bir sükûnet almıştı. Odanınışığını kapattı, yatağın içinegirdi. Başını yastığa koyarkoymaz gözlerini kapattı. Uykuyadalmadan önce son kez düşündü.Eksik elvedalarla ayrılanlar,yarım merhabalarla geridönüyordu hep... Bu kezkararlıydı Bukre. Ayrılık daolsa, artık yarım kalmak yoktuonun lügatinde. Ya hep, ya hep! *** Sabah uyanır uyanmaz telefonasarıldı Selim. Bukre’yi aradı.Kapalıydı telefonu. Sonra aklına,
diğer numarası geldi. Sadeceailesinin ve kendisinin bildiğibir telefon numarasıydı bu.Birkaç kez çaldırdı. Cevap verenolmadı. Kahvaltıya geçti hemen.Acelesi vardı. Bugün gezdireceğibir turist kafilesi için saat10.00’da Taksim’de GeziParkı’nın önünde olmasıgerekiyordu. Babası erkendençıkmıştı evden. Ekmek parasınıtaştan çıkaran babalar evden heperken çıkardı. Bu yüzdençocukları onları sadece gecelerigörürdü... Yorgun görürdü...Babası yeni bir fayans işi almıştıKartal’da. Yol uzaktı.
Annesi kahvaltıyı çoktanhazırlamış, otistik ağabeyineyedirmeye çalışıyordu. “Hayırlısabahlar tombilik” dedi annesineve yanağına bir öpücükkondurdu. Ağabeyine döndüsonra ve “Günaydın dünyanın enyakışıklı ağabeyi. Bugün nasılsınbakalım?” dedi neşe içinde...Ağabeyi gülümsedi kardeşine.Ne zaman onu görse gülümserdi.Hep birlikte kahvaltı ettiler. Birara babasını sordu Selim.“Babam arada bir bize de uğrarmı anne?” Annesi her zamanki gibiciddiye aldı oğlunu. “Öyle deme
oğlum. Adam bizim içinçalışıyor gece gündüz.” Selim aceleyle kalkarkentabağından bir lokma daha attıağzına ve boğulur gibi cevapverdi. “Aman anne! Sen dehemen ajitasyona giriyorsun.Biraz takılayım dedimtombiliğime.” Masadan kalktı Selim. Annesi,“Tabağını bitirmedin oğlum!Nereye böyle acele?” diyesordu. “Anne gezi işim var bugün.Ekstra iş çıktı. Bak işte ne güzelpara kazanacağım.” Annesinin
yanağından bir makas aldı veağabeyini de öperek çıktı evden.Ağabeyi arkasından bakıyordukardeşinin. O hep kardeşininarkasından bakardı. Nereyegittiğini anlamaya çalışıyordubelki de... Onun yirmi altı yıllıkömrü hep anlamaya çalışmaklageçmişti. Metrobüse doğru hızlıadımlarla yürürken telefonuçaldı. Arayan Bukre’ydi.“Günaydın Kuzu” dedi uykulu birsesle. “Günaydın uyku güzeli... Dahayeni mi kalkıyorsun?”
Uykulu ses cevap verdi. “Bizuykucular için gün yeni başlıyor.Sen şafak sökerken uyanıyorsanbunda benim suçum ne a Kuzu!” Selim, hızlı adımlarlayürümeye devam ediyor ve biryandan da Bukre’ye lafyetiştiriyordu. “Bakıyorum hızlıgirdin güne? Nasıl olduğunumerak ettiğim için aramıştımsabah. Öteki hattını aradım amakapalıydı. Bukre, açıklama yaptı. “O hattıartık kullanmayacağım Selim.Bana buradan ulaş.” Selim, meseleyi anlamıştı.
Üzerinde durmadı. “Sanahazırladığım laflarım çok amavaktim yok. Gezi işi çıktı. Tur,gezi işi verdi yine. Onagidiyorum. Ekstra alacağım. Bak,öğleden sonra işim bitiyor.Paraları çatır çatır yemeye nedersin?” “Yahu biraz da tasarruf yap beadam! Ama yine de kulağa hoşgeliyor tabii.” Gülüştüler. Aralarında bukonuşma geçerken, SelimBahçelievler metrobüs durağınagelmişti bile. “Tamam o zamanYavru Kuş. Saat üç gibiTaksim’e gel. Ben şimdi
metrobüse biniyorum görüşürüzsonra.” “Tamam Kuzu. İki gibidershaneden çıkıyorum. Üçteorada olur, ararım seni.” Bukre, telefonu kapattı veyatakta tembelce gerindi. Bir günöncesinin etkilerinden hiçbir izkalmamış gibiydi zihninde vebedeninde. Doğruca duşa girdi.Çıktı. Kendini çok rahatlamışhissediyordu. Pamuk gibiolmuştu teni. Giyindi vedershane dosyasını alarak çıktı.Çamlık Caddesi’nden UEFAMeydanı’na doğru yürüdü.Işıklardan Bakırköy minibüsüne
bindi. Dershaneye geldi.Kantinde oturan sınıfarkadaşlarına baktı. Daha öncehiçbiriyle konuşmamıştı. Onlarda bir yabancıya bakar gibibaktılar Bukre’ye. Bakışlarında“Bizi muhatap almıyor ukala neolacak!” ifadesi vardı. Yanlışanlaşıldığını bile bile devam ettiilgisiz tavırlarına. Elbet birisibir gün onu anlayacaktı. Elbet birgün hakkında yanlışdüşündüklerinin farkınavaracaklardı. Peki, bu durumunfarkına varmasalar Bukre’ninumurunda mıydı? Hayır!Dikkatle dinledi tüm dersleri.
Aralarda test işledi. Lisedensonra ilk girdiğindekazanamamıştı istediği yeri.Sonraki iki yıl da öyle... Busırada Selim, iki yıllık birmeslek yüksekokulu kazanıpturizm ve otelcilik okumuş,bitirmiş ve mezun olmuş ama işbulamamıştı. İngilizcesi çok iyiolduğu için, rehberlik yapıyorduiş çıktıkça. Bu yıl kendine son bir şanstanıdı Bukre. Eğer kazanamazsa,İngilizce kurslara yazılarakilerletecekti yabancı dilini. Hattaimkân olursa dil için Londra’yabile gitmeyi düşünüyordu.
Yabancı dilini çok iyikullanabilecek durumageldiğindeyse o da tıpkı Selimgibi turist rehberliği yapacaktı enkötü ihtimalle... Ama bu şehirdedeğil... Antalya, Bodrum, Fethiyegibi turistlik yerlere gidecekti.Sahil özlemiydi onu bu fikre iten.Elbet hayallerine uyan bir yerbulacaktı kendine. *** Dershane sonrası Taksim’egitti. İstiklal Caddesi’nde birkafede oturup Selim’i beklemeyebaşladı. Kahvesini yudumlarkeninsanları seyrediyordu. Yan
masadan taşan sohbetçalınıyordu kulağına. İnsanlaryüzlerinde olmadıkları,olamayacakları bir maskeyledolaşıyor, konuştukları her şeydeolmak istedikleri kişiolmuşçasına ifadelendiriyorlardıkendilerini. Oysa ne kadar eksikve âcizdiler. Ama farkındadeğildi hiçbiri bu durumunun...İnsanoğlu böyleydi işte.Olmadığı gibi olduğunu düşünüp,kendini yüceltirken, aslında neolmadığını çok iyi bilirdi. Veinsanlar asla ne olmadıklarınısöyleyemezlerdi birbirlerine.İnsanlar arasında sessizce
varılan hüzünlü bir anlaşmaydıbu. Herkes memnundu halinden.Tatlı yalanlarda kaybolmak, acıgerçeklerde kendini bulmaktandaha çekiciydi.Sonra kendini düşündü Bukre.Geride bıraka bıraka büyümeyeçalıştığı kendini... Hepkaybedeceklerini sevmişti. Dahakötüsü sevdiklerini kaybetmiştihep. Bu kayıplarla yürüyorduhayatın tozlu yollarında.Unutmuyordu, unutamıyordubazılarını... Gözdenkaybolmaları, unutulmalarınayetmiyordu. Çünkü insan, gözüyledeğil kalbiyle seviyordu.
Kalabalıklara sığınacak kadaryalnız kalıyordu bu ikilemde.Hayatı depo etmektenyaşayamayan insanlar korosununiçine giriyordu sessizce. Onlarauzaktan bakıyordu. Peşindenkoşacakları bir düşü olmadığıiçin, düş kırıklıkları daolmuyordu onların. Mutluydularyazık ki... Yalnızlıklarınıanlamayacak kadar mutlu...Kendini insanlardansoyutlanmış gibi hissediyordubazen. Ya da bir uçurum çiçeğigibi... Aşkın çıkmaz sokaklarınıezbere biliyorken, ayrılığın genişcaddelerinde kayboluyordu tüm
ilişkilerinde. Limandan ayrılangemilerin geride bıraktığı vegiderek küçülen insanlar vardırya hani... İşte o insanların öyleküçülürken içinde nasılbüyüdüğünü düşündü. “Gidişinebir aşk verdim onların” dediiçinden. Aklının şimdi neden bunlara bukadar takıldığını bilmiyordu.Dün, yaşadığı olayın etkisiolabilirdi. Oysa atlattığınızannediyordu. Demek artçısarsıntıları da vardı bu depreminve şimdi Bukre, o sarsıntılarıyaşıyordu. Birden omzuna bir eldokundu hafifçe. Sıçradı Bukre.
Gelen Selim’di. “Özür dilerimdalmıştın, çıkmanıbekleyemezdim” dedi.Dünyaya geri dönmüştü Bukre.“Ödümü kopardın Selim” dedi.“İnsan haber verir.”Güldü Selim. “Bukre, insangelirken geldiğini nasıl haberverebilir Allah aşkına?”Küser gibi yaptı Bukre.Selim’e neden geç kaldığınısordu.“Adamlara yemekte de beneşlik ettim. O yüzden geç kaldım.Doymak nedir bilmediler. Heleiçlerinde bir zenci vardı ki
görme. En çok o yedi. E tabiiadamda zenci gırtlağı var!”Gülümsedi Bukre. “Yani arayaşu ince esprilerindensıkıştırmasan olmaz değil mi?”Heyecanla anlatmaya devametti Selim. “Paramı da eksikverdiler zaten. Gerçi çokkesmemişler ama yine de hesapsordum muhasebeciden.Anlamsızca baktı yüzüme. Hiçbirşey söylemedi.”Bukre araya girdi. “Ne yanivermediler mi eksik parayı?”“Ne kadar eksik diye sordu,boş boş baktı. Cevap
vermedim.”“Ne yaptın peki?”“Boş verdim.”“İlahi Kuzu.”Keyiflerine diyecek yoktu.Garsonu çağırıp siparişleriniverdiler. Selim toktu. Bukre,aperitif bir şeyler söyledikendine. Bir yandan dakonuşuyorlardı. Konuşulacaklartükendikçe, etrafla veya ceptelefonlarıyla ilgilenmelerbaşladı. Sonra biraz daha ağırkonulara girdiler. Gündelikkonular tükenince, daha derinşeyler konuşulmaya başlanır. Ve
söz dolanır durur, en sonundaiçsellikte son bulur. Bugünlerdeikisinin de derdi olan “Mutluolmak”tan konuşmaya başladılar.Daha doğrusu mutluolamamaktan... İkisinin de ortakyanı, yalnızlıklarıydı. İnsanlarınonları anlayamamalarıydı...Belki de onlar bu dünyayıanlayamıyorlardı. Hepsorguluyorlardı ama vardıklarıyer çeşitli çıkarımlarla yaklaşıksonuçlar elde etmekten öteyegeçemiyordu.Kendilerindeki eksiklerimasaya yatırdılar önce. Sonra,küçük mutluluklarla nasıl büyük
sevinçler yaşayabileceklerinitartıştılar. Hayat onlaramutlulukların küçük olan diliminisunuyordu hep! Ya da bazen...Selim, “Mutlu olmak her şeyesahip olmak değil, sahip olduğunkadarını her şey yapabilmektir”dedi. Bu bakış açısı çok hoşunagitmişti Bukre’nin. “Geçmişinibir düşünelim şimdi” dedi sonraSelim. Bukre atıldı hemen. “BakSelim! Eğer silmeyeceksengeçmişimin tozlu raflarınaüfleme. Sonra sen gidiyorsun,ben boğuluyorum o tozlarıniçinde.”
Selim hınzırca gülümsedi. İşteBukre’yle uğraşacak bir şey dahabulmuştu. “Telaşlanma YavruKuş. Dertleşiyoruz işte.” Bukre başladı bu kez söze.“Sürekli birilerine ihtiyaçduymak niye Selim? Yani nedenhep çift kişi olma arzusutaşıyoruz? Yüz kere yemin etsekde bir daha kapılmamaya, acısınıbiraz unuttuktan sonra yine yenibir eş arama ihtiyacıhissediyoruz. Oysa ben yalnızkalmayı seven biriyim. Acabaaradığımız kişi sevilmekarzumuzdan mı kaynaklı oluyoryoksa kalbimizin pansumanı için
mi?” “Bak Bukre” diye söze başladıSelim. “Sosyal varlıklar olsak dazaman zaman yalnız kalmakisteyebiliriz. Ama bu yalnızyaşayabileceğimiz anlamınagelmez. Sevmek, sevilmek...Bunlar çok güzel duygularelbette. Herkes bizim gibişanssız değil ki aşktan yana...Öyle uyumlu, öyle mutlu insanlarvar ki... Bir ömrü el eletüketenler biliyorum ben. Bakmasen bizim kadersizliğimize. Benbir gün şansımızın döneceğine vearadığımız aşkı bulacağımızainanıyorum. O zaman biz değil
de bize gelen kişi pansuman içinmi yoksa aşk için mi geldiğinibize kanıtlayacak. Ve o kişi aynızamanda doğru kişi olupolmadığını da ispatlamışolacak.”“Öyle sanıyorum ki Kuzu, eğergeçmişteki acılarımın karşılığıkarşımdaki insandasonlanmıyorsa, o kişi benimmutluluğumun başlangıcı daolamaz. Hayatıma girecekinsanın beni sadece mutlu etmesiyetmez, geçmişimdeki acıları dabana unutturması gerekir. Yoksabu bir başlangıç değil, geriyedoğru görünmez bir kalemle
silmektir içini karartan her şeyi...Ve bilirsin bir gün tekrar günyüzüne çıkacağını onların.”Sonra Selim’in yüzüne baktıBukre. Yorumunu merakediyordu. “Bence biraz büyük beklentileryüklüyorsun aşka” diyerek sözebaşladı Selim. Bu yanıta birazşaşırdı Bukre. Beklemiyordu...Devam etti Selim. “Sen seningibi seven birini istiyorsunKuşum. Ama kimse aynı sevmez,sevemez. Sen senin gibi sevenbirini bulduğunda gerçektenmutlu olabileceğini misanıyorsun? Mesela ben, bir
bana daha katlanamam. Hem aynısenin gibi biriyle hiç mi kavgaetmeyeceksin? Senin gibi biriylekavgaya tutuşman, kendinlekavga etmen olmuyor mu birazda? Hani o birbiri için yaratılmışinsanlar deyimi vardır ya... Hattaöyle birini bulduğunda mucizelerfalan olacağı sanılır ya... Beninanmam böyle şeylere. Birbiriiçin yaratılmış insanlarınbirbirini bulmuş olmasının nasılbir mucizevi yanı olabilir ki?Olması gereken olmuştur sadece.Bence asıl mucize birbiri içinyaratılmamış insanların birbirinedönüşebilmesidir...”
Hak verdi Selim’e...Söylediklerinde yanlış olan birşey yoktu. Karşımızdaki insanındoğrularını ve eksikleriniiçselleştirebilmekteydi bütünmarifet. Sadece inanmakyetmiyordu. Kırılmadaneğilebilmeyi başarabilmeliydiinsan. “Haklısın Selim.Başkalarının doğrularındabüyümek yerine kendiyanlışlarımızda yok olmayıtercih ediyoruz genelde. Ama herzaman böyle olması gerekmiyorbunun. Arada bir insanınbaşkalaşması gerekebiliyor.Evet! Benzerin benzeri çekmesi
normal ama benzerin benzerikırması bir o kadar trajik” dedive sustu Bukre. Önündekipeçeteyle oynamaya başladı.Belli ki birazdan bir itiraftabulunacaktı Selim’e vekendisine. “Sanırım ben bir aşkasahip olmayı değil, bir aşkınbana sahip olmasını bekliyorum.Değişmem gerek biliyorum.” Selim konuşmanın başındanberi söylemek istediği şeyiBukre’den duymuştu işte.Kesinlikle haklıydı. O, bir aşkasahip olmayı değil, bir aşkın onasahip olmasını bekliyordu. “Ahbe Yavru Kuşum! Tam da bunu
anlatmaktı benim de derdim.Keşke bunu kendin anlayabilecekkadar zamanın da olsaydı aşkta.”Bukre, anlamsızca baktıSelim’in yüzüne. “Nasıl yani?”diye sordu.“Yani bunu anlamak zamanisterdi ama sen bütün aşklarınıkoşar gibi yaşadın. Daha doğrusuyaşayamadın. Sana gelenler,erken açılmış bir yaranın geçsürülen merhemi gibi oldular buyüzden. Sızılarınıdindiremediler. Sadece yaranıkapattılar. O yüzden sen oistediğin başlangıcı yapamadın.Ama çok yaralıydın ve vaktin
yoktu beklemeye. Bekleyemedin.Beklemedin. Kaldığın yerdendevam edecek kadar bilekalmadın hiçbir yerde... Sendeeksik olan sabırdı. Bu yüzdenyalnızdın. Bu yüzden aşkın sanasahip olamayışı eksiltti seni bukadar. Bu yüzden aşka sahipolman gerektiğini kavrayamadınbir türlü.” Biraz daha düşündü Bukre.Kendini bir kez daha gözdengeçirdi. Elindeki peçeteyiufalıyordu. Dostunun sıkıldığınıanladı. Bir espri bulmaya çalıştı.Ortamı biraz yumuşatmalıydı.“Eee sanırım konuya eğileyim
derken içine düştüm.” Bukreelindeki peçeteyi bıraktı.Yüzündeki düşünceli ifadeyikoruyarak, “Biraz yürüyelimmi?” diye sordu. ***İstiklal Caddesi’ninkalabalığına bıraktılarbedenlerini. Bir yığın insanlabirlikte Tünel’e doğruakıyorlardı. İkisi de sessizdi.Kalabalıkların kalınduvarlarında, ikisinin arasındaezilen bir sessizliğipaylaşıyorlardı. Etraftakiinsanlardaydı gözleri.
Yanlarından geçip gideninsanların yüzlerindekihikâyeleri okumayaçalışıyorlardı o kısacık anlarda...Belki de kendilerine benzeyenkaderleri taşıyanları arıyorlardıgizliden. Bulsalar sevineceklermiydi?“Şu insanlara bak” dedi Selim.“Dışarıdan hiçbir kederleriyokmuş gibi görünüyorlar. Hepsibir oyunun figüranı gibi...Hiçbirinin gerçek yüzünügöremiyoruz. Keder deniziningörkemli dalgalarınıseyrediyoruz yüzlerinde.Derinliklerdeki sessizliklerde
neleri yaşadıklarını bilmiyoruzama...” Hiçbir yorumdabulunmadı Bukre. Sadecekafasıyla onayladı dostunu.İnsanları seyretmeye devam etti.“Amaan boş ver! Hayatın hep acıyanlarını konuşacak değiliz ya...Acıyı unutmadan mutluluğu dayaşayabiliriz doya doya...Duyarlılığımızı kaybetmeden”dedi Selim. Bir makas aldıBukre’nin yanağından. Mutluetmişlerdi birbirlerini. Yağmur bastırmak üzereydiİstanbul’da... Ama kimseninkaçmaya niyeti yoktu burahmetten. Yaz yağmurundan
kaçılmazdı. Yaz yağmurundaıslanmak ruhlara en iyi gelenşeydi bu şehirde. Damlalar tektek düşmeye başlamıştı. Derkeniyice hızlandı, sağanak halinialdı. İkisi de koşuyordu İstiklalCaddesi’nde. Kalabalığa çarpaçarpa, kalabalığa aldırmadan.Üzerlerinde tek bir kuru noktakalmamıştı. Kahkahalarlakoşuyorlardı. Çocukluklarındanberi ne zaman bir yaz yağmuruyağsa, nerde olurlarsa olsunlarbunu hep yaparlardı. Ve herdefasında annelerinden azarişitirlerdi. Yine devazgeçmezlerdi bu
ritüellerinden. Kendilerini özgürhissediyorlardı. Gerçektenmutluydular.
2 Ertesi gün. Cuma. Yine erkensaatlerde telefon etti Selim.Bukre, yine uyuyordu. Zor açtıtelefonu. “Ya Kuzu sen hiçuyumaz mısın?” Selim heyecanlıydı. “Bakşimdi Yavru Kuşum. Hemençantanı hazırlıyorsun. Kampagidiyoruz. Gece yola çıkacağız.” Bukre ne olduğunu anlayamadıönce. “Ne kampı ya? İzci miyizbiz?” Güldü Selim. “İzci kampı falandeğil Bukre’ciğim. Doğa kampı
bu. İki günlüğüne ayarladım.Çadır kurup felsefe konuşacağız.Yeni Yüksektepe FelsefeDerneği’nin bir etkinliği bu.” Bukre, kendine gelir gibi oldubiraz. Selim, her zaman özgünfikirlerle gelir ve eğlenirkenöğreten tatil projeleriyle mestederdi herkesi. İşte yine onlardanbiriydi bu. Kaz Dağları’ndakamp yapacaklar, doğa yürüyüşü,dağ tırmanışı ve bilumumfaaliyetlerle dopdolu iki güngeçireceklerdi. Selim bir çırpıdaanlatıverdi bunları. Bukre,yanına alması gerekenlerinlistesini yaptı ve hazırlıklarına
başladı. Hafta sonu içinmükemmel bir plandı. Ailelerdengerekli izinler alındı. Bukre,yanına erkek kardeşini dealacaktı. Onları Kaz Dağları’nagötürecek olan otobüsün kalkışnoktasına geldiler. Üçü de sırtçantalarını bagaja verdiktensonra otobüsteki yerlerinialdılar. Sabah sonlanacak olanyolculuk başlamıştı. Koyu birsohbet eşliğinde geceye doğruilerliyorlardı. Herkes birbirinitanıyor gibiydi. Aynı kulübünüyeleriydi hepsi. AralarındaSelim ve Bukre gibi ilk kez
böyle bir organizasyonun içindeolanlar da vardı. Etraflarındakiinsanlara yabancı gözlerlebakmalarından anlaşılıyordu.Benzerler benzerlerini hementanırdı. Geneli kaliteligençlerden oluşan bir gruptu.Bukre’nin kulağına eğilip,“Gerçi arada kendini şarkızanneden fon müzikleri de varama idare et Kuşum” dedi Selim.Gülmemek için kendini zor tuttuBukre. Yola çıktıktan üç saat sonraBukre’nin kardeşi Uygaruyuyakaldı. “Uygar uyudu galibaBukre?” dedi Selim. Bukre, cam
kenarında oturan kardeşine baktı.Uygar, kafasını cama yaslamış vederin bir uykunun iç huzurunabırakmıştı küçük bedenini.Bukre, saçlarını okşadıkardeşinin. Usulca öptüyanağından. On üç yaşına gelmişerkek çocuklar, yalnızca uyurkenöpülebilirdi. Buna başka türlüizin vermezlerdi. Selim’le Bukre’nin arasındaotobüsün koridoru uzanıyordu.Yan koltuğu boştu Selim’in.Kardeşinin ayaklarını kendikoltuğunun üzerine yerleştirerek,Selim’in yanına geçti Bukre.“Çok heyecanlıyım. Bugünlerde
böyle bir değişikliğe ihtiyacımvardı. Bana bu heyecanıyaşattığın için teşekkür ederim”dedi.Selim uykuluydu. Sesindekimahzunluktan belliydi.“Bugünlerde ikimizin de birazkeyif almaya ihtiyacı var YavruKuş. Gör bak nasıl iyi gelecekbize.”“Haklısın Kuzu. Bir an öncesabah olsun istiyorum.”Selim, önündeki koltuğuncebinde duran kitabı göstererek,“İstersen okuyabilirsin. Yol dahaçabuk biter. Ben biraz uyumayı
düşünüyorum. Sabah erkenkalktım biliyorsun. Daha dününyorgunluğunu da atamadımüstümden” dedi. Bukre, biraz daha konuşmakistediğini söyledi. Sonra birdenaklına bir şey geldi. ÇıkıştıSelim’e. “Sen de amma savurgan biradamsın ha! Eline biraz parageçse, hemen bizim içinharcıyorsun. Azıcık tutumlu ol beadam!” “Ne alaka şimdi birdenbire?” “Ne bileyim, aklıma geldiansızın. Hem biraz fırça uykunu
açar diye düşündüm.” “Para harcanmak için kazanılırYavru Kuş. İnsanın dostuylayediği para en helal olanıdır.” “Öyle ama harcamalarına birazdikkat etmen lazım... Para kolaykazanılmıyor. Sen zengin biri dedeğilsin. Hiçbirimiz değiliz.Zenginleri de hiç sevmezsinbilirim. Hatta nefret edersinonlardan...” Selim, hemen lafa girdi. “Okadar da nefret etmiyorumzenginlerden. Onlar da birazinsan!” Bukre, kendini tutamayıp yine
güldü. Gecede daha da büyüdügülüşü. Çünkü diğer insanlardaha sessizdi artık. Bunu farkeder etmez kıstı gülüşünü. Sonrabir sessizlik oldu aralarında.“İkimiz de yalnızız” dedi Bukre.“Ama mutluyuz farkındaysan.İnsan eksiklerine sarılarak daayakta kalabiliyor, mutluolabiliyor Kuzu. Biz hep soytarıgibi oyalanmaktansa, asilce terkedilmeyi seçenlerden oldukaşkta. Korkmadık böylesiyalnızlıklardan. Kendimize hepyakıştırdık bu terk edilişleri.Zaten hangi yanlış aşk doğruyaşanabildi ki değil mi?”
Selim kapanmak üzere olangözlerinden uykuyu kovdu.Önündeki siyah yoldan gözleriniayırmadan cevap verdi. “Yanlışaşklar yalnızlığın kapısıdır.Kendini aşk kılığında sunar vebizi içeri davet eder. Yalnızlıkhep şekil değiştirir Bukre! Yinekanarız, yine kanarız. Yalnızlık,bize aşktan daha âşıktır. Hepkendisiyle doldurur bizi. Evet,bir başınayız aslında ama yine deölümcül yalnızlıklardan koruyorişte Allah.” Bukre’nin de gözleri, önlerindeuzanıp giden siyaha daldı. Büyükyorgunluğunu hissediyordu içten
içe. “Bana yastığımı verirmisin?” dedi Selim’e. Selim, solomzunu biraz daha yaklaştırdıBukre’ye... Bukre,çocukluğundan kalmaalışkanlıkla hemen omzundakiyerini aldı Selim’in... “AhSelim...” dedi. “Hiçbir yastıkbana bu huzuru vermiyor.”Selim gülümsedi. “Çünkübaşını koyduğun her yastık,içinde bir uykusuzluk saklar”dedi. “Ve biz hep yorgunkendüşeriz o uykusuzluğungirdabına...”Bukre, yarı açık gözlerledinliyordu Selim’i. “Hayatın en
gaddar yanı nedir biliyor musunKuzu?” diye sordu.“Nedir?” dedi Selim.“Hayatın en gaddar yanı, birsonu olduğunu bize hep en mutluanlarımızda hatırlatması...İnsanların en saf yanıysa hayatınbir sonu olduğunu her seferindeunutması... Oysa çoğu zamanölmek zamanını beklerken, bellietmeden içimizden ölüyoruz.Defalarca tekrarlanıyor bu sonama farkına varamıyoruz hiç. Bizonu fark edene kadar geçmişegömülüyor her şey. Keşke geçmişbu kadar geçmeseydi be Selim.Bize bıraktığı tecrübeler de işe
yaramıyor geçenlerin. Bu yüzdenaynı hataları tekrarlayıpduruyoruz.” Kısa bir sessizlik olduaralarında. “Geçmişi geçmişyapan geçmemişliği olmalıdırbence” diye karşılık verdi Selim.“Unutulmuş bir geçmiş,kaybedilmiş, yitirilmiş birgeçmiştir. Burada asılkaybedense, geçmişini unutanınta kendisidir. Bu yüzdenetrafımız üzenlere sarılan,sevenlere darılan insanlarladolu.” Hemen araya girdi Bukre.“Unutma ama Selim; kadınlar
zoru severler. Bu nedendendolayı kalplerini okşayanıbırakıp, kıranın peşindengiderler.”Devamını Selim getirdi.“Sonra da geride bıraktıklarınıararlar ama... Oh olsun onlara!”diyerek çıkıştı. “Hayat okadınlara kalplerini kıranları,kendilerinden öncekileriözlesinler diye gönderiyor” dedive güldü sonra. Şimdi sıraBukre’deydi.“Niye öyle diyorsun Kuzu?Bazen gözümüz hiç kimseyigörmüyor işte!”
“Gözünün ondan başka kimseyigörmemesi de bir tür körlüktürYavru Kuşum!” “E gönül bu işte konuyor neyapalım? Yeryüzüne sevmeyibilerek mi geliyoruz? O bilinendeğil öğrenilen bir şeydir hem.Görmüyor musun ne kadar da‘sevilmek için sevenlerle’ dolubu dünya. Ya da sevmek içinsevenlerle.” “Bu yüzden zaten buncapişmanlığınız.” “Ne yüzündenmişpişmanlığımız?” “Aşkın ne olduğunu bilmeden
aşka inanıyorsunuz. Aşkıtanımadan aşk yaşamayaçalışıyorsunuz. Sonra bin pişmanağlıyorsunuz. Gözünüzde oncabüyüttüğünüzün, küçücük gözyaşıdamlalarınıza nasıl sığdığınaşaşırıyorsunuz. Bu yangınısöndürecek birini arıyorsunuzsonra... Çünkü bazı gözyaşları,insanların içindeki yangınısöndürmez; daha da büyütür! Çoksonra elbet birileri gelip giriyoryangınınıza, ya söndürüyoryangınınızı, ya da kendi deyanıyor sizinle.” “Ah be Selim! Ya gecikirler,ya erken gelirler onlar. Hani
Search
Read the Text Version
- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- 8
- 9
- 10
- 11
- 12
- 13
- 14
- 15
- 16
- 17
- 18
- 19
- 20
- 21
- 22
- 23
- 24
- 25
- 26
- 27
- 28
- 29
- 30
- 31
- 32
- 33
- 34
- 35
- 36
- 37
- 38
- 39
- 40
- 41
- 42
- 43
- 44
- 45
- 46
- 47
- 48
- 49
- 50
- 51
- 52
- 53
- 54
- 55
- 56
- 57
- 58
- 59
- 60
- 61
- 62
- 63
- 64
- 65
- 66
- 67
- 68
- 69
- 70
- 71
- 72
- 73
- 74
- 75
- 76
- 77
- 78
- 79
- 80
- 81
- 82
- 83
- 84
- 85
- 86
- 87
- 88
- 89
- 90
- 91
- 92
- 93
- 94
- 95
- 96
- 97
- 98
- 99
- 100
- 101
- 102
- 103
- 104
- 105
- 106
- 107
- 108
- 109
- 110
- 111
- 112
- 113
- 114
- 115
- 116
- 117
- 118
- 119
- 120
- 121
- 122
- 123
- 124
- 125
- 126
- 127
- 128
- 129
- 130
- 131
- 132
- 133
- 134
- 135
- 136
- 137
- 138
- 139
- 140
- 141
- 142
- 143
- 144
- 145
- 146
- 147
- 148
- 149
- 150
- 151
- 152
- 153
- 154
- 155
- 156
- 157
- 158
- 159
- 160
- 161
- 162
- 163
- 164
- 165
- 166
- 167
- 168
- 169
- 170
- 171
- 172
- 173
- 174
- 175
- 176
- 177
- 178
- 179
- 180
- 181
- 182
- 183
- 184
- 185
- 186
- 187
- 188
- 189
- 190
- 191
- 192
- 193
- 194
- 195
- 196
- 197
- 198
- 199
- 200
- 201
- 202
- 203
- 204
- 205
- 206
- 207
- 208
- 209
- 210
- 211
- 212
- 213
- 214
- 215
- 216
- 217
- 218
- 219
- 220
- 221
- 222
- 223
- 224
- 225
- 226
- 227
- 228
- 229
- 230
- 231
- 232
- 233
- 234
- 235
- 236
- 237
- 238
- 239
- 240
- 241
- 242
- 243
- 244
- 245
- 246
- 247
- 248
- 249
- 250
- 251
- 252
- 253
- 254
- 255
- 256
- 257
- 258
- 259
- 260
- 261
- 262
- 263
- 264
- 265
- 266
- 267
- 268
- 269
- 270
- 271
- 272
- 273
- 274
- 275
- 276
- 277
- 278
- 279
- 280
- 281
- 282
- 283
- 284
- 285
- 286
- 287
- 288
- 289
- 290
- 291
- 292
- 293
- 294
- 295
- 296
- 297
- 298
- 299
- 300
- 301
- 302
- 303
- 304
- 305
- 306
- 307
- 308
- 309
- 310
- 311
- 312
- 313
- 314
- 315
- 316
- 317
- 318
- 319
- 320
- 321
- 322
- 323
- 324
- 325
- 326
- 327
- 328
- 329
- 330
- 331
- 332
- 333
- 334
- 335
- 336
- 337
- 338
- 339
- 340
- 341
- 342
- 343
- 344
- 345
- 346
- 347
- 348
- 349
- 350
- 351
- 352
- 353
- 354
- 355
- 356
- 357
- 358
- 359
- 360
- 361
- 362
- 363
- 364
- 365
- 366
- 367
- 368
- 369
- 370
- 371
- 372
- 373
- 374
- 375
- 376
- 377
- 378
- 379
- 380
- 381
- 382
- 383
- 384
- 385
- 386
- 387
- 388
- 389
- 390
- 391
- 392
- 393
- 394
- 395
- 396
- 397
- 398
- 399
- 400
- 401
- 402
- 403
- 404
- 405
- 406
- 407
- 408
- 409
- 410
- 411
- 412
- 413
- 414
- 415
- 416
- 417
- 418
- 419
- 420
- 421
- 422
- 423
- 424
- 425
- 426
- 427
- 428
- 429
- 430
- 431
- 432
- 433
- 434
- 435
- 436
- 437
- 438
- 439
- 440
- 441
- 442
- 443
- 444
- 445
- 446
- 447
- 448
- 449
- 450
- 451
- 452
- 453
- 454
- 455
- 456
- 457
- 458
- 459
- 460
- 461
- 462
- 463
- 464
- 465
- 466
- 467
- 468
- 469
- 470
- 471
- 472
- 473
- 474
- 475
- 476
- 477
- 478
- 479
- 480
- 481
- 482
- 483
- 484
- 485
- 486
- 487
- 488
- 489
- 490
- 491
- 492
- 493
- 494
- 495
- 496
- 497
- 498
- 499
- 500
- 501
- 502
- 503
- 504
- 505
- 506
- 507
- 508
- 509
- 510
- 511
- 512
- 513
- 514
- 515
- 516
- 517
- 518
- 519
- 520
- 521
- 522
- 523
- 524
- 525
- 526
- 527
- 528
- 529
- 530
- 531
- 532
- 533
- 534
- 535
- 536
- 537
- 538
- 539
- 540
- 541
- 542
- 543
- 544
- 545
- 546
- 547
- 548
- 549
- 550
- 551
- 552
- 553
- 554
- 555
- 556
- 557
- 558
- 559
- 560
- 561
- 562
- 563
- 564
- 565
- 566
- 567
- 568
- 569
- 570
- 571
- 572
- 573
- 574
- 575
- 576
- 577
- 578
- 579
- 580
- 581
- 582
- 583
- 584
- 585
- 586
- 587
- 588
- 589
- 590
- 591
- 592
- 593
- 594
- 595
- 596
- 597
- 598
- 599
- 600
- 601
- 602
- 603
- 604
- 605
- 606
- 607
- 608
- 609
- 610
- 611
- 612
- 613
- 614
- 615
- 616
- 617
- 618
- 619
- 620
- 621
- 622
- 623
- 624
- 625
- 626
- 627
- 628
- 629
- 630
- 631
- 632
- 633
- 634
- 635
- 636
- 637
- 638
- 639
- 640
- 641
- 642
- 643
- 644
- 645
- 646
- 647
- 648
- 649
- 650
- 651
- 652
- 653
- 654
- 655
- 656
- 657
- 658
- 659
- 660
- 661
- 662
- 663
- 664
- 665
- 666
- 667
- 668
- 669
- 670
- 671
- 672
- 673
- 674
- 675
- 676
- 677
- 678
- 679
- 680
- 681
- 682
- 683
- 684
- 685
- 686
- 687
- 688
- 689
- 690
- 691
- 692
- 693
- 694
- 695
- 696
- 697
- 698
- 699
- 700
- 701
- 702
- 703
- 704
- 705
- 706
- 707
- 708
- 709
- 710
- 711
- 712
- 713
- 714
- 715
- 716
- 717
- 718
- 719
- 720
- 721
- 722
- 723
- 724
- 725
- 726
- 727
- 728
- 729
- 730
- 731
- 732
- 733
- 734
- 735
- 736
- 737
- 738
- 739
- 740
- 741
- 742
- 743
- 744
- 745
- 746
- 747
- 748
- 749
- 750
- 751
- 752
- 753
- 754
- 755
- 756
- 757
- 758
- 759
- 760
- 761
- 762
- 763
- 764
- 765
- 766
- 767
- 768
- 769
- 770
- 771
- 772
- 773
- 774
- 775
- 776
- 777
- 778
- 779
- 780
- 781
- 782
- 783
- 1 - 50
- 51 - 100
- 101 - 150
- 151 - 200
- 201 - 250
- 251 - 300
- 301 - 350
- 351 - 400
- 401 - 450
- 451 - 500
- 501 - 550
- 551 - 600
- 601 - 650
- 651 - 700
- 701 - 750
- 751 - 783
Pages: