aralık... Ama, sonradan iş değiş . Bahri Bey’ikaçırdılar. \"“Anlamadım. Kimi kaçırdılar? Kim kaçırıldı?Topları mı? Bahri Bey, Topçu mu?“Hayır efendim. Bahri Bey, Manisa’nın ilerigelenlerinden biri... Gayet ateşliymiş... Bendenizgöremedim. ‘Bire kalıncaya kadar kırılmadıkçaManisa düşmana bırakılmaz’ diye çok bağırmış, buBahri Bey... Sonunda teslimden yana olanlar, BahriBey’i az kalmış paralayacaklarmış... Kaçıpkurtulmuş efendim. ” “Kimler teslimden yanaolanlar?”“Başta Mutasarrıf Hüsnü Bey... Belediyeüyelerinden Hafız... ” “Adı yok mu?”“Yok efendim. Varsa da bendeniz öğrenemedim.‘Hafız’, diyorlar. ”“Başka?”“Başka, ileri gelenlerden birkaç kişi... ”“Peki... Bunların hesabı sonra sorulur. Topları neyap nız? Yola çıkardınız mı? Kaç top çıkardınız?
Cephanesi ne kadar?.. Yaya taburu da yolda mıdır?Tutarı kaç kişi... ”“Efendim... Toplar meselesi... Topları... MevkiKomutanı Ahmet Zeki Bey, Bandırma’dan çek ğiniztelgra almış... Hemen emirleriniz yerine ge rmekiçin davranmış... Ama, topçu alayının erleri de, yayataburunun erleri de, çeşit çeşit bozguncu haberlerlepaniğe tutulup savuşmuşlar. Ahmet Zeki Bey, kalanaskerlerle... ”“Kaç kişi bunlar? Tutarını verin Rasim Bey?\"“Topçu alayında 45-50 er... Yaya taburunda 50-60 er efendim... ”“Bu kadar adam, sekiz tane topu koşup yolaçıkaramamış mı? Yazıklar olsun! Bandırma’danbildirmiş m, ’10, 5’luk dağ obüs koşulu topları nepahasına olursa olsun, isterim’ demiştim!”“Emriniz üzerine Ahmet Zeki Bey, toplarıkoşmuşlar efendim... ”“Hay Allah müstahakını versin! Söylesenizeefendim, bunu daha önce söylesenize... ”
“Emredersiniz efendim... Söylüyorum efendim...Şimdi, Ahmet Zeki Bey’in raporunu yazdıracağımefendim: Akhisar’da On Yedinci Kolordu KomutanıAlbay Bekir Sami Bey’e: Manisa’da bulunanbirliklerle ellerindeki silahların, cephanelerin başkayere taşınması için Rasim Bey’le gönderdiğimiz emri24-51919 saat 5 öncede aldım. Bandırma’dangönderilen emir üzerine makineli tüfeklerle toplar,kaldırtabildigim kadar cephane, elde bulunanerlerin, vatansever ManisalIların yardımıylakasabanın dışarısına çıkarılmış idi. Yerli Rumların,onlarla birlik olan Türklerin kışkırtmasıyla buradakiİngiliz siyasi temsilcisi Üsteğmen Elkanhayım,arkamızdan ye ş . Hüküme mizin imzaladığıateşkes anlaşması gereğince, silahlarla birliklerin yerdeğiş rmeyeceğini bildirdi. Sözü dinlenmezse,kuvvet kullanacağını, subayları yakalayarak MaltaAdası’na süreceğini söyleyerek, “Toplar ambara,birlikler kışlaya dönecek” diye yazılı emir vermiş r.Bu yazılı emir kolorduya ulaş nlmak üzere TopçuYüzbaşısı Rasim Bey’e imzası karşılığı teslimedilmiş r. Ayrıca, istasyonda bulunan Fransızbirliğinin komutanı yüzbaşı da, İngiliz üsteğmeninin
bu emrini hükümeti adına tekrarlamıştır. Buna karşıbiz, geri ge rdiğimiz topları, makineli tüfekleri,cephaneyi gece vak , el ayak çekildikten sonra,karanlıktan yararlanarak yeniden yola çıkarmayıtasarlamış k. Bu iş için, bize yardım sözü verenler,arabalarını, hayvanlarım, belli saa e ambarınyakınına ge receklerdi. Bunlar, bize bu yardımıancak, üç saatlik bir yere kadar yapabileceklerini,daha ileriye gidemeyeceklerini söyledikleri halde,gece sözleş ğimiz saa e, buluşma yerine pek azhayvanla birkaç araba ancak gelmiş, diğerleri,aralıksız yapılan bozguncu propagandalarla korkupcaymışlardır. Makineli tüfeklerle toplardan başka,binlerce mavzer, milyonlarca mermi, ayfica 200yataklı bir hastanenin bütün araçlarıylaavadanlıkları, götürülemeyeceğinden bunlarındüşmana bırakılması zorunluluğu karşısındakalınmış r. Rasim Bey gece sizden emir ge rirge rmez yeniden davranılmış, her ne pahasınaolursa olsun, yaya taburu ile, topsuz olarak,59’uncu sahra topçu alayının birinci taburu eldebulunan taşıtlarla Salihli kasabasına doğru yolçıkarılmış, 57’nci alay dağ obüs taburu da, halktan
bazılarının yardımıyla gene kasaba dışansınaçıkarılmış ise de, teslim olmaya karar verenkasabalılar ye şip halkı ürkütüp dağı ğındanmemleket içinde güvenliğin bozulması, belki de kandökülmesi umulur olmakla, Yüzbaşı Rasim Bey, herne kadar sorumluluğu yükleneceğini söylemişse deelinde ve elimde hiçbir yazılı emir bulunmadığı için,emri kumanda kendilerine bırakılmamış r. RasimBey, kasaba ileri gelenleriyle görüşmüş, gündelikleadam bulup topları koşulu bir halde bekletmiş, buarada vuruşmadan yana olanlara, ambardabulunan piyade tüfeklerinin yeteri cephanesiyledağı lması bendenize söylenmiş ise de, ne idügübelirsiz, kimliği bilinmez adamlara silah dağıtmanınsorumluluğu emirsiz yüklenilememiş, düşmanakarşı kullanmak üzere verilecek bu silahların, Allahgöstermesin, memleke n yağmasında kullanılmasıkuşkusu, bazı kasaba ileri gelenlerince ilerisürüldüğünden bu istek de yerine ge rilememiş r.Bunu duyan top başındakiler, ‘ille silah’ diyedayatmalarıyla, kendilerine her ne kadar ‘silahverilecek ama, şehirden çıkınca verilecek’ denilmişise de dinlemeyip dağılmışlardır. Bu yüzden
emrinize uyularak toplar yola çıkarılamamış r.Çıkarılması için gerekli adam, taşıt, hayvan dayoktur. Kalmamış r. Rasim Bey’in dönüştebildireceği üzere, erat saa en saate savuşmaktadır.Elimizde, sekiz subay bulunmaktadır. Gerek alaylar,gerekse asker besleme komisyonu ambarları, 200yataklı hastanenin bütün eşyası, silahlarlacephaneler, düşman geldiği takdirde, bırakılıpeldeki eratla subayların geri çek rilipçek rilmeyeceginin acele bildirilmesi lazımdır.Emirlerinizi yalvararak beklediğimi bildiririmefendim. Manisa Mevki Komutanı Ahmet Zeki. İşteAhmet Zeki Bey’in yazısını yazdırdım efendim!”“Hay Allah kahretsin! Deli mi bu herif?.. RasimBey, İngiliz teğmeninin yanında kaç kişilik kuvvetvar?”“Hiç kuvvet yoktur efendim!”“Hiç kuvvet yok mu? Allah belanızı versinherifler... ‘Gâvur bizi alda ’ desenize... Kuvvetolmayınca, yazılı emrin ne değeri vardı da, siztopları... Siz topları, diyorum... ”
“Efendim... Bendeniz gelmeden önce, durumbiraz daha iyiceymiş... Manisa ileri gelenlerindedövüşmeyi göze alanlar, ‘İlk ağızda toplar da,makineliler de, yeteri kadar cephaneyle çıkabilirdi,Ahmet Zeki Bey kaltabanlık e ’ dediler. Sonradurum bozulmuş... Yerli Rumlar, ‘Bu işe her kimyardım ederse, Yunan komutanlığına bildiriras rırız’ demişler. Bunun üstüne, o zamana kadarcanla başla yardıma koşanlar, çil yavrusu gibidağılmış... Bakın efendim! Burada iki telgraf varefendim. Akhisar’a ya çekilmiş de bize verilmemiş,ya da mutasarrıf beyin emriyle hiç çekilmemiş... ”“Nasıl telgraflar? Kimden geliyor? Ne diyor?”“Efendim birisi 56’ncı tümen komutanının...Hürrem Bey’in... Ayvalık çevresi komutanlığınasoruyor. 172’nci AlayKomutam Yarbay Ali Bey’e... ”“Uzatmayın! Ne soruyor?”“Tıpkısını veriyorum efendim: ‘Ayvalık çevresikomutanlığına: İzmir 20 Mayıs -Şu anda birliğinizindurumunu çok acele olarak bildiriniz. ’ Ali Bey
hemen şu karşılığı vermiş. ‘Ayvalık 20-21 Mayıs1919 İzmir’de Tümen 56 Komutanlıgı’na: Alayınher bir eri, demirden birer kale gibi yerindeduruyor. Her çeşit kancıklığa karşılık vermeye hazır.Alayımın ve çevremde bulunan bütün mille nvatan uğruna canını vermek isteğiyle her çeşitzorluğu göze aldığını bildiririm. ’ Efendim, butelgra ndan, Ali Bey’in herhangi bir askerçıkarmaya silahla karşı duracağı anlaşılıyor. ”“Kendisini tanırım. Silahla karşı koyacaktır. ”“ikinci telgraf, Bergama silahlar-cephanelerkomisyonu reisinden... Nuri Efendi... TeğmenNuri... ”“Anlayamadım. Komisyon başkanının rütbesiteğmen mi?” “Evet efendim. Üsteğmen NuriEfendi. Telgra size çekmiş. Veriyorum: ‘On YedinciKolordu Komutanlıgı’na: Manisa’nın Yunanlılarcaalındığı haberi burada ağızdan ağza söylenmeyebaşlamış r. 200 kişilik bir başıbozuk birliğimeydana ge rildi. Manisa düşerse, geri kalansilahları hemen halka dağıtacağım. Manisa’nındüşüp düşmediğinin davranışımın doğru görülüp
görülmediğinin acele bildirilmesi, makine başında,saygıyla rica olunur. ” “Bitti mi?”“Bitti efendim, bu kadar. ”“Ayvalık’ta Ali Bey’e bir telgraf çek rin!..Gözlerini öptüğümü söyleyin! ‘Kardeşim’ kelimesiniunutmayın! Bergama’da Teğmen Nuri Bey’e telgrafçekin. Manisa’nın daha düşmediğini, ama, bugidişle düşeceğini, burada kendisi gibi bir babayiğitbulunmadığı için düşeceğini söyleyin... Anladınızmı?”“Anladım efendim!”“Deyin ki, ‘Gözlerini öperim arslan oğlum... ’deyin... ‘Bergama’da dilediğin gibi davranabilirsin.Yolunu bulursan, sonuçlan On Yedinci KolorduKomutam Vekilliği’ne bildir’ deyin... Durun! Sizegelince: Hemen Ahmet Zeki olacak kaltabanıbulunuz! Parayla adam tutarak, zor kullanarak,topları, makinelileri, bütün cephaneyi Salihli’yedoğru yola çıkarınız! Erlerin dağılmasına meydanvermeyiniz! Bütün subayları bir anda isterim. ”“Mümkün olamazsa efendim?.. Gücümüz
yetmezse?”“Neye yetmiyor? Toplara mı? 10, 5’luk dağobüslerini isterim. Zorda kalırsanız vuruşarakçıkacaksınız!.. ”“Olmazsa, kasabanın içinde mi vuruşalım, yoksaerleri silahlarıyla alıp çıkayım mı efendim?”Bekir Sami Bey, bıyıklarını çekiş rerek birazdüşündü. Topçu Yüzbaşısı Rasim Bey, durumda birçapraşıklık görmese topların bırakılması üstünde bukadar durmazdı.“Topları kurtarmaya çalışın. Sonuna kadarçalışın... Gücünüzün yetmeyeceğini kesinkesanlarsanız, son kertede erleri silahlarıyla alıpçıkabilirsiniz. Taburlar, Salihli üstüne çekilsin!Ahmet Zeki denen kaltabanı Manisa’nın ortasındaasar da çıkarsanız, vatana çok büyük bir iyilikedersiniz. Allah yardımcınız olsun! Gözleriniziöperim!”“Efendim, Akhisar kaymakamı, bizi bekliyor birdaha görüştürmez. Eğer sizce bir zararı yoksa, biraztelgra anede kalır mısınız? Belki çok acele bir
durum olur. Görüşmemiz lazım gelir. ” “Doğru...Haklısınız! Burada bekleyeceğiz. Sizden ikinci birhaber gelene kadar buradayız! Kendiniz koruyun!Eğer görüşemezsek, sizi burada bekliyoruz!Manisa’yı boşaltacak birliği nerede bulabileceğimizisubaylarla kararlaştırıp hemen buraya yetişin!”Yemeği filan unutmuşlar, dördü de, gözlerinitelgraf makinesine dikprek, hiç konuşmadan,beklemeye başlamışlardı.Bir ha alık kırçıl raşıyla şişman telgrafçı, biryandan birikmiş telgrafları çeker, karşıdanverilenleri alırken, zanaa nın birdenbire bu kadarönem kazanmasıyla övündüğünü saklamıyor,elinin, seyredenlere hiç de güven vermeyen gevşek tremeleriy-'* le makinesini, dalgın, yarı uyur,tıkırdatıyordu.Subaylar somurtkan fakat dikkatliydiler.Manisa’nın daha düşmemiş olmasına, Ahmet Zekiadlı meslektaşlarının kaltabanlığı yüzünden hiçsevinememişlerdi. Bir subay arkadaşın bu kadartabansız olabileceğini akılları almıyordu. Bununlayaşlı telgrafçının kasın sı arasında bir ilin görerek,
utanç duyuyorlardı.Bekir Sami Bey, içlerinde yeni bir şeylerbulacakmış gibi Manisa’dan aldıkları telgraflarıincelemeye dalmıştı.Cemil, “Savsaklayan asılır” sözünün Bandırma’dakalmış olmasını birden fark e . Komutan bu kalıbı,ya hiç aklına ge rmemiş , ya da güçsüzlüğükarşısında gülünç olacağını sezmiş . “Rasim Bey’inyerine biz gideydik bir şey yapabilir miydik acaba?”diye düşündü, “Topları kasabanın dışarısına kadargötürdükten sonra, alır gelirdim yüzde yüz... Alırgelirdim sanırım. Koşulu topları insan nasıl olsa,sürer çıkarır! Bunalınca, çekersin tabancayı...Dayarsın İngiliz’in göğsüne... ‘Geri bas! Def ol!’ diyegülersin... ”Selaha n üçüncü defa esnedi, belli belirsizgerindi. Bir sıkın sı varmış gibi kıvranıyordu. Yüzüadamakıllı çökmüş, derisini yeşile yakın bir sarılıkkaplamış . Gözleri kıpkırmızıydı. “Çok kızdıbizimki... Nizame n Hoca konuşurken az kalsın,çene kemiğini kıracaktı, dişlerini sıkmaktan... ”
— Tüccar telgrafı efendim...— İstanbul’dan Manifaturacı Ha zgillerekomisyoncusundan...— Birini hastaneye ya rmışlar da, onu haberveriyorlar.Telgrafçı, aldığı telgrafları böylece özetliyor, heryeni takır da dikkat kedilen subaylarırahatlandırmaya çalışıyordu.Bekir Sami Bey bir cigara yak , iki çekip, dalgın,bastırdı:— Ayvalık’ı bulabilir miyiz acaba? Yarbay AliBey’i?..— İsterseniz bir deneyelim!— İyi olur. Orasını bulamazsak, Bergama’yıçıkarmaya çalışın! Ya da Balıkesir’i...Telgrafçı, ağır bir işe sıvanıyormuş gibitoparlandı.— Önce Bergama’dan Komisyon BaşkanıTeğmen Nuri Efendi’yi çağıralım makine başına...
— Olur!Maniple, hamarat hamarat takırdamaya başladı.Takır lar bir ara duruyor, sonra yenidenduyuluyordu. Telgrafçı bilgiçti, sabırlıydı:— Kınık karşılık vermiyor, komutan bey... Kınıkepeyden beri uyuyor. Bir de Manisa üstündenbakalım!..Selaha n gene avcunun içine esnedi,dirsekleriyle gövdesini sıktı.Cemil, gözleriyle “Ne var?” diye soracak ki,merdivenlerde ayak sesi duyarak kapıya baktı.— Yusuf Bey nerde, Yusuf Bey?..— N’apacaksm Yusuf Bey’i Gâvur Efe?— Lazım...— Neye lazım?.. Yoksa habersizden senin evegider oldu da...— Kaymakam bey gönderdi oğlum... Biz bugünebugün, kaymakam ulağıyız...
— Hastir ordan sarhoş kerata...— Yusuf Bey!.. Ula Yusuf Bey!..Yusuf Bey, eli maniplenin üstünde, dışarıdakikonuşmayı J2I dinliyordu. Şaş ğı yüzündenbelliydi. Kalkıp çıktı.Cemil, kapıya yakın oturan Teğmen Faruk’agözüyle “Bak bakalım” dedi. %— Kaymakam beyin emri...Sarhoşun sesi birden kesilmiş, sıl halinegelmişti.Faruk kapıdan kulak verdi. ', §— Sen diyemez misin? Nasıl diyemez mişsin?..Kaymakam beyin emri olunca... Ulan siz,Akhisar’ımızı yak racak mısınız göz göre göre?..Çoluk çocuk?.. İki yabanın yüzünden koca birkasaba ateşe mi verilsin?.. Susmam! Bizim saklı gizliişimiz yok... “Çıksınlar” dedi kaymakam bey...Telgra aneden çıkmazlarsa ortalık karışacak ki, görneler olacak... Sen diyemez misin? Demeyiver!..Sen demeyince diyen mi bulunmaz! Ben derim!
Faruk eşikten sordu:— Kimsin? Ne istiyorsun? ı— Kimsem kimim... Beni Akhisarlı yedidenyetmişe tanır! Nerde sizin komutanınız! Kaymakambeyden ulak geldim!— Yanaş öyleyse... Komutan bey burada...Gişedeki postacının “Gâvur Efe” dediği herifgöründü. Ellilik bir adamdı. Yüzü güneşten yanmış,kara meşine dönmüştü. Boyalı pos bıyıklar ikiyandan çenesine doğru iniyor, çenesinden sonra,koç boynuzları gibi bükülüyordu.Kılığı zeybekle esnaf arasıydı. Şalvanmsıpantolonunu kara kaytanla, cepkenimsi yeleğinisırmayla işletmiş . Belinde şal kuşak, bununüstünde meşinden gayret kemeri vardı. Bu kemere,bir kara kulak pala bıçağı sokmuştu. Kısa boyluydu.Bacakları sıska, boynu pehlivan enseleri gibi kalındı.Kara sura ter içindeydi. Ağzının şarap kokusu,odayı birden doldurmuştu.On Yedinci Kolordu Komutan Vekili Albay Bekir
Sami Bey, suratını asarak sordu:Ne diyor kaymakam bey?— Sen misin komutanları bunların?..— Kaymakam bey, ne diyor dedim!_ Ne diyecek... Çıkacaksınız telgrafhanemizden...— Neden çıkacakmışız?— Kaymakam beyin yanında çorbacılar var.Hocalar var. Fransız yüzbaşısı var. Millet,kaymakam beyin yanında... Çıkacaksınız bizimtelgrafhanemizden...— Çıkmazsak?..— Çıkmazsanız, gâvurlar telgra anemiziyakacaklar. Habersizden yakacaklardı ya,kaymakam beyin ha rını saydılar. “Bizden bir kezdemesi... ” dediler.— Kaymakam bey, senden başkasını bulamadımı, buraya gönderecek?..— Beni beğenemedin mi, komutan bey?..
Allahın yara ğı bir adamı kötü gördün mücehennemliksin...Selaha n ayağa kalk . Gözleri kan içindeydi.Dudaklarını yalayarak yutkunuyordu.Bekir Sami Bey, “Siz bırakın” anlamına elinisalladı:— Çıkmazsak nasıl yakacaklarmış burayı?— Bildiğin gibi... Gazyağı dökerekten... Gazyağıtenekelerini çoktan birik rdiler. Tapu dairesininönüne... Delikanlıları Yorgi Kaptan güç iletutmakta... “İyilikle çıkmazlarsa, kendileri bilir.Kasabamıza ateş düşürenleri bakın bakalım sağbırakır mıyız” dediler. Yemin içmiş kefere takımı...Kefere takımının yemini bizim İslam’ımızın kaypakyeminine benzemez ha... Kaymakam Bey dedi ki...“Hem telgra anemizden çıksınlar, hem dekasabamızdan çıkıp gitsinler. ” dedi. Tepedengözcüler bayrakla işaret vermişler. Yunanaskerlerinin ucu ovada görünmüş... Dürbünlegörünme değil haaa. . -. Çıplak gözle... Yunankomutanı demiş ki... “İçerde komutan momutan
olduğunu duydum. Çıkarsa çıkar, çıkmazsa,kasabayı topa tutanın da... Yakarım. \" demiş...Çıkacaksınız kasabamızdan... Kaymakam beyinbaşına toplananlar “Ulan Gâvur Efe! Git söyle!Bizim kendi sılasında savaşsın. ” dediler.— Peki... Sen git! Biz birazdan Kaymakam beyinYanına geliriz. Oradakiler de dağılmasınlar.“Komutanın iki çift sözü var. ” dersin!— Olmaz!.. “Ne biz gideriz, ne onlar gelsin”dediler. Size izin otele kadar... Otelin düz yolundansaptınız mı, kaymakam beyden günah gider.— Günah giderse n’olurmuş?— Berbatlık olacak ki, tarih kitaplarınınyazmadığı berbatlık... Üstünüze pencerelerdenkurşun a lması bile yazılı... Benden sana öğüt,komutan bey, otelden ötenizi beriniz alın da, trenistasyonunu tutmaya bakın!— Tren var mı?— Kaymakam bey dedi ki, “Trenin olupolmadığına bakmasınlar” dedi. Fransız komutanı,
“İstasyona gelsinler, ben onları savunurum. Sağesen trene bindiririm” demiş... Haydi, gidin gülegüle... Dur aman lafa tutuldum da, geç kaldım. Biziburaya saat tutmacasma gönderdiler komutanbey, senin haberin yok! “Bu günleri başka günlerebenzetme Gâvur Efe” dediler, “Boşboğazlığındepreşir de, lafa koşulursan, gerisini kendin düşün”dediler, “Girmenle çıkman bir olacak... Seninkisi ikilaf... ” dediler, “Hiç korkma! Elçisin! Başına bir işgelebilemez” dediler.Önce alışkanlıkla ellerini göbeğinin al nabağlayarak boynunu büktü. Sonra aklına negeldiyse geldi, gerdanını şişirerek elini bıyığına a pkasıldı:— Bizden size, bilirseniz, bu elçilik, HızırPeygamber arkalaması... Yoksa yandığınız gündühaaa... Bir yeyin de, Gâvur Efe’ye ölene kadar bindua edin!İnce bacakları üstünde, yüklü eşek gibi burularakçıktı.Telgraf odasında, çürümüş insan e kokusuna
benzer, pis bir şey bırakmıştı.Bekir Sami Bey, pencereden bakan Faruk’asordu:— Ne var dışarıda Faruk Efendi?— Hiç komutanım... Sokak bomboş...— Çoluk çocuk?.. Kadın madın?..— Yok komutanım...— Bunlar edepsizlenecekler... Direnmek olmaz.Cemil Bey, lü en telgrafçı efendiyi çagırm! DurumuRasim Bey’e bildirelim. Sonra ne yapacağımızıotelde konuşuruz.— Kasabadan çıkamayız sanırım efendim.— Neden?— Başıbozuk paşası gelecek ya, bu akşam...— Evet... Ne yapalım peki?Cemil, Selaha n’e bak . Selaha n iskemleninarkalığını tutmuştu, konuşulanları duymamışabenziyordu. Yüzünün derisi, büsbütün kemiklerine
sarılmış, birkaç saat içinde, sanki bir deri bir kemikdenecek kadar zayıflamıştı.— Hele siz telgrafçı efendiyi çağırın da...Cemil dışarı çık . Yusuf Efendi’yi göremedi. Gişeboştu, iki kere seslendi, karşılık alamayınca, kapalıodaların kapılarını birer birer açıp baktı.— Kime baktın efendi?Bunu merdiven başından yaşlı bir adamsoruyordu.— Telgrafçı efendi gitti. Hep gittiler memurlar...— Sen kimsin?— Kaymakamın odacısıyım.— Ne arıyorsun burada?— Kapıyı kilitlemeye geldim. Kaymakam bey,“Git kitle, anahtarı bana getir. ” dedi.— Peki...Bekir Sami Bey, durumu öğrenince, bir zaman,telgraf makinesine daldı. Makine kıvrılıp sarkmış
kâğıt bandıyla karnı açi#mış bir garip hayvanabenziyordu.— Gaz tenekelerini karşı kaldırıma taşıyorlarkomutan bey... Niyetleri gerçekten bozukbunların...Bekir Sami Bey’in yüzünden acı bir gülümsemegeçti:— Gidelim arkadaşlar. Reşat Bey, belki otelebirini yollar. Ona göre ne yapacağımızı düşünürüz.Bu durumda, Halit Paşa’nın buraya gelip bizimlegörüşebileceğini sanmıyorum ar k... Yunan’dasilahlı adamlar getirirse o başka...Kalktı. Çıkıyordu.Cemil yolunu kesti:— Durun efendim!.. Sarhoş herif, pencerelerdenkurşun sıkma lafı etti.— Yok canım!.. Böyle bir şeyi kimse göze alamaz.— Alamaz ama, biz alabilirlermiş gibi davranalım.— Ne yapacaksınız?
— Şöyle düşündüm. Faruk Efendi önden çıksın.Yavaş yavaş yürüyerek hükümet konağınasapılacak köşeyi tutsun. Bize doğru dönüp buyandaki evlerin pencerelerini kollasın. Karşıda ikitane kapalı dükkânla, caminin duvan var. Demek ki,tehlike bizim bulunduğumuz yönde... Faruk Efendiköşeyi tutunca siz, Selaha n’le birlikte çıkar evlerinsaçak al ndan gidersiniz. Ben, üç dört adımarkanızdan karşı kaldırımda yürürüm. Ateş edilirse,siz hiç çıkmayın. Biz, Faruk Efendi’yle sizin otelegitmenizi sağlamaya çalışırız!— Olur.Teğmen Faruk, namluya fişek sürdü. Telaşsızadımlarla çıktı.Pencerede beklediler.Koyu kül rengi bulutlar büsbütün alçalmış, yağlıbir duman halinde, evlerin bacalarına sürünmeyebaşlamış . Islak bandıralar, Afrika bitkilerinindikenli geniş yaprakları gibi sallanıyor, bu düşmansokağa bir Afrika ormanının kuşkulu kımıldanışınıveriyordu.
Cemil, bir adım arkasında duran Selaha n’inkesik kesik soluduğunu duydu. Hasta mı, kızgın mı,anlayamadı.Teğmen Faruk’u gördüler.Sağ elinde tu uğu mavzeriyle, sokağın tamortasında insanı sıkış racak bir rahatlıklayürüyordu.Cemil, olmakta olan bir şeye bakıyor gibi değil,çok eskiden geçmiş bir olayı gözünün önünegetiriyor gibi, karışık bir duyguya kapıldı.Faruk, yukardan bakıldığı için, büsbütün çelimsizgörünüyor, bu çelimsiz görünüşü yiğitliğini yüz katartmyordu. Duvarın köşesinde yetişti. Nöbetteymişgibi, birden dikilip döndü, beklemeye başladı.— Haydi Selahattin Bey...— Buyrun komutanım!..Cemil de arkalarından yürüdü.Dış kapının önünde, kocaman bir anahtarla odacıbekliyordu. Mavi gözlerinde suçluların kaypak
bakışları vardı. Bir eli göbeğinde, komutan beyiselamladı. Kısık bir sesle konuştu:— Reşat Bey dedi ki... “Beklesinler, ortalıkkarannca Halit Paşa gelip onları bulacak” dedi.Reşat Bey, bize hısım olur, beyim! Biz hep sizdeniz!— Peki... Sağ ol baba...Cemil, belki de yaşlı odacının sözlerindenduyduğu mutlulukla sokağa gayet kuşkusuzçıkmıştı.Filintasını sol eline alarak tabancasının kılı nıtelaşsız açtı.Sokağın genişliği yedi sekiz metreden ar kdeğildi. Bu kadar açıklıkta, Parabellum’un filintadandaha iyi iş göreceğini düşünmüştü.Sağ elini tabancasının kabzasına yakın tutuyor,şakaya aldığı, kabaydı bir kasın yla yürüyordu.“Hazır sokağa çıkmışken, bir açık dükkân bulsak dabiraz ekmek peynir uydursak!”Aralarında yirmi adım kalınca, Faruk’a “Yürü”işaretini verdi.
Böylece, kalın yağmur bulutlarının alacakaranlığıiçinde, bomboş sokağın son köşesine kadar gittiler.Dönemeci kıvrılınca Faruk duralamıştı.— Azıttılar bunlar işi komutanım...Bavullar otelin kapısı önüne çıkarılmış, Bekir SamiBey’in filintası bunların yanında duvaradayatılmıştı.— Ne olursa olsun, ben bu hanemin bir kulağınıkeseceğim...— Bulursan kesmemezlik etme!..— Çoktaaan... .Bekir Sami Bey, ö esini belli etmemeye çalışarakemretti:— Kapıyı kırınız!Cemil enikonu keyifli bir sesle karşılık verdi:— Hiç istemez komutanım! Herifin pis sura mgörmektense... Emrederseniz, askerlik şubesinegidelim!..
— Evet... İyi düşündünüz! Alın bavulları...— Bavullar da, filintanız da dursun olduğu gibi...Şaban’ı gönderir aldırırız!— Kim Şaban?— Şubenin bekçi eri... Bırakın, gelsin alsın!Cemil, dönüp arkasına baktı.Akhisar’ın ana caddesi hep bomboştu. Akhisarkorkuya kapılmış . Korkuya kapılmış bütün canlılargibi insafsızdı. Bu kadar korkması, bir hesapça belkidoğruydu ama, haklı değildi. Yere tükürecekkenvazgeç . Başını, birine meydan okur gibi dik . Ar kpencereleri kollamayı alçalma sayarak sertadımlarla yürüdü, arkadaşlarını geç . Askerlikşubesinin kapısına yetişip iki kere yumrukladı.— Kimsin?— Aç Kör Şaban!.. Komutan paşa geliyor.— Komutan Paşa mı? Amanın vardım! Eğlenaman...Kör Şaban, merdivenleri paldır küldür inmiş,
hemen kapıyı açmış . Arkadan vurduğu bir tokatlakabalığını sola ya rıp kör gözünü gölgeye aldıktansonra hazır ola geçip selam durdu. Omuzları geniş,bilekleri kalındı. Bacaklarında, çocuklarından beriata binenlerin çarpıklığı vardı. Palaskasınıkuşanmaya vakit bulamamıştı.Bekir Sami Bey, Kör Şaban’ın selamını almadangeçti.Selahattin’le Faruk da yukarı çıkınca Cemil sordu:— Yok mu senin palaskan?— Var binbaşım!..— Ödevdeyken insan palaskasını kuşanmaz mı?Bir daha görmeyeyim! Dur ulan nereye?— Palaskamı kuşanmaya binbaşım...— Bırak şimdi... Beni dinle... Kumandan paşanınbavullarını hanın önüne bırak k! Bir de filinta var.Haydi kap gel!.. Dur daha bi rmedim!.. Bavullarlafilintayı ge rince, çarşıya koşarsın! Ekmek, peynir,zey n alırsın! Bir lira verdi. Tütün mütün de ister!Birkaç paket Ahali Cigarası... Unutmazsın ya?..
-— Unutmayız Binbaşım!.. Ahali Cigarası...Ahali... Bildiğin millet...Kör Şaban’ın yabancı bayraklarla donanmışsokakta, çarpık bacaklarıyla harmanlayarakgitmesini bir zaman seyretti. Kanadı gülerek itti.Bir sokağı, pencerelerden ateş bekleyerek geçipaskerlik dairesini sağ esen tutmak, sanki bütünzorlukları alt etmiş gibi, Cehennem Yüzbaşı’yıbirden keyiflendirmiş . Islıkla “Telgra n tellerinekuşlar mı konar” türküsünü tu urduğunumerdivenin yansında fark ederek hemen sustu.Bekir Sami Bey, askerlik şubesi başkanınınmasasında telgra aneden aldığı kâğıtlara bakarakTeğmen Farukla rapor yazdınyordu.Cemil girmedi. Üstünde “Kalem” yazılı bi şikkapıyı açtı.Selaha n, masalardan birine kollarınıçaprazlayıp abanmış . Uyuyor gibiydi. Biraz dikkatedince omuzlarının sarsıldığını şaşırarak gördü.Ünce ağlıyor sandı. Ne diyeceğini bilemedenyaklaştı.
— Hasta mısın Selahattin?— Yok bir şey... Selaha n başını kaldırmamış .Dişlerim birbirine vuruyordu. Bir şey yok, geçerşimdi.— Bak bakayım bana... Sıtma mı tutuyor?— Sıtma evet... Şimdi geçer!.. Dişlerinintakırdamasından sözleri anlaşılamıyordu. Tutararada sırada... Yorulursam... Soğuklarsam... Birşeye kızarsam... Komutan duymasın!..— Sulfato yok mu?— Bi . Almayı unutmuşum! Balıkesir’de“Alayım” dedim, unutmuşum.— Yatıralım seni...— Boş ver!— Olur mu? Ben bir bakayım, yatak matak varmı burada... Kör Şaban gelince eczaneye salanın.Kötüdür namussuz! En amansız yerde, pusudanatlar insanın üstüne...Bulundukları ka a, yatağa benzer bir şey yoktu.
Aşağıya indi. Kör Şaban, arka avluya bakan küçükbir odada ya yordu. Selaha n’i burayaindirmektense, yatağı yukarıya götürmeyi dahauygun buldu. Yüklendi. “Kalem” odasında ikimasayı uç uca ge rdi. Yas k kılı yla ba aniyeyekaplanmış velense tertemizdi. “Aferin Kör oğlu... İlkbaşta adama benzetemedik ama, sende iş vargaliba” diye gülümsedi.— Kalk, soyun!..— İstemez... Geçer. Böyle daha iyi... Üstüme birşey bulsan elverir.— Kalk diyorum. Yatağı serdim bile...Selahattin başını kaldırdı. Yüzünün bütün çizgileriçekilmiş, gözleri çakmaklaşmış . Kupkurududaklarını üst üste yalıyor, dişlerinin takırdısınıkesebilmek için, çenesini var gücüyle sıkıyordu.Ellerini koltuk altlarına sokmuş, koca gövdesiyle birküçük çocuk gibi büzülmüştü.Cemil yanına gidip bileğini tuttu. Ateş gibiydi. “Enazdan kırk derece” diye ürktü. Çaresizliktenpencereden dışarıya bak . Yağmur bulutlarının
bas rdığı ıslak hava, sanki sıtmayı büsbütünazgınlaş rmış da bunu yatak önleyebilirmiş gibiarkadaşını yatağa doğru çekti.— Yat güzelce... Bir şeyler daha örterim.Birazdan sulfato gelir. Bir şeyin kalmaz! İnsan bucenabetle beraber dolaşır da hazırlıklı bulunmazmı? Önce palaskasını çözdü, tabancayla beraber biriskemlenin arkalığına as . Sonra eğilip ge rleri,kunduraları çıkardı. Yat... Soyunmak istemez.Terleyince çamaşır değiştiriniz!Selaha n, elbisesiyle incecik şiltenin üstündedertop olmuştu. Gövdesi dermeme uğramış gibititriyordu.— Kızdım heriflere... Kızdım da bir haltedemedim mi... Kızdım... Ulan ödlek sürüsü... Ulansakalına, sangına... Ulan hergeleler... İtoğlu itler...Gi kçe sözleri anlaşılmaz oldu. İç çekişleri, dişgıcırtıları arasında sayıklamaya başladı.Cemil, elleri belinde çevresini umutsuz umutsuzaraş rıyordu. Bir an, bavulundan yatak çarşa nıörtmeyi düşünerek pencereye gidecek oldu.
Faydasızlığını kes rerek vazgeç . Ceke ni aklındangeçirdi. Ağır tabancasını taşıyan palaskasınıçözmeye üşendi. Odadaki dolaplara bak .De erden, eski dosyalardan başka bir şeygöremeyince, dişlerinin arasından sövdü.Merdivenden inerken Kör Şaban bavullarla içerigirmişti.— Hepsini aldım geldim binbaşım... Geç kalışımasebep...— Bırak şimdi gevezeliği... Bırak onları oraya... Atyere... Örtü var mı, fazla örtü?..— Ne örtüsü?— Bildiğin örtü, hayvan!.. Bildiğin battaniye?..— Var n’olmuş?— Daha soruyor. Ge r çabuk... Kaç tane varsakap gel... Beş tane, on tane...— O kadar ba aniyemiz yoktur binbaşım! Birbenim örtündüğüm, iki de...— Getir diyorum! Ulan hadisene...
Kör Şaban iki battaniye koşturdu.Cemil kapıp yukarı çık . Selaha n’i sıkıca ör ü.Bu imansız üşümeye örtmenin hiç faydasıolmayacağını biliyordu ama, askerlik şubesinde ontane, yirmi tane ba aniye olmamasınasövmemezlik de edemiyordu.Sulfato aldırmak için aşağı inince Kör Şabantelaşla sordu:— Hastamız mı var Binbaşım? Kim marazlandı?Paşa baba mı?W 'fyrgutı Savaşçı— Değil... Yüzbaşı Selahattin Bey...Hastalananın paşa değil de, yüzbaşı olduğunuöğrenmesiyle Kör Şaban’ın telaşı birden yatışmıştı:— Ekmek de bulamadık ka k da...Bulamadığımızdan geciktik.— Dükkânlar mı kapalı?— Dükkânlar evet... Kapalı olmaya... Kapalı değilama...
— Aması ne?— Töbe... Hurşit bakkal kapalı... Hüseyin Efendikapalı... Bu Akhisarlı bu kadar ters milletolmayacaktı ya, benim aklım ermedi Binbaşım...Cemil, Kör Şaban’ın duraklayarakkonuşmasından pirelendi:— Ekmek vermediler mi yoksa?— Yok... Dedi ki gâvur bakkal... Fırınlar, ekmeğikıtça pişirmiş bugün... Gülmeye çabaladı. Varsınolmayıversin! Benim tayınlar yeter bugüne... Azbiraz bayat ama, yeter. Ye versin değil mibinbaşım?.. Bende, iyisinden, zey n var ki, her biriyumruğum kadar...Cemil, kendilerine ekmek vermeyen insanlarakarşı, Selaha n’in sıtmasını depreş ren korkunçkızgınlığa benzer bir ö eye kapılmış, bir an, tüfeğikapıp çarşıya yürümeyi aklında geçirmiş . Kendisinizorla tu u. Üst üste yutkunarak elini yanağındangeçirdi:— Bırak şimdi ekmeği oğlum... Eczaneye koş...
Sulfato alacaksın! Sendeki lira duruyor değil mi? Birliralık sulfato al... Kaç tane verirlerse... Dur...Cüzdanından beş lira çıkardı. Bir liralık olmaz... Beşliralık sulfato... Unutur musun sulfatoyu?— Unutulur mu? Bildiğimiz sulfato... Sıtmasulfatosu...— Tamam... Çabuk geleceksin... Hiçbir yerdeeğlenme! Dur bakayım konyak vardır değil miburda? Konyağı bildin mi?— Bildim, rakı konyağı... Rengi ala çalar.— Aferin... Bekle para vereyim...— Bende para var binbaşım... Yetmezse üstünüben denkleş ririm. Sulfato bir, rakı konyağı iki...Rakı konyağını iyi düşündün. Sıtmayı kese ossaat...Sıtmanın Azrail Peygamberi’dir bu rakı konyağı...Giden binbaşımdan bilirim. Başka?— Başka... Biraz çay, biraz şeker bulsak...— Bulması kolay ama bilmem ki, imansızbakkallar... Bunlara bugün ne oldu? Şaş m heyAllah... Bunlara bugün...
— Git bak!.. Almaya çalış... Sulfatoyla konyağıbulup almazsan.— Bulunmaz mı? Bulurum ki... Ne güzelbulurum!Kabalığını tokatlayıp sol kaşına eğerek fırladı.Cemil, pencereden sokağa bakarak cigara içiyor,dakikaları sayıyordu. Kör Şaban gideli iki dakikaolmuştu. “Hele eczacı sulfatoyu vermezlemeli ki...Filintayı alır çıkarım! Önüme kim rastlarsa... Önümekim... ” Selaha n kısa inil ler arasındasayıklıyordu: “Düşmemiş Manisa... 10, 5’luk dağobüsünü koşun... Olmaz bu... Ulan... Ulanhergeleler... Ulan... ”Cemil, düşmana teslim olmak taraflısı HocaNizame n takımından çok, vuruşmayı göze almışReşat Bey takımına kızdığını şaşarak fark e .“Haydi ötekiler yıldı diyelim, ya berikilerinsavuşması n’oluyor? Nasılsa bir kere soyunuportaya çıktılar. Şimdi saklanmak neyi kurtarır?”Saa ne bak . Köroğlu gideli on beş dakikayayaklaşıyordu. Ağzından cigaradan kalmış acılığı
yutkundu. Midesine saplanan sızıyı yumruğuylabas rdı. “Bizi acımızdan gebertecek bu yüreksizherifler... ” Bi şik odaya kulak verdi. Komutandurmadan yazdırıyordu. “Neyi, nereye yazar buadam? Yazdıklarını İstanbul’da kim okur, kimdinler!”Selaha n’in hastalığını bildirince Bekir Sami Beygelip nabzını tutmuş, alnına elini koyup ateşiyoklamış, sülfat oya adam gönderdiğini öğrenincehiçbir şey demeden çıkmıştı.Üçüncü defa: “Nerde kaldı bu ayı?” derken KörŞaban köşeyi kıvrıldı. Kıvrıldı ama, adam gibigeleceğine arka arka yürüyordu. Üstünde birsalaklık vardı. Arka arka yürüdüğü için arada birsendeliyor, sağa sola bükülüp, daha garibi arada bireğilip arada bir ayaklarını toplayarak havayahopluyordu.Cemil işi anlayınca: “Taşlıyorlar bunu... Taşatutuyorlar... ” diye elini parabellumuna götürdü.Kör Şaban, dönemeçten yararlanarakkucağındaki paketlerle biraz koşmuştu.
Arkasından, taş atarak çocuklar geliyor, bunlarıniki adım gerisinde, fesindeki oyalı yemenisininuçlarını savurarak Kaymakam Bey’in ulağı GâvurEfe bulunuyordu.Kör Şaban, paketlerden birini düşürdü, almakiçin eğildi. Taşlar yakınından geçmeye başlayıncaemekleyerek yer değiş rdi. Kalk , iki büklüm birkaçadım attı. Enikonu topallıyordu.Taşlardan biri kabasına değince döndü, elinigövdesine siper etmek için uzattı.Büyücek bir taştan kafasını keserek kurtuldu,ikisini, iki kere hoplayarak güçle savuşturdu.Çocuklar ellerine geçirdikleri taşları gelişigüzel rla yordu ama, Gâvur Efe, hem olur olmaz taşıbeğenmiyor, hem de, boşa atmamak için iyiçenişan alıyordu. Sol avcu taş doluydu. Birkaç adımkoştu. Taşlardan birini seçti. Sol ayağını ileri basarakhazırlandı. Tam istediği yere yapış racağına aklıkesince savurdu.— Uy anam... Ulan Gâvur Efe... Ulan gâvur,bacağım gi ii... Dur ulan... Atmayın oh
yavrulanın... Ulan ben sizin top kâküllü gelinlerinizimi sürüdüm gâvur dölleri?..— Gâvur dölü babandır baban... Ulan size,“Buraları bırakın çıkın” denilmedi mi? Ulan sizhüküme mizin emrine karşı mı gelmektesiniz?..Ulan sakalına tükürdüğümün garibi... Al bakalım!..Ooooh... Beline değdi kırılası beline... Ooooh nasılburuldu ip gibi!.. Nasıl haaa?.. Ulan, basın kayalarıkopiller... Basın yavrularım!.. Basın kızanlar... Amangirip kurtuluyor kahpe döil lü... Aman zeybeklerimyetiştirin kafasına... Kopası kafasına...— Sakın haaa Cemil Bey... İşleri karış rırsınız...İçinden çıkamayız! Koyun şunu yerine...Cemil, söylenenlerden hiçbir şey anlamadandöndü.Bekir Sami Bey, tabancayı tutan eline iki kerehafif hafif vurdu.— Olmaz! Bu pisi öldürmekten hiçbir şey çıkmaz!Belki de böyle bir şey bekliyorlar. Sabredin! Akşamıtutalım, Halit Paşa’yla görüşelim...
Yüzbaşının omzunu arkadaşça okşadı.Gâvur Efe, kapıya on beş adım kala durmuştu.Bağırıyordu:— Çıkın kasabamızdan İ hatçı gâvurlar... Çıkıntoprağımızdan... Ulan sizi, diri diri yakınca ne lazımgelir Conlar! Sizi yakmayınca olur mu? Yeminverdim Nizame n Hoca’ya, üçten dokuza yemin...Birkaç farmason gebertmeyince bana dur durakyok... Gidi boz düşmanlar... Gidi gâvur askerleri...Bekir Sami Bey, görünmemek için çekilip ötekiodaya gitmişti.Selaha n hiçbir şeyin farkında değildi. Kesikkesik soluyor, aralık aralık inleyip sayıklıyordu.Cemil, tabancasını kılı na sokarak sofadaki ayaksesine döndü.Kör Şaban, çok eğlenceli bir iş olmuş gibi,sakalıyla bıyığı arasından gülüyordu:— Delirmiş kavat gündüz gözüne... Şarabı çokçakaçırmış da, büsbütün delenmiş...
— Bir yerin acıdı mı?— Yok binbaşım... Kabamıza, baldırımıza bir ikideğdi ama, kulak asma!— Sulfato buldun mu?— Bulduk sayende...— Çay, şeker?— Bulduk. Bize kalsa, hiçbirini alamayacak k ya,Badembıyık Doktora Allah ömür versin!..— Sulfatoyu eczaneden almadın mı?— Eczaneye gi m. “Sulfato” dedim, kekeçeczacı, vereceği sıra, Gâvur Efe olacak deli kavatkapıya dikildi. “Bunlara şuncacık bir şey verirsen,sonunu kendin düşün, kekeç eczacı. ” diye başladıbağırmaklığa... Ne dersin binbaşım, yüreksiz eczacıyılıp elini sulfatodan geri çekmez mi?.. “Ulankurudun mu gâvur dölü?.. Senin ne üstüne!”diyecek oldum. Böğürtüyü yüksel ki, camlarızıngırdatmacasına... Kaymakam beyin sıkı emrivarmış. Millet yediden yetmişe ayaklanmış... Bizi,bire kadar kıracakmış... “Şaşır n mı, oğlum Gâvur
Efe, millet neyi alıp verememekte, koca Osmanlıpaşasından?” dedim ama, kime anla rdın?Kükremekte ki namussuz, göklere çıkmacasına...Bereket, Badembıyık doktor bilmezden uğradıüstümüze... “Nedir?” dedi. “Durum şöyle şöyle... ”dedim. “Binbaşım bizi sülfat oya saldı. Başkaca çayalınacak, şeker alınacak... ” dedim. Eczacıya“Versene ne duruyorsun?” diye çıkış . Eczacı, bizeduyurmadan kulağına bir şeyler sıldayacak oldu.Biraz çabaladım ama, ne dediğini duyamadım.Badembıyık doktor kızdı. “Ver şurdan sulfatoyu...Kötüsü gelirse beni söylersin... ” dedi. Bu sıra,kapıdaki kuduz köpek bizi boşlayıp BadembıyıkDoktor’a bulaşmaz mı? “Bu da farmason... Bu daContürk gâvuru... Şunda iki paralık din iman olsa,bıyığını kırpar mı?” derken... Doktor önceleri, bulafların kendine denildiğini bilemedi besbelli, banasordu? “Kime kızmış bu it?” dedi. “Sana demektebunları doktor bey?” dememle, doktorun kanbaşına sıçradı. “Neee... Bana haaa... Bu herif... Bukötü pezevenk... ”— Böyle işleri de var mı?
— Var mı ne demek binbaşım, işi bu... Burda,bunun evinden başka kötü ev yoktur. Vak yleekmek sahibi bir ağanın bir tek oğluymuş...Kopukluğa vurmuş güzelce... Babasının sağlığında,bulaşmadığı pislik bırakmamış... “Herifi bununderdi vakitsiz geber ” derler Akhisarlılar... Babaölünce, büsbütün çiziden çıkmış... Yanında, üç dörtkahpe gezdirir olmuş... Sonunda paralar bi nce,bulaşmış kavatlıga... Bizim oralarda “Kavatlık”derler. Bildiğin, avrat çerçisi... Evinde üç kahpe var.Biri, az biraz kötü ama, ikisi körpenin hası... BuGâvur Efe, ha ada bir kötek yemese, rezilliğibasılmaz. Bu herif, teğmen meğmen şurda kalsın,onbaşıyı ağzına alamazdı ya, bugün bunun gözünebilmem ki, ne göründü?Cemil, kılı arkaya iterek tabancasını farkındaolmadan sakladı.— Çayı koy Körağa... Şimdi aklım erdi. Evet,Gâvur Efe, seni taşa tutar! Çünkü gün öylelerinin...Önce bir bardak su ge r de, yüzbaşıya sulfatoyu uralım. Çay pişince, komutan paşaya birazpeynir ekmek çıkar. Dur savuşma! Bir eski heybe
var mı, ya da sağlamından yem torbası?..— Heybemiz yoktur ama, giden binbaşımın yemtorbası... Tövbe! Bineğinin yem torbası...— Tamam... Bul onu... İçine götürebileceğinkadar mavzer mermisi doldur.— Olur binbaşım...— Daha söyleniyor! Hani çay?.. Hani su?.. Ulanben senin kulağını...Sulfatoyu Selaha n’e yan baygınkenyutturdular.Kör Şaban birkaç kere aşağı inip yukarı çıkmış,sonunda Cemil’e çayı bırakıp bulgur çorbasıpişirmenin daha uygun olup olmadığını sormuştu.— Bulgur çorbası mı? Ne bulguru?..— Bildiğin yarma çorbası binbaşım...— Yağsız olur mu?— Yağımız var, sayende... Nane otumuz bile var,iyisinden, süzme yoğurdumuz var ki...
— Deme Köroğlu! Ulan aferin Şaban Efendi!..Seni yanıma emireri aldım! Şu dakikadan sonrabenim emirerimsin!.. Çorba zamanında gelmemeli,tadı Çapanoğlu’nun aptes suyuna benzemeli ki...Ben sana, sırıtmaları göstermeliyim...Kör Şaban rlayıp çıkınca, Cemil, bir zaman,kasabaya inen akşam alacasına bakarak daldı,sonra matarasının kupasına biraz konyak koydu.Bir dikişte yuvarladı. Bardak elinde öylece şaşkın,yatağa baktı.Bardağı kafasına dikinceye kadar, aklına konyakiçmek gelmemiş . Konyağı Selaha n’e verecek .“Canımız çekmiş besbelli... ” diye gülümseyerekkupaya yeniden üç parmak içki koyup yatağayaklaştı.Hasta hep öyle dalgın ya yor, arada bir yüzünüburuşturarak kabuk bağlamışa benzeyendudaklarını yalıyordu. Dili inadına paslı, sura inadına bitikti.— Selaha n... Bana bak!.. Selaha n inledi.Davran biraz arkadaş... Bak sana ne ge rdi bizim
Körağa... Görür görmez bir şeyin kalmayacak...Elini alnına koydu. Kuru ateş bütün kızgınlığıylasürüp gidiyordu.— Bak bana... Biraz davran... Şunu içersen birşeyin kalmaz!.. Yuvarla hadi!.. Birazdan ter başlar.Açılırsın!Selahattin gözlerini araladı, gülümsemeye çalıştı:— Komutan mı istiyor?— Bırak komutanı şimdi... Dik şunu...— Nedir? Kupaya yüzünü buruşturarak bak .Nedir o?— En keskininden Yunan konyağı. Yuvarla dabak...Selahattin doğrulmak istedi. Cemil, koluyla başınıdestekleyerek yardım etti.— Diki ver bir solukta... Yudum yudum olmaz beherif... Neyse... İç de yudum yudum iç...Selaha n acı konyağı şerbet gibi yudum yudum
içmiş, damağını şaklatarak başını yastığa bırakmıştı.Cemil bir cigara yakarak pencereye gi . Yağmuriri tanelerle serpelemeye başlamış, caminin fersizışıkları yanmış . Kör Şaban, çorbaya çağırdığızaman, karısı Neriman’ı düşündüğünü fark ederekşaştı.Şaban’ın ayran çorbası her kaşıkta, insanaiyimserlik verecek kadar güzeldi.Komutan paşa da “aferin” dediği için Kör Şabankapı dibinde sırıtıp duruyordu.Cemil, kör herife üçüncü defa alıcı gözüyle bakıpsordu:— Bana bak Şaban Ağa, hayvana bindin mi senhiç?..— Bindik binbaşım...— Köyünde atınız mı vardı?— Kendimizin yoktu ama, ben şuncacıktan EsefAğa’nın yarış atma bakardım binbaşım... Busebepten bizi askerde atlıya ayırdılar. Biz aslında,
mızrak taşır atlılardanız.— Nerde bulundun savaşta?— Sina’da bulunduk. Gazze’de İngilizmızraklılarıyla çok elleştik biz...— Deme Kör Şaban... Berabermişiz de haberimizyok... Buraya nasıl düştün öyleyse. ?-— Gâvur bizi bas gecenin birinde... Alamanınpaşası, anadan çıplak uğradı. Biz atlara don gömlekye ş k. Gecenin bir vak ... Gâvur bellisiz,Müslüman bellisiz! İngiliz mızrağı o karışıklıktadeğdi bizim gözümüze... San sakal gâvur, bizim solgözü çek aldı, biz de, Allah’ın izniye, domuzunkellesini aldık! Gözümüzün sakatlığından, bizihastane dönüşü, geri işlere verdiler!— Kaçlısın sen?— Doğum biraz eskice ama, kütüğe küçükyazıldığımızdan üç yüz on ikilerle çık bizimkâğıdımız...— Sakalı burda mı salıverdin?
Search
Read the Text Version
- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- 8
- 9
- 10
- 11
- 12
- 13
- 14
- 15
- 16
- 17
- 18
- 19
- 20
- 21
- 22
- 23
- 24
- 25
- 26
- 27
- 28
- 29
- 30
- 31
- 32
- 33
- 34
- 35
- 36
- 37
- 38
- 39
- 40
- 41
- 42
- 43
- 44
- 45
- 46
- 47
- 48
- 49
- 50
- 51
- 52
- 53
- 54
- 55
- 56
- 57
- 58
- 59
- 60
- 61
- 62
- 63
- 64
- 65
- 66
- 67
- 68
- 69
- 70
- 71
- 72
- 73
- 74
- 75
- 76
- 77
- 78
- 79
- 80
- 81
- 82
- 83
- 84
- 85
- 86
- 87
- 88
- 89
- 90
- 91
- 92
- 93
- 94
- 95
- 96
- 97
- 98
- 99
- 100
- 101
- 102
- 103
- 104
- 105
- 106
- 107
- 108
- 109
- 110
- 111
- 112
- 113
- 114
- 115
- 116
- 117
- 118
- 119
- 120
- 121
- 122
- 123
- 124
- 125
- 126
- 127
- 128
- 129
- 130
- 131
- 132
- 133
- 134
- 135
- 136
- 137
- 138
- 139
- 140
- 141
- 142
- 143
- 144
- 145
- 146
- 147
- 148
- 149
- 150
- 151
- 152
- 153
- 154
- 155
- 156
- 157
- 158
- 159
- 160
- 161
- 162
- 163
- 164
- 165
- 166
- 167
- 168
- 169
- 170
- 171
- 172
- 173
- 174
- 175
- 176
- 177
- 178
- 179
- 180
- 181
- 182
- 183
- 184
- 185
- 186
- 187
- 188
- 189
- 190
- 191
- 192
- 193
- 194
- 195
- 196
- 197
- 198
- 199
- 200
- 201
- 202
- 203
- 204
- 205
- 206
- 207
- 208
- 209
- 210
- 211
- 212
- 213
- 214
- 215
- 216
- 217
- 218
- 219
- 220
- 221
- 222
- 223
- 224
- 225
- 226
- 227
- 228
- 229
- 230
- 231
- 232
- 233
- 234
- 235
- 236
- 237
- 238
- 239
- 240
- 241
- 242
- 243
- 244
- 245
- 246
- 247
- 248
- 249
- 250
- 251
- 252
- 253
- 254
- 255
- 256
- 257
- 258
- 259
- 260
- 261
- 262
- 263
- 264
- 265
- 266
- 267
- 268
- 269
- 270
- 271
- 272
- 273
- 274
- 275
- 276
- 277
- 278
- 279
- 280
- 281
- 282
- 283
- 284
- 285
- 286
- 287
- 288
- 289
- 290
- 291
- 292
- 293
- 294
- 295
- 296
- 297
- 298
- 299
- 300
- 301
- 302
- 303
- 304
- 305
- 306
- 307
- 308
- 309
- 310
- 311
- 312
- 313
- 314
- 315
- 316
- 317
- 318
- 319
- 320
- 321
- 322
- 323
- 324
- 325
- 326
- 327
- 328
- 329
- 330
- 331
- 332
- 333
- 334
- 335
- 336
- 337
- 338
- 339
- 340
- 341
- 342
- 343
- 344
- 345
- 346
- 347
- 348
- 349
- 350
- 351
- 352
- 353
- 354
- 355
- 356
- 357
- 358
- 359
- 360
- 361
- 362
- 363
- 364
- 365
- 366
- 367
- 368
- 369
- 370
- 371
- 372
- 373
- 374
- 375
- 376
- 377
- 378
- 379
- 380
- 381
- 382
- 383
- 384
- 385
- 386
- 387
- 388
- 389
- 390
- 391
- 392
- 393
- 394
- 395
- 396
- 397
- 398
- 399
- 400
- 401
- 402
- 403
- 404
- 405
- 406
- 407
- 408
- 409
- 410
- 411
- 412
- 413
- 414
- 415
- 416
- 417
- 418
- 419
- 420
- 421
- 422
- 423
- 424
- 425
- 426
- 427
- 428
- 429
- 430
- 431
- 432
- 433
- 434
- 435
- 436
- 437
- 438
- 439
- 440
- 441
- 442
- 443
- 444
- 445
- 446
- 447
- 448
- 449
- 450
- 451
- 452
- 453
- 454
- 455
- 456
- 457
- 458
- 459
- 460
- 461
- 462
- 463
- 464
- 465
- 466
- 467
- 468
- 469
- 470
- 471
- 472
- 473
- 474
- 475
- 476
- 477
- 478
- 479
- 480
- 481
- 482
- 483
- 484
- 485
- 486
- 487
- 488
- 489
- 490
- 491
- 492
- 493
- 494
- 495
- 496
- 497
- 498
- 499
- 500
- 501
- 502
- 503
- 504
- 505
- 506
- 507
- 508
- 509
- 510
- 511
- 512
- 513
- 514
- 515
- 516
- 517
- 518
- 519
- 520
- 521
- 522
- 523
- 524
- 525
- 526
- 527
- 528
- 529
- 530
- 531
- 532
- 533
- 534
- 535
- 536
- 537
- 538
- 539
- 540
- 541
- 542
- 543
- 544
- 545
- 546
- 547
- 548
- 549
- 550
- 551
- 552
- 553
- 554
- 555
- 556
- 557
- 558
- 559
- 560
- 561
- 562
- 563
- 564
- 565
- 566
- 567
- 568
- 569
- 570
- 571
- 572
- 573
- 574
- 575
- 576
- 577
- 578
- 579
- 580
- 581
- 582
- 583
- 584
- 585
- 586
- 587
- 588
- 589
- 590
- 591
- 592
- 593
- 594
- 595
- 596
- 597
- 598
- 599
- 600
- 601
- 602
- 603
- 604
- 605
- 606
- 607
- 608
- 609
- 610
- 611
- 612
- 613
- 614
- 615
- 616
- 617
- 618
- 619
- 620
- 621
- 622
- 623
- 624
- 625
- 626
- 627
- 628
- 629
- 630
- 631
- 632
- 633
- 634
- 635
- 636
- 637
- 638
- 639
- 640
- 641
- 642
- 643
- 644
- 645
- 646
- 647
- 648
- 649
- 650
- 651
- 652
- 653
- 654
- 655
- 656
- 657
- 658
- 659
- 660
- 661
- 662
- 663
- 664
- 665
- 666
- 667
- 668
- 669
- 670
- 671
- 672
- 673
- 674
- 675
- 676
- 677
- 678
- 679
- 680
- 681
- 682
- 683
- 684
- 685
- 686
- 687
- 688
- 689
- 690
- 691
- 692
- 693
- 694
- 695
- 696
- 697
- 698
- 699
- 700
- 701
- 702
- 703
- 704
- 705
- 706
- 707
- 708
- 709
- 710
- 711
- 712
- 713
- 714
- 715
- 716
- 717
- 718
- 719
- 720
- 721
- 722
- 723
- 724
- 725
- 726
- 727
- 728
- 729
- 730
- 731
- 732
- 733
- 734
- 735
- 736
- 737
- 738
- 739
- 740
- 741
- 742
- 743
- 744
- 745
- 746
- 747
- 748
- 749
- 750
- 751
- 752
- 753
- 754
- 755
- 756
- 757
- 758
- 759
- 760
- 761
- 762
- 763
- 764
- 765
- 766
- 767
- 768
- 769
- 770
- 771
- 772
- 773
- 774
- 775
- 776
- 777
- 778
- 779
- 780
- 781
- 782
- 783
- 784
- 785
- 786
- 787
- 788
- 789
- 790
- 791
- 792
- 793
- 794
- 795
- 796
- 797
- 798
- 799
- 800
- 801
- 802
- 803
- 804
- 805
- 806
- 807
- 808
- 809
- 810
- 811
- 812
- 813
- 814
- 815
- 816
- 817
- 818
- 819
- 820
- 821
- 822
- 823
- 824
- 825
- 826
- 827
- 828
- 829
- 830
- 831
- 832
- 833
- 834
- 835
- 836
- 837
- 838
- 839
- 840
- 841
- 842
- 843
- 844
- 845
- 846
- 847
- 848
- 849
- 850
- 851
- 852
- 853
- 854
- 855
- 856
- 857
- 858
- 859
- 860
- 861
- 862
- 863
- 864
- 865
- 866
- 867
- 868
- 869
- 870
- 871
- 872
- 873
- 874
- 875
- 876
- 877
- 878
- 879
- 880
- 881
- 882
- 883
- 884
- 885
- 886
- 887
- 888
- 889
- 890
- 891
- 892
- 893
- 894
- 895
- 896
- 897
- 898
- 899
- 900
- 901
- 902
- 903
- 904
- 905
- 906
- 907
- 908
- 909
- 910
- 911
- 912
- 913
- 914
- 915
- 916
- 917
- 918
- 919
- 920
- 921
- 922
- 923
- 924
- 925
- 926
- 927
- 928
- 929
- 930
- 931
- 932
- 933
- 934
- 935
- 936
- 937
- 938
- 939
- 940
- 941
- 942
- 943
- 944
- 945
- 946
- 947
- 948
- 949
- 950
- 951
- 1 - 50
- 51 - 100
- 101 - 150
- 151 - 200
- 201 - 250
- 251 - 300
- 301 - 350
- 351 - 400
- 401 - 450
- 451 - 500
- 501 - 550
- 551 - 600
- 601 - 650
- 651 - 700
- 701 - 750
- 751 - 800
- 801 - 850
- 851 - 900
- 901 - 950
- 951 - 951
Pages: