Edirne’yi geri almak batak kumarcı işi değil denedir? Memleke n bütün aklı erenleri, okumuşları,sahici vatanseverleri bizden yanaydılar. Aslındabütün Osmanlı toplumu kendini kumarın hızınakap rmış . Bu Dünya Savaşı’na neden“Seferberlik” adını tak bizim Anadolu mille ?Seferberlik bekliyordu da ondan... Davullarçalınınca yediden yetmişe herkes askerlikşubelerine koştu. Ali Fuat, Mısır’ı almayagiderlerken istasyonlara toplananların geçirdiğihisteri nöbetlerini anla rken dehşete kapıldım. Sizekarşı çıkan bizler de, kumara karşı değildik. Biraz dabiz oynamak is yorduk. Kızgınlığımız zarlarıvermediğinizdendi. Aslında bunlar benimdüşüncelerim bile değil, 1914’te İstanbul’a gelenbir İngiliz yazan yazmış... Bak bizi nasıl görüyorherif! Önündeki kâğıtlardan birini alıp okumayabaşladı. “1914’te İstanbul, bana çok büyük çaptakumar oynanan bir batakhane gibi geldi. Hem dekapanma saa ne yakın... Para destelerinintaşıdıkları rakamlar bütün değerlerinikaybetmişlerdi.
Oyun kağıtları, zarlar da öyle... Kupa kızı, maçadokuzlusu yerine kullanılıyor. Dört a p al oynanıyordu. Buna hile yapmak bile denmez.Oyunda kural kalmamış . Yalnız Osmanlılarda buböyle, demiyorum. Buradaki bütün elçiler, bütünataşeler de merkezlerinin kontrollerindençıkmışlardı. Dilediklerini yapmak sorumsuzluğunuakıl almaz bir umursamazlıkla kullanıyorlardı.Hiç kimse, para destelerini saymıyor,banknotların sahte olup olmadığını araş rmıyor,çeklerin karşılığı var mı yok mu, sormuyordu. Oysa,bu kadar usta diploma n bir araya geldiği bir başkabaşkent görmedim. İngiliz, Fransız, Rus, Almanelçileri biraz kibirliler, biraz eski okula bağlılar ama,hepsi de kendi Dışişleri Bakanlıkları’nın en gözde,en bilgili kişileri... Onlar da bu batakçı kumarakapılmışlar. Genç Türkleri hem bilgisiz, hemtecrübesiz buluyorlar, yakında, yıkılıp gideceklerineinanıyorlar. Onların gözünde Enver Paşaboğuntuya ge rilmiş bir körpe mirasyedi... Yakışıklıdelikanlıların çoğunluğu gibi kendini beğenmiş... Enumulmaz sıralarda birkaç iyi zar a p kazandığı için,
bah na çok güveniyor. Utangaçlığı,alçakgönüllülüğü arkasına kolayca saklayabildiğisınırsız kibrini, bu güven ar rıyor. Korkmazlığı,gerçekten eşsiz... Daha tehlikelisi, bu korkmazlığıda, kibri gibi, sarsılmaz bir soğukkanlılığın, bir çeşityarı uykulu dalgınlığın ardında saklı... Bu plerihiçbir yanlış hesap şaşırtmaz. Böyleleri en korkunçkararları, hiç duraklamadan verirler. Hiçbiryükseklik başlarını döndürmez. Duyduğumdoğruysa, önceleri pek ön ardaflsabulunmuyormuş... Bilmem ki arkasından itenler,bunu şimdiden sonra, nasıl frenleyecekler?Osmanlı İmparatorluğu için en büyük bahtsızlık,dünyanın çok büyük bir savaşa hazırlandığı çağda,böyle bir adamın eline düşmek... Savaş patlarsa,Enver Almanlarla beraber olacak. Çünkü onlarayatkın... Daha doğrusu Enver Paşa’nın büyüklükkuruntusuyla ruhundaki yır cılık, Alman elçisininkişiliğine pa p uyuyor. Alman da kibirlidir. Herçeşit güçsüzlükten, her çeşit duraklamadan iğrenir.Enver’e benzemeyen yönü, birkaç dil bilmesi, çokbilgili olmasıdır. Ama, bilgisini, alay ederek insanlaraalçaltmakta kullanır. Prusyalı değildir ama, iki
metreye yakın boyu, eski topların taş güllelerinebenzeyen dazlak kafasıyla, karikatürlerin Prusyalısubaylarına, Prusyalı subaylardan daha çok benzer.Osmanlı arabasına bunlar koşulu... Savaşa bunlarıngötürdüğü yoldan girecek bu İmparatorlukdoludizgin... Türkler istemese de Almanlar onlarıuçuruma i verecekler apansız... Oysa, yaklaşan r na, Osmanlı İmparatorluğu gibi durduğu yerdesallanan, kağşamış toplumların üstesinden geleceğicinsten değil... Bu kıyame e, Osmanlıların,Balkan’da yenilmiş küçücük, çırılçıplak ordusuylabecerecek hiçbir işi yok... Birtakım hesaplaryapacak Türkler de elbet... Ya da başkaları onlarınyerine hesaplar yapmış görünecek de Osmanlıbunları kabullenecek kendinden geliyor sanarak...Bedavadan en büyük kâra konabileceğini umupsevinecek... İnsanlar, faydası olmasa da,kurnazlıklarını kullanmamazlık edemezler. İslamlıklaHindistan’a, Turancılıkla Sibirya’ya, Osmanlılıkla,hadi Viyana önüne demeyeyim, hiç olmazsa BalkanSavaşı’ndan önceki Rumeli’ne doğru yola çıkacakOsmanlılar... İki taraf, bunlarla ancak savaşpatlayıncaya kadar ilgilenecek... Beraber olduğu
tara bilmem ama, karşısına geç kleri tarafOsmanlıları çoktan unutmuş bulunacak savaşpatlar patlamaz... Savaşa girdiklerini fark bileetmeyecek... ” diyor herif... Başını kederle salladı.Nasıl görünüyormuşuz yabancılara 1914’lerde...Farmason doktorun okuduklarını dinlerken önceşaşıran, sonra enikonu kederlenen Patriyot’unyüzüne ö eli zamanlarının korkunç donukluğugelmiş . Yalnız silah çekerken canlanan uzunparmaklı ellerini dizlerinden ölü gibi sarkı . Buduruşa hiç uymayan sert bir sesle konuştu:— Halt etmiş gâvur... Bizim işimizin batakkumarla ilgisi yok... Biz yağlı ipin al nda debelendikbunca yıl... İngiliz keferesi bulmuş raha , şakasanıyor ölümle çelik çomak oynamayı... Enver Paşakumarcı değildi. Ömründe eline zar almamış adamakumarcı demek ayıp r. Kağıdın papazınıfan sinden ayıramazdı. Arkadaşlar ne yap larsa iyiolsun diye yap lar. “Hasta adam” diyorlardı bize...Iska mızı bölüşmek için, tepemize dikilmişler,gebermemizi bekliyorlardı. Sürünerek migebereydik it gibi?.. “Ya devlet başa ya kuzgun leşe”
dedik. Bir adam ne biçim yüreksiz olmalı ki, eli silahtutarken yılmalı da pes etmeli... Vuruşmakta uzunhesap yoktur. Ne denilmiş, “Ölen ölür kalan sağlarbizimdir” denilmiş... Durduğumuz yerde çürüsekmiydi? Kül gibi dağılıp yele mi gitseydik? Yazılacaksada, “dövüşe dövüşe yenildiler, güçlerinin sonboğumuna kadar direndiler!” yazılsın... Hem, neolmuş Allah’ıma şükür! Bir sürçen a n başıkesilmez. Borç yiğidin kırbacı... Yendiler bizi... Say kiborçlandık... Alacakları olsun... Benim bildiğimİ hatçı mille bire kadar kırılmadıkça gayre koyvermez. Bak bakalım bizde yılgın herif sura varmı? Bugünkü batakta yeniden sıvanmak için yürekisterim, doktor, yürek... Her şeyi yüzümüzegözümüze bulaş rdık ama en işe yarar adamlarıçevremize toplamayı başardık. Bu kocaİmparatorluk bir yenilmeyle haritadan silinmez.Osmanlılık gitse Halife gidemez. Halife gitse İslamlıkyaşar. Balkanı da sayarsan bu bizim ikinciyenilmemiz... Hak oyunu üçtür. Göreceksiniz,umduğumuzdan daha çabuk toparlanacağız.İ hatçı takımı sıkı tutarsa, bunu da atla rız yüzdeyüz...
Doktor Münir. Patriyot’u, gülümseyerekdinlemiş . Patriyot son günlerde, böyle sık sıkumutsuzlukların karşısına dikiliyordu. Nusret Bey’leBoğazlayan kaymakamı Kemal asıldıktan bu yana,Reşit Bey’in ölümüne sebep olmaktan gelensuçluluğu üstünden atmıştı.Doktor Münir bunu anladı anlayalı Patriyot’unböyle çıkışlarına sinirlenmiyordu. Ağzındaki acıgülümseme, yavaş yavaş değişti:— Umarım Patriyot Ağa... Sonuna kadarçabalayacağınıza da eminim!.. Ama çok önemli birnokta var!— Neymiş?— Kara Vasıf geldi ya geçen gün, Karakol derneğimeselesi için... Gene “Vatanı kurtarmak gerek” diyebaşladı. Sen dışarı çıkmış n, bunlar duydu,“Sonra?” dedim. Senin Kara Vasıf Bey, “Sonrasıkolay” dedi. “Hele şu kolayı anlayalım” dedim,duraladı. Bak m, bunca rezale en bir cimcik dersalamamışız! Evet, bu kolayın sonrası gene karanlık,en azdan 1908’deki kadar...
Düpedüz kaytarmadır bu, Patriyot Ağa, düpedüzkalleşliktir.Patriyot’un karşılık vermesine vakit kalmadı.Kapının çıngırağı çalınmaya başlayınca irkilerekkulak verdiler.Çıngırak darmadağın sesiyle üç kere ö ü. Birazsustu. Sonra üç kere daha öttü.Doktor Münir tuttuğu soluğunu bıraktı:— Yabancı değilmiş...Cemil ayağa kalktı:— Ben bakayım!Münir sıçrayıp yolunu kesti:— Bırakın siz!.. Unutmayın! Bahçeden “Kalfa!..Hey kalfa, başını ört!” diye bağırırsam,savuşursunuz! Kapıda durup döndü, Patriyot’aparmağını salladı. Silah oyunu istemez!.. Çevrildikseyarıp geçemeyiz! Çünkü bu dünyada gidecek bir tekyerimiz kalmıştır: Bekirağa Bölüğü...Çıktı.
Odadakiler, dışarıya kulak vererek telaşsızhazırlanmaya başladılar. Halil Paşa, po nlerinibağlarken, Cemil’le Patriyot ya kları odayageç ler, paltolarını giyip tabancalarını ceplerinesoktular.Doktor Münir, bi şik bahçeye geçilebilmesi için,kömürlük pencerelerinden birini büyütmüştü.Baskında, köşkü iyi sarmazlarsa burdan atlayıpsavuşmak belki de mümkün olabilecekti.Merdivende yalnız doktorun ayak sesleriduyulunca birbirlerine baktılar.Doktor kurnaz bir gülümsemeyle içeri girdi:— Teğmen Faruk Efendi gelmiş...— Neden yukarı çıkmadı?— İşi aceleymiş... Haydi Cemil, hazırlanın!Gidiyorsunuz...— Gidiyor muyum? Neden? Nereye?— Bilmem!.. Dayı Maksut istemiş... Arababekliyor.
— Dönecek miymişim?— Evet!Cemil birden telaşlandı:— Evdekilere bir şey mi olmuş?— Hayır... Faruk Efendi, “Meraklanmasın” dedi,“Hepsi iyiler” dedi. Kötü bir şey olsaydı yüzündenanlardım.Cemil, doktorun bitirmesini beklemeden yürüdü,merdivenleri ikişer üçer indi.Teğmen Faruk taşlıkta cigara içiyordu. Sivilgiyinmiş olduğu halde topuklarını birleş ripcigarasını sakladı— Merhaba teğmen! Bir şey mi var evde?— Merhaba yüzbaşım! Hayır! Herkes iyi...Buyrun... Kapıda yol verdi: Merak edecek hiçbir şeyyok...— Nereye gideceğiz? Niçin?— Neriman Hanım görüşmek istemiş...
— Neriman mı Allah Allah... Nerede şimdi?— Bir arkadaşın evine bırak m. Tanırsınız.Binbaşı Şükrü Bey... Şükrü Kazasker...— Biliyorum... Ne istiyor, ne olmuş?— “Merak edecek bir şey yok” dedi, MaksutBey!Cemil paltosunun yakasını kaldırıp yüzünüsakladı. Hızlı hızlı yürürken Faruk anlatıyordu:— Telefon etmiş Maksut Bey’e NerimanHanım... Beşiktaş’ta buluştuk...— Teyzem mi hasta yoksa?— Hayır!— Neymiş peki!.. Size söylenemez miymiş?— Bilmem...Ethem Efendi sokağının ağzında bekleyenarabaya bindiler.Faruk uzayan mahpusluğun sıkıntılarını sordu.— Ben pek sıkılmıyorum! Doktora yük oluyoruz.
Gülnihal Kalfa’yı yoruyoruz! Üç kişiyi böyle tenhabir yerde beslemek meğerse ne kadar zormuş... İkikişi görünüp beş kişi yaşamak, kolay gibi gelir. Sütü,ha ada iki kere alıyoruz. Her seferinde kalfasütçüye, sütlaç, muhallebi falan yapacağınısöylüyor. İçkiyle cigara Kadıköy’den ge riliyor.Ekmek hepsinden zor... Buralarda herkes birbirinitanıdığı için yemekte, içmekte, günlük yaşayışta enküçük değişmeler dikka çekiyor. Gezgin sa cıların,dükkâncıların başları kalabalık değil. Düşünecekvakitleri var. Bir yandan da Gülnihal Kalfa’nınö elerinden, gevezeliğinden, ağzından çıkanıkulağının işitmemesinden ürküyoruz!.. İyi yemekpişirmesi de ayrı bir tehlike...— Evet... Paşa perhize başladı bile... Doktorasıkın vermesek ben mahpusluktan memnunum.Çok yararlandım! Paşa amca, yüksek poli kanın engizli noktalarını anla yor. Doktorla çekişiyorlar tatlıtatlı... Onları dinlerken ne kadar bilgisiz olduğumutekrar tekrar anlayıp utanıyorum. Bizdeki durumbu... Sizde ne var ne yok?erinifl— Duyduğumuz doğruysa... İ hatçı şe
yargılamaktan vazgeçmiş İngilizler...— Ne yapacaklarmış?— Galiba, Malta adasına sürecekler hepsini...— Daha mı iyi?— Elbet... Ceza yemeden sürülürlersekurtulmaları kolaylaşır! Eğer böyle bir iş olursayolda gemiyi basıp kaçırmayı düşünüyorlar bazıarkadaşlar...— Unutmadan sorayım: Nedir bu İzmir meselesikuzum?— İzmir meselesi çok kötü yüzbaşım... Yunan’averiyorlar İzmir’i... Önceleri kimse inanmıyordu.Duyduğumuz doğruysa çoktan kararlaş rılmış...İtalyanlar direnmişler biraz... İngilizler, Amerikalılar,Fransızlar “İlle verilsin!” demiş...— Ne karışık işler... Bizim hükümet ne yapıyorbuna karşı?..— Hiç, debeleniyor. Damat Ferit’i tanıyanlar, “Bukez batmayacak bile olsaydık bu herif ne yapar
yapar ba rırdı” diyorlar. Bereket versin ilksersemlikten kurtuluyoruz galiba... Şurada buradatoplanmalar başladı. Bilmem gazetelerde okuyormusunuz? Ba Trakya’da Paşaili heye kuruldu.Kilikya’da Kilikyalılar Derneği, İstanbul’da ŞarkVilayetleri Müdafai Hukuk Cemiye , İzmir’de,Trabzon’da, Tarsus’ta, Rize’de, Adana’da başkacasavunma dernekleri meydana ge rildi. Önemli rkalar da doğdu, Sulh ve Selame UmumiyeFırkası, Osmanlı Mesai Fırkası, Türkiye SosyalistFırkası...— Ne demek sosyalist?..— Vallaha aslını ben de bilmiyorum. Sosyalist,diyorlar... işçilerle uğraşırmış bunlar aslında...— Bolşevik mi?— Yok... “Biz Bolşevik değiliz” diyorlar.— Millet giriyor mu bu fırkalara?— Hayır...— Ne çıkar öyleyse...
— Hiç yoktan iyidir gene... Bizim asıl güvenimiz...Faruk sesini alçal . Yeni bir grup kuruluyoryüzbaşım.— Karakol mu?— Karakol başka... M. M. grubu... Yani MilliMüdafaa... Kurucuları subaylar... Güvenilirbaşıbozukları da çalıştıracaklarmış.— Genelkurmayın haberi var mı bundan?— Var ama, kötüsü gelirse yok diyecek...Faruk arabacıya gidilecek yeri söylememiş . Busebeple Ziverbey’e çıkınca, herif adres sordu. FarukKazasker’e çekmesini söyledi.Bakkalbaşı’nda arabayı bırak lar, bahçeduvarları arasında uzayan dar bir yola saptılar.— Geldik yüzbaşım! Şuracıkta...Faruk dişlerinin arasından “Allah kahretsin” diyehomurdandı. Cemil dalgın sordu:— Bir şey mi dedin?
— Yok... Ne diyeceğim... Başınızı belaya soktuk!Neriman Hanım’dan utanıyorum! Buncayalnızlıktan sonra... Ne garip bir nişanlılık...— Aldırma... Asker karısıydı, asker karısı olacak...Alışık değilse alışsın!Kısa kısa güldü. Doktor Münir “Rezilliğe ahşaninsan, insan değil!” diyordu ikide bir...— Şükrü Bey evde midir acaba?— Sanmam!— Evli değil mi? Umutla ekledi. Boş mu ev?..— Hayır... Hanımı var, çocukları var... İştegeldik!..Faruk kapının zilini çaldı. Bir emir eri aç . Bahçebakımlıydı. Soldaki duvarın dibinde kitaba bakılarakyapıldığı anlaşılan tavuk kümesleri görünüyordu.Emir eri, misafirleri alt ka aki odalardan birinealdı. Biraz sonra temiz giyimli bir küçük kız kahvege rdi. Kahveleri henüz bi rmişlerdi ki kapıaralandı, yaşlı bir hanım yavaşça seslendi:
— Buyrun Cemil Bey oğlum!..Cemil kalktı. Başı önünde sofaya çıktı.— Böyle buyrun efendim!Cemil “Sağ olun” diye mırıldandı, karşısındakikapıya yaklaştı. Çekinerek durdu.— Girin yavrum! Neriman Hanım’dan başkakimse yok...— Sağ olun...Hiç tanımadıkları bu evde buluşup konuşmanınNeriman için ne kadar zor olacağını ancak şimdianlamış . Utandı, üzüldü. Suçluymuş gibi gözleriyerde, çekinerek odaya girdi.Neriman yeşil yünden hırkasıyla ayaktaduruyordu.Cemil gülmeye çalıştı:— Ne var? Nedir bu kadar önemli şey? Kendisinitopladı. Ne iyi ettin de geldin!Neriman’ın yüzü hastalık geçirmiş gibi solgundu.
Gülümsemeye çalışıyordu. Cemil koşup kucakladı:— Ne olursa olsun, iyi e n geldiğine... Öptü.Çok özledim seni... Anlatamam... Öptü. Ne var?— Yok bir şey... Neriman kapıya korkuyla bak .Önemli değil... Cemil tekrar öpmek için eğilinceönledi. Oturun... Hemen gideceğim... Geç kalırsamolmaz...— Ne var?— Bilmem... Korkuyorum... Birden a lıp yüzünüCemil’in göğsüne sakladı. Gebeyim galiba...Uyuyamıyorum kaç zamandır... Deli olacağım... Nederiz anneme... Ağlamaya başladı. Ölürümutancımdan...— Ne biliyorsun... Değildir belki... Ağlama. .Çocuk gibisin... Ağlama diyorum! Saçlarını okşadı,yüzünü öptü. Nerden belli? Bak rdın mı birine?..Sevinip sevinmediğini araş rarak, sedire otur u.Baktırdın mı?— Baktırabilir miyim!.. Şey olmadım iki aydır.— Anladım...
— İştahım yok... Midem bulanıyor. Olmadıkşeyler istiyor canım...— İlacı yok mudur bunun?.. Bir şeyler yaparlar,duyduğuma göre... Konyakla kinini karış rıpiçerler...— Düşündüm hepsini... Sakat doğarmışdüşmezse... Kanı kesemem diye de korkuyorum...Bayırılım belki... Annem anlar...— Doğru! İyi düşünmüşsün... Bir cigara yak .Derin derin soluklandı. N’apalım peki?.. Doktora mıgitmeli?— Olmaz!.. Hiç olmaz. Yapamam... Nasılsöylerim yabancı adama... Erkek doktorlar hiçolmaz...— Olmaz evet... N’apalım? Neriman’ın elinitu u, avcunun içini saygıyla öptü. Hep suç bende...Karmakarışık e m işleri... Seni üzdüm... “Benikarıştırmayın!” demek lazımdı.— Hayır canım!.. Nasıl gitmemezlik edebilirdinÖmer abi çağrınca...
— N’apacağız peki?.. İki aylık mı dedin?— Daha fazla belki de. İki aydır... Bilmem ki...Çok düşündüm, Maksut abiye başvurmadanönce... “Sokağa çıkar da yakalanırsa... ” dedim.Tehlike var mı buraya gelmende?— Aldırma... Hiçbir tehlike yok...Cemil, Neriman’ı kucakladı.Yoğurtçunun sesiyle hemen ayrılıp, utangaçgülümsediler. Neriman kalktı:— Gideyim ben ar k... Karanlığa kalırsam annemmerak eder... Sen düşün, bir çıkar yol ara...— Bunun çıkarı... Hemen nikahlanmak...— Ben de öyle dedim ama... Ayıp olmaz mı çok?“Adam saklanmış, hükümet arıyor. Kudurdu mukadın?” demezler mi?— Sen istemiş olmayacaksın ki, bentu uracağım... Evet, kes rmesi budur bunun...Meraklanma! Bi bu iş... Faruk’la haber yollarımMaksut’a... Maksut gider Yahya Hoca’yı bulur... Bir
gece kıyıverirler nikahı... Olur biter.— Anlamazlar mı?— Boş ver!..— Nerde kıyılır nikah?— Evde...— Olmaz... Neriman’ın gözlerine korkudoluverdi. Evi kolluyorlar. Her gün Enver’in ağzımarıyormuş Hacı Bakkal, “Bu gece evdeydi dayındeğil mi?” diye boş a p dolu tutmayaçalışıyormuş... Ne alçak adam... Ne istiyor bizden?..— Aldırma... Dikkatli davranırım. Oralarıdüşünme sen...— Ölürüm yakalanırsan... Şeytan Adası’nayolluyorlarmış tuttuklarını...— Neresiymiş bu Şeytan Adası?— Bilmem! Uzaklardaymış... Denizaşırı... ŞeytanAdası’ndan kurtuluş yokmuş...— Boş ver! Ne yakalanırım, ne de yakalansam
Şeytan Adası’na gönderirler. Düzelecek bu işleryakında... Bütün düşmanlar def olup gidecek... Durnereye? Otur biraz... Bak ne diyeceğim...— Olmaz Cemil abi... Ev sahiplerinden ayıp...Yalandan somur u, kendisini nazlanarak öptürdü.Kendine iyi bak... Hastalanına!..— Dur kız...Cemil tutmak için atıldı. Neriman sıyrıldı:— Allahaısmarladık... Anneme söylemeyeceğimgörüştüğümüzü... Aklında bulunsun!Cemil birden usanarak okuduğu kitabı, -JulVern’in Dünyanın Ucundaki Fener adlı romanınıkapa . Pencereye döndü. Üç günden beri azalıpçoğalmadan, aralıksız yağan yağmur kesilmişti ama,dışarda her şey, su, toprak, ağaç, gökyüzü iliklerinekadar sırılsıklamdı, umutsuzdu. Denizin kurşunisi,bulutların koyu grisine iyice karışmış, arada incecikbir çizgi bile kalmamış . Kıyıdan ötesi, su değildi de,sanki dünyanın ucundaki uçurumdu.Mayısın 14’ü olduğu halde, 1919 yazı gelmek
bilmiyordu.Patriyot Ömer’le Halil Paşa gene satrancadalmışlardı.Doktor Münir, Naima Tarihi’nden notlarçıkarıyordu.Sofadaki saat vurmaya başlayınca Cemil saydı,oysa üç vuracağını biliyordu. Üstüne çökenuyuşukluğu dağıtmak istemiş gibi, elini yüzündengeçirdi.Kalkıp raş olması, giyinmesi gerek . Bu geceteyzesinin Fulya tarlasındaki evinde Neriman’lanikahları kıyılacaktı. Gülümsedi.Doktor Münir sokaktaki nal sesleriyle başınıkaldırmış, Cemil’in gülümsemesini yakalamıştı:— Gülüyorsun bıyık al ndan bakıyorum damatbey... Neye güldüğünü söyleyeyim mi?— Yanılıyorsun... Atları gördüm de...— “Yiğit atlar besledim kara gün için / Binip ılgaredemedim ne fayda” mı dedin?
Uşaklar, vapurla gelecek beylerin bineklerini busaatlerde iskeleye götürüyorlardı.— Buyrun!.. Kazasker Nefi Efendi hazretlerininyumuşak başlı Kula kısrağı. Ne demişler?.. “Beslekırı... Bin doruya, sat kulayı” demişler. Çünkü kulauğursuz sayılır, ama kazaskerler için değil... Geç miSadi Beyefendi’nin çatanası?..— Yok...— Öyleyse vapur daha gelmez. “Paraçollar nerdekaldı?” diyordum. Eğer bugünkü vapur Neveser’se,on beş dakika gecikmesi vardır. İhsan daha yollu...— Yollu evet...Doktor Münir, gözlüklerinin üstünden denizebaktı:— Deniz ne kadar renksiz... Bulut gibi... Böylehavalarda denize hiç benzemiyor da, yandan çarklıvapurlar, bulutların üstünde yüzüyorlarmış gibiinsanı şaşır yor. Kendi sözünü kendisiküçümsüyormuş gibi yüzünü buruşturdu. Ne o?Tıraş bile olmamışsın daha sen...
— Olurum yavaş yavaş... Vakit var...Halil Paşa, Patriyot’un şahını sıkış rmış . Üç elsonra mat edeceğini kesinlikle anlayınca oyunubıraktı:— Anladın ya Patriyot!.. İşin bi k... Gönderdelegelerini Mondoros’a...— Fili kaptırmasaydım dalgınlıkla...— Dalgınlıkla öyle mi?.. Bize geldi mi dalgınlık,sana geldi mi ustalık!..Doktor Münir kısa kısa güldü:— İ hatçı yasası öyledir Paşa Emmi... Kendinbilmez değilsin ya...Halil Paşa bakışlarını doktordan ayırmaksızınkonuştu:— Memleke yeniden ele geçirsek Patriyot can...Bu kez acımayı macımayı bir yana bırakalım! Şununsıska ensesine yapış ralım kurşunu... İ hatçıyasası ne demektir anlasın giderayak Farmason!..— Memleketi yeniden ele geçireceksiniz de...
Patriyot, doktorun sözünü kes . İnsanışaşırtacak kadar rahattı, güvenliydi:— Ne sandın!.. Elbet geçireceğiz... Bana sorarsangeçirdik bile...— Bile demek!.. Bu kez nasıl geçirildi? GeneArnavutlara telgraf çektirerekten mi?— Görürsün... Ne demiş Nuradunkyan domuzu,kefere elçilerine?..— Ne zaman?— Bulgar Çatalca’ya gelince... .— Ne demiş?— Günlerdir yalvarırmış, “Araya girin de maynaedin bu işi... ” diye... Herifler mırın kırın edipsavsaklarmış... Bir sabah bakmışlar, bizim gâvurkeyifle kahve içiyor. Beklemişler... “Araya girin” la yok! “Ne oldu ahbar?” demişler. Ahbar da: “Türkdayanmaya başladı mı kimseler sökemez. Şimdi sizyalvarın da, biz bırakalım yakasını Bulgar’ın... ”demiş...
— Memleketi ele geçirmekle ilintisi nedir bunun?— Var!.. Her yanda savunma derneklerikuruluyor. M. M. çok önemli arkadaş... Karakol dageliyor, Allah’ın izniyle, arkadan... Biz toparlandıkdoktor bey... Bundan sonrası kolay ki çocukoyuncağı... Ciddileş . Kâzım Karabekir’in XV’inciKolordu Komutanlığı’yla Erzurum’a gitmesi nedemek?.. Mustafa Kemal de ordu müfe şi olupatladı mı Anadolu’ya... Enver Paşa’yla buluştumu...— Hem de Enver Paşa’yla...— Ne sandın? Bu sıra, çekişme sırası değil...Birleşecekler ister istemez...— İngilizler Mustafa Kemal’i Enver’le birleşsindiye mi yolluyorlar sakın?..— Allah heriflerin gözlerine kara perdeyi çek .Ne demişler? “Deme olmaz olmaz / Olmaz olmazbu dünyada” demişler... İngiliz de olsa gâvurkısmının tutar bir yerde avanaklığı... Çünkü Allahbizimle beraberdir. Öyle değil mi paşam?
Halil Paşa cigarasını kiraz çubuğuna takıyordu.Gülümsedi:— Mustafa Kemal’in bizimkiyle anlaşabileceğinisanmıyorum Patriyot...— Anlaşmayıp da ne yapacak? Nuri PaşaKafkasya’da yeni birlikler meydana getirmiş demedimi geçen gece bizim Maksut... “Çerkez’inden,Lazki’sinden, Gürcü’sünden, Azeri’sinden alaylarkurmuş... Bolşevikler silahı yağdırıyormuş” demedimi?— Bu sözleri Maksut duymuş da İngilizlerduymamış mı? Rahip Frau şeytana pabucu tersgiydirir. Bana kalırsa, Mustafa Kemal İngilizleriinandırdı. Enver’in yolunu keseceğine... Yunanİzmir’e çık çıkacak deniyor. Durum böyleyken,Mustafa Kemal’in Samsun’da işi ne? İngilizler iyicegüvenmeseler Karabekir’i Erzurum’ayollatmazlardı. Bir şeyler dönüyor! Rauf durduğuyerde Bahriye Nazırlığı’ndan çekilmez. Bugünlerdeneden Anadolu’ya gidecekmiş... Eskiden beriİngilizler güvenir bizim Rauf a... Ne dersin doktor?
Doktor Münir soruyu anlamamış gibigözlüklerinin üstünden, dalgın, baktı.— Raufun Anadolu’ya geçmesi, diyorum.“Ba ’yla Bolşeviklik arasında, tampon bölgeAnadolu’ya kayarsa” dedindi geçende... Kaydıgibime...— İnşallah... Eğer böyle bir anlaşmaya vardılarsaBolşeviklerle İngilizler, kurtulma umudumuz artar.Çok artar, paşam, adamakıllı artar. İmparatorluğundağılması korkusu aklımızı başımızdan alıyordu.Dağıldı. Bu yükü attık. Bugünkü durumda Turancılıkhastalığından kurtulmuşuzdur inşallah! Kutsalsavaş çağrısı sökmediği için, belki, halifeliğinkuyruğuna yapışmaktan da vazgeçeriz...— Halt ettin şimdi...— Geçeriz de, büsbütün ferahlarız paşa emmi, ozaman Anadolu Türk devle ni kurarız yüzde yüz...Belki de yaşatırız.— Nereden çıkarıyorsun bunları?— Ben çıkarmıyorum, gâvur çıkarıyor.
— Hangi gâvur?— Bir Alman gâvuru... Irak’ta tanıdım.Abdülhamit zamanında gelip Bağdat’a yerleşmiş...Bileceksiniz, kazılar yapıyordu Mezopotamya’nıngeçmiş uygarlıkları üstüne...— Deli gâvur olmasın? Çubuklu gâvur?..— Tamam... Doktor Karlos... Benim hastanedeya bir ara... Takılırdım gelip geçerken... “KarlosÇorbacı boşuna kurcalamaktasın yerin al nı sen, üçgünlük ömründe... Sık dişini, cavlağı çekincetoplarsın bu tes kırıklarını, bakır parçalarını... ”derdim! Karlos Çorbacı da bana, “Siz benim geçmişiaradığımı sanıyorsunuz ama yanılıyorsunuz, bensizin geleceğinizi aramaktayım, yerin al nda” derdi.İlk günler durmadım bu sözün üstünde...Arkeolojiyi bilimden saymıyordum o sıra... “Casusbu keratalar!.. Adam ne kadar avanak olmalı ki,yutmalı!” diyordum. Geçende siz Reşit Bey için birşey dedinizdi. “Vatanı kurtarmak için yapmayacağıyoktur” dediniz. Ben bunun üstünde düşünürkenapansız, meseleyi anlayıverdim. “Vatan” kelimesini,“Devlet” kelimesiyle değiş rir değiş rmez Karlos
Çorbacı’nın ne demek istediğini anladım! Hemenarayıp buldum notlarımı...— Ne dediydi deli gâvur?— Bir gün, okuyorum, dalmışım. Meğer KarlosÇorbacı epeydir beni seyredermiş... Okuduğumkitabı sordu, “Naima Tarihi” dedim. Niçingüldüğümü sordu. “Yok bir şey” dedim. Üsteledi.Anla m. “Canpolat Deli Haşan Ağa ki, Benli HaşanPaşa derlerdi, Bolu sancağı voyvodalığını, şu kadarrüşvetle zor güç ele geçirip yol hazırlığınıtamamladığı kertede, adamlarından birtakımıFukara Benli Paşa’nın paşalık tuğlarını da aşırıpCelâli Türkmen ağası yanına kaçarlar, Bahtsız DeliHaşan Paşa, sancağını ele geçirecek adamı kalmayıpÜsküdar kırlarına kurduğu çadırda serseri oturur,yeniden adam birik reyim derken, Ka rcıoğlu’naserdarlık emri götüren Sadrazam Melek AhmetPaşa ağalarından Şahin Ağa, Benli Haşan Paşa’nınordusuna bilmezden uğrayıp, çayırda yayılan Arapatlarını görüp, kendi al nda, işe yaramaz kötüposta beygirleri olmakla, en iyilerinden birkaçınıçekip bineyim demekle... Benli Paşa’nın at oğlanları
“Bre nedir?” diye seğir p “Biz Benli Haşan Paşalıyız.Atlarımızı ne yüzden alırsınız. Olmaz” diyerekvermezlendiklerinde, Şahin Ağa, akılsız bir kölemenolmakla, “Ben vezir ağasıyım! Elbe e alının” diyeelini kılıca a p, at oglanları da vuruşurlar. AralıktaŞahin Ağa'nın kafası ikiye bölünüp yanındaki Tatarağasının da kolu düşer. Bunlar dönüp İstanbul’agelirler. Şahin Ağa kurtulamayıp ölüp, Tatar’lahizmetçiler vezire koşup, “Ağamızı, Benli HaşanPaşa’nın Emrahoru Hacı Osman tepeledi” diyedavacı olurlar. Emrahhor Hacı Osman Ağa,vuruşulduğu saat, çayırdan beş al fersahlık yerdeBenli Paşa’nın çadırında bulunmakla. Vezirdenhaberci gelince hiç ürkmeyip Yanına yer tanıklarınıalıp Melek Ahmet Paşa konağına varır. Tatar ağasıile hizmetçiler, “Buydu”, “Yok bu değildi”, “Bir çalımbenzemekte ama... ”, “At üstünde olmaklaEmrahor olsa gerek r”, “Emrahor vurmayınca,vezir ağasını kim vurabilir?” diye akla, şeriatauymaz, birbirini tutmaz laf etmekle, üç kere haccagitmiş, akıllı, edepli, kırk yaşlarında bir yiğit olanHacı Osman Ağa, vezirin ö eye bindiğini sezip,yakasını yır p, sesi çık ğı kadar bağırıp, “Allah
göstermesin sultanım! Benim bundan haberimyoktur! Vuruşma olduğu yerden iki saat ırakta,Haşan Paşa kulunun çadırındaydım. İştetanıklarım... Emir şeria ndır” dediyse de vezirö eyle hoplayıp kudurup “Bre Cellat!” diyehaykırıp tanıklara bir söz bile e rmeyip dışarıuğrar. Çünkü vezirlere kendi saraylarında adamboğazlatmak kanun olmadığından, askere “Ge rinşunu arkamcek” deyip, sır nda kürkü, başındakallavisi olmakla, padişah sarayı kapısına kadar içdonu, iç entarisiyle şallak mallak seğir p, “Tezboğun” diye tepinmeye başlayınca, Fukara HacıOsman Ağa, oraya gelene kadar hiç aralıksız, “BakEfendim! Boş yere kanıma girmektesin! Aceleetme! Beni hapse koy!.. Bir güzelce sor soruştur.Bu suçun sahibi isem aman vermeden öldür.Kızgınlıkla günaha gireceksin! Kıyamet günü, ikielim yakandadır” dediyse de, vezirin durmadan“Cellat” dediğini görüp iş işten geç ğini anlayıpemeye girişir. Buflyalvarmayı boşlayıp okuyup ühaldeyken cellat ye şip hemen boynunu vurur. ”diye bi rdim hikâyeyi... Biraz düşündü, “Siz buolaydan nasıl bir sonuç çıkarıyorsunuz?” diye
sordu.— Bu tarihsel olay, Osmanlı toplumundakiTALAN sistemini, hiçbir şüpheye yer bırakmayacakaçıklıkla meydana koyuyor, dedim. Osmanlılığıntemel düzeninde varlığın tek ellerde birikimiyasak r. Osmanlılığın, tarih içinde, üstüne aldığıödev bence, toprağı sahipsiz kılarak çağınınderebeylik düzenini küçük işletmelere bölmek, buküçük işletmelerin zamanla belli ellerdetoplanmasını şiddetle önlemek r. Osmanlılıktahemen bütün toprakları reayasına kiracı gibivermiş r. Buna karşılık ye ş rdiklerinin vergisiniçoğunlukla mal olarak alır. Bu düzeni sipahilergöze r. Sipahi marları gibi, vezir haslarının datemelinde küçük işletmeler vardır. Osmanlı toprakyasaları, bu küçük işletmelerin büyümemesi gibimiras yoluyla küçük işletmelerin küçülmemesini dekollar. Sözgelimi, 20 evlik bir köyde çeşitlisebeplerle beş ev boşalsa, sipahi bunlardan kalantoprakları kendi toprağına bile katamayacağı gibi,geri kalan on beş eve de bölüştüremez! Boşalanbeş küçük işletmeyi beş yeni aileyle yeniden
şenlendirmek zorundadır. Bizde senyörün yerini,bir çeşit memur sayılabilecek olan AĞA’nın almasıbundandır. “Ağalık vermekle” atasözü Osmanlınınsömürme anlayışının Ba ’yla nasıl çelişme içindebulunduğunu da gösterir.Bi rip bekledim. Ya şaşacak, ya “Doğru evet”diyecek sanmış m. Neden sonra, “Eee... Peki?”dedi. Ben şaştım:— Pekisi bu...— Nasıl olur. Anla ğınız hikâye de, ardındansöyledikleriniz de, olayları belirliyor, nedenlerideğil... En küçük topluluklar bile, sürgit talanlayaşayamazlar! Çünkü hiçbir toplum “Gelip talanetsinler” diye sürgit üre m yapmaz. Osmanlıİmparatorluğu gibi kocaman bir kuruluş, yediyüzyıl, nasıl yaşamış?.. Talan için bir araya gelenbütün topluluklar, talan az olsa da dağılır, çok olsada... . Bu bir... İkincisi, talan temeline dayanan birotorite, özel mülkiye n tekellerde toplanmasınıönlemeye sürgit nasıl güç yetirebilmiş?Biraz düşündüm: “Peki, Karlos Çorbacı, ” dedim.
“Bolu paşasının başına gelen TALAN değil denedir?”“-Talan ama, Osmanlı ölçüleriyle değil, Ba ölçüsüyle... ”— Bu sözle paşa emmi... Aklım dağıldı ki,toplayasını geç . Ben debelenirken, Karlos Çorbacıpiposunu temizleyip doldurdu, “Bak n’apacağız herdoktor, dedi, eski bildiklerini bir yana bırakacağız,Dekart hesabı, dedi, yeniden aramaya başlayacağızönyargıları a p... Bakalım bu davranış bizi nereleregötürecek? Başlıyoruz! Anadolu toprakları nasıltopraklardır sence?— Nasıl mı? Yamandır Anadolu’muzun toprağı,dedim. Dünyanın ekin ambarı olacak topraklardır.Biz tembelliğe vurduğumuzdan bu cennet vatanınüstünde sürünmekteyiz. İş bilir ellere geçse bakneler olur...— Bunları nerden çıkarıyorsun? Kendin çi çilikedip denemedin. Babanın çi çi olduğunu dasanmam. Sizde böyle kitapların daha yazılmadığınıda biliyorum! Bunlar gerçeği aranmamış
palavralar... Salt Anadolu toprağı değil, Akdeniz’i,Ege Denizi’ni çevreleyen bütün topraklar, cenabettopraklardır. Çünkü, bu bölge toprakları dünyanınyüzünde, gayet ince, pek yalınkat bir kaput gibidir.Tarım derin derin aktarılmaz, kara sapanın ucuylaaz biraz karış rılır. Bu bölgenin hava durumu datarıma uygun değildir doktor, ya kurak gelir, yataşkın... Kurakta sizin toprak, hiç saban görmemişgibi taş kesilir. Taşkınlar, tarlaların yarısını alırdenize götürür, yarısını dar vadilere indirip bataklıkyapar. Bataklıklarda insan barınamaz. Bu yüzden,Adana, Küçük, Büyük Menderes ovaları gibi verimliovalarınız ancak on dokuzuncu yüzyıl ortalarındatarıma açılabilmiş r. Daha önceleri buralardagöçebeler hayvan otla yorlardı. Bu özelliktekitopraklarda, Ba ’da olduğu gibi, özel mülkiyetyerleşip gelişemez, zenginlikler sayılı ellerdetoplanamaz. Sizde Ba anlamında FEODALİTE’ninbulunmaması bundandır. Çünkü ne kadar güçlüolursa olsun, hiçbir FEODAL, böyle topraklardaserflerini doyurup kendisini zengin edecek tarımı,yalnız kendi gücüyle sürdüremez! Türkçesi,toprakları tarımda tutmak için gerekli bayındırlık
işlerini sizde ancak devlet yapabilir. İşte busebepten, sizin topraklar haklı olarak devle nmülkiye ndedir. Gene bu sebepten Ba ’da devlet,sırasında bir sını n öteki sını ezmek için kullandığıaraç haline geldiği halde, sizin devlet, ana ödeviyletoplumu İHYA EDİCİ’dir. Yani, Ba ’da devle nolmadığı zamanlar, toplumlar var olmuşlardır ama,Doğu’da devletsiz toplum görülmemiş r. Sizdedevlet toplumun var olma, yok olma şar dır. Siz,farkına varın varmayın her şeyi devle enbeklersiniz. Bizde ağalık almakla olduğu halde, sizdeelbe e vermekle olacak r. Siz devle niziTALANCILIK’la suçlarken, Ba kültürünüzle, Ba lıdevletmiş gibi yargılıyorsunuz. Ba da, ilkçağlarınkölelik sisteminden bu yana özel mülkiyet kutsalolduğu halde, sizin beş bin yıllık toplum tarihinizdedevle en başka kutsal hiçbir şey yoktur. Bu açıdanbakınca, Melek Ahmet Paşa’nın ağası devlet işinegiderken Bolu paşasının a nı çekip alırsa bu talansayılmaz. Çünkü sizde her iş devlete yararlılığıyladeğerlendirilir. Sizde devlet tehlikeye düştüğüzaman devle en sorumlu olanlar, bir dakika önce,en korkunç suçlamalarla geri i kleri en akıl almaz
sistemi kabullenmekte bir an duraklamazlar.Ba ’da bütün monarklar geriliği tu ukları halde,sizin padişahların apansız ilerici kesilmeleribundandır. Burdaki ilericilik, bilinçle, imanlakazanılmış bir şey değildir, beyin ameliya gibi isteristemez katlanılan, bir çaresiz durumdur. Sizdepadişahlar, baba, kardeş, evlat demeyipöldürmüşlerdir. Bir gecede on dokuz kardeşini,sona da öz oğlunu öldüren Üçüncü Mehmet’in,para denilen bakır, gümüş, altın parçalarını bulduğuyerde almasına yalnızca talan deyip geçemeyiz.Kaldı ki, ikinci padişah Sultan Orhan’dan bu yana,modem anlamıyla devletçidir de sizin devlet...Tersanelerini, baruthanelerini, dökümhanelerini,madenlerini işleten, tarım topraklarının mülkiye nielinde tutan, bayındırlık işlerini, yol şebekesini,postayı, kervansaraylar sistemini, okulları,üniversiteleri, merkezden idare edilen bütünimparatorluğa yaygın yargılama örgütlerini,loncaları, ha a dini bile devletleş rip devletçilikleyürüten, ana tüke m maddeleriyle besinmaddelerini tekele alan, iç care , dış care aralıksız denetleyen, pazarda fiyatları belli bir
çizgide tutan bir ekonomik sosyal örgütün anaözelliği talancılıkla belirlenmez. Bütün bu işleribaşarabilmek, kısacası toplumun var olabilmesinisavunmak için sizin devle niz, sırasında, despot daolmak zorundadır. Sizin devlet merkezcilikten,bürokratlıktan, hatta despotluktan vazgeçtim dese,siz bunalınca ayaklanır, bunları geri ge rmesiniister, ha a bunun için onu zorlarsınız... ” dedi,Karlos Çorbacı o gün bana, paşa emmi, aşağıyukarı...Doktor Münir, içini çekerek sustu.Cemil, dinlediklerini toparlamaya çalışıyor,Patriyot pek bir şey anlamadığı halde, anla lanlarınönemini sezmiş, açıklama bekler gibi Halil Paşa’yabakıyordu.Halil Paşa el yordamıyla pake bulup bir cigaraçıkardı:— Çok önemli! Hürriyet naralarıyla gelip hemendespotluğa başlamamızın nedenini açıklamışolmuyor mu gâvur?— Ben de üstünde çok durdum bu despotluk
işinin... Orta Asya’da, büyük şölenlerden sonra,çadır sahibinin karısını bileğinden tutarak uzaklaşıprlerine yağmala ğı bir gerçek...fiher şeyini misaOrhon Yazıtları’nda, hakanın, “seni aç buldumdoyurmadım mı, çıplak buldum giydirmedim mi?”dediğini de biliyoruz. Demek ki, bizde devlet, böylesorumluluklar yükleniyor. Bunları başardığı sürecede, halkları, hadi, despotluğa katlansınlar diyelim.Ya halkları yedirip giydirmekte, iç karışıklıklara, dıştehlikelere karşı korumada devlet ödevini yapamazolunca, despotluğa insanlar niçin boyun eğsin? Bakpaşa emmi, ben bizdeki bu anayasa, hürriyetçabalamalarını, zengin ye ş rme debelenmelerininereye bağlıyorum?.. Osmanlılar, görmüşler ki,devlet fakirleşip güçsüz düştüğünden eskiödevlerini, halklara karşı, ar k başaramayacak...Sorumluluğu, devle n üstünden a p Ba ’daarın omuzuna yüklemekflolduğu gibi, sınıistemişler. Oysa Doğulu zengin başka, Ba ’nınburjuvası başka... Bizim zengin burjuvalaşamaz mı?Hayır! Devle n zenginleş rdiği, ister istemezdevle n emir eri kalır. Ba laşmak bunun içinkurtaramadı bizi... Devle güçleş rmeye kullanacak
yerde zengin ye ş rmede kullandık Ba laşmayı...Devle eskisi gibi her şeyden sorumlu halege rmeye çabalasak, bunu başarabilmek için,sırasında despotluğa kalkacak... Oysa, her şeykolayca tabu olur Doğu’da... Bir şeyin tabu olmasıiçin anlaşılması değil anlaşılmaması şar r. Biz yüzelli yıldır hürriyet türküsü çagırıyoruz. Yerleş butürkü memlekete... Kaldı ki verdiği sözütutamayan, sorumluluklarını yerine ge remeyendespotluklar halka zulmetme hakkını da, gücünüde nerden alacak? Bu sebeple paşa emmi,Anadolu’da kuracağımız yeni Türk devle ninyaşamasını “Belki”ye bağladım. Hem insanlarıçalış rmak için zorlayacağız, hem de bunu aşırıdespotluğa kendimizi kap rmadan yapacağız.Anladın mı, iş ne kadar çetin!Doktor Münir, yüzüne dikkatle bakan Cemil’egülümsedi:— Gevezeliğe daldık, lafa tu uk seni damatbey... Hopla koş! İyice süslen... Dayı Maksutdenilen imansız Arap’ın gerdek yumruğundan kollakendini... Sevinç tutuğu olmamaya bak!.. Bir de,
gözünü aç, gelirken pek önemi yok ama, giderkenenselenme!..5Dayı Maksut Neriman’ın, Teğmen Faruk Cemil’intanığı oldu. Yahya Hoca kısa bir dua ile nikahı kıydı.Bunlar “Mutlu yıllara... Allah bir yas ktakocatsın!” deyip gidince, gelin güvey Selimeteyzenin elini, mindere uyuma taklidi yapanEnver’in yanağını öperek hemen yukarı çıktılar.Cemil’in ya ğı odada perdeler, sedir örtüleriyenilenmiş, tek kişilik karyola, Neriman’ın ilk gelinlikkaryolasıyla değiş rilmiş . Rahmetli Nazmi’ninbüyütülmüş fotoğra nın yerinde, İngilizlereısmarlayıp da savaş başladığı için alamadığımızReşadiye diretnotunun, taşbasma resmi vardı.Cemil kapıyı sürmeleyip döndü. Fesinikabadayıca sedire fırlattı, odanın ortasında, elleriyleyüzünü kapamış duran Neriman’a yaklaşıpbileklerini tuttu.— Yoruldun mu?
— Çok... Enver’e acıdım. Üzüldü. Belli etmemeyeçalıştı ama, bitti.— Geçer çabucak... Hadi... Söndürüyorumlambayı...— Durun, hayır!..— Hayır mı? Cemil çapkın çapkın gülümsedi. Sahiöyle ya... Yüz görümlüğü ister... Hemen gevezeliketmeseydin, konuşturmalık da alırdın!— Annem ant verdi... İki rekat namazkılacakmışsın...— Tamam! Bir bu eksik...— Vallaha olmaz. Yarın bana yemin e recek...Uğursuz gelirmiş, Cemil abi... “Abi” sözündenutanarak Cemil’in boynuna a ldı. Ne ayıp!.. Aptalınbiriyim ben...— Aptal kadın, akıllısından iyidir, dermişNapolyon... Boynunu öptü. Hadi gel...— Namaz kılmadan yok...— Kim diyor kılmayacağımızı!.. Teyzemin istediği
namaz olsun... İki rekat mı, dedi, üç rekat kılanın,dört rekat... Karyolaya doğru çekti. Gel bak...Neriman yavaşça iterek kurtuldu. Seccadeyiserdi.— Hadi...— Hanımlar neden kılmazlarmış gerdek namazı?Sordun mu?— Sordum. Akılları başlarında olmazmış...Duaları toplayamazlarmış da sevap işleyelim derkengünaha girerlermiş...— Sahi... Dua da ister. . Mesele... Bir kere dahayap ğı gibi, Neriman’ı karyolaya dayayıp arkaüstüdüşürdü, üstüne eğildi. Dur... Debelenme... Boşunayorulacaksın... Gerdek namazı da olsa aptestsizkılınmaz! Uzun iş aptest almak... Sonra kılarım...Vallaha kılanın...— Dur Cemil abi... Hay Allah... Yırtacaksın, dur...Dur, lambayı söndürelim... Olmaz, utanının ben...Neriman kurtulamayacağını anlayınca,düğmelerin kopmasını önlemek için yardım e .
Son çamaşır, dizlerine kadar inmiş ki, birden irkilipelinin tersiyle ağzını örterek dışarıya kulak verdi. Biriyukarı çıkıyordu. Neriman dehşetle inledi:— Enver...Ayak sesleri gelip, kapı önünde durmuştu.Selimanım teyzenin korkulu sesini tanıdılar:— Neriman... Neriman diyorum...— Efendim anne...— Bak ne diyeceğim!..Neriman elleriyle göğüslerini örterekkalakalmış . Cemil parmağını ağzına götürüpkapıya yaklaştı:— Bir şey mi söyleyecektiniz teyze?— Başımıza gelenler... O kadar da tembihettim...— Ne var?— Enver senin burada olduğunu söylemiş, HacıBakkal denilen edepsize...
— Ne zaman?— Sen geldikten sonra... Cigara almaya gidince...— Peki?— Pekisi var mı? Herif, hemen külahını kafasınageçirip dışarı uğramış... Bereket versin, “Yarınkimseye söyleme” dedim de biraz önce... “Bensöyledim” dedi... N’apıcaz?Neriman yatak örtüsüne sarınıp kapıya gelmiş .Karda çıplak kalmış gibi titriyordu.Cemil, hem teyzesini, hem karısını ya ş rmakiçin kızgınlığını zorla yendi:— Hiç önemi yok... Meraklanmayın... Camiyegitmiş r yatsı namazına... işi yok da, gecenin birvakti...— Öyle deme!.. Ne imansız olduğunu benbilirim... Nerde benim alık kızım?— Buradayım anneciğim... Neriman’ın dişleribirbirine vuruyordu. Evi basarlarsa vuruşur Cemilabim... Mahvolduk!.. Cemil’in kolunu sımsıkı
tutmuş sarsıyordu, öldürürler Cemil’i...— Saçmalama...— Hapse götürürler... Şeytan Adası’na sürerler...Bekçi sopasının taşlardaki sesi duyulunca sustu.Başını kaldırıp sokağı dinledi. Gözleri dehşetleaçılmıştı. Geliyorlar... Mahvolduk!Selime teyze fısıldadı:— Bilmem...Neriman sanki bu işi hemen yapacaklarmış gibiatıldı...— Olmaz!.. Komşuları da ararlarmış... Mahalleyiçevirirlermiş...— Yahya Hoca’ya gidin öyleyse...Cemil, kolunu Neriman’ın beline doladı,kucaklayıp öptü, fısıldadı...— Giyin çabucak... Fesini sedirden aldı,tabancasını yokladı. Giyin... korkma!Selime teyzenin gi kçe daha çok korktuğunu
sesinden anladılar:— Söylesenize kuzum, n’apıcaz? Öldünüz müikiniz de?..Bu sırada aşağıdan Enver’in “Anneanne!” diyebağırdığı duyuldu. Bu bağırma Selime teyzeninkorkusunu birden on kat arttırmıştı.— Sus... Sus diyorum edepsiz... Yazık benimemeklerime... Bu kadar tembihledim... Yeminettirdim...Neriman ağlamaya başladı.Cemil, pek de farkında olmadan dolaba gitmiş,bavuldan yedek şarjörü alıp cebine atmıştı.Neriman bunu görünce göğsüne vurulmuş gibiinledi.— Korkma!.. Yok bir şey... Bak ne yapacağız?..Herif haber vermediyse... Vermemiş r ya...Çocuğun la yla hiç gider de ortalığı gürültüye boğarmı? Korkar başından... Sorumlu düşer çünkü...Dinle... Dinle diyorum! Bırak ağlamayı da benidinle... Dışardan “Ne yapacağız” diye üst üste soran
teyzesini tersledi. Delirdiniz mi hepiniz?.. Kesindiyorum... Kıyamet kopmuş gibi... Uza nız ama...Canımı sıkıyorsunuz Neriman...Aşağıda Enver de ağlamayı tu urmuştu.Selimanım teyze beddua ederek merdivenleri indi.Cemil, teyzesinin gitmesiyle biraz rahatlayarakNeriman’ı sedire götürdü:— Yok bi şey... Göreceksin bi şey yok... Boşunaüzülüyorsun!.. Bak ne yapacağız? Sen giyin çabuk...Ben çıkacağım...— Yakalanırsan... Vururlar seni...— Bırak saçmalamayı... Neden vuracaklarmış...Dinle beni... Ben Bulgar mandırasına gideceğim.Herifin haber verip vermediği yarım saate kadar,bilemedin bir saate kadar anlaşılır. Gelirlerse hiçkorkma... Muhtarı iste... “Muhtar olmayıncaaratmam evi” dersin... Beni sorarlarsa,“Bilmiyorum, Almanya’ya gitmiş galiba... ” dersin.Hemen bu odada lamba yak... Perdeleri aç... Benbasıldığımızı anlanın... Saatine baktı. Bir saate kadarkimse gelmezse yok bir şey demek r. Ama biz gene
Search
Read the Text Version
- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- 8
- 9
- 10
- 11
- 12
- 13
- 14
- 15
- 16
- 17
- 18
- 19
- 20
- 21
- 22
- 23
- 24
- 25
- 26
- 27
- 28
- 29
- 30
- 31
- 32
- 33
- 34
- 35
- 36
- 37
- 38
- 39
- 40
- 41
- 42
- 43
- 44
- 45
- 46
- 47
- 48
- 49
- 50
- 51
- 52
- 53
- 54
- 55
- 56
- 57
- 58
- 59
- 60
- 61
- 62
- 63
- 64
- 65
- 66
- 67
- 68
- 69
- 70
- 71
- 72
- 73
- 74
- 75
- 76
- 77
- 78
- 79
- 80
- 81
- 82
- 83
- 84
- 85
- 86
- 87
- 88
- 89
- 90
- 91
- 92
- 93
- 94
- 95
- 96
- 97
- 98
- 99
- 100
- 101
- 102
- 103
- 104
- 105
- 106
- 107
- 108
- 109
- 110
- 111
- 112
- 113
- 114
- 115
- 116
- 117
- 118
- 119
- 120
- 121
- 122
- 123
- 124
- 125
- 126
- 127
- 128
- 129
- 130
- 131
- 132
- 133
- 134
- 135
- 136
- 137
- 138
- 139
- 140
- 141
- 142
- 143
- 144
- 145
- 146
- 147
- 148
- 149
- 150
- 151
- 152
- 153
- 154
- 155
- 156
- 157
- 158
- 159
- 160
- 161
- 162
- 163
- 164
- 165
- 166
- 167
- 168
- 169
- 170
- 171
- 172
- 173
- 174
- 175
- 176
- 177
- 178
- 179
- 180
- 181
- 182
- 183
- 184
- 185
- 186
- 187
- 188
- 189
- 190
- 191
- 192
- 193
- 194
- 195
- 196
- 197
- 198
- 199
- 200
- 201
- 202
- 203
- 204
- 205
- 206
- 207
- 208
- 209
- 210
- 211
- 212
- 213
- 214
- 215
- 216
- 217
- 218
- 219
- 220
- 221
- 222
- 223
- 224
- 225
- 226
- 227
- 228
- 229
- 230
- 231
- 232
- 233
- 234
- 235
- 236
- 237
- 238
- 239
- 240
- 241
- 242
- 243
- 244
- 245
- 246
- 247
- 248
- 249
- 250
- 251
- 252
- 253
- 254
- 255
- 256
- 257
- 258
- 259
- 260
- 261
- 262
- 263
- 264
- 265
- 266
- 267
- 268
- 269
- 270
- 271
- 272
- 273
- 274
- 275
- 276
- 277
- 278
- 279
- 280
- 281
- 282
- 283
- 284
- 285
- 286
- 287
- 288
- 289
- 290
- 291
- 292
- 293
- 294
- 295
- 296
- 297
- 298
- 299
- 300
- 301
- 302
- 303
- 304
- 305
- 306
- 307
- 308
- 309
- 310
- 311
- 312
- 313
- 314
- 315
- 316
- 317
- 318
- 319
- 320
- 321
- 322
- 323
- 324
- 325
- 326
- 327
- 328
- 329
- 330
- 331
- 332
- 333
- 334
- 335
- 336
- 337
- 338
- 339
- 340
- 341
- 342
- 343
- 344
- 345
- 346
- 347
- 348
- 349
- 350
- 351
- 352
- 353
- 354
- 355
- 356
- 357
- 358
- 359
- 360
- 361
- 362
- 363
- 364
- 365
- 366
- 367
- 368
- 369
- 370
- 371
- 372
- 373
- 374
- 375
- 376
- 377
- 378
- 379
- 380
- 381
- 382
- 383
- 384
- 385
- 386
- 387
- 388
- 389
- 390
- 391
- 392
- 393
- 394
- 395
- 396
- 397
- 398
- 399
- 400
- 401
- 402
- 403
- 404
- 405
- 406
- 407
- 408
- 409
- 410
- 411
- 412
- 413
- 414
- 415
- 416
- 417
- 418
- 419
- 420
- 421
- 422
- 423
- 424
- 425
- 426
- 427
- 428
- 429
- 430
- 431
- 432
- 433
- 434
- 435
- 436
- 437
- 438
- 439
- 440
- 441
- 442
- 443
- 444
- 445
- 446
- 447
- 448
- 449
- 450
- 451
- 452
- 453
- 454
- 455
- 456
- 457
- 458
- 459
- 460
- 461
- 462
- 463
- 464
- 465
- 466
- 467
- 468
- 469
- 470
- 471
- 472
- 473
- 474
- 475
- 476
- 477
- 478
- 479
- 480
- 481
- 482
- 483
- 484
- 485
- 486
- 487
- 488
- 489
- 490
- 491
- 492
- 493
- 494
- 495
- 496
- 497
- 498
- 499
- 500
- 501
- 502
- 503
- 504
- 505
- 506
- 507
- 508
- 509
- 510
- 511
- 512
- 513
- 514
- 515
- 516
- 517
- 518
- 519
- 520
- 521
- 522
- 523
- 524
- 525
- 526
- 527
- 528
- 529
- 530
- 531
- 532
- 533
- 534
- 535
- 536
- 537
- 538
- 539
- 540
- 541
- 542
- 543
- 544
- 545
- 546
- 547
- 548
- 549
- 550
- 551
- 552
- 553
- 554
- 555
- 556
- 557
- 558
- 559
- 560
- 561
- 562
- 563
- 564
- 565
- 566
- 567
- 568
- 569
- 570
- 571
- 572
- 573
- 574
- 575
- 576
- 577
- 578
- 579
- 580
- 581
- 582
- 583
- 584
- 585
- 586
- 587
- 588
- 589
- 590
- 591
- 592
- 593
- 594
- 595
- 596
- 597
- 598
- 599
- 600
- 601
- 602
- 603
- 604
- 605
- 606
- 607
- 608
- 609
- 610
- 611
- 612
- 613
- 614
- 615
- 616
- 617
- 618
- 619
- 620
- 621
- 622
- 623
- 624
- 625
- 626
- 627
- 628
- 629
- 630
- 631
- 632
- 633
- 634
- 635
- 636
- 637
- 638
- 639
- 640
- 641
- 642
- 643
- 644
- 645
- 646
- 647
- 648
- 649
- 650
- 651
- 652
- 653
- 654
- 655
- 656
- 657
- 658
- 659
- 660
- 661
- 662
- 663
- 664
- 665
- 666
- 667
- 668
- 669
- 670
- 671
- 672
- 673
- 674
- 675
- 676
- 677
- 678
- 679
- 680
- 681
- 682
- 683
- 684
- 685
- 686
- 687
- 688
- 689
- 690
- 691
- 692
- 693
- 694
- 695
- 696
- 697
- 698
- 699
- 700
- 701
- 702
- 703
- 704
- 705
- 706
- 707
- 708
- 709
- 710
- 711
- 712
- 713
- 714
- 715
- 716
- 717
- 718
- 719
- 720
- 721
- 722
- 723
- 724
- 725
- 726
- 727
- 728
- 729
- 730
- 731
- 732
- 733
- 734
- 735
- 736
- 737
- 738
- 739
- 740
- 741
- 742
- 743
- 744
- 745
- 746
- 747
- 748
- 749
- 750
- 751
- 752
- 753
- 754
- 755
- 756
- 757
- 758
- 759
- 760
- 761
- 762
- 763
- 764
- 765
- 766
- 767
- 768
- 769
- 770
- 771
- 772
- 773
- 774
- 775
- 776
- 777
- 778
- 779
- 780
- 781
- 782
- 783
- 784
- 785
- 786
- 787
- 788
- 789
- 790
- 791
- 792
- 793
- 794
- 795
- 796
- 797
- 798
- 799
- 800
- 801
- 802
- 803
- 804
- 805
- 806
- 807
- 808
- 809
- 810
- 811
- 812
- 813
- 814
- 815
- 816
- 817
- 818
- 819
- 820
- 821
- 822
- 823
- 824
- 825
- 826
- 827
- 828
- 829
- 830
- 831
- 832
- 833
- 834
- 835
- 836
- 837
- 838
- 839
- 840
- 841
- 842
- 843
- 844
- 845
- 846
- 847
- 848
- 849
- 850
- 851
- 852
- 853
- 854
- 855
- 856
- 857
- 858
- 859
- 860
- 861
- 862
- 863
- 864
- 865
- 866
- 867
- 868
- 869
- 870
- 871
- 872
- 873
- 874
- 875
- 876
- 877
- 878
- 879
- 880
- 881
- 882
- 883
- 884
- 885
- 886
- 887
- 888
- 889
- 890
- 891
- 892
- 893
- 894
- 895
- 896
- 897
- 898
- 899
- 900
- 901
- 902
- 903
- 904
- 905
- 906
- 907
- 908
- 909
- 910
- 911
- 912
- 913
- 914
- 915
- 916
- 917
- 918
- 919
- 920
- 921
- 922
- 923
- 924
- 925
- 926
- 927
- 928
- 929
- 930
- 931
- 932
- 933
- 934
- 935
- 936
- 937
- 938
- 939
- 940
- 941
- 942
- 943
- 944
- 945
- 946
- 947
- 948
- 949
- 950
- 951
- 1 - 50
- 51 - 100
- 101 - 150
- 151 - 200
- 201 - 250
- 251 - 300
- 301 - 350
- 351 - 400
- 401 - 450
- 451 - 500
- 501 - 550
- 551 - 600
- 601 - 650
- 651 - 700
- 701 - 750
- 751 - 800
- 801 - 850
- 851 - 900
- 901 - 950
- 951 - 951
Pages: