soygunundan, Allah göstermesin, daha kötüişlerden korkuluyor. ”Selaha n bir yandan bu haberleri Bekir SamiBey’e ulaş nrken, bir yandan Manisa’yı arıyor,telgrafçılar, “Daha bulamadık. Merak etmeyinbulacağız. ” dedikçe, Kolordu Komutan vekilininbildirisini, ele geçirdikleri bütün merkezlereulaş rmalarını rica ediyordu. Bildiri şuydu:“Yunanlılar girdikleri yerde, silah cephanedepolarını olduğu gibi bulduklarıyla övünüyorlar.Bu hal mille miz için bir lekedir. Devle mizindüşmana kap racak ne bir tek silahı, ne de bir tekmermisi yoktur. Binaenaleyh bu gibi tehlikeye açıkyerlerdeki bütün savaş araçlarının arasındadüşmana çevrilmek üzere memleke n içlerineçekilmesi her subayın, her memurun, hervatandaşın, vatan borcudur. Hiçbir subayın, hiçbirerin silahını düşmana teslim etmemesi, kendisiniesir vermemesi, lazımdır. Böyle davranınız, bu emriçevrenizdeki küçük büyük bütün birliklereulaştırınız!”Koskoca kolordu öylesine dağılmış ki ikindiden
bu yana hiçbir telgra ane, yüzbaşıdan yukarırütbede hiçbir subayı ele geçirip makine başınagetirememişti.Bir çeşit yaverlik ödevi gören Cemil, dışarı çıkıpiçeri girdikçe, Bekir Sami Bey, yüzüne bir şeyleraraştırır gibi bakarak soruyordu:— Ahmet Zeki Bey’den haber?.. Manisa’dan...— Yeni bir şey yok efendim...— Arasınlar... Arkasını kesmesinler... Herkonuşmada “Savsaklayan asılır” diyorlar mı?— Diyorlar efendim...— Desinler!.. Unutmasınlar! Geç bırakanı, vallahbillah, asarım! Çerkez Reşit Bey’den haber?— Daha gelmedi efendim...— Nerde kaldı bu adam?.. Gönderdiğimiz ulakmı bulamadı, buldu da beriki mi ayak sürüdü? Senne dersin?— Bilmem ki albayım...
Bekir Sami Bey yazdığı kâğıdı uzattı:— Şundan beş kopya çıkar n lü en... Birinibulun! Yarın kasabanın uygun yerlerine asılsın!Cemil kâğıdı alırken gülümsüyordu. HarbiyeNâzırı Şevket Turgut Paşa’nın verdiği emri öğrendiöğreneli yüreği raha . Emir şuydu: “HemenManisa’ya ye şirsiniz! İzmir’den çekilebilen erlerlesubayları toplar, yeniden birlikler düzenlersiniz!Son kerteye gelmeden Yunanlılarla çarpışmamayabakarsınız!”... Bu emir Cehennem Topçu için açık :“iyice bunalmadan çarpışmak yok demek,bunalırsanız çarpışın demek r. ” Hele ŞevketPaşa’nın son sözü meseleyi büsbütün açıklıyor:“Ben de, Genelkurmay Başkanı Cevdet Paşa dasizden bunu bekliyoruz”... Paşaların bekledikleri,çarpışmamak değil, ancak çarpışmak olabilirdi.Daha doğrusu bunu böyle anlamak, içindebulundukları durumun kargaşalığında Cemil’inhoşuna gidiyordu.Bekir Sami Bey’in, as rmak istediği bildiri, bugünHaydar Çavuş camisinde öğle namazından sonraBandırmalılara söyledikleriydi. Cemil, hemen
yazmaya girişti:“Bandırmaklar,Dinimizde gâvurla vuruşmak Tanrı buyruğudur.Peygamberimiz efendimiz, mübarek bellerinemübarek kılıçlarını kuşanıp savaşa girdiler. Bedir’de,mübarek dişleri düştü. Çünkü ok değdi. Yurdudüşman bas mı, Müslüman olanlar birleşip karşıçıkacak... Aramızdaki geçimsizlikleri unutacağız.Kardeş olmanın zamanıdır. Sinmekte hiçbir faydayok. Dini bir uğruna yapışırsak, bize Yunan değil,yedi kral dayanamaz. Bu zamana kadar ne olduysaoldu. Evet, eski hükümet, diyelim ki, DünyaSavaşı’na girmekten suçludur. Ama Yunan’ınİzmir’e çıkmasında suç kimin? Biz bugündurduğumuz yerde saldırıya uğradık. Ya boyun eğipırzı, namusu, canı, malı düşman ayağı al nabırakacağız, ya da davranıp dikileceğiz. BenBandırma mille ni yiğit bilirim. Bandırmaklarınerliğine güvenmesem, böyle karışık bir sıradaKolordu Komutanlıgı’nı hiç üstüme alır mıydım?Bugün camiden birisi, ayağa kalktı, “Silah yok, askeryok... Neyle karşı duracağız?.. Duyduğumuz
doğruysa, Yunan İzmir şehrinden dışarıçıkmayacakmış. ” dedi. Bu ne demek? Yabozguncu, ya da, bilgisiz demek... İşte aldığım sontelgraf... Yunan yürümektedir arkadaşlar... Yunanşu anda Menemen’imizi almaktadır. İki saa en beriManisa’yı bulamıyoruz. Düşman doğrul u geliyor.Ben yarın Kolordu’nun başına gideceğim.Askerime, silahıma son derecede güvenim var.Ama, ordu, tek başına dövüşemez. Millettutmayınca, ordu ne yapsın? Hep kalkacaksınız.Yediden yetmişe silaha sarılacağız. Ateş boylarındaçarpışanların sevabı ne kadarsa onlara cephane,yiyecek ye ş renlerin sevabı belki daha da çoktur.Aldığım telgraflarda, yerli düşmanların çetelerkurdukları, köyleri basıp kadınlarımıza saldırdıkları,saçı bitmemiş yavruları süngüledikleri bildiriliyor.Biz karşımızdaki Yunan ordusuyla mı boğuşacağız,gerimizdeki köyleri mi savunacağız. Bu iş sizleredüşer arkadaşlar... Sevgili Bandırma’mızın düşmanayağı al nda kalmasını istemiyorsak, düşmanıuzaklarda karşılamalıyız. Herkes birbirinigüçlendirsin. Kimse kimseye umut kırıcı lafetmesin! insan bilmeden bozguncu olur ki, Allah
göstermesin, ossaat dinden çıkar. ”Cemil yazıyı yazarken bu bildirilerin as rılması işiiçin Asker Emeklileri Derneği’ndeki Haşan Efendi’yidüşünmüştü.Haşan Efendi kahvehaneyi kapatmak üzereydi.Cemil’in belindeki tabancayı görünce yüzü sevinçleparladı:— Bekir Sami Bey, sizi alışverişten caydırdıgaliba... Çok iyi... Dönüp gelmediğinizdenanlamış m. İyi evet... Zararın neresindendönülürse, kârdır. Tüccarlığa başlamanın sırasıdeğildi. Bavulu birazdan ge recek m. Yarın bir arauğrayın, kiraladığınız yelkenliyi birine devredelim!Cemil gülümsedi:— Yelkenli melkenli yok efendim... Size... şey içinöyle söylemiştim...— Hay siz çok yaşayın e mi... Hadi gelin birerkahve içelim...— Teşekkür ederim.
— Bir şey yemediniz mi daha?— Komutanla birlikte yiyeceğiz. Bir yeredavetliymişiz!— Evet, Emin Bey’e... Biraz önce Hayre n Bey’leburadan geçtiler. Bekir Sami Bey’e geliyorlardı.— Yanındalar.— İyi öyleyse... Biz buradan doğru, Emin Beyleregideriz. Hele kahveleri içelim...— Senden bir ricası var komutan beyin...— Neymiş?.. Baş üstüne...Cemil kâğıtları çıkardı:— Şunları yarın kasabanın uygun yerlerineas rmak is yor. Birini bulalım! Gerekirse biraz parada veririz!— Para da neyin nesi! Ben yaptırırım...Haşan Efendi kâğıtları alıp cebine soktu. Ne yazılıolduğuna bakmamış bile... Cezveyi sürerkensordu:
— Reşit Bey’den haber var mı?— Daha yok...— Nerdeyse gelir. Eğer haberciye bir şeyolmadıysa.— Bir şey olmak da yazılı mı hartada?— Yazılı evet... Bereket versin, eski kulağıkesiklerdendir, keçesini sudan belki çıkarır.— “Reşit Bey gelmez” diyorlar.— Kendisi gelmese de güvendiği birini gönderiryüzde yüz... Böyle sıralarda saklanacak adamlardandeğildir.— Başka kimler var, Bandırma dolaylarında, işeyarar?— Ne gibi?— Eli silah tutan... Gözü pek?..— Namuslu adamları mı sordunuz, eşkıyatakımını mı?— Namuslu nasıl olsa bizden...
— Anladım! Başta, Ahmet Anzavur var.Anzavur’un adamlarından Şah İsmail var. DarıcalıÇerkez Haşan var. Çerkez Şevket var. Bunlar,eskiden beri, Reşit kardeşlerle geçinemediklerindenonun bulunduğu yere gelmezler de, gelemezlerde... Biga çevrelerinde Kara Haşan adında biridolaşıyor. Avanak bir herif... Yanında Suphi adındaİstanbullu biri varmış... Akıl hocası...— Çetesi büyüyecek mi?— “İki yüz kişi” diyorlar.— Atlı, yaya?— Eşkıyanın atlısı, yayası mı olur? Bakarsınızatlanmış, bakarsınız yaya kalmış... Çetenin adı, KaraHaşan çetesi ama, asıl iş, Kürt Mehmet Çavuşdenilen rezilde... Bu Mehmet Çavuş’un kıyıcılığınıçok kötü söylüyorlar. Akıllıymış az biraz... Eşkıyanınakıllısı olmaz ya. “Biraz adamlık bulaşmış” diyelim!Kendisi arkada duruyor da, Kara Hasan’ı ilerisürüyor. Sizin anlayacağınız, davul, alık Hasan’ınboynunda, çomak, bu Kürt Mehmet Çavuş’unelinde... Bir gözü yeşil, bir gözü karaymış... Böyleleri
uğursuz sayılır. Durun bakalım, daha kimler var?Karacabey yönlerinde Cambaz Hakkı... Anzavur,Adapazarı’nın Kayalar köyünden Kel Tahir diyebirini ge rmiş... Biga’da Çerkez Sefer Bey...Balıkesir’de Dramalı Rıza Bey... Daha yukarıçıkarsanız, “Zeybek” denilen baldırı çıplaklarınsürüsüne bereke r. Hepsi, asker kaçağı...Soyguncu... Rezil... Başını salladı, işimiz bunlarakaldıysa...— Ne yapalım? Namuslu adamlar yılgınlıktankurtuluncaya kadar oluruyla yetineceğiz.— Doğru... Kahveyi fincanlara koydu. Doğruevet... Namuslu adamlar şaşkınlıktan sıyrılanakadar... Bir cigara verdi. Ayaktakımıyla iş tu unuzmu hiç?Cemil biraz düşündü:— Yok... Sanmam!.. Askerlerin arasında kopukzibidi bulunur ama, kalabalıkta pek oyungösteremez.— Bahriyeliyim ben... Güverte yüzbaşısı...İs bdat yıllarında deniz askerliği tulumbacılıktan
farksız olduğu için bilirim. Bunlar bilek gücünden,usta nişancılıktan, gözü karalılıktan anlar.Söz geçirmek isterseniz, yır cı hayvan terbiyecisigibi davranacaksınız. En rezilini bir kere tepeledinizmi, sonra artık kırbacı şaklatmak yeter.Çerkez Reşit Bey’den beklenen haber yatsıdansonra geldi. Reşit Bey hasta olduğu için, eniştesiHafız Haşan Bey’i yollamıştı.Bekir Sami Bey, bu haberi alınca, yemeği yandabırakıp hemen askerlik şubesine koştu.Ha z Haşan Bey, ağır başlı, sözü tar lı biradamdı. Ça k kaşları, kısa sakalıyla ilk bakıştainsana güven veriyordu.Reşit Bey, gelemediğine çok üzülmüş... Komutanbeyin bağışlamasını rica etmiş...— Rauf Bey’in mektubunu okudu mu?— Okudu komutan bey... Çerkez Reşit Bey’i,Tevfik Bey’i, Ethem Bey’i, Emre köyünü...Çevremizdeki bütün köyleri emrinizdesayabilirsiniz!.. İsteklerinizi bana söyleyeceksiniz.
Eğer birkaç gün daha buradaysanız, Reşit Bey degelmeye çalışacak...— Bekleyemeyiz. Yarın sabah Balıkesir’egideceğiz. Ben Jandarma Yüzbaşısı Abdullah Bey’le,Kaymakam Seyfe n Bey’le konuştum. Askerlikşubesi ambarından, size işe yarar silah verilecek...İlk ağızda kaç atlı çıkarabilirsiniz?— Orasını Reşit Bey bilir!— Reşit Bey bilir ama, siz de kestirirsiniz.— İlk ağızda... İki yüz, üç yüz arası... Üç yüzüaşamazsak da, iki yüzden aşağı da düşmeyiz. İkiyüz, iki yüz elli...— Ne kadar zamanda toplarsınız bu adamları?— Reşit Bey bilir.— Reşit Bey, şimdi burada yok... Siz kes rdiğinizisöyleyin! Kaç günde?..— Bilmem. Belli olmaz.— Belli olmalı... Önemlisi bu... Zaman çokönemli... İki günde?
— Günü belli olmaz! En iyisi her gün 30-40 atlıgelse... Toplananlar takım takım...— Evet! Hepsi birden olmazsa, ne yapalım!Sizden ricam, hemen geri döneceksiniz. Evet, fazlaadam toplamak için vakit kaybedemeyiz. Amabakın aklıma ne geldi: Bandırma dolaylarında gezensilahlı topluluklardan faydalanmak mümkün değilmi? “Bekir Sami, dedi ki dersin, böyle ardımızdatehlikeli kuvvetler bırakmamış oluruz” dedi dersin,anladınız mı?— Olmaz!— Biliyorum! “Söz dinlemezler bir yandan... Birde Reşit Bey’e güvenmezler!” diyeceksiniz! Bu sıraeski geçimsizlikleri unutacağız. Önce hazırkuvvetleri toplamaya çalışalım! En geç öbür gün, enazdan 200 atlı Balıkesir’e ye şmeli... Bunları böyleanlatır mısınız, yoksa, ben yazayım mı?— Anlatırım.— Öbür gün 200 atlı gelecek... Kıyamet kopsagelecek... Bekliyorum, hesabımı da ona göreyapıyorum. “Durum çok sıkışık” dedi dersiniz, “Her
geçen saa n değil, dakikanın değeri var” dedideyin!.. Bu gece dönebilir misiniz?— Dönerim.— Hayvanınız yorgun değil mi?— Değiştiririm.— Öyleyse... Selaha n’e emre . Bir kâğıtyazdırınız. Çerkez Reşit Bey’e, ya da güvendiği biradama, Bandırma Askerlik Şubesi deposundakisilahlardan istediği kadar verilecek... Arıyor muFaruk Efendi Manisa’yı?— Arıyor efendim!..— Sabaha kadar nöbetle ararsınız. Bulunca, saatkaç olursa olsun beni uyandırırsınız. Ayağa kalkıpÇerkez Reşit Bey’in eniştesi Ha z Haşan Bey’e eliniuza . Teşekkür ederim efendim. Reşit Bey’in,Tevfik Bey’in, Ethem Bey’in ayrı ayrı gözlerindenöperim. İstanbul’a yazacağım. Rauf Beyefendi deçok sevinecek... Yolunuz açık olsun!Bekir Sami Bey, çok geç ya ğı halde gündoğarken uyandı. Yüzbaşı Selaha n’le Teğmen
Faruk'un sabaha kadar aradıkları halde Manisa’yıbulamadıklarını öğrenince daha fazla beklemeyiuygun görmedi. Hemen yola çıkmak için istasyonahaber yolladı.Dakikalar geç kçe üzüntüsü ar yor, yüzüasılıyordu.Hiçbir şey yemedi. İstasyondan gelecek “Trenhazır” haberi gecikince beklemeden yola çıktı.İstasyonda trenin ne zaman kalkacağını,Balıkesir’e ne zaman varacağım kimse bilmiyordu.Bekir Sami Bey kaşlarını çatarak şefin odasınagirdi.Şef İtalyan’dı. Anlayışlı bir adamdı. İşinsavsaklanmaya gelmeyeceğini sezer sezmez, birlokomotife bir servis vagonu bağlattı.Böylece, On Yedinci Kolordu Komutan Vekili, 23Mayıs 1919 tarihinde, günlerden beri yi rdiğiManisa şehrini bulmak için Balıkesir’e doğru yolaçık . Bir tek servis vagonu, bir albay, iki yüzbaşı, birteğmeni değil, aslında bütün On Yedinci Kolordu’yu
götürüyordu.Trenler hâlâ odunla işlediğinden, Balıkesir’eancak akşamüstü varabildiler.Çoğunluğu Rum olan tren memurları, dahaşimdiden Yunan üniformaları giymişler, istasyonuirili ufaklı Yunan bayraklarıyla donatmışlardı.Tren durunca, kara sakallı, kara kalpaklı, uzuncaboylu, tıknaz bir adam, telaşla pencereye yaklaştı:— Bekir Sami Bey içerde mi?— On Yedinci Kolordu Komutan Vekili... Ben“İzmir’e doğru” gazetesinden geliyorum. AdımHacim Muhittin... Çok önemli haberlerim var.— Manisa’yı buldunuz mu?— Haberler Manisa’yı ilgilendiriyor.— Buyrun!Hacim Muhi n Bey’in ge rdiği haber beterinbeteriydi. Sabahleyin Bandırma’dan aldıkları telgrafüzerine Manisa’yı aramaya başlamışlar, şudakikaya kadar da bulamamışlardı. Asıl kötüsü, iki
saa en beri Manisa’ya Yunan kuvvetlerinin girdiğisöyleniyordu.Albay Bekir Sami Bey bıyıklarını çekiş rerek birazdüşündü. Manisa’yı dünden beri bulamamışlardı.İzmir’le Manisa’nın arası elli altmış kilometreolduğuna göre, trenle üç saatlik yol demekti.— İzmir dolaylarından hiçbir çarpışma haberialdınız mı?— Hayır albayım!.. Ne çarpışma haberi var, ne dehalkın büyük çapta göç ettiği haberi...— Önümüzdeki istasyonlarda durum nasıl?— Neyin durumunu soruyorsunuz?— Gerek bizim halkın, gerekse Rumların...Bandırma’dan buraya kadar bütün istasyonlardüşman bayraklarıyla donanmış ama, büyük birtaşkınlık görmedik. Rumlarla Türkler arasında hiçbirpatırtı olmamış...— Burası da öyle... Sebebi, bazı ileri gelenlerimiz,Rumlarla Yahudilere sığındılar. Geri kalanları da iyicesindi.
— Hiçbir direnme hazırlığı?— Yok şimdilik... Yunan İzmir’e girmeden önce,bir telgraf almış k. Bu telgra a Yunanlıların İzmir’easker çıkaracağının söylendiği, böyle bir iş olursa,yurdun her yanından protesto telgrafları çekilmesi,yer yer açık hava toplan ları yapılması ricaolunuyordu. İzmir’e Yunan ordusunun çık ğınıduyunca, Balıkesir’in ileri gelenlerini okumayurdunda topladık. Aramızdan yedi kişilik bir kurulseç k. Bu ilk toplan da Hıris yanlar protestoyaka lmayacaklarını söylediler. Biz de düşmanordusu içeri yürürse silaha sarılma sözünü hiçaçmadık. Ertesi gün Alaca Mescit’te mevlütokutmak bahanesiyle ikinci defa toplandık. Busefer kırk kişilik bir kurul seçildi. Bu kırk kişinin herbiri on, on beş kişiyi ardınca ge rip silahlamayıüstüne aldı. Bu hesapça, 400-500 kişi toplanacaktı.— Evet?..Hacim Muhittin Bey, gözlerini yere eğdi:— Dört kişi bile toplanamadı. Bir yandan yılgınlık,bir yandan İstanbul hüküme nin bozgunculuğu,
işleri karış rdı. Kırk kişiden bile bugün ancak 10-12kişi kaldık.— Hiç mi toplanmaya girişilmedi, yoksabaşvuruldu da, kimse mi gelmedi?— Daha başlamadık. Düşünüyoruz. “Hemen işegirişelim” diyenler var, “Biraz duralım bakalım”diyenler var.— Beklemeyecek niz. Rum köylerininsilahlandığını duymadınız mı?— Duyduk. İçimizden bazıları, “Başımıza silahlıadamlar toplasak herifleri büsbütün kışkırtmışolmaz mıyız?” diye kuşkudalar. Bu arada İstanbul’adurumu anlatmak, ne yapmak lazım geldiğiniöğrenmek için üç arkadaş gönderdik.— Dönüp geldiler mi?— Geldiler.— Ne demişler İstanbul’da?— Ne diyecekler... İstanbul’u siz benden iyibilirsiniz. Herkes bir çeşit savsaklamış... Yalnız,
İçişleri Bakanı Ali Kemal Bey, “Biz, ayaklanmayındiye emirler göndersek de siz sakın aldırmayın!Hükümet burada baskı al ndadır. Kendinisavunmaksa, bir mille n en kutsal hakkı... Kötüsügelirse, bize de başkaldırmış olursunuz!” demiş...Buna karşı Hürriyet İ lafçılarımız, “Yalandır. Olmazböyle şey... Padişahımız vuruşulmasını istemiyor. ”diyorlar.— Manisa’da güvendiğiniz arkadaşlar var mı?Bize adlar verebilir misiniz?— Bu sıra Manisa’ya gitmenizi doğru bulmamefendim.— Ya?— Bence, bu gece Akhisar’dan ileriye geçmeyin!Akhisar şimdilik tehlikede değil gibi... Dahademincek Halit Paşa’yla makine başında görüştük...— Kim Halit Paşa?..— “Paşa” derler. Başıbozuk paşası...Karaosmanoğlularından... Gözüpek bir arkadaş r.Çevresine sözünü dinle r. Yılgınlığa kolay kapılmaz.
Biz şimdi kendisini gene makine başına çağırır, sizibulmasını söyleriz.— Başka?— Başka... Akhisar’da Topçu Yüzbaşı Rasim Beyvar.Bekir Sami Bey, “Tanıyor musun?” der gibiCemil’in yüzüne baktı.Cemil gözlerini kısarak, “Topçu Rasim... TopçuRasim... ” diye düşündü:— Şimdi birden ha rlayamadım, efendim,görsem herhalde tanının.— Evet... Topçu Yüzbaşı Rasim... Başka?— Başka... Halit Paşa’yla Rasim Bey’i bulursanız,onlar güvenilecek arkadaşları size tanıtırlar!— Buradaki 18’nci Alay’ın durumu? “500-600tüfek” dediler.— Sanmam beyefendi... Duyduğum doğruysa,erlerin çoğu savuşmuş... Kaçmayı göze alamayacakkadar işe yaramazlar kalmış... Subay kadroları
eskiden beri eksik . Arkalılar derseniz, ateş kesildiğigün, kapağı İstanbul’a attılar.— Silah?— Silahların çoğu Lapseki’ye götürülüpİngilizlerle Fransızlara teslim edildi. Kullanılabilirdört makineli tüfekle bir iki top varsa vardır.— Peki... Teşekkür ederim Muhi n Bey... Lazımolursa sizi nerede bulabilirim?— Gecenin hangi saa nde olursa olsun, “İzmir’eDoğru” gazetesinde... Ben yoksam, bir arkadaşyüzde yüz nöbettedir.— Biz hemen yola çıkacağız. Siz bir yandanManisa’yı bulmaya çalışın, bir yandan Rasim Bey’leHalit Paşa’nın Akhisar’da bizi karşılamalarınısağlayın!Bekir Sami Bey, bir şey unutup unutmadığınıdüşündü:— Çerkez Reşit Bey’i tanır mısınız? Eskiyüzbaşılardan?.. İttihatçı?
— Tanırım efendim!— Kendisiyle görüştük. Kardeşi Ethem Bey’lebize atlılar yollayacak . Yirmişer otuzar kişilik küçükbirlikler... Buradaki arkadaşlardan rica ederim,bunları karşılasınlar, vakit geçirtmeden Akhisar’ayetişmelerini sağlasınlar.— Hiç merak etmeyin efendim! Hemen, gerekliyerlere gerekli gözcüler koyarız!Bekir Sami Bey, Hacim Muhittin Bey’e elini uzattı.— Size güveneceğim Muhi n Bey!.. Allah sizivatana bağışlasın!Bu söz, Bekir Sami Bey kuşağına SüleymanAskeri’den kalmıştı.Cemil, peronda topukları birbirine yapışık, elleripantolonunun yan dikişlerinde dimdik duran HacimMuhi n Bey’e bakarak gülümsedi: “Bir geçitgeçiyoruz ki Allah sonunu iyiye çıkarsın!.. Askerlerbaşıbozuğa dönmüş, başıbozuklar askere. . '. ’’Hacim Muhi m Bey’in arkasında, koca kocaistavrozlarıyla Yunan bayrakları dalgalanıyordu.
Balıkesir’den çıkıp, nasıl bir yarına bağlı olduğuhiç kimse kes rilemeyecek bir bulanık geceyegirdiler.Yorgun hırıl larla rampaya saran lokomo f,ocağında yanan odunları kıvılcımlarını, uzun birsorguç gibi savurmaya başlamıştı.Servis vagonunun yapışkan sıcağı, yolcularınyüreklerindeki sıkın yı ar rıyor, hiçbirindekonuşma gücü bırakmıyordu.Gittikleri yönde gökyüzü, kara bulutlarla kaplıydı.Uzaktan uzağa gök gürültüleri duyulmakta, dahasık çakan şimşekler birbirlerini kovalamaktaydı.Teğmen Faruk, komutanın önüne temiz birmendil serdi. Üstüne tulum peyniriyle kirazdanibaret akşam yemeğini koydu.Bekir Sami Bey’in yüzünde, ölü bekleyenlerinkapalı yorgunluğu vardı. Pantolonu ütüsüz,po nleri boyasızdı. Sabahleyin kullanılmış bir jile bardakta bileyerek raş olduğu halde, EnverPaşa’nın orduyu gençleş rmesinden sonrakurmayların ateş boylarında bile korudukları kılık
düzgünlüğünü yavaş yavaş yitiriyordu.Birkaç lokmadan sonra kanmış olmalı ki BekirSami Bey, mataranın kupasıyla su içip çekildi.Cemil’den bir cigara istedi:— Filintanız yok mu sizin?— Yok efendim! Bir uygununu bulamadıkBandırma’da...— Evet! Akhisar’da ilk işimiz birer filintauydurmak olsun! Birer de hayvan ister. Dışarıya,kıvılcımlar uçuşan karanlığa bak . Bu gidiş çeteciolma gidişi galiba Cemil Bey...— Başka çare bulamazsak oluruz efendim!..— Teşkilâtı Mahsusa’da çalıştınız mı hiç?— Hayır...— Son günlerde Halil Paşa hazretleriyle beraberbulunmuşsunuz... Bekirağa Bölüğü’ne gidipgördünüz mü kendilerini?— Görmedim ama, haber alıyordum.
— Neyle suçluyorlar?— Pek anlaşılmadı. Savaş suçlusu galiba. .— Şaşır k iyice... Bir şey yapılamaz mı BekirağaBölüğü’ndekiler için?..— Yapılabilir elbette...Cemil, “Yapılacakmış... Hazırlanıyormuş... Çünkümuha z bölüğünün hemen bütün subaylarıbizdenmiş” diyecekti, gerekli görmedi.— Yapılabilir.— Yapılsa da ne faydası var? Doktor Reşit Beykaçırıldı da ne oldu? Tepesi sırma dilimli kıvırcıkkalpağını birlikleri gözden geçirmeye çağırmışlar gibidüzel . Ne kadar şaşılacak bir bah oldu bizimkuşağın! Tanıdınız mı Doktor Reşit Bey’i?— Hayır...— Yakışıklı adamdı. Akıllı Çerkezlerden...Gülümsedi. Çerkezlerden pek akıllı çıkmaz.— Estağfurullah komutanım.
Bekir Sami Bey bir şey söyleyecek . Trenindurduğunu fark edince vazgeçti:— Bakar mısınız bakalım, bu istasyonda da,yabancı bayraklar var mı?Cemil pencereden bak . Başını içeri almadankonuştu:— Var efendim...— Kaçta varırmışız Akhisar’a... Sorar mısınız?— Sorayım efendim!..Elinde küçük bir fenerle yaklaşan adama sordu.— Belli olmazmış efendim... İki saat... Üç saat...Belki dört saat...— Gece yansı desenize şuna... Epeyce vak mizvar. Faruk Efendi lokomotifte mi?— Evet...— Sıcaktan bunalmış r. Ya Selaha n Bey, ya dasiz, bir ara değiş rin! Sırayla dinlenin ki...Akhisar’da neyle karşılaşacağımız belli değil.
Kederle gülümsedi. Kötü oldu Manisa’nın düşmesiCemil Bey... Çok kötü oldu. Bandırma’da boşunaayak sürüdük. Eğer, Mevki Komutanı Ahmet ZekiBey, kamalı topları, makineli tüfekleri,cephaneleriyle birlikte geriye taşıtamadıysa, kötüoldu demek bile azdır.— Taşımış r yüzde yüz... Bunun için emirbeklenmez. Aklımıza gelmeyen bir şey oldu da,taşıtamadıysa, merak etmeyin efendim, silahbuluruz!Bekir Sami Bey, bıyıklarını çekiş rerek CehennemYüzbaşı’nın yüzüne bak . Sonra vagona atlayanSelahattin’ e döndü.Selaha n Bey, buranın, Soma’dan bir öncekiBeyce istasyonu olduğunu söyledi. Trencilerinmakinesiyle Manisa’yı bulmak mümkün olmamış.Rum istasyon şefi Manisa’nın düştüğünüduymamış . Ya da, söylemek istemiyordu. Yolkapalı olduğundan en az on dakika bekleyeceklerdi.— Neden kapalıymış?— İşçi drezini geliyormuş komutanım!
— Doğru mu?— Doğru... Yalan söylerse başına neler geleceğiniherife anlattım.— İyi...Cemil, Teğmen Faruk’u değiş rmek içinlokomo fe gi . Makinist yabancı olduğundan,başında nöbet tutmayı uygun görmüşlerdi.Lokomo fin içi vagondan on kat sıcak . Odunisi, yanmış makine yağı, is m kokuyordu. Makinist,konuşmayı pek sevmeyen, asık suratlı bir adamdı.Selamı bile baştan savma almıştı.İşçi drezini gelip makastan geçince yola çıktılar.Sırasıyla, Soma’yı, Kırkagaç’ı, Harta’yı,Süleymanlı’yı beşer dakika durarak geç ler,hiçbirinde Manisa’nın durumunu öğrenemediler.Kimi “Düştü” diyordu, kimi, Manisa’nın adını ilkdefa duyuyor gibi bel bel bakıyordu. Öyle ki buİkinciler, neredeyse, “Düşmek de ne demek?” diyesoracaklar.
2Lokomo f, Akhisar İstasyonu’nda durduğuzaman, saat on ikiyi çeyrek geçiyordu.Burası da Yunan bayraklarıyla doluydu ama,ortada, iyice sarhoş olduğu ağzının leş gibikokmasından, dilinin peltekliğinden belli, terbiyesizRum istasyon şefinden başka kimse yoktu.Ya Hacim Muhi n Bey, aradığı arkadaşlarıtelgrafla bulup haber verememiş , ya da, haberalanlar, gecenin bu ilerlemiş saa ne kadarbeklemeyi uygun bulmayıp evlerine gitmişlerdi.İstasyon şefi, bekçinin polisin nerde olduğunubilmiyordu ama, otelde yatacak yer bulunmadığınıbiliyordu.Subayları ayrı ayrı tepeden rnağa süzmüş,kılıklarını hiç beğenmemiş gibi sura nıburuşturmuştu.— Manisa’dan ne haber?— Manisa mü üsü İzmir’deki Yunan
komutanından, kasabada kötülük çıkmasın diyeasker istemiş...— Gelmiş mi istediği asker?— Dün gece... Şimdiye kadar buraya da gelmelerilazımdı ama bilmem ki nerde kaldılar? Karşıcıçıkardık. Yol boyunca köyler salıvermiyormuşYunan askerlerini... “İlle yemek yedireceğiz”diyorlarmış... Rum köyleri değil haaa... Türk köyleri,Türk...Herif bunları anla rken arada bir susuyor,kasabadan gelen anlaşılmaz bağır ları sözlerinesanki tanık tutuyordu.Duyulan gürültü, karnaval gecelerinin sarhoşpa r sından farksızdı. Arada bir, birkaç kişi,gırtlaklarını yırtarak “Hayyt” diye naralanıyor, aradabir isterik kadın çığlıkları “Zitooo” diye bağırıyordu.On Yedinci Kolordu’nun dört kişilik yüksekkomuta kadrosu, Albay Bekir Sami Bey’in ardı sıra,dört küçük bavuldan ibaret ağırlıklarını taşıyarakyürüdüler, üstünde bir kale yıkın sı bulunan alçaktepenin çevresine, ışıklarını karartarak sinmiş
kasabaya girdiler.Her adımda gürültünün kaynağı olan ışığayaklaşıyorlardı.Bu yürüyüş, Cemil’e, Afrika’da, yamyamdavullarına doğru gidiş gibi geldi. Yüreğindengeçenlerin korkuyla hiçbir ilintisi yoktu. Ayıplanacakbir işi yaparken duyulan tedirginlik yavaş yavaşyorgunluğa dönüyor, aylardan beri yüreğini dahasık yoklayan bu yorgunluğun, gene dizlerindenyukarıya doğru, bir sıtma nöbe kesikliği halindeçık ğım duyuyordu. Bir an, önünde yürüyen AlbayBekir Sami Bey’in bir şeyden ürkerek irkildiğinisandı. Komutanın dik başı, bir an, çok yaşlı birninenin başı gibi sallanmış . İçini dayanılmaz biracıma kapladı. Utanca benzeyen bu acıma, BekirSami Bey’e değil kendisine karşıydı. Parabellumunukalçasının üstünden biraz öne çekti.Bağır ların geldiği yerde ağaç dallarına asılmışfenerlerin ışığı yeşil yaprakları parla yordu. Gi kçedaha sıklaşan “Zito” çığlıklarına, “Venizelos” adı dakarışmaya başlamıştı.
— Bakar mısınız biraz efendim!..Bekir Sami Bey, elini beline atarak sese döndü.İki adım arkasında yürüyen üç subay, birdenatılıp Yanına yetiştiler.— Kimsin? Ne istiyorsun?— Bendeniz... Yüzbaşı Rasim... Topçu Rasim...— Topçu Yüzbaşısı Rasim Bey, başını kaldırdı,yüzüne mayıs gecesinin yıldız alacası vurdu. Tıraşıbir ha alık . Avurtları adamakıllı çökmüştü. Düşükbıyıklarıyla bir çalım Cemil’e benziyor, bu benzerlik,topçu yüzbaşısı olduğunda hiç şüphebırakmıyordu.— Hacim Muhi n Bey’den telgraf aldımefendim, istasyonda beklemeyi uygun bulmadım.— Neden?— Bulamadım. Akhisar’da durum... Biraz...Karışık...— Neden? Manisa düştüğü için mi?
— Manisa mı? Manisa daha düşmedi.Manisa’nın düştüğünü nerden haber aldınız?— Balıkesir’de duyduk... Sizin istasyon şefi de...— Hayır! Manisa henüz düşmedi.— Emin misiniz? Nerden biliyorsunuz?Bekir Sami Bey’in sesi birden değişmiş, en zorsıralarda kullanmaya alış ğı emir keskinliğinialmıştı.— Biliyorum. Eğer, Manisa düşseydi, benimyüzde yüz haberim olurdu. Oraya birini gönderdim.Düşman girerken, gönderdiğim haberci beridendoludizgin yola çıkıp buraya yetişecek...— Manisa’yla görüştünüz mü bugün?— Hayır! Dünden beri konuşamıyoruz.— Düşmemiş olsa, neden konuşamayasınız?— Bilinmez ki efendim... Telleri Rum çeteleri belkikesmiş r. Bunu düşünerek yolladım bendenizhaberciyi...
— Mevki Komutanı Ahmet Zeki Bey’le en sonneler konuştunuz?— En son... On Yedinci Kolordu’yu aramışbulamamış... İstanbul’a Harbiye Nazırlığı’na telgrafçekmiş... Kolorduyu bulamadığını, İzmir’e er ya dasubay postalarım yollayamadığını, Manisa’nınAllah’a şükür daha düşmediğini, şimdiye kadarhiçbir pa r çıkmadığını, ama, kadroları yarıdanaşağıya inmiş bir yaya taburu ile iki topçutaburunun herhangi bir uygunsuzluğuönleyemeyeceğini, hele düşman kuvvetlerine karşıdurmanın hiç akla ge rilemeyeceğini, sırasındabaşvurmak için kendisine bir üst makamgösterilmesini...— Topların, cephanelerin geriye alınması?— Buna dair hiçbir şey öğrenemedik şu anakadar...— Kaç kilometre, buradan Manisa?— Trenle elli iki kilometre... Keseden daha kısa...— Kırk, kırk beş kilometre diyelim... Birini daha
yollamalıydınız!— Her an telgrafla konuşmayı umduk. Bir de,topları geri çekmeye başlasaydı, haberimiz olurdu.— Şimdi bir haberci çıkaramaz mıyız RasimBey?.. Bu nokta çok önemli... Hem Manisa’nındurumunu bilmeliyiz, hem de, oradaki bütünsilahları kurtarmalıyız! Ne pahasına olursa olsun!..Uzaktan uzağa top a şlarını andıran gökgürlemeleri duyuluyor, bu ö eli homurtularınardında, cıvık bir yabancı şarkı, Akhisar’ın üstündeyankılanıyordu.— Düne kadar... Türküye kulak verdi. Burasıdüne kadar böyle değildi. Dün apansız, değiş . Hiçbeklemiyorduk. Akıl almaz bir şey... Telgrafçılardaneminiz. Bütün önemli haberleri herkesten öncenokta komutanlığına bildiriyorlar. Bir şey oldu damüjdesini bunlara istasyondan istasyonabildirdilerse başka... Bayraklar birden asıldı, horatepmeler, nârâ atmalar, sarhoş olmalar birdenbaşladı.— Hemen birisini bulmak mümkün mü? A nın
navlununu, kendisinin gündeliğini iki kat, üç katversek... Peşin...— Para meselesi değil efendim... “İ hatçılarmille birbirine kırdıracak” dedikodusu aldı yürüdü.Dün öğleden beri tepedeki kale yıkın sında Rumlarnöbet tutuyor. Her saat başı, “Yunan kuvvetlerigöründü” balonu uçuruluyor. Dün öğleden beri,bazı kasaba eşra harıl harıl Yunan bayraklarıdik riyor. Bütün terziler bu işe giriş . İzmir yolunataklar bile kuruldu. Menemen’de ele geçirdiklerisilahlarla silahlandırılmış Rum çeteleri Yunanbirliklerinin önünde yürüyormuş... İ hatçıları,subayları bunlar yakala yormuş... İ lafçılar:“İ hatçı gâvurlarına kanar da, iş çevirmeyekalkarsanız, Müslümanı bire kadar kırdırmışolursunuz. Bize haber vermeden hiçbir şeyyapmayın! Uyuyan yılanı kışkırtmayalım, ” diyorlar.Durumun ne kadar sıkışık olduğunu anlayın ki, bizsizi istasyonda karşılayamadık. Bizim komutanburaya gelmemi bile doğru bulmadı. Bu sebeplesize otelde yer filan ayırtamadık!— Bunun değeri yok ama, birkaç kendini
bilmezin gevezeliğiyle, eliniz kolunuz bağlı teslim miolacaksınız?— Hayır komutanım!.. Biz emrinizdeyiz!..Komutan sesini yumuşatmaya çalıştı:— Teşekkür ederim! Emrimizdeyseniz, bizekirasıyla birkaç hayvan bulun lü en!.. Adamdanvazgeç k! Kese yolu da söyleyin biz kendigücümüzle sabaha kadar Manisa’dan haber almayaçalışacağız!Sözlerini bi rirken sesini yumuşatmış ama,küskünlüğünü, ayıpladığını saklamayı gerekligörmemişti.— Siz kendi gücünüzle bu işi gece vak yapamazsınız komutanım Ahmet Zeki Bey’eemirleriniz nedir?— Siz mi gideceksiniz?— Evet...— Yanınıza bir arkadaş katalım mı?— Hayır... Tek kişi iyi sıyrılır!
— Ne zaman dönebilirsiniz?— Yolda bir aksilik çıkmazsa kuşluğa kalmam!— Sağ ol yüzbaşı... Ahmet Zeki’ye dersiniz ki...Hiçbir şey demeye lüzum yok... Hemen kamalıtopları koşun... Kasabadan çıkarın... Bulabildiğinizarabaya kaldırabildikleri kadar cephane yükle n!Birlikler de koruyucu olarak çekilmeyehazırlansınlar. Ne bir tek er, ne de bir tek mavzermermisi kap rmamaya çalışırsınız. Elini uza .Haydi bah nız açık olsun! Aileniz burada mı? Bizkendilerine icabında yardım edebilir miyiz?— Burada kimsem yok efendim!— Sizin kahraman komutanınız, oteli bizegöstermenizi de yasakladı mı yoksa?..— Otel ilerde... Gürültü edilen bahçeninbi şiğinde... Ben yarın erkenden ye şemezsem,Manisa’yı bulmaya çalışırsınız’ Ben de oradanburayı aralıksız arayacağım. Yarın bizden birigelmeden dışarı çıkmayın!.. Komutanı size galibabiraz yanlış anla m. Binbaşı Hüsnü Bey yüreklidir.Durumu iyice anlamadan faydasız yer kuvvet
kap rmak istemiyor. Ben kendisiyle şimdigörüşeceğim. Size yarın birini yollar. Yollayacağıadamın adı, ya Kâmil’dir, ya Reşat...— Subay mı bunlar?— Hayır. Kasaba ileri gelenlerinden... İkisine degüvenebilirsiniz.— Kasabada oturmaz!.. İ hatçı diyekovuşturulduğu için pek ortada görünmekistemiyor. Lazımsa haber yollayalım!— Evet. Haber yollayın! Ne yapsın yapsın, gelipbeni bulsun!— Başka bir emriniz efendim?— En kısa zamanda gidip dönmeniz! Nepahasına olursa olsun, sağ dönmeniz!Topçu Yüzbaşısı Rasim Bey komutanı selamladı.Keskin bir hareketle topukları üstünde dönüpkaranlık sokağa daldı.Akhisar’ın handan bozma otelini işleten herif,karşısında üniformalı adamlar görünce, kapıyı
açtığına pişman olduğunu saklamamıştı.Örtüleri mörtüleri yıkatamamış kaç gündür.Otelde akarsu yoktu. Efendiden müşteriler pireden,tahta bi nden yaka silkiyorlardı. İzmir karışıklığıyüzünden ayaktakımı yollara düştüğü için, yataklarıbit sarmışsa, sorumluluk yüklenemezdi. İsterlersebaşka yere...— Var mı burda başka bir otel?..— Yok ama. Belediye başkanı, ileri gelenlerinkonaklarında size yatacak yer bulur!— Belki bulur ama, biz gece vak belediyebaşkanım bulamayız!Yağmurun birden başlaması, bu faydasızçekişmeyi, bereket versin, sırasında kesmiş de,suratsız herifi Cemil’in şamarından kurtarmıştı.Bekir Sami’yle Yüzbaşı Selaha n, İstanbul’ayollanacak raporu hazırlamak için mum ışığındayazıya oturdular.Cemil, bi şik odada, soyunmadan karyolayauzandı.
Teğmen Faruk, basma perdeyi aralamış,yağmurlu geceye dalmış . Topukları aşınmış tozlupo nleri, ge rlerini yarı yarıya boş bırakan incebacakları, oluk gibi oyuk ensesiyle Teğmen Faruk,şu anda subaydan çok, okulda oynayacak bir oyuniçin üniforma giymiş bir ortaokul öğrencisinebenziyordu.“Ne işi var, bu çe n boğuşmada bu çocuğun?..Koca Osmanlı ordusu ufalana ufalana bu kadar mıkalacak ?.. ” Asık suratlı hancı gözünün önünegeldi.Herif iri kıyımdı. Böylelerine, Çerkez OsmanÇavuş “Meşebüken” derdi. Osman Çavuş’undilinde meşebüken demek, kendi canındanbaşkasını düşünmez, her çeşit iyiliğe yeminli, bütünkötülüklere doğumdan yatkın adam karalamasıdemek . Bir zaman, Çerkez Osman Çavuş’ubirdenbire nerden ha rladığını düşündü. ÇerkeşReşit Bey’den olmalı... Osman Çavuş da buralıydıgaliba... Evet... Mihaliççik dolaylarındandı. ÇerkezReşit Bey’in babası Ali Bey’den laf açıp açmadığınıbulmaya çalış . “Demek ki buralarda tanıdığım
kimseleri hiç farkında olmadan arar dururmuşumşuural nda!.. ” Bıyıklarını çekiş rerek bir zaman,güldü. Osman, topçu çavuşuydu. Balkan’da,Çanakkale’de, Filis n’de beraber bulunmuşlardı.Osman, üvey babası Enapali Çerkez Yüzbaşıİbrahim Ağa’yla Yemen’de bulunduğu için dogmabüyüme askerdi. Topçuluğu çok severdi, topçuluklaövündüğü, iyi topçu olmak için çabaladığı,çavuşluğu da kazandığı halde, başından beri topaakıl erdirememiş . İlk Kanal akınında hastalanan biryaya çavuşuyla değiş rilmesi bundandı. BöyleceÇerkez Osman Çavuş, Kanalı geçenlerle birliktelombozlara binmiş, bir daha da geri dönmemiş .“Gi gider deli Çerkez... İlk ağızda vurulduysa suçbenim... Dirensem vermeyebilirdim. ” İçini çek gizlice... “Gitmeyi istedi miydi, istemedi miydi?Topçuluğunu değerli bulamadığım için vermeye razıolduğumu anlayıp bana kırılmış mıdır acaba?”— Eğer bu çukurdan kurtulursan yüzbaşım...Cemil, kendini Osman Çavuş’tan kurtarıpTeğmen Faruk’a döndü.Faruk pencereden dışarıya bakıyor, söze
başladığına pişman olmuş gibi susuyordu.— Evet... Kurtulursak?..— Kurtulursak, silip yeniden başlamış olacağız!..— Ne demeye getiriyorsun bu lafı?— Bundan sonra hiç kimseye hiçbir şey borçluolmayacağız, demeye... Bu gidişe bakarsak...Adamları tek tek bulacağız yüzbaşım, tüfekleri,kasaturaları, sargı bezlerini tek tek... O kadar ki,mavzer mermilerini bile teker teker bulacağız. Zor işama çok değerli... Herifin sura na şaman az kalsınvuracaktınız değil mi, aşağıda?..— Hangi herifin? Cemil gönülsüz gönülsüz güldü.Hancının mı? Evet, aklımdan geçti. Nerden bildin?— Beni ittiniz. Soluklarınız değişti.— Vursa mıydım?— Vursanız da hiçbir şey anlamazdı. Bizimyerimize Yunan subayları geleydi nasıl karşılardı,diye düşündüm... Ya da dağdaki efelerden birininzülüflü kızanı gelseydi. Ben bunları tanırım.
Böyleleri aslında ölümden bile korkmazlar. Çünkühiçbir adamcıl duyguları yoktur. Bunlar, ancakbaşkalarının korkularıyla korkarlar, daha doğrusukorktuklarını sanırlar. O zaman bir şeyyap rabilirseniz yap rırsınız. Bunlar kendilerindeinsan gibi korkma yeteneği olmadığını sezdiler mi...Korkunçtur.Teğmen Faruk sustu. Sözleri Cemil’e biraz karışıkgelmiş . Birliklerde tanıdığı çeşitli meşebükenleriha rlamaya çalış . Korkuyu başkasından iğre alıpkullanmak tuhafına gitmişti.Yüzbaşı Selahattin içeri girdi:— Uyumasınız mı daha? Neden yatmadın FarukEfendi?— Yatacağım yüzbaşım...— Ya n da biraz dinlenin!.. Sabahleyin siziuyandırmayalım diye komutanın bavulunu almayageldim. Yağmur yağıyor mu hep?— Hızı geç ama yağıyor. Rasim Bey’i nedenlokomo fle göndermedik Manisa’ya?.. Islanmadan
gidip gelirdi. Gelirken de boş gelmezdi.— Komutan düşünmüş... Bir ara “Trenle gidin”diyecekmiş, ne olur ne olmaz diye caymış...“Heriflere bir de lokomo f bağışlamayalım, ”demiş... Ya n hadi! Biraz uyumaya çalışın. Yarınkiişlerimiz çetine benzer bu Akhisar kasabasında...Bavulu alıp çıktı.Teğmen Faruk, Cemil’den izin isteyerek mumuüfledi, karyolaya uzandı.Cemil uyandığı zaman ortalık yeni ağarıyordu.Gürültü etmeden kalk , pencereye gidip bir cigarayaktı.Akhisar kasabası yansına kadar ıslanmış kerpiçduvarları, çamurlu kaldırımlarıyla yeni çıkmış yaşlıbir mandaya benziyordu.İzmir yoluna kurulmuş derme çatma karşılamatakının boyalı kâğıtları paçavraya dönmüş, maviliaklı yabancı bayraklar, bütün dalgalanma güçleriyağmurla akıp gitmiş gibi sarkmıştı.Sokak, gi ği yere kadar, bu bayraklarla
süslüydü. Hangi evlerin Türk, hangi evlerin Rumolduğunu bir şeylerden seçip ayırmaya çalış .Rumların ar k Türklerden korkmadıkları için, bualacalı bezleri asmaları ne kadar iğrençse, Türklerinde korktukları için aynı işi yapmaları, o kadariğrençti.Yunan ordusu, bu yılışıklıkla, bu yüreksizliğiniçine nasıl gelip yerleşecek, yerleşince nekazanacak ? Düşman daha görünmeden kendiniyenik sayanla, bunu gerçekten boğuşup yenmesayan arasında ne fark vardı?Bacaların dumanları ıslak havaya güçye remediklerinden damların üstüne yayılıyor,sağılıp sokağa bırakılmış inekler, burasını ilk defagörüyorlarmış gibi, iki adımda bir durarak, şaşkınürkek, arkalarına bakıp böğürüyorlardı.Cemil’in canı, sıcak sütle susamlı simit istedi.“Hayır simit değil... Bayat ama, pişkin ekmek... Bolşekerli sıcak süte, bayat ekmek içini ufalamak... ”Bunu aklından geçirmemiş de bir başkası söylemişgibi, Faruk’un yattığı karyolaya döndü.
Teğmen Faruk, ekşi bir şey yemiş gibi sura nıburuşturarak sayıklamış . “Ekşi bir şey yemiş gibideğil, sayıkladığı sözlerin acılığını yutkunur gibi... ”Cemil, elini yüzünden geçirdi. “Tıraş olmalı...Komutandan ayıp... ” Gömleğinin yakasındakikirlenmişliği ensesinde gezdirilen rça kılları gibiduyarak ürperdi. “Sıcak su olsa bol bol... Kokulusabun olsa... Yüzünü buruşturdu. Kokulu olmaz.Bildiğimiz, sabun... Hamam temiz olsa... Ama çoktemiz... Parıl parıl... ” Gerçek anlamıyla kendinegeldi. Kendi, dolaşmaya çıkmış da, şimdi, dönüpgövdesine girmiş gibi... “Savaşa tutuşmuşuz dahaberimiz yok... Çoktan savaşın içinde ya pyuvarlanır olmuşuz!.. ” Bol sıcak suyla ak sabunisteğini her zaman, savaşın, en kızgın sıralarındaduymuştu. “Barışta adam, istediği zaman yıkandığıiçin yıkarımayı özlemez. Gömlek yakasınınkirlendiğini de düşünmez!” Evet, gene savaşınortasındaydılar. Tabancasını çözmeden yatmış,arkaüstü uyumuş, uykusu arasında ancak solyanına dönmüştü. Tabancasına döneydi, yüzde yüzuyanırdı. Bunlar savaş alışkanlıklarıydı.
Kapı açıldı. Suratsız otelcinin çay satmayageldiğine emin olduğu için aldırmadı.— Başımız belaya girmeden bir çıksak hayırlısıyla,buradan...Cemil, Yüzbaşı Selaha n’in sesine şaşırarakdöndü:— Ne var?— “Çay, ” dedim, “Şimdi ocak yanmaz. ” dedi.“Komutan için biraz sıcak su uydursak, raş suyu...” dedim. Karşılık bile vermedi. Homurdanarakkenefe girdi. Yarım saat oluyor.— Tekmeyle çıkarsak...— Bunu istediğinden şüphelendim de,yapmadım. Bizden yediği dayakla düşmanınkarşısına tertemiz çıkacak... Komutan dün gecesenin kızdığını anladı. Sıkı tembihi var. Neyaparlarsa yapsınlar, sonuna kadar ses çıkarmadandayanacağız. Rezil takımının bir oyunu da, korkulusaydığı bir durumu, kendisine dayak a rıpsavuşmak r. Komutan güldü. Soğuk suyla raş
olmaya başladı.— Haber yok mu Manisa’dan?Selahattin arkadaşının yüzüne bir zaman baktı:— Aklına gelen benim de aklıma geldi ama,sanmam!.. Senin topçu “Manisa’ya gidiyorum”diye, ata atlayıp Uşak’a doğru savuşacak bir adamabenzemiyordu. Tanıdın mı, okuldan filân?— Yok...— Faruk uyanırsa, burada ileri geri şeylerkonuşmayın yüksek sesle...— Neden?— Hancı dinliyor. Sezinledim. Kapıyı birdenaç m. Kerata iki büklümdü. “Nedir o? Bir şey midüşürdün?” diye sordum. “Yok. ” dedi, savuştu.— Düşman içinde gibiyiz! Sana da öyle gelmiyormu?— Hayır! Bana daha iğrenç geliyor. Faruk’aacıyarak bak . Ne kadar yorulmuş olmalı ki, buncagürültüye uyanmadı. Bir şeyler yapsak?
Search
Read the Text Version
- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- 8
- 9
- 10
- 11
- 12
- 13
- 14
- 15
- 16
- 17
- 18
- 19
- 20
- 21
- 22
- 23
- 24
- 25
- 26
- 27
- 28
- 29
- 30
- 31
- 32
- 33
- 34
- 35
- 36
- 37
- 38
- 39
- 40
- 41
- 42
- 43
- 44
- 45
- 46
- 47
- 48
- 49
- 50
- 51
- 52
- 53
- 54
- 55
- 56
- 57
- 58
- 59
- 60
- 61
- 62
- 63
- 64
- 65
- 66
- 67
- 68
- 69
- 70
- 71
- 72
- 73
- 74
- 75
- 76
- 77
- 78
- 79
- 80
- 81
- 82
- 83
- 84
- 85
- 86
- 87
- 88
- 89
- 90
- 91
- 92
- 93
- 94
- 95
- 96
- 97
- 98
- 99
- 100
- 101
- 102
- 103
- 104
- 105
- 106
- 107
- 108
- 109
- 110
- 111
- 112
- 113
- 114
- 115
- 116
- 117
- 118
- 119
- 120
- 121
- 122
- 123
- 124
- 125
- 126
- 127
- 128
- 129
- 130
- 131
- 132
- 133
- 134
- 135
- 136
- 137
- 138
- 139
- 140
- 141
- 142
- 143
- 144
- 145
- 146
- 147
- 148
- 149
- 150
- 151
- 152
- 153
- 154
- 155
- 156
- 157
- 158
- 159
- 160
- 161
- 162
- 163
- 164
- 165
- 166
- 167
- 168
- 169
- 170
- 171
- 172
- 173
- 174
- 175
- 176
- 177
- 178
- 179
- 180
- 181
- 182
- 183
- 184
- 185
- 186
- 187
- 188
- 189
- 190
- 191
- 192
- 193
- 194
- 195
- 196
- 197
- 198
- 199
- 200
- 201
- 202
- 203
- 204
- 205
- 206
- 207
- 208
- 209
- 210
- 211
- 212
- 213
- 214
- 215
- 216
- 217
- 218
- 219
- 220
- 221
- 222
- 223
- 224
- 225
- 226
- 227
- 228
- 229
- 230
- 231
- 232
- 233
- 234
- 235
- 236
- 237
- 238
- 239
- 240
- 241
- 242
- 243
- 244
- 245
- 246
- 247
- 248
- 249
- 250
- 251
- 252
- 253
- 254
- 255
- 256
- 257
- 258
- 259
- 260
- 261
- 262
- 263
- 264
- 265
- 266
- 267
- 268
- 269
- 270
- 271
- 272
- 273
- 274
- 275
- 276
- 277
- 278
- 279
- 280
- 281
- 282
- 283
- 284
- 285
- 286
- 287
- 288
- 289
- 290
- 291
- 292
- 293
- 294
- 295
- 296
- 297
- 298
- 299
- 300
- 301
- 302
- 303
- 304
- 305
- 306
- 307
- 308
- 309
- 310
- 311
- 312
- 313
- 314
- 315
- 316
- 317
- 318
- 319
- 320
- 321
- 322
- 323
- 324
- 325
- 326
- 327
- 328
- 329
- 330
- 331
- 332
- 333
- 334
- 335
- 336
- 337
- 338
- 339
- 340
- 341
- 342
- 343
- 344
- 345
- 346
- 347
- 348
- 349
- 350
- 351
- 352
- 353
- 354
- 355
- 356
- 357
- 358
- 359
- 360
- 361
- 362
- 363
- 364
- 365
- 366
- 367
- 368
- 369
- 370
- 371
- 372
- 373
- 374
- 375
- 376
- 377
- 378
- 379
- 380
- 381
- 382
- 383
- 384
- 385
- 386
- 387
- 388
- 389
- 390
- 391
- 392
- 393
- 394
- 395
- 396
- 397
- 398
- 399
- 400
- 401
- 402
- 403
- 404
- 405
- 406
- 407
- 408
- 409
- 410
- 411
- 412
- 413
- 414
- 415
- 416
- 417
- 418
- 419
- 420
- 421
- 422
- 423
- 424
- 425
- 426
- 427
- 428
- 429
- 430
- 431
- 432
- 433
- 434
- 435
- 436
- 437
- 438
- 439
- 440
- 441
- 442
- 443
- 444
- 445
- 446
- 447
- 448
- 449
- 450
- 451
- 452
- 453
- 454
- 455
- 456
- 457
- 458
- 459
- 460
- 461
- 462
- 463
- 464
- 465
- 466
- 467
- 468
- 469
- 470
- 471
- 472
- 473
- 474
- 475
- 476
- 477
- 478
- 479
- 480
- 481
- 482
- 483
- 484
- 485
- 486
- 487
- 488
- 489
- 490
- 491
- 492
- 493
- 494
- 495
- 496
- 497
- 498
- 499
- 500
- 501
- 502
- 503
- 504
- 505
- 506
- 507
- 508
- 509
- 510
- 511
- 512
- 513
- 514
- 515
- 516
- 517
- 518
- 519
- 520
- 521
- 522
- 523
- 524
- 525
- 526
- 527
- 528
- 529
- 530
- 531
- 532
- 533
- 534
- 535
- 536
- 537
- 538
- 539
- 540
- 541
- 542
- 543
- 544
- 545
- 546
- 547
- 548
- 549
- 550
- 551
- 552
- 553
- 554
- 555
- 556
- 557
- 558
- 559
- 560
- 561
- 562
- 563
- 564
- 565
- 566
- 567
- 568
- 569
- 570
- 571
- 572
- 573
- 574
- 575
- 576
- 577
- 578
- 579
- 580
- 581
- 582
- 583
- 584
- 585
- 586
- 587
- 588
- 589
- 590
- 591
- 592
- 593
- 594
- 595
- 596
- 597
- 598
- 599
- 600
- 601
- 602
- 603
- 604
- 605
- 606
- 607
- 608
- 609
- 610
- 611
- 612
- 613
- 614
- 615
- 616
- 617
- 618
- 619
- 620
- 621
- 622
- 623
- 624
- 625
- 626
- 627
- 628
- 629
- 630
- 631
- 632
- 633
- 634
- 635
- 636
- 637
- 638
- 639
- 640
- 641
- 642
- 643
- 644
- 645
- 646
- 647
- 648
- 649
- 650
- 651
- 652
- 653
- 654
- 655
- 656
- 657
- 658
- 659
- 660
- 661
- 662
- 663
- 664
- 665
- 666
- 667
- 668
- 669
- 670
- 671
- 672
- 673
- 674
- 675
- 676
- 677
- 678
- 679
- 680
- 681
- 682
- 683
- 684
- 685
- 686
- 687
- 688
- 689
- 690
- 691
- 692
- 693
- 694
- 695
- 696
- 697
- 698
- 699
- 700
- 701
- 702
- 703
- 704
- 705
- 706
- 707
- 708
- 709
- 710
- 711
- 712
- 713
- 714
- 715
- 716
- 717
- 718
- 719
- 720
- 721
- 722
- 723
- 724
- 725
- 726
- 727
- 728
- 729
- 730
- 731
- 732
- 733
- 734
- 735
- 736
- 737
- 738
- 739
- 740
- 741
- 742
- 743
- 744
- 745
- 746
- 747
- 748
- 749
- 750
- 751
- 752
- 753
- 754
- 755
- 756
- 757
- 758
- 759
- 760
- 761
- 762
- 763
- 764
- 765
- 766
- 767
- 768
- 769
- 770
- 771
- 772
- 773
- 774
- 775
- 776
- 777
- 778
- 779
- 780
- 781
- 782
- 783
- 784
- 785
- 786
- 787
- 788
- 789
- 790
- 791
- 792
- 793
- 794
- 795
- 796
- 797
- 798
- 799
- 800
- 801
- 802
- 803
- 804
- 805
- 806
- 807
- 808
- 809
- 810
- 811
- 812
- 813
- 814
- 815
- 816
- 817
- 818
- 819
- 820
- 821
- 822
- 823
- 824
- 825
- 826
- 827
- 828
- 829
- 830
- 831
- 832
- 833
- 834
- 835
- 836
- 837
- 838
- 839
- 840
- 841
- 842
- 843
- 844
- 845
- 846
- 847
- 848
- 849
- 850
- 851
- 852
- 853
- 854
- 855
- 856
- 857
- 858
- 859
- 860
- 861
- 862
- 863
- 864
- 865
- 866
- 867
- 868
- 869
- 870
- 871
- 872
- 873
- 874
- 875
- 876
- 877
- 878
- 879
- 880
- 881
- 882
- 883
- 884
- 885
- 886
- 887
- 888
- 889
- 890
- 891
- 892
- 893
- 894
- 895
- 896
- 897
- 898
- 899
- 900
- 901
- 902
- 903
- 904
- 905
- 906
- 907
- 908
- 909
- 910
- 911
- 912
- 913
- 914
- 915
- 916
- 917
- 918
- 919
- 920
- 921
- 922
- 923
- 924
- 925
- 926
- 927
- 928
- 929
- 930
- 931
- 932
- 933
- 934
- 935
- 936
- 937
- 938
- 939
- 940
- 941
- 942
- 943
- 944
- 945
- 946
- 947
- 948
- 949
- 950
- 951
- 1 - 50
- 51 - 100
- 101 - 150
- 151 - 200
- 201 - 250
- 251 - 300
- 301 - 350
- 351 - 400
- 401 - 450
- 451 - 500
- 501 - 550
- 551 - 600
- 601 - 650
- 651 - 700
- 701 - 750
- 751 - 800
- 801 - 850
- 851 - 900
- 901 - 950
- 951 - 951
Pages: