Important Announcement
PubHTML5 Scheduled Server Maintenance on (GMT) Sunday, June 26th, 2:00 am - 8:00 am.
PubHTML5 site will be inoperative during the times indicated!

Home Explore Yorgun Savaşçı-Kemal TAHİR

Yorgun Savaşçı-Kemal TAHİR

Published by eminyukseloglukaihl, 2019-10-20 03:23:00

Description: Yorgun Savaşçı-Kemal TAHİR

Search

Read the Text Version

— Ne gibi?— Düşündüm... Yanında üç kişiyle koca birkolordu komutanı... Bir han odasına sığınmış...Olmaz. Yılgınlığı büsbütün cıvıklaş racağız. Adımızayaraşır bir yer bulalım. Aklıma Askerlik Şubesi geldi.Birimiz gidip baksak nerdedir? Başkan yerinde mi?Kaç tane er var?— Doğru... Ben şimdi gider gelirim. Başka birşey?— Eger yerleşebileceğimiz gibiyse başka bir şeyistemez. Çayı mayı orda buluruz. Kapısı kilidiyse...Sanırım ki öyle bulacaksın! Jandarmaya uğra... Birşeyler yap... Say ki, burasını küçük bir birlikle elegeçirdin!..Cemil, askerlik dairesini, kimseye sormakzorunda kalmadan kolayca buldu. Kapı kapalıydıama, çok şükür, üstüne, asma kilit filantakılmamıştı.Çaldı bekledi, bekledi çaldı. “Burada kapı açmayıpek sevmiyorlar galiba” derken pencereden bir kafauzandı.

— Kimse yok! dedi, çekildi.— Aç oğlum!.. Hey, sana dedim rezil... Aç şunu...Sen kimse değil misin?— Reis bey İstanbul’a gi . “Ben gelmedenkimseye kapı açma!” dedi.— Sen o zamandan bu zamana hiç dışarıçıkmadın mı?— Çıktım. Çıkılmaz mı?— Kapıyı açmadan nasıl çıktın eşşoğlu?..Kara sakallı bir gözü kör asker, bu söze çokşaşmış, ağzını bir karış açarak apışmıştı.Cemil, bu şaşkınlığın geçmesine meydanbırakmadı:— Aç nsa yandın! Sorumlusun... Meşe odunu...Aç... Aç dedim. Yukarı çıkarsam, ben seninkemiklerini kırmaz mıyım?— Sen kimsin efendi?— Ulan ben, İstanbul’dan yeni gelen Şube

Başkanı değil miyim? Aç şunu...— Ayak sesleri merdivenden telaşsız, ha aduraklayarak iniyordu. Kara sakallı şube erininböylece bir şeyler hesapladığını Cemil anladı.Karasakallı, kapıyı aç ama ardına dayamadı.Aklınca sorup soruşturacaktı.— Yeni başkan mısın sen? Bizim eski başkanan’oldu? Hani senin binbaşı urbaların...Cemil, göğüsleyip girdi.— Senin binbaşının öküz sinirinden kırbacıvarmış... “Benim kara sakala ayağının tozuyla birkötek atmazsan laf anlatamazsın” dediydi.Doğruymuş... Ge r şu kırbacı... Ge r, dedim,bitiyorsun!— Tövbe binbaşım... Seni bilemedim! Bilsem...Tövbe!— “Daha dört beş kişi olacak” dediydi sizinbinbaşı... Nerde o eşşoğları?..— Binbaşının ardından savuştular alçaklar... Bizi

burada koyup... Gecenin birinde geçip gittiler!— Tamam!.. Bana Vali Paşa’nın yazdığı yalandeğilmiş... Tüfekleri de alıp savuştular değil mi?Peki, ben seni, Kuyulu Kahve’nin önündeki dutdalma asmaz mıyım?— Aman tövbe!.. Aman binbaşım, tüfeklerburda... Tüfekleri götüren olmadı! De erinebakmadan beni asma oh kumandan bey...De erde sayısı noksan çıkarsa, Kör Şaban’ın kanısana helal olsun!— Oğlum Kör Şaban... Tüfekleri eksik bulmalıyımki... Tüfekleri...Elleri belinde çevresine, tavana bakarak alt ka dolaş . Alt kat da, üst kat da ha alardır silinipsüpürülmemişti. Tavandan örümcek ağları sarkıyor,camlardan dışarısı tozlardan görünmüyordu.— Tüfekleri dedim, tüfekleri... Tüfekler tamamdeğilse... Oğlum Kör Şaban... Seni ben asmam, ağırateşte pişirip, kebabını itlere dökerim.— Binbaşım gelmeyecek mi gerisin geri?.. Nasıl

bildim gelmeyeceğini gidişinden... Bezdi benimbinbaşım... Kör beslemekten bezdi, usandı... Canıüzüldü. Hava değişimlisi gelir bu kapıya, acemi eri,saka , kaçağı gelir bu kapıya... Bak ki, olmayacak,geç gi . Vay başıma!.. “Aman beni burada koyupgitme binbaşım” diye yalvardım, “Amanı bilirmisin?” dedim. Canı bezdi de gi . Başını iki kereyumrukladı. Sen nerelisin binbaşım, sen deİstanbullu musun?— Yok! Sizin ordanım!— Deme, gerçek mi? İçinden misin Çankırı’nın?..— İçinden...— Yolun düştü müydü hiç bizim Kurşunlu’ya ohbeyim?— Çok... Benim anamın anası Kurşunlulu...— Deme, gerçek mi?— Hele tüfekler eksik çıksın da, ben sana gerçekmi, değil mi sorarım! Nerde ambarın anahtarı?..— Nerde olur? Üstümde... Nah buyur!..

Cemil, Kör Şaban’ın uza ğı anahtarı elinintersiyle itti:— Ulan Körağa, sen, “Hazır ol” bilmez misin?Toplan! Düş önüme!Şubenin silahları, yukarda, yıllardırsüpürülmemiş bir odada duruyordu. Ahşap binakav gibi kuru olduğu için, en eski silahlar bilekarıncalanınamıştı.Cemil, kırk elli tüfeğin içinden iki tane atlıfilintasıyla, iki tane Alman mavzeri seçti:— Nerde bunların mermileri?.. Sayısı noksançıkmalı ki... Sa p matmalısm ki, ben sana... Kesoğlum Kör Şaban... Dayağa kaşınma... Busandıklarda mı? Aç!.. Aç, dedim, şaplak geliyor!..İyi... Fişeklik yok mu, bu temeline tükürdüğümambarda? Fişeklik dedim. Ayı, kütüklük demedim!Tamam!.. Bak bana... Ben şimdi de erleriyoklayacağım. Beş dakkaya kadar, fişeklikleridoldurup tüfekleri ayna gibi parlatmadın mı,gerisini kendin düşün! Şart olsun... Daha duruyor!Ulan, sizi binbaşınız ne kötü alış rmış! Beni, olur

olmaz binbaşılara benzetme... Benim, Osmanlıordusunda, Sopalı Binbaşı diye ünüm vardır. BeşDakka! Al dakkaya kaldın mı, hiç kıyme yok...Gözüme görünme! Bırak savuş ki, sağlam gözünüde ben söndürmeyeyim!..Sube reisinin odasında bir küçük masayla ikitahta iskemleden başka eşya yoktu. Duvarlarınsıvası yer yer dökülmüş, döşeme tahtalarının arasıikişer parmak açılmış . Masanın üstü toz içindeydi.Cigara tablası, binbaşının bırak ğı gibi izmaritlerledolu duruyordu. “Belki son gece... Burada cigaraiçerek, her şeyi yüzüstü bırakıp gitmenin doğruolup olmadığını düşündü. Başına gelebileceklerienine boyuna hesaplamış r. Kim bilir ne kadarkıvrandı fukara!.. ”— Tamam binbaşım...— Tamam mı? Hani bakayım? Neresi tamambunun?.. Dort yüz mermiyi ne kadar kolay saydın!..— Saydık Allahın izniyle... Her bir bağı beşermermi... Yirmi bağ yüz mermi...— Ulan aferin Kör Şaban!.. Ulan, binbaşın

dediydi de inanmadımdı. Oğlum, senin insan gibifikrin varmış... İyi... Sar şunları bir şeye güzelce...Bir ip bul, sar adamakıllı... Dur, herif, nereye? Yağlımıymış namlular? Karıncalanınışlarsa ben seninsağlam gözünü!..— Yağlı ki, binbaşım halisinden, fabrikasınınyağı... Benim gördüğüm, bunlarla hiç mermiyakılmamış... 56’ncı Tümen’e geldiydi bunlar,savaşın sonuna yakın... Deniz kıyısını koruyanbirliklere geldiydi... Kurnaz kurnaz gülümsedi.Binbaşım, sandığın birini aç da, ikisini üçünü çekipaldı, yerine yivi mivi kalmamış muaddel sokuverdi.Filintaları sorarsan, halis, eşkıya silahı... Bunlar ikikarış namlularla iki bin metreden pireyi vururmuşkendi başlarına... Bunlara gezgözarpacıkistemezmiş...— Sana ben, ne dedim... Ulan ben sana...— Sar, dedin binbaşım.... Kucağındakilere, karmakarışık dışarı çık . Birazsonra düzgün bir paketle döndü.— Nah buyur binbaşım!.. Sardık güzelce!..

— Evet, iyi sarmışsın! Şimdi la ma kulak ver!Birini unutursan keyfine... Unutursan bir, bir de,karış nrsan... Dediklerimi aklına yazacaksın!..Soran oldu mu, arasına, hiçbir şey katmayacaksın!..Yunan yürüdü geliyor baş aşağı... Silahları birtamam is yor. Zagonu: Her noksana bir adamasmak... Biz ambardan dört tüfek... Şu kadarcephane aldık. Yunan bunu duyarsa n’olur?— Bizi asar domuz... Asar, hiç bakmaz öyle ya...— Tamam... Tüfeklerin gi ğini bir senbileceksin, bir ben, bir de Allah...— Allah elbette...— İyi... Al paket koluna, gel arkamdan... Biridönüşte, “Kimdi o herif?” diye sorarsa, “Yenibinbaşı” demeyeceksin, “Kurmay Başkanı”diyeceksin! Bildin mi, “Kurmay Başkan”ı lafını?— Bilinmez mi? Kurmay başkanı...— Tamam... Hadi...Otele kadar rastladığı tek tük insanlar, nedensegöz göze gelmek istememişler, başlarını

çevirmişlerdi. Bu sebeple, Kör Şaban’ın kolundakipaketle hiç kimse ilgilenmedi.Otelci de ortada yoktu.Üst kat sofasına çık ğı zaman, Selaha n,komutanın yanına girmek üzereydi. Kör Şaban’lakörün kolundaki paketi görünce durdu:— Nerde kaldın yahu? Nedir?— Hiç... Gelen giden oldu mu?— Reşat Bey içerde... Nasıl Askerlik Şubesi?— İş yok... Kör Şabana ya ğı odanın kapısınıgösterdi. Koy onları oraya... Hemen şubeye ye ş...Kapıyı çekmedin!.. Biri bir şey aşırmalı ki...Şaban’ın bir gözü kördü ama, canı tezdi. Odayagirmesiyle çıkması bir olmuştu. Selam verdi:— Koydum komutanım! Gitmekteyim!— Dur bre... Ulan bu nasıl gidiş!.. Al şu ellikuruşu...— Tütün mü lazım?

— Tütün ama, bana değil, kendine... Al diyorum!Bir daha “İstemez” demelisin ki... Merdivendeninen Şaban’ın arkasından seslendi. Aradığım zamanseni şubede bulamamalıyım ki... Göndereceğimadam, “Yok” diye geri gelmeli ki... Ah ne fayda,gelmeli ki...— Gelebilemez binbaşım... Bizi Allah’ın izniylegece gündüz şubedeyizdir.— Yıkıl... Daha söylüyor!..Odaya girdiğinde, Teğmen Faruk pake yokluyordu:— Nedir bunlar? Durun... Tüfek değil mi? Tüfekmi sahi?.. Hay siz çok yaşayın yüzbaşım... Hay Allahsizden razı olsun... Bir an kucaklayacak gibidavrandı. Sonra, topuklarını bi ş rerek dimdikdurdu. Yanılmıyorum ya?— Tüfek evet... Her birimize birer tüfek, yüzer demermi...— Açıp bakabilir miyim?— Durduğun kabahat...

Teğmen Faruk, bayram çocuğu sevinciyle ipleribiraz çekiş rdi. Koparamayacağını anlayınca,çakısını çıkarıp kesti:— Çok yaşayın siz... Nerden buldunuz?Ömrünüze bereket... Kız gibi tüfekler...— Filintaları seninle komutan için aldım. Ağırolmaz!Cemil, aslında filintanın birini kendisi içinseçmişti. Faruk duraklayınca şaştı:— Sevmedin mi?— Ben Alman mavzerine alışığım...— Öyle mi? Al benim mavzeri...— Olur mu hiç... Hayır, kalsın!.. Biraz mermiyakar, buna da alışırım!— Yok yahu... Taşıması sana zor olur, diyedüşünmüştüm. Beğen birini...Faruk mavzerlerden birini aldı. Namluya bak ,mekanizmayı açıp kapadı:

— Yepyeni... Kız gibi... Çok yaşayın e mi... izinverirseniz, yağını alıp doldurayım... Olur mu?..— Yalnız kendininkini olmaz! Dördünü dedoldur. Ne diyor Reşat Bey?Faruk bir yandan tüfeklerle uğraşırken biryandan anla : Kolordu Komutanı’nın özel birtrenle geldiği dün gece duyulmuş... Rumların keyfikaçmış çok...— Rumları anlıyorum ama, Hürriyet Itilafçılara neoluyor? Onlar da pek telaşlanmışlar. Bu sabah yeryer toplan lar yapılıyormuş... Reşat Bey’in arkadaşıKâmil Bey, kasaba ileri gelenlerini toplayıp birazdanburaya getirecek...— Manisa’dan haber?— Yok... “Telgrafçılar arıyorlar, aralıksız... ” dedi.Reşat Bey... Komutanın istediği başıbozuk paşasınada adam gönderdiler.— Manisa’dan haber yoksa, düşman dahagirmedi demektir.— Evet... Komutan da öyle dedi... Yağını aldığı

mavzerlerden birini yukarı kaldırdı. Fabrikadan yeniçıkmış, şuna bakın... İçeri giren Selaha n Bey’euzattı. Buyrun silahınızı yüzbaşım...Dikkat! Doludur!..— Nerden bulmuş bunları?— Bilmem... O kadar sevindim ki, sormadımbile...— Askerlik şubesinden aldım.— Daha var mı?— Kırk elli tane var ama, işe yararı kaçta kaç r,bana karanlık!— Komutana söyledim. Güldü. Manisa’danhaber gelmemesini daha düşmediğine veriyor. Çokkeyifli... “Getirin şunları bir göreyim. ” dedi.On Yedinci Kolordu Komutan Vekili Albay BekirSami Bey, Selaha n’in uza ğı filintayı, pkı,Teğmen Faruk’un sevinciyle kavradı. Onun gibitutmuş, onun gibi, namluyu tavana çevirerekmekanizmayı oynatmıştı.

— Nerde bunun fişekleri?— İçerde efendim!— Getirin de dolduralım! Epeyce var mı?— Şimdilik yüzer tane almış... Dört tüfek, dörtyüz mermi...— Karşılığında bir imzalı kâğıt bırakaydı.— Hiç sanmam. Aklına gelmemiştir.— Aldı, yürüdü, demek... Peki...— iyisinden fişeklikler de bulmuş efendim!..— Gerçek mi? Durun öyleyse... Eveeet... Bakınne yapacağız Selaha n Bey... Hepimiz, fişeklikleritakacağız. Silahları yanımızda duvara dayayacağız!..Anladınız mı?— Evet efendim!.. Bize bu gidişle birer Çerkezkamasıyla ikişer de bomba ister!..— Siz şaka ediyorsunuz ama, ben bunlarınmutlaka bulunup takılmasını emrediyorum.— Emriniz Cehennem Yüzbaşı’ya söyleyeceğim

efendim.^jorgan SavaşçıCemil, Kolordu Komutanı’nın el bombasışakasına pek kulak asmadı. Selaha n’in sözleriniyanda keserek sordu:— Nerde konuşacak, kasaba ileri gelenleriylebizim albay?— “Askerlik şubesi uygun değil” dedin ya...Burda...— Burda, dediğin nere? Yattığı odada mı?— Alay mı ediyorsun Cehennem?.. AkhisarOteli’nin Viyana otelleri gibi dayalı döşeli salonlarımı var?— Demek bizim komutan, külüstür karyolayabağdaş kuracak... Göğsünde çapraz fişeklikler...Kucağında atlı filintası... Olmaz gözüm... Hiç olmaz!— Ya?— Bir başka düzen bulacağız. Büyük Cemal Paşa,böyle işlere çok önem verirdi. Enver Paşa geldiği

zaman saklıdaki özel koltuğa çıkarırlarmış...— Nasıl özel koltuk?— Bilirsin, Enver Paşa’nın boyu kısaydı biraz...Bu kısalık fark edilmesin diye, Cemal Paşa özel birkoltuk yap rmış. Bir masanın ayakları belli belirsizyüksel liyor, ardına özel koltuk koyuluyor. Birliklerigözden geçirirken de, başkomutan vekiliniotomobilden hiç indirmezdi. Bana kalsa, birkolordu komutanı, acemi erler gibi tüfek elde, halkahiç görülmemeli...— Haklısın belki ama, şimdilik albaya bunuanlatamayız. Filintayı sevdi. Teğmen Faruk’tandaha çok sevdiğine kalıbımı basarım.— Anlıyorum!.. Biz subay mille iki bölüğüz...Çoğunluğumuzun paşa da olsak, aslındateğmenlikten yukarı çıkmamış sayılırız. Komutanolmak başka şey... Enver Paşa’nın Sarıkamış’tagözcü kollarının başına geçmeye kalk ğını söylerler.Bunu korkmazlıgma tanık gösterirler. Aslında,teğmen kaldığını ispatlar. Başkomutan vekili olmuşama, komutan olamamış...

Alt dudağım tutarak sustu. Doktor Münir Bey’inKurmay Başkanı Ali Fuat Bey’i alaya alışı aklınlagelmiş . Doktor haksız, dı. O yürüyüş kolunun öyleolması, komutanlığın baş yasaların-' dandı.— Neye sustun?— Hiç... Aklıma bir şey geldi de... Evet, olmazcancazım... Ali' bayın karyolaya bağdaş kurmasıyakışık almaz. Bak ne yapanz! Odanın kapısına birmasa koyalım. Albay iç tara a otursun! Seninleben, dışarıda, masanın iki yanında ya ayaktadururuz, ya da ' birer iskemleye otururuz. Sizdeharitaya benzer bir şey var mı? '— Var ama, kurmay haritası değil... 1— Olsun. Onları da masanın üstüne yayalım!Birkaç not defteri, bir iki kalem koyalım.— Evet... Masayı kapıya koymak iyi... FilintayıYanına dayasın! Hadi öyleyse, herifler gelmedeniskemleleri taşıyalım!— Kaç kişi gelecek biliyor musun?— Hayır...

— O zaman, iskemleleri önceden ge rmek doğrudeğil... Başka bir şey düşünerek gülümsedi. Böylekarışık sıralarda, boş iskemle yılgınlığı arttırırmış...— Kim dedi?— Doktor Münir Bey...— Kim Doktor Münir Bey?.. Nerden aklına geldişimdi?— Geldi apansız... . Doktor Münir Bey,Ka asyalIlara milli hükümet kurdurmaya çalışırkenbizimkilerin nasıl sıkın çek klerini, her şeyi inceeleyip sık dokumak zorunda kaldıklarını anlatıp HalilPaşa’ya takılırdı. Doktor Münir Bey bunlara“Osmanlı numarası” der. Herifler za burayagönülsüz geliyorlar. Bir de boş iskemle görürlerse,“Çağırılanların hiçbiri gelmemiş... Allah’ın biravanağı biz miyiz?” diye pirelenirler.—Doğru yahu... Vay canına... “Doktor mille ninakıllısı olmaz” derdin, meğer olurmuş! Evet,doğru... iskemleler azar azar getirilecek...— Evet azar azar... Gelenlerden bazıları biraz

ayakta beklesin! Kaymakamı, masanın sağ Yanınaoturtmayı unutmayalım!— Kaymakam gelemiyor. Çok hastaymış...— Nasıl hasta?.. İşte bu olmadı. Hiç olmadı. Banakalsa, sürüyüp getirmeli.— Ge rilecek gibi değil... Karnı bozulmuşherifin...— Kötü... Çok kötü... Geleydi de, komutanın sağYanına oturaydı, en amansız sırada, istesinistemesin, yardımcı olurdu. Doktor Münir Bey dediki, “En büyüklerini Yanına oturtsun. Söz kızış mı,karşı gelene kızacağı tutar, sen de rsa kaçırmazkeçeni sudan alırsın. ” dedi.— Dedi ama, kaymakam beyin karnı bozulduysane yapalım?— Evet... Kaymakam beyin yerine başka birinibulalım. Müftü gelsin!— Müftü direnmeye karşıymış...— Binbaşı Hüsnü Bey?

— Ara k. Gün dogmadan atma binmiş,Manisa’ya doğru gitmiş... Rasim Bey’e bakacak...— En iyisi... Biz dün gece, trenden hiçinmeyecek k. Herifleri vagona çağıracak k. Dahadoğrusunu ister misin?— Neymiş?— Gece, Rasim Bey’den Manisa’nın düşmediğiniöğrendik ya...— Evet...— Hemen askerlik şubesine gidecek k. Tüfeklerialıp trene dönecek k. Sürecek k Manisa’ya...Manisa’ya gitmekte çok iş vardı arkadaş... “KolorduKomutanı bu gece özel treniyle Manisa’ya geçmiş”lafının burada yapacağı etkiyi düşün...— Doğru... Nasıl akıl edemedik dün gece bunu?..— Edemedik. Çünkü bunu komutan akıl eder.Manisa’ya gideydik, döküntü erlerden iyi kötü birbirlik meydana ge rirdik... Ge rdik mi, toplarıkoşardık. Koştuk mu, mille n a nı arabasını, öncegüzellikle isterdik, olmazsa zor döker alırdık.

Gözünün önüne ge r: Koşulu toplar yol boyunadizilmiş... Ardında, elli altmış araba, birkaç yüzhayvan... Bunların çevresinde bütün savaşdonanımıyla iki yüz üç yüz er... Yol boyundakiköylere böyle giriyoruz. Meydanda birkaç sözsöyle, tüfek cephane vereceğini bildir, a na binensana katılsın...— Hay Allah senin belanı versin KaraCehennem!.. Bunları dün gece söylemek yok mu?— Yok... Çünkü dün gece, yeteri kadarsıkışmadık... Bandırma’da sana bir şey dedim,aklında mı?— Ne gibi?— Mustafa Kemal Paşa için...— Evet, bir şeyler dedindi ama, şimditoparlayamıyorum.— “İzmir’in yolu Samsun’dan mı geçer?” dedim.“Kes rme yolu bu mudur?” diye alay e m.Düşünüyorum da, akıldan yana biz nerdeyiz,Mustafa Kemal nerde? İstanbul’dan 16 Mayıs’ta

yola çık : Yani, İzmir’e Yunan’ın girmesinden birgün sonra... Neden Samsun’a gideceğine,Bandırmaya gelmedi? Çünkü gerçek komutanlardurumun özelliğine göre burda yıldırım olupyakmaktansa; ordan gürlemenin daha etkiliolduğunu bilirler!— O kadarına aklım ermez ama, Manisa’yagitmek en doğrusuydu arkadaş! Buranın direnmegücünü kıran, hep Manisa’daki mutasarrıfbeymiş... Kaymakam Bey’in karın agnmasınauğraması da, Manisa mutasam nınnamussuzluğundan... Bizim bunca zamandırManisa’yı bulamamamız da o herifin işi... Evet,buralarda hiç eğlenmeden Manisa’yı tutacak k...Biraz düşündü. Ama komutan beyin “Bir delokomotif kaptırmayalım!” sözü de doğru...— Lokomo fler bizim mi ki kap rmaktankorkuyoruz? Düşmanın gözünü yıldıramazsak,toptan vatanı kap racağız! Aslını ararsan, buradada gereğini yap k sayılmaz. Gece, hırsız gibi geldik,bu pis hana sığındık. Sabahleyin, hancıya ocağıyakaramadık. Oysa, gece, dosdoğru... Kaymakam

yatağından kaldırılacak, gönlüyle gelmezse,sürütülecek . Doktor Münir Bey der ki, “Hangidurumda olursa olsun insanlar için yapılacak birçıkarlı iş vardır. Şurdan burdan yoklarsın, şurasınıburasını zorlarsın, azıcık kımılda n mı, durum sanadöndü demek r. O zaman meydana ge rdiğinkendi yeni durumun için de başarı umudu belirir!”derdi. Burda kalıp hükümet konağını elegeçirseydik; ya da Manisa’ya gidip döküntübirliklerle topları kımıldatsaydık, genel durumuniçinde, onu pek değiş rmeden, kendimize bir başkadurum meydana ge rmiş olurduk. Komutançağırıyor. Koş bakalım! “En kısa zamanda elbombalarını bulacak. ” dersin! Aklım kes , bugidişle, biz kemerlerimize el bombaları takınmadanbir lokma ekmek bile bulamayacağız!Selaha n çıkınca bir cigara yak . Filintasıkaryolaya dayalı duruyordu. “Bombasız olmaz.Çünkü Çakırcalı Mehmet Efelerin durumunadüştük... O pis heriflerin pis durumuna... ”Masa odanın kapısına konulmuş, sofaya,şimdilik, yedi sekiz iskemle ge rilmiş ki Reşat Bey

koşarak yukarı çıktı:— Geliyorlar beyim... Bunlar Hürriyet İ lafçı...Kaymakamı da önlerine katmışlar. Elebaşıları, eskimüderrislerden Hacı Nizame n Efendi... Kocasarıklı, gaga burunlu, köse herif...Kaymakam, kara çember sakallı, kamburca,kırklık bir adamdı. Yüzü, karın bozukluğundandeğilse bile, korkudan sararmış . Sır nda, havıdökülmüş bir eski setre, bacağında namazkılmaktan dizleri dışarı rlayıp paçaları baldırınaçıkmış, ince ak çizgili bir kara pantolon vardı.Teğmen Faruk’un nöbete girdigi merdivenbaşında, yerden alıp üçe böldüğü bir kandilliselamla albayı selamlamış, sonra Müderris HacıNizamettin Hoca’ya yol vermişti.Hacı Nizame n Efendi’nin sura asık . Gagaburnu bu aşıklığı birkaç kat ar rıyor, ince dudaklarıinatçı olduğunu, bu inatçılığın kincilikten geldiğinigösteriyordu.Çapraz fişeklikleri, nagant tabancası, uzunmavzeriyle Sabahlıkta dimdik duran çelimsiz

delikanlıya düşman gibi bakmış, önündeki masayayumruklarını dayayarak ayakta duran KolorduKomutanı’ın enikonu görmezden gelerek kasılakasıla gidip en baştaki iskemleye oturmuştu.Selaha n Bey, cigara gezdirdi, kahve sordu.İstemediler.Kâmil Bey’in ardı sıra direnmeden yana olduklarısöylenen dokuz kişi geldi. Bunlardan sonra da,başta polis komiseri olmak üzere, tarafsız geçinenBelediye Başkanı, tahrirat kâ bi, aynı zamandahukuk mahkemesi başkanı olan kadı, ceza reisi,üyeler, savcı yardımcısı, sorgu yargıcı, hükümetdoktoru, malmüdürü, vergi kâ bi, tapu memuru,nüfus memuru, tarım memurları, sofayıdoldurdular.Kaymakam, arada bir kekeleyip kelimeleriçiğneye çigneye söze başladı. Hasta yatağındankalkıp gelmiş . Müderris Hacı Nizame n HocaEfendi’nin ha rını kıramamış... Emir kuluymuş...İstanbul’dan aldığı emirlere boynu kıldaninceymiş...

— Metropolit Efendi hazretleriyle Rum çorbacıefendilerden bazıları da geleceklerdi ama, “Hele bizbir kere komutan beyi görelim de, sonra sizi deçağır rız icap ederse” dedik. Müderris HacıNizame n Hoca Efendi hazretleri böyle uygungördüler komutan beyefendi...— İyi etmişler! Uygunu budur. Evet, gerekirseonlarla da ayrıca görüşeceğim.Bekir Sami Bey oturmamıştı.Tüfeği masaya dayalıydı. Yumruklarına basarakkarşısındakileri ayrı ayrı gözden geçirdi. Bu işibitince önündeki kâğıtları ileri geri karıştırdı:— Toplanıp geldiğiniz için hepinize teşekkürederim efendiler! Durumu biliyorsunuz.Karşımızdakiler imzalarını tanımadılar.İmzaladığımız ateşkes anlaşmasında Yunan’ınİzmir’e çıkacağı yazılı değildi. Yalnız Yunan’ı İzmir’eçıkarmakla ye nmediler. Silahsız halka ateş e ler.Teslim olan erleri, subayları öldürdüler. Dahabeteri, memleke n içine doğru yürümeyebaşladılar. Öyle görünüyor ki, eğer biz, davranıp

vatanımızı korumaya başlamazsak, hiç durmadanyürüyecekler. Bir düşman bir memlekete girdi mi,orada milli varlığı, dini, ırzı yok eder. Bunu bizBalkan’da gördük, İstanbul, aylardan beri, düşmanbaskısı al ndadır. Ateşkes anlaşmasında yazılıolmadığı halde düşmanlarımız, İslam halifesininbaşken ne zırhlıları soktular. İstanbul hüküme buzırhlıların topları al ndadır. Ben üç gün önceİstanbul’daydım. Harbiye Nâzırı Paşa ilegörüştükten sonra buraya geldim. Bize düşennamus borcu, din borcu, kan borcu, düşmana karşıkoymak r. Balıkesir’den İstanbul’a giden üç kişilikbir heyete Dahiliye vekili bey, “Siz bize bakmayın!Davranın. Bizden teslim olma emri de alsanız kulakasmayacaksınız. Bize de başkaldırmış olacaksınız!”dedi. Aslında, Yunan’ın İzmir sınırından bir adımileriye atmasına, büyük devletlerin de razılıgıyoktur. Eğer biz davranır da, yolunu kesersek,vatanımızı düşman çizmeleriyle çiğnenmektenkurtarırız arkadaşlar!.. Aldığım raporlar düşmanınçok küçük birliklerle ilerlediğini gösteriyor. Korkarakgeliyor. Biz karşı durmadığımız için yürüyor. Aslınabakarsanız teslim olmanın hiçbir faydası yoktur.

İşte, İzmir’de karşı koymadık ne oldu? Geneinsanlar öldü, gene kadınlara saldırıldı. !Reşat Beyle Kâmil Bey’in yanında oturanlar BekirSami Bey’i can kulağıyla dinliyorlar, arada bir“Doğru” der gibi başlarını sallıyorlardı.Müderris Hacı Nizame n Efendi Hoca, oturduoturalı gözlerini yerden kaldırmamış, hiçbirkımıldama göstermemiş . Dinleyip dinlemediği bilebelli değildi.Bekir Sami Bey, karşılık bekler gibi susunca başınıkaldırdı:— Sizce Akhisar ne yapmalı kumandan bey?— Tutulacak iki yol var! Biri teslim olmak... “Bizteslim olacağız” derseniz, söz orada biter.— Öteki yol neymiş?— Davranıp kalkmak... Düşmanı durdurmayaçalışmak... Aldığım telgraflara göre Antalya’danBandırma’ya kadar her yerde, köyler, kasabalar,şehirler ayaklanıyor. Alaşehir’den bu sabah habergeldi: Alaşehir mille çoktan davranmış... Haklarını

korumak için dernekler kurmuş... İzmir’in Yunan’averilmesini kabul etmediklerini her yanabildirmişler. Hüseyin Paşaoğlu Mustafa Bey adındabir kahraman öne düşmüş... Eli silah tutanlarıbaşına toplamış... Daha şimdiden üç yüz silahlısıvar.— Üç yüz silahla cephaneyi nerden bulmuş buMustafa Bey?— Alaşehir kaymakamı, jandarma deposundançıkarıp vermiş...Müderrisle kaymakam birbirlerine bak lar.Kaymakam, boynunu bükmüş, elleriniovuşturmaya başlamıştı.Müderris Hacı Nizame n Hoca Efendi gagaburnunu yere eğerek öğrenci azarlar gibi kılçıklı birsesle konuştu:— Alaşehir’de neler olduğunu biz bilemeyiz!..Öyle diyorsunuz... Belki onlar öyle yap lar.Akhisar’a gelince... Akhisar, Manisa’nın burnudibi... Dün Manisa düştü dedilerdi. Bu saate kadarbaşka haber çıkmadı. Düşman, Alaşehir’e kadar

belki gitmez ama, buraya geleceğinden hiçşüpheniz olmasın? Düşmandan uzakta yiğitlenmekkolaydır. Biz her yanını düşündük. Gücümüzyetmezken efelenip çolugu çocuğu, ırzı namusuayak al na bırakmayı göze alamadık. Başımıza negelirse, razıyız. Tek, biz kışkırtmış olmayalım! ReşatBey takımına baktı. Öyle değil mi? Dün akşam böylekesişmedik miydi?— Düşünelim dedik, Hacı Efendi, kes ripatmadık.— Sen düşünelim dedin ama, yanındakileri çoğu,sonunda bizim dediğimize geldi. Doğrukonuşulacaksa, herkes kendi adına konuşmalı...Reşat Bey’in yüzü sapsarı oldu:— Ben kendi adıma konuşuyorum. Arkadaşlar,dün “Düşünelim” dedilerdi. Buraya enini boyunukonuşmaya gelmedik mi?— Konuşmak önceden gerek Reşat Bey... Taaönceden... Balkan Savaşı’ndan, seferberliktenönce... Aslını ararsan, Sultan Hamit gibi gölgeli birpadişahı indirmeden önce gerekti.

— Şimdi eski de erleri yoklamak ne işe yararNizamettin emmi? Sırası mı şunun?— Sırası... Ne güzel sırası... Başımıza gelenlerinsuçu kimin? Yunan’ın değil, haşaaââ... Yunanortada, kurban olduğum Allah’ın el ulağı... Suçlar,İ hatçı kudurganların... “Hürriyet” diye kara yılangibi ıslıklanarak kopasıca kafalarını kaldırdılar. Yedikralı parmağında oynatan peygamber halifesini itleşi gibi gâvur içlerine sürdüler. Yanımıza mıkalacak ? Orduya sen ben davası bulaş rdılar.Balkanın üç buçuk zibidi hüküme ne biziyendirdiler. Yanımıza mı kalacak ? Durduklarıyerde, yetmiş iki buçuk millete savaş aç lar.Yanımıza mı kalacak ? Yenildik. Ka as’ın karında,çölün ateşinde, gâvur içlerinde, ÇanakkaleBoğazları’nda mille n erkeklerini bire kadarkırdırdılar. Yanımıza mı kalacaktı? İşte gâvur yürüdügeldi, İslam ülkesine doldu. Yanımıza mı kalacak yoksa?.. Neye sustun Reşat Bey... Karşılık gelsin!Eskilerde siz böyle susan takımından değildiniz?Nerde sizin başınız olacak o sarhoş herif? BekirSami Bey’e döndü. Bunların burda bir başkanı vardı

kumandan bey, gece gündüz içerdi de, kasabanınortasına dikilip Müslüman’ın anasına avradınasöverdi!— Sövmezdi Nizame n Hoca!.. Hüseyin Bey’innerede olduğunu neden bilmezlenirsin? Bağdatönünde şehit düştüğünden haberin yok mu?— Hâşâââ... Sarhoştan şehit olmaz, şehit dinuğruna vuruşandan olur. Halife buyrultusuylavuruşmayana şehitlik yoktur yok... Sizin savaşınız,gâvur parası savaşı...Bekir Sami Bey araya girmeye çalıştı:— Eski meseleleri açmayalım Hoca Efendi. Eskimeseleleri açmanın ne faydası var! Biz şimdi kapıyadayanmış düşmana bakalım!..Müderris Hacı Nizame n Efendi, gözleriniiğrenmiş gibi kısarak Bekir Sami Bey’e döndü:— “Davranalım” diyorsunuz kumandan bey,Akhisar’ın adamıyla davranmak neye yarar? Haydibiz davranalım! Senin askerin ne kadar?— Benim askerim mi? Benim askerim... On

Yedinci Kolordu...— Nerde On Yedinci Kolordu?— İzmir’den çekiliyor. Bütün ağırlıklarıylaçekiliyor. Siz Osmanlı Devle ’ni yalnız Akhisargönüllülerine mi kaldı sandınız? Benim sizi burayatoplamamın sebebi şu... Direneceksiniz, cepheyiona göre kuracağım. Ardımı direnmeyi gözealamayanlara veremem.— Doğrusu, biz direnmek niye nde değiliz.Reaya komşularımızın ileri gelenleriyle konuştuk...Türk gelse, biz onları koruyacağız, Yunan gelse,onlar bizi koruyacak...— Yanılıyorsunuz Hoca Efendi! Menemenliler deböyle sanmışlar ama düşman gelince iş değişmiş...Sarhoşlayan yerli palikaryalar en önden,komşularının kızlarına saldırmışlar.— Bunlar hep İ hatçı yalanı... Bizim hepsindenhaberimiz var. Menemen’de, kurtla kuzu bir aradageziniyor. Sen buranın yabancısı olduğundan işiniçyüzünü bilemezsin kumandan bey...Davranılacaksa da, ileri geçmek, Akhisar’a düşmez.

Önümüzde kocaman Manisa var. Manisa alaykonağı... Hem de bir alay değil, orda birkaç alayeğleşir. Atlısı, yayası... Topçusu, makinelisi... HeleManisa vuruşmaya başlasın, o zaman Akhisarlıdüşünür, üstüne düşeni yapar. Sen meraklanma,biz başka yerin adamından geri kalır değiliz.Bekir Sami Bey’in yüzü gi kçe kızarıyor,deminden beri, ordulara ün salmış ö esinitutmaya, top gibi patlamamaya çalışıyordu:— Geri kalmazsınız... Biliyorum. Ama vakitbulursanız... Bu savaş işleri sizin kara kaplıkitaplarda yazılanlara benzemez Hoca Efendi...Bunun düzeni başkadır. Komşunun evi yanarkensizin ev sağlam kalmaz. Olmaya ki, başındanyardıma koşasınız. Benim burda boşunakaybedecek zamanım yok... Ben, çolugunuza,çocuğunuza acıyorum. Malınıza mülkünüze... Ama,siz acımazsanız ben hiç acımam! Oturup bekleyin!İş işten geçince, “Eyvah” demek, bakalım faydaverir mi? Akhisarlılar istemeseler de, burada bizcephe kuracağız. Vuruşacağız. Araya kan girdi mi,kimse kimseyi koruyamaz. Ben istedim ki, Akhisar,

düşman içinde kalmasın!— Kalırsa günah kimin? Günah İ hatçıların...İttihatçılar?OS vak yle ne derlerdi? “Millet kandır.Hükümet onun eridir. Erine karşı gelen karınıncezası şeria a yazılı. ” derlerdi. Memurdan,zap yeden yanıp yakılsak, erine karşı gelmiş karıgibi bizi terslerdiniz. Bunca yıl karı gibi kullanılmışmille en sen buğun ne hayır beklemektesin? Kendizap yesinden, bunca yıl, ödü yarılan millet, toplutüfekli düşmanın karşısına, ordusuz, silahsız nasılçıkabilir bakalım?Herif birden dikilmiş, gaga burnuyla, leşdidikleyen yaşlı bir akbabaya dönmüştü. Elinikaldırıp Bekir Sami Bey’i susturdu:— La neden uzatmalı kumandan bey... Sana birsorum var! Ver karşılığını, al Akhisar’ın askerini...Bekir Sami Bey birden umutlanmış .Yumruklarına abanarak boğuk bir sesle sordu:— Neymiş? Sorun bakalım!

— Kolordunun dağılmadığına... Elinizde bizisavunacak kadar asker, silah olduğuna yemin edermisin, Allah’ına, namusuna?..Bekir Sami, böyle bir isteği aklına hiç ge rmemişolmalı ki, sura birden karış . Bunaldığını bütünorda olanlar anladılar. İki kere elini kaldırdı, iki kereyutkundu.Eski müderris Hacı Nizame n Hoca’nın burayaçok hazırlıklı geldiği anlaşılıyordu. Kötü çürükmedrese man ğıyla adam kandırmanın ustasıolduğu belliydi. Sesine dost yakınlığından bir şeylerkatarak yavaşça konuştu:— Bizi sonuna kadar savunabileceğine yemin et,demiyoruz! Kötüsü gelince çolugumuzlaçocuğumuzla, yükte hafif pahada ağır malımızla,yürür hayvanlarımızla geriye çekilmemizisağlayabilir misin? Buna yemin edin...Namusunuza... Askerlik şerefinize...Bekir Sami Bey yapacağına yüzde yüzgüvenmediği işler için namus yemini edebilecekadamlardan değildi. Yüzünü ilk görenler,

Nizame n Hoca kadar kurnaz olmasalar da, bunuhemen anlarlardı. Nizame n hoca yeteri kadarbekledi., — Haklı mı Akhisarlı, kumandan bey?. — Değil Nizame n Hoca!.. Çünkü sen namussözünü ağzına alacak herif değilsin!Reşat Bey ayağa kalkmış . Bekir Sami Bey’e eliniuzatarak yalvardı:— Dur sen beyim!.. Dur da iki laf edeyim şusakallı papaza, şu sangından asılası kodoşa... Ulangaga burun pezevenk, sen ne zamandan berinamus la nı ağzına alır oldun? Ulan seni, ManisaMedresesi, parlak mollalara sulandığındandeflemedi mi? Ulan, sana namus sözünü versemneyinle tutacaksın rezil?.. Namus sözü, seniçalıklamaz mı? Senin ağzını yüzünü büküp seni...Haaa... Ulan sizden gelecek iyilik... Ulan bugün nasılbir gün ki... Hay Allah belanızı vere!..Nizame n Hoca’yla adamları sanki bu haykırışıbekliyorlarmış gibi hep birden kalkmışlar, hepbirden yürümüşlerdi. Bu kadar ucuz sıyrıldıklarına

sevindikleri gözlerindeki kurnaz ışıl lardananlaşılıyordu.Reşat Bey, arkalarından üç kere yere tükürdü. Eliayağı triyor, dişleri birbirine vuruyordu. Gülmeyeçalış . Subayların yüzlerine suç kendisininmiş de,bağışlanmasını yalvarıyormuş gibi acıyla baktı:— Özür dilerim kumandan bey... İşinize karış m.Karışmasam iyiydi ama, dayanamadım. Namussuzpapaz!.. Bunlardan gelecek iyilik hiç gelmesin!Nerden incelirse ordan kopsun! Bakın görürsünüzkomşular, “Dediydi” dersiniz! Buraya Yunangirerse, biz Yunan’dan çok kendi domuzlarımızdançekeceğiz!.. Başımıza ne gelirse bunlardangelecek... Yunan’a niçin karşı çıksm? Yunan bununöz kardeşi... Bunları Yunan’dan peydahlamış kahpeanaları... Bunları kesmedik de, rsatlarıelimizdeyken... Bunlar bizim Hürriyet I lafçılanmızkumandan bey... Bunlar bizim “Allah bir”dediğimize inanmazlar. Bunlar gâvur tohumugâvur...Arkada oturan, kırmızı fesli kravatlı adam ReşatBey’in sözünü kesti:

— Oldu mu ya, Reşat Bey... Onlar size gâvurdiyor, siz onlara gâvur diyorsunuz! Ne çık bundan?..— Gâvurlukla birlik olana gâvur denilmeyecekmi, doktor bey? Sen, ne bizdensin, ne onlardan...Dinin gibi doğru söyle... Suç bizim mi hep?..Reşat Bey’in “Doktor Bey” dediği ortaya yaşlıkırpık bıyıklı adam kendisini tanıttı:— Doktor Yedeksubay, Neca ... Bana sorarsanızefendim... Bah karalık bizim mille mizde... Bumille idare edenlerden birbirlerinin canına susamışiki ayrı par gibi görünüyorlar ya, görünüşe hiçaldanmamak... Bunların ikisi de bir elmanın yarısı...Ama, biri sertliğe başlasa, öteki yumuşaklığıtutuyor. Mille n bahtsızlığı bence burada... BalkanSavaşı’nda olsun, seferberlikte olsun, dümenİ lâfçıların elinde bulunsaydı, belki bu savaşlara hiçgirmezdik. Doğrusu da buydu, İ hatçılar biziuğursuz savaşlara aptalca soktular. Yendirdiler.Şimdiyse, dövüşmekten başka çaremiz kalmadı. Busefer de memleke n dümeni Hürriyet İ lâfçılarınelinde... Dövüşmezler. Dövüşmeyi akıllarına

ge rmezler. Oysa banş isteyen çağlarda, Hürriyetl lâfçılar başta olacak . Dövüş isteyen çağdaİ hatçılar... Özür dilerim. Bunlar sizin işinizikolaylaş racak sözler değil... İzin verin gidelim de,Nizame n Hoca takımının kasabaya salacağı paniğigücümüz ye ği kadar, önlemeye çalışalım! Kapıyabaktı. Sesini alçalttı. ReşatBey’le Kâmil Bey kardeşlerimiz nasıl düşünürlerbilmem ama, benim şu sıralar Akhisar’dan pekumudum yok... Siz hesabınızı ona göre yapınefendim, Türkçesi, şimdilik bizi adamdan saymayın!Cemil, soluklarını tutarak doktorun “Biziadamdan saymayın” sözüne karşı ötekilerden birtepki bekledi.Hiçbiri, hiçbir şey söylemedi. Hepsi de, cançekişen bir hastanın yanından çıkar gibi, başlarıönlerinde, ayaklarının ucuna basarak merdivenedoğru yürüdüler. Vatan millet anlayışı bir bakımadoğdukları yerle sınırlı olduğundan, bu insanlar için“Biz düşmana karşı çıkamayız” diyebilmek,gerçekten korkunçtu.

Gidenler, handan bozma otelin sofasında,karmakarışık iskemle kalabalığının elle tutulur halege rdiği iki ayrı boşluk bırakmışlardı. Nizame nHoca takımının bırak ğı boşluk üstesinden gelinirsoydandı. Ötekiler güçsüzlükleriyle utançlarını dabırakmışlardı ki, Cemil’in savaşçı erkekliğinedokunan da buydu.Bekir Sami Bey, yumruklarına dayanan duruşunuhâlâ bozmamış, gözleri kısık, boş duvara dalmıştı.Selahattin yere bakıyor, alt dudağını dişliyordu.Teğmen Faruk, merdiven başındaki nöbe dahabozmamıştı.— Bu iskemleleri aşağı götürsünler Selaha nBey!— İskemleleri mi?.. Evet komutanım!— Sonra gelin, bir şey yazacağız!Bahtsız On Yedinci Kolordu’nun, bahtsızkomutan vekili filintasını namlusundan tutupdipçiğini yerde sürükleyerek içeri çekildi.

Teğmen Faruk, emri duymamış , iri taneli yaşlar,çocuk sura nın, daha usturaya alışmamıştüylerinden duraklayarak akıyordu. Ağladığının bilefarkında olmadığı belliydi.

3Sabahtan beri görünmeyen hancı, on ikiye doğrubir ara, yukarı çıkmış, Teğmen Faruk’un “Neyiyeceğiz arkadaş?” sorusuna “Gidip bakayım, aşçıdükkânında ne var, ne yok” diyerek gene ortadankaybolmuştu.Teğmen Faruk, Cemil’e belli etmemeye çalışaraküçüncü defadır, saatine bakıyordu.— Kaç?— İkiyi geçiyor.— Acık k iyice... Bi şik odaya kulak verdi.Kendini işe kap rdı bizim komutan... Selaha nacından ölmüştür.— Nerde kaldı bu herif?— Hancı mı? Kuru fasulye ge rmeyikonukseverliğine yaraş rmamış r da, oğlak kebabıyap rmaya durmuştur! Sura nı as .Köpeklemesinden anladım gelmeyeceğini, orospugibi eğilip bükülmesinden...

Teğmen Faruk aç aç yutkundu:— Oğlak kebabı da hani, yenir mi yenir,yüzbaşım! Şimdi oğlak kebabı olmalı bir... Bir de,tereyağlı levrek...— Nerden aklına geldi?— Tereyağlı levrek mi? Dün gece düşümdeyedim bol bol...Yanına buzlu birayı da koymuşum...— “Aç tavuk kendini buğday ambarında sanır”hesabı desene...— Evet... Etsiz, sarı yüzünü buruşturarak üstüste yutkundu. Hem yiyorum, hem de, “Düşgörüyorsun oğlum Faruk. ” diyorum. Daldı. BizimBeykoz’da Meyhaneci Niko yapar. Balık yiyecekmisiniz, bizim Niko’nun gazinosuna gideceksiniz!..Ya da Yeniköy’deki Barba... Bilir misiniz oraları?..— Şöyle böyle...— Tadına doyulmaz... Pencereden puslu havayabak . Bugün mayısın kaçı? Bekledi. Yirmi dördü...

Deniz başladı çoktan... Bizde, meraklılar teknelerinisan sonuna doğru elden geçirirler. Kalafa malafa , boyası moyası... Oltalar, çapariler, tekirağları, ter plenir. Karpit lambasını yakar lüfereçıkarsın! Çaparide, salkım salkım izmaritler...— Depreşti gene balık avı tutkusu...— Evet! Gülümsedi. Evde herkes meraklıdır. Helebizim dayı bey... Birinci Ordu’nun ünlümüteahhitlerinden... Vurmuş parayı imanına...Denizde muş... Tek çi eden dört çi eye kadar boyboy kayık... Hamlacıların giyimlerini görseniz.Hidivin takımı sanırsını! Arabalarla arabacılar daona göre. Koruda düzinelerle av köpeği...Selamlıkta livreli uşaklar... Avın her çeşidinemeraklıdır bizim dayı... Keklikleri bakarsınız çi eyleavlamış, bakarsınız pırlanta yüzükle... Beni severdiçocukluğumdan beri avcılığa yatkın olduğum için...Yanından ayırmazdı. A ğımı vurur olduğumzaman on birime yeni basmışım. Şimdi tanıdığımal n saat, o zamanlar a p vurmamın armağanıdır.Gözlerini yumdu. Demin, Nizame n Hoca denilenrezil konuşuyordu. “Şunun ensesine iki kurşun

yapış rsam” dedim. Biraz daldı. Kurşunları enolmaz yere yapıştırdığımı gördükçe “Allah Allah”Jİİ diye şaşardı dayım, “Bu oğlan avanaklıktarahmetli babasına çek desem, bu keskin a cılıkneyin nesi?” diye çenesini kaşırdı. Babamın aptallığıgüzelim İstanbul’da, padişah yaverliğini bırakıpYemen’e gönüllü gitmesi... Benim avanaklığımGalatasaray’ı istemeyip “İlle Kuleli” diyetu urmam!.. Utanmış gibi yere bakarak güldü.Bizim dayının tutkularında biri de, padişah ya-*verligidir. Kuleli’den çık m, bu laf... Seferberliğibi rip döndüm gene bu laf... Bu sefer Bekir SamiBey’in yanına takılıp On Yedinci Kolordu’yagideceğimi duyunca, ar k kızmadı. Beni tepeden rnağa süzdü, “Serseri olduğuna hiç şüphemkalmadı oğlum. ” dedi, “padişah yaverliğiniistemeyişin önemli değil, bizim fakiranede rahatsızolman da haydi olağan, diyelim, ya şu İstanbul’unbunca güzel kadınını bırakıp nereye gidiyorsunavanak?” dedi, “Sakın bir yerlerde ağzındankaçırma, seni doktora gönderirler. Foyan meydanaçıkar. Kütüğüne ‘Delidir, daha yüksek rütbeye

çıkamaz’ diye yazarlar da, boşuna çabalamışolursun” dedi. Yüzbaşım, arada bir, balığıözlüyorum. Denizin kokusu burnumda tütüyor.Kışın lüfere çıkarsınız!.. Kar yağar, bir yandan... Sizcanlı lüferleri sandaldaki tavaya atarsınız biryandan... El ayak donmuş ama, içiniz sımsıcak... Hiçbalık tuttunuz mu?Cemil, soruyu duymadı. Dalmış . Kızgın kızgınsoluyordu. “Gözlerinde köpek yavrusu açlığıışıldayan şu çocuğa bak bir... Bir de, ‘Biz karıyız’demeye utanmayan heriflere bak!.. Akhisar’ıdüşmandan kurtarmak neden düşsün bu TeğmenFaruk’a?.. I bu mu öldürdü ki, bunasürütüyoruz?”— Bir şey mi sordunuz?— Hayır yüzbaşım...Dışarıda telaşlı ayak sesleri duyarak ikisi birdendikildiler.— “Herif savuştu” dedinizdi ama...— Yemek mi?

— Yemek değilse bile aşçının çırağıdır.Selahattin kapıyı hızla açtı:— Telgra aneye... Manisa istemiş... Çabuk...Tüfekleri de alın! Haydi...Bekir Sami Bey, ceke nin düğmelerini merdivenbaşında ilikledi, palaskasını yarısında kuşandı.Kalpağını kapı önünde düzeltti.Dışarı çık ğı zaman, kolordu komutan vekilliğineuygun ağırbaşlılığında hiçbir noksan yoktu. Ölçülüadımlarla haber ge ren çocuğun arkasındanyürüdü.“On Yedinci Kolordu Komutanı Bekir SamiBeyefendi’yle mi görüşüyorum efendim? BendenizTopçu Yüzbaşısı Rasim... On Yedinci KolorduKomutanı Bekir Sami Beyefendi makine başındamıdır?”“Evet Yüzbaşı Rasim Bey... Ben, On YedinciKolordu Komutan Vekili Bekir Sami... Mevkikomutanı Ahmet Zeki Bey yanınızda mı?”“Ahmet Zeki Bey, yerinde efendim. Ben buraya

türlü oyunlarla gelebildim efendim. Telgra aneyiManisa mutasarrı göz al na aldırdığından,şimdiye kadar konuşmak mümkün olamamış... Oratelgra anesi de Akhisar kaymakamlığıncatutulmuş... ”“Manisa’da durum nasıldır Rasim Bey?.. ”“Durum burada çok karışık efendim. Halk ikiyebölünmüştür. Bir kısmı önceleri “Direnelim”demişler. Bunlar demişler ki efendim, Topçualayıyla yaya taburu Menemen sırtlarını tutsun, bizde gönüllü yazılıp onları destekleyelim’ demişler. ”“Çokluk bunlarda mıymış Rasim Bey, çokluk?.. ”“Çokluk evet... Önceleri çoklukmuşlar. Buradavak yle bir İslam derneği kurulmuş efendim,Mü ü Efendi’nin başkanlığında kurulmuş budemek... ”“Mü ü Efendi, direnmekten yana mı? Aman buçok önemlidir Rasim Bey!”“Evet efendim. Direnmeden yana Mü ü Efendi.Burada İzmirli Vasıf Bey var. Halkı coşturmuş bir


Like this book? You can publish your book online for free in a few minutes!
Create your own flipbook