verdi Cem ve masaya döndü.Sahneden iner inmez,hayranları arasında “Acababizim masamıza gelir mi?”beklentisi oluştu. Özeliklekızların kalabalık olduğumasalar, sanki bakışlarıyla buyurediyorlardı yanlarına. Cem,misafirlerinin masasınaodaklanarak gelip yerine oturdu.Sanki o programı sadece onlariçin yapıyormuş gibiydi. Selimve Bukre sahnesini çokbeğendiklerini söyleyip tebrikettiler.Mekânın alkolsüz olmasıSelim’in ve Bukre’nin çok
hoşuna gitmişti. Asla içkiiçmezlerdi. Tam birYeşilaycıydılar. Budüşüncelerini hemen paylaştılaronunla. Cem, “İçen insanlaraşarkı söylemek benim tarzımdeğildir zaten” dedi. “O yüzdenbu tür mekânları seçiyorum.”Cem’in bu tavrını takdir ettiler.Bukre, “Neden kendine aitşarkıları seslendirmiyorsun?”diye sordu. Cem, şarkılarınıalbümüne sakladığını veyayılmasından, hattaçalınmasından korktuğunu, buyüzden çıktığı mekânlarda kendieserlerini pek seslendirmediğini
söyledi. “Çok nadiren okuyorum. Amabir gün benim eve gelirsiniz, sizeevde söylerim olmaz mı?” dedi. On beş dakika sonra yine çıktısahneye. Gözü yine Bukre’deydi.“Bu şarkıyı beni ilk defa buradadinlemeye gelen Bukre ve Selimiçin seslendiriyorum” dedi. Yanmasalar biraz kıskanarak baksada zoraki bir şekilde alkışladı.Utanmıştı Bukre. Daha büyük birdikkatle dinlemeye başladılar.Şarkının içinde “Sarılmış biryara yeniden kanar mı?” diyebir söz geçiyordu. İlk defaduyuyorlardı böyle bir şarkıyı.
Şarkı devam ediyordu:“Sarılmış bir yara yenidenkanar mı? / Küllenmiş bir ateşyeniden yanar mı?” Cem’ingözleri Bukre’den ayrılmıyordu. Kendini, hem düşmektenkorktuğu hem de düşmek istediğibir uçurumun kenarındahissediyordu Bukre. Aşkyağmuru, altında ıslanması için,onu bir şarkı kılığındaçağırıyordu sanki... Ama Bukre,ıslanmaya hiç hazır değildi.Topraklar kuraklıktan ölse deyağmurlar yavaşça inerdi.Islanmaktan korkmak da neyinnesiydi? Nasılsa bütün yağmurlar
bir gün dinerdi. Aşk yağmuruadamı ıslatırken yakardı. AmaBukre, hazır değildi böylesi biryangına. Ki o yangını iyi bilirdi.Fakat yanarken ıslatanlar bileçare olamamıştı ki... Uçurumun yüksekliği, havadageçen zamanda ölmemeyiuzatmaktan başka bir işeyaramaz. Ve her uçurumun birsonu mutlak vardır. Ne kadaruzun düşersen, o kadar çabukölürsün. Kendini uçurumlardakaybetmeyenlerse, yamaçlarınyaralarıyla yaşar. Kanayarakyaşamaktır bu... Evet! Aşktankorkuyordu Bukre. Çünkü
yaralıydı. O yaralarla biruçurumdan daha atlayamazdı. Eniyisi iyileşmeyi beklemekti. *** Mekândan hep birlikte çıkıp,Kadıköy’e geçtiler. Bakırköydeniz otobüsüne bindiler. Yolboyunca hiç durmadankonuştular. Çok güzel bir gündü.Ama Bukre’nin aklının yarısıiçindeki uçurumun kenarındakalmıştı. Ve ne zaman Cem’ingözlerine baksa, o uçuruma biradım daha yaklaşıyordu. Kafasıçok karışmıştı. Selim’lekonuşmalıydı. Evet! Kesinlikle
Selim’le konuşmalıydı. Böylezamanlarda ona en iyi çare,Selim’le konuşmaktı. Bakırköy’eindiler. İstanbul Caddesi’ndeayrıldılar. Ayrılırken o şarkıyısordu Bukre.“Kimindi?”Cem gülümsedi.“Senindi.”Sersem gibiydi Bukre. Ağıradımlarla uzaklaşırlarkenoradan, sanki şehir onlaragülüyordu. Karmakarışıktıduyguları. Bunca yanılgıdansonra yeniden aşka yürümek,eskitilmiş bir hayata taze
adımlarla başlamak gibiydi.Kendisi ne kadar dik yürüse deadımladığı yol eğriydi. Eğriyolda doğru yürünmezdi. Biryandan çok korkuyor, diğeryandan korktuğu şeye teslimolmak istiyordu. İlk kez korkudankaçmıyordu ve ilk kez korkusuonu kucaklıyordu. Yan yana, konuşmadanyürüdüler. Aslında Selim’lekonuşacağı o kadar çok şeyivardı ki Bukre’nin... Fakatbeyninde dolaşıp durandüşünceleri, bir türlü dilindesıraya koyamıyordu. Ağzını açsa,açtığıyla kalacaktı sanki. Selim,
“Âşık oluyorsun” dedi birden. Duymak istediği en son cümlebuydu Bukre’nin. Tedirgincebaktı yüzüne Selim’in. Adımlarıyavaşladı. Bir insan tarafındanbu kadar iyi tanınmak, bazençıplak bırakıyordu kişiyi. Önceinkâr etmek istedi. “Hayır”demek geçti içinden. Ama Selimbuna kahkahayla gülerdi,biliyordu. Vazgeçti. “Nerdenanladın?” diye sordu. Selim işi hemen sulandırdı.“Bir kadın yolda yürürkenyanındakiyle konuşmuyorsa, yaâşık olmak üzeredir, ya dadünyanın sonu gelmiştir.”
Tebessüm etti Bukre. Kafasınınkarışıklığı adımlarına yansıdı.Selim’e çarpa çarpa yürüyordu.Cumhuriyet Meydanı’nageldiler. Minibüse binmediler.İncirli Caddesi’ni adımladılarhiç konuşmadan. E-5’inüzerindeki köprüden geçtiler.Ömür Plaza’nın önünde durdular.Yorulmuşlardı. Plazanın yolabakan tarafındaki kahvemekânına oturdular.Selim alakasız bir konudan sözetmek istedi.“Bugün dershaneye degitmedin?”
Gözlerini önündeki kahvedenayırmadan cevap verdi Bukre. “Bugünlerde canım hiç dersçalışmak istemiyor.” Selim bu cevaba hiç şaşırmadı.Bukre’yi çok iyi tanıyordu.Aslında o, aşktan değil, âşıkolmaktan korkuyordu. Sonralarayüklediği tedirginlikler, aşkınönüne geçiyordu. “Bir yenilgi daha yaşamakistemiyorsun, seni anlıyorum.Cem’e karşı bir şeylerhissettiğini ikimiz de biliyoruzYavru Kuşum. Gözlerinde çoktanıdık bir parıltı var. Aynı
parıltıyı Cem’in gözlerinde degörüyorum. Adam sana resmenâşık” dedi Selim. Bukre, derin bir iç çekti veitiraf etti. “Korkuyorum Selim, çokkorkuyorum.” Kahvesinden biryudum daha aldı ve devam etti.“Çok yeni bir ayrılık yaşadımbiliyorsun. Gerçi senin sayendeo kadar hissetmiyorum acısını...Her anımı dolduruyorsun.Üzülmeme fırsat vermiyorsun.Hep beni mutlu etmek istiyorsun.Senin adın dostluğun tanımıdırbenim için. Sen olmasan ben şuanda çok daha kötü durumda
olurdum. İyiyim. Hem de çokiyiyim şimdi. Ama yine de yenibir aşk için kendimi hazırhissetmiyorum. Cem, gerçektendoğru insan olabilir ama birdoğru için, bin yanlışa düşmekistemiyorum. Sence de birazacele etmiş olmaz mıyım Kuzu?” Böyle bir konuşma yapmasınıbekliyordu Selim. Bu yüzdenhazırlıklıydı. “Aşk zaman tanımaz Bukre. Nedurdurabileceğimiz, ne deerteleyebileceğimiz bir duyguduro... Aşk kapımızı çalmışsa‘Şimdi müsait değilim sonragel!’ diyemeyiz ona. Aşk izin
almaz. Bu yüzden zamanı dayoktur onun. Soframıza kurulandavetsiz bir misafir gibidir.Bence senin asıl tedirginliğin aşkdeğil, aşkın getirecekleri.” Hemen araya girdi Bukre. “Aşkın ne getireceğinibilmiyorum ki Selim. Her zamansonu kötü olacak değil ya... Belkigerçekten çok mutlu olacağımama işte...” Biraz düşündükten sonraBukre’ye hak verdi Selim. “Doğru diyorsun Yavru Kuşum.Ben hep şanssız olduğum için bukonuda, endişelerim de hep
olumsuz tarafta. Sen haklısın.Güçlü bir karakterin var senin.Sonu kötü olsa ne olur ki zaten?Sen yaranı sarmayı iyibiliyorsun. Ben kendi yarasınısenin kadar çabuk saran başkabirini tanımıyorum bu dünyada.”Söylediklerinde haklıydıSelim. Ama yine de tamanlayamadığı bir şey vardı.Erkeklerin hiçbir zamananlayamayacağı bir durumdu bu.“Her ne kadar güçlü görünsem dehâlâ sarılmayı bekleyen yanlarımvar Selim! Nihayetinde ben debir insanım. Bu kadar güçlügöründüğüm için bende açtıkları
yaraları, benim sarmamıbekliyorlar. ‘Bukre güçlü! Sararyarasını iyileşir nasılsa’diyorlar...” Biraz yükselmişti ses tonufarkında olmadan... Dudaklarıtitriyordu. Soran gözlerle baktıSelim’e. “Şimdi soruyorum sana Selim;insanın yarasını tek başına, kendikendine sarması iyileşmekmidir?” Bukre’nin bu sorusununaltındaki derinlikte kaybolduSelim. “Değildir...” diyebildifısıltıyla. “Sadece ayağa
kalkmaktır belki, ama iyileşmekdeğildir” dedi. Haklıydı Bukre.Bu haklılık, kendi durumuna dauygun düşüyordu çünkü... O da,Merve’nin bilmeden açtığıyaralarını kendi sarıyorduiçinde. Her defasında ayağakalkıyordu, ama iyileşemiyordu.Birine ihtiyacı vardı.Yanındalığıyla onu iyileştirecekbirine... Yarasını kendisarabilirdi ama o yaranıniyileşmesi için yaranın sahibineihtiyacı vardı. Amasevildiğinden haberi yoksa eğer,yaranın sahibi bunu anlayamazdı.Anlaması için o yaranın biraz da
kendinde kanaması lazımdı.Selim, böyle uzaktan severken,kalbindeki yara başka bir tendenasıl kanardı?Bukre ve Selim, ortakhüzünlerin birbirine bağladığı vedağladığı iki insandı... Ortakhüzünler birlikte ağladığında,iyileşirdi yaralar... Ama doğruyuaramayacak kadar bezgin, yalanainanacak kadar kolaycı insanlarbilmezdi bunu. Onlar kiyüzlerinde “Olmayankendileri”ni yansıtan birmaskeyle dolaşır, kendilerinikanıtlamaya güçleriyetmediğinden, başka kimliklere
saklanmayı tercih ederlerdi. Yeryüzü, gerçek olamadıklarıiçin gerçekmiş gibi yapaninsanlarla doluydu. Bilmediklerien büyük gerçekse, bir hiç içinbin hiç olmalarıydı... Kalbitarafından terk edilmiş insanlardıonlar. Gömüldüklerinde ölüsayılsalar da yaşarken deölüydüler aslında... Onların ortakhüzünleri, kendilerini kandırmakiçin kullandıkları sahteliklerdegizliydi. Dünya, birbirlerinidinlemeden birbirlerine hakveren insanların sahte cennetiydi.Bu sahte cennetin gerçekcehenneminde yanmaksa, Bukre
ve Selim gibilerine paylanan bireşitsizlikti.Bukre ve Selim gibiler, aşkuğruna kendi kuraklıklarınabaşkalarının nehirlerinitaşımayacak kadar erdemliydiler.Koşullu sevmezlerdi. “Gülüseven dikenine katlanmasın,dikenini de sevsin...”diyenlerdendi onlar. Dikenlerdengelecek acıyı “Acın sağ olsun...”diye karşılarlardı. Kendilerinisöndürmek için başkalarınıyakmazlardı. Başkaları ışıksaçmak için karanlığa ihtiyaçduyarken, onların ışığınınkaynağı parlayan gelecekti...
Hayat, dürüst insanları biledeğiştirecek kadar kötü olsa daiçlerinde hiç büyümeyen safçocukluklarını öldürmedenbüyütmenin saflığını vedürüstlüğünü taşıyorlardı.Bu ortak değerler onlarıbirbirine daha da yaklaştırıyor,susarak bile anlaşabiliyorlardı.İşte yine bir sessizlik geçiyorduaralarından. Soğuyankahvelerindeydi gözleri.Telefonu çaldı Bukre’nin.Annesiydi arayan. Merak etmişti.Kalktılar. Eve kadar birlikteyürüdüler. Selim, apartmankapısının önüne vardıklarında,
“Yarın için bir planın yoksa benboşum” dedi. “Kendimi derslere vermekistiyorum. Savsakladım biraz”diye karşılık verdi Bukre. Yarınbuluşmamak üzere ayrıldılar.
3 Üç gün geçmişti aradan. Bukre,sürekli ders çalışıyor, arada birSelim’le telefonda konuşuyordu.Bu üç günde Ne haber?Nasılsın? türünden birkaç mesajgeldi Cem’den. Telefonuna herdüşen mesajda heyecanlanıyorduama... Yine de içeriksiz, kısacevaplar yazıyordu karşılıkolarak. Artık sıkılmayabaşlamıştı bu durumdan. Önündekazanması gereken bir üniversitesınavı ve çözmesi gerekenonlarca test dururken, kafasının
bir yanının hep Cem’de olmasısıkıyordu canını. Selim’in deişleri yoğundu şu sıralar. Yababasına yardım ediyor, ya danadir de olsa çıkan rehberlikişlerine gidiyordu. Kalanzamanını ise kitaplarını okuyarakdeğerlendiriyordu. Bukre’ninayrılık acısını atlattığınıdüşünüyordu artık. Zaten böyledüşünmese, her şeyi bir kenarabırakır ve Bukre’nin yanındaolurdu. Annesinin en sevdiği şey, dersçalışırken kızına hizmet etmekti.Ona devamlı çay ve sevdiğiyiyecekleri taşırdı. Sessizce
yapardı tüm bunları. Kendisi gibieşinin ve Uygar’ın da sessizolmasını isterdi kızı dersçalışırken... Tek derdi kızının iyibir okul kazanmasıydı. Babasıise tüm emekliler gibi gazetelerinbulmacalarını sessizce çözer,akşamüstü kahveye uğrar, cumanamazlarını kaçırmaz, saat geceyarısını göstermeden uyurdu. Bu monoton süreç ağır ağırişlerken, hafta sonununyaklaştığını fark etmemiştiBukre. Aynı dakika içinde, aynışeyi soran iki mesaj aldı: Haftasonu ne yapıyorsun? Bumesajlar ona hafta sonunun
geldiğini hatırlatmıştı.Mesajlardan biri Cem’den,diğeri Selim’dendi. Her ikisinede hafta sonunu en iyi şekildedeğerlendirmek istediğini yazdı.Daha sonra konuşup bir planyaptılar. *** Cumartesi sabahı erkendenbuluştular. Arada geçen,birbirlerini görmedikleri süreiçinde hiçbir eksilme olmadankaldıkları yerden devam ettilerkeyifli birlikteliklerine. Su parkına gittiler. Havalarınbirdenbire ısınması, onları bu
plana itmişti. Kendilerini parkıninsanı peşinden sürükleyeneğlencesine bıraktılar. Parkiçindeki çeşitli aktiviteler, işeyaramıştı. Uzun zamandır hiç bukadar eğlenmemişlerdi. Öğlenekadar durmadan sukaydıraklarından kaydılar.Çocuklar gibi neşe içindeydiler.Parkın hafta sonu kalabalığınakarışarak, çılgın kahkahalareşliğinde adeta kendilerindengeçtiler. Böyle bir deşarjaihtiyaçları vardı.Cem’in Bukre’ye olan ilgisigiderek daha fazla belli ediyordukendini. Bukre, bu durumdan hiç
şikâyetçi değildi. Bilakis hoşunagitmeye başlamıştı. Suoyunlarında Cem tarafındankorunup kollanmak ruhunuokşuyor ve Cem’e olan güveniniartırıyordu gizliden. Oyunlardada olsa sahip çıkılmak, bireksiğinin tamamlanması gibi birduygu oluşturuyordu onda.Aralarında sankiyıkılmayacakmış gibi görünen birgüven duvarı yükseliyordusessizce.Bir ara havuzdan çıkmasınayardım etmek için elini uzattıCem. “Hadi, artık bir şeyleryiyelim. Kurt gibi acıktım!” dedi.
Bukre de elini uzattı. O an,ellerinin birbirine dokunmasıyla,içinde oluşan elektriğin,kendisini bu kadaretkileyebileceği aklının ucundanbile geçmezdi Bukre’nin... İkiinsanın eli birbirinedokunduğunda nerde görülmüştübir yüreğin bu kadarkıpırdanabileceği? Oluyorduişte. Çekemedi elini Cem’inelinden. Sanki görünmez bir bağ,sımsıkı kenetlemişti ellerini.Gitarın tellerine basmaktannasırlaşmış parmak uçlarını,buna rağmen avuçlarındakiyumuşaklığı, sıcaklığı, onu içine
çeken her şeyi hissediyordu.Sanki eli evini bulmuştu. Yuvagibiydi avuçları. Ömrü boyuncaarayıp durduğu yuva... Havuzun merdivenlerinden,Cem’in yardımıyla çıkarken, önedoğru eğilmiş olduğu için,yüzüne düşen ıslak saçlarınınkirli sakallarının arasınakarışmış hali ve o saçlarınarasından iki yıldız gibi parlayangözleri, onu adeta büyülemişti.Duraksadı. Cem’in gözlerinedalgın dalgın baktı. “İyi misin?”diye sordu Cem, gülümseyerek.Hiçbir yanıt vermedi Bukre.Efsunlanmış gibiydi sanki. Güneş
yüzüne vurdukça, daha birgüzelleşiyordu Cem’in gözleri. Oparıltıdan kaçmak istedikçe, oparıltıya esir oluyordu insan. “Gözlerin...” dedi büyülenmişbir sesle. “Gözlerim?” diye şaşkınlıklasordu Cem. “Gözlerin... bakmak için çokfazla.” Hiçbir şey anlamadı Cem. İkiside dalgınca yürüdü havuzunkenarından. Birden Selim çıktıkarşılarına. “Hızlıymışsınız”dedi gülerek. Önce ikisi de neolduğunu anlayamadı. Sonra fark
ettiler hâlâ el ele tutuştuklarını,daha doğrusu havuzunmerdivenlerinden çıktıktan sonrabile ellerini bırakmadıklarını...Bir suçlu gibi hızla çektilerellerini birbirlerinden. Sonramahcup bir şekilde güldülerhallerine. Önce Cem toparladıkendini. “Biz acıktık Selim. Hadi sen degel bir şeyler yiyelim.” “Siz geçin. Ben son bir atlayışyapıp geliyorum.” “O zaman senin için de siparişverelim. Sen gelene kadar hazırolsun. Ne yersin?”
“Bukre bilir ne yiyeceğimi.Hadi siz geçin ben atlayıpgeliyorum.” Hızlı adımlarla uzaklaştıyanlarından. Bukre ve Cem, suparkının yiyecek alanına gittiler.Kalabalıktan uzak, sakin birmasa bulup oturdular. Gerçektende Selim’in ne yiyeceğini çok iyibiliyordu Bukre. Bir çırpıdasöyledi garsona. Servisibeklerken konuşmaya başladılar.Saçma sapan şeylerdenbahsettiler. Asıl konuşulmasıgerekenin o boş şeylerolmadığını bile bile... İki kişi arasında yaşanan bazı
anlar vardır. İki kişi arasındayaşanan ve hep sır kalan... Tıpkıbiraz önce havuz kenarındayaşadıkları an gibi.Konuşulmaktan korkulan,çekinilen anlardır o anlar. Sankikonuşulduğunda o büyü, o tılsımkaybolacakmış gibi gelir. Sankikonuşulsa o mahcup anlaryeniden yüzümüzün renginideğiştirecekmiş sanılır.Konuşulmaması daha uygunbulunur iki kişinin arasındakisessiz anlaşmayla...Bu yüzden o konuşulmamasıdaha iyi olan konuşulmasın diyehep başka şeyler konuşulur, incir
çekirdeğini doldurmayan...Konuşulacaklar bittiğinde de birsessizlik olur ya hani. İşte o ankonuşulmayanın aynı anda ikikişi tarafından düşünülen anıdır.İki kişi de neyi düşündüğünü çokiyi bilir. Aralarında geçen ve okonuşulması yasak anı düşünüriki insan da. O sessizliktir iştekonuşulmaması gerekenikonuşturan. Bu yüzden osessizliğin olmaması içindironca boş konuşma.Olası bir suskunlukta, okonuşamadıklarının farkınavarışlarını birbirlerinesezdirmemek için büyük bir
panik içinde durmadankonuştular. Eğer sussalardı,konuşamadıkları konuşacaktı.Konuşmayı istemek değil,susmaktan korkmaktı bu. Tam konuşulacak sıradanşeyler tükenmek üzereyken,siparişler geldi. Kazanılmış yenibir zaman dilimiydi bu. Garsonçekildikten sonra ise Selimyetişti imdada. Islak ve yenikti. “Hadi hemen başla” dedi Cem. “Ben tokum” diye karşılıkverdi Selim. İkisi de birbirine baktı.Selim’in tok olmasına imkân
yoktu.“Tok musun?” diye sorduBukre.“Evet tokum! Az önce feleğinsillesini yedim.”Bir yandan gülüyorlar, biryandan da ne olduğunu anlamayaçalışıyorlardı. Selim, sonatlayışında dengeyisağlayamadığını ve suya sırtüstüdüştüğünü anlatıp pişen derisinigösterdi. “Adeta feleğin tokadıgibiydi” dedi. Bu geyik, yemekbitene kadar devam etti.Yemek sonrası üçü dehavlularının üstüne uzanıp
güneşlenmeye başladı.Yediklerinin ve güneşin verdiğirehavetle uyumakla uyumamakarasında gidip geliyorlardı. Birara çok terlediğini fark ettiSelim. “Arkadaşlar ben havuzagireceğim, gelen var mı?” diyesordu. İkisinden de sesçıkmayınca, terliklerini sürüyesürüye havuza yöneldi. Yine başbaşa kalmışlardı. Selim, sankibunu bilerek yapıyordu. Herfırsatta onları yalnız bırakıyordu.Birbirlerini daha iyi tanımakisteyen insanların sorduğu ucuaçık sorular vardır. Cem veBukre, bu tür sorularla
birbirlerine yaklaşıyordu. Cem,daha çok hayatının büyükbölümünü kapsayan müzikle ilgilidetaylardan bahsetmeyiseviyordu. Her defasında albümyapma isteğini tekrar ediyordu.Daha çok soru soran tarafBukre’ydi. “Etrafında çok fazlaarkadaş göremiyorum senin?Yalnızlığı seviyorsun sanırım?”diye sordu Bukre. Cem, birazhüzünlendi. Sanki herkestensakladığı bir eksiği yüzünevurulmuştu.Bukre’nin gözlerindenkaçırarak gözlerini cevap verdi.“Evet, haklısın. Pek arkadaşım
yok. Çok az insanı seviyorumben de sizin gibi. Ama hayrançok etrafımda tabii... Benim içindiğerlerinden farklı değil onlar.Nihayetinde hayran dediğin,biraz seninle samimi olsunanında beğenmemeye başlar seni.Ben onlar için uzaktan güzelim,onlar da benim için... Benim birtane dostum oldu hayatta. Onu dabir trafik kazası aldı benden.Ölümünün etkisini uzun süreatamadım üzerimden. Oysaki yanyana olmamıza rağmenaramızdaki mesafemiz o kadarçoktu ki onunla. Beraberkensusardık hep. Sessizliği
paylaşırdık. Paylaştığımız şeybir boşluktu aslında. Biz onunlahiç’i bölüşürdük öylezamanlarda, bilmeden de olsa...Neyi paylaştığımızı bilmeden birsessizliği bölüşürdük usulca. Birşey paylaştığımızı bileanlamazdım ben. O benden dahaçok susardı. Yanımda duran birboşluk gibiydi. Sonra bir gün ofeci kaza oldu. Gitti o... Benşimdi, paylaşmadığımızıanlamadığım her şeyineksikliğini hissediyorum içimde.İnsan gerçekten yalnız kalınca,yanındaki boşluğu bileözleyebiliyormuş meğer. Bunu,
içimdeki o boşluğu hiçbir şeyledolduramadığımda anladım.Keşke yine yanımda olsa ve yinekonuşmasa...” Yutkundu Cem.Sanki boğazında binlerce düğümvardı. Bukre’nin yüzüne baktısonra. “Böyle eksik bir hikâyeişte benimkisi... Bilirsin, eksikhikâyelerin sonu tam olmaz.Böyle yaşayıp gidiyorum işte...Yarımlardan tamlar çıkarmayaçalışıyorum” dedi. Bukre, sessizleşmişti. Hattaüzülmüştü onun için... Yalnızlığınağırlığını kendi omuzlarındahissetti. Çok fazla insan olamasada etrafında, o hiç Cem kadar
yalnız kalmamıştı aslında. Ailesivardı. Selim vardı...“Zor mu yalnız yaşamak?” diyebasit bir soru sordu Bukre.“Kolay olduğunu söyleyemem.Ama neye göre zor olduğugöreceli bir kavramdır” dediCem. “Sana bir şey anlatacağım.Olay, geçen kış başıma geldi. Ozamanlar hem işsiz hem deparasızım. Dışarı daçıkamıyorum. Sabah bir kalktım,boğazımda felaket bir ağrı. Evdeilaç yok. Tülbent sardım. Sıcaktutmaya çalıştım. Çorba yaptım.Gün boyu oyalanıp durdum evde.Gazete okudum. Televizyon
seyrettim. Biriken bulaşıklarıyıkadım. Yarım kalmış şarkısözlerim vardı, onlarıtamamladım. Akşam oldu.Kapıcı çöpü almak için geldi.Kapıyı açtım, çöpü uzattım veadama ‘İyi akşamlar’ demek içinağzımı açtığımda, sesiminçıkmadığını fark ettim.Düşünsene Bukre, koca günakşama kadar konuşacak kimsemolmadığı için anlamamıştımsesimin kısıldığını. İşteyalnızlığın en kötü yanı...Konuşacak kimsen olmayınca,sesinin kısıldığını bileanlayamıyorsun.”
Bukre, nasıl bir tepkivereceğini, ne diyeceğinibilemedi. Sadece yüzünü seyrettiCem’in. Hakkında dahabilmediği o kadar çok şey vardıki... Onu tanıdıkça daha da merakediyordu. En çok da geçmişini... “Allah kimseye böylesi biryalnızlık vermesin” dedi Cem veBukre’nin gözlerine baktı derinderin. Bukre, bakışlarını ondankaçırarak konuştu. “Neyse ki benim yalnızlıklaaram iyi. Belki de gerçekanlamda hiç yalnız kalmadığım
içindir. Selim var. Ailem var.Çok arkadaşım yok...Dershanedekilerle iletişimkuramıyorum. Akran olmamızarağmen, dünyaları bana hitapetmiyor...” diye başladı söze.Belli ki onun da Cem’lepaylaşmak istediği bir şeylervardı. Cem, onu dinlemeye zatenhazırdı. “Dershanedekilerin tekbildiği sevgililerindenkonuşmak, ne giydikleriyleilgilenmek, diziler vesaire.Başka hiçbir şey yokdünyalarında. Giyim kuşam,marka ve sosyal medya tümhayatları olmuş. Hiçbiri kitap
okumuyor. Selim kadar çokokumasam da ayda en az iki kitapbitiriyorum. Benim onlarlapaylaşacak hiçbir şeyim yokCem. Ben de işte böylesi biryalnızlık çekiyorum.” Cem, sabırla konuşmasınıbitirmesini bekledi Bukre’nin.Aslında kafasında ona sormakistediği başka bir şey vardı.Fakat nasıl bir tepki vereceğinibilmediği için, sormayaçekiniyordu. Bukre’nin hayatındabiri olup olmadığını çok merakediyordu. Söze nasıl gireceğinibilemedi. “Sosyal medya dedin de,
geçenlerde Facebookprofilindeki ilişki durumunabaktım, hiçbir şey yazmıyordu.Hayatında biri yok sanırım?”Böyle bir soru, işinikolaylaştıracaktı. Alacağı cevabımerakla bekledi. Bukre,anlatmaya başladı.“Hayatımda kimse yok. Kısazaman önce bir ilişkim sonlandı.İlişki miydi değil miydi onu dabilmiyorum ama... Aşkkonusunda biraz şanssızım ben.Uzun süre yeni bir ilişkiyekalbimin kapılarını açacağımısanmıyorum. Erkeklere olangüvenim azaldı.”
Hayatında birinin olmamasınasevinse de, kalbini yeni bir aşkaaçmayacak olması biraz hayalkırıklığına uğrattı Cem’i. Onu bufikrinden vazgeçirebilmek içinilk denemesini yaptı hemen. “Senin sevgini hak etmeyen veseni üzen biri için, tüm erkelericezalandırman bence doğrudeğil. Sonraki adaylara bir şansdaha tanımalısın bence.” Bunusöylerken yüzünde oluşan manalıgülümseme, Bukre’ye açık birmesajdı. Bukre’nin böyle bir düşüncesiyoktu aslında. Ama yine de Cem
için belki o şans tanınabilirdi.Temkinli yaklaşmasıgerekiyordu. Bir hayal kırıklığınıdaha kaldırabilecek gücü yoktu.Ama Cem, onu erkeklere bir şansdaha verilmesi konusunda iknaetmeye çalışıyordu şimdi. Belliki bu ikna, en çok Cem’in işineyarayacaktı.Uzunca bir zaman bu konuüzerinde konuştular. Bukre’ninyılgın yaklaşımı pek değişmesede, Cem’in ikna çabalarısürüyordu. Bir sonucabağlanamadılar. Çare, birazserinlemekteydi. Selim’inçağrılarına uyarak havuza
Search
Read the Text Version
- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- 8
- 9
- 10
- 11
- 12
- 13
- 14
- 15
- 16
- 17
- 18
- 19
- 20
- 21
- 22
- 23
- 24
- 25
- 26
- 27
- 28
- 29
- 30
- 31
- 32
- 33
- 34
- 35
- 36
- 37
- 38
- 39
- 40
- 41
- 42
- 43
- 44
- 45
- 46
- 47
- 48
- 49
- 50
- 51
- 52
- 53
- 54
- 55
- 56
- 57
- 58
- 59
- 60
- 61
- 62
- 63
- 64
- 65
- 66
- 67
- 68
- 69
- 70
- 71
- 72
- 73
- 74
- 75
- 76
- 77
- 78
- 79
- 80
- 81
- 82
- 83
- 84
- 85
- 86
- 87
- 88
- 89
- 90
- 91
- 92
- 93
- 94
- 95
- 96
- 97
- 98
- 99
- 100
- 101
- 102
- 103
- 104
- 105
- 106
- 107
- 108
- 109
- 110
- 111
- 112
- 113
- 114
- 115
- 116
- 117
- 118
- 119
- 120
- 121
- 122
- 123
- 124
- 125
- 126
- 127
- 128
- 129
- 130
- 131
- 132
- 133
- 134
- 135
- 136
- 137
- 138
- 139
- 140
- 141
- 142
- 143
- 144
- 145
- 146
- 147
- 148
- 149
- 150
- 151
- 152
- 153
- 154
- 155
- 156
- 157
- 158
- 159
- 160
- 161
- 162
- 163
- 164
- 165
- 166
- 167
- 168
- 169
- 170
- 171
- 172
- 173
- 174
- 175
- 176
- 177
- 178
- 179
- 180
- 181
- 182
- 183
- 184
- 185
- 186
- 187
- 188
- 189
- 190
- 191
- 192
- 193
- 194
- 195
- 196
- 197
- 198
- 199
- 200
- 201
- 202
- 203
- 204
- 205
- 206
- 207
- 208
- 209
- 210
- 211
- 212
- 213
- 214
- 215
- 216
- 217
- 218
- 219
- 220
- 221
- 222
- 223
- 224
- 225
- 226
- 227
- 228
- 229
- 230
- 231
- 232
- 233
- 234
- 235
- 236
- 237
- 238
- 239
- 240
- 241
- 242
- 243
- 244
- 245
- 246
- 247
- 248
- 249
- 250
- 251
- 252
- 253
- 254
- 255
- 256
- 257
- 258
- 259
- 260
- 261
- 262
- 263
- 264
- 265
- 266
- 267
- 268
- 269
- 270
- 271
- 272
- 273
- 274
- 275
- 276
- 277
- 278
- 279
- 280
- 281
- 282
- 283
- 284
- 285
- 286
- 287
- 288
- 289
- 290
- 291
- 292
- 293
- 294
- 295
- 296
- 297
- 298
- 299
- 300
- 301
- 302
- 303
- 304
- 305
- 306
- 307
- 308
- 309
- 310
- 311
- 312
- 313
- 314
- 315
- 316
- 317
- 318
- 319
- 320
- 321
- 322
- 323
- 324
- 325
- 326
- 327
- 328
- 329
- 330
- 331
- 332
- 333
- 334
- 335
- 336
- 337
- 338
- 339
- 340
- 341
- 342
- 343
- 344
- 345
- 346
- 347
- 348
- 349
- 350
- 351
- 352
- 353
- 354
- 355
- 356
- 357
- 358
- 359
- 360
- 361
- 362
- 363
- 364
- 365
- 366
- 367
- 368
- 369
- 370
- 371
- 372
- 373
- 374
- 375
- 376
- 377
- 378
- 379
- 380
- 381
- 382
- 383
- 384
- 385
- 386
- 387
- 388
- 389
- 390
- 391
- 392
- 393
- 394
- 395
- 396
- 397
- 398
- 399
- 400
- 401
- 402
- 403
- 404
- 405
- 406
- 407
- 408
- 409
- 410
- 411
- 412
- 413
- 414
- 415
- 416
- 417
- 418
- 419
- 420
- 421
- 422
- 423
- 424
- 425
- 426
- 427
- 428
- 429
- 430
- 431
- 432
- 433
- 434
- 435
- 436
- 437
- 438
- 439
- 440
- 441
- 442
- 443
- 444
- 445
- 446
- 447
- 448
- 449
- 450
- 451
- 452
- 453
- 454
- 455
- 456
- 457
- 458
- 459
- 460
- 461
- 462
- 463
- 464
- 465
- 466
- 467
- 468
- 469
- 470
- 471
- 472
- 473
- 474
- 475
- 476
- 477
- 478
- 479
- 480
- 481
- 482
- 483
- 484
- 485
- 486
- 487
- 488
- 489
- 490
- 491
- 492
- 493
- 494
- 495
- 496
- 497
- 498
- 499
- 500
- 501
- 502
- 503
- 504
- 505
- 506
- 507
- 508
- 509
- 510
- 511
- 512
- 513
- 514
- 515
- 516
- 517
- 518
- 519
- 520
- 521
- 522
- 523
- 524
- 525
- 526
- 527
- 528
- 529
- 530
- 531
- 532
- 533
- 534
- 535
- 536
- 537
- 538
- 539
- 540
- 541
- 542
- 543
- 544
- 545
- 546
- 547
- 548
- 549
- 550
- 551
- 552
- 553
- 554
- 555
- 556
- 557
- 558
- 559
- 560
- 561
- 562
- 563
- 564
- 565
- 566
- 567
- 568
- 569
- 570
- 571
- 572
- 573
- 574
- 575
- 576
- 577
- 578
- 579
- 580
- 581
- 582
- 583
- 584
- 585
- 586
- 587
- 588
- 589
- 590
- 591
- 592
- 593
- 594
- 595
- 596
- 597
- 598
- 599
- 600
- 601
- 602
- 603
- 604
- 605
- 606
- 607
- 608
- 609
- 610
- 611
- 612
- 613
- 614
- 615
- 616
- 617
- 618
- 619
- 620
- 621
- 622
- 623
- 624
- 625
- 626
- 627
- 628
- 629
- 630
- 631
- 632
- 633
- 634
- 635
- 636
- 637
- 638
- 639
- 640
- 641
- 642
- 643
- 644
- 645
- 646
- 647
- 648
- 649
- 650
- 651
- 652
- 653
- 654
- 655
- 656
- 657
- 658
- 659
- 660
- 661
- 662
- 663
- 664
- 665
- 666
- 667
- 668
- 669
- 670
- 671
- 672
- 673
- 674
- 675
- 676
- 677
- 678
- 679
- 680
- 681
- 682
- 683
- 684
- 685
- 686
- 687
- 688
- 689
- 690
- 691
- 692
- 693
- 694
- 695
- 696
- 697
- 698
- 699
- 700
- 701
- 702
- 703
- 704
- 705
- 706
- 707
- 708
- 709
- 710
- 711
- 712
- 713
- 714
- 715
- 716
- 717
- 718
- 719
- 720
- 721
- 722
- 723
- 724
- 725
- 726
- 727
- 728
- 729
- 730
- 731
- 732
- 733
- 734
- 735
- 736
- 737
- 738
- 739
- 740
- 741
- 742
- 743
- 744
- 745
- 746
- 747
- 748
- 749
- 750
- 751
- 752
- 753
- 754
- 755
- 756
- 757
- 758
- 759
- 760
- 761
- 762
- 763
- 764
- 765
- 766
- 767
- 768
- 769
- 770
- 771
- 772
- 773
- 774
- 775
- 776
- 777
- 778
- 779
- 780
- 781
- 782
- 783
- 1 - 50
- 51 - 100
- 101 - 150
- 151 - 200
- 201 - 250
- 251 - 300
- 301 - 350
- 351 - 400
- 401 - 450
- 451 - 500
- 501 - 550
- 551 - 600
- 601 - 650
- 651 - 700
- 701 - 750
- 751 - 783
Pages: