Important Announcement
PubHTML5 Scheduled Server Maintenance on (GMT) Sunday, June 26th, 2:00 am - 8:00 am.
PubHTML5 site will be inoperative during the times indicated!

Home Explore Yorgun Savaşçı-Kemal TAHİR

Yorgun Savaşçı-Kemal TAHİR

Published by eminyukseloglukaihl, 2019-10-20 03:23:00

Description: Yorgun Savaşçı-Kemal TAHİR

Search

Read the Text Version

torpidonun güvertesinden rıh ma nasıl hopladığınıbilemedi. Fesi basıp mü ü efendiye gi m. Birkaçayet, birkaç hadis okudum. “Esteüzübillâh” diyeaçıklamalarına giriş m. Mü ü efendinin de aklısıçradı. Uzatmayalım, çuvalları mü ülüğe ge rdik.Bir odaya koyduk. Üstünden birkaç kere kilitledik.Sizin anlayacağınız, millete dağı lsın diye yollanandürzü fetvaları, şimdi Bandırma mü ülüğününmahzeninde tutuk... Bana kalsa, buraya geleceğimyoktu daha... Arkadaşlar, “Olmaz” dediler, “Bufetva hapsetmek sana iyilik ge rmez. Sen, İngiliz,Yunan, Türk, Çerkez milletlerinden bu kadaravanağı her zaman bir arada bulamazsın.Heriflerin aklı başlarına gelmeden savuş. ”dediler. Düşündüm. “Yapağı çuvallı gibi vinçlerinuçlarında sallanmış doktor görülmemiş r.Bandırmak maskaralığın zevkine varıp gülüşmeyebaşlamadan savuşayım. ” dedim. Akşamüstü biryelkenliyle Mudanya’ya geç m. Gün ışımadan yoluelime alıp burayı tuttum.— Yazık... Çok yazık... “Mayna!” demeleriylevinççi gâvur, bunu tutan sapanı boşaltacak , değil

mi, bacanak?.. Bunu boş çı gibi yere çalıppatlatmak yok muydu, tez elden?..Cemil, kıs kıs gülen Doktor Münir Bey’e ağır birsesle sordu:— Sizce bu fetvanın hiç önemi yok mu,gerçekten?— Yerine göre, işine göre, adamına göre...Şimdiki durumda, dostlar daha çok dost olur,düşmanlar daha çok düşman...— Ya tarafsızlar!..— Tarafsızlar adamdan sayılmaz öyle günlerdeCehennem, hiç sayılmaz!Kasap Osman top gibi parla ğı kahkahanınyarısında, birden durup kuşkuyla sordu:— Yoldaki taburlardan ne haber Cehennem!Cemil gözlerini kırpış rdı. Yarbay Kasap OsmanBey, Yusuf İzzet Paşa’nın hapsinden kurtuldukurtulalı, kötüsü gelirse binip savuşmak için, a nıgece gündüz eğerli bekle yor, bunu saklamayı bile

gerekli görmüyordu.Askerin dağıldığını söyleyip söylememeyitasarlarken bir posta geldi. Tümen komutanınınçağırdığını bildirdi. Cemil, bundan faydalanıphemen kalk , yatacağı yeri göstermek bahanesiyleDoktor Münir’i de kaldırdı.4Gece yarısına kadar şimşek çakmış, gök gürlemiş,iki saatten beri de ahmak ıslatan başlamıştı.Cemil’le Doktor Münir bir se n üstündeki iri birceviz ağacının al nda oturuyorlardı. Kendilerini de,filintalarını da yağmurdan korumak için yamçılarınasıkıca sarılmışlardı.Yirmi adım arkada, yolun kuytusuna bağlanmışhayvanlar aksırır gibi soluyarak başlarını sallıyor,yüz adım önlerinde ağır makineli tüfek belliaralıklarla karanlığa ateş ediyordu.Bilecik’ten gönderilen ikinci tabur bazı tedbirleralındığı halde dört yüz kişi kaybederek Bursa’yaöğleüstü 600 erle gelebilmiş, biraz dinlendikten

sonra Anzavur’a karşı kurulan Beşevler cephesineka lmak üzere akşama doğru yola çıkmış . Geceyibiraz rahat geçireceğini uman tümen karargâhı,taburun, bu sefer subaylarına silah çekerekdağıldığı haberini gün batarken aldı. Şehirden ikikilometre aşağıda kadınlar, çağrışarak önlerineçıkmışlar... “Asker ağalar!.. Nereye gidiyorsunuz?Din kardeşlerinize kurşun sıkmaya mıgidiyorsunuz?.. Bu gâvur subaylar sizi Halifeye asiediyorlar. Gâvur olursunuz!” diye saçlarını yolupgöğüslerini yırtarak bağırmışlar...Şimdi burada, çoğu subayla çavuş olan yirmi üçkişilik bir kuvvet, Mudanya’ya doğru giden dağılmışaskerin dönüp Bursa’yı talan etmemesi için siperegirmiş . Karargâhta kalan kuvvet de bundan dahaçok değildi. Şehrin mahalleleriyle köprüleriniMüdafaayı Hukuk Derneği’yle Bursa’nın namusluerkekleri bekliyordu.Ağır makineli tüfek takırdayınca Cemil sinirlisinirli güldü.— Faruk’un ateş aralıklarını iyi hesaplamasınagülüyorum! Her beş dakikada, beş mermi yakıyor.

— Bunda şaşılacak ne var! Karanlığa kubursıkmanın ustasıyızdır. Sen asıl, 600 tüfeklinin kurugürültüye pabuç bırakıp akşamdan beri üstümüzeneden yürümediğine şaş!..— Anzavur’a kavuştularsa gün doğarken bensana sorarım...— Sahi... Nerde kaldı bu Anzavur kaç gündür?Bugün hiç haber alabildiniz mi?— Hiç... Hep o dedikodu... Geliyormuş...Yaklaşmış... Apansız yüklenecekmiş de,bi recekmiş... Subayları asa asa geliyormuş...Bursa’yı çoktan çevirmiş...— İçerdeki talancılar bizden kötü durumdalar...Herifler kaç gündür dokuz doğuruyor. ÇerkezEthem nerelerde acaba?..— İniyormuş Salihli’den aşağıya doğru... Nerdeolduğu belirsiz... Kimi “Göze alamadı, döndü tersyüzüne, ” diyor, kimi “Anzavur’un delibaşısı Gâvurİmam’a çattı, vuruşmaktalar kıyasıya... ” diyor.Cemil’in a yağmurdan sinirlenmiş olmalıydı.

Hırslı hırslı soluyarak toprağı eşelemeye başlamış .“Höst! diye seslendiği halde durmayınca, Cemilsıçrayıp kalk . Tüfeğini hazırlayıp Bursa’ya gidenyolun şarampolüne indi, iki büklüm yürüdü. Üçdört adımda bir durup ileriye kulak veriyordu.Çamurlu yolda ayak sesleri vardı.Şaban’ın tanıdığı ıslığı ö ürdü. Soluğunu keserekdinledi.Gelenlerin kaç kişi olduğunu kes remeyinceböğürtlenlerin gölgesine sinip tüfeği doğrulttu.— Kimsin? Parola!..Gelen her kimse karşılık vermeden yaklaşıyordu.— Parola! Yakarım!..— Parolayı bilmiyorum arkadaş... Cemil Bey’iarıyorum!Son kelimeler Faruk’un yak ğı mitralyözkurşunlarının sesine karışmıştı.— Kimsin! Yaklaşma!

— Yabancı değilim! Cemil Bey’i arıyorum...Yüzbaşı Cemil Bey’i...— Dur olduğun yerde... Nedir adın?— Nuri Gönen... Binbaşı Nuri...— Siz misiniz binbaşım? Ne arıyorsunuzburalarda gece vak ? Cemil ne olur ne olmaz diyegölgeyi bırakmamıştı. Bir şey mi oldu?— Geliyorum Cemil Bey... Yoruldum. Bir dakika...Binbaşı Nuri Bey yolun tam ortasından,çamurlara bata çıka yaklaş . Filintasını acemi erlergibi omzunda çarpık tutuyor, hışır hışır soluyordu.— Hızlanmışım farkında olmadan... Çocukgülüşüyle güldü. Aslına bakarsanız hızlandım gibigeldi bana... Yoruldum.— Ne arıyorsunuz? İnsan tek başına çıkar mıkasabadan?..— “Mutlaka gitmeliyim” dedim Cemil Bey... Sizibulmalıyım...— Şaban’ı alsaydınız...

— İstemedim!..— Ne oldu?— Pek önemli değil belki ama...— Neymiş?— Uyandım bir aralık... Bak m, Kasap OsmanBey’in yatağı boş... İçime bir vesvese düştü. Kalkıpgiyindim!— 2’nci Tabur’un da dağıldığı haberini duyunca,basıp gitmiş mi sakın?— Nereden bildiniz? Gitmiş evet... Taburdediniz! N’olmuş tabura?— Hiç... Gitmiş demek... Nereye gi ğinisöylememiş mi?— Bilen yok! A hep eğerli duruyordu ya... Binipgitmiş... Tavla çavuşuna “çeteyi toplayıp geleceğim”demiş. Toplayıp gelir mi?— Gelir ama... Herhalde, Anzavur pa r sısavuşturulduktan sonra...

— Sanmam!.. İyi tanırım Osman Bey’i... Korkakdeğildir.Doktor Münir’in Yanına yaklaşmışlardı. Doktortüfeğini yamçının altına çekip sordu:— Kim korkak olmayan yiğit?..— Kasap Osman Bey...— N’olmuş Kasap herife?..Cemil sinirli sinirli güldü:— Gece yarısı uyku tutmamış... Atını istemiş...— Yok canım!..— Evet...— “Gidip şu Anzavur’u basayım” mı demiş?— Eh... Aşağı yukarı... Çetesini toplayacakmış dagelecekmiş...— Tamam! İyi bilmişim! Onun çetesi epeycekarışık . Giritliler, Kavaklılar, Karslı dadaşlar vardısanırım!.. Eğer bir baş Kavala’ya, bir baş da Kars’agidip gelecekse, savaş büsbütün kızışmadan

ye şir!.. Bunu haber vermeye mi yollamış binbaşıyıbize?— Hayır Doktor Bey! Ben kendim geldim!..“Beraber bulunalım” diye... Karanlıkta bir silah birsilahtır.— Hay siz çok yaşayın!.. Doktor Münir’in sesi triyordu. Böyle yamçısız falan... Bu yağmurda...Nöbet tutmağa geldiniz öyle mi?— Ben üşümem!.. İçim sıkıldı. Uykum da yok...Mitralyöz sesiyle bir an sustu. Vuruşuyorlar mı?Sesini alçaltmış ama, bunun korkuyla hiçbir ilişiğiolmadığı belliydi. Vuruşuyorlar değil mi CemilBey?.. İyi... Bana da bir yer gösterir misiniz lütfen...Doktor Münir yamçısını açtı.— işte yeriniz binbaşım!.. Sokulun iyice...Bereket ben yarım adam sayılırım... Yamçı ikimizi dekorur!..— Rahatsız olmayın... Ben savaş yeri demekistemiştim!— Tamam! Buradan iyi savaş yeri olmaz! Yerleşin

güzelce...Nuri Bey yamçının altına girdi.— Rahatsız oldunuz!.. Bir şey diyordum! Evet...Ben iyi tanırım Osman Bey’i... Korkmamış r.Korktuğuna inanamam!— Haklısınız! Pek korku denmez buna... Böyleleriyıldılar mı, sinirlerine güç ye remezler. Bunların işikorkuyla değil... Usanmakla... Cemil’e döndü.Demin içini çek n. Sonra, duyup duymadığımıanlamak için bak n! Sanki bu karanlıkta yüzünügörebilmişsin gibi...— Uyduruyorsun doktor... Yok öyle şey...— Var... Demin ö elendin çünkü... Aklımdan negeç bilir misin? “Tam sırası, şuna sorayımbakayım” dedim.— Neyi?— Burada neyi beklediğini?.. Gece vak ahmakıslatanın al nda?.. “Vatanımı” der miydin acaba?..Apansız soraydım?

— Neden demeyecekmişim?— Çünkü sizin soy, numara yapmasınıbeceremez... Yok!.. “Hiçbir subay numara yapmaz,” demek istemiyorum. İçinizde numaracılar çoktur.Hem de başıbozuklardan baskın... Çünkü numaracısubaylar, numaracı başıbozuklardan daha bilgisizolular. insan ne kadar bilgisizse o kadarnumaracıdır. Bizim fukara Kasap Osman Bey, işte osoydan... Ama gene de suç bizde... Numarabilmeyenlerde...— Niçin?— Onlara bol bol numara yapabilme hakkınısizler verirsiniz de ondan... Birer cigara yaksak mı?— Yakalım...— Ateş görünürse?..— Görünsün...Cemil kibri çıkaracakken makinelinin sesinedönerek durdu. Her mermi, karanlığı kırmızı birparıltıya sıyırıyordu.

Nuri Bey başını kaldırdı:— Vuruşuyorlar değil mi?— Hayır binbaşım... Doktorun deyimiyle bizimTeğmen Faruk, karanlığa kubur sıkıyor.Nuri Bey şakayı anlamamıştı. Fısıldadı:— Ağır makinalı bu... İyi silah r ama, sizinelinizde olacak... Biz subay arkadaşlar, aramızdaGor Bey’e “ağır makinalı” derdik. Tanıdınız mı GorBey’i?Cemil, “Hayır” diyecek . Nuri Bey vakitbırakmadı:— Tanırsınız yüzde yüz... Filis n’de Gor Bey’intümen karargâhındaydım. 4’üncü Ordu, 3’üncüKolordu, l’inci Yaya Tümeni... Biraz, makine adamabenzerdi ama, iyiydi. Kişiliğinin özelliklerinitanımadan önce hiçbir şey düşünmüyor sanırdınız.Düşünürdü. Kendisine göre bir düşünmeseydi bu...Lût Denizi’ni bilir misiniz Cemil Bey?— Bilirim, binbaşım...

— Denizden 400 metre daha alçakta olduğunuda bilirsiniz elbette...— Bilirim...— Evet, azizim... 400 metre aşağıda... Bazıgeceler, sırtüstü yatar, düşünürdüm. “Olmaz böyleşey... ” derdim, “Dirseklerimin gömüldüğü bu cıvıkkum, nasıl tutar koca Akdeniz’i?” derdim. KocaAkdeniz, çölü emerek neden kendisine yol açmıyor,neden gelip bu çukuru doldurmuyor?” derdim. LûtDenizi’ne Fransızlar, La mer Morte diyorlar. Bizbunu da almışız. “Ölüdeniz... ” Binbaşı Nuri Beybiraz düşündü, sarılı bacağının yerini değiş rdi.İngilizler bize iki kere saldırdılar. Meğer bunlarşaşırtma saldınlarıymış... Doğrusu ben, o zamankesin sonucu, bizim cephede arıyorlar, sanmış m.Eriha köprüsünden geçerek SaltAmman üstündençevirme yapacaklar gibi geldiydi bana... İki kere, vargüçleriyle Gazze’ye saldırıp sağ kana an sonuçaradılardı çünkü... “Bir daha burayı denemezler”demiş m. Bazı ordu komutanları, ordular grubukomutanlarının dikka ni çekmişler ama, Liman VonSanders Paşa aldırmamış... Aldırmış olsaydı da

hiçbir şey yapamazdı. Çünkü geride 24’üncü YayaTümeniyle 3’üncü Atlı Tümeninden başka yedekyoktu. 7’nci ve 8’nci Ordularla bizim 4’üncüOrdu’nun bütün kuvve 27-28 bin kişiyigeçmiyordu. Biz solumuzu Gerek Dagları’na,ardımızı Harvan’a vermiş k. 7’nci ve 8’inciOrdularla bizi Şeria ırmağı ayırıyordu. Bizim solkanadımızın denize açıklığı 60 kilometreydi. Bualtmış kilometreyi, aslında üç tümen gücünde olan,üç ordu tutuyordu. Tutuyordu dedimse, sizanlarsınız... Nitekim ilk vuruşta 22’nciKolordu’muzu ezdiler. Atlı bir tümeni de arkamızadüşürdüler. Az kalsın, Nasıra’daki ordular grubukomutanını esir alacaklardı. Bu yüzden Filis ncephesi bir iki gün başsız kaldı. 7’nci Orduyla 8’inciOrdu, Şeria Irmağı üstüne gerilerken dağlaravurduk. Dara’ya doğru çekilmeye başladık.Kurmay Binbaşı Nuri Bey, makinelinin tak taklarıkesilene kadar karanlığa bak . Bir subay kursunaders verir gibi konuşuyor, sanki kendi savaşını değilAnibal’ın savaşını anlatıyordu.Cemil, nereye bak ğını anlamak için başını

çevirdi. Karanlıkta, karanlıktan başka, hiçbir şeygörülmüyordu.— Ne anla yordum? Evet geri çekilmeyebaşlamış k. Hakçası, 1918 yılı Eylül ayma kadarsavaşlarda hiç sıkın görmedim ben! Cigarasındanderin derin çek . “Zorluklardan kaç m” denemez.Sıkın ları başkalarının sır na da yüklemeyidüşünmedim. Arkadaşlar korkak olmadığımıbilirler. Ölümden korkmaz değildim. Ölümtehlikesiyle karşı karşıyayken korkmak aklımagelmez! Gülümsedi. Tehlike atladıktan sonrakorkarım adamakıllı...Cemil, orduda böylelerini çok görmüştü. Bunlar,tutacakları işi yanlış seçmiş dalgın adamlardı.“Beceriksizlikleri insana acıma vermez. Çe nyerlerde bunları savunma zorluğu da duymazsınız.Bunlar orduların içinde tek başlarına yaşayaninsanlardır. Sırasında, yorgunluğa, yoksulluklarınher çeşidine, en dayanıklı görünenlerden daha iyidavranırlar. Bir şeye dayandıklarının farkında bileolmadan... Bunları ölüm hiç şaşırtmaz. Dalgınlıklarıiçinde alır. Şaşırtmaları için, daha doğrusu

kendilerine acımaları için, öldükten sonra, dahabirkaç dakika yaşamaları lazım gelir!”— Geri çekilmeye başladınız?..Cemil, bunu, Nuri Bey gibilerin çekilme sırasındaneler duyduklarını merak ederek sormuştu.— Çekilme başladı. Bizim cephemiz yarılmadığıiçin, yüreğimiz raha . Kendimizi suçlubulmuyorduk. Kendimizi, derken... Anlıyorsunuz,4’üncü Ordu’da hemen hiç kimse kendisini suçlubulmuyordu. Mersinli Cemal Paşa’yı tanır mısınız?— Tanırım!— Nasıl ordu komutanı olduğuna şaşılır. Hiçyükselme hırsı yok gibidir. Belki çok hırslıdır da bellietmez. Bunu niçin söyledim şimdi?.. Çoktan berisöylemek is yordum birine... Oysa hiç önemlideğil... Çünkü yüzde yüz gerçek olduğuna yeminedemem. Çekiliyorduk. Düşmanın baskısı hemende yok gibiydi. Düzen içinde çekiliyorduk. Birlikler,sanki bir manevradan dönüyorlardı. Emirlerzamanında çıkıyor hemen yerini buluyordu.Hepimiz güvenliydik. Ne kadar gerilersek

gerileyelim, bir yerde düşmanı durduracağımızyüzde yüzdü. Sonraları çok düşündüm. Bu güvenbize, Ölüdeniz’in çukurundan kurtulduğumuz içinmi gelmiş acaba? Evet, biraz sola kayıp dağlarayönelmiş k. Dağlar uzaktan çoğu zaman koyulâcivert görünürdü. Şeria Irmağı yatağıyla Ölüdenizçukuru, bilmem bilir misiniz, yazın 60-70 derecesıcak yapar. Bu sıcakta, 1000 metre yüksekliğindekilâcivert dağlar insana serin yaylaları düşündürüyor.Bunların eteklerine varıncaya kadar işlerinanılmayacak kadar yolundaydı. Tırmanmayabaşladığımız anda, her şey birdenbire karış .Hayır... Buna karış , denmez. Deprem bile değil...Kıyamet koptu sanki... Son aldığım akıllı rapor, Hintatlı tugayının artçılarımıza ça ğını haber veriyordu.Bundan sonra da raporlar aldık, birliklere emirleryazdık, ama, bunlar akılla ilgili şeyler değillerdi.Uzaktan yeşil yaylalar gibi görünen dağlar, yalçınkayalardan, dik uçurumlardan, usturakeskinliğindeki çakmak taşları yığınlarındanibaretmiş meğer... Toprağın derinliği korkunçoluyor, Cemil Bey... Bendeki baş dönmesi, ogünlerden kalmadır. İki yüz metre aşağımızda

bağrışan ka rlara yüz metre üstümüzdekipa kadan develerin homurtuları karşılık veriyordu.Uçurumlara yuvarlanan deve katarları, kayalaraçarpa çarpa derenin dibini buldukları zaman,karınca gibi görünüyorlardı. Toplarımızı, cephanesandıklarımızı dağlara kap rmış olarak indik HarvanOvası’na... Hayvanlarda nal, insanlarda ayakkabıkalmamış . 4’üncü Ordu yorgunluktan bitmiş .Ovaya inince, biraz soluk alırız sanmış k.Sevinmeye vakit kalmadı. Harvan Ovasıcehennemden de başka bir şeydi. Sanki düzeinmemiş, ateşten bir taşın al na girmiş k. 7’nciOrduyla 8’inci Ordu da, sola kaydıkları için, YıldırımOrduları Grubu, birbirine karışmış . Binlerce insan,hayvan, taşıt Şam’a doğru, sendeleye, düşe,çekiliyordu. Sağ yanımızda, bizi kollayarak ilerleyendüşman atlı birlikleri, solumuzda, her çalı dibindenüstümüze kurşun sıkan İngiliz Lavrens’lepeygamber torunu Emir Faysal’ın çeteleri,önümüzde, on binlerce silahlı çapulcu, ardımızda,General Allenbi’nin bire kırk sayı, bire bin silahüstünlüğünde taze, çevik, yendikleri düşmanıkovaladıkları için keyifli Filis n ordusu, tepemizde

öldürücü güneşle uçak filoları vardı. Kimin aklınageldi bilmem, bana bir yaya alay komutanlığıverdiler. Yaralı bacağının dizkapağını ovuşturarakumutsuz umutsuz başını salladı. Alay komutanıolacağı günü nasıl düşünür bir subay, bilirsiniz!Ben, hep, eği mi geri kalmış bir alaya gideceğimihayal etmişimdir. Erlere ne diyeceğim, subaylaraneler söyleyeceğim hepsini teğmenliğimde kelimesikelimesine hazırlamış m. “Ödevde demir disiplin,arkadaşlıkta dost yumuşaklığı... ” Alay 200 kişiydi.Duraladı. Parmağını kaldırdı. Hayır, 150 kişi... Belkide 120... Bir su başında, yere serilmişlerdi. Zorlakalk lar. Üniforma falan kalmamış... Çapulcusürüsünden beter!.. Dehşete kapıldım. “Oturun...Oturun” diye yalvarmış m. Arkadaşlar,gözlerimden yaş boşandığını söylediler.Yumruğunu gözlerinin al ndan geçirdi. Böyle işte...O zamandan beri, farkında olmadan böyle gözlerimyaşarır. Ayıplıyor insanlar, bilir misiniz? Subaylarıherkes taştan yapılmış sanıyor. Belki seç ğimiz işinbazı özel yasaları var. Subayın ağlaması ayıp... Evet,böyle düşünenler de haklı...

Cemil, dalgın sordu:— Geri gelen erleri sipere sokmak için...Birden insafsızlık ettiğini anlayarak sözünü yarıdakesti.— Evet...— Hiç...— Bir şey söyleyecek niz, vazgeç niz. KurmayBinbaşı Nuri Bey, bağışlar gibi gülümsedi. Ağlamaküstüneydi değil mi?Cemil, sözünü yanda kesmekle büsbütüninsafsızlık ettiğini anlamıştı:— Değil binbaşım... “Erleri, yeniden siperesokmak için, hiç silah kullandınız mı?” diyecektim!— Kullandım elbe e... Nuri Bey, bu karşılığıverirken hiç duraklamamış . Kullanılmaz mı? Çoğuzaman budalalıklarından paniğe kapılırlar çünkü...Çanakkale’de birkaç kere geldi başıma bu iş...Birden keyifle gülmeye başladı. Anladııım... “Pekyu a yürekli... Bakalım, sırasında adam vurabilir

mi?” dediniz. O başka bir iş... Büsbütün başka,değil mi?Cemil, burnunu çeker gibi gülünce, Nuri Bey,üstelemedi, sözü kaldığı yerden aldı.— “Arada bir durup kurt gibi diş göstere göstere,sırıtarak geri çekiliyorduk. ” demiş miydim? Alayıteslim almamla, kaybetmem bir oldu. 25 Eylül1918’de kendimi, karmakarışık bir ağırlık kolununiçinde bir at arabasının sol kazığını tutmuş yürürkenbuldum. Bundan önce olup bitenler, sıtmanöbetleri sırasında, uyana, dala görünen korkunçdüşlere benziyordu. İki üç bin kişi kadardık... Belkide daha çok. Uçak saldırılarından korunmak için,gece yürüyorduk. Tutarı sekizde bire inmiş, bir atlıtümenin, mızrakları altına sığınmıştık.— Hangi tümen?— 3’üncü Tümen... Bozgundan önce, bizimorduya bağlanmış . Yedekteydi. Alaylarından birinibir başka birliğe verdikleri için iki alay kalmış . Biralayı önümüzden, öteki ardımızdan geliyordu.Ağırlıklarla biz ortadaydık. Dizleri kesilenler düşüp

kalıyorlardı. Çoğumuz yayaydık. Benim hayvanımbir serseri kurşunla vurulmuştu. Mekkârelerebinmiş yaralı subaylar vardı, arabalara üst üstedoldurulmuş yaralılar... Bataryalarını Şeria ırmağıönünde düşmana bırakmış topçu erleri top çekerhayvanlara ikişer üçer binmişlerdi. Birliklerinikaybetmiş atlı erler, açlıktan adım atamayanhayvanlarını mızraklarıyla dürterek yürütmeyeçalışıyorlardı.— Atlı alaylar kaç kişi?— Her birinde yüz elli atlı var yok... Aclun ilçemerkezi İbrit’e, 26 Eylül sabahı vardık. YıldırımOrduları Grubu’nun 1brit’teki ambarlarında birmilyon kilodan fazla arpa, bir o kadar buğday,yarım milyon kiloya yakın kuru sebze vardı.Bunların hepsi, birkaç kurşun a mı aralıkla biziçevirmiş, bizimle beraber yürüyen Arap çapulcularıkalacak . İnsanlar da hayvanlar da ka basadoydular. İnsanlara üçer günlük yiyecek,hayvanlara üçer günlük yem alındı. Gece yolaçıkılacak . Akşama doğru, kasabaya bir kalabalıkgirdi. Beş yüze yakın insan, anadan doğma çıplak...

Hepsinin elleri apış aralarında... Bunları Araplarsoymuş, donlarına varıncaya kadar her şeylerinialmış. Dört yüz kadarı er, yedi sekizi subay, yeditanesi de Alman... Herkes davrandı, yardıma koştu.Çıplaklar edep yerlerini yarım yamalak ör üler.Akşamüstü, Müzeyrip’e doğru yola çık k.Harvanlılar, sağdan soldan, önden arkadan, aradasırada kurşun sıkıyorlardı. Harvanlıların bukonukseverliğine bugün bile kızanlar vardır.— Siz kızmadınız mı?— Önceleri kızdım. Sonra düşündüm.“Müslüman oldukları halde, halifeye silahçekiyorlar” diye kızıyorduk bunlara... Oysa,Avrupa’da boğuşanlar da toptan İsa’nınümme ydiler. Hiçbiri, ötekini, din kardeşine silahçektiği için suçlamıyordu ayrıca...Bur da ayıplanacak bir yön varsa, insanları, kızgınçöl güneşinin al nda anadan dogma soymak, birde, düşe kalka çekilen yenilmiş insanlara, uzaktanateş etmek... Esirlikte öğrendim ki, o günlerdençapulcuların sayısı on beş binden ar kmış... Ogünlerde 4’üncü, 7’nci ve 8’inci Ordularımızın

tutan, bu sayıdan azdı. 27 Eylül’de, öndeki mızraklıalayın kolbaşısı, Tafas denilen kara taştan yapılmışbüyücek bir Arap köyünün ba sına yanaşmış ki,apansız köyden ateşe tutuldu. Alay a an inipavcıya yayıldı. Biz biraz gerileyerek yere çöktük.Gözümüzün önünde bizimkiler vuruşuyordu.Hiçbirimizde, davranıp yardıma koşma isteğiuyanmadı. Sanki bizler, bir hafta öncenin savaşçılarıdeğildik. Ömrümüzde ellerimize silah almamış,harem kadınlarıydık. 3’ncü Atlı Tümen, topu topu300 kişilik iki alayını yere indirip çeşitli düzenlerlesavaşa sürdü. Önden sıçrayarak düşmanasokulmak is yorlar, iki yanımızdan geçerek köyüçevirmeye uğraşıyorlardı. Biz, savaş filmlerini hiçsevmeyen sinema seyircileri gibi, durgun, ilgisizbakıyorduk. Köylerdeki kalın duvarların, toprakyığınlarının ardındaydılar. Avuç içi gibi çıplak birdüzlükte saldıranlara a yorlardı. Bu denksizlik bilebizi uyarmadı. İçimizden, ancak sekiz on kişiyardıma gi . Onlar da galiba atlı erlerdi. Meslekdayanışmasından gelen bir tepkiyledavranmamazlık edememişlerdi. Ben asıl bunusöylemek istemiş m, başlarken... Sözü uza m boş

yere... Uykum kaçınca o akşam Tafas köyüönündeki ilgisizliğimiz aklıma geldi gene... Kaçgündür, mille n ilgisizliğinden yakınıyorsunuz da...Oluyor böyle donakalmalar... Sizin yerinizebaşkalarının ölüme a ldıklarını gözlerinizlegördüğünüz halde, ilgisizliğinizden utançduymuyorsunuz. Bundan onuru yaralanmayanlarınasıl uyandıracaksınız? Dürtüşlemenin hiçbir çeşidisökmez ki...Binbaşı Nuri Bey, sargılı ayağının yerini değiş rdi.Bağışlayan bir yumuşaklıkla kısa kısa güldü:— Evet sökmez. Oturakaldık. Seyre k.Başımızın üstünden geçen, sağımıza solumuzadüşen kurşunlara da aldırmıyorduk. Öyleyse bizidavranmaktan alıkoyan şey, ölüm korkusu değildi,sanırım!Cemil başka şeyler düşünüyordu. Farkındaolmadan karşılık verdi:— Doğru!— Değildi, eminim. Tümen komutanı bak ki,yüz yüze sökmeyecek... Bir bölükle, bir ağır

makineli takımını uzaklardan dolaş rarak köyünarkasına geçirdi. Ben de oturduğum yerde, bunudüşünüyordum. Çapulcular, sağdaki tepeleredoğru vuruşarak çekildiler. Köyde kırk elli kişi, artçıkalmış . En sonra, bunlar da, atlarına, hecinlerinebinip savuştu. Ölüleri üstünkörü gömdük.Atlılarımız kendilerine çekidüzen verdiler.Unutmadan söyleyeyim, ben orada, ömrümde ilkdefa, çıplak ayağına mahmuz takmış atlı erlergördüm. Evet, çorapsız ayaklarda mahmuz...Üzengileri bakır kazanlardan bozmaydı, üzengikayışlarıysa ipten... Çoğunun mızrağı kırılmış .Giyim kuşak dökülüyordu. Yalnız silahları çokyeniydi. Cephaneleri boldu. Birlikler sayılarınıkaybe kçe, bilirsiniz, silahları yenileşip cephaneleribollaşır. Komutan, ilk ateşi yiyen 6’ncı Alayı,toparlanması için köyde bırakmış, 8’inci Alayı önegeçirmiş . Kuzeye doğru yola çık k. Ben, hepçırılçıplak ayağına mahmuz takmış, atlı eridüşünüyordum. Sürünerek köye yaklaşmayaçabalıyordu. Tabanları kir içindeydi. Vurulduğuzaman, bacaklarını iki kere toplayıp uzatmış, sonrakamının al na çekip öylece dertop kalmış . Kumda

ayak başparmaklarının bırak ğı iki derin iz, şimdibile gözümün önündedir. Tarihte, Patrona Halildenilen serserinin de, yeni padişahı, kılıç kuşatmayagötürürken ata çıplak ayak bindiği yazılıdır. “Neilişiği var?” diyeceksiniz... Doğru... Ben de “Ne ilişiğivar?” diyordum ki, korkunç bağrışmalar senidalgınlığımdan uyarmaya kalmadan kafama ağır birşeyle vurdular.— Kim?— Köyden sürülüp çıkarılanlar... Atlı alaylarımızıngüçsüzlüğünü anlamışlardı. Ağırlıkları ele geçirmekiçin 200 kadar atlı, 100 kadar hecinli, arabalarınçevresinde yürüyen bi k kalabalığa, çalakılıç daldı.Ben gözümü aç ğım zaman, bir hastanearabasında sırtüstü ya yordum. Kafam zonkluyor,gözlerimin içinde şimşekler çakıyordu. Başımın tamüstünde yumruk kadar bir şiş vardı. Sağ ayağımıbiraz zor kımılda yordum. O günden sonra,kendimi bir daha toplayamadım. Sol gözümdekiseğirme geçmedi. Kabalağın al ndaki mantarcanımı kurtarmış. O günden beri durup dururkeniçimi bir bunal kaplar, soluklanın daralır.

Yaşamaktan usanırım. Her şey bana saçma gelir,çoluk çocuk... Vatan millet... Buralara düşmanlarıngirmesi... Dostluk... Okuma yazma... Her şey...“Hafakanlar boğuyor” derler ya kadınlar... İşteöyle... Günlerce kaska , külçe gibi kalırımoturduğum yerde... Parmağımı kaldırmayaüşenirim. Bir tek söz söylemek, bana Uludağ’ıntepesine koşarak çıkmak gibi, yorucu gelir.Konuşmam şurda kalsın, birinin bana, karşılıkbeklemeden bir şey demesi bile beni yorar. Buyorgunluğu size anlatamam!.. “Gene susayacağım,su içmek lazım gelecek. ” diye düşünerek dehşetekapıldığım çoktur. Hele başımdan geçenleriha rlamak korkusu hepsinden zor! Düşünüyorum,geçenlerde, Rahmi’yi vuruşur bırak m da nasıl geriçekildim? Nerden buldum bu gücü? Hayır!Bacağımdan yaralanmak özür değil! Rahmi’yidinlememeliydim! Beni ata bindiren çavuşuterslemeliydim.Cemil, İstanbul’da ara sıra duyduğu yorgunluğunne kadar değersiz bir şey olduğunu birden anladı.Binbaşı Nuri Bey’in duyduğu yorgunluğun yanında

kendisininki, bir çeşit dinlenmeydi. “Peki, YarbayRahmi Bey de mi, böyle bir yorgunluğa kapıldıacaba? Kendini isteyerek mi öldürttü?”— A a nasıl durdum? Bursa’yı nasıl tu um?Anzavur’un subayları esir almadığı aklımda kalmışolmalı. Utanılacak bir şey... Şuural nda bir korkuçalışmışsa, orada iyi dövüşememişimdir. Dün geceuykum kaç . Utandım kendimden... Kendimdendeğil... Bir başkasını ayıplar gibi ayıpladımkendimi... Esir olurken de, duyduğum utanç, birbaşkasının teslim oluşu karşısında duyulan yabancıbir utanç . Kurtuluş yollarının hepsini sonunakadar denemeden kendini bırakıvermiş miskin,tabansız bir insanı ayıplıyor gibiydim! Bazıarkadaşlar, başıbozuk çapulcuların elinedüşmektense, İngilizlere teslim olmanın tehlikefarkını hesaplamışlar. Ben bunu bile düşünmedim.Biz, teslim olmaya karar verenler, Eşrefiye adlı birçi liğin ağaçları al na toplanmış k. Birbirlerinesokulup burunlarını toprağa sürerek soyulan koyunsürüsüne benziyorduk. Yüz, yüz elli metreaçığımızdan bir atlı bölük geçiyordu. Otuz, otuz beş

kişi... Ancak on on ikisi mızraklıydı... Bölük teslimolmayı onuruna yedirememiş . Vuruşarak kendineyol açmaya gidiyordu. Görünüşünde, yır cı birsavaş birliği hali yoktu. Yalnız teslim olanlarınüstünden aşırarak ateş eden düşman bataryasınınyakınlarına düşen mermilerini hiç umursamıyor,yorgun hayvanlarını zorlamadan, anavatana doğruyürüyordu. Bağlı olduğu alayın, tümeninkomutanları bizim içimizdeydi. Esirliğin onlara birazdaha zor geldiğini sanırım. İstanbul’a döndüktensonra, Harbiye Nezare Za şleri Dairesi’ninsorularına karşılık verirken kim bilir ne kadarbunalmışlardır.Tanyeri ağarıyor, ortalık aydınlandıkça, Faruk’unmakinelisi daha seyrek duyuluyordu.Cemil konyak dolu matarasını kancasındançıkarıp Nuri Bey’e uza rken, duyduğu gürültüyekulak vererek öylece durdu.Nal sesleri hızla yaklaşıyor, bir atlı, sanki kellegetiriyordu.Tüfeklerine davrandılar.

Cemil, “Binbaşım... Binbaşım... ” diye soluksoluğa bağıran Kör Şaban’ın sesini tanıyınca fırladı:— Buraya... Ne var? Anzavur mu?— Anzavur, binbaşım... Kör Şaban, dizginleregaddarca asılıp hayvanı art ayakları üstüne kaldırdı.Anzavur... Çerkez Ethem Bey Anzavur’u bozmuş,binbaşım... Tepelemiş ki... Tuz gibi dağıtmış...Teğmen Şevki Efendi geldi. Haber Teğmen ŞevkiEfendi’den...Cemil filintasını yere a , önce ellerini ağzınaboru yaparak ileriye doğru: “Gel Faruk!.. Bırak gel!”diye bağırdı. Sonra dönüp Doktor Münir Bey’inboynuna sarıldı.Doktor Münir Bey, aralıksız soruyor, TeğmenŞevki, bir ortaokul öğrencisinin coşkun heyecanıylaanlatıyordu:— Evet. Çarpışma, topu topu beş saat sürdü.Gerçekte beş saa e sayılmaz. Asıl sıkı kapışma biriki saat...— Dalgalı topraklarda yürüyüş koluyla

gidiyorduk. Dereye indiğimiz zaman birinci takımhayvanları sulamış . Karşıya geç . Biz sulamayabaşladık. Birden, çok sayıda silah sesi duyuldu. Atbindik. Tepeye yarılamadan, birinci takımınkarmakarışık gerilediğini gördük. Tepeye ye ş k.Düşman yaya savaşa inmiş . İki yüz kadardı.Kuzeyde, kalabalık bir kol, susayı ateş al na almakiçin yer değiş riyordu. Kolumu kaldırıp indirerekarkadan gelen kuvvetlere hızlanma işare verdim.Soldaki tepeye iki makinalı çıkarabilirsek, herifleritepeleyecek k. Ye şen kuvvetlerden yarısını,düşmanın çevirmeye çalış ğı ucun yardımınayolladım. Geri kalanlara tepeyi gösterdim. “Şutepeyi dörtnal tut...Arkadan makinalılar geliyor!” dedim. Onlartepeye doğru at boynuna yatmış rlarken, ye şenmakinalı takım komutanına emri bas m: “Halim,dayan tüfeklerle tepeye... ” Bak m, bizimkilertepeyi tu u. Makineliler de rmanıyor. “Eh, dedim,birazdan önümüze katarız bunları... ” Birinci, ikincitakımların yedek atlarını avcılara doğruyanaş rdım. “Düşman çözülürse, takımlar emir

beklemeden atlı saldırıya kalkacak. ” dedim. Busırada Anzavur, nesi var nesi yoksa, sol kanadımızasürdü. Atlı kuvvetler önceden kararlaş rıldığı gibi,iki yana açılıp işi bizim Memetlere bırak lar. Bizsoldan yüklendik. Küçük bir tepeyi dolaşarak, çokilerdeki tahta köprüyü tu uk. Bizim topçu a ğınıvuruyordu, doktor!Cemil, o zamana kadar umursamadandinliyordu. “Topçu” sözüyle birden ilgilendi:— Bizim topçu mu?— Bizim... Doğrusu, hiçbir gülleyi boşa atmadılaryüzbaşım! Köprüyü tu uk. Bilirsiniz, insan,karşısındakinin sallanmakta olduğunu seziyorapansız... En güvendikleri saldırılar, yayabirliklerimizin telaşsız, güvenli ateşiyle kırılıyordu.— Demek iyi dövüştü bizim Memetler?— Arslan gibi... Arslan gibi boş laf... Say ki hertakım bir kale...— Evet... Köprüyü tuttunuz?— Köprüyü tu uğumuzu görünce, Anzavur,

daha fazla direnemedi. Bak k yüz geri etmiş...Atına binen ardına düştü çalakamçı...Doktor Münir sordu:— Ethem’in aklı eriyor mu askerliğe az çok?— Aklı eriyor mu bilmem ama, bizim yaya askerolmasaydı katamazdık çapulcuları önümüze... Şuda var ki, Ethem Bey, savaşta çok soğukkanlı...Hem soğukkanlı, hem gözüpek... NeyseAnzavur’un Biga’da Hamdi Bey’den aldığı toplarıele geçirdik. Biz, toplara makineli tüfekleresevinirken, Ethem’in atlıları... Teğmen Şevki sesinialçal . Talana giriş ler. Kimi a nı değiş riyor, kimiçizmesini... Beraber dövüşen birliklerin bir kısmıçapul yaparken, ötekilerin, düzen içindetoplanmaları... Tuhaf geliyor insana... Çok dahabaşka türlü sevdim Memetleri ben bu sefer... “Arasıra, onlar da edepsizlenir” diyeceksiniz! Doğruama, gene de bu işin ara sıra olmasının önemi çokbüyük... Dikkat e m, çoğu, beğenmedenbakıyordu, imrenmeden... Hani, öyle durgun, çokbilmiş bir halleri vardır ya...

Cemil “durgun” sözüyle Binbaşı Nuri Bey’isabahtan beri hiçbir yerde görmediğini hatırladı.— Nuri Bey’i gördünüz mü, Doktor?— Hangi Nuri Bey’i? Binbaşıyı mı? Hayır, hiçgörmedim.— Allah Allah... Ben de görmedim. Hastalanmışolmasın sakın?..— Bilmem... bakıver.Şevki, Anzavur’un Gönen’de as ğı adamlarıanlatmaya başlamış . Eline geçen bütün subaylarıastırmış... Bir de jandarmaları...— Eşkıya olduğu bundan belli keratanın...— Evet... Gönen’de mü üyü as rmış...Müdafaayı Hukuk Derneği başkanını as rmış...Kasabayı baştan aşağı talan etmiş...— Şimdi nerede?— Biga yakınlarında bir daha direneyim demiş,bakmış ki sökmüyor, atlamış vapura, savuşmuş...

Cemil, kalkıp dışarı çık . Emir subayınaSelahattin’i sordu.— Acele telgrafhaneye çağırdılar, yüzbaşım!..— Komutan nerde?— Ethem Bey’le beraber...— Nuri Bey’i gördünüz mü? Binbaşı Nuri Bey’i?Tümen emir subayı gözlerini kırpış rarakdurakladı:— Nuri Bey’i hapsettiler yüzbaşım...— Hapis mi? Kim? Niçin?— Tevfik Bey hapsetti.— Suçu?— Selam vermemiş...— Kime?— Kuvvetlerinin başında geçen Tevfik Bey’e...— Ne diyorsun? Komutanın haberi var mı?— Var efendim...

— Selahattin’in?— Var...— Peki?..— Ethem Bey’le görüşmek mümkün olmadı.Selaha n Bey, Ha z Hüseyin Bey’le konuştu. Ha zenişte demiş ki... “Kurcalarsanız, herifi kurşunadizdirmiş olursunuz. Hele biraz geçsin... Ben TevfikBey’in gönlünü eder, kurtarmaya çalışırım. ”demiş...— Nerede Nuri Bey şimdi?— Jandarma bölüğünde...— Başka mahpuslar da var mı?— Var! Anzavur taraftarları...— Kim bekliyor mahpusları?..— Ethem Bey’in bayraktarı... Hacı Ömerdiyorlar... Çok sert bir adam... Siz Ethem Bey’i birara görseniz... Anlatmalı değil mi, yüzbaşım... “aklıbiraz... şey... ” demeli zavallının...

Cemil, bir an, komutanın oda kapısına bak ,sonra merdivene doğru hızlı hızlı yürüdü.Sokakta, terörü düşünüyordu. “Yensek deterörü ge riyoruz, yenilsek de... Yıllarca teröral nda yaşamışlarımız da, terörden hoşlanıyor.Bayram sevinci nedir bilmiyoruz. Bunun insanlıklane ilgisi var? Ömründe ilk defa Bursa gibi büyük birşehre, yenmiş komutan gibi giren bu herif, şurdadalgın dalgın oturan birine nasıl kızabilir?Hapsetmeyi aklına nasıl ge rir?.. ” Bursa’nınsabahtan beri sevinmeyi bile akıl etmeden,kuşkuyla sindiğini şimdi, boş sokaklarda tek başınagiderken anlıyor, her adımda kızgınlığı bir kat dahaartıyordu.Jandarma dairesinin sokağına sapınca, kapınınönünde oturan Bayraktar Hacı Ömer’in kocagövdesini görüp tanıdı. Herif, manda pisliği gibiyayılmış, nargile içiyordu. Bir ayağını bir iskemleye,ötekini bir başka iskemleye atmış, kolunu üçüncüiskemleye dayamış . Böyle bir kasın , halifelikavadanlıklarını eline geçirdiği zaman, YavuzSelim’de bile görülememiş olmalıydı.

Bayraktar Kayserili Hacı Ömer, Cemil’i tanıyıncahemen edeple toplandı:— Vay... Cemil Bey’im... Şükür görüştürene...Sabahtan beri bak m... Göremedim... Buyur çayiç... Nargile doldursunlar...— Teşekkür ederim Ömer Ağa... Hiç vak myok... Bir arkadaşı görmeye geldim.— Kim?— Mahpusmuş... Gelin bakalım!— Kim yahu?.. Allah Allah...— Gel hadi...Kapıdan girip jandarma nezarethanesine doğruyürüdü.— Kim bu arkadaş?.. Dur bildim... Binbaşı...Tevfik Bey’in mahpusu...Cemil kapıda nöbet bekleyen çeteciye emretti:— Aç kapıyı!Çeteci, kilidi telaşla aç . Cemil içeri girdi. Oturan

Anzavurcular korkuyla ayağa kalktılar.Binbaşı Nuri Bey, demirlerinden örümcek ağlarısarkan pencereye dirseğini dayamış, dışarıya, ikiadımlık pis aralığa dalmıştı.Bayraktar Hacı Ömer seslendi:— Hey binbaşı!.. Öldün mü be herif... Bak kimgeldi!Nuri Bey, döndü. Gözlerini kırpıştırdı:— Aaa... Siz misiniz Cemil Bey?.. Bana mıgeldiniz?Cemil, tanış klarından beri ilk defa topuklarınıbirbirine şiddetle vurarak Binbaşı Nuri Bey’iselamladı:— Size geldim binbaşım... Özür dilemeye geldim.— Yok canım... Kurmay Binbaşı Nuri Bey,Cemil’in akranı olduğu halde, çok yaşlı bir dede gibigülümsedi. Olur böyle yanlışlıklar... Bizim aslanlarıgörünce çok sevindim. Ama ne kadar çok...Sevinçten yoruldum galiba... Kalakaldım. Suç

bende... Ayağa kalkmalıydım. Hiç kalkılmaz mı?Dalmışım. Hakları var. Sevinmedim sanmışlar değilmi? insan, bu kadar sevinçli bir günde yanılabilirkolayca... Bilirim, bizim mille sevinç daha kolayyanıltır. Yoruldunuz buraya kadar... Sağ olun...— Rica ederim binbaşım... Buyrun, hadi...— Aman Cemil Bey’im... Tevfik Bey bizi...Cemil, eşkıya bayraktarına bak . Sura öylesinecehennemleşti ki, herif yutkunarak susuverdi.— Bastonunuz var mıydı binbaşım?— Vardı galiba... Vardı evet... İşte şurada...— Binbaşımın bastonunu Ömer Ağa...Bastonunu diyorum...Ömer Ağa, koca gövdesini hoplatarakbastonunu ge rip binbaşıya verirken Cemil aldı,Nuri Bey’e uzattı:— Buyrun binbaşım... Yeniden özür dilerim!Bayraktara döndü. Tevfik Bey’e söylersiniz, “Cemilgeldi aldı” deyin... Görüşmek isterse... Ben her

zaman karargâhtayım.— Nesi var bunun görüşecek bre Cemil Bey?..Kendin bilmez değilsin ya... Sağ olsun TevfikBey’im, çoktaaan unutmuştur. BirS?? çayımızı...Susup dışarıya kulak verdi. Borazanlar uzaktanuzağa toplanma borusu çalmaya başlamışlardı.Cemil, bir boş araba çevirdi, Nuri Bey’ibindirdikten sonra, “Tümen karargâhına...çalakamçı!” deyip atladı.Borazanlar acı acı ötüyor, ana caddede atlıpostaların kaldırımları şakırdatarak koşuştuklarıduyuluyordu.Karargâha vardıkları zaman, herkesi ayaklanmışbuldular. Kısa, kesin emirlerle, subaylar, çavuşlar,erler sağa sola seğirtiyordu.Cemil’i merdiven ayağında Kör Saban önledi:— Binbaşım bu kez haller kötüüü...— Ne var? İngiliz mi basmış?

— Daha kötü... Bizim oralar karışmış bu kez... Bukez bizim Türk’ümüz başkaldırmış...— Kim sizin Türk’ünüz? Söylesene herif!..— Bizim oraların avanak Türk’ü tam ayaklanmışki, gayet zorlu ayaklanmış binbaşım... Vurmalarıylabizim tümen komutanını bitirmişler...— Hangi tümen komutanını? Bekir Sami Bey’imi?— Yok... Bizim 3’üncü Atlı Tümenkomutanımızı... Sina cephesindeki komutanımız...— Aklım karış . Şunu doğru anlat... Şamargeliyor.— Telgraf aldı Ankara’dan Selaha n Bey...“Ethem Bey, aman yola çıksın bir ayak önce... Boludolaylarına vak yle ye şmeye baksın!” demişAnkara...— “Bizim oralar” dediğin Bolu mu? Bolu, nerdensizin ora oluyor?— Bolu, bizim sınır komşumuz!.. Bolu Türk

toprağı olduğundan bizim ora sayılır. Boluayaklanmış, Gerede, Düzce, Hendek hepayaklanmış... Kara kazanları pazar meydanınagötürdüler.— Ne kazanı? Karavana mı?— Karavana kaynatmaya soluk yok!..Kazanlarda yağlar kızıyor. Çarşıyı aç rdı EthemBey... Bursa’nın kavurma tenekelerini,pas rmalarını, sucuğunu meydana taşımakta...Bunlar yağda az biraz döndürülecek de...— Yedirilecek mi?— Yedirme yok... Ethem Bey’in askeri, eline tazeekmeği alıp kazanların önünden geçecek...Ekmeğine birer kepçe pas rmalı sucuklu kavurmapayını alan, yallah...— Bütün askere yeter miymiş kavurma?— Bütün askerin eline et kavurması nerdengeçebilsin? Bu kavurma, Ethem Bey’in atlıbaşıbozuk askerine... Bizim askere bulgur çorbasıye şirse ne güzel... Yaya askeri arkadan gidecek

ağır aksak... Ambarlarda millet işe yumuldu kibinbaşım, çok zorlu yumuldu. Ethem Beydiyesiymiş ki... “Hayvanlarıma verilecek saman ıslakoldu mu, küflü oldu mu, arpalanın iyice elenmedimi, yakaladığımı sallandırırım. ” diyesiymiş.“Benden günah gi ... Millet bilmiş olsun. ”diyesiymiş...— Nerde kendisi?— Ulu Cami’de... Bursa’nın sangı büyüklerinicamiye toplamış ki, “Gelmem” diyeni bacağındansürümecesine...— Sebep?..— Kâğıda parmak basmasıymış da, İstanbul’unOsmanlı Padişahına salasıymış... “Anzavur Paşa’nıtepeledim. Bundan böyle kendine yarar paşabulmaya bak... İ , köpeği, paşa edip üstümesaldırma... Ben şimdi... Türk içine gitmekteyim,dönüşte bak bakalım nelere olur?” diyesi...Selaha n merdiven başından seslenince Cemil,Kör Şaban’ı bırakıp yürüdü.

— Duydun mu felâketi?— Neymiş?..— Düzce önünde Yarbay Mahmut Bey’iöldürmüşler isyancılar...— Deme Nasıl olmuş bu iş? Vuruşurken mi?— Hayır. Mahmut Bey, Çerkezliğine güvenmişgaliba... Oyuna gelmiş. Herifler konuşmacıyollamışlar. Borazanla ateşkes emri vermişMahmut Bey... Kendisi çıkıp ilerlemiş... Yanaşınca,heriflerin gözlerinden niyetlerinin kötülüğünüsezmiş olmalı ki, emir subayının filintasını kapmış,ateş etmiş... Kurşunlar boşa gidince, bu sefer onlaratıp vurmuşlar.— Yazık... Vah vah... Çok yiğit arkadaştı.— Komutan bey çocuk gibi ağladı. Daha kötüsü,başkaldırma Bolu’yu geçip Ankara’ya doğruyayılıyor! Ethem Bey, var hızıyla ye şme emri aldı.Hemen yola çıkacak!— Beni de bıraksın komutan bey artık...

— Konuştuk. Olmuyor. Burası büsbütün boş...Bu giden askerlerin cepheden alındığını biliyorsun.Anzavur işinden sonra, asker toplamak, hiç değiltoplayabildiğimizi elde tutmak belki mümkün olur.— Camiye hocaları neden topladınız? Karşı fetvaiçin mi?— Evet...— Verecekler mi acaba?— Vızır vızır... Şimdi haber geldi, herifler, “Bendaha önce imzalayacağım!” diye birbirlerinieziyorlarmış... Sen bizim hoca takımını bilmezmisin? Yüzde doksanı zora hiç gelemez.Selaha n emir subayının ge rdiği şifreli telgra açmak için koşunca, Cemil, yavaş yavaş meydanadoğru yürüdü.Meydanda, Kuvayi Seyyare Umum KomutanıEthem Bey’in atlıları, ekmeklerinin ortasını açıpkazanların önünden geçiyorlar, içine kavurmakoydurup atlarının yanına gidiyorlardı. Birkaçgünden beri Bursa’nın otellerinde, hanlarında,

kaplıcalarında iyice dinlenmişler, kılıklarınaçekidüzen vermişlerdi. Her rsa a daha iyisiyledeğiştirdikleri binekleri de, göz alıcıydı.Ethem Bey’le müfreze komutanları, meydanageldikleri zaman bütün atlılar, yola çıkmayahazırdılar.Ethem Bey, komutanla valiye “Allahaısmarladık”dedikten sonra Cemil’in elini sık . Yavaşça,“komutan beyden koparamadım, Ankara’danisteyeceğim sizi... ” dedi.Atlılar Bayraktar Ömer Ağa'nın ardında, ikişerkol, yola çık lar. Tüfeklerini omuzlarına çaprazasmışlardı. Eğerlerinin, kantarmalarının,kamalarının gümüşleri güneşte parlıyordu.Cemil, Ethem’in ağabeysi Yüzbaşı Tevfik’inselamını almamak için, gözlerini kısarak TeğmenŞevki’nin ağır makineli bölüğüne çevirmişti.Erlerin giyimleri yamalı, postalları yır k ama,yüzlerinde, dövüşü çapulculara bırakmamış gerçeksavaşçıların haklı güveni vardı. Cemil hementoplanıp bu yır k, pır k, yorgun, usanmış güvenin

karşısında selama durdu. En arkadaki biraz aksayansaka neferi geçene kadar da, elini kalpağındanindirmedi.Ağır makineli bölüğü, apansız, seferberliğin ünlütürkülerinden birini tutturmuştu. “Ben bir Türk’üm,dinim cinsim uludur” bağır sı, önden arkaya, kopadağıla geliyor, kaldırımsız yolun toz bulutuyla sankibir zaman sürünüp toprağa çöküyordu.Doktor Münir homurdandı:— Çerkez Anzavur’u ezen Çerkez Ethem,kurtuluşa başkaldırmış Türkleri tepelemeye gidiyor!Meseleyi anladın mı Körağa?Kör Şaban, tek gözünü, doktorun sıska ensesinedikmişti.Kendini zorlayarak anlamaya çabaladı:— Anladık elbet... Anlaşılmaz mı?— Uuuuuyyy! Ne mutlu sana bu yaman anlayışile...Bu söz, Rumeli’nin göçmen ağzıyla söylendiği


Like this book? You can publish your book online for free in a few minutes!
Create your own flipbook