meydanlarında ölümü kondurmamak nasılyaşamanın kanunuysa, en umulmadık yerde,yaşamayı alt etmesi de, ölümün kanunu...— Sizin mi fotoğraf yüzbaşım?— Bu mu? Hayır... Rahmetli eniştemin...Teyzemin kızının kocası...— Savaş, insanı o kadar değiş riyor ki... Sizinsandım. Nerde şimdi?— Balkan Savaşı’nda kaybe k. Edirne’de...Teğmen Nazmi Ortaköy... Kolağası Niyazi Bey’ledağa çıkanlardan... Fotoğrafa bakarak anla yordu.Birden şaşırarak durdu. Sahi bana benziyor birçalım... Hiç fark etmemiş m şimdiye kadar...Neriman’ın farkında olup olmadığım düşündü biran, yüreği sıkış . Oğlu var... Yedi yaşında... Ne desebeğenirsin demin bana?.. “Kendini vuran adamİ hatçıymış... İ hatçılar da gâvurmuş... ” dedi.Yaşıtlarından birçoğu kuşdillerinde,Fenerbahçelerde bıyık büküp boy gösterirken,Balkanlarda komitacı kovala sen, dağlarda hürriyetara... Yetmiyormuş gibi yirmi al yaşındayken,
kaybedilmiş bir savaşta alnından vurul. . Onsekizinde gebe karını dul koy... Sonra oğlun sana“İttihatçı gâvuru” desin.— Zor yüzbaşım... İşimiz adamakıllı zora sap bizim...— Zor evet...Cemil, omzundaki şarapnel yarasının uzaktanuzağa başlayan sızısına, bir meydan saa ninvurmasını dinler gibi, kulak verdi:— Ben yorgunum çok, teğmen... Bunu, hiç hazırdeğilken istemeyerek söylemiş . Dinlenemedimgeldim geleli... Ya yorum oysa hep sırtüstü...Yaşlandık mı dersin, farkına varmadan?..— Yaşlılıkla ilgisi yok yüzbaşım... Bende yaş yirmiiki. Yamyassıyım yorgunluktan... Atamıyorumüstümden yorgunluğu, ne kadar dinlensem... Bizimyorgunluğumuz gövdemizde değil, ruhumuzda olsagerek... İki sa r okuyamıyorum. Arkadaşlar bilir,Harp Okulu’nda aralıksız okurdum ben... Elime negeçerse... Abur cubur... Birbirini tutsun tutmasın!Okumazsam geberirim sanırdım. İlk zamanlar
cephede bile okumaya çabaladım. Işıksızlık, bir dekitapsızlık bunal rdı ilk zamanlar beni, soğuktansıcaktan, bi en açlıktan çok... “Bir bitse şu rezillik...Bir atlasam kurmay okuluna... Gece gündüzokuyacağım” derdim. Şimdi günler, gecelerbomboş... Kitaplar yığınla... Birini uzanıpalamıyorum. Alsam açamıyorum. Açsam yarımsayfada bunalıyorum. Dışarıya kulak veripdalıyorum. Sessizlik damarlarımı donduruyor. Pusuyerine girdiğimi birden sezmişim gibi irkiliyorum.Sokakta, kahvede, tramvayda, üniformalıya nasılbak klarına dikkat e niz mi? Omuzlarımızınüstünde ar k apolet değil, yenilginin suçunutaşıyoruz. Daha doğrusu hâlâ yaşamakta oluşunsuçunu... Yakın bir arkadaş düştüğü zaman gelirinsanın içine bu duygu cephede... Biraz daldı. Nasılyorgun olmayalım? Her ayıplayan bakış, aşağılayansöz, dayanma gücümüzden birazım alıp götürüyor.Oysa “bizi anlasınlar!” diye bakıyoruz gözlerine...“Anlarlarsa, üstümüzden atarız bu yorgunluğu,güven gelir içimize belki... ” diyoruz. Dostça, ha aacıyarak da olsa, bir gülümsemeden başka hiçbirşey beklemediğimiz, sizden bir kalabalık düşününüz
ki... Düşmanca bakmak bile değil, çoğu zaman,hayır, çok daha korkuncu, görmezden geliyor sizi. .Sanki hiç yoksunuz, soluk almıyorsunuz,kımıldamıyorsunuz aralarında... Oysa onlarasokulmak için koşup geldinizdi buraya. Subaskınlarında, depremlerde, afa n yaklaş ğımsezen koyunlar insanlara nasıl koşarsa... Biletçilertartaklıyor, garsonlar horluyor. Yüzlerinebakıyorsunuz şaşkın... Suçlu, sessiz... Alt dudağınıkemirerek biraz düşündü. Ama gene de bunlarıngelinebilir üstesinden... Bir küçücük umut ışığıgörebilsek... Bizi asıl bi ren ne kadar süreceğibellisiz, bu aylaklık... Ordu dağıldı. Ha deyincekurulamayacağı meydanda... Ordu olmayınca, nasılatarız bu utancı üstümüzden? Nasıl dinlenebiliriz?Arandı, bir cigara yak . Ortaokuldan beri askersinizdeğil mi?— Evet...— Siz de benim gibi on bir yaşında giydinizüniformayı... On bir yaşında asker olmak ötekiinsanlardan ayrılmak r. Evet, bizi ordunundağılmışlığı yoruyor. Başıbozukluğu onurumuza
yediremiyoruz. Bize imkânsız gibi geliyor budeğişme... Düşünün, bir bakkal dükkânıaçmışsınız...Cemil birden elini kaldırdı. Önce eline, şaşkınbak , sonra, gözlerini kırpış rarak gülümsemeyeçalıştı.— Seni dinlerken... Dinleyip dururken... Sanki birışıldak ça beynimde... Bu zamana kadar nasılanlayamadığıma şaştım!— Neyi?— Babam da topçuydu. Söylemiş m değil midün gece?.. Enver Paşa orduda temizlik yap ğızaman emekliye ayrılmış . Umursamadımdı hiç...Bana, çok yaşlı geliyor olmalıydı ki “Dinlensin artık...” dedim. Aslında dargındım da biraz... Abdülhamit’iseverdi. Tevkif edildiğim zaman “Girmesin başındanbüyük işlere... ” demiş... Eve başıbozuk döndüğügece, “Biz savdık sıramızı... ” diye gülüyordu. Şimdisen konuşurken yüzü apansız geldi gözümünönüne... Meğer gülmemiş, sura nın derisiniacıtarak gülmeye çabalamış. Demek hiç
tanıyamamışız birbirimizi baba-oğul... Gözleri daldı.Evet, başıbozukluğa alışabilmek için, sudan çıkmışbalık gibi, çırpınıyormuş meğer tek başına... Bizesezdirmemek için zorluyormuş kendini... Evet,birkaç ayda çöktü. Her şeyi değiş . Gülmesi,öksürmesi, elini cebine sokması, “merhaba”demesi, yürümesi, konuşması... Suçüstüyakalanmış gibi insanlardan utanıyordu. Yoğurtalırken yoğurtçudan, sadaka verirken dilencidenbile utandığına eminim. Çevresine yük olduğunusanan, bunu örtbas etmeye çabalayan bir çapaçulözür dileme halini üstünden atamadı ölene kadar...Bir gün ikindi üstü, acele çağırdılar beni... Kalp krizigeçirmiş, sokakta düşmüş. Kapıdan girip selamverdim. Bak bir zaman, acır gibi gülümsedi, “Yokbir şey” dedi, “Başım döndü meraklanma...‘Çağırmayın’ dedim, dinletemedim. ” dedi. Yanınaotur u. Agnlar yokluyordu aralık aralık...Konuşmaması lazımmış... Bilinmiyordu ozamanlar... Yıllardan beri ilk defa, “Topçuluk nasıl?”diye sordu. İlle topçu olmamı istemiş . İnat olsundiye, yanıp yakıldım yoruculuğundan... Dinlerkengülümsemeye çalışıyor, arada sırada, acıyı yenmek
için alt dudağını ısırıyordu. Sözümü bi rdim. Elimitu u: “Topçuluk ağırdır, banşta olsun, savaştaolsun zordur. ” dedi. “Çünkü ordunun namusudurtop... ” dedi, “İnsan asker oldu mu topçu olmalı...Topçuluk ederken de ölmeli... ” dedi. “Ben aklımaemekliliği hiç ge rmemiş m, emekli olana kadar,inanır mısın?” diye elimi okşadı, “Yaşını doldurupemekli olanları ölmüş sayarmışım meğerse... ‘Askeryaşadım, asker elbisesiyle öleceğim!’ derdimolmadı. Suç benim değil!.. Bunu hiç unutma... ”dedi. “Ölene kadar asker ocağında kalasın diyetopçu yap m seni ben: . . ” dedi, “Yaya subayı,başıbozukluğunda bir tüfek uydurur, avcılık eder,avunur... Atlı olsan, at beslersin... Topçununbaşıbozuğu kendisini hiç avutamaz. Çünkü kışladanbaşka yerde top yoktur. 93 Savaşı’nda bentoplarımı, Ahmet Muhtar Paşa’nın yanısıraKars’tan Erzurum’a kadar ka r gibi çekerekge rdim. Biz yenildik ama, düşmana topkap rmadık. Onurlu bir ordu düşmana topkaptırmaz. Göğsümdeki bu sancıyı doktor bilemedi.Ben biliyorum. Gerçek topçu topundan ayrıldı mıçok yaşamaz. Kışlaya gitmese, ‘Gelme’ demezlerdi.
İçeri sokmamazlık etmezlerdi belki ama, insan kapıdışarı edildiği yere bir daha gidemiyor. Her güngidip toplarımı görseydim, bu göğüs sancısıylasokakta yıkılmazdım. Tutardı üniforma beni...Topçu ol, iyi topçu olmaya çalış... Von Kres Beydenilen kefere ustadır. Topçuluğu iyi öğren!..Napolyon toplarını tabanca gibi kullanırmış... Sende öyle yap... Bizim pirimiz Sultan Mahmut’unCehennem Topçusu’dur. “Cehennem Topçu” diyenam sal orduya... ” dediydi babam o gün... Saçmagelmiş bana bu laflar... Şimdi, seni dinlerkenanladım ancak neler çek ğini... Gözlerini bir anyumdu. İyi olmuş vak yle ölüp bu günlerigörmediği... Topların, kendi oğlunun elindebulunduğunu bilmek az mutluluk değilmiş... Hani,nerde benim toplarım?..Faruk gözlerini kaçırmak için yere bakarak baktı:— Nereye teğmen?.. Otur, yemek yiyelim!..— Geç kaldım çok, yüzbaşım, dahaKasımpaşa’ya gideceğim...— Kalaydın... Hazırdı yemek...
— Sağ olun gitmeliyim... Aklınızda değil mi? Sivilgeleceksiniz... Silahlı...— Tamam...Faruk bir an durdu. Pencereden bak lar. Dışarda pi bas rdıkça bas rıyor, göz gözü görmüyordu.Gök alçalıp kararmış, öğle vak nde sanki akşamolmuştu.Cemil, Teğmen Faruk’u selametleyip yukarı çık ,sivil elbisesiyle gömleğini dolaptan aldı.Bunları, Şam’da, Cemal Paşa’dan ödleri kopaninzibat subayı arkadaşlarının zoruyla, çalgılıgazinolara, gizli birleşme evlerine giderken gitmekiçin uydurmuş, dört beş kereden fazla dakullanmamıştı.Gömleği geçirdi. Krava umduğundan çok dahakolay bağlayınca, nasıl olup da unutmadığına şaş .Kendisini bugüne kadar hiç sivil görmemiş olanNeriman’ı şaşırtmak için, gürültü etmemeyeçalışıyordu.Tabancasını kemerine geçirirken aşağıda bir kapı
açılıp kapandı. Silahı yanına aldığını Neriman’agöstermek istemiyordu. Ceke ni hemen giydi.“Alış ramadık gi şu kızı... ” diye gülümsedi. ŞamHastanesi’nde Alman Hastabakıcı Marta’yıha rlamış . Marta, usta bir süvari gibi ata biner,mavzerle yüz adımdan yumurtayı vururdu. Almankızının bu marifetlerini, bütün subay arkadaşlarıgibi, kendisi de, o zamanlar çok beğenmiş . “Oysahayvana erkek gibi binen, silahı erkek gibi kullanankadının kadınlığı nasırlaşır biraz... Kendinisevişmenin yeline kapıp koyuveremez. ” Bunu,Marta’yı denediğinden Neriman’la dakıyasladığından biliyordu.Komodinin gözünden ağızlığını, bozuk parakesesini, kâğıtlarını, tırnak çakısını, mendilleri aldı.Fesi başına geçirip ayaklarının ucuna basaraksofaya çıktı.Dolabın boy aynasındaki herifi görünce irkildi.Asteğmenliğinde bile, şık subay olmayaözenmemiş ama yakası yağlı, önü lekeli,düğmeleri paslı da gezmemiş . Üniformayla yüzde
yüz savaş subayına benzediğinden şüphesi yoktu.Ya bu lacivert elbise, kalıpsız fesle neyebenziyordu? Düğüne süslenmiş esnafa... Bayramagiyinmiş odacıya... “Hadi biraz daha çıkalım!Taşradan gelmiş öğretmene... Öğretmen kısmı dışcebinde gazete gezdirir. Hava iyi olsaydı, bir taneuydurup sokardık... ” Pencereye bak . Sulusepkenkar yağıyordu, içi ürperdi. “Sivil giyinmeyi denereden çıkardı böyle günde Arapoğlu?”Fesini başında evirip çevirdi. Sağ kaşına eğiyor,sol kaşına indiriyor, arkaya a yor, hiçbiriolmuyordu. Kendine ne kadar çekidüzen verse,gebeşlikten kurtulamayacak . “Sura mız değiş yahu! Gerçekten bir kara cehennem olup çık k...Allah’ından bul e mi Maksut Arap... ” Bıyıklarınıbüktü biraz, çatık kaşlarından parmaklarını geçirdi.Kravatla boynu biraz daha kalın, sivil ceketleomuzları adamakıllı dar görünüyordu. Pazılarınışişirerek dirseklerini geri çek . Ceke n dikişleriça rdayınca “Yırtmaksın ki ben sana sormalıyım,gebeş Cehennem!” diye aynadaki başıbozuğaçıkış . Üniforma, bir yandan insanın kişiliğini
ortadan kaldırıyordu ama, öte yandan onu silahlıbir topluluğun güvenilir parçası haline ge riyordu.“Asker üşümez, asker acıkmaz, asker yorulmaz”martavalına herkesin inanması da galiba bundandı.— Aaaa... Bu ne kılık Cemil abi?Cemil merdivene döndü:— Neymiş? Beğendiniz mi küçük hanım?Neriman gözlerini kırpış rarak önce tepedentırnağa, sonra inceden inceye baktı:— Beğendim... Çok beğendim... Yaraş sizeinanır mısınız? Dönün şöyle bakayım!.. Fesinizkalıpsız biraz... Gönderip kalıplatayım hava açınca...— Giderken kalıplatacağım.— Giderken mi? Çıkıyor musunuz bu havada?Nereye, niçin?Cemil bir yalan ararken Neriman gözlerini açtı:— Paltonuz da yok sizin... Hayır, vallahabırakmam bu karda kıyamette paltosuz...
— Kim demiş... Kaputu giyeceğim.— Asker kaputu olur mu sivil elbisenin üstüne...— Olurmuş... Düğmeleri değişecek o kadar...Harbiye Nezareti izin vermiş...— Kim söyledi?— Teğmen Faruk...— Uygun düğme bulamayız ha deyince... Bugünçıkmasanız olmaz mı?— Olmaz.— Neden?— “Bugün ye şebilirse, biriken aylıkları belkialabilir. ” demişler.— Böyle giyinmeyince vermezler miymiş?— Bana gizliden verecekler. Yattı mı aklın?— Hayır! Yalan söylüyorsunuz!— Höst terbiyesiz! Yüzüme karşı...— Dönün biraz... Aylığa gidiyorsanız tabancanızı
neden aldınız?.. Hayır, siz Harbiye Nezare ’negitmiyorsunuz... O teğmen$ize bir başka haber getirdi, tehlikeli bir haber...— Tehlikeli bir haber ge rdiği me rdiği yok...Sivil giyindim ki orada aylık kovalayanlar benibaşıbozuk sanmasınlar...— Aylık almaya silahla gidilmez. Çıkarın! Vallahabelli oluyor. Kalçanız o kadar kabarmış ki, hiç gizlisikapaklısı kalmamış. İngilizler şüphelendikleriniçevirip silah arıyorlar... Cezası ağır silah taşımanın...Annem çok üzülür Cemil abi... Meraktan ölürüz.—Yavaş kız... Bağırma... Hem “üzülür annem”diyorsun, hem de bas bas bagınyorsun... O yasak,başıbozluklar için... Biz alışık olduğumuzdan silahsızyapamayız. Bunu bilmez mi İngiliz? Sen bırakbunları şimdi, bak bakalım, nasıl bağlamışımkravatı?..— Nereye gidiyorsunuz? Hadi söyleyin... Aylıkalmaya degjl... Gözlerini kırpış rdınız bir... Bir de“ge rdiği me rdiği” dediniz. Siz yalan söylerkenböyle duraklarsınız...
— Halt etmişsin. Ben hiç yalan söylemem! Bakbana... Bak diyorum! Teyzeme dersin ki, “Paltoalmaya gi ” dersin... “Şimdi gelecek” dersin, “Sivilgiyin demişsiniz, sözünüzü tutmak için... ” dersin...Evet, en iyisi, şuradan Yahya Efendi’ye uğrar birpalto uydururum...— Donarsınız çarşıya inene kadar.Hastalanırsınız!— Bir şeycik olmaz. Fesi de kalıpla rım. Nekadarcık yer... Koşar adım gidersem terlerim bile...— Durun öyleyse, bir boyun atkısı bulayım size...— İstemez!— Durun diyorum... Söylerim anneme yoksa...“Tehlikeli işlere girecek... ” derim, bırakmazvallaha...Odasına koştu, biraz sonra kırmızı bir boyunatkısıyla döndü:— Alın şunu... Sıkıca sarın... Paltoyu ne renkdüşündünüz?
— Elbisemiz lacivert olduğuna göre, lacivert...— Siz çok yaşayın e mi? Lacivert elbiseye lacivertpalto olur mu hiç?— Neden olmazmış?— Olmaz efendim! Ya kurşun! alacaksınız, yakahverengi...— Kendinizi üşütün de ben size sorarım! N’olurCemil abi bırakın tabancanızı...— Bu kız bugün tabancayla bozdu. Bak yavrum,ben silahsız yapamam, sokağa pantolonsuzçıkmışım gibi tedirgin olurum. Meselenin aslı bu...İşte emrinizi tu uk, boyun atkısını sıkıca sardık!Elini alışkanlıkla palaskasından geçirdi, güldü. Neyakış değil mi? Hanımlar dönüp dönüp bakarlarsayürümemi şaşıracağım!— işiniz gücünüz alay... Atkıyı düzel rkengöğsünü Cemil’in koluna sürüyordu. Para aldınız mıyanınıza...— Dur yahu, iyi ki söyledin! Palto için para ister.Getir şu benim hazineyi...
Cemil’in hazinesi Neriman’ın dolabındaduruyordu. Neriman küçük meşin torbayı ge ripverdi. Cemil, avcunda şöyle bir tar . Üç yüz al nepeyce ağırdı. İki yüzünü, Alman yüzbaşıyı dövüpbinbaşılığa yükselmesi geri kalınca FalkenhaymPaşa’dan gizli, Cemal Paşa vermiş, geri kalanınıçöllerde harcayamadığı için aylığından biriktirmişti.Al nın tanesi kağıt parayla al yüz kuruştu.Paltoyu kaça alacağını bilemediğinden kesesineyirmi altın koydu.Neriman torba elinde aşağıya indi. Kapıdakolunu sıkıp fısıldadı:— Üşütme kendini... Paltoyu kalınca al... Geçkalma, olur mu?Dışarısı gerçekten çok soğuktu, rüzgârınsavurduğu karlar keskin cam parçaları gibi insanınyüzünü dağlıyordu.Cemil ellerini pantolonunun ceplerine soktu,“Kız, boyun atkısını vermeseydi, halimiz dumandıarkadaş. ” diye güldü.
Hoca Yahya Efendi gündüzleri pazar içinde, kendimalı olan hamamda bulunuyordu. Orada yoksa,yüzde yüz, Muradiye’deki evindeydi.Hamam kapısında karşılaş lar. Cemil elinedavrandı.— Estağfurullah oğlum! Kimsiniz? Tanıyamadım.Başım biraz yana eğmiş . Gür kaşlarını çatarak bilişçıkarmaya çalışıyordu. Durun hele... Siz misinizCemil Bey?— Benim Hoca Efendi!— Bu kılıkta, birden çıkaramadım! Buyrun!Haber bırakmasak geleceğiniz yoktu hiç...— Özür dilerim. Sürüncemede kalmış bazı işlervar. Onları kovalıyorum.— Burada mı oturalım, kahvede mi?— Siz bilirsiniz! İşiniz varsa, rahatsız olmayın.— Hiçbir işim yok! Biraz görüşsek iyi olur! Cemil’ihamama soktu. Çekmecenin başına geç , Yanınaoturtup çay söyledi. Gözleri yerde, kederle
gülümseyerek konuştu. Ben, dil alışkanlığıyla“Nasılsınız?” diyeceğim, siz de, “İyilik sağlık”diyeceksiniz. Tam da “iyilik sağlık” denecekzamandayız. İlk görüşmemiz kısa sürdü. Dikkatedemedim. Bakın bakayım! Arslan gibisinizmaşallah!.. Pembe yanaklı yüzünde kısa kesilmişçember sakalını okşuyordu. Çok boğuştunuz... Çokyoruldunuz. Amansız bir çağa ye şmişiz. Çileler birtürlü dolmak bilmiyor. Yaralandığınızı haber aldık,üzüldük. Tehlikeli olmadığını öğrenip sevindik.Bence kadınlar ateş boylarındaki erkeklerden dahaçok çile çek ler. Erkeksiz bir evi çekip çevirmekzor... Bir çocukla iki kadın... Geçim derdinisaymıyorum. Allaha şükür Selimanım, kimsenineline bakmıyor. Ama gene de kolay değil... Hiçkolay değil! Çırağın uza ğı çay fincanını alıpCemil’in önüne koydu. Selimanım’a sormuştumgeçen gün... Bir şeyler tasarladınız mı? Askerliğibırakanlar çok... Birkaç parça arsa, bir iki dükkânkalmış , değil mi, rahmetli annenizden?.. Nedüşünüyorsunuz?— Bilmem ki efendim... Şimdilik, ne yapmalı,
bilmem ki?— Düşünmek gerek... İşler düzeleceğebenzemez. Düşünmeli, ne yapacağını kes riphemen bir baltaya sap olmalı...— Doğru ama bizim rütbemiz küçük...Ayrılmamız keyfimize bırakılmamış r. Hadi ayrıldıkdiyelim, ne iş tutabiliriz? Ben top atmaktan başkabir şey bilmem! Güldü. Bakın, bunu herkesten iyibecerebileceğime inanabilirsiniz!— Anlaşılıyor, şimdilik ordudanayrılmayacaksınız... Gelelim öteki meseleye...Hanımlar düşünmüş... Şimdiki gençler kendigöbeklerini kendileri kesiyorlar ama, sizi bunlardansaymamışlar.— Sağ olsunlar... Buyrun! Nedir?— Demek istediğim... Neriman Hanım kızımız,bunca yıldır evlenmedi. İsteyenler çok oldu ama,nedense, hepsini geri çevirdi. Şimdi siz, çok şükürsağ esen geldiniz, Neriman Hanım yabancınızdeğil...
Yahya Hoca çayını karış rmaya dalmış gibigörünerek Cemil’in düşünmesine meydanbırakmak istedi. Cemil, “Böyle sıralarda, güveyadayları, utanmışlığa vurmak zorundadır” diyegeçirdi içinden, utangaç utangaç gülümsemeyeçalıştı.— Bence evlenme, yıldız barışıklığı işidir. Zora hiçgelmez. İnsanlar birbirlerini kardeş gibi severler de,bakarsınız evliliği yürütemezler. Biz karı koca, sizinyürüteceğinize güveniyoruz! Böyle dike dikkonuşmamı baba dostluğuna verin! Hemen karşılıkistemiyorum. Düşünürsünüz...— Sağ olun efendim... Hayriye Hanım teyzemeçok teşekkür ederim. Çok duygulandım. Bencedüşünecek bir şey yok... Banakalsa, çok sevinirim... Demek is yorum ki...Neriman bilmem ki ne der?— Siz “evet” diyorsanız, Neriman’ın ne dediğinianlamak kolay... Kızımızı size övecek değilim. Benbugün söylerim. Bizimki, Selimanım’la görüşür.Hazırlanırlar.
— Enver’i düşünmeli... İçlenmesin...— Orası sizin tutumunuza bağlı... Çocuklarçabuk avunur. Yabancısı değilsiniz... Kaldı ki, yediyaşında bir çocuğu düşünerek bu kadar hayırlı birişi geciktirmek, akla uymaz.Hoca evlenme sözünü değiş rir değiş rmezCemil palto işini aç . Yahya Hoca, hazır elbise satanbir ahbabını çağırmak için yolladığı çırakla fesi dekalıpçıya gönderdi.2Kanun erleri, çarşaflı bir kadını sorguya çekmekiçin kalem odasına toplandıklarından, Koska’dakiHasanpaşa Karakolu, Yüzbaşı Arap Maksut’un herzaman dediği gibi, “Dingonun ahırına” dönmüş,“kime bak n” diyen olmadığından, Cemil, makamodasına dayanmış . içerden sesler geliyordu. Açıpgirmeyi uygun bulmadı. Önce edeple kla ,duyuramayınca daha kuvvetle vurdu.— Dur Apostol can... Herif sıkışmış... Kapıyıkıracak... İyi ya, buranın kenef olduğunu nasıl bildi?GeeelllL Gel dedim, kulağından başlarım haaaa!..
Cemil, “Şu Arapoğlu’na oyun oynayayım” diyeboyun atkısıyla yüzünün yarısını iyice kapatarakgirdi. Yüzbaşı Arap Maksut, karşısında birbaşıbozuk görünce kükredi:— Kimsin? Necisin? Buraya nasıl girdin?..Nöbetçi yok mu dışarda?.. Buyur bakalım kiryeApostol... Al bakalım... Allah göstermesin, ırzınageçmekte olsaydım, basılsındı yavrum... Yerde sen,gökte Meryem anamız tanık, “Kimseyi bırakmayın”dediğime... Ben buraya boşuna mı Dingonun ahırıdemekteyim? Burası karakol değil, Sidikli’ninkerhanesi... Ben şimdi alsam elime öküz sinirini,çalsam şu ayılara... Yan gözle Cemil’e bakıp geneApostol’a döndü. Madem girdin... Derdin ne?Gevezelik istemem. Kısa... Kısadan da kısa...Cemil’in dönüp askılara doğru yürüdüğünü, orada,üstündeki karları silkeleyerek soyunmayahazırlandığını görünce, bir an şaş , sonra top gibigürledi. Dur herif soyunma!.. Babam çıksamezardan bugün laf dinlemem... Soyunma... HayAllah belasını versin, soyunuyor yahu!.. Soyundubile... Tamam! Sağıra çattık Apostol can... Yetişsene
pezevenk... Şunun kabasına iki bastonyapış rsana... Paltosunu asıp dönen adamınCehennem Topçu olduğunu görünce gerçektenşaşa. Vay!.. Vay yahu!.. Vay bu bizim bacanak...Vallah billah tanıyamadım! Kırk yılık başıbozuk haltetsin! Seni bu kılıkta Von Kres Paşa tanıyamaz,topçu a ş okulunda bin kişiyi aklına yazıp beş yılsonra, adlı adınca çağıran Von Kres keferesi bileapışır. Doğrusunu ister misin? Gebeşe dönmüşsünCehennem!.. Cehennemlikten çıkmışsın da,düpepedüz cennetlik olmuşsun, yazık!.. Geçşöyle... Otur!.. Tuh, Allah belanı versin kahpe felek,e n mi bize edeceğini!.. Ulan kamburunatükürdüğümün feleği... Kayserili’nin eşeğineçevirdin hepimizi namussuz. Bu böyle olursa benkimbilir nasıl olurum? Otur geç... Karşımdasallanma sırıtarak, kızıyorum! İşte sana geçenlerdela nı e ğim Apostol bey... Sen de gözünü iyi açkirye Apostol, karşısındaki, adıyla sanıylaCehhenem yüzbaşı Topçu Cemil’dir. On buçuklukBofors’la pireyi gözünden vurur ki, kafasını az birazzedelerse para almaz! Ne fayda! Gazze’de pireyigözünden vurmaya çabalarken, İngiliz sağ kana an
sıyrılıp şaşırtma baskınıyla Kudüs’ü aldı. Bunlarınbaşlarındaki Alman paşası gecelik entarisinisavurarak savuşabildi de büsbütün maskaraolmaktan kurtuldu, güç ile...Cemil elini kaldırdı:— Ye mi Arapoğlu! İstanbul’da serserikovalaya kovalaya Meddah Sururi kesilmişsin,aferin!.. Sen bu kadar pa r yı, çay ısmarlamamakiçin yapıyorsun ama, boşuna...— Çay kolay!..Masada duran kubbe biçimi zile birkaç kerevurdu:— Geeelll! Biraz bekledi, vurdu. Geeelll!. Üst üstevurdu. Gel dedim, namussuzlar! Ulan “gel” diyebağırmaktan boğazımda tükürük kalmadı. Telaşlaiçeri giren kanun erine gürledi. Nerdesiniz teresler?İngiliz’e esir mi gi niz? Nerdesiniz ha? Sabahtanberi zil dövüyorum Büyük Şamran gibi... YoksaFındık Cevriye’nin sorgusunu derinle rdiniz mi,güpegündüz, kalem odasında?.. Topla sura nı!Ödev üstüne sırıtanı n’aparım ben? Çay! Çay
dedim, daha duruyor! Çık, bi yorsun! Dur ulannereye?Apostol kalktı:— Ben gideyim Maksut Bey...— Nereye? Çay söyledik ya... Hele çayı iç... Simityemeden gitmek yoktur burada...Pencereyi açıp karşıdaki Haşan Paşa rınınaseslendi:— Oğlum Dursun... Dursun dedim kulağınadürttüğüm...— Buyur yüzbaşım!— Simit gönder.— Kaç tane?— On...— Kaçı susamlı?— Altısı...— Başka?..
— Ne başkası ayı!— Lokma...— Geberirsin de, senin lokmanı yerim inşallah...— İnşallah yüzbaşım... Kurturulurm... Nedemişler?.. Ne Şam’ın şekeri...— Höst pezevenk, Allah belanı versin! Senivak yken asker kaçağı diye tutmadık da halt e k...Sakalı kazı p seni ben çöle sürmeliydim ki, Şam’dabaşına gelecekleri görmeliydin!.. Penceyi kapa poturdu. Bu Apostol’u görmedindi değil miCehennem? Yazık... Bunu görmeyen “yaşadım”diyemez bu kavanoz dipli dünyada... Bunun gibipezevengi Fehim Paşa bulaydı, tombul gövdesiniBursalılara parçalatmazdı. Ayrıca Sultan Hamit’tenaldığı pezevenklik bahşişiyle karun kesilirdi.—Etme Maksut Bey... Yüzbaşım gerçek sanır...— Vay gerçek değil mi?.. Ne var? Kodoşluğubıraktın da Atina’ya belediye reisi mi oldun?— Apostol, küçük bir çocuk gibi utangaçgülümsedi. Çok uzun boylu, kıranta bir adamdı.
Sır kambur denecek kadar bükülmüştü. Üstü başıtertemizdi. Eski Babıali efendilerinin uzun setresinigiymiş, boynuna mika yakalık, las kle tu urulurkravat takmış . İki eliyle gümüş tepelikli abanozbastonuna dayanıp otururken OsmanlılarınTanzimat’tan sonra ye ş rdikleri Hıris yanbüyükelçilere benziyordu. Çayı karış rması, simidikırıp ağzına götürmesi gerçekten kibardı.Arap Maksut ağzı simit dolu konuştu:— Bu bizim Kara Cehennem’in ömrü dağdabayırda, çölde ormanda geçmiş r, kirye Apostol...Bunu biz, adama alış ralım ağır ağır... Bunundamarları su çimentosu gibi ka laşmış r.Yumuşatalım biz bunu azıcık... Bir gece iki piliçsalalım şunun üstüne... Alsınlar beriye, didiklesinleraz biraz, ovalayaraktan yumuşatsınlar bunu...Cehennemdir herif, ateşini indirsinler ufacıktanufacıktan... Nasırlarını kazısınlar... .— Arapoğlu edepsizlendi ki, vurdun utanmazlığaiyice...— Neden yavrum? Körpecik kızları, senin gibi
cehenneme a ğından, bu Apostol yanıpyakılmıyor da... Apostol kalkınca canı sıkılmış gibisura nı as . Nereye yahu?.. Bu simitler ne olacakpeki?— Gideyim Maksut Bey... Daha çok simit yerizAllah ömür verirse... Gideyim, vakittir.— Sen bilirsin... Karıyı bul... “Şakası yok bu işin,dedi. ” dersin... “Göreyim onu, dedi” dersin! Öyleçarşaflanmak ki... Bunca yıllık maması Ka na,bunca yıllık pezevengi Apostol kirye, bunca yıllıkdostu Çakır Yani tanıyamamak... Damat Feritgörünce, “Bizim yalının kaltaklarından ama,hangisi?” diye apışmalı... Hadi göreyim seni... Hadidedim kavat... Karşımda neden kasılmaktasın,patrikhane kavasları gibi... Yıkıl!..Apostol, Cemil’i, olgun Osmanlı temennasıylaselamlayıp çıktı.Adam çıkar çıkmaz, Yüzbaşı Arap Maksut,yüzünde bir maske varmış da, onu çekip almış gibideğişti.— Bir çuval inciri berbat e k Cehennem...
Berbat e k ki yüzümüze gözümüzebulaştırmacasına...Cemil kapıya bakıp sesini alçalttı:— N’oldu? Yakalandı mı, sakın Patriyot?..— Tamam! Bir o eksik . Cigara yak . Hayır,tehlike yok Patriyot için, daha...— Daha ne demek?— Yok bir şey... Yok daha... Ben, Reşit Beymeselesini söylüyorum...Cemil, Arapoğlu’nun la değiş rdiğini, asılsöylemek istediğini söylemediğini anladı. Nasıl olsadayanamayıp açılacağını bildiğinden üstelemedi.— Durduğun yerde başın belaya girecek .Vuruşmak zorunda kalacak n! Sen bizdekihesapsızlığın sınırsızlığına bak... Reşit Bey ölenekadar, vallah, biz bu kapışmayı oyun saydık! İşin bukadar çe n dönemece dayandığını ancak bugünanlayabildik, herif cavlağı çekince...Enini boyunu iyice düşünmediniz mi adamı
kaçırma?.. Benim bildiğim Patriyot... Kılı kırk yarar.Ustasıdır da bu işlerin...— Ustalık araçla olur Cehennem... YamandıPatriyot’un planı… Milim aksamadı. BekirağaBölüğünde yıkanma yerleri yok.... ‘Vezneciler Hamamı’na gönderiyorlartutukluları... Reşit Bey o '' gün, öğleden sonraçıkacak . Otomobil, Harbiye Nezare ’ninVezneciler kapısının biraz ilerisinde bekliyordu.Muha zları baskınla şaşır p adamı arabayaatacaklardı. Saklanacak ev Kadırga’da... Reşit Bey’iotomobile alınca, Vefa’dan dolaşıp Kumkapı’yainen yokuşun başında bırak lar... Beş gün kaldıorada...— Neden değiştirdiniz?— Saklayan herif bozuldu yavaş yavaş. Korktu,durup dururken... Evet, bakarsan, görünürde hiçbirsebep yok... Beşinci gün, başlamış of çekmeye...Belki kadınlar korkmuşlardır da sıkış rmayagirişmişlerdir kılıbık pezevengi... Bir sabah evdençıkıyor, biraz sonra bi k dönüyor... “Bakkal yolumu
çevirdi ‘Sizde bir misafir mi var?’ diye sordu. ”demiş... Yalan ama, bakkal gerçekten sorsa ancak okadar korkabilirmiş yüreksiz... Arap Maksutçaresizlikle omuzlarını silk . Tükeniyor insanlar biryerde, bacanak... Elini simit parçasına uza , ayıpbir şey yapmış gibi hemen çekti. Teres dedim ama...İlk günü gerçekten sevinmiş fukara... Çünkü ReşitBey’in çok iyiliğini görmüş vak yle... “Ömrünün enbüyük mutluluğunu verdiniz, buraya gelmeklebana velinimet. ” diye elini öpermiş ikide bir... Kimbilir ne kadar zorluk çekmiş r bakkal, yalanınısöylerken...— Sanmam... Gerçekten korktuysa niçin zorgelsin...— Evet... Gerçekten korkması da haklı... On ikigüne varmadan kaçıranların üçü yakalandı, kaçanda kendini öldürtmek zorunda kaldı. Poliste mimarifet? Hayır! Herkes birbirini ele veriyor.Kaçırırken yakalanacaklardı az kalsın... Herkestanıklığa koştu. Çoğu da sarıklı... ÇünküMedresetülkuzat’ın önünde oldu kaçırma...Çırpınmalarını görseydin, namussuzların, kaçan
babalarını öldürmüş sanırdın!.. Hele bir Laz Hocavardı, sıska, knefes, gözleri çipil... Ağzındansalyalar saçarak yır nıyordu hergele. “Boztomo iiil... Biri şapkalı dört İ hatçı gâvuru... ” diyetepiniyor ki, nerdeyse kanıp geberecek... Patriyotanla , sen, ben o kadar doğru canlandıranlayızgözlerde... Biri Neyir Bey’in kolundaki pardesüyü,astarının söküğüne kadar söyledi. Ha a,pardesünün al nda büyük bir tabanca olabileceğinibile ileri sürdü. Ne kadar düşmanımız varmışbacanak... Burada bir iki saat otursan aklın durur...Her sokağında insan avı var bu temelinetükürdüğüm İstanbul şehrinin, bugün... Herpencerede, bir insan avcısı pusuya yatmış. .Kedilerin kuşa sokulurken çeneleri atar ya... Hepsiöyle... Ne büyük suçmuş hürriyet ge rmek...Başından beri bize düşman olanlara kızmıyorum.Dost bildiklerimiz onları geç çoktan. . Babamrahmetli, bir beyit okurdu: “Dostlar yağmayakoyulmakta düşmanlara parmak ısır r / Tanrı biryerde çöküş belir si göstermesin... \" İşte o hesap...Bunların çoğu, ağzı köpüklü İ hatçıydı. Cemiyetadına rezillik bırakmaz yaparlardı, dur, otur
bilmezlerdi. Şimdi çoğu şantajla geçiniyor...Bekirağa Bölüğü’nde yalnız poli ka tutuklularıyok... Yetmiş iki buçuk millet yığılmış... Bir kapıdana yorlar içeri, biraz sızdırıp ötekinden salıveriyorlar.İftiranın, şantajın sökmesi bundan...— Ne kadar politika zanlısı var Bekirağa’da?— Ay başında ge rilenlerle doksan üçü buldu,kodamanların sayısı... Ermeni kırımı işinden HarpDivanı’nda ayrıca yüz otuz kişi var. Bugün ilk davabaşlıyor. Boğazlayan kaymakamı Kemal’le ikiarkadaşı yargılanacak... Asarlar, diye korkuyorum.— Yok canım!..Bu gidişle hiç belli olmaz. Dedim ya, bugünekadar, ben alaya alıyordum. İçerdekiler de pekumursamıyorlardı. Muha z Bölüğündeki teğmenarkadaş anla , Reşit Bey’in kendini vurduğuduyulunca ayakları suya ermiş hepsinin...— Reşit Bey gerçekten suçlu muydu? “Asarlarnasıl olsa” di' ye mi öldürdü kendini?— Bilmem... Bunu pek kondurmadıysa bile,
kendisini, kardışındakilerin yerine koymuştur. “Böylebir ilmek elime geçse, ben asardım herifleri... ” diyedüşünmüştür belki... “Kişiyi nasıl şiirsin, kendin gibi”hesabı...Telefon çaldı. Arap Maksut açtı:— Alo... Alo dedim... Yüksek söyle herif,duyamıyorum... Kim? Hangi Apostol... Ulan kodoşApostol desene... Yiğit namıyla anılmaz mı teres...Yola çıkardın mı karıyı? Neee! Ulan ne demek,olmaz... Ya ben... Ya ben o kahpeyi... Ağlıyor mu?..Faydasız... Nasıl barınacakmış buralarda, peki? Kimalabilirmiş elimden?.. Bırak ağlamayı, sızlamayı, kimalacak diyorum pezevenk?.. Çarşaflanıp kendiniFransız subaylarına saraylı kalfa diye nasılyu uracak bundan böyle?.. Vay Margarit vay!..Koynumda dişi yılan beslemişim... Alacağı olsun!..O kadar... Ellerimi değil ya ayaklarımı öpse boş...Kes... Ulan ne geveze herif... Bana çarşaflı bir karılazım, yarım saate kadar... Afro mu? Tamam... Atarabaya... Sal gelsin... O da mı olmazlandı?Korkuyorlar mı bunlar?.. İngiliz’den, Fransız’dankorkuyorlar da... Ya... ben?.. Ulan, ben öldüm mü
diyorum?.. Tü Allah belanızı versin!.. Yıkıl... Ulanben seni ne yapacağım ki, gelmeye kalkıyorsun...Gözüme görünme sakın, görünme hiç... Bakbakalım, boynuzlarını kırıp orana sokmuyormuyum! Tü Allah belanı versin! Pezevenkliği deyüzüne gözüne bulaş rdın. Pis e n canımzanaatı... Yıkıl!Telefonu hırsla kapa , Cemil’e döndü.Gerçekten şaşırmıştı:— Karı gelmezlenmiş... Gebereceğime inanırdımda...— Karıyı ne yapacak n bu ana baba gününde,rezil Arap?Yüzbaşı Arap Maksut döndü, sanki söz anlarmışgibi telefon makinasına dert yandı:— Gelmedi Margarit karı... Evet, ölmüşüz çoktanbiz... Ölmüşüz de farkında değiliz. . Aferin orospu!Kara suratıma vur ki, aklım başıma gele!..Arap Maksut, Cemil’e dönerken telefon geneçaldı. Maksut elini uza rken bir şeyden ürkmüş
gibiydi, tu uğu dinleyici hemen kaldırmadı. Karasura ndaki asıklık yavaş yavaş dağılıyor, yerinikanun subayı kasın sı alıyordu. Keyifle gülerekCemil’e göz kırptı:— Karı düşündü bacanak... Ö emin karşısındataban tu uramadı, ayakta pes e . Vay kahpevay!.. Ulan biz kimiz... Dinleyici büsbütün kasılarakkaldırdı. Alo... Ben Arapoğlu... Kim? Sesinialamıyorum namussuz! Çingene Feyzi mi? Adınbatsın teres! Sura asıldı. Ne toplan sı... Bu gece?..Olmaz yavrum! Başlarım Arap Mehmet’inzurnasından... Olmaz... Olmaz, dedim. Evet, işimvar! Körpe... Ev pilici... Gün görmemiş...Ballandırdın ki... Lafa yekun çek... Olmaz! Nedengeçmezmiş ele?.. Bulunmaz Hint kumaşı değil ya!..İmkansız... Höst, yırtarım kara ağzını senincartadak... Avradın olacak kahpeye sormadanbizim bel gücümüze dil uzatma!.. Yarın geceyebiralım biz bu işi Feyzi can... Yarın gece... Telefonukapa . Cemil’e bakmadan konuştu. Karı sandımda umutlandım. Vay canına!.. Tuuu... Kan arıyoruzsabahtan beri... Çingene Feyzi telefon ediyor. Akıl
edip kan istemiyorum! Hayır, şu dünyada bendenalık herif kalmamıştır bacanak...— Karıyı ne yapacaksın? Niçin “sivil gelsin” diyebana haber din? Niçin “sivil gelsin” diye bana haberyolladın? Neden anı alsın yanına” dedin?..Evet... Hele bir cigara yak ki...— Bırak cigarayı... Neden diyorum? Ne var?— Bacanak, bana kalsa... Ben seni bu işe hiçkarıştırmazdım ya...Cemil gözlerini kıstı:— “Korkar” diye mi? Sesi birden değişmiş .Yoksa, “Yüzüne gözüne bulaştırır” diye mi?— Halt etmişsin... Karış rmazdım. Çünkü, herifikaçırırken sana danışmadık...— Delirdin mi alık Arap?..— Danışmadık, evet... Arap Maksut denilenhayvanla Patriyot denilen eşek, kendilerinegüvendiler. Kuş kadar akıllarıyla için üstesindengeliriz sandılar. Sen bana alık dersin eskiden beri...
Ben, avanağın biriyim ama, bu işlerin yasasınıbilirim. Tehlikeyi isteyerek göğüslemek başkadır,habersizden durup dururken belaya girmekbaşka... Sabahtan beri aklım başımda yok benim...“Ya eve girinceye kadar bekleselerdi” diyorumkendi kendime... “Vermezdi adamı, bizimCehennem, dövüşürdü geberene kadar... ”diyorum. Bir kere dövüşe girdin mi, geri basmayıbeceremezsin... Suç Patriyot rezilinde hep... Birazdüşünüp içini çek . Doğrusun bacanak, biz, şehiroğlanı, kaldırım kabadayısı olmuşuz da farkındadeğiliz, itle kopukla elleşirken şaşırmışız iyicene...— Kızıyorum ama. . Başlayacak mısın şununaslını söylemeye adam gibi, yoksa başlayayım mıgelmişinden geçmişinden...Arap Maksut gülmeye çalışarak başını salladı:— Patriyot’un saklandığı yeri bas lar bu sabah...Ne haber?— Hay Allah kahretsin! Yakalandı mı?..— Hayır!
— Haberi yok muydu bana gönderdiğinteğmenin?..— Vardı ama, “söyleme” dedim. Canınsıkılmasın, diye...— Söylemeyecek n de beni buraya nedençağırdın? “Silahı alsın ütüne” deyince bensezinlemez miyim işin sarpa sardığını?..— Daha umudum vardı, bir şeyler yapacağıma...“Bir karı bulurum kolayca” dedimdi.— Karı ne olacak?— Herifi karı olmadan çıkaramıyoruz!— Anlamadım.— Bir karı girecek içeri... Evin alt ka nda kadınterzisi oturuyor. Bir kadın girecek çarşaflı... Peçesiörtük... Patriyot kocakarı kılığında çıkacak,beraber... Gözcü varsa yüzlerine bakmakisteyecek... Beraber giden arkadaş: “Vay benimkarının peçesine el atmak haa... ” diye yavuzlanıncakocakarı savuşacak...
— Senin mi bu akıl?— Benim... N’olmuş?— Hiç... Parlak da çok... Hadi karı bulundudiyelim, arkadaş kim?— Arkadaş kolay... Pek tanınmamış birini bulupsalacağım!— Sonra?..— Ne sonrası?— Oradan çıkacak da nereye gidecek?— Kasımpaşa’ya haber gönderdim. Bir yer bulurelbette bizim hapçıbaşı?— Kim?— Kasımpaşa’da Turan Eczanesi sahibi Vasıf...Tulumbacı reisinden de araba istedim.— Hâlâ mı tulumbacı reisleri?.. Allah belanızıversin!— Bildiğin tulumbacı reislerinden değil canım...Ben şaka etmek için öyle diyorum. Deniz i aiye
taburunda Yüzbaşı İsmail Hakkı... Tanırsın!— Hayır, tanımam...— İyidir İsmail Hakkı Ayvansaray? İstesem biraraba değil, burun bütün arabalarını verir! ArapMaksut, korkulu düş gören küçük çocuk gibiürpererek içini çek . Böyle diyorum a, babamagüvenim kalmadı bacanak!.. Açıkçası, ben bunal arkadaş...Tramvay birden fren yapıp rayları tenekeyle camçizer gibi ö ürdü. Arap Maksut bu sestenfaydalanarak pencereye dönüp gözlerini kaçırdı.Patriyot’un saklandığı yeri değiş rmekte işeyarar bir arkadaş bulamadığı için iyice bunaldığıbelliydi. Geleli on beş günü buladan Cemil’in başınıbelaya sokmak istemiyor, bu yüzden bir türlüaçılamıyordu.Cemil anlamazdan gelmeyi biraz daha uzatmayakarar verdi. Bir şeyler tasarlayarak daldı.Oda soğumuştu, sır ndan bir treme geç . ArapMaksut da üşümüş olmalı ki zili çaldı. Sac sobaya
odun a lmasını emre . Cemil, sanki aradığınıbulmaya yardımcı olabilirmiş gibi, saatine baktı.— Şart mı bugün çıkarmak?..— Bugün şart değil ama... Bak, ne düşündüm:Cephede hücuma kalkınca gülle çukurundan gülleçukuruna atlanır ya, “Aynı çukura çokluk gülledüşmez” diye... Ev bugün basıldı. Patriyot bi şikeve geçip kurtardı yakayı..— Neden şüphelenmişler?— Bana kalsa, ya oraya saklandığını bilen biri haberverdi, ya da, biri evdekilere kötülük etmek içinuydurdu. Boş a p dolu tu u. Bas lar, bulamadılar...Başka yerleri arıyorlardır şimdi...“Bulamazlarsa burayı yeniden göz hapsine alırlar”diyorum. Elimizi tez tutup aşıralım herifi” diyorum.— Doğru...Cemil, eskiden tanıdığı kadınların arasında bu işibecerebilecek birini arayarak daldı. Kapınınvurulduğunu duymadı, Teğmen Faruk’un sesiyledöndü:
— Merhaba teğmen...— Sağ olun yüzbaşım...Arap Maksut atıldı:— Bırakın şimdi selamı sabahı... Oldu mu?— Araba hazır... Patriyot Ömer Bey sağ, esençıkarılırsa, İsmail Hakkı Bey’in evinde kıyafetdeğiştirebilecek...— Yer?— Yok.— İki günlüğüne... Bir günlüğüne?..— Yok... Eczacı Bey, çok uğraş , bulamadı.Kasımpaşa’yı biliyorsunuz. Evler burun buruna...Hepsi de küçük... . Tahta... Öksürsen duyulur. Herevde, beş al çocuk var. Çocukların ağzını arıyorlar.Daha kötüsü, baskın maskın olursa atlayıpsavuşmak zor... Hele çarpışmak imkansız...Cemil, bir teğmene, bir Arap Maksut’a bak .Şaşkınlıkla, utançla, kederle gülümsüyorlardı.
Pencereye döndü. Simitçi rınından bir çarşaflıkadın çıkıyordu. “Teyzemi, bir yalan uydurupyanıma alsam... Herifler bizi çevirseler... Peçesine elatsalar... Şemsiyeyi kafalarına vurmaya başlasa... ”— Neye güldün bacanak?.. Rezilliğimize mi?— Yok... Düşünüyorum. Sadık Eyüpsultan vardıbizim... Nerelerde?— Burada... N’olmuş Sadık’a?..— Onun evi bostanların arasındadır, aklımdayanlış kalmadıysa...— Reşit Bey için başvurdum. Olmuyor.—Osman Kadırga...— Olmuyor.— Zekeriya Aksaray...— Olmuyor.— Başvurdun... Olmaz mı dediler?— Demediler ama... Dediler sayılır... Kimikaynanasının gevezeliğinden yandı yakıldı, kimi
baldızının kendisini sevmediğinden... tCemil, bircigara yaktı. Yavaş yavaş döndü.— Dur... Bulacağım galiba bizimkini saklayacakbirini...— Sanmam... Aklına gelenlerin hepsinden,Allahın izniyle, boyumuzun ölçüsünü almışızdırbacanak...— Doktor Münir Bey vardı, ha rladın mı?Manastır’da... , Harp Okulu’na gelmişti.— Kısa boylu... Zayıf...— Çıkaramadım... Nerdeydi savaş sırası?..— Dolaş epeyce... Sarıkamış’ı gördü. Irak’tabulundu galiba bir aralık... Yedinci Ordu’ya geldi918’de Şam’da, Deniz Hastanesi’nde benyatarken...— Bilemedim. N’olmuş?— Bileceksin! İlk İ hatçılardan... 31 Mart’tanönce bıraktı cemiyeti... .— Bırak mı? Bırak da neden la nı edersin
pisin...— Pis mi? Daha hiçbir şey kaybolmamışken, “Sizbu memleke ba racaksınız bu gidişle... ” dediğiiçin mi pis?.— O kadarına aklım ermez... N’olacak bu herif?..— Saklar Patriyot’u...— Cemiye bırakıp muhalefete geçen kerata...Bugün rıl rıl aranan Patriyot gibi herifi sakalayak!Sen bana alık diyorsun ama, çölde dolaşa dolaşaakim kurumuş senin, bacanak...— Saklar, eğer evinin durumu uygunsa hiçbakmaz. Fazladan İ hatçı düşmanı sayıldığı için,hiç kimse de şüphelenmez...— Bre bacanak!.. Deminden beri saydığın adlarabak...— Ad işi değil bu Maksut Arap, akıl işi... MünirBey buradaysa... Evi uygunsa... Saklanma yerinibulduk say... Gerisine karışma...— Nerde oturur bu senin doktor beyin?..
— Erenköy taraflarında...— Cehennemin dibi olmasa, giderdim seninle...Kapıyı sura na nasıl çarpacağını görürdüm degülerdim...— Cehennemin dibi mibi geleceksin benimleMaksut Bey... Hemen yola çıkacağız ki, Patriyot’uçıkarabilelim bugün...— Doktor, “Evet” diyecek de...— Evet...— Dedi, diyelim... Hani karı?— Hele doktor peki desin... Kan kolay... Buncasavaştan sonra, kan kıtlığı var, diyorsan, o başka...Hadi uzatma, Arapoğlu, şurdan bir araba çağırt davakit geçirmeden gidelim!Arap Maksut zili çalmak için yumruğunukaldırmışken öylece durdu:— Benim gitmemi geç bir kalem... Bir koyundaniki post çıkmaz, bu bir... İkincisi, işim başımdanaşkın... Kağıtlar yığıldı ki...
— Başlarım de erinden kağıdından... Sengelmeyince olur mu? Ya ben Patriyot’tan ayrılmakzorunda kalırsam... Evi öğreneceksin ki kötüsügelirse herifi alıp götüresin!.. Adresi bilmiyorum kiyazayım! Bi kere gi m iki yıl önce... Bakalımbulabilecek miyim!Arap Maksut gözleriyle ağzını alabildiğine açtı:„ — Gerçek! Öyle ya... Ulan kahpe felek, Allahbelanı versin! n mi bize edeceğini!.. Ziliyumruklamaya başladı. Gelll! “gel” dedim heyyy!..Faruk’la Cemil’e şaşkın şaşkın bak . Buyur bakalım,ara ki bulasın bu eşşoğlu eşşekleri... Zili yumrukladı.Ula dedim... İçeri giren kanun erine parmağınısalladı. Nerdesiniz haaa?.. Yumruğum koptu, kafasıkopasıca teres!.. Daha duruyor!.. Bir araba... Atlarıgüçlü olmamalı ki, bak bakalım, birini çözüp senikoşmuyor muyum! Çık yıkıl... Çııık! Neyegülüyorsun Cehennem Yüzbaşı? Bu ayıları çekipçevirmek kamasız topla ateş etmekten daha çe n,arkadaş!..— Ona gülmedim.
— Ya?— “Tarih tekrarlanır” diye bir laf ederler ya...Doğruymuş.— Nereden bildin?— Bir arkadaşı karı kılığında bu benim ikincikaçırışım.— Yok canım! Kimi kaçırdın bundan önce?Arap Maksut, bunu hiç merak etmeden, dalgınsormuştu.Cemil de gönülsüz karşıladı:— Şemsi Paşa’yı vuran A f’ı... Sinirli sinirli güldü.Biri çıksaydı da, “Hürriyet’ten sonra sen bu işi birdaha yapacaksın” deseydin, terslerdim herifi...Teğmen Faruk yüzüne merakla bakıyor, la nsonunu bekliyordu.Cemil bir cigara yak . İçinde bulunduklarıdurumda hikâyeyi uzatmak eski bir işle övünmekgibi ayıp gelmişti birden...
Search
Read the Text Version
- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- 8
- 9
- 10
- 11
- 12
- 13
- 14
- 15
- 16
- 17
- 18
- 19
- 20
- 21
- 22
- 23
- 24
- 25
- 26
- 27
- 28
- 29
- 30
- 31
- 32
- 33
- 34
- 35
- 36
- 37
- 38
- 39
- 40
- 41
- 42
- 43
- 44
- 45
- 46
- 47
- 48
- 49
- 50
- 51
- 52
- 53
- 54
- 55
- 56
- 57
- 58
- 59
- 60
- 61
- 62
- 63
- 64
- 65
- 66
- 67
- 68
- 69
- 70
- 71
- 72
- 73
- 74
- 75
- 76
- 77
- 78
- 79
- 80
- 81
- 82
- 83
- 84
- 85
- 86
- 87
- 88
- 89
- 90
- 91
- 92
- 93
- 94
- 95
- 96
- 97
- 98
- 99
- 100
- 101
- 102
- 103
- 104
- 105
- 106
- 107
- 108
- 109
- 110
- 111
- 112
- 113
- 114
- 115
- 116
- 117
- 118
- 119
- 120
- 121
- 122
- 123
- 124
- 125
- 126
- 127
- 128
- 129
- 130
- 131
- 132
- 133
- 134
- 135
- 136
- 137
- 138
- 139
- 140
- 141
- 142
- 143
- 144
- 145
- 146
- 147
- 148
- 149
- 150
- 151
- 152
- 153
- 154
- 155
- 156
- 157
- 158
- 159
- 160
- 161
- 162
- 163
- 164
- 165
- 166
- 167
- 168
- 169
- 170
- 171
- 172
- 173
- 174
- 175
- 176
- 177
- 178
- 179
- 180
- 181
- 182
- 183
- 184
- 185
- 186
- 187
- 188
- 189
- 190
- 191
- 192
- 193
- 194
- 195
- 196
- 197
- 198
- 199
- 200
- 201
- 202
- 203
- 204
- 205
- 206
- 207
- 208
- 209
- 210
- 211
- 212
- 213
- 214
- 215
- 216
- 217
- 218
- 219
- 220
- 221
- 222
- 223
- 224
- 225
- 226
- 227
- 228
- 229
- 230
- 231
- 232
- 233
- 234
- 235
- 236
- 237
- 238
- 239
- 240
- 241
- 242
- 243
- 244
- 245
- 246
- 247
- 248
- 249
- 250
- 251
- 252
- 253
- 254
- 255
- 256
- 257
- 258
- 259
- 260
- 261
- 262
- 263
- 264
- 265
- 266
- 267
- 268
- 269
- 270
- 271
- 272
- 273
- 274
- 275
- 276
- 277
- 278
- 279
- 280
- 281
- 282
- 283
- 284
- 285
- 286
- 287
- 288
- 289
- 290
- 291
- 292
- 293
- 294
- 295
- 296
- 297
- 298
- 299
- 300
- 301
- 302
- 303
- 304
- 305
- 306
- 307
- 308
- 309
- 310
- 311
- 312
- 313
- 314
- 315
- 316
- 317
- 318
- 319
- 320
- 321
- 322
- 323
- 324
- 325
- 326
- 327
- 328
- 329
- 330
- 331
- 332
- 333
- 334
- 335
- 336
- 337
- 338
- 339
- 340
- 341
- 342
- 343
- 344
- 345
- 346
- 347
- 348
- 349
- 350
- 351
- 352
- 353
- 354
- 355
- 356
- 357
- 358
- 359
- 360
- 361
- 362
- 363
- 364
- 365
- 366
- 367
- 368
- 369
- 370
- 371
- 372
- 373
- 374
- 375
- 376
- 377
- 378
- 379
- 380
- 381
- 382
- 383
- 384
- 385
- 386
- 387
- 388
- 389
- 390
- 391
- 392
- 393
- 394
- 395
- 396
- 397
- 398
- 399
- 400
- 401
- 402
- 403
- 404
- 405
- 406
- 407
- 408
- 409
- 410
- 411
- 412
- 413
- 414
- 415
- 416
- 417
- 418
- 419
- 420
- 421
- 422
- 423
- 424
- 425
- 426
- 427
- 428
- 429
- 430
- 431
- 432
- 433
- 434
- 435
- 436
- 437
- 438
- 439
- 440
- 441
- 442
- 443
- 444
- 445
- 446
- 447
- 448
- 449
- 450
- 451
- 452
- 453
- 454
- 455
- 456
- 457
- 458
- 459
- 460
- 461
- 462
- 463
- 464
- 465
- 466
- 467
- 468
- 469
- 470
- 471
- 472
- 473
- 474
- 475
- 476
- 477
- 478
- 479
- 480
- 481
- 482
- 483
- 484
- 485
- 486
- 487
- 488
- 489
- 490
- 491
- 492
- 493
- 494
- 495
- 496
- 497
- 498
- 499
- 500
- 501
- 502
- 503
- 504
- 505
- 506
- 507
- 508
- 509
- 510
- 511
- 512
- 513
- 514
- 515
- 516
- 517
- 518
- 519
- 520
- 521
- 522
- 523
- 524
- 525
- 526
- 527
- 528
- 529
- 530
- 531
- 532
- 533
- 534
- 535
- 536
- 537
- 538
- 539
- 540
- 541
- 542
- 543
- 544
- 545
- 546
- 547
- 548
- 549
- 550
- 551
- 552
- 553
- 554
- 555
- 556
- 557
- 558
- 559
- 560
- 561
- 562
- 563
- 564
- 565
- 566
- 567
- 568
- 569
- 570
- 571
- 572
- 573
- 574
- 575
- 576
- 577
- 578
- 579
- 580
- 581
- 582
- 583
- 584
- 585
- 586
- 587
- 588
- 589
- 590
- 591
- 592
- 593
- 594
- 595
- 596
- 597
- 598
- 599
- 600
- 601
- 602
- 603
- 604
- 605
- 606
- 607
- 608
- 609
- 610
- 611
- 612
- 613
- 614
- 615
- 616
- 617
- 618
- 619
- 620
- 621
- 622
- 623
- 624
- 625
- 626
- 627
- 628
- 629
- 630
- 631
- 632
- 633
- 634
- 635
- 636
- 637
- 638
- 639
- 640
- 641
- 642
- 643
- 644
- 645
- 646
- 647
- 648
- 649
- 650
- 651
- 652
- 653
- 654
- 655
- 656
- 657
- 658
- 659
- 660
- 661
- 662
- 663
- 664
- 665
- 666
- 667
- 668
- 669
- 670
- 671
- 672
- 673
- 674
- 675
- 676
- 677
- 678
- 679
- 680
- 681
- 682
- 683
- 684
- 685
- 686
- 687
- 688
- 689
- 690
- 691
- 692
- 693
- 694
- 695
- 696
- 697
- 698
- 699
- 700
- 701
- 702
- 703
- 704
- 705
- 706
- 707
- 708
- 709
- 710
- 711
- 712
- 713
- 714
- 715
- 716
- 717
- 718
- 719
- 720
- 721
- 722
- 723
- 724
- 725
- 726
- 727
- 728
- 729
- 730
- 731
- 732
- 733
- 734
- 735
- 736
- 737
- 738
- 739
- 740
- 741
- 742
- 743
- 744
- 745
- 746
- 747
- 748
- 749
- 750
- 751
- 752
- 753
- 754
- 755
- 756
- 757
- 758
- 759
- 760
- 761
- 762
- 763
- 764
- 765
- 766
- 767
- 768
- 769
- 770
- 771
- 772
- 773
- 774
- 775
- 776
- 777
- 778
- 779
- 780
- 781
- 782
- 783
- 784
- 785
- 786
- 787
- 788
- 789
- 790
- 791
- 792
- 793
- 794
- 795
- 796
- 797
- 798
- 799
- 800
- 801
- 802
- 803
- 804
- 805
- 806
- 807
- 808
- 809
- 810
- 811
- 812
- 813
- 814
- 815
- 816
- 817
- 818
- 819
- 820
- 821
- 822
- 823
- 824
- 825
- 826
- 827
- 828
- 829
- 830
- 831
- 832
- 833
- 834
- 835
- 836
- 837
- 838
- 839
- 840
- 841
- 842
- 843
- 844
- 845
- 846
- 847
- 848
- 849
- 850
- 851
- 852
- 853
- 854
- 855
- 856
- 857
- 858
- 859
- 860
- 861
- 862
- 863
- 864
- 865
- 866
- 867
- 868
- 869
- 870
- 871
- 872
- 873
- 874
- 875
- 876
- 877
- 878
- 879
- 880
- 881
- 882
- 883
- 884
- 885
- 886
- 887
- 888
- 889
- 890
- 891
- 892
- 893
- 894
- 895
- 896
- 897
- 898
- 899
- 900
- 901
- 902
- 903
- 904
- 905
- 906
- 907
- 908
- 909
- 910
- 911
- 912
- 913
- 914
- 915
- 916
- 917
- 918
- 919
- 920
- 921
- 922
- 923
- 924
- 925
- 926
- 927
- 928
- 929
- 930
- 931
- 932
- 933
- 934
- 935
- 936
- 937
- 938
- 939
- 940
- 941
- 942
- 943
- 944
- 945
- 946
- 947
- 948
- 949
- 950
- 951
- 1 - 50
- 51 - 100
- 101 - 150
- 151 - 200
- 201 - 250
- 251 - 300
- 301 - 350
- 351 - 400
- 401 - 450
- 451 - 500
- 501 - 550
- 551 - 600
- 601 - 650
- 651 - 700
- 701 - 750
- 751 - 800
- 801 - 850
- 851 - 900
- 901 - 950
- 951 - 951
Pages: