Important Announcement
PubHTML5 Scheduled Server Maintenance on (GMT) Sunday, June 26th, 2:00 am - 8:00 am.
PubHTML5 site will be inoperative during the times indicated!

Home Explore Yorgun Savaşçı-Kemal TAHİR

Yorgun Savaşçı-Kemal TAHİR

Published by eminyukseloglukaihl, 2019-10-20 03:23:00

Description: Yorgun Savaşçı-Kemal TAHİR

Search

Read the Text Version

koşa geliyordu.— Basıldık mı, Körağa?— Basılma yok! Kör Şaban’ın solukları ciğerlerinesığmıyordu. Çete geliyormuş binbaşım...— Ulan kimin çetesi?— Bizim çetemizmiş... “Başında ünlü Kız Efe’ylegelmektedir bu çete... ” dediler.—Oğlum senin aklın fikrin kızda kanda... Kız Efene demek?— Ben de bura adamının yalancısıyım binbaşım“Kız Efe” dediler.Silah sesleri gi kçe yaklaşıyordu. Gelenler aradabir, kurşun sıkmayı bırakıp uğultulu bir sesle tekbirgetiriyorlardı.Halit Paşa, köyün üst başındaki harman yerinebakarak anlatı:— Belenyeniceli gelmekte komutan bey!.. Yalandeğil! Önlerine Kız Efe’yi almışlar.

— Gerçekten mi kız? Yoksa erkek de, lâkabı mıöyle?— Gerçekten... “Kız” dedimse kızoğlan kızsanmayın!.. Kocası askerde ölünce, dul kaldı dabayramlarda düğünlerde ata binip alayın başınageçer oldu. Kocasının ardından aklının çatladığıanlaşıldığından millet efelenmesinin kusurunabakmamakta... Evet! Öndeki omuzu bayraklı,Belenyenice’nin Kız Efe’si...Kız Efe’nin omzunda taşıdığı bayrağın, yarısı ak,yarısı kırmızıydı. Üstüne sırmayla Arapça yazılarişlenmişti. Sopasının ucunda sandan ay yıldız, bu ayyıldıza bağlanmış yeşil kurdeleler vardı. Kız Efe,belindeki meşin silahlığa sokulmuş kocaman palabıçağıyla, başındaki fese sarıp sol omzunasallandırdığı oyasıyla, sırmalı cepkeni, dizlerinidışarıda bırakan efe çakşırıyla bayraktarlığıkendisine yakıştırmıştı.Arkasındaki atlıların silahları yeni, çaprazfişeklileri mermilerle doluydu. Çeşitli silahlarınıomuzlarında taşıyan yayalar da kabadayı, sağlam,çeviktiler.

Bayraktar, caminin önünde durunca, ikişer üçergelip şuraya buraya konanlar, tüfekleriyle koştular.Halit Pâşa’nın çağrısıyla daha şimdiden iki yüzeyakın silahlı toplanmış . Bu başlangıç subaylarınumutlarını büsbütün arttırdı.Bekir Sami Bey, gözlerini kısarak bakıyor,başıbozuk kalabalığının savaş gücünü kes rmeyeçalışıyordu.Halit Paşa’nın kibirlendiği kaşlarınınçatılmasından belliydi.— Atlımız bu kadar mı paşam?— Bu kadar olur mu komutan bey?.. Biz uyurkengelenlerin, en az, yarısı atlı... Baksanıza dereboyuna...Dere boyundaki söğütlerin gölgesinde başlarınatorbalara takılmış otuz otuz beş hayvanduruyordu.Cemil, Selahattin’in koluna dirseğiyle dokundu:— Elli, altmış al şimdiden bulduk. Ne dersin,bunları alıp Manisa’yı tutalım mı?

— Sahi! Ne duruyoruz! Arkadan gelenler, parçaparça yetişsinler. Dur, komutana söyleyeyim!Bekir Sami Bey’in arkasına geç omzu üzerindenkulağına fısıldadı.— Evet... Uygunu bu... Halit Paşa’ylagörüşeceğim! Faruk Efendi bunları alıp hemen yolaçıksın!Kalabalık, Kız Efe’nin el sallamasıyla bir türkütu urmuştu. Türkü, Sivastopol savaşındankalmaydı. Türküdeki Ömer Paşa adı, Halit Paşa’yladeğiş rilmiş . Halit Paşa’dan düşmana saldırmakemri isteniyor, bu emri vermezse kendilerini denizedökmesi yalvarılıyordu.Kumkuyucak’ın kocakarıları ağlaşmayabaşlamışlardı bile.Eldeki atlıların mavzerlileri seçildi, seksen üçkişilik ilk müfreze Teğmen Faruk’un komutasındaManisa’ya doğru hemen yola çıkarıldı. TeğmenFaruk yolda rastladığı mavzerli atlıları da yanınaalarak Manisa’ya gücü ye ği kadar çabukye şecek, arkadan gelecekleri beklemeden

silahlarla cephanelerin yükleme işine hemengirişecekti.İlk müfrezenin yola çıkarılmasındaki kolaylıkBekir Sami Bey’le arkadaşları kadar Halit Paşa’yı daaldatmıştı.Dört yandan gelen yayalara atlılar, köyünmeydanını iyice doldurup dere boyuna yayılınca,hiç kes rilemeyen çeşitli zorluklar baş gösterdi.Kimse köylüsünden ayrılmak istemiyor, TeğmenFaruk müfrezesinin arkasından yola koyulacak olanatlılar bir türlü takımlara bölünemiyordu. Atlılardabaşlayan köylüsünden ayrılmamakmadı, birazsonra yayalara da sıçramış, ortalığı büsbütünkarış rmış . Ar k hiç kimse söz dinlemiyor, herkeskoyun sürüsü içgüdüsüyle burada toplanıp şurdaçil yavrusu gibi dağılıyordu. Her kafadan bir sesçıkmaya başlamış, telaşlı çagrışlardan başka bir şeyduyulmaz olmuştu. Hemen hepsi yıllarca sürenaskerlikten yeni dönmüş oldukları halde şimdiömürlerinde talim terbiye görmemişebenziyorlardı.Bağırmaktan sesi kısılıp şurdan şuraya koşarak

didinmekten gücü tükenen Selaha n ikindiyedoğru, bolca sulfato yutup yattı.Cemil, Akhisar’dan ge rdikleri arabacının geceyekalmadan dönmek istemesi üzerine tüfekleri,askerlik e klerini ispatlayanlara dağıtmak zorundakalmış, bir sandığını kendilerine bırakıp geri kalanmermileri bölüştürmüştü. Ağızdan dolma kuburlagelenler bedavadan tüfeğe, cephaneye kavuşuncasevindiler ama, bu sevinçleri çok sürmedi.Durumun özelliğinden umutlanmışlar, çok dahaönemli kazançlar elde edebileceklerini sanmışlardı.Komutan paşalardan, birer de binek is yorlardı.Açıkça ileri sürdükleri gerekçe hepsinin askerlikleriniatlı yapmış olmalarıydı. Kendilerinden yararlanmakdüşünülüyorsa iyi kötü birer hayvan şar .Muhtarın dediğine bakılırsa, bazı istemezlerköylünün arasına girmişler, “Atsız matsız nereye,hey şaşkınlar! Kötüsü gelip atlılar savuşunca yayayapıldak n’olur, bakalım?.. ” diye yüreklere korkudüşürmüşlerdi. Biraz önce, ellerine silah cephanegeçirdiklerine sevinenlerden çoğu, “At olmayıncabize silah hiç gerekmez! Alsınlar bunları gerisin geri”

diyorlardı.Bekir Sami Bey, kendilerine Manisa’da atverileceğini resmen bildirdiği halde söz geçiremedi,Halit Paşa’nın bağırıp çağırması da hiçbir işeyaramadı. Paşadan çekindikleri için o görününce,hemen dağılıyorlar, gönderdiği yaşlılara “Atsız olurmu emmi? Atsız haaa?” karşılığını veriyorlardı.Biraz sonra atlılarının üstünde bekleyenler de,birer ikişer yere indiler. Bunlar, seferberlikte atlıaskerlik etmiş hemşehrilerine binek vermedikçe,şurdan şuraya gitmemeyi aralarındakararlaştırıvermişlerdi.Cemil bir ara, eline bir sopa alıp bu gürültücükalabalığa girişmeyi düşündü. Böyle bir şeyyapmak, buraya toplanmış bu kadar silahlı adamıelden kaçırmak, daha ilk adımda aptallık etmekolacaktı.Askerlikte çavuşluk etmişleri ayırmaya kalkıncahemen hepsi çavuşluğunu sakladı. Saklamayanlarda hiç kimseye söz geçiremedikten başka,bağrışmaları itişmeler haline getirdiler.

Cemil, komutandan izin alarak, camininönündeki peykenin üstüne çık . Sağ elini havayakaldırarak var gücüyle “Arkadaşlar” diye bağırdı. Biran herkes sustu.— Arkadaşlar!.. Bura nere? Bura efeler ülkesi...Siz hepiniz efe oğlu efelersiniz. Erkekleriniz erkekarslan, kadınlarınız dişi arslan... Daha birkaç saatönce, Kız Efe’yi, tanrı yoluna savaşmaktan güç ileçevirdik!.. Bazı arkadaşlar, bizden hayvan is yorlar.Askerin binek istemesi, düşmana salmak hırsındangelir. Halit Paşa’yla komutan paşa, binekisteyenlerinizin gözlerinden öpüyorlar. Amaarkadaşlar, size bugün düşmanla vuruşmak yok...Manisa’dan çıkarılacak toplarımızı kollamayagidiyorsunuz. Toplar belki de yolu yanladılar? Banasorarsanız, atlılar önden yürüsün! Yayalar kesedentoplara kavuşmaya baksın! Öğleüstü çıkan müfrezeManisa’ya emir götürdü. Yaya gidenlere, toplarakavuşma sırasıyla hayvan verilecek r, arkadaşlar!..Hepiniz askerlik e niz. Top demek, ordununnamusu demek r. Topunu düşmana kap ranaskerin bu dünyada yeri olmadığı gibi, öteki

dünyada da hiç yeri yoktur. İşte siz, işte yol!..Dileyen gider, dilemeyen kalır. Şimdilik düşmanlavuruşmayacağımızdan kalmak isteyenler hiççekinmesinler! Anlaşıldı mı?Biraz bekledi:— Anlaşıldı mı, diyorum?— Anlaşıldı.— Anlaşıldıysa... Gidenlerin yolu açık olsun...Kalanlarda artık patırdı etmesin!Arkadan çekingen bir ses sordu:— Toplara ye şen yaya askerine binek verileceğinerden belli?..Cemil, kaşlarını çatarak sesin sahibini seçmeyeçabaladı:— Sen gidicilerden değilsin arslanım!.. Sesindenbelli! Manisa Atlı Alayı’nın beş yüz seçme hayvanınıkomutan paşa size vermeyecek de kiracılık mıyapacak?..Ön sıradan birkaç kişi yüksek sesle sinirli sinirli

güldü.Cemil, yumruklarını beline koyarak ayaklarınınburnunda yükseldi. Orduya nam salmış gür sesiylekomutayı bastı:— At bin!.. Manisa üstüne ikişerle kol... Arrrşş...Meydan bir anda, dalgalandı. Alaca bulacakalabalık çözüldü.Atlılar hemen atlarına binip çalımlı bir rısla yolaçıktılar.Yayaların bir kısmı, bir zaman atlrların çevresindekoştu, sonra yavaş yavaş geri kaldı.Gitmeyi hiç göze almayanlarla biraz ilerden geridönenler, evlere, dere boyunun söğüt gölgelerinegirip gözden kayboldular.İkindi güneşiyle bakır tepsi gibi parlayan köymeydanında kimse kalmamış, her yana, ölü evisessizliği çökmüştü.Cemil, peykeden atladı, gözlerini kırpış rarakyürüdü. Askeri başına toplayıp konuştuktan sonra,

eskiden beri hep böyle şaşırır, bir zaman, söylediğisözleri nerden bulup çıkardığına dalar, bir sahtecilikyapmış gibi böyle tedirgin olurdu.— Gitmeyen yüreksizlerin içinde, tüfeklerimiziverdiklerimiz var! Gidip toplasak mı binbaşım?— Tüfekleri mi? Neden topluyoruz?— Hem tüfeklerimizi fişeklerimizi aldılar, hem dekahpe karı gibi...— Bırak kalsın Şaban oğlum! Bırak Allahbelalarını versin! Sen bizim cephane sandığına gözkulak ol, yeter!Selaha n’i sıtma nöbe yoklamamış, kmklık,hafif bir terle atlamıştı.Kör Şaban’ın pişirdiği çaya konyak koyan Cemil,arkadaşına sordu:— Nasıldı benim söylev?— Dinledim. Sende iş var arkadaş... Sen bugidişle milletvekili olursun ki, kürsülerin bülbülükesilmecesine...

— Alay et bakalım... Aslında bunlara yapılacak işiben biliyordum ama...— Neymiş?— Meydanı çevireceksin! Künyesini yazdığın buyana geçecek. Giydir elbiseyi... Bak hiç sesi soluğuçıkar mı? Yanılıp hızlı soluyana bas kırbacı... Allahyarattı deme...— Tuttu gene Yedi Sekiz Hacı Haşan Paşalığın...— Hacı Haşan Paşalık değil... Bal gibi savaşzagonu... Silah ister verirsin, cephane ister verirsin!At ister “Vereceğim” dersin! Nerdeyse, sözündeduracağına padişah fermanı arayacak... Benedeceğim duayı biliyorum ama, insanın dilivarmıyor!— Nedir?— Düşmanın içinde kalmalılar da, rezilliğin kaçbucak olduğunu anlamalılar!..— Sen şimdi onu bırak... Bizim Faruk’tan haberçıkmadı.

— Evet... Ben de pirelenmeye başladım. “Zoradüşse haberci salardı. ” diyorum!Selaha n omzundaki asker kaputunundüğmesini çekiştirerek daldı.Akhisar’dan esen akşam rüzgârı sertleşipserinlemiş . Tepeye gene kara bulutlarkümeleniyor, oturdukları yüksekçe harmanyerinden Manisa’ya giden toprak yolualacakaranlığa benzer bir kalın sis örtüyordu.Cemil, çaydan bir yudum aldı. Yüreğine bulutlubahar akşamlarının garipliği çöküyordu.Gidenler gi kten bu yana, köyde hiçbir neşelises, neşeli değil, canlı bir ses duyulmamış .Çobandan gelen mallar bile, avlulara keyifsizgiriyorlar, sinirli kadınlar tara ndan yok yeresopalanıyorlardı.— Toplar, Manisa’dan çıkartılabilecek mi dersin?— Kes remediğimiz bir belaya uğramazsa,Faruk, yüzde yüz, sürer çıkarır. Buna eminim!— Evet... Sıkı tembihledi komutan... Ne gibi

belaya çatar sence?İkisi de susup Teğmen Faruk’un gi ği yolun sisekarıştığı yerde, bir şeyler seçmeye çalıştılar.— Hava serinledi. Üşüyeceksin! Hadi girelim...— Ürperme üşümekten değil!.. Dalmışım...“Topları Faruk alıp geldi” diyelim. Topçularsavuştularsa ne halt ederiz?— Toplar gelsin, gerisi kolay...— Sanmam! Bana sorarsan, asıl gerisi zor...— Yok canım... Geniş bir cephe kurulursa, topçukolay bulunur!Ortalık kararıyor, köy gi kçe karanlığagömülüyordu. Yalnız camide, bir de komutanlaHalit Paşa’nın oturduğu muhtar odasında ışıkyanmıştı.— Havalar da sapı iyice, farkında mısın? Şunailkbahar demeye kırk tanık ister! Oysa geç bile...Bir hafta sonra haziran...Cemil lafa koşulmadı. Harmanlara çıkan yola

bakıyordu.— Kimsin? Sen misin Körağa?..— Benim binbaşım... Eğlen vardım!..Cemil kısa kısa güldü:— Alman subayını okşadığımız için Büyük CemalPaşa’nın bize veremediği binbaşılığı, Kör Şaban’ınvermesi parlak değil mi?— Yüksek poli kayla ilgisi olmadığından, hiçbakmaz verir. Ne var Körağa?— Askerin ucu dönemeçten söktü yüzbaşım...— Hangi askerin ulan?— Başıbozuk askerinin...— Buradan gidenler mi? Yeni gelenler mi?— Alacakaranlıkta seçemedim. Birine sordum,“Merhaba arkadaş! Nerden bu geliş! Hayır ola... ”dedim. “Sen hangi köydensin? Kimlerdensin?”dedi. “Bizim köy ıraaak... ” dedim. “Buranınmuhtarı nerde? Çekil yolumdan... Bana muhtar

lazım. ” dedi, yürüdü. Geriden geleni tu um. Onada muhtar lazımmış... Bu gelen askerin tümünemuhtar gayet lazımlı, binbaşım, ben şaştım.Cemil’le Selahattin hemen ayağa kalktılar.— Sırtlarında torba morba, yorgan morgan varmı bunların?— Fark edemedim.— Tüfek?..— Tüfek mi?.. Biraz düşündü. Kiminde var,kiminde yok binbaşım...Subaylar yokuşu hızla indiler. Köyün içinekaranlık iyiden iyiye çökmüştü. Üç dört kişiyle sıldaşan muhtar gelenleri görüp sesini kesiverinceSelahattin sordu:— Manisa’dan gelen mi oldu?— Gelen giden yok!.. Bunlar komşu köyünadamı...— Dertleri neymiş gece vakti?

— Hiç! Adamlarından haber almaya gelmişler...Merdiveni çıkarlarken, nal seslerini duyupdurdular...Atlılar dört beş kadardı. Manisa yolundan hızlagelmişler, hiç duraklamadan köyü geçip karanlığadalmışlardı.Yola kulak verdiler.— Arkası geliyor! Hem de çokluk bunlar. Nedir?— Bilmem! Halit Paşa’ya söyleyeyim deanlasın!.. Cemil bir basamak aşağıda duran KörŞaban’a fısıldadı. Dolaş şuraları...Bak bakalım, bu telaş neyin nesi?Halit Paşa’yla Bekir Sami Bey, sedirdeoturuyorlar, dalgın dalgın cigara içiyorlardı.— Gelenler var, komutanım! Birkaç atlı dörtnalagelip hiç durmadan geç . Yayalar da geliyor.Muhtara sordum! Kem küm etti.Halit Paşa, Bekir Sami Bey’den önce davrandı:

— Nerde muhtar?— Avluda...Halit Paşa, duvara dayalı tüfeğini bile almadan,belindeki tabancayla kamasını yoklayarak hemendışarı çıktı.Bekir Sami Bey de kalkmış, tabancasını önüneçekip kalpağını düzeltmişti.Merdiven başında soluklarını keserek geceninrüzgârlı uzaklıklarında, silah sesi olup olmadığınıdinlediler. Köyde, bağır ya benzemeyen anlaşılmazsesler duyuluyor, bu sesler, iri hayvanların kızgınhomurtularını andırıyordu.Bekir Sami Bey sıkıntıyla konuştu:— Çocuğa bir şey olmasaydı da... Pusuya düşüpdağılmadılarsa, Faruk Efendi, kendini kurtarır değilmi Selahattin Bey?— Umarım efendim!.. Pusuya düşmüş olsalardı,dağılıp geri dönseydiler, saklamazlardı. Kadınlarçığrışmaya başlarlardı. Pusu değil bu...

— Ya nedir?Karşılık almasına vakit kalmadan Halit Paşagöründü.Yüzü karmakarışık . Aslında, yüzü değil, sankibütünüyle gövdesi değişmiş, doğuştanmış gibitaşıdığı silahşor heybe gidip, yerini azarlanmış birçocuk güçsüzlüğü almıştı.Sağ elini tırmalar gibi, iki kere yanağından geçirdi:— Mahvolduk Komutan Bey!..— Hayrola! Nedir?— Bittik... Manisa düşmüş...— Düşmüş mü? Ne zaman?— Bugün...— Saat kaçta?— Saa ni sormadım. Mahvolduk komutanbey... Artık bize yaşamak yok...— Bu ne biçim söz... Toplayın bakalımkendinizi... Çarpışmış mı, Manisa’daki birlikler?

— Bilmiyorum. Sormadım.— Topları geri çekebilmişler mi? Asker ne olmuş?Faruk’tan haber yok mu? Nerdeymiş buradangiden atlılar?— Atlılar Manisa’ya varmadan dağılmış...— Faruk Efendi?— Bilmiyorum. Her şey bi komutan bey...Kusura bakmayın... Gene yüzünü rmaladı. Bengidiyorum... Tüfeğini almak için yürüdü. Sizbaşınızın çaresine bakın!..— Durun yahu!.. Çıldırdınız mı? Düşman geliyormuymuş buraya?— Yok... Yok ama, Papaslı’dan habergöndermişler...— Kim göndermiş? Neresi bu Papaslı?..— Bizim çi liğin sınırında büyük bir Rumköyüdür...— Ne haberi?

— Buraya niçin geldiğimizi öğrenmişler.Sabahtan beri neler yap ğımızı hep gözlüyorlarmışmeğerse... Muhtara birini yollamış Papaslı’nınpapazı... Demiş ki... “İ hatçı subaylarla birlikolmuşsunuz Halit Paşa önünüze düşmüş...Yanılıyorsunuz! Manisa’yı Yunan aldı çoktan...Bizim ordu geldi gelecek... Topladığınız silahlarıdağı p İ hatçı subayları kovmazsanız köyünüzüyaktmrsınız!” demiş...— Muhtara söyleseydiniz de şimdilik bu sözleriköylüye duyurmasaydı!— Köylü muhtardan önce duymuş... Köykaynıyor kara kazan gibi... Millet kızmış ki, önünegeçileceği kalmamış... Odaya girdi, . tüfeğini alıpçıktı. Bana izin komutan bey.— Durun canım... Dinlenin biraz... Bu kadaryılgınlığı size hiç yaraş ramadım. İnsan bir köypapazının palavrasıyla bu kadar telaşlanır mı?Bırakın o tüfeği de beni dinleyin!..— Lafla görülecek işimiz kalmadı komutan bey...Bunca topu tüfeğiyle... Alay alay askeriyle, Manisa

tek kurşun yakmadan teslim olunca, biz, dermeçatma başıbozuk kalabalığıyla ne yapabiliriz? Benidinlerseniz, siz de hemen savuşun!.. Muhtar“Çıksın gitsinler” dedi. “Köylü şuraya buraya birik .Söz iyice ayağa düştü. Komutan beye bir zararerişirse... Benim köylüyü tutacağım kalmadı, ohpaşam!.. Şunları al götür!.. Elin yabanları yüzündenköyü gâvura yak rmayalım! Senin yoluna canımızıveririz! Köylü yemin iç , bundan böyle buralarasubay ayağı bas rmamaya... Oh paşam!” dedi. “Buyabanlar bizden yol gösterici de ummasınlar!Köylünün birazı niye iyice bozdu. ‘Bunları tutupkollarını bağlayalım, Papaslı’ya teslim edelim ki,gâvurun ö esinden karıyı kızı, çoluğu çocuğu, malımülkü kurtaralım’ diyen kıyamet gibi... Komutanpaşanın ellerini ayaklarını öperim. Muhtar dedi kideyiver, ‘Gâvur, silahlı subayları yakaladığı yerdeasmaktaymış’ dedi deyiver! Yoluna canım kurban,paşa ağamız!” diye ağladı.— Peki... Biz gideriz, isteseler de burada kalıcıdeğiliz. Sizin için tehlike olmadığı anlaşılıyor. Aceleetmeyin! Manisa’ya giden arkadaşımız nerdeyse

gelir. Gece vak , onu bırakıp savuşamayız! “Hemengidecekler” deyin, “Arkadaşları gelir gelmez, yolaçıkacaklar. ” dersiniz!— Demeye derim, komutan bey... Bir an sustu,kıvrandığı belliydi. Benim bunlarla çekişecek vak myok... Hiç yok... Asıl ben tehlikedeyim!.. Ömrümdeilk defa, söz geçiremedim köylüye... Papaz efendikomşuluk ha rı saymış, bana ayrı haber yollamış...İzmir’in Rum çorbacıları, kafamı ge rene binlerceal n vereceklermiş. Papaz efendi demiş ki, “Buncazaman komşuluk e k. Aramızda acı tatlı işler geç .Biz acı işleri unu uk. Hesabım arayacak değiliz!Halit Paşa’mız, savuşsun da tatlı canını kurtarsın. ”demiş, “Sakın yanılıp çi liğe uğramasın ha... Yollarpusulanmıştır. ” demiş...— Çi liğe gitmeyeceksiniz... Gelsenize bizimleberaber...— Gelemem komutan bey...— Belki biz sizinle beraber geliriz! Niye niznereye gitmek?— Bilmem ki... Ben nereye gidebilirim? Dudakları

tremeye başlamış . Nereye?.. İstanbul’daakrabalarım var! Evet, ben İstanbul’u tutmayabakmalıyım!.. Kendi kendine konuşuyor gibiydi.Başka çare yok! Ben buralarda hiç barınamam!..Bizim başımız büyük!.. Dedilerdi aklı erenler...“Karışma böyle işlere, Allah vermiş bir variyet, ye dekeyfine bak. ” dedilerdi. Dinlemedim. İ hatçılıkbenim neyimeydi? Hükümet kovuşturur biryandan... İzmir’in çorbacıları başımıza binlerce lirapaha biçmiş... Köylü de tutmadı mı, biz kendibaşımıza keçemizi sudan hiç çıkaramayız. Buralarınişi başkadır. Buralarda ağa oldun mu, ya köylütutacak, ya hükümet... Biriyle bozuşursanız,ötekine yaslanmış olacaksınız! Bize yaslanacak dağkalmadı komutan bey? Bizim yarına çıkacağımızşüpheli... Merdivene doğru birkaç adım attı. Kusurabakmayın, vallah billah korkumdan değil... Bizi yedikral bilir. Biz bir can için feleğe boyun eğmeyiz!— Elbe e efendim! Korkmadığınızı biliyorum.Bakın ne yaparız!.. Sizin hizmetkârlarınız da FarukEfendi’yle birlikte gi ler. Nerdeyse gelirler.Yanınızda iki silahlı olursa, daha güvenle tutarsınız

İstanbul’u... Biz de sizinle beraber çıkarız. Yolayrımına kadar birlikte gideriz. Birbirimize destekoluruz. Size bir kâğıt veririm. İstanbul’da rahatedersiniz! Harbiye Nazırı paşaya derim ki...— Olmaz!.. Kâğıt filân istemem!.. Bundan böyle,hükümet işinde ben yokum, komutan bey,“Sadrazam olacaksın” deseler yokum... Bana izin...— Hizmetkârlarınız...— Onlar ar k gelmezler. Uşak kısmının bağlılığıefendisi tekerleninceye kadardır. Gelseler deyanımsıra götürmem!.. Korkarım!.. Şu belimdekikamayı almak için beni arkamdan vururlar. Baldırıçıplak takımının imansızlığını biz iyi biliriz.Yürüyünce, Bekir Sami Bey atıldı:— Bir dakika paşa efendi!.. Bize parasıyla birinibulun! Salihli’ye giden doğru yola kadar... Her kaçkuruş isterse...— Olmaz komutan bey... Arasam da bulamam!..Beni burada muhtar dinlemeyince, başka hiç kimsedinlemez. Para pazarında değiliz, can pazarındayız!

Tam iniyorduk ki, Cemil kolunu tuttu:— Hele dur bakalım paşa!..Halit Paşa önce şaş , sonra kaşlarını çatarak biran başıbozuk paşalığını üstüne almaya yeltendi,daha sonra, içinde debelendiği yılgınlıkla geriledi.— Buyrun Cemil Bey!..— Geçin şuraya... Geçin dedim! Kızarım ama...Birden kızarım! Kızdım mı, papaza mapaza, Yunanordusuna filan benzemem! Kaltabanlığın sırasıdeğil!.. Ayna olsa da yüzüne baksan... Sen buyürekle, bu karanlık gecede, iki adım gidemezsin,korkudan geberirsin! Parmağınla damağını kaldır.Çekip tüfeği aldı, omzundan hafifçe itti:— Geçin içeri oturun! Size su versinler! Birazdanberaber gideriz. Faruk gelsin!.. İstanbul’un yolu,Akhisar’dan geçer. Bizi Akhisar’a ulaş rdıktansonra nereye isterseniz gidersiniz... Sesi gi kçeyumuşuyordu. İstanbul’a gidecek adam, komutanbeyi hiç küstürür mü? Nasıl barınırsınız orda?Hüküme bırakın! Bizim arkadaşlar size dirlik verir

mi?— Ben ne yapayım?.. Siz durumu bilmiyorsunuzCemil Bey... İzmir’in çorbacıları... Bizim kafamıza şukadar bin lira...— Bakalım doğru mu? Muhtara lafanlatamayınca, boş bulunup yıldınız. Birazdangeçer bu yılgınlık... Çocuk gibi korkan, korkuyladudaklarını yalayan yakışıklı erkeğe birden acıdı.Olur böyle şeyler... Kaç kere başıma geldi, bilirim!Böyle bir işi hiç beklemiyordunuz! Ürktünüz!— Korkudan değil, Cemil Bey... Vallah billahkorkudan değil... İnanmazsanız çekip vurun beni...Bakın bakalım, gözümü kırpar mıyım? Muhtar, “Çıkgit buradan” dedi, iki paralık muhtar, bana bununasıl diyebilir? Köylü bizi saymadı mı, bize ölmektenbaşka yol yoktur. Benim zanaa m ağalık... Ağalık,dede sürmesi değildir aslında... Ağalığı kendinkazanacaksın, yedi göbeğin ağa olsa... Ağalıkdemek, köylü seni sayacak demek... Saymadı mı,bi . “Yiğitlik, atla silahla, toprakla olur” la yalan...Yiğitlik, ya köylülerle olur, ya hükümetle... Köylüyüde bırak... İlle hükümetle... Bizim gibilerin

hükümete başkaldırması, sürgit değildir, ara sıradır.Cilvedir. Köylü bizi neden tutar? Hükümetleça şmamızın cilve olduğunu bilir de ondan...Sonunda, ucuz pahalı, bir yolunu bulupanlaşacağımızı bilir! Bizim işimiz sizin subaylık işinizebenzemez... Dışarda bir gürültü kopunca, zıplayıpkalk , iki büklüm yalvardı. Yiğit adamsın CemilBey!.. Yiğit, yiğidin yolunu kesmez. Yol ver banasavuşayım... Bak, köy karış . Ben sizikurtaramazsam, siz beni hiç kurtaramazsınız!Bunlar iki lira için kollarımı bağlayıp benidüşmanlarıma teslim eder. Yol ver de, kanımagirme!..Ayak sesler merdiveni çıkıyordu.Subaylar tabancalarına davranarak kapıyadöndüler.Teğmen Faruk içeri girip komutanı selamladı.— Geldiniz mi Faruk Efendi?.. Çok şükür...— Geldim komutanım!.. Boş gi m, boş geldim.Beni bağışlayın! Manisa’ya ye şemedik. Düşmankasabaya öğleyin girmiş...

— Rasim Bey’den haber alabildiniz mi?— Hayır!.. Akhisar’a dönmüştür sanırım.— Toplar? Birlikler?— Bilmiyorum.— Nerde haber aldınız Manisa’nın düştüğünü?— Yan yolda sanırım. Bir çeşme başında molaverdik... Aslında, molaya benim niye m yoktu. Hepbirden yere indiler. Ses çıkarmadım. Meğer,çeşmeye yakın, aralarına birtakım adamlarka lmış... Müfreze üniformalı olmadığı için farkınavarılamıyor. “At bin” dedim, aldıran olmadı.Aklımca, birliği küçük takımlara ayırmış m da,başlarına birer çavuş koymuştum. Çavuşları da pektanımıyorum ya... Bak m çavuşları da dinleyenyok... “Nedir?” dedim. Kırçıl sakallı biri, “Manisadüşmüş beyim... Daha ileri gitmek istememektekızanlar. ” dedi. Sonra... Epey çekiş k. Sözgeçiremedim. Yavaş yavaş edepsizler ileri geç ,bağırmaya başladı. Kandırmışız onları... “Savaşyok” diyerek ateşe sürüyormuşuz... Bir ara,“Birkaçını tepeleyim” dedim. Bak m faydasız... Biz

“Faydasız” derken meğer, onlar bizi tepelemeyeniyetlenmişler. Kırçıl sakallıyla birkaç arkadaşı arayagirdi de, yalvara yakara, canımızı bağışlattı.— Yollarda göç filan var mı?— Hayır! Şimdilik herkes yerli yerinde... Bizimordu gelse, bu kadar yürek ferahlığıyla beklemezler.Delirmiş bunlar... Özür dilerim... Delirmişizhepimiz... Şaşırmışız! Halit Paşa’ya dönüpgülümsedi. Hizmetkârlarınızdan biri, bir yolayrımında, a nı ötekinin yedeğine bırakıp gi . Bizburaya üç hayvan iki atlı geldik. Ötekiler bizitartaklarken sizinkiler hiç karışmadı. Bunuyakınmak için söylemiyorum. “Sırasındagüvenmeyin pek” diye anlatıyorum.Halit Paşa, can korkusuyla bir şeye yapışır gibiatıldı:— Gördünüz mü komutan bey, haksızmıymışım? Ben bunları bilirim. Allah bunları nedenyoksul düşürmüş? Neden sürdürmekte?.. Neden elkapısında bunlar... İt gibi...Bekir Sami Bey, Halit Paşa’nın yılgınlığını dışarı

vurduğundan beri, ilk defa, yüzünü buruşturarakiğrendiğini belli e . Elini kaldırıp başıbozuk paşasınıtersler gibi, susturdu:— Ar k yola çıkabiliriz!.. Demek, Rasim Bey’inAkhisar’a döndüğünü sanıyorsunuz? Evet, öylekonuşmuştuk. Bizi Akhisar’da ya bekler ya daburaya doğru yola çıkar. Ar k Akhisar’a inmekzorundayız. Halit Paşa’yı yukarıdan aşağıya süzdü.Geliyorsunuz bizimle Akhisar’a değil mi?— Bana izin versen!.. “Olmaz” derseniz, gelirim.Emrederseniz, gelirim ama... Ben, arkadan...Keselerden gitsem... Bizi tanımayan yerlerden...Gördes üstünden gitmeliyim!Bekir Sami Bey, bıyıklarını çekiş rerek CehennemYüzbaşı’ya baktı, iyice usanmıştı.Cemil kestirip attı:— Akhisar’a kadar bizimle gelin!.. Kasabayagirmeniz için sizi zorlamayız!.. Bu adamı ilkgörüşünde, “İşte bizim şövalyemiz” dediğiniha rladı. Sura nı buruşturdu. Bu kadarcık yardımı,soyluluğunuzdan bekleriz paşam!..

Halit Paşa, başını önüne eğdi.Cemil, deminden beri düşünüyordu:Manisa’daki silahlara ye şmek söz konusu ikenKuşçubaşı Çi liği’ne 7’nci ordudan ge rdiği silahlarıBekir Sami Bey’e bir daha açmamış . Şimdi RasimBey’i bulmak için Akhisar’a gitmeye karar verilincealbaya bu meseleyi tekrar açmanın sırasıydı. BekirSami Bey’i bir köşeye çekerek silahların tutarını,cinsini tekrarladı. Bekir Sami Bey bir an çi liğegidecek oldu ama, insansız silahla hiçbir işyapılamayacağını düşünerek Akhisar’a inmek fikrinideğiştirmedi.Teğmen Faruk durumda bir çapraşıklık olduğunuyeni fark etmiş . “Nedir” diye gözleriyle sordu.Yüzbaşı Selahattin omuzlarını silkti.Dışarda, yanmış çıralarla evden eve gidip gelenlerçoğalmıştı.Cemil, kapıdan seslendi:— Oğlum Şaban!..— Buyur binbaşım!..

— “Buyur” ne demek!.. Sıçra gel...— Gelemem binbaşım...— Nee?..— Gelebilemem!.. Hayvanlarımızı yağmalar bualçaklar...— Nasıl hayvan?Faruk pencereden bak . Gülerek Halit Paşa’yadöndü:— İkinci hizmetkârınız da savuştu sanırım.Dizginleri Şaban’ın eline tutuşturup gitmiş olmalı...Cemil sordu:— Hayvanlarımızı verir mi muhtar acaba?Yediğimiz yemeklerin parasına karşılık tutmasın!Bekir Sami Bey kalktı:— Haydi efendiler... Selaha n Bey’le benhayvana bineriz. Siz yürürsünüz! Durakladı. Birsandık cephane ayırmıştınız, değil mi Cemil Bey?..— Evet...

— Götüremeyiz... Ya da birer heybe uydurmayabakın!.. Siz bunun yolunu hepimizden iyibiliyorsunuz.Cemil “Beş dakikaya kadar, sağlamından ikiheybe gelmedi mi, köyü yakarım” gözdağıylamuhtara iki heybe buldurup sandıktaki cephaneleribunlara pay e . Üstlerine de çamaşırları koyupbavullarla araba sürücüsünün bırak ğı çadırlarıköye demirbaş bağışladı. “Dönüşte hepsini birtamam bulamazsam... Zimme ne geçirdiğinigörürsem, kulaklarını keserim haaa!” diye muhtaratakıldı.— Kendi yurtlarında, korumak istedikleritopraklardan ikinci defa kovulanlar, ortalarınaaldıkları başıbozuk paşasından tutsaklarıyla köydençıkıp harman yerine ancak varmışlardı ki,arkalarından, acılı bir bağır duyarak hepsi birdendönüp baktılar.Hoca, pis bir sesle “Allahü Ekber” diye bağırarakmilleti yatsı namazına çağırıyordu.5

— Davranmayınız!.. Kimdir o?Önde giden Cemil’le Faruk, sesin geldiği yönükes rmeye çalışmadan, savaşçı içgüdüsüyle hemenikişer adım yanlara sıçrayıp yere yatmışlar,mavzerlerin güven te klerini aynı zamandaaçmışlardı.Arkalarında bir nal sesi duydular.Pusudaki bağırtı:— Durunuz! Dur... Yanıyorsunuz...Cemil dönüp bak , dörtnala uzaklaşanın HalitPaşa olduğunu anlayınca arkasından kurşunsıkarlarsa, namlunun yalazasına a p kaçanıkorumak için kafasını kaldırdı.Bekir Sami Bey’le Selaha n de kendilerini, yereatıp tüfeklerini hazırlamışlardı.En arkadan gelen Kör Şaban’ın “Az kaldı ki, biziayaklıya yüreksiz... Az kaldı ki... ” dediğiduyuluyordu.— Kimdir o? Ses veriniz!.. Dört yanınız

çevrilmiştir. Kimsiniz?Dil, Çerkezceye çalıyordu.Cemil, durumu hızla hesapladı. Yer pusuyauygun değildi. İki yanları meşelik... Bir bölük askerkolayca sıyrılır, panikle mezse, pusudakileri bilekolayca çevirir. Gülümsedi. “Halit Paşa geç gi ,herif hâlâ ‘çevrildiniz’ diyor. ” Hafifçe öksürüpboğazını temizledi:— Siz kimsiniz?Bir zaman karşılık çıkmadı.Bekir Sami Bey’le Selaha n sürünerekyaklaşmışlardı.Karşıdan bir başka ses sordu:— Kimsiniz?— Yolcuyuz!.. Siz kimsiniz?— Nerden gelip nereye gidiyorsunuz? Kaçkişisiniz? Yolcuysanız, arkadaşınız niçin kaçtı?Cemil, heriflerin yumuşak almasından

soyguncuya benzemediklerini, dövüşmeye de pekniyetli olmadıklarını anlamıştı. Eğlendi:— Köylerden yardım istemeye gitti!— Kimsiniz?— Yolcuyuz dedik ya!..— Nerden geliyorsunuz?— Kumkuyucak’tan...— Nereye gidiyorsunuz?— Akhisar’a...Rüzgâr heriflerin fısıltılarını getiriyordu.— Kumkuyucak’ta yabancılar var mıydı?— Kimi soruyorsunuz?— On Yedinci Kolordu Komutanı Bekir SamiBeyefendiyi...— Ne yapacaksınız?Birbirlerine danışıyor olmalılar ki, karşılıklarınarası uzuyordu:

— Biz Bekir Sami Bey’i arıyoruz!..— Niçin?— Ben, komutan beyefendiye Manisa’dan raporgetiriyorum!..Bekir Sami Bey, başını kaldırarak sordu:— Siz misiniz Rasim Bey?— Benim efendim! Siz komutan beyefendimisiniz?— Evet... Rasim Bey, silahsız olarak burayageliniz!— Silahsız olarak yanınıza geliyorum efendim!Birisi kırk elli metre ilerden yola atladı. Kollarınıhavaya kaldırıp ellerinde bir şey olmadığınıgösterdikten sonra çizmelerini gıcırdatarak yaklaş .Yere iyice yapışmış Cemil’le Faruk’u fark etmedengeçti. Ayağa kalkan komutanı selamladı:— Manisa’yı kaybettik komutanım...— Topları?

— Özür dilerim. Çıkaramadık!— Birlikler?— Altmış kişi tutarında bir yaya taburu, dörttüfekli mitralyöz bölüğü, bunlarla beraber kadrohalindeki 59’uncu topçu alayının 40-50 erimavzerleriyle Salihli üstüne çekildiler.— Şimdi yanınızdakiler kim?— Çerkez Ethem Bey’le arkadaşları... Bir de...— Çağırın gelsinler!..— Baş üstüne komutanım!..Rasim Bey, Çerkez Ethem Bey’i Bekir Sami Bey’etanıştırdı.Ethem Bey, albayla fazla ilgilenmedi. YüzbaşıCemil ilerleyince izin isteyip ağabeyleri Reşitle TevfikBey adına kucakladı.Cemil, uzun boylu, ince adamın yüzünü seçmeyeçalışıyordu.Bekir Sami Bey Çerkez Ethem’e sordu:

— Sizinle Ka as cephesinde hiç karşılaşmadık mıbiz?— Hayır efendim... Sanmam.— Karşılaşmadık! Ağabeyiniz sık sık anardı sizi...Nasıl Reşat Bey?— İyicedir efendim... Saygılarını yolladılar. Tevfikağabeyimin de saygıları var. Adam toplamaklauğraşıyorlar. Adam çok ama, silahları çeşitli...Hayvanları birbirine denk değil... Bir de evini barkınıyüzüstü bırakacaklara biraz para vermek lazım...Toplayabileceklerini arkamızdan onar on beşergönderecekler.— Şimdi yanınızda kaç kişi var?— Yedi... Rauf Bey, acele gelmemizi emre kleriiçin, hemen yola çıktık!— Rauf Bey kim?— Eski Bahriye Nâzırı Rauf Bey... Hamidiye’ninkomutanı...— Allah Allah... Nerde Rauf Bey şimdi?

— Eşref Bey’in çi liğinde... Kuşçubaşı’nın EşrefBey...— Durun, Kuşçubaşıların çi liği Salihlidolaylarında olacak... Ne zaman geç Rauf Beyoraya?Bu soruya Topçu Yüzbaşı Rasim Bey karşılıkverdi:— Dün gece geçmişler efendim... İşte TeğmenŞevki Efendi’yi sizinle görüşmek üzere Akhisar’dabırakmışlar!Bekir Sami Bey, bir adım ilerleyip selam verenTeğmen Şevki’ye sordu:— Birlikte mi çıktınız İstanbul’dan?— Evet komutanım!.. Kendileri Balıkesir’deHacım Muhiddin Bey’le görüştüler. Akhisar’daReşat Bey’le görüştüler. Sizin Halit Paşa’ylagi ğinizi öğrenince Eşref Bey’in çi liğine geçmeyiuygun gördüler. Biz doğruca çi liğe gideceğiz. SizManisa’dan çekilen birlikleri bulup Salihli-Alaşehirüstüne çekileceksiniz. Rauf Beyefendi, sizi orada

bulacaklar. Rauf Beyefendi, Yüzbaşı Cemil Bey’in debizimle beraber çi liğe gelmesini istediler efendim.“Uygun görülürse” dediler.Bekir Sami Bey, Cemil’e sordu:— Tanışır mısınız Rauf Bey’le?— Hayır...— Ne biliyor öyleyse sizin burada olduğunuzu?— Belki, Maksut Bey söylemiştir, Dayı Maksut...Teğmen Şevki doğruladı:— Evet, Dayı Maksut Bey söyledi efendim.— Güzel... Hemen yola çıkalım! Yaya var mıiçinizde?— Hayır efendim!— Yedek hayvan?— Yok...— Öyleyse biz üç yayamızı, yoruldukçanöbetleşe bindiririz! Haydi bakalım!

Kör Şaban, Bekir Sami Bey’le Selaha n Bey’inhayvanlarını getirdi.Çerkez Ethem Bey, Teğmen Şevki’nin a nıCemil’e bırakmasını önledi, adamlarının ikisiniindirip subayları bindirdi.Manisa’dan çekilen birlikler Rasim Bey’i Salihlidolaylarında bekleyeceklerine göre önlerinde otuzotuz beş kilometrelik yol var demek . ÇerkezEthem Bey takımı, yayalarla beraber yarı yoldaçi liğe sapacaklar. Bekir Sami Bey’le arkadaşları,birliğe en geç, dört buçuk beş saat sonra kavuşmuşolacaklardı.Ethem Bey, eniştesiyle iki atlıyı beş yüz metrekadar ileriye öncü çıkarmış, kendisi iki atlıyla artçıkalmıştı.Teğmen Şevki efendi, Cemil’e sokuldu:— Evdekiler iyiler yüzbaşım. Buyrun size mektupvar!— Mektup mu, hay Allah razı olsun!Cemil, Neriman’ın mektubunu bir zaman elinde

tuttu. Kâğıt sanki sıcaktı, canlıydı.— Hay Allah razı olsun sizden...WBu ikinci duadan utandı. Neriman’ın mektubunaçok sevinmiş . Bir an zar açmak için kalemedavrandı. Açsa da okuyamayacağını düşünerek birzaman şaşkın şaşkın koyacak yer aradı. Sevinciyavaş yavaş dayanılmaz bir özleme dönmüş,mektubu belki saatlerce okuyamayacağı içinsomurtmuştu.Bekir Sami Bey seslenince zar yan cebinesokuverdi.— Rasim Bey... Cemil Bey... Gelin buraya...Atlarını mahmuzlayıp yaklaştılar.Albay, yüzbaşının birini sağma, birini soluna aldı:— Anlat bakalım, Rasim Bey, neler olduManisa’da?— Halkı ayaklandıramadık efendim. Dahadoğrusu, ayaklanabileceği zamandan

faydalanamadık! Beceriksizliğimiz sürüp gi , ilkgünler, millet o kadar yılgın değilmiş... İzmir’eYunan birliklerinin çıkarılmasını protesto etmişler.Padişaha, sadrazama telgraf çekmişler. AyanMeclisi’ne, İstanbul’daki işgal birliklerikomutanlıklarına da, olup bi yi kabuletmeyeceklerini bildirmişler. Mutasarrıf Hüsnü’yleİngiliz temsilcisi bunları önlemek için ellerindengeleni yapmışlar ama sökmemiş... “Telaşa lüzumyok... Yunan İzmir şehrinden dışarı çıkmayacak.Manisa işgal planı dışındadır” diye yemin etmişlernamusları üstüne... Millet, önce kulak asmamışama sonra yılgınlık ağır basmış... Halkın çoğunluğusilaha sarılmayıp sonunu beklemek fikrinedönmüş... Bunu gören Hürriyet l lafçılar azmışlar.Karşı koymadan yana olan Manisa mü üsüyılgınlığı bir türlü önleyememiş... Direnmeyiöğütlemek isteyen Bahri Bey adında birini herifleraz kalsın paralayacaklarmış... Mevki KomutanıBinbaşı Ahmet Zeki Bey’in şaşkınlığı asıl bundansonra başlıyor. Ben ye ş ğim zaman, yapılacakhiçbir iş kalmamış . Daha doğrusu, eldeki yüz elli,iki yüz erin büsbütün dağılmasıyla uğraşmaktan,

silahları cephaneleri kurtarmaya bakamadık. Bugünöğleye doğru, apansız, “Yunan geliyor” haberişehre yayıldı. Bir yandan ben, bir yandan İzmirliVasıf Bey, “yok öyle şey... Gelemez!” diye yemine kse de kaynaşmayı önleyemedik. Halkınbirtakımı Hıris yan komşularına sığındı. Birtakımı,düşmanı karşılamaya hazırlandı, adam boyubayraklarla... Öğleüstü iki yönden iki ayrı haberaldık. Biri: “Kumkuyucak’tan Halit Paşa bin atlı, binbeş yüz yaya askerle yürümüş, Manisa’ya birsaatlik yere kadar gelmiş” haberi... Ötekisi:“Düşman Menemen’le Sabuncu Beli üstünden ikikol halinde geliyor, nerdeyse görünecek” haberi...Mü ü efendiyle görüştüm. Dört yana adamlarsaldık, direnmek taraflısı olanlara te ktebulunmalarını bildirdik. Halit Paşa düşmandan önceye şirse, vuruşarak çekileceğiz! Dakikalar geç kçeHalit Paşa’dan haber gelmez oldu. Buna karşıdüşmanın yaklaş ğı anlaşıldı. Düşmanı davulzurnayla karşılamaya hazırlananlar yola çık klarızaman gelen birliklerin kaç kişi oldukları, sınıfları,hatta komutanın adı bile öğrenilmişti.

— Ne kadarmış?— Kostan nos Çakalos adında bir yarbaykomutasında Beşinci Yunan Alayı’ndan iki yayataburu, bir ağır makineli tüfek bölüğü, bir atlıbölüğü, bir batarya top... Düşman şehrin önünegelince biz çekildik. Hemen girmediler...— Neden?— Akhisar’da öğrendim. Halk tara ndan“Buyrun efendim!” denmesini istemişler.— Anlaşıldı! Başka?..Yüzbaşı Rasim Bey aksırarak sert sert başınısallayan hayvanla uğraşıyormuş gibi yapıp soruyuduymazdan geldi.— Bergama’yla görüşebildiniz mi?— Evet... Görüştüm efendim. Oradaki TeğmenNuri Efendi, ambardaki bütün silahları, cephaneleri,öteberiyi halka dagıtmışkalanı da yakmış...— Ayvalık’tan ne haber?

— Ayvalık’tan size üç telgraf çekmiş AlayKomutanı Ali Bey...— Nereye?— Akhisar’a... Telgrafçı Yusuf Efendi, ReşatBey’e vermiş... Yanımda...— Okudunuz mu?— Evet...— Ne diyor?— Bir İngiliz torpidosuyla asker dolu bir Yunantorpidosu Ayvalık’a gelmiş... İngiliz komutanıkaymakamı çağırmış... “Herkes işiyle gücüyleuğraşsın, korkulacak bir şey yok. ” demiş... SonraAli Bey’i istemiş... Ali Bey, gitmemiş... İngilizdirenince yerine binbaşı yollamış. İlk telgra a,“Binbaşı daha gelmedi. Heriflerin davranışlarındanvuruşma taraflısı olmadıklarını sezinledim. Durumbana tehlikeli görünmüyor! Yeni olaylarıtelgraflayacağım” diyor. İkinci telgrafa göre, Yunanaskeriyle dolu gemi limandan çıkıp gitmiş...Gönderdiği binbaşı dönmüş... İngiliz komutanı,

“Yunan gemisinin yanlışlıkla geldiğini, askerçıkarması, ateşkes anlaşmasına uygun olmadığıiçin, kendisi tara ndan geri çevrildiğini” söylemiş...Ali Bey’le görüşmek istemesi, herkesten iyiliğiniduyduğu içinmiş... Görüşmeyi yarına bırakmış...— Bunlar ne karışık laflar!.. Ne aptalkandırmaca...— Evet efendim... Ali Bey de öyle söylüyor.“Oyuna ge rmek is yorlar ama, ge remezler.Bütün hazırlığımı yaptım. ” diyor...— Üçüncü telgraf?— Vuruşmuşlar efendim...— Vuruşmuşlar mı? Hay Allah razı olsun!— Evet efendim! Ertesi gün Yunan birlikleri ikigemiyle gelmiş. Ayvalık’ı işgal için emir aldıklarımAlay komutanına bildirmişler. Ali Bey, zorda kalırsa,Kozan’a doğru çekilmeyi tasarlamış... Öğleye kadar,dövüşülmüş... Alayın subaylarıyla erleri sonunakadar dayanmışlar. Öğleüstü zey nliklere çekilenalayın üstüne düşman gelmemiş...

— Çok yaşasın Ali Bey!.. Manisa’da olsaydı bu işigene böyle yapardı. Başka?— Başka efendim... Denizli’den Manisa’ya birçavuş geldi. Anlattıkları doğruysa çok iyi...— Nedir?— Düşmanın İzmir’e çık ğı Denizli’de duyulurduyulmaz, millet neye uğradığını şaşırmış,tabansızlar göçlerini toplamaya başlamış. Mü übakmış ki, durum kötü... Çoluk çocuk, ayak al ndakalacak. Hemen büyük caminin sancağını çıkartmış,tekbir ge rerek sokaklarda dolaşmış, sonra halkıbelediyenin önüne toplamış... Çok yamankonuşmuş... Çavuş dedi ki, “Hep ağlaş kyüzbaşım” dedi. “Gün bugündür Müslümanlar!”diye başlamış, “Davranıp düşmanla boğuşmakzamanıdır. Topraklarına düşman girmişMüslümanlara savaşmak, Allah’ın emri... Bunlarsavaşmazlarsa dinden çıkarlar. Düşman girmemiştoprakların ahalisi de bunlara yardım edecek...Yardım etmeyen gâvur olur, işte ben fetvasınıveriyorum. Duyup da tutmayan, duymayanaulaş rmayan cehennemlik r. ‘Silah yok, cephane


Like this book? You can publish your book online for free in a few minutes!
Create your own flipbook