Arapoğlu alt dudağını dişleyerek bıyıklarınıçekiştiriyordu.Teğmen Faruk çekinerek sordu:— A f Bey’i, kadın kılığında mı çıkarmış nızManastır’dan yüzbaşım?— Evet!— Gece mi?— Hayır!— Gece daha iyi değil miydi?— Gece vak , Manas r’da, kadınlar sokağaçıkmazlardı o zamanlar hemen hemen hiç...Faruk merakla gözlerini kırpış rarak bekledi,sessizlik uzayınca gülümsemeye çalıştı:— Duyduğumuza göre yaralanmış A f Bey, öylemi?— Evet!— Nasıl yaralandı? Yaralanmışken nasıl oldu dayakalanmadı demek istiyorum!
Cemil önce isteksiz, sonra hikâyeye kendisinigittikçe kaptırarak anlattı:— A f silahını ateşleyince... Her yandan silahlara lmaya başladı. Şemsi Paşa yıkıldı. A f bir anka ldı kaldı. Ben bulunduğum pencerede,“Hadisene... Atla be herif!” diye dokuzdoğuruyorum. Aklı başına gelince kendisini biryoklamış... Bakmış ki, yaralı maralı değil... Birdensıçramış... Araba atlarının karnı al ndan geçipşaşırtma vererek yan sokaklardan birine daldı. İkibüklüm koşuyordu. Bak m, paşanınkoruyucularından biri filintayı doğrultmuş ateşetmek üzere... Bir an, “Kafasına bir kurşun salayım”dedim, sonra vazgeçip kabasından zımbaladım.Sopayla vurulmuş gibi dizi üstüne çökerken te ğebasabildi. Bak m, A f koşuyor. Soluğum genişledi.Meğer yaralandığım daha fark etmemiş bizimki... Okargaşalıkta, kaçan bir adamı vurmak ne demek?Hele kurşunu kıçına yedikten sonra... ŞemsiPaşa’nın Arnavut koruyucularındaki keskin a cılığabak da, A f’ın başardığı işin çe nliğini anla! Kurşunbaldırını delip geçmiş, damara filan değmemiş...
Ama kan izini sürerek yakalayabilirlerdi. Allah'ınişine bak! Birden yağmur başladı. Nasıl yağmur,bardak değil, çılardan boşalıyor!.. Bu yağmur hemmeydandaki parlaklığı ar rdı, hem kan izlerini sildisüpürdü. Eve gi k, haber bekliyoruz kıvranarak...“Yakaladıkları yerde vururlar” diye korkuyoruz.Vurmazlar da “Harp divanı... ” falan diyerekcezaevine götürürlerse kolay!.. Oturmuşuzkulağımız kirişte, bekliyoruz. Kapı çalındı. Aç m, birherif... “Teğmen Ömer Bey” dedi. “Ne yapacaksın?\"dedim. İki Yanına bakıp içeri giriverdi.Kunduracıymış. Silahlar patlayınca, “Dükkânıkapatayım” demiş. Kepengi indirip kapıyı çekeceğisırada içeriye biri girmiş... Tabancasını uzatmış...“Ses yok! Bi ririm!” demiş... Bir iskemle çekip‘burmuş... Bakmışlar bacağından kan akıyor, iyikötü sarmışlar... Herif, “Öyle yiğidi biz hiç ele miveririz?” dedi. Patriyot a ldı, “Uzatma, bizim, böyleişlere aklımız ermez! Kim yolladıysa yanlış yolladıseni bize, ” dedi. Kunduracı, “Paşayı vuran delikanlıyolladı. ‘Bunu ver, gerisine karışma’ edi, nahbuyur!” diye avucunu aç . Bak k, Ulah kızınınPatriyot’a ördüğü, kaza bela önleyici lsım...
“Nerde şimdi kendisi?” dedi Patriyot...“Dükkânda... ” dedi herif... “Yanında kim var?”dedik, “Oğlum var” deyince, işi anladık. Bak, arkaarkaya kaç tane iyi rastlama!.. Şemsi Paşa’yıtabancayla vurup öldürüyor. Oysa tabanca herzaman a ğını vurmaz. Vursa da her zamanöldürmez! Sonra kaçacak soluk buluyor. Sonraönemsiz yara alıyor. Sonra yağmur boşanıp izlerisiliyor, daha sonra da, oğluyla beraber çalışan birkunduracının dükkânına giriyor. Kunduracınınyanındaki öz oğlu olmasa da çırak olsa, herifi yürekferahlığıyla yollayamaz. Dükkânın yerini sorduk,Telgra anenin arkasındaymış... Kalk k gi k, A fsırıtarak oturuyor. Ertesi sabah, ben Arnavut beyikılığına girdim. A f çarşaflandı. Yaylı arabayakurulduk, Manastır’dan çıktık!Kanun eri arabanın geldiğini haber verince,Maksut paltoları istedi. Çıkarken Faruk’a telefonunbaşından ayrılmamasını tembihledi.Rüzgâr dinmiş, kar, Mütareke İstanbul’ununeskiliğini, paramparça karışıklığını, pisliğini geçiciolarak örtmüştü.
Araba hiç sarsılmadan hızla gidiyordu. ArapMaksut iyice somurtmuş, alt dudağını dargındargın şarkıtmıştı.Arada bir yan gözle Cemil’in yüzüne bakıpkafasını sallıyordu.— Cehennem...— Buyur...— Oğlum yola çıktık ama, tıngır mıngır...— Ee?— Benim ayaklarım geri geri gidiyor Allah seniinandırsın...— Neden?— Herif Cemiyet’i amansız yerde bırakmış...Yahu, delirdik mi biz?.. Ya olur molur der de, birkahpelik ederse... İyice düşündün mü, sen bu işinenini boyunu?.. Maskara oluruz millete... Bu bir...bir de Patriyot’u yakarız ki... Âşık Kerem’in arpatarlası yanında halt etmiştir.— Korkma! Güvenmesem gider miyim?
— Demek biz böyle bir günde, düşman kapısıçalacağız... Vay ulan kahpe dünya... Bizi namerdemuhtaç e n mi sonunda?.. Evet, şimdi inandımiyicene... Biz sapıtmışız da, iyicene tozutmuşuz. Za aklımız yokmuş... Yenilgi, olanı da almışgötürmüş... Bizim paşaların savuştuklarınıduyduğum zaman, canım sıkıldı benim...“Kalmalıydılar da yap klarının hesabını erkekçevermeliydiler!” diyorum da başka bir şeydemiyorum! Meğerse iş işten geçmiş çoktan...“Kime hesap veriyorsun?” desene... Hesap isteyenkim? Herifler resmen kelle is yorlar! Elleriniyanaklarına kapa p biraz sustu. Nasıl yenildikkarılar gibi yahu? Bu savaşta bize yenilmek varmıydı? Hayır, yoktu bacanak... Geberecekmişiz deyenilmeyecekmişiz! Berbat e k bi çuval inciri...diyorlar? “Dağdan inen ayıların poli kacılığı bukadar olur!” diyorlar, “Al yüz yıllık imparatorluğuon yılda ba rdılar, bu eşya bozuntuları... ” diyorlar.“Balkan bozgunu ortada leş gibi yatarken dünyasavaşma tepesi üstü a lmak nasıl bir kudurgan-!.. ”diyorlar. “Her biri arslan postuna bürünmüştü.Önündeki yordu, ardındakini tepiyordu. Ye ş ğine
ye şiyordu da yenemediğine pabucunu a yordu,bu orospu çocukları... ” diyorlar. “Yiğitliği kimseyevermezlerdi. Meğerse çakallardan yüreksizmiş buhanım evladan... ” diyorlar... Bizim ağaları hiç kimsebilmezse senle ben biliriz! Eski çağlarınodunculuktan, hamallıktan, zurnacılıktan,şıkırdımlıktan gelme, elifi görse mertek sanırvezirlerinden daha mı kaltabandılar?Yüreksizliklerinden mi savuştular? Sarıkamış’tabulunanlardan kime rastladımsa sordum! Enver’i,avcı hatlarının kurşun yağmurundan geri çekmekiçin, koca orduda, ölümü göze alacak bir tek yiğitbulunamamış... Arslanları dişleriyle paralayankabadayıların paçavralar gibi opağa yapış klarıyerde, herif, ayakta dolaşıyormuş... Şarapnellerinkümelendiği topçu siperleri önünden indirmek için,batarya kumandanı, “Yerimi düşmana belliediyorsunuz?” demek zorunda kalmış... Cemal’i,sen hepimizden iyi tanırsın! Talat’ı, Babıalibaskınında, gözünle gördün... Yürekse, Azrail’e elense çek ler bunlar; akılsa, bu dünyada, LordCorc’dan daha avanağı olmaz! Neden yendirdi bizikahpe felek, öyleyse?
— Savaş, yalnız yürek işi değil de ondan galiba...Biz, Kanal’a Şüyu tulumlarla develerin sır ndagötürdük! Topları, elli adımda bir, geriden alıpileriye koyduğumuz kalasların üstünde sürükledik.Onlar Gazze önüne kadar su boruları döşedilerbelim kalınlığında... Toplarını trenlere koyup getirdi.Gazze’de bizi, ne topu yendi, ne atlı birlikler, ne sayıüstünlüğü... bizim cepheyi, su orusuyla tren yoluçöke , boğa yılanları gibi kafalarını vura vura...Geçmişe yanmayı bırakalım da, bundan sonrasınıdüşünelim!— Nesini düşüneceğiz bacanak?.. Bundan sonraişimiz ayna, bizim...— Oğlum, karakol komutanlığı ede ede yüreğinyufkalaşmış senin...— Ben ilerisini gayet bulanık görüyorumCehennem... Düşündükçe, aklım karışıyor benim...Bir cigara yak , gülümsedi, daldı. Cemiye boşlayan birisine muhtaç olmayı kavrayamadığı,belliydi.Araba, Mercan Yokuşu’ndan hızla inip Sultan
Hamamı’nı geç . Köprü üstü yabancı üniformayla,deniz yabancı savaş gemileriyle doluydu.Haydarpaşa vapuruna zar zor ye ş ler.Yolcuların çoğu yabancı deniz askeriydi. Bu havada,hemen hiçbiri palto giymemiş . Savaş görmemişgibi keyifliydiler. Suratları soğuktan kızarmış .İçlerinde bir iki zenci de vardı.— Senin kabileden mi bu yavrular Arapoğlu?..— Onlar benim kabiledense, ötekiler de seninkabileden... Bu herifleri ne zaman, böyle pancargibi görsem, süngü saldırılarında bizim fukaraMemetçiğin, bunları önüne nasıl ka ğına şaşarım!Bir de merak e ğim, biz acaba nasıl görünüyoruzbu keferelere?..— Biz mi? İngilizlere Hintli, İtalyanlara Habeş,Fransızlara Cezayirli, Japonlara Çinli gibigörünürmüşüz... Bir Alman subayı arkadaşsöylemişti.— Ya Amerikalılara, Almanlara...— Amerikalılara Kızılderili gibi geliyorsak hiç
şaşmam! Almanlara Yahudi gibi görünüyoruzdur.Birer çay iç ler. Yandan çarklı vapur, dirsekleriylesürünen 'bir sakat gibi, ağır aksak mendireğidolaştı.Tren çok tenhaydı. Yeniden azınlık memurlarınıneline ge(mış, heriflerin savaş yıllarındaki alçakgönüllülüğü yeniden kasılmalara dönmüştü.Arap Maksut, Cemil’in bile ni, çi lik bağışlar gibigerinerek zımbalayan Rum biletçinin ardından birzaman baktı, burnundan soluyarak konuştu:— Evet bacanak, bize bu savaşı kaybetmek hiçyoktu...Göztepe İstasyonu’na yaklaşırken pi, geneapansız bastırmıştı.Yüzlerini iyice sarıp paltolarının yakalarınıkaldırarak indiler. Dikka çekmemek için arabayabinmemeyi kararlaş rmışlardı. Hızlı hızlı yürümeyebaşladılar.Arap Maksut’un somurtkanlığı her adımda birazdaha ar yor, somur ukça yürümeyi
hızlandırıyordu. Çizmelerin içinde ayakları, askerikaputunun içinde gövdesi hiç üşümüyor gibiydi.Cemil birdenbire üniformayı kendisini şaşırtan birşiddetle özledi. Sanki ar k bir dahagiyemeyecekmiş gibi de ürktü. Somurtkanarkadaşına imrendi. Yeni sivil paltosu ar k kendisiniısıtmaz olmuştu. Soğuktan yüreği ka lıyordu. Yazgünleri çöl güneşiyle kavrulurken İstanbul kışlarınınasıl aradığı, “Doyasıya bir tresem... Karda kalsamdon gömlek” dediği aklına geldi.Bağdat Caddesi’ne doğru indikçe, piye rağmen,hava, sanki ılıklaşıyordu. Bu yumuşaklıkta, rüzgârınarkadan esmesinin de etkisi vardı.Caddeyi karşıya geçerken iki kere bileklerinekadar çamura girdiler.Burası, İmparatorluğun anavatanını boydanboya geçip Bağdat’ ulaşan ünlü Bağdat Caddesi’ydi.Yavuz Selim, Çaldıran’a bu yoldan gitmiş, Mısır’danhalifelik avadanlıklarım bu yoldan ge rmiş . DayıMaksut’un söylediğine bakılırsa buraları çoktanberi korkulu bölge sayılıyordu. Yalnız soyulupsoğana çevrilmekten yana değil, caddenin üstünde
çukurlara tekerlenip bacağı kırmak bakımındanda...— Evi biliyorsun değil mi?— Neden sordun?— İnşallah çıkaramazsın... Döner gideriz de,başka kapıda ararız derdimizin dermanını...— Umutlanma boş yere... Elimle koymuş gibibulacağım!— Elinle koymuş gibiyse... Çok dolaşacağabenzeriz...Bağdat Caddesi’nden Caddebostan İskelesi’nesaptılar.Doktor Münir, deniz kıyısındaki bir köşkte kiracıoturuyordu. Cemil dış kapının zilini çek . Bekledi,bir daha çek . Köşk kapıya uzak olmalı ki, çıngıraksesi duyulmuyordu.— Galiba kimse yok evde bacanak!..— Var var... Kimse yoksa Gülnihal kalfa vardır.
Biraz ötedeki Ragıp Paşa Korusu, rüzgârla, derinbir orman gibi uğulduyordu.Cemil çıngırağın halkasını üçüncü defa çekti.İçerden bu sefer ses verdiler:— Geliyoruz! Geldik!..Ayak sesleri yaklaşırken bir kadının Çerkezağzıyla bağırdığı duyuldu:— Kimdir o, Doktorum beyim... Kimdir onlar?Doktor Münir, 31 Mart’tan sonra yayılanHareket Ordusu türküsünün nakara nı yükseksesle okudu:— “Hareket Ordusu... Bereket ordusuuu... ”— Allah’ım cezalarını versin efendim... Hareketordusuna belalarım versin!— Korkma kadın, şaka e m. Ne alık Çerkezyahu! Şaka edeceksin! Yetmez, “şaka e m”diyeceksin, yetmez! “Şurasında gülmek lazım”diyeceksin! On dakka sonra, gülecek... “Tamammı?” diyeceksin! “Hiçbir şey anlamadım efem, ”
diyecek.Kol demirinin kaldırıldığı, sürgünün çekildiğiduyuldu. Kanat ağır ağır açıldı.Doktor Münir, sır na bir balıkçı muşambasıalmış, kukuletasını başına geçirmiş . Kısa boylu,çelimsizdi. Ama, görünürde hiçbir özelliği olmadığıhalde, çevik, güçlü, zeki bir adam etkisi yapıyordu.Önce sakin bakışlarla Arap Maksut’a bak .Arap’ın, şaşkınlıktan telaşa, telaştan kuşkuyadüştüğünü sezmemiş görünerek Cemil’e döndü:— Merhaba, Cemil Topçu... Hoş geldin! Hangirüzgâr attı bu güzel havada?— Yaz günü herkes gelir. Marifet böyle günlerdegelmek... Tanış rayım sizi... Maksut Bey...Tanırsınız belki... Mutlaka duymuşsunuzdur adını...“Dayı” derler, “Sipahi” derler.Münir bıyık al ndan gülerek yol verdi. Köşkedoğru yürürlerken Maksut’a yan gözle baktı:— Evet, gözüm ısırıyor gibi... Nerelerdebulundunuz yüzbaşı? Hangi cephelerde?..
— Cephelerde... Bulunmadık... Yani, çoklukbulunmadık...Cemil başından beri Teşkila Mahsusa’da çalışanMaksut’un cephelerde bulunmak meselesine evveleski değinmek istemediğini biliyordu. Araya girdi:— inzibat subayıdır. Şimdi Haşan PaşaKarakolu’nda...— Öyle mi? Görmüşlüğüm var gibime geliyorama... Tanıştık mı bir yerde?Maksut kekeledi:— Yok... Sanmam!..Bahçe büyüktü. O kadar bakımsızdı ki bunu,epeyce kalınlaşmış kar bile saklayamıyordu. ikiyandaki taflanlar, yolu kapayacak kadarazmanlaşmıştı.Doktor Münir köşkün kapısında gene yol verdi:— Buyrun... Geçin...Münir kol demirini yerine koyup sürgüyüçekerken Maksut dirseğiyle Cemil’in böğrünü
dürterek fısıldadı:— Aman meseleyi açma... Bir şey uydur.Savuşalım. Yolda anlatırım...Münir döndü:— Soyunmadınız mı daha... Hadi çabuk!Geçenlerde aklıma geldi, “Nerede kaldı bizimCehennem Topçu?” dedim kendi kendime...“Uğrardı gelmiş olsa... ” dedim. Düşünüp dururkende kızdım, inanır mısın, Cemil Topçu...— Neye?— Senin Cehennem lakabına... İstanbul’unalınmasında biz top kullanmışız. O tarihlerde, en iritopu döktürdüğümüz halde, Cehennem Topçu la yok kitaplarda... Sonra gâvurlar topçuluğuilerletmiş. Biz onlardan alır olmuşuz topları... Altadüşmüşüz yani... Sarılmışız palavraya... Saa e birmermi atan, onu da 50 adım öteye düşürebilentop, çok güçlü görünmüş bize... Top atanlara“Cehennem” demişiz. Bunu düşünürken bir meseledaha çık önüme... Cehennem anlayışımızdakihayal etme cüceliğimiz...
Gülnihal kalfa taşlığa açılan mu ak kapısındaduruyordu.Gelenler, sanki gerçekten Hareket Ordusu’nunkendisiymiş gibi düşman düşman bakarak söylendi:— Hareke n ordusuymuş... Bet bereket mibırak lar kahrolasılar... Muhammet’in ümme niaçlıktan öldürdüler. Rumeli çingeneleri...Doktor Münir, muşambayı as . Kazak gömleğigiymiş, beline gümüşlü bir Çerkez kayışı bağlamış .Bu giyim boyunu daha da kısal yordu. Solda,pencereleri bahçeye bakan, bir odanın kapısını açtı.Köşede, bir çini soba yanıyordu. Ortadaki büyükbakır mangalda sobadan alınmış odun ateşi vardı.— Geçin şöyle... İyi... Sıcakmış burası... Bir şeyha rlatmış gibi durdu, gülümsedi. Kışı özlerdik değilmi çölde?..— Demin benim de aklıma geldi doktor...Güldüm kendi kendime...— Hâlâ duruyor mu bu özlem?..
Doktor çok raha . Arap Maksut’u, yoksayıyordu sanki...Buna karşılık Maksut’un sura asıldıkça asılmış,umutsuzluğa kapıldığı zamanlarda yap ğı gibi, altdudağını iyiden iyiye sarkıtmıştı.Doktor Münir Bey bir cigara iskemlesi ge rdi,üstündeki gümüş kutuyu açtı:— Yakın birer cigara... Ben geliyorum!Kapı örtülünce Maksut elini iki kere dizine vurdu:— Hay Allah belanı versin Cehennem!.. E n mibize edeceğini?..— N’olmuş deli Arap?— Bir de sorar... Sakın açayım deme Patriyotişini... At bi yalan... Savuşalım... Bildiğin gibi değilbu iş... Yolda anlatırım...— Burada anlat!..— Höst... Bak, bunun hiç şakası yok...— Doktorla mı ilgili?..
— Evet...— Tanıyor musunuz?— Hem de nasıl...— Nerede tanıştınız?— Sonra anla rım... “Geçiyorduk da uğradık”diyeceksin! Vallah bozuşuruz! Koska Karakolu’ndaolduğumu söylemek bile gereksizdi. Pot kırdın ki,kocaman çamı devirdin. Ayrıca baltayı da kaldırıptaşa vurdun. Bende aptallık, sana uydum da... Birses duyarak irkildi. Parmağını ağzına götürerek“sus” işare verdi. Kurnazlıkla laf değiş rmek içinçevresine bak . Amma da kitap bolluğu haaa...Bunların hepsini okuyabilir mi adam, yüz yılyaşasa?..Duvarları tavana kadar örten kitap raflarınaküçümseyerek bakıyordu.Dışarda ses kesilince fısıldadı:— Herifin ne mal olduğu bu kitaplardan belli...Şuna bak... Tuuu... Oldum olası, kitaba düşkünheriflere güvenmem. Neden mi? Okumaya dalar,
kendi adını unutur! Böyleleri işe yaramazvesselam...— Demek şimdi, Doktor Münir’de iş yok mu hiç?— Yahu, bu nasıl soru?.. Tanımasaydım bile, bukadar kitabı görmemle anlardım... OğlumCehennem, alığız dedikse, senin kadanz demedik.Biz serseri kovaladık ama, bir yandan da adamsarrafı kesildik...— Siz... Adam sarrafı?— Ne sandın? Bir adam bunca kitabı okudu muçekiver kuyruğunu... Neden? Çünkü, şundan birakıl, bundan bir akıl alayım derken aklı cıvıklaşır. Birla bir la nı tutmaz. Dinim gibi biliyorum, bunundoktorluğu da fasa fisodur. Yerden bacak heri en!ürkeceksin... Kıçı yere yakın adam, fitnedir fitne...Aman sır vermeden savuşmaya bakalım bacanak...Ben gelmeseydim, yandık boylu boyunca...Dışarıya kulak verdi. Susss... Aman haaaa...Kapı açıldı:— Vay Arapoğlu!..
— Aman... Aman Paşam!..Eşikte, sır na a lmış paşa kaputu, her zamankibabayani gülümseyişle Enver Paşa’nın dayısı HalilPaşa duruyordu.Yüzbaşılar sıçrayıp hazır ola geldiler.— Merhaba Cehennem!..— Sağ olun Paşam!..Halil Paşa girip kapıyı kapattı:— Ne alışverişin var senin bu Arap ÜzengiyleTopçu Cemil?.. Hayır beğenmedim!.. Adamı baştançıkarır bu melun!..Arap Maksut, üst üste yutkunarak şaşkınlıktankurtulmaya çalışıyordu. Ha alardır, İstanbul kazan,yerli yabancı polis kepçe, bu Halil Paşaaranmaktaydı. Yirmi kişi gelseydi de, DoktorMünir’in evinde saklı deseydi, Arap Maksutinanmaz, “Haydi işinize!.. Bir yalan uydurun kibinde biri doğru olsun teresler!” diye hepsinikovalardı.
Halil Paşa kendi evindeymiş gibi sediri gösterdi:— Oturun bakalım!.. Ne haber? Hayır mı, şer mi?Cemil sözü Maksut’a bırakmak istediğindenkarşılık vermedi. Maksut durmadan yutkunuyor,dilini dudaklarından geçiriyordu:— Paşam... Biz... Geçiyorduk da... Yani...Diyeceğim şu... Bu Doktor Münir...Paşa, Cemil’e göz kırptı:— Oturun... Oturun dedim. Evet... Bu DoktorMünir?— Aman Paşam... Maksut kapıya bakarak sesinialçal . Bu Doktor Münir... Mahmut ŞevketPaşa’nın öldürülmesinde Sinop’a sürülenlerden...— Bak sen... Gerçek mi aman Maksut Arap?..— Gerçeği yok Paşam! Sürgünleri biz götürdükSinop’a Patriyot’la...— Sahi... Öyle ya, siz götürdünüzdü... Eee?— E’si... Bir şey uyduralım da, yol yakınken
savuşalım... Ben sizi, hayır burada bırakamam...Herif yalnız Sinop sürgünü değil...— Ya?..— Bizim can düşmanlarımızdandır Paşacığım...Murat Bey’in Mizan gazetesinde Cemiyet içinyazdıkları var kiii... Patriyot bilir. Biz, az kalsın...— Nedir? Sakın... Parmağıyla te ğe basmaişareti yaptı. Tak tak tak mı?— Tamam... Dayanalım kapısına bir gece...“Hasta var” diye çıkaralım... Hesabını görüverelim,dedikti.— Bizim Farmason doktorun?..— Farmason mu? Aman evet... Öyle yaaaa... .bu herifin lakabı Farmasondu, sahi... Cemil’edöndü, bir zaman kasılarak bak . Nasılmış?..Demedim mi, bacanak?.. Birden toparlandı, utançlagözlerini yere indirdi. Özür dilerim... Aklımbaşımdan gitti herifi görünce Paşam...— Aklın var da öyle mi, alık Arap?..
Doktor Münir elinde çay tepsisiyle içeri girdi:— Konyak isteyen parmağını kaldırsın! Yardımakalkan Cemil’e gülümsedi. Ben parmak dedim,bizim Cehennem boylu boyunca kalktı!Doktor tepsiyi masaya koyup dolaptan bir şişeçıkardı:— Paşa Dayı?— Hastaya çorba soran doktor gördünüz müçocuklar! Doktor, Paşa’nın fincanına konyakkoydu:— Sen elbe e istersin Cehennem... Ya sizMaksut Bey... Maksut’un fincanına konyakkoyarken Paşa’ya anla . Beni tanıyamadı MaksutBey oğlumuz ama, dostluğumuz vardır... Epeyce deeskidir. Bizi Sinop’a götürdüydü bu arslan!.. Üç günsonra İstanbul’da görünce aklı başından gi ydi.Takıldı arkama... değil mi Maksut Bey?..Maksut yutkundu:— Hayır... Hatırlamıyorum... Yok öyle şey...
— Ha rlamıyorum, dolaşık doğrulamadırhukukta... . Bir ara düşündüm... “Eve döneyim,gelsin oralara kadar... Karakola iste r nasıl olsa,rezil ederim şunu... ” dedim. Sonra bak m, gönüleğlendirmenin sırası değil... Doğruca İstanbulMuha zlığı’na gi m. Ben kapıdan girerken bununsuratını görmeliydiniz Paşa Dayı...— Apıştı mı? Oh olsun!— Apış , demin kapıda görünce nasıl apış ysa...“Eyvah yanlış geldik!” diye irkildi. Neler söylüyordusana fısıl fısıl Cehennem?..— Hiç... Başka mesele...— “Aman dönelim” demiş r, “Bu cüce herif,tepeden rnağa dinamit olsa, kaç para eder! Bizimcan düşmanımızdır bu, senin haberin yok!”demiştir. Hey gibi cemiyetin ünlü Maksut’u... Sipahilakabını almak yiğitlik değil, sonunda böyle yayakalmamak yiğitlik. Osmanlı yediden yetmişe sipahigeçinir ama, yüzyıllardır dağı, taşı yayan yapıldakgezmekten tabanları aşınmış r. Neden? Çünkü“Ata dost gibi bakacaksın, düşman gibi bineceksin.
” Biz değiş rmişiz bu la ... Düşman gibi bak ka mıza, dost gibi binmeye kalkış k, Sipahi Ağa...Ben buna, iznin olursa “İttihatçı aklı” diyorum!..Halil Paşa elini kaldırdı:— Höst bre! İ hatçılığa laf istemem!.. Gerisinikendin düşün bücür hekim! Maksut’a döndü.Şimdi inandım Arapoğlum! Aklınızdan geçenivaktiyle yapsanız iyi imiş!— Ne geçirmişler akıllarından bunlar?.. Kiminlegeçirmişler? Sakın Patriyot’la olmasın?— Allah bunların yüreklerine acımadamlatmasaydı...— Bunları bilmem ama, siz Paşa Dayı, düpedüzalıklık e niz! “Bize değmiyor şimdilik bu yılan. ”dediniz; “Varsın yaşasın biraz. ” dediniz...— Ya Şemsi Paşa’nın öldürüldüğü haberi geldiğizaman?..— Ne olmuş geldiği zaman?.. Avanaklık edip şıkırşıkır oynamışım, fıkır fıkır göbek atmışım, bu mu?
— Değil... Bir de yemin ettindi. Düşün bakalım!— E k. “Subay takımına bundan böyle ölenekadar, hiç söylemeyeceğim!” dedik! Epeyce desöylemedik. Sonunda bak k ki, bazısının paldumkayışlarından başlamasak patlayacağız, birazsadaka verip yemini bozduk!— Cemal Paşa, seni Sinop’tan apar topar geriisteyince böyle demiyordun ama... Luidkumpanyasının Tiryeste vapurunda, sana çamaşırye ş rememişler de, İskoçyalı kocakarının kilotunugetirmişler.— Doğrudur!.. O sıralar, suikastçılardan KavaklıMehmet’i, polis müdür Azmi Bey, Rus vapurundançekip almamış . Herif daha kaçak geziyordu. Buncaadamın içinden bana gelip “Haydi İstanbul’agidiyorsun. ” dedikleri zaman, “Tamam!” dedim,Cemal Paşa, Allah iyilik versin, biraz tez canlıdır.Bak ki, Mustafa kaçmış... Ismarladığı üçayaklardan biri boş kalmış... ‘Hazır ' bunca masrafedilmişken, Doktor Münir’i ge rip asayım, kendiside kurtulsun biz de kurtulalım’ demiş r. ” dedim.Yüzde elli ' hak vermez misin?..
— Yüzde elli ne demek!.. Yüzde yüz... Aslında,olmaması gereken buydu ama, sonunda CemalPaşa’nın neden caydığını ben anlayamadım!.. BizimCemal, idam edeceklerini seçmiş, üç direkleri onagöre ısmarlamış, eline de Doktor Münir’i geçirmiş...Eh... Geriye ne kalıyor? “Alın bunu götürün!”demek mi? Bu kadar la , bu bizim Cemal,esirgemeyecek ama... Bilmem ne oldu? “KarardaKavaklı Mustafa yazılı efendim. ” demişlerdirherhalde... “Berikinin adı tutmuyor. ” demişlerdir.Evet, böyle dediler yüzde yüz... Dediler de haltettiler...Doktor Münir bu söze çok şaşmış gibi gözleriniaçtı:— İçinizde okuma yazma bilen vardır da öyle mi?Mustafa’yı Münir’den ayırt edebilecek kadarokuma bilen...Halil Paşa ar k Doktor Münir’e karşılık vermedi.Cemil’den günlük haberleri sordu. Reşit Bey’inkendisini öldürmek zorunda kaldığını öğrenince çoküzüldü. Bunu pek umursamayan Doktor Münir’se,Patriyot’un tehlikede oluşuna telaşlanmış .
Cemil’in sözünü yarıda kesti:— Uzatma Cemil... Anladım, hemen alıp gelinPatriyot’u... Halil Paşa’ya döndü, yap ğı olupbi nin farkında değilmiş gibi, sakin sordu. Birsakınca yok sizce değil mi?— Yok hayır... Yalnız bir şey soracağım... NedenReşit Bey’i kabul etmedin? Ka r gibidirenmeseydin, belki ölmezdi zavallı Reşit...— Yap ğı işlerle doktorluğu bağdaş ramadımbaşından beri Paşa Dayı... Hangi sebeple olursaolsun kıyıcılığı sevmemişimdir, çocukluğumdan buyana...— Maşallah... Patriyot kıyıcı değil mi?— Patriyot gibiler başkadır cancazım... Reşit Beygibilere nasıl acınmazsa, Patriyot gibilere deacımamak olmaz.Cemil’le Maksut istasyona kadar pek azkonuştular.Maksut insan sarraflığının rezil olmasınıkabullenemiyor, somurtkanlığını üstünden bir türlü
atamıyordu.Tren kalkınca bir iki kere içini çek , çıkışır gibisordu:— Patriyot’a saklanacak yer bulduk diyelim...Karı n’olacak?— Karısız olsa?.. Gidip alsam, arabaya a pgetirsem?..— Dinle oğlum! Biz bunun enini boyunu,girdisini, çık sını çok düşündük. Kadınsız olmuyor.Şundan olmuyor ki, peçesini açıp bakmayakalkarlarsa altından hanım çıkması şart... Peşe açılıpPatriyot’un bıyıkları görülürse, namusuna saldırmışgibi sen a lıp ortalığı nasıl gürültüye vereceksin?Ortalığı gürültüye vermezsen Patriyot karışıklıktanfaydalanarak yüz geri edip eve girmeyi nerden vakitbulabilecek? Evi gözetleyen varsa herifin senitanımaması şart... Hanımla berabergörünmeyeceksin. Gözcü bir kişiyse, senitanımıyorsa, hanımla beraber de görmezse, belkiyardımcı çağırmaya kalkmaz! Herifi tepeleryürürsünüz... Yanına katacağım karının akıllı olması
da şart değil! Gürültü koparsa düşüp bayılmasınyeter! Bir de, pek tanınmış mallardan olmamalı kigözcü tarafından bilinip yakalanmasın!— Aferin Arapoğlu... Yahu bunlar, ne planlar?..Halisinden Napolyon Bonapart planları...— Sen alay et bakalım... Uygun karıbulamıyorum! Deli olmak işten değil... Temelinetükürdüğüm İstanbul şehrinde, bunca yılhovardalık et... Bunca kahpenin nazını çek...— Kahpe diyorsun ya...— Diyorsam...— Kahpe demek aranınca bulunmaz demek...Güvenemezsin, hesaba koyamazsın... Sıkı işegelmez kötü kan... Hoş, herifin kahpesi de, başkatürlü değildir ya...— Ne halt edeceğiz?— Meraklanma buluruz!— Buluruz, derken... Yahu, bende umut yokdiyorum!
— Sende yoksa...— “Bende var” demelisin ki...— Eee?— Kendimi pencereden yallah etmeliyim. Neyegüldün pis Cehennem... Gülecek sıra mıdır?— Ben hanımı buldum çoktan...— Buldun mu? Yalana bak!— Buldum, ferah ol!— Kim?— Bizim Neriman...— Sizin Neriman mı? Hay aklına tüküreyimCehennem!..— Neden?— Olmaz Cemil... Şundan olmaz. Sırıtma boşuboşuna... Sen gelmeden Neriman’ı ben dedüşündüm ama...— Aması?
— Bir ha adan beri bizim polis, İngiliz Fransızpolisiyle beraber çalışıyor. Kötüsü gelir, sizi ArapyanHanı’na götürürler. Kız korkar! Korkmasa bilekaranlık basmadan kurtarıp eve ye ş remezsek,Selimanım teyzem bizi bitirir!— Sanmam! Bugünden sonra Neriman’aSelimanım teyzen pek karışmasa gerek...— Saçmalama... Bugün kıyamet mi koptu ki...— Eh kıyamet sayılır! Senin haberin yok sahi...Biz bugün Neriman’la nişanladık gibi...— “Nişanladık gibi” ne demek?— “Nişanlandık” demek... Bir herif nişanlandığıgün, bir iş için, yanına bir hanım almak zorundaysaen uygunu nişanlısıdır. Neriman’ı alır giderim!Ömer abisine nişanlanma müjdesini vermeyegitmenin suç sayılabileceğini aklı almayacağındanbaşımıza ne gelirse gelsin Neriman korkmaz. Belkibiraz şaşırır! Teyzeme de, “Ne yapalım? Ömeroğlunu görmeye gi k . Nişanlandığımızınmüjdesini verecek k! Yakalayacakları sırayarastlamışız!” Evet! En uygunu Neriman’dır
Arapoğlu!— Kötüsü gelirse... Kötüsü gelirse diyorum...Selimanım teyze...Haydarpaşa’ya kadar çekiştiler.Haydarpaşa’da Maksut son umutla karakolatelefon edip Faruk’la görüştü. Bekleme yerinesura ndan düşen bin parça geldi. Dünyadaki bütünpezevenklere, orospulara sövüyordu:Cemil, Arapoğlu’nun boş böğrünü dirseğiyledürttü:— Boşuna debelenme... Arabayı bir saate kadarçeksinler yan sokağa... Gerisine karışmasınlar. Verbakayım Patriyot’un adresini... Ben Üsküdar’dangeçeceğim karşıya...— Tamam, Üsküdar’dan geçmek daha iyi...Birden kendini topladı, sevindiğine utandı. Olur mubacanak?.. Böyle bir iş, bizim kıza mı düşmeliydiyahu?— Haydi uzatma... Ver adresi... Al bendenPatriyot’u sağ esen...
— Öyleyse... Hay Allah... Biz maskara olduk ki,sorma gitsin bacanak... Dinle, yaz... Adresi verirkenüstünden sıkın yı atmış, her zamanki umursamaz,İyimser Dayı Maksut oluvermiş . Tamam mı? Saatkaç şimdi? Üçe geliyor! Tam dör e... Arabanöbe e... . Atları doru... Fayton... Kupabulamamışlar teresler... “Müşterin var mı?”diyeceksin. “Doktor bekliyorum” derseanlayacaksın ki araba senin...— Aferin Arapoğlu... Hayır, aferini geri aldım,bunlar Arap ı olamaz.— Başlarım haaa...— Sen başlayadur... Ben gidiyorum.— Dur herif!.. Hay Allah müstahakını versin!Dediklerimi inlemeden nereye? Önce Nerimandışarı çıkacak evden... Dosdoğru yürüyecek... Biraztelaşlı davransın, iki yanına baksın... (Gözcü varsakarşı evlerden birindedir. Patriyot kocakarıyeldirmesi giyecek... Dur yahu!.. Bugün benim“dur” demekten anam ağladı, dur da birkucaklaşalım ağız tadıyla Cehennem Yüzbaşı! 'Kıza
selam söyle! “Sevindi Arap Abin” deyiver!.Cemil eve döndüğü zaman saat dörde geliyordu.f Yolda düşünmüş, Patriyot işini bi rinceye kadar,Hoca Yahya Efendi’yle konuştuklarını teyzesinesöylememeyi uygun bulmuştu.Kapıyı açınca Selimanım “Ooo! Buyrun damatbey!” deyince neye uğradığını şaşırdı:— Damat bey mi? Kim o?— Vay beyim... Bir de soruyor; Hoca YahyaEfendi biraz önce gi . Kız tara sura nı kızdırıp,beyefendiye “Bizi al” demese... “Bu iş daha yıllaryılı...— Aman teyzeciğim...Cemil, sevinçle Selimanım’ın boynuna sarıldı: ı —Beni utandırmayın!.. Ne avanak olduğumu bilmezmisi niz? Ben kendimi Neriman’a...— Denk görmedin değil mi? Bak burası doğru,ama kime anla rsın? Ben kızımı akıllı bilirdim,meğerse benden de alıkmış... Yahya Efendi’ninge rdiği müjdeyi duyunca tu urduğu ağlamayı
görmeliydiniz!.. Bırak diyorum! Ben böylesulusepken teşekkürlerden bir şey anlamam!..Bırak sırnaşıklığı... “Sevinç ağlaması!.. Sevinçağlaması” derlerdi de “Nasıl şey?” derdim. Pekcıvıkmış... Al da hayrını gör!..— Sağ ol teyzeciğim!.. Nerde?— Bilmem! Kapı çalınınca rladı kaç . Böylekaçmalar, daha kolay yakalanmak içinmiş... Biryerde okumuştum. Dene bakalım! Bu da doğruysa,ben artık bütün saçma sözlere inanacağım!..Cemil mu ağa bak , gürültü etmemeyeçalışarak yukarı çıktı.Neriman’ın kapısı aralıktı. İtti. Yavaşça seslendi:— Neredesin?..Neriman boynuna atıldı:— Bir utandım ki... Yahya Efendi, “peki”dedirtmeden bırakmadı yakamı... “İlle bugünöğrenin niye ni. ” diye tu urmuşsun! Nereden es aklına?..
— Es ... Bak m, sana kalsa, daha çoksürüneceğiz...— Annem sevindi inanır mısın? Çok sevindi.— Enver?— Daha söylemedik... Annem konuşacak...Utanıyorum ben... Saraylanım’ın yüzüne nasılbakacağım?.. Çok yaşa... İyi e n de uzatmadın...Elleri Cemil’in omuzlarında, çekilip bak . Çok yaşaCehennem Yüzbaşı... Arslanım...— Ağlamışsın ama... “Böyle bir herife düşecekkadın mıydım ben” diye saçlarını yolmuşsun!— Sevincimden... Şaş m da biraz... Ne değiş sanki?.. Ne değişecek?..Cemil gözlerini kırpıştırarak bir an düşündü:— Bilmem... Kendisine çek . Gel bakalım, şimdianlarız. Öptü. Ooooh... Çok şey değişmiş... Balgibisin...— Bırak... Soyun hadi... Çıkar paltonu da inaşağı... Vallaha ayıp annemden... Paltoyu gözden
geçirdi. Kötü bir şey alırsın diye korkmuştum... İyi...Kalın... Hadi çıkar...— Çıkarmam... Sokağa gidiyoruz!— Sokağa mı? Niçin?— Ömer ağabeyin istemiş... Hastaymış biraz...“Neriman’ı al, sın da gelsin. ” demiş.— Bu havada nasıl gidilir? Aksaray’daoturuyordu değil mi?— Hayır! Şimdi Osmanbey’de oturuyor. Birarabayla gider, bir arabayla geliriz. Hemen çarşaflarıki geç kalmayalım.— Ben gitmesem olmaz mı Cemil abi? Bengitmeyeyim bu gün... Vallah çok yorgunum...Neymiş hastalığı?..— Bilmem... Olmaz gitmemek... Kırk yılda birçağırmış... Biliyorsun, dünya yüzünde hiç kimsesiyok... Giyin hadi... Çabuk ol da geç kalmayalım!..— Çabuk olamam ki. Saçım başımkarmakarışık...
— Aldırma! Kim görecek? Yabancı yer mi? “İki elikanda olsa kızı alıp gelsin. ” demiş... Üsteler miydimyoksa? Hadi!..— Anneme söylediniz mi?— Hayır! Giderken söyleriz.— Peki... Çıkın da giyineyim!— Çıkmasam...— Olmaz, hayır! Çıkın hadi... Vallah annem bizitefe koyar!Cemil çık . Sofa peceresinin önünde durup bircigara yaktı.Dışarda uçuşan karların ötesinde, karmakarışık,bir tahta evler yığını, köklerinden sökülüpsavrulmamak için sanki, rnaklarını yere geçirmiş,direnmeye çalışıyordu.Bu umutsuz direnmeye bakıp dururken, dağtoplarının a ş kursu için iki ay kaldığı Almanya’nınbir küçük kasabasını hatırladı.Tepedeki şatoya sır nı veren kasabanın sivri
damlı, taş evleri ortaçağlarda pazaryeri olan küçükmeydanı sımsıkı çevirmişti.Evlerin yüzlerinde, içeriye doğru oyulmuşken,gene de mermer direklere oturtulmuş küçük küçükbalkonlar, ışık almak için değil, dıştan demirkepenkler, içten kalın perdelerle örtülmek içinaçılmışa benzeyen dar-uzun, mazgalımsı, sırapencereler vardı.Bu evler, bütün kazandıklarının torunlarındantorunlarına kalacağını yüzde yüz uman, bu güvenleövündüklerini saklamayan güçlü insanların,temelleri hiçbir r nayla sökülemez saydıklarısığmaklardı.Bunlardan birinde bir akşam yemeği yemiş .Zaman sanki buradan eski p yıpratarak ölümedoğru geçmiyor, eşyaların renklerini, çizgilerini, hergün birbirine biraz daha alış rıp ömürleriyleberaber değerlerini de ar rmak için, üstlerine sinipyerleş riyordu. Yaldızları tunca dönmüş duvarkağıtlarında, yüz yıllık piyanoda, yerdeki eski halıyladuvardaki kalın çerçeveli resimde, meşeden oymayemek masasıyla boyaları çatlamış İslav ikonunda,
bırakıp gidenlerden ölüm acısı değil, kazanıpgetirmenin yaşama sevinci kalmıştı.Bir sağnak, karları karmakarışık savurdu, karşıdagörünenleri tuz buz edecek gibi salladı. Tepede liseolarak kullanılan eski konak, nerdeyse yığılıp peltegibi yayılacak . Bu duygu ahşap gövdesinin hantalgevşekliğinden geliyordu. Yokuşun ortasında,dereye kaymamak için, penceresiz duvarlarınıçamura var gücüyle gömmüş mandıra... Çukurda,yapraksız ağaçlar... Islak taş yığınları... Derisiyüzülmüş kadar çıplak fulya tarlası... Evet, budünyada her şey, sanki çok korkunç birer suçişliyorlarmış gibi, birbirlerinden gizleyerek, baharıtutmaya, bahara kadar ufalanıp dağılmamaya,çabalıyordu.Cemil, ömründe ilk defa, doğar doğmazölmemek için araçsız boğuşmanın sersemleş ricigüvensizliğiyle güvenli yaşamayı hak etmiş olmanınonurlu rahatlığı arasındaki farkı sezdi.İçerde Neriman, biraz sonra belki de çok büyükbir tehlikeye a lacağından habersiz gülümseyerekçarşaflanıyor, Patriyot abisine nişanlılık müjdesi
götüreceği için seviniyordu.Dün denecek kadar yakın bir zamanın en ünlühürriyet kahramanlarından Patriyot Abi de, kaçgündür kıs rılmış bir adamdı. Çıplak tabancasıönünde, sokaktaki en küçük seslere kulak vererekyardım bekliyordu.Baskında bi şik Rum evine sığınmış . Nasılsıkılmış r, kim ' bilir? Böyle işlerden ne kadariğrenirdi! Nasıl söz bulamamış r. Nasılgülümsemeye çalışmış r şaşkın şaşkın... Dövüşkenerkek onuru, nasıl kırılmıştır?Önce yan odayı, sonra aşağıyı dinledi. “NiçinNeriman’ı götürmek, bizi Arapoğlu kadarürkütmedi?” Bir zaman karmakarışık _ düşündü.Acaba gözlerinin önünde sallanan şu bulanıkdünyaya karşı, bütün güvenini kaybe ğinden mi?Burada kızı tek başına bırakmaktansa, Yanına alıptehlikeye atılmak bile daha mı sağlam?— Oldu mu baksanıza?.. Elime ilk geçenlerigiydim. Şemsiyemi arıyorum deminden beri...Aylardır çık ğım yok... Neyi nereye koyduğumu
unutmuşum!Neriman, yakınıyordu, somurtmaya çalışıyorduama, gözlerinde sevinç pırıl sı, ağzının ucunda kızçocuklarının çok bilmiş gülümsemesi vardı.Şemsiyesini duvara dayadı, aynaya bakarakeldivenini giymeye başladı.Cemil yaklaşıp arkasında durdu:— Kız bu ne güzellik! Sesini boğukluğunuyadırgayarak bir an sustu. Soluğum kesildi.Neriman bir şeyler daha söylemesini birazbekledi. Sonra birden dönüp boynuna sarıldı.Gözlerini hafifçe yumarak ağzını ağzına yaklaş rdı.Yıllardır kocasının yolunu gözlemiş istekli bir kadınıniştahıyla Cemil’i, soluğu kesilinceye kadar öptü.* * *Yokuşu, şemsiyenin al nda, birbirlerininsıcaklığına sokularak indiler.Cemil, nişanlısıyla çık ğı ilk gezmenin nasıl birgezme olduğunu düşünerek gülümsemeyeçalışıyordu.
— Annem, şaşırdı, ben “Sokak” deyince... Hakkıvarmış. Botlarım çamur içinde kaldı. Bu havadakovulan çıkmaz... Çok mu hasta acaba.— Sanmam...— Neden tutturdu öyleyse?— Bilmem!..— Hiçbir şey açmayın olur mu? Bizimle eğlenir!— Hayır! Sevinir çok...— Sevinir evet... Ömer Abim eğlenmez ama,Maksut Abi eğlenir mutlaka...— Biz de onunla eğleniriz! “Yiğitsen hadi nişanlanda görelim. ” deriz...Tramvay caddesindeki araba durağında, saçağınal na çekilmiş bir tek araba vardı. Cemil iki Yanınabakınırken, arabacı kahveden çıktı.— Osmanbey’e gideceğiz!— Buyrun!Böyle yağışlı günlerde yolcuları savruntulardan
koruyan muşamba örtünün al na girip birbirlerineiyice sokuldular:— Açsana peçeni...— İyi böyle...Cemil, “Nereye, niçin gidildiğini söylemeninsırasıdır” diye düşünmüş, peçeyi açmasını,sözlerinin etkisini gözlerinde görmek için istemiş .Üstelemedi.Arabacı, kaygan yokuşu, duraklamadançıkabilmek için, kır bacını şaklatarak hayvanlarıapansız haydayınca, Neriman ürkek Cemil’inkoluna girdi.Hayvanlar, sırtlarını yassılandırarak zorla yorlar,nallarım, çarpışan kılıç sesleriyle kaldırandaşakırdatıyorlardı.Cemil, sağ dirseğiyle belindeki tabancanınkatılığını aradı. Elini, Neriman’ın eli üstüne koydu.Arabadan Osmanbey’de indiler. Cemil ikinci defasaatine baktı.
— Neden kapıya kadar gitmedik Cemil abi?..Sokağa araba girmiyor mu?— Simdi beni dinle ruhum... Önce şu kağıdı al!— Nedir? Ne olacak?— Gideceğin evin numarasıyla içinde oturanınadı yazılı...— Gideceğim ev mi? Siz gelmiyor musunuz?— Duraklama! Hem yürü, hem dinle!— Siz benimle beraber gelmeyecek misiniz?Ömer Abi yok mu orada?..— Orada... Yok olur mu? Ben de berabergeleceğim ama, içeri girmeyeceğim!— Neden?— Çünkü... Biz aslında, içeri girip oturmayacağız!Ömer ağabeyini alıp gideceğiz!— Ne demek?.. Hani hastaydı Ömer abi... Durunanladım!— Anladınsa... Tamam! Şimdi dinle beni... Al şu
kağıdı... Evin numarasıyla soracağın ad yazılı...Neriman kağıdı aldı, dikkatle bak ktan sonra geriverdi:— Peki! Kağıt istemez! Unutmam! 8 numaradaAvusturyalı kadın terzisi Madam Lili... Bildim.Gazetelerde ilanları basılırdı eskiden...— Hay çok yaşa! Evet, o Madam Lili...— Ömer abim Madam Lili’nin yanında mı?— Hayır! Madam Lili mütarekeden biraz öncememleke ne gitmiş... Sen kapıyı çalacaksın! Yaşlıbir Rum kadını açacak! “Kimi is yorsunuz?” diyesoracak. “Terzi Madam Lili’yi... ” diyeceksin! “Yokburada... Memleke ne gi ... ” diyecek, “Vah vah!Ben taaa cehennemin dibinden geldim!”diyeceksin! “Buyrun biraz dinlenin!” diyecek!Gireceksin! Buraya kadarı hiç önemli değil... Birazsonra dışarıya çıkacaksın ya...— Evet!— Sorulursa, “Madam Lili’ye gelinlik dik rmekiçin geldim!” diyeceksin!
— Kim soracak?..— Kimsenin soracağı yok!.. Olur ki, biri sorar,diye söyledim.— Evet!— Evden çıkınca arabaya doğru yürü...— Hangi arabaya?— Birazdan göreceksin!— Siz beni arabada mı bekleyeceksiniz?— Hayır sokağın başında...— Neden?..— İşte böyle...— Ömer abime bir şey mi söyleyeceğim?— Hayır! O da senin arkandan çıkacak... Dahadoğrusu, beraber çıkacak ama kadın kılığında...— Anladım!— Ne anladın bakalım!— Ömer abimi kaçıracağız!
— Kaçırmak da neymiş? Bir evden alıp başka bireve götüreceğiz! Korkmazsın ya?..— Hayır!— Korkma! Korkacak bir şey yok! Ben senin onadım arkanda olacağım! Bekleyen arabanınsürücüsü yabancı değil... Biner oturursun! Sürergiderse telaşlanma sakın!— Siz?— Biz de beraber... “Biz ye şemezsek,telaşlanma!” demek istedim!— Siz yetişemezseniz olmaz!Neriman birden duraklamıştı. Sesi titriyordu.— Hani korkmayacak n? Biz de geleceğiz.Aslında biz de seninle beraberiz. Ama olur ki bizimbir başka arabaya binmemiz gerekir.— Bu havada başka araba nerde bulacaksınız?— Aşağı sokakta ikinci araba bekliyor! Bizdearaba çok... Araba kıyamet gibi... “Kötüsü gelirse...” diyorum, “Araba bizi beklemeden yürüyüverirse
Search
Read the Text Version
- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- 8
- 9
- 10
- 11
- 12
- 13
- 14
- 15
- 16
- 17
- 18
- 19
- 20
- 21
- 22
- 23
- 24
- 25
- 26
- 27
- 28
- 29
- 30
- 31
- 32
- 33
- 34
- 35
- 36
- 37
- 38
- 39
- 40
- 41
- 42
- 43
- 44
- 45
- 46
- 47
- 48
- 49
- 50
- 51
- 52
- 53
- 54
- 55
- 56
- 57
- 58
- 59
- 60
- 61
- 62
- 63
- 64
- 65
- 66
- 67
- 68
- 69
- 70
- 71
- 72
- 73
- 74
- 75
- 76
- 77
- 78
- 79
- 80
- 81
- 82
- 83
- 84
- 85
- 86
- 87
- 88
- 89
- 90
- 91
- 92
- 93
- 94
- 95
- 96
- 97
- 98
- 99
- 100
- 101
- 102
- 103
- 104
- 105
- 106
- 107
- 108
- 109
- 110
- 111
- 112
- 113
- 114
- 115
- 116
- 117
- 118
- 119
- 120
- 121
- 122
- 123
- 124
- 125
- 126
- 127
- 128
- 129
- 130
- 131
- 132
- 133
- 134
- 135
- 136
- 137
- 138
- 139
- 140
- 141
- 142
- 143
- 144
- 145
- 146
- 147
- 148
- 149
- 150
- 151
- 152
- 153
- 154
- 155
- 156
- 157
- 158
- 159
- 160
- 161
- 162
- 163
- 164
- 165
- 166
- 167
- 168
- 169
- 170
- 171
- 172
- 173
- 174
- 175
- 176
- 177
- 178
- 179
- 180
- 181
- 182
- 183
- 184
- 185
- 186
- 187
- 188
- 189
- 190
- 191
- 192
- 193
- 194
- 195
- 196
- 197
- 198
- 199
- 200
- 201
- 202
- 203
- 204
- 205
- 206
- 207
- 208
- 209
- 210
- 211
- 212
- 213
- 214
- 215
- 216
- 217
- 218
- 219
- 220
- 221
- 222
- 223
- 224
- 225
- 226
- 227
- 228
- 229
- 230
- 231
- 232
- 233
- 234
- 235
- 236
- 237
- 238
- 239
- 240
- 241
- 242
- 243
- 244
- 245
- 246
- 247
- 248
- 249
- 250
- 251
- 252
- 253
- 254
- 255
- 256
- 257
- 258
- 259
- 260
- 261
- 262
- 263
- 264
- 265
- 266
- 267
- 268
- 269
- 270
- 271
- 272
- 273
- 274
- 275
- 276
- 277
- 278
- 279
- 280
- 281
- 282
- 283
- 284
- 285
- 286
- 287
- 288
- 289
- 290
- 291
- 292
- 293
- 294
- 295
- 296
- 297
- 298
- 299
- 300
- 301
- 302
- 303
- 304
- 305
- 306
- 307
- 308
- 309
- 310
- 311
- 312
- 313
- 314
- 315
- 316
- 317
- 318
- 319
- 320
- 321
- 322
- 323
- 324
- 325
- 326
- 327
- 328
- 329
- 330
- 331
- 332
- 333
- 334
- 335
- 336
- 337
- 338
- 339
- 340
- 341
- 342
- 343
- 344
- 345
- 346
- 347
- 348
- 349
- 350
- 351
- 352
- 353
- 354
- 355
- 356
- 357
- 358
- 359
- 360
- 361
- 362
- 363
- 364
- 365
- 366
- 367
- 368
- 369
- 370
- 371
- 372
- 373
- 374
- 375
- 376
- 377
- 378
- 379
- 380
- 381
- 382
- 383
- 384
- 385
- 386
- 387
- 388
- 389
- 390
- 391
- 392
- 393
- 394
- 395
- 396
- 397
- 398
- 399
- 400
- 401
- 402
- 403
- 404
- 405
- 406
- 407
- 408
- 409
- 410
- 411
- 412
- 413
- 414
- 415
- 416
- 417
- 418
- 419
- 420
- 421
- 422
- 423
- 424
- 425
- 426
- 427
- 428
- 429
- 430
- 431
- 432
- 433
- 434
- 435
- 436
- 437
- 438
- 439
- 440
- 441
- 442
- 443
- 444
- 445
- 446
- 447
- 448
- 449
- 450
- 451
- 452
- 453
- 454
- 455
- 456
- 457
- 458
- 459
- 460
- 461
- 462
- 463
- 464
- 465
- 466
- 467
- 468
- 469
- 470
- 471
- 472
- 473
- 474
- 475
- 476
- 477
- 478
- 479
- 480
- 481
- 482
- 483
- 484
- 485
- 486
- 487
- 488
- 489
- 490
- 491
- 492
- 493
- 494
- 495
- 496
- 497
- 498
- 499
- 500
- 501
- 502
- 503
- 504
- 505
- 506
- 507
- 508
- 509
- 510
- 511
- 512
- 513
- 514
- 515
- 516
- 517
- 518
- 519
- 520
- 521
- 522
- 523
- 524
- 525
- 526
- 527
- 528
- 529
- 530
- 531
- 532
- 533
- 534
- 535
- 536
- 537
- 538
- 539
- 540
- 541
- 542
- 543
- 544
- 545
- 546
- 547
- 548
- 549
- 550
- 551
- 552
- 553
- 554
- 555
- 556
- 557
- 558
- 559
- 560
- 561
- 562
- 563
- 564
- 565
- 566
- 567
- 568
- 569
- 570
- 571
- 572
- 573
- 574
- 575
- 576
- 577
- 578
- 579
- 580
- 581
- 582
- 583
- 584
- 585
- 586
- 587
- 588
- 589
- 590
- 591
- 592
- 593
- 594
- 595
- 596
- 597
- 598
- 599
- 600
- 601
- 602
- 603
- 604
- 605
- 606
- 607
- 608
- 609
- 610
- 611
- 612
- 613
- 614
- 615
- 616
- 617
- 618
- 619
- 620
- 621
- 622
- 623
- 624
- 625
- 626
- 627
- 628
- 629
- 630
- 631
- 632
- 633
- 634
- 635
- 636
- 637
- 638
- 639
- 640
- 641
- 642
- 643
- 644
- 645
- 646
- 647
- 648
- 649
- 650
- 651
- 652
- 653
- 654
- 655
- 656
- 657
- 658
- 659
- 660
- 661
- 662
- 663
- 664
- 665
- 666
- 667
- 668
- 669
- 670
- 671
- 672
- 673
- 674
- 675
- 676
- 677
- 678
- 679
- 680
- 681
- 682
- 683
- 684
- 685
- 686
- 687
- 688
- 689
- 690
- 691
- 692
- 693
- 694
- 695
- 696
- 697
- 698
- 699
- 700
- 701
- 702
- 703
- 704
- 705
- 706
- 707
- 708
- 709
- 710
- 711
- 712
- 713
- 714
- 715
- 716
- 717
- 718
- 719
- 720
- 721
- 722
- 723
- 724
- 725
- 726
- 727
- 728
- 729
- 730
- 731
- 732
- 733
- 734
- 735
- 736
- 737
- 738
- 739
- 740
- 741
- 742
- 743
- 744
- 745
- 746
- 747
- 748
- 749
- 750
- 751
- 752
- 753
- 754
- 755
- 756
- 757
- 758
- 759
- 760
- 761
- 762
- 763
- 764
- 765
- 766
- 767
- 768
- 769
- 770
- 771
- 772
- 773
- 774
- 775
- 776
- 777
- 778
- 779
- 780
- 781
- 782
- 783
- 784
- 785
- 786
- 787
- 788
- 789
- 790
- 791
- 792
- 793
- 794
- 795
- 796
- 797
- 798
- 799
- 800
- 801
- 802
- 803
- 804
- 805
- 806
- 807
- 808
- 809
- 810
- 811
- 812
- 813
- 814
- 815
- 816
- 817
- 818
- 819
- 820
- 821
- 822
- 823
- 824
- 825
- 826
- 827
- 828
- 829
- 830
- 831
- 832
- 833
- 834
- 835
- 836
- 837
- 838
- 839
- 840
- 841
- 842
- 843
- 844
- 845
- 846
- 847
- 848
- 849
- 850
- 851
- 852
- 853
- 854
- 855
- 856
- 857
- 858
- 859
- 860
- 861
- 862
- 863
- 864
- 865
- 866
- 867
- 868
- 869
- 870
- 871
- 872
- 873
- 874
- 875
- 876
- 877
- 878
- 879
- 880
- 881
- 882
- 883
- 884
- 885
- 886
- 887
- 888
- 889
- 890
- 891
- 892
- 893
- 894
- 895
- 896
- 897
- 898
- 899
- 900
- 901
- 902
- 903
- 904
- 905
- 906
- 907
- 908
- 909
- 910
- 911
- 912
- 913
- 914
- 915
- 916
- 917
- 918
- 919
- 920
- 921
- 922
- 923
- 924
- 925
- 926
- 927
- 928
- 929
- 930
- 931
- 932
- 933
- 934
- 935
- 936
- 937
- 938
- 939
- 940
- 941
- 942
- 943
- 944
- 945
- 946
- 947
- 948
- 949
- 950
- 951
- 1 - 50
- 51 - 100
- 101 - 150
- 151 - 200
- 201 - 250
- 251 - 300
- 301 - 350
- 351 - 400
- 401 - 450
- 451 - 500
- 501 - 550
- 551 - 600
- 601 - 650
- 651 - 700
- 701 - 750
- 751 - 800
- 801 - 850
- 851 - 900
- 901 - 950
- 951 - 951
Pages: