Important Announcement
PubHTML5 Scheduled Server Maintenance on (GMT) Sunday, June 26th, 2:00 am - 8:00 am.
PubHTML5 site will be inoperative during the times indicated!

Home Explore İki Şehrin Hikâyesi-Charles DİCKENS

İki Şehrin Hikâyesi-Charles DİCKENS

Published by eminyukseloglukaihl, 2019-10-22 15:36:59

Description: İki Şehrin Hikâyesi-Charles DİCKENS

Search

Read the Text Version

olurdu.\"\"Off!\" diye bağırdı Mr. Lorry, öte yandan birparça yumuşamıştı. \"Sana baktıkça hayretediyorum.\"\"Şimdi efendim, size haddim olmayarak teklifedeceğim şey,\" diye devam etti Mr. Cruncher,\"eğer öyle bir şey olsaydı bile, ki olduğunusöylemiyorum...\"\"Lafı uzatmasana,\" dedi Mr. Lorry.\"Yok, uzatmıyorum,\" diye karşılık verdi Mr.Cruncher sanki tam da aklındaki şeyi ya dateklifini dile getirmek üzereymiş gibi –\"öyleolduğunu söylemiyorum –ama durum buysa sizehaddim olmayarak teklif edeceğim şey şuefendim: Orada taburenin üzerinde, hani Bar'ınorada oturan bir oğlan var ya, benim oğlum,çalışkandır, iyidir, eğer isterseniz getir götürişlerinizi yapar, mektup taşır, gündelik ufaktefek işlerinizi yapar. Eğer durum buysa, ki benhâlâ öyle olmadığını söylüyorum (çünkü lafıuzatmak istemiyorum efendim), izin verin de o

çocuk babasının yerine geçsin ve annesinebaksın; o çocuğun babasına acıyın –yapmayınefendim– ve izin verin babası da artık sıradanmezar kazıcısı olsun da mezar soymaktanvazgeçsin –yani bu doğruysa– ve bu istek veinançla ölülerin geleceğine hürmet edip onlarıkorumuş olur ne güzel. İşte Mr. Lorry,\" dedi Mr.Cruncher .ve çektiği söylevin sonuna geldiğinibelli etmek istercesine koluyla alnını sildi, \"sizeteklifim buydu efendim. İnsanlar etraflarında nekorkunç şeyler olup bittiğine kafa yormuyor hiç,baksanıza kafası uçurulmuş vatandaşlar filan, aho kadar çok ki bunlar, her yanı hamallar sarmış.İşte diyeceklerim bunlar olurdu, yani dediğinizgibi olsaydı durum, bu dediklerimi unutmamanıziçin size yalvarırdım ve hepsini iyi bir amaç içinyapardım, yoksa tüm bunları hiçsöylemeyebilirdim de.\"\"Hiç değilse bu doğru,\" dedi Mr. Lorry. \"Artıkbaşka bir şey söylemeyin. Eğer hak ettiğin buysave davranışlarınla pişmanlığını gösterirsen –lafladeğil ama– sana yardımcı olabilirim belki. Başkabir şey söyleme artık.\"

Mr. Cruncher, parmaklarıyla alnınıovuştururken Sydney Carton ve casus karanlıkodadan geldiler. \"Adieu Mr. Barsad,\" dediCarton; \"artık anlaştığımıza göre bendenkorkmana gerek yok.\"Şöminenin yanındaki bir koltuğa, Mr.Lorry'nin tam karşısına oturdu. Yalnızkaldıklarında Mr. Lorry ona ne yaptığını sordu.\"Pek bir şey yok. Eğer mahkûmun başı derdegirerse ona ulaşılmasını sağlarım dedim.\"Mr. Lorry'nin yüzü asıldı.Tüm yapabileceğim bu,\" dedi Carton. \"Dahafazlasını istemek adamın kafasını giyotinin altınakoymak demek ve onun da dediği gibi, ihbaredilmesi onun sonu olur. İşi zorlaştıran da buzaten. Yapılacak bir şey yok.\"\"Ama işler mahkemeden önce ters giderse,\"dedi Mr. Lorry, \"ona ulaşmak onu kurtarmayayetmez.\"

\"Ben de kurtarırız demedim zaten.\"Mr. Lorry'nin bakışları yavaş yavaş ateşedoğru kaydı; biricik Lucie'ye olan sevgisi ve buikinci tutuklamanın getirdiği ağır hayal kırıklığıonları zayıf düşürmüştü; şimdi yaşlı bir adamdıo, son günlerdeki sıkıntıların ağırlığı altındaezilmiş, gözyaşlarına boğulmuştu.\"Siz iyi bir adam ve gerçek bir dostsunuz,\"dedi Carton, farklı bir ses tonuyla. \"Size böylekötü bir haber verdiğim için beni bağışlayın.Babamın ağladığını görsem bir köşeye oturupkayıtsız kalamazdım ve eğer siz benim babamolsaydınız üzüntünüze bundan daha fazlahürmet edemezdim. Ama neyse ki babam olmatalihsizliğine uğramamışsınız.\"Son sözlerini her zamanki tavrıylasöylemesine rağmen hem ses tonunda hem dedokunuşunda samimi bir duygu ve hürmet sözkonusuydu ve onun bu iyi yanını daha önce hiçgörmemiş olan Mr. Lorry tamamen hazırlıksızyakalandı. Ona elini uzattı ve Carton da nazikçesıktı bunu.

\"Zavallı Darnay'e dönecek olursak,\" dediCarton. \"Eşine bu görüşmeden ya da buayarlamadan bahsetmeyin sakın. Bu onunkocasını görmesini sağlamayacak. Bu planı enkötü ihtimalle, onun kendi infazınıgerçekleştirmesi için gereken şeyleri götürmekiçin yaptık sanabilir.\" Mr. Lorry bunu hiçdüşünmemişti ve böyle bir şeyin onun aklınagelip gelmediğini anlamak için hızlıca Carton'abaktı. Gelmiş gibiydi; Carton'ın bakışlarından buapaçık belli oluyordu.\"Lucie'nin aklına binlerce şey gelebilir,\" dediCarton, \"ve bunların her biri sıkıntısını daha daartırır sadece. Ona benden bahsetmeyin. İlkgeldiğimde söylediğim gibi, onu görmesem dahaiyi olur. Onu görmeden de elimden gelen herşeyi yapabilirim. Siz şimdi yanına gideceksiniz,değil mi? Bu gece perişan haldedir herhalde.\"\"Şimdi doğruca yanına gideceğim.\"\"Bunu duyduğuma sevindim. Size çok bağlıve güveniyor. Nasıl görünüyor?\"

\"Endişeli ve mutsuz, ama çok güzel.\"\"Ahh!\"İç çeker gibi, uzun ve kederli bir sesti bu –neredeyse hıçkırır gibiydi. Mr. Lorry bu seslegözlerini, yüzü ateşe dönük olan Carton'açevirdi. Pırıl pırıl güneşli bir günde bozuk birparanın bayır aşağı inişi gibi çabuk, bir ışık yada gölge geçti Carton'ın yüzünden ve öneyuvarlanan alev almış bir kütüğü geri itmek içinayağını uzattı. Üzerinde o günlerde rağbet görentürde beyaz bir binici ceketi, ayağında da uzunkonçlu çizmeler vardı ve üzerindekilerin parlakyüzeyine vuran ateşin ışığı onu hayli solgungösteriyordu, karışmış uzun kahverengi saçlarıise bağlı değildi. Carton ateşe karşı o kadarilgisiz duruyordu ki Mr. Lorry dayanamayıpuyardı onu; zira yanan kütük ayağının ağırlığıaltında kırıldığı vakit Carton'ın çizmeli ayağıhâlâ bunun sıcak közleri üzerinde duruyordu.\"Unutmuşum,\" dedi Carton.Mr. Lorry'nin gözleri yine genç adamın

yüzüne kaydı. Onun o doğuştan yakışıklıhatlarını gölgeleyen boşa harcanmış havayı farketti ve yüzündeki ifade ona yeni gördüğümahkûmların yüzlerindeki ifadeyi hatırlattı.Carton ona dönerek, \"Buradaki görevlerinizbitti mi efendim?\" diye sordu.\"Evet. Lucie'nin umulmadık bir anda geldiğidün gece de anlattığım gibi buradayapabileceğim her şeyi yaptım. Onları buradaemniyetli bir şekilde bırakıp, Paris'ten ayrılmayıumuyordum. Çıkış belgem var. Gitmeyehazırdım.\"İkisi de sessizdi.\"Çok şey görmüş geçirmiş bir insansınız, değilmi efendim?\" dedi Carton düşünceli bir şekilde.\"Yetmiş sekiz yaşındayım.\"\"Hayatınız boyunca hep yararlı işler yaptınız;daima çalıştınız; herkesin güvendiği, saygıduyduğu ve değer verdiği bir insan oldunuz,

değil mi?\"\"Kendimi bildim bileli bir işadamıyım.Çocukken bile iş hayatının içindeydimdiyebilirim.\"\"Görüyor musunuz, yetmiş sekiz yaşınızda nebüyük bir yer kaplıyorsunuz şu dünyada.Yokluğunuzda sizi arayacak pek çok insanolacak.\"\"Kimsesi olmayan, yaşlı bir adamım ben,\"diye karşılık verdi Mr. Lorry başını iki yanasallayarak. \"Arkamdan ağlayacak kimsem yok.\"\"Nasıl söyleyebiliyorsunuz bunu? Lucie siziniçin ağlamaz mı? Onun çocuğu da ağlamaz mı?\"\"Evet, evet, Tanrı'ya şükür onlar var. Tamolarak öyle demek istememiştim.\"\"Bu Tanrı'ya şükredilecek bir şey, öyle değilmi?\"\"Öyle tabii.\"

\"Bu gece o yalnız kalbinize dönüp dürüstçe,'Şu hayatımda kimsenin ne sevgisini, nebağlılığını, ne minnetini, ne de saygısınıkazandım; hiçbir şekilde şefkatli bir yeredinemedim; kimseye hatırlanacak bir iyiliğimya da yararım olmadı!' diyebilseydiniz bu yetmişsekiz yıl ağır bir lanet gibi çökerdi üzerinize;öyle değil mi?\"\"Haklısınız Mr. Carton; herhalde öyle olurdu.\"Sydney gözlerini yeniden ateşe çevirdi vebirkaç dakikalık sessizliğin ardından şöyle dedi:\"Size sormak istediğim şu: Çocukluğunuz çokgeride kalmış gibi mi geliyor size? Annenizinkucağında oturduğunuz günler çok mu uzakgörünüyor?\"Carton'ın bu içlenmiş haline Mr. Lorry şöylecevap verdi:\"Yirmi yıl önce öyle geliyordu, evet; amahayatımın şu döneminde, hayır. Sona her geçengün daha çok yaklaştığımdan dolayı, bir

dairenin içinde döne döne başlangıca doğruilerliyorum. Kendimizi o uzun yolculuğayumuşak ve sakin bir şekilde hazırlamak içinbulunmuş iyi bir yöntem sanki. Uzun sürediruykuda olan pek çok anının canlanması kalbimisızlatıyor, genç ve güzel anneme dair (oysa benne kadar yaşlıyım!) ve dünya denen şeyin benimiçin bambaşka bir anlamının olduğu vehatalarımın önemli olmadığı o günlere dair pekçok anı.\"\"Bu duyguyu anlayabiliyorum!\" diye bağırdıCarton ani bir coşkuyla. \"Peki bunlar sizekendinizi daha iyi hissettiriyor mu?\"\"Galiba.\"Carton, Mr. Lorry'nin paltosunu giymesineyardımcı olmak için ayağa kalkarak konuşmayısona erdirdi, \"Ama siz,\" dedi yaşlı adam tekrarkonuya dönerek, \"siz gençsiniz daha.\"\"Doğru,\" dedi Carton. \"Ben yaşlı değilim, amabenim ilerlediğim yol yaşlanmak için iyi bir yoldeğil. Neyse beni boş verelim.\"

\"Beni de boş verelim o zaman,\" dedi Mr.Lorry. \"Siz çıkıyor musunuz?\"\"Lucie'nin kapısına kadar size eşlik edeceğim.Benim ne kadar başıboş ve yerinde duramayanbiri olduğumu bilirsiniz. Eğer sokaklarda fazlasürtersem endişelenmeyin; sabah yine karşınızdaolurum. Siz yarın duruşmaya gidecek misiniz?\"\"Evet, ne yazık ki.\"\"Ben de orada olacağım, ama yalnızcakalabalıktan biri olarak. Casusum bana bir yerbulacak. Koluma girin efendim.\"Mr. Lorry, Carton'ın dediğini yaptı ve ikisimerdivenlerden inerek sokağa çıktılar. Birkaçdakika sonra Mr. Lorry'nin gideceği yerevardılar. Carton onu orada bıraktı; ama az ötedebiraz oyalanıp kapı kapandığında yenidendönerek kapıya dokundu. Lucie'nin her günhapishaneye gittiğini duymuştu. \"Buradançıkmıştır,\" dedi etrafına bakınarak, \"sonraşuradan, dönüp şu taşların üzerindenyürümüştür. Onun adımlarını takip edeyim.\"

Carton, Lucie'nin yüzlerce kere önündedikildiği, La Force Hapishanesi'ne geldiğindegece saat ondu. Ufak tefek bir bıçkıcı, dükkânınıkapamış, kapısının önünde piposunu içiyordu.Adamın kendisine meraklı gözlerle baktığınıgörünce durup, \"İyi geceler yurttaş,\" dediSydney Carton.\"İyi geceler yurttaş.\"\"Cumhuriyet nasıl gidiyor?\"\"Giyotin demek istedin herhalde. Fena değil.Bugün altmış üç kişi gitti. Yakında yüzübuluruz. Samson ile adamları bazenyorgunluktan yakınıyorlar. Ha, ha, ha! Ne tuhafadam şu Samson. Tam bir berber!\"\"Onu görmeye sık sık gidiyor musun?\"\"Tıraşı mı? Her zaman. Her gün. Ne berberama! Onu işini yaparken gördün mü hiç?\"\"Hayır, hiç görmedim.\"

\"Elinde grup olduğunda gidip gör mutlaka.Düşünsene yurttaş; ben iki pipo bitirene kadaradam altmış üç kelleyi uçurdu bugün! İki pipoiçmeden diyorum. Şerefim üstüne yeminederim!\"Sırıtan ufak tefek adam, celladın hızını nasılölçtüğünü göstermek için içtiği pipoyugösterirken, Carton onu hemen orada gebertmekiçin öyle dayanılmaz bir istek duydu ki, arkasınıdönüp uzaklaştı hemen.\"İngiliz kıyafetleri giysen de,\" dedi bıçkıcı,\"İngiliz değilsin, değil mi?\"Carton, tekrar durup omzunun üzerindendoğru, \"İngilizim,\" diye cevap verdi.\"Bir Fransız gibi konuşuyorsun.\"\"Eskiden burada öğrenciydim.\"\"Aaa,tam bir Fransız gibisin ama! İyi gecelerİngiliz.\"

\"İyi geceler yurttaş.\"Arkasından bağırıp, \"Ama git bir gör o tuhafherifi,\" diye üsteledi ufak tefek adam. \"Yanınabir pipo almayı unutma!\"Sydney fazla uzaklaşmamıştı ki, loş bir sokaklambasının altında durup kalemiyle küçük birkâğıt parçasına bir şeyler yazdı. Ardından,gideceği yolu iyi bilen kararlı birinin adımlarıylapek çok karanlık ve pis sokakta zikzaklarçizerek ilerledi –sokaklar her zamankinden çokdaha pisti, çünkü terör döneminde en işlekcaddeler bile temizlenmemişti– ve bir eczaneninönünde durdu, sahibi dükkânı kendi elleriylekapamak üzereydi. Dolambaçlı ve işlek biryokuşun üzerindeki bu minik, silik ve yamukyumuk dükkânın sahibi minik, silik ve yamukyumuk bir adamdı.Carton tezgâhının başındaki bu vatandaşa daiyi geceler diyerek küçük kâğıdı onun önünekoydu. Eczacı bunu okuduğunda, \"Vayy!\" deyiphafiften bir ıslık çaldı:

\"Fiu! Fiu! Fiu!\"Sydney Carton hiç aldırmadı ona, eczacısordu:\"Senin için mi bunlar yurttaş?\"\"Benim için.\"\"Bunları ayrı yerlere koy, olur mu yurttaş?Karıştırırsan ne olur biliyorsun değil mi?\"\"Gayet iyi biliyorum.\"Eczacı istenenleri küçük paketler halindehazırlayıp Carton'a verdi. O da bunları tek tekpaltosunun iç cebine koydu, parasını ödedi veemin adımlarla dışarı çıktı. \"Yarına kadar,\" dedibaşını kaldırıp aya bakarak, \"yapacak başka birşey kalmadı. Uyuyamıyorum da.\"Hızla kayan bulutların altında bunlarısöylerken Carton'ın ne umursamaz bir tavrı vardıne de meydan okuyan bir hali. Daha çok kendiniyollara vurmuş, bir dolu badireler atlatmış,

yolunu kaybetmiş ama nihayetinde bulmuş vebunun sonunu gören yorgun bir adamınsakinliği vardı üzerinde.Yıllar önce, büyük ümit vaat eden bir gençolarak rakiplerinin arasından sıyrıldığızamanlarda babasının tabutu peşinde mezarlığakadar yürümüştü. Annesi ise babasından çokdaha uzun seneler evvel ölmüştü. Tepesinde ayve kayan bulutlar, ağır gölgelerin arasındangeçerek karanlık sokaklarda ilerlerken, Carton'ınaklına babasının mezarı başında okunan şukutsal sözler geldi: \"Ben yeniden dirilişim, benhayatım, dedi Tanrı; bana her kim inanıyorsa,ölse bile, yaşar hâlâ ve her kim yaşıyor ve banainanıyorsa asla ölmez.\"Giyotinin hüküm sürdüğü bir şehirde, gecetek başına, o gün ölüme gönderilen altmış üçkişinin ve hapishanelerde yarın, sonraki gün yada ondan sonraki gün infaz edilmeyi bekleyenkurbanların acısı çökmüşken yüreğine, birbirinitakip eden çağrışımlar, eski bir gemininderinlerdeki paslı çapasının ortaya çıkışı gibigeçmişteki bu sözleri çıkarmıştı ortaya.

Aramamıştı aslında, ama kendini durmadan busözcükleri tekrar ederken buldu.Sydney Carton vakur bir merakla, ışığı yananpencerelerde görünen ve az sonra dinlenmeyeçekilip etraflarını kuşatan dehşeti birkaç dinginsaat boyunca unutacak olan insanlara baktı;sonra yıllarca papaz diye ortalıkta dolaşanmadrabazlara, yağmacılara ve ahlaksızlaraduydukları tepki yüzünden herkesin bucakbucak kaçtığı ve artık hiçbir duanın okunmadığıkiliselerin kulelerine; kapılarında \"ebedi uykuiçin\" yazan uzaklardaki mezarlıklara; zindanlarave insanların arabalarla altmış kişilik gruplarhalinde ölüme götürülmesini kanıksadıklarından,giyotinin önünde toplaşmış halkın artık hiçbiracıklı hayalet öyküsü türetemediği sokaklarabaktı ve hiddetine her gece olduğu gibi kısa birara veren şehrin yaşamına da ölümüne de vakurbir merakla bakan Sydney Carton daha aydınlıkcaddelere çıkmak için yeniden Seine'i geçti.Ortalıkta fazla araba yoktu, çünkü arabayabinenler çok şüphe çekiyordu; bu yüzdensoyluluk başını kırmızı takkelerin altına

saklamış, ayağına hantal ayakkabılar geçirmişağır aksak ilerlemekteydi. Öte yandantiyatroların hepsi doluydu ve Carton birtanesinin önünden geçerken insanlar neşeyleiçeriden çıkıp sohbet ede ede evlerine gittiler.Tiyatronun kapılarının birinin önünde bir anneile kızı durmuş, çamurlu yoldan karşıya nasılgeçeceklerini düşünüyorlardı. Carton çocuğukucağına alıp karşıya kadar götürdü ve o ürkekkol boynunu bırakmadan evvel bir öpücük istediondan.\"Ben yeniden dirilişim, ben hayatım, dediTanrı, bana her kim inanıyorsa, ölse bile, yaşarhâlâ ve her kim yaşıyor ve bana inanıyorsa aslaölmez.\"Artık sokaklar iyice sessizleşip gece tümkaranlığıyla çöktüğü için sözler ayaklarındayankılanıp sonra da havaya yayılıyordu sanki.Carton bir yandan yürüyor, bir yandan daalabildiğine sakin bir tarzda ve düzenliaralıklarla bu sözleri tekrarlıyordu; ama busözler kulağından hiç gitmiyordu.

Sydney Carton köprünün üzerinde durmuş,evlerin ve katedralin göz alıcı karmaşasının ayışığında pırıl pırıl parladığı yerde, Paris adasındayer alan nehir duvarlarına çarpan sularıdinlerken gece sona ermek üzereydi, güngökyüzünden bakan ölü bir yüz gibi soğukgeldi. Derken gece, ay ve yıldızlarla birlikte,solup gitti; ölüm bir süreliğine bütün evreni elegeçirmişti sanki.Ama güneş tüm heybetiyle yükseldiğinde,parlak ışıklarıyla Sydney'in içini ısıtarak bütün osözcükleri ve gecenin sıkıntısını bir kenara atmışgibiydi. Elini siper edip bunlara baktığındagüneşle kendisi arasında bir ışık köprüsü oluştusanki ve hemen altındaki nehir ışıl ışıl parladı.Alabildiğine hızlı, derin ve belirgin olannehirdeki güçlü akıntı sabahın sessizliğinde onayarenlik eden biri gibi olmuştu. Sydney,evlerden uzakta, bu akıntı boyunca birazyürüdükten sonra güneşin ışığı ve sıcaklığıaltında nehrin kıyısında uykuya daldı. Uyanıpkalktığında, amaçsızca dönüp duran bir girdabıizleyerek biraz daha oyalandı oralarda, ta ki

akıntı bunu yutup denize taşıyıncaya kadar.–\"Tıpkı ben!\"Derken görüş alanına, yelkeninin rengi ölü biryaprak gibi solmuş bir tekne girdi ve bir süreönünde süzüldükten sonra gözden kayboldu.Teknenin sudaki izleri yok olduğunda, kendigafleti ve hatalarının bağışlanması için Sydney'inyüreğinden kopup gelen dua şu sözlerle sonbuldu, \"Ben yeniden dirilişim, ben hayatım.\"Döndüğünde Mr. Lorry çıkmıştı ve bu iyikalpli adamın nereye gittiğini tahmin etmek hiçde zor değildi. Sydney Carton azıcık kahve içti,biraz elemek yedi ve yıkanıp temiz giysilergiyerek kendine geldikten sonra duruşma yerinegitti.Pek çok kişinin korkudan uzak durduğu karakuzu, Sydney'i kalabalığın içinde kuytu birköşeye oturttuğunda mahkeme salonunu büyükbir heyecan ve uğultu sarmıştı. Mr. Lorry veDoktor Manette oradaydı. Lucie de hemenbabasının yanında oturuyordu.

Kocası getirildiğinde Lucie ona öyledestekleyici, öyle yüreklendirici, öyle derin birsevgiyle ve acı yüklü şefkatle baktı ki, Charles'ınyüzüne bir anda renk geldi, gözleri parladı vekalbi yerinden oynadı. Eğer o anda biriLucie'nin bakışlarının Sydney Carton üzerindeyarattığı etkiye bakacak olsaydı, bununCharles'ın tepkisinin tıpatıp aynısı olduğunugörürdü.O adaletsiz mahkemede, sanıklara söz hakkıtanıyan hiçbir makul yöntem ya da kural yoktu.Zaten bütün yasalar, yöntemler ve protokoller bukadar canavarca kötüye kullanılmasaydı böylebir ihtilal de olmazdı, oysa ölüme susamışdevrim öç duygularıyla hepsini önüne katıprüzgâra savurmuştu.Bütün gözler jüriye döndü. Hepsi de dünkü,bir önceki günkü, yarınki ve öbür günkü aynıkararlı vatanseverler ve iyi cumhuriyetçilerdi.Aralarında bir tanesi, açgözlü ifadeli, sabırsız veparmaklan sürekli dudaklarında gezinen biradam diğerlerinden ayırt ediliyordu hemen veonun bu halinden seyirciler müthiş memnundu.

Bu kana susamış, yamyam görünüşlü ve zalimjüri üyesi St Antoine'daki Jacques Üç'tü. Bütünjüri bir geyiği yargılamak için toplanmışköpekler gibi duruyordu.Bütün gözler beş yargıca ve savcıya döndü. Okısım da hiçbir olumlu hava esmiyordu bugün.Yerine, zalim vahşi ve ölümcül bir şeylerdönüyordu orada. Ardından kalabalıkta binlerinebakındılar, gözleri parlayarak onaylar gibiyaptılar ve gergin bir şekilde öne eğilipdikkatlerini vermeden önce başlarıylaonayladılar birbirlerini.Darnay olarak bilinen Charles Evremonde dünserbest bırakılmıştı. Aynı gün yeniden suçlubulunup hapse konuldu. İddianame kendisinedün gece iletildi. Kendisi bir Cumhuriyetdüşmanı ve aristokrat olmakla suçlandı ve ihbaredildi. Zalim bir hükümdarın ailesinden, sonaerdirilmiş imtiyazlarına rağmen insanlara ettiklerieziyetler yüzünden sürgüne gönderilmiş birsoydan geliyor. Darnay olarak bilinen CharlesEvremonde, işte bu sürgün karan sebebiylekanun önünde bir ölüdür.

Savcının söyledikleri kısaca bunlardı.Başkan sanığın alenen mi yoksa gizli birşekilde mi ihbar edildiğini sordu.\"Alenen, Başkan.\"\"Kim yapmış?\"\"Üç kişi. Ernest Defarge, St. Antoine'lışarapçı.\"\"Güzel.\"\"Therese Defarge, kansı.\"\"Güzel.\"\"Bir de Alexandre Manette, doktor.\"Salonda büyük bir patırtı koptu ve tüm bucurcunanın ortasında, soluk bir yüzle tir tirtitreyen Doktor Manette, oturtulduğu yerdeayağa fırladı.\"Başkanım, olacak şey değil, bu sahtekârlığa

ve düzenbazlığa itiraz ediyorum. Biliyorsunuz kisuçlanan kişi kızımın kocasıdır. Kızım vesevdikleri, canımdan bile kıymetlidir benim için.Kendi çocuğumun kocasını ihbar ettiğimisöyleyen bu sahtekâr komplocu kim, nerede bukişi?\"\"Yurttaş Manette, sakin olun. Mahkemeninotoritesine itaatsizlik ederseniz siz de kanunsuzdavranmış olursunuz. Bahsettiğiniz kişilerincanınızdan kıymetli olmasına gelince, iyi birvatandaş için hiçbir şey Cumhuriyet'ten dahakıymetli olamaz.\"Başkanın bu paylamasının ardından bir alkıştufanı koptu. Başkan zilini çaldı ve konuşmasınıaynı heyecanla sürdürdü.\"Eğer Cumhuriyet sizden çocuğunuzu fedaetmenizi isterse yapmanız gereken tek şey onufeda etmek olmalı. Şimdi sessiz olun vesöyleyeceklerimi iyi dinleyin!\"Salondakiler yine çılgınca alkışladılar. DoktorManette, etrafa bakınarak ve dudakları titreyerek

yerine oturdu; kızı da iyice yanına sokuldu.Jürideki açgözlü adam ellerini ovuşturdu ve herzamanki gibi elini ağzına götürdü.Mahkeme salonundaki sesler dinip sesininduyulabileceğinden emin olduğunda Defargesöz aldı ve Doktor'un tutukluluğunu, hapseatıldığı sırada kendisinin onun yanında çalışanküçük bir çocuk olduğunu, sonra mahkûmunserbest bırakılışını ve onun serbest bırakılıpkendisine getirildiğinde ne halde olduğunuanlattı.\"Bastille'in ele geçirilmesinde önemlihizmetleriniz var, değil mi yurttaş?\"\"Öyle sanırım.\"O sırada kalabalığın içinde bir kadın tiz birsesle bağırdı; \"Oradaki en vatansever kişilerdenbiriydin. Neden anlatmıyorsun? O gün oradakitopçuydun sen ve o lanetli kale düştüğü zamaniçeri ilk girenlerdendin. Yurtseverler, işin aslıbu!\"

Seyircinin hararetli onayı eşliğinde davayıyönlendirmeye çalışan kişi İntikam'dı. Başkanzili çaldı; ama İntikam, salondakilerin decesaretlendirmesiyle iyice coşarak, ciyak ciyakbağırdı, \"O zil bana işlemez!\" ve kalabalık geneçılgınca alkışladı.\"O gün Bastille'de neler yaptığınızı mahkemeheyetine anlatın o zaman yurttaş.\"Defarge, tanık kürsüsünün dibinde oturmuşgözünü kırpmadan kendisine bakan karısınadoğru bakarak, \"Söz konusu mahkûmun. YüzBeş Kuzey Kulesi olarak bilinen bir hücredetutulduğunu biliyordum. Bunu bana kendisisöylemişti. Ayakkabı yaptığı, benim ona gözkulak olduğum günlerde, adını sorsanız Yüz BeşKuzey Kulesi derdi. O gün topun başındayken,Bastille düştüğünde o hücreyi incelemeye kararverdim. Sonra düştü. Bir gardiyan eşliğinde şuanda Jüri'de bulunan bir yurttaş dostumla birliktehücreye çıktık. Hücreyi etraflıca inceledim.Bacanın taşlarından biri çıkarılıp sonra yerinekonmuştu, burada üzerinde bir şeyler yazılı olanbir kâğıt buldum. İşte bu o kâğıt. Sonradan

Doktor Manette'in bazı yazı örneklerini bulupinceledim. Bu onun yazısıydı. Doktor Manette'inyazısını içeren bu kâğıdı Başkan'a teslimediyorum.\"\"Yazı okunsun.\"Herkes soluğunu tutmuş, salonda çıtçıkmazken, yargılanan mahkûm karısına sevgidolu gözlerle bakıp karısı ise endişeli gözleriniondan yalnızca babasına bakmak için ayırırken.Doktor Manette'in gözleri kâğıdı okuyacakkişiye sabitlenmişken. Madam Defarge gözünümahkûmun üzerinden ayırmayıp Mösyö Defargeise yüzünde güller açan karısının üzerindenayırmazken ve diğer bütün gözler bunlarınhiçbirini görmeyen Doktor'un üzerineçevrilmişken –kâğıt okunmaya başlandı.

XGölgenin CismiBen, Alexandre Manette, Beauvaisdoğumlu, Paris'te yaşamış talihsiz doktor,bu hüzünlü yazıyı 1767 yılının son ayındaBastille'deki kasvetli hücremdeyazıyorum. Bu yazıyı çalınmış aralıklarla,çok zor şartlar altında yazıyorum. Bunusaklamak için ağır ağır, bin bir güçlükleçalışarak bacanın duvarına bir yerhazırladım. Ben ve acılarım bir gün toprakolduğunda bir merhametli el bunu bulurbelki.Bu sözcükleri, on yıllık tutukluluğumunson ayında, bin bir güçlükle, bacadankazıdığım is ve kömür tozlarını kanlakarıştırarak ve buna paslı bir demir ucubatırarak yazıyorum. Artık içimde bir ümitkalmadı. Son zamanlarda baş gösterenbelirtilerden anlıyorum ki, akıl sağlığımıkaybetmem yakındır, ama yemin ederim

ki şu anda aklım tam manasıyla yerinde –hafızam sağlam, ayrıntılar dahi canlızihnimde– ve bu kayıtlı son sözleriminhepsinin hesabını insanlığa da, kıyametgünü Tanrı'ya da vermeye hazırım.1757 senesinin Aralık ayının üçüncühaftası (sanırım ayın yirmi ikisiydi),mehtaplı ve bulutlu bir gecede, dondurucuhavada temiz hava almak için SeineNehri'nin kıyısındaki ve Tıp Fakültesi'ninsokağındaki evime bir saat uzaklıktakitenha bir rıhtımda yürüyüşe çıkmıştım ki,arkamdan hızla yaklaşan bir araba sesiduydum. Beni ezmesin diye ona yolvermek için kenara çekildiğimde arabanınpenceresinden bir baş uzanıp sürücüyedurmasını söyledi.Sürücü atının dizginlerine asılmayıbaşardığı anda araba durdu ve aynı kişibana adımla seslendi. Ben de karşılıkverdim. Araba benden biraz daha ileridedurmuştu, bu yüzden ben yanlarınavarıncaya dek iki beyefendi arabanın

kapısını açıp aşağı inmişti bile. İkisinin de,sanki bir şeylerden gizlenir gibi,pelerinlere sarınmış olduklarını fark ettim.Bir de arabanın kapısının yanında yanyana durduklarında, ikisinin de benimyaşlarda, belki biraz daha genç olduklarınıve boy, pos, tavır, ses ve (görebildiğimkadarıyla) yüz açısından birbirlerine çokbenzediklerini gördüm.\"Siz Doktor Manette misiniz?\" dedi biri.\"Evet benim.\"\"Beauvais'li Doktor Manette değil mi?\"dedi öbürü; \"hani aslen cerrah olan ve sonbirkaç senedir Paris'te namı yürüyen gençDoktor Manette ?\"\"Beyler,\" dedim, \"evet. hakkında çokzarif bir şekilde konuştuğunuz DoktorManette'im ben.\"\"Önce evinize gittik,\" dedi ilki, \"ama neyazık ki sizi orada bulamadık; bize sizin

bu yana doğru yürümüş olabileceğinizisöylediler ve biz de belki sizi yakalarızdiye buraya geldik. Şimdi arabaya binermisiniz lütfen?\"İkisinin de buyurgan bir hali vardı vebunları söylerken beni arabanın kapısıylakendi aralarına alabilmek için hareketegeçtiler. Silahlıydılar. Ben değildim.\"Beyler,\" dedim, \"affedersiniz ama bengenelde hangi şahsın yardımıma ihtiyaçduyarak beni onurlandırdığını ve hastanınne gibi bir rahatsızlığı olduğunu öncedenbilmek isterim.\"Karşılık ikinci konuşandan geldi.\"Doktor, sizin hastalarınız daima seçkinkişiler. Hastalığın ne olduğuna gelince,maharetinize olan güvenimize dayanarakbiliyoruz ki, hastayı görünce bizim sizeanlatabileceğimizden çok daha iyi birşekilde anlayacaksınız siz bunu. Bu kadarbilgi yeter. Şimdi lütfen arabaya binermisiniz?\"

Boyun eğmekten başka çare yoktu;sessizce arabaya bindim. Arkamdan ikiside bindiler –son binen merdivenikaldırdıktan sonra arabaya sıçramıştı.Araba dönüş yaptı ve geldiği gibi hızlayol aldı.Bunu olduğu gibi yazıyorum. Bukonuşmanın kelimesi kelimesine aynıolduğundan şüphem yok. Zihniminolaydan uzaklaşmasına mahal vermeden,her şeyi aynen aktarıyorum. Şimdi bukısmın sonuna işaret koyup yazmaya aravereceğim ve bu kağıdı gizli yerinekaldıracağım. ****Araba, caddeleri arkasında bırakıpKuzey'deki çıkış kapısını geçti ve şehrindışındaki anayola çıktı. Bariyerden birfersahın üçte ikisi kadar uzaklaştıktansonra –o anda uzaklığı tam tahminedememiştim ama sonradan dikkat ettim–araba anayoldan çıkıp ıssız bir evinönünde durdu. Üçümüz de arabadaninerek yürümeye başladık ve içinde suları

taşıp duran bakımsız bir çeşmenin olduğubir bahçenin ıslak ve yumuşakpatikasından geçerek evin kapısınavardık. Zili çalmamıza rağmen hemenaçılmadı ve açıldıktan sonra dakılavuzlarımdan biri elindeki ağır binicilikeldivenini kapıyı açan adamın yüzüneçarptı.Bu davranışı çok da garipsemedim, ziraköpeklerden çok sıradan insanlaravurulduğuna pek çok kez tanık olmuştum.Ama diğer adam öbürü kadar öfkeli birhalde ve aynı tarzda koluyla vurduadama; kardeşlerin hem görünüşleri, hemde davranışları o kadar birbirinebenziyordu ki, ilk defa o zaman onlarınikiz olduklarını idrak ettim.Daha dış kapının orada indiğimiz anda(kapı kilitliydi ama kardeşlerden biri açıpsonra tekrar kilitledi bunu) yukarı kattakiodaların birinden gelen bağırışlarıduydum. Doğruca bu odayayönlendirildim; merdivenin her

basamağında çığlıklar daha dayükseliyordu; nihayet karşımda, yatağauzanmış, beyin humması geçiren bir hastabuldum.Hasta olağanüstü güzel bir kadındı vegençti; kesinlikle yirmi yaşından fazladeğildi. Saçları yoluk yoluk vedarmadağınıktı, kolları ise iki yandankuşak ve mendillerle bağlanmıştı. Bubağların bir erkek elbisesinin parçalarıolduğunu fark ettim. Bir tanesinin, birtören elbisesi için kullanılan püsküllü birfuların üzerinde bir hanedan arması ile Eharfi vardı.Bunu hastayı incelemeye başlarbaşlamaz gördüm; zira kadıncağız bütün ohuzursuz debelenmesi sırasında yatağınkenarına doğru yüzüstü dönmüş ve fularınucu ağzına girmişti; boğulacak gibiydi. İlkişim nefes alıp verişini rahatlatmak olduve fuları kenara koyarken köşesindekiişlemeli arma gözüme ilişti.

Onu nazikçe çevirip sakinleşmesi içinelimi göğsüne dayadım ve yüzüne baktım.Gözleri faltaşı gibi kocaman açıldı ve sıksık insanın içine işleyen keskin çığlıklaratarak, \"Kocam, babam, kardeşim!\" diyesayıkladı; sonra da on ikiye kadar sayıp,\"Şşşt!\" dedi. Bir an durup etrafı dinliyor,ardından keskin çığlıklara yenidenbaşlıyor, peşinden yine, \"Kocam, babam,kardeşim!\" deyip on ikiye kadar sayıyorve \"Şşşt!\" diyordu. Bunların ne sırasındane de tarzında hiçbir farklılık yoktu. Osözleri söylemeden önceki bir anlıkduraksama dışında hiç ara vermiyordu.\"Ne zamandan beri böyle?\" diyesordum.Kardeşleri ayırt edebilmek için birinebüyük, diğerine küçük, diyeceğim; büyükdediğim daha otoriter olan, \"Dün gece busaatlerden beri,\" diye karşılık verdi.\"Bir kocası, babası ve kardeşi mi var?\"

\"Kardeşi var.\"\"Kardeşiyle mi konuşuyorum şu anda?\"\"Hayır,\" diye karşılık verdi adam burunkıvırarak.\"Son zamanlarda on iki sayısıyla ilgilibir şey mi oldu?\"Küçük kardeş sabırsızca lafa karıştı,\"Saat on ikiyle ilgili.\"Elim hâlâ hastanın göğsünde, \"Bakınbeyler,\" dedim, \"beni getirdiniz ama birişe yaramadı! Eğer durumunuaçıklasaydınız ona göre hazırlıklıgelirdim. Vakit kaybedeceğiz şimdi. Şuıssız yerde ilaç bulabileceğimiz bir yeryok.'\"Küçük kardeş kibirli bir havayla,\"Burada bir ilaç kutusu var,\" deyip birdolaptan kutuyu çıkararak masayakoyarken, büyüğü de ona baktı. ****

Şişelerden bazılarını açıp kokladım vetıpalarını dudaklarıma götürdüm. Başkaşartlar altında tek başlarına zehir etkisigösteren bu uyuşturucu hapların hiçbiriniveremezdim.\"İlaçlara güvenemediniz mi yoksa?\"diye sordu küçük kardeş.\"Tamam mösyö, birazdan vereceğim,\"diye karşılık verdim, başka da bir şeysöylemedim.İstediğim dozu, zar zor, epey birmücadele verdikten sonra içirebildimhastaya. Aynı miktarı biraz sonra yenidenverip etkilerini gözlemek niyetindeolduğumdan yatağın hemen kenarınaoturdum. Hastayla ilgilenen ürkek veboynu bükük bir kadın (aşağı kattakiadamın karısı) odanın bir köşesinesinmişti. Ev rutubetliydi, her yanıdökülüyordu ve çok özensizce döşenmişti–belli ki ev geçici olarak kullanılıyordu vedaha yeni gelinmişti. Keskin çığlıkların

şiddetini azaltmak için pencerelere eskikalın kumaşlar çivilenmişti. Bu çığlıklar,\"Kocam, babam, kardeşim!\" feryatları, onikiye kadar saymalar ve \"Şşşt!\" sesleridüzenli bir şekilde birbirini takipediyordu. Nöbeti öyle şiddetliydi ki,kollarını kıpırdatmasına engel olan bağlarıçözmemiştim ama acıtmadıklarından eminolmak için kontrol ettim. Bu durumdabeni yüreklendiren tek şey, zavallınıngöğsüne koyduğum elimin sakinleştiricibir etkisi olduğunu görmek ve üç beşdakika için de olsa bunun onurahatlatmasıydı. Öte yandan çığlıklara biretkisi olmamıştı; doğrusu hiçbir sarkaç bukadar düzenli işleyemezdi.Elimin böyle bir etkisi olduğundan(öyle olduğunu düşünüyorum) yatağınkenarında, kardeşlerin gözü üzerimde,yarım saat kadar oturdum; derken büyükolan şöyle dedi:\"Bir hasta daha var.\"

Neye uğradığımı şaşırmıştım; \"Acil birdurum mu peki?\" diye sordum.Kaygısız bir havayla, \"Görseniz iyiolur,\" deyip eline bir lamba aldı. ****Diğer hasta ikinci merdiveninkarşısındaki arka odalardan birinde, birahırın üstündeki tavanarası gibi bir yerdeyatıyordu. Buranın bir bölümünü sıvaylakaplı alçak bir tavan örtüyordu; geri kalankısım ise kiremit kaplı çatıya açılıyordu vekarşıda da kirişler vardı. Bu bölüme kuruot ve samanla yakmak için çalı çırpıyığılmış ve bir kum yığınının üzerineelmalar konmuştu. Diğer bölümegeçebilmek için buradan geçmemgerekiyordu. Bütün ayrıntılar hafızamdasapasağlam duruyor. Bastille'deki buhücremde mahkûmiyetimin onuncu yılısona ererken her şey tüm ayrıntılarıyla ogeceki gibi aklımda.Yerdeki kuru otların üstünde, başınınaltında bir yastık, yakışıklı bir köylü oğlan

yatıyordu –yaşı on yediden fazlaolamazdı. Dişleri sımsıkı kenetli, sağ elipençe gibi göğsünün üzerinde ve alevsaçan gözleri dimdik tavana bakar birhalde sırtüstü uzanıyordu. Tek diziminüzerine çökerek üzerine eğildiğimdeyarasının nerede olduğunu göremedim;ama sivri uçlu bir şeyle yaralandığını veölmek üzere olduğunu anlamak zordeğildi.\"Ben doktorum arkadaşım,\" dedim.\"İzin ver de bakayım yarana.\"\"Bakmanızı istemiyorum,\" dedi oğlan;\"boş verin.\"Yara elinin altındaydı ve elini çekmemeizin vermesi için onu rahatlattım biraz.Yirmi-yirmi dört saat evvel oluşmuş birkılıç yarasıydı bu ama hünerli ellertarafından anında müdahale edilseydi bilehiç kurtulma şansı yoktu. Hızla ölüyorduçocuk. Gözlerimi büyük kardeşeçevirdiğimde, onun hayatı solup giden bu

yakışıklı delikanlıya yaralı bir insana değilde, yaralı bir kuş ya da tavşana bakarmışgibi baktığını gördüm.\"Nasıl olmuş bu mösyö?\" diye sordum.\"Bu oğlan kudurmuş bir adi köpek!Köylü! Kardeşimi kılıcını çekmeyezorlamış ve onun kılıcıyla yaralanmış –birbeyefendi gibi.\"Cevabı en ufak bir acıma, üzüntü ya dainsancıllık barındırmıyordu. Başka birdünyaya ait bu yaratığın orada ölüyorolmasından rahatsız gibiydi daha çok;parazitli bir hayvan gibi kendi karanlıkköşesinde ölse daha iyiydi sanki. Hem ogenç çocuğa hem de onun kaderine karşızerre kadar merhamet yoktu yüreğinde.O konuşurken oğlanın gözleri ağır ağırona kaymış, sonra da ağır ağır banaçevrilmişti.\"Doktor, bunlar da çok gururlu

oluyorlar, soylular yani; ama biz adiköpekler de gururlu oluruz, bazen. Bizisoyarlar, ezerler, döverler, öldürürler, amabir nebze de olsa gururumuz kalır, bazen.Onu... kızı gördünüz mü Doktor?\"\"Arada mesafe olsa da çığlıklar veferyatlar oraya kadar geliyordu. Oğlankızdan sanki yanımızda yatıyormuş gibibahsetmişti.\"Gördüm,\" dedim.\"O benim ablam Doktor. Bu soylularher türlü rezil hakka sahiptir, yıllarca kızkardeşlerimizin iffetini ve erdeminiistedikleri. gibi kullandılar ama içlerindeiyi kızlar da vardı. Biliyorum, babamdanda duymuştum bunu. Ablam iyi bir kızdı.İyi bir genç adamla nişanlıydı, bu adamınkiracılarından biriyle. Bizler hepimiz onun–şurada dikilen adamın– kiracılarıydık.Diğeri de onun kardeşidir, kötü bir soyunen kötüsüdür.\" Oğlanın bedeni konuşacakgücü zor buluyordu; ama ruhu bas bas

bağırıyordu sanki.\"İşte bizi şurada dikilen adam soydu, nede olsa onlar üstün yaratıklar, biz iseyanlarındaki köpekleriz –bizden insafsızvergiler toplar, bizi hiçbir ücret ödemedenyanında çalıştırır, buğdayımızı kendideğirmeninde öğütmeye zorlar, bizielimizdeki bir avuç buğdayla evcilkuşlarını beslemeye mecbur bırakır vekendimize ait tek bir kuş beslememize izinvermezdi, soygunculuk ve yağmacılıköyle başını almış yürümüştü ki, azıcık biret parçası bulsak, korku içinde, adamlarıbunu görüp de elimizden almasın diye,kapalı kapılar ardında yiyorduk –yaniöyle soyulmuş, öyle ele geçmiş ve öylefakir düşürülmüştük ki, babam bizedünyaya bir çocuk getirmenin ne kadarkorkunç bir şey olduğunu anlatıyor vekadınlarımızın kısır olup perişansoyumuzun tükenmesi için dua etmemizgerektiğini söylüyordu.\"Daha önce hiç ezilmişlik duygusunun

bu şekilde patlak verip bir yangınadönüştüğünü görmemiştim. Bu duygununinsanların içinde bir yerlerde saklıolduğunu tahmin ediyordum ama bununbu şekilde ortaya çıktığını bu can çekişençocuktan önce hiç görmemiştim.\"Yine de ablam evlendi Doktor. Zavallıadamcağızın o sırada bir rahatsızlığı vardı,ablam sevdiği bu adamla evlendi, böyleceona kulübemizde –şu adam buna köpekkulübesi der herhalde– bakabilecekti.Daha evleneli birkaç hafta olmuştu ki, şuadamın kardeşi onu görüp beğenmiş vekocasından onu kendisine ödünçvermesini istemiş –bizim gibilerinkocalığının hükmü yok ki! Adam pekistekliydi ama ablam iyi ve namuslu birkadındı ve bu adamın kardeşinden en azbenim kadar nefret etti. O zaman bu ikisikocasının ablamı ikna etmesi, onu bukonuda etkilemesi için ne yaptılar peki?\"Çocuğun üzerime dikilmiş olan gözleriağır ağır onu seyreden adamlara döndü ve

bu iki yüze bakınca oğlanınsöylediklerinin hepsinin doğru olduğunugördüm. Birbirine zıt iki tür gururunçarpıştığını şimdi şurada, Bastille'de bilegörebiliyorum; soylu beyefendininalabildiğine umursamaz kayıtsızlığı ileköylünün yoğun hisleri ve tutku doluintikamı.\"Biliyorsunuz Doktor, bizim gibiköpekleri arabalarının önüne koşmak vesürmek bu soyluların hakları arasındadır.Ablamın kocasını arabaya koşup sürdüler:Biliyorsunuz ki, kurbağaları kovuponların iyi uyumalarını sağlayalım, diyebizleri bütün gece arazilerinde tutmak daonların hakları arasındadır: bütün geceadamcağızı o berbat siste beklettiler veertesi gün de arabaya koştular Ama ogene de ikna olmadı. Hayır! Sonra biröğle vakti, yemek yemek için –tabiibulabilirse– koşum takımlarındansıyrılmışken, tam on iki kere hıçkırarakağladı, çanın saat başı her çalışında

hıçkırıklara boğuldu adam ve karısınıngöğsünde öldü.\"Oğlan belli ki bütün bu zulmü anlatıpbitirinceye kadar hayatta kalmayaazimliydi. Yarasını kapamak için elininasıl pençe gibi göğsüne sımsıkı kapamakiçin bir güç harcıyorsa, üzerine saldıranölüm gölgelerini de aynı güçle geriyeitiyordu.\"Sonra şu adamın izniyle ve hattayardımıyla kardeşi ablamı aldı götürdü:hem de ablamın ona söylediği onca şeyerağmen –ve ona ne dediğini siz deyakında öğrenirsiniz Doktor, belki deanladınız bile– işte bir anlık zevki veeğlencesi için kardeşi aldı götürdü ablamı.Yolda yanımdan geçerken gördüm.Olanları evdekilere anlattığımda babamınyüreğine indi; ama o yüreği sıkıştıran tekkelime dahi çıkmadı ağzından. Küçük kızkardeşimi (bir kardeşim daha var) buadamın ulaşamayacağı, en azından kölesiolamayacağı bir yere kaçırdım. Sonra

kardeşini buraya kadar takip ettim ve düngece de tırmanıp bir köpek gibi amaelimde bir kılıçla... içeri girdim. –Tavanarasının penceresi nerede?Buralarda bir yerde değil miydi?'Gözü kararmaya başlamıştı; dünyaçevresinde giderek daralıyordu artık.Etrafıma bakındığımda, bir boğuşmagerçekleşmiş gibi, ot ve samanların ezikezik olduğunu gördüm.\"Ablam beni duyunca koştu hemen.Ona adam ölünceye kadar içerigirmemesini söyledim. Bu adam içeri giripönce biraz para fırlattı bana; sonra da birkamçıyla vurdu. Ama ben, adi bir köpekolarak ona öyle bir vurdum ki kılıcınıçekti. Benim adi kanımla lekelediğikılıcıyla isterse bin parçaya bölsün beni;sonuçta kendini savunmak için çekmiştibunu –ve hayatı boyunca edindiği tümmaharetle bunu bana sapladı.\"Gözlerim, birkaç dakika önce, yerde

samanların arasında yatan kırık bir kılıcınparçalarına takılmıştı. Bu bir soylunundu.Biraz ötede yatan eski kılıç ise biraskerinkine benziyordu.\"Beni kaldır Doktor; kaldır hadi. Neredeo?\"Kardeşini kast ettiğini düşünerek,\"Burada değil,\" dedim, oğlanındoğrulması için destek olurken.\"O adam! Bütün soylular gibi o kadargururlu ki, bana bakmaya korkuyor.Şurada duran adam nerede? Yüzümü onaçevirin.\"Başını dizime dayayıp kaldırarakoğlanın dediğini yaptım. Ama oğlana biranda öyle olağanüstü bir güç geldi kiyerinde tamamen doğruldu. Kendisiyleberaber beni de doğrulmaya zorlamıştı,yoksa ona destek olamazdım.Gözleri kocaman açılmış adama dönüp

ve sağ elini havaya kaldırarak, \"Marki,\"dedi oğlan, \"gün gelip de yaptıklarınızınhesabı sorulduğunda sen ve soyunun o enberbat şahsı, tek tek hepsinin cevabınıvereceksiniz. Benim yaptığım belli olsundiye şimdi senin üzerine kanımla bir haççiziyorum. Gün gelip yaptıklarınızınhesabı sorulduğunda bu kötü soyun enkötü kişisi de tek tek cevabını verecekbunların. Benim yaptığım belli olsun diyeşimdi onun üzerine de kanımla bir haççiziyorum.\"Sonra elini göğsündeki yaraya koyduve işaret parmağıyla havaya iki tane haççizdi. Parmağı kısa bir süre daha havadaöyle durduktan sonra yere düştü; ardındanda kendisi düştü ve ben ölü bedeninidüzelttim. ****Genç kadının yanına döndüğümdedeliliğinin aynı düzen ve sürekliliktedevam ettiğini gördüm. Bunun saatlercesürebileceğini ve belki de mezarınsessizliğinde sonlanabileceğini

biliyordum.Ona daha önce verdiğim ilaçlardan birdoz daha verdim ve gece geç saatlerekadar başucunda oturdum. Ne keskinçığlıklarında bir azalma, ne de söylediğisözlerin sıralamasında bir değişiklik oldu.Hep aynı şeyi söylüyordu: \"Kocam,babam, kardeşim! Bir, iki, üç, dört, beş,altı, yedi, sekiz, dokuz, on, on bir, on iki.Şşşt!\"Bütün bunlar onu ilk gördüğüm andanitibaren yirmi altı saat sürdü. İki defa gidipgelmiş ve tekrar yanına oturmuştum kiduraksamaya başladı. Bu fırsatıdeğerlendirebilmek için o kısa süredeelimden ne geliyorsa yaptım ve o dayavaş yavaş uyuşup ölü gibi yattı.Uzun ve korkunç bir fırtınanın ardındanyağmur ve rüzgâr nihayet dinmişti sanki..Kollarını çözdüm ve onu yatağa daha iyiyerleştirmeye ve yırtılan elbisesinidüzeltmeye yardım etmesi için kadını


Like this book? You can publish your book online for free in a few minutes!
Create your own flipbook