89
- 90
- 91
- 92
- 93
- 94
- 95
- 96
- 97
- 98
- 99
- 100
- 101
- 102
- 103
- 104
- 105
- 106
- 107
- 108
- 109
- 110
- 111
- 112
- 113
- 114
- 115
- 116
- 117
- 118
- 119
- 120
- 121
- 122
- 123
- 124
- 125
- 126
- 127
- 128
- 129
- 130
- 131
- 132
- 133
- 134
- 135
- 136
- 137
- 138
- 139
- 140
- 141
- 142
- 143
- 144
- 145
- 146
- 147
- 148
- 149
- 150
- 151
- 152
- 153
- 154
- 155
- 156
- 157
- 158
- 159
- 160
- 161
- 162
- 163
- 164
- 165
- 166
- 167
- 168
- 169
- 170
- 171
- 172
- 173
- 174
- 175
- 176
- 177
- 178
- 179
- 180
- 181
- 182
- 183
- 184
- 185
- 186
- 187
- 188
- 189
- 190
- 191
- 192
- 193
- 194
- 195
- 196
- 197
- 198
- 199
- 200
- 201
- 202
- 203
- 204
- 205
- 206
- 207
- 208
- 209
- 210
- 211
- 212
- 213
- 214
- 215
- 216
- 217
- 218
- 219
- 220
- 221
- 222
- 223
- 224
- 225
- 226
- 227
- 228
- 229
- 230
- 231
- 232
- 233
- 234
- 235
- 236
- 237
- 238
- 239
- 240
- 241
- 242
- 243
- 244
- 245
- 246
- 247
- 248
- 249
- 250
- 251
- 252
- 253
- 254
- 255
- 256
- 257
- 258
- 259
- 260
- 261
- 262
- 263
- 264
- 265
- 266
- 267
- 268
- 269
- 270
- 271
- 272
- 273
- 274
- 275
- 276
- 277
- 278
- 279
- 280
- 281
- 282
- 283
- 284
- 285
- 286
- 287
- 288
- 289
- 290
- 291
- 292
- 293
- 294
- 295
- 296
- 297
- 298
- 299
- 300
- 301
- 302
- 303
- 304
- 305
- 306
- 307
- 308
- 309
- 310
- 311
- 312
- 313
- 314
- 315
- 316
- 317
- 318
- 319
- 320
- 321
- 322
- 323
- 324
- 325
- 326
- 327
- 328
- 329
- 330
- 331
- 332
- 333
- 334
- 335
- 336
- 337
- 338
- 339
- 340
- 341
- 342
- 343
- 344
- 345
- 346
- 347
- 348
- 349
- 350
- 351
- 352
- 353
- 354
- 355
- 356
- 357
- 358
- 359
- 360
- 361
- 362
- 363
- 364
- 365
- 366
- 367
- 368
- 369
- 370
- 371
- 372
- 373
- 374
- 375
- 376
- 377
- 378
- 379
- 380
- 381
- 382
- 383
- 384
- 385
- 386
- 387
- 388
- 389
- 390
- 391
- 392
- 393
- 394
- 395
- 396
- 397
- 398
- 399
- 400
- 401
- 402
- 403
- 404
- 405
- 406
- 407
- 408
- 409
- 410
- 411
- 412
- 413
- 414
- 415
- 416
- 417
- 418
- 419
- 420
- 421
- 422
- 423
- 424
- 425
- 426
- 427
- 428
- 429
- 430
- 431
- 432
- 433
- 434
- 435
- 436
- 437
- 438
- 439
- 440
- 441
- 442
- 443
- 444
- 445
- 446
- 447
- 448
- 449
- 450
- 451
- 452
- 453
- 454
- 455
- 456
- 457
- 458
- 459
- 460
- 461
- 462
- 463
- 464
- 465
- 466
- 467
- 468
- 469
- 470
- 471
- 472
- 473
- 474
- 475
- 476
- 477
- 478
- 479
- 480
- 481
- 482
- 483
- 484
- 485
- 486
- 487
- 488
- 489
- 490
- 491
- 492
- 493
- 494
- 495
- 496
- 497
- 498
- 499
- 500
- 501
- 502
- 503
- 504
- 505
- 506
- 507
- 508
- 509
- 510
- 511
- 512
- 513
- 514
- 515
- 516
- 517
- 518
- 519
- 520
- 521
- 522
- 523
- 524
- 525
- 526
- 527
- 528
- 529
- 530
- 531
- 532
- 533
- 534
- 535
- 536
- 537
- 538
- 539
- 540
- 541
- 542
- 543
- 544
- 545
- 546
- 547
- 548
- 549
- 550
- 551
- 552
- 553
- 554
- 555
- 556
- 557
- 558
- 559
- 560
- 561
- 562
- 563
- 564
- 565
- 566
- 567
- 568
- 569
- 570
- 571
- 572
- 573
- 574
- 575
- 576
- 577
- 578
- 579
- 580
- 581
- 582
- 583
- 584
- 585
- 586
- 587
- 588
- 589
- 590
- 591
- 592
- 593
- 594
- 595
- 596
- 597
- 598
- 599
- 600
- 601
- 602
- 603
- 604
- 605
- 606
- 607
- 608
- 609
- 610
- 611
- 612
- 613
- 614
- 615
- 616
- 617
- 618
- 619
- 620
- 621
- 622
- 623
- 624
- 625
- 626
- 627
- 628
- 629
- 630
- 631
- 632
- 633
- 634
- 635
- 636
- 637
- 638
- 639
- 640
- 641
- 642
- 643
- 644
- 645
- 646
- 647
- 648
- 649
- 650
- 651
- 652
- 653
- 654
- 655
- 656
- 657
- 658
- 659
- 660
- 661
- 662
- 663
- 664
- 665
- 666
- 667
- 668
- 669
- 670
- 671
- 672
- 673
- 674
- 675
- 676
- 677
- 678
- 679
- 680
- 681
- 682
- 683
- 684
- 685
- 686
- 687
- 688
- 689
- 690
- 691
- 692
- 693
- 694
- 695
- 696
- 697
- 698
- 699
- 700
- 701
- 702
- 703
- 704
- 705
- 706
- 707
- 708
- 709
- 710
- 711
- 712
- 713
- 714
- 715
- 716
- 717
- 718
- 719
- 720
- 721
- 722
- 723
- 724
- 725
- 726
- 727
- 728
- 729
- 730
- 731
- 732
- 733
- 734
- 735
- 736
- 737
- 738
- 739
- 740
- 741
- 742
- 743
- 744
- 745
- 746
- 747
- 748
- 749
- 750
- 751
- 752
- 753
- 754
- 755
- 756
- 757
- 758
- 759
- 760
- 761
- 762
- 763
- 764
- 765
- 766
- 767
- 768
- 769
- 770
- 771
- 772
- 773
- 774
- 775
- 776
- 777
- 778
- 779
- 780
- 781
- 782
- 783
- 784
- 785
- 786
- 787
- 788
- 789
- 790
- 791
- 792
- 793
- 794
- 795
- 796
- 797
- 798
- 799
- 800
- 801
- 802
- 803
- 804
- 805
- 806
- 807
- 808
- 809
- 810
- 811
- 812
- 813
- 814
- 815
- 816
- 817
- 818
- 819
- 820
- 821
- 822
- 823
- 824
- 825
- 826
- 827
- 828
- 829
- 830
- 831
- 832
- 833
- 834
- 835
- 836
- 837
- 838
- 839
- 840
- 841
- 842
- 843
- 844
- 845
- 846
- 847
- 848
- 849
- 850
- 851
- 852
- 853
- 854
- 855
- 856
- 857
- 858
- 859
- 860
- 861
- 862
- 863
- 864
- 865
- 866
- 867
- 868
- 869
- 870
- 871
- 872
- 873
- 874
- 875
- 876
- 1 - 50
- 51 - 100
- 101 - 150
- 151 - 200
- 201 - 250
- 251 - 300
- 301 - 350
- 351 - 400
- 401 - 450
- 451 - 500
- 501 - 550
- 551 - 600
- 601 - 650
- 651 - 700
- 701 - 750
- 751 - 800
- 801 - 850
- 851 - 876
Pages: