Important Announcement
PubHTML5 Scheduled Server Maintenance on (GMT) Sunday, June 26th, 2:00 am - 8:00 am.
PubHTML5 site will be inoperative during the times indicated!

Home Explore Yorgun Savaşçı-Kemal TAHİR

Yorgun Savaşçı-Kemal TAHİR

Published by eminyukseloglukaihl, 2019-10-20 03:23:00

Description: Yorgun Savaşçı-Kemal TAHİR

Search

Read the Text Version

— Gerçekten bu kadar karış mıydı efendim,Kafkasya’daki durum son zamanlarda?Naci Bey gülümsedi. Dizlerinde duran kitabı, birçocuk başı gibi okşayarak karşılık verdi:— İşte bunu aydınlatmaya çalışıyoruz! AlmanlarKa asya’da bütün milletleri bize karşıkışkırtmışlardı. Petrolü kendileri için ele geçirmekis yorlardı. Ça şma bir aralık öyle bir noktaya vardıki Batum-Gence demiryolundan Osmanlıbirliklerini, araçlarını, yiyeceği, cephaneyi, ha aizinden dönen subayları, erleri geçirmemeyekalkış lar... Öte yandan yerli halk da bize yardımetmedi hiç... Orda bir not olacak Selim Efendi...Sanırım 239 özel numara... Okuyalım onu...Teğmen Selim aradı, buldu:— “Özel numara 239... Takviyeli Onuncu Ka asAlayı’nın hareke ve sonucu... İki dağ topuyladesteklenen 28’inci tabur, düşmana baskın vermekisterken pusuya düşürülmüştür. İki topkaybedilmiş r. 28’inci taburun yardımına koşan39’uncu tabur da ağır kayıplar vererek gerilemek

zorunda kaldı. Bunları kurtarmak için taarruzageçen 29’ncu tabur çevrilme tehlikesini zorluklaatla . Bu hareke e subay ve er olarak 243 kişi, 2top, 41 a m cephane, 116 tüfek, 155 kasaturakaybedilmiş r. 18-61918 tarihinde İslam OrdusuKomutanı Nuri Paşa yanında Azerbaycanlı GeneralAli Paşa Şeyhlinski olduğu halde Gökçay kasabasıhalkını meydana toplayıp şunları söyledi:“Azerbaycan’ı ve Azerbaycanlıları kurtarmak içinOsmanlı ordusu memleke mize geldi. Bu orduyacanla başla yardım etmeniz lazımdır. Silahla yardımedilemiyorsa, hiç olmazsa askere yiyecek vesularınızı taşıyınız. Muharebe eden zabit veaskerlerden birçokları susuzluktan ölmüşlerdir buşiddetli sıcakta... ”Teğmen Selim birden ayağa kalk . Tepeden rnağa triyordu. Cemil ne olduğunuanlayamadan, boğuk bir sesle bağırdı:— Ka asya’da sıcaktan mı ölmüşler? Olmazyarbayım, olmaz böyle şey... Yalan bu... Hayır...Yumruklarını sıkmış, gözlerini alabildiğineaçmış . Dişleri kinle gıcırdıyor, solukları gi kçe

sıklaşıyordu.Yarbay Naci Bey doğrulmuş, Cemil şaşırmıştı.Selim iki kere hıçkırdı, kendisini ağlamayakap rmamak için alt dudağım dişleyerek koşar gibidışarı çıktı. Kapıyı çarparak kapattı.Naci Bey, belki de kapı böyle çarpıldığı için elleribağlıyken tokat yemiş onurlu bir erkek gibisarsılmıştı:— Çıktı mı?— Kim?.. Evet... Teğmeni sordunuz değil mi?— Teğmeni...— N’oldu? Anlayamadım...— Bu konuda çalışamayacağını düşünmeliydim!Sarıkamış’ta bulunmuş... Bozuk sinirleri...Dışarda bir görüldü oldu. Naci Bey irkilip dikildi.Bir zaman kulak verip ciğerlerinde tu uğu havayıboşal . Bir yandan da, bir şey aranıyor,bulamadıkça sinirleniyordu.

— Bir şey mi istediniz yarbayım?— Yok... Hayır... Eli büsbütün tremeyebaşlamıştı. Yok bir şey...Titreyen eliyle komodinin üstündekileri yeredüşürünce, bir an kalakaldı. Birden yorulmuştu.Boğuşmaktan vazgeçen yenilmişlerin çaresizliğiylebaşını kaldırdı:— Cigarayı... Düşürdüm değil mi?Cemil, yerden hemen aldığı pake açıp cigaraverdi:— Hayır! Burada...— Sağ olun! Birkaç nefes çekti. Tiryaki misiniz?— Evet!..— Dikkat e niz mi? Geceleri karanlıkta içilencigaralar gerçek tiryakileri doyurmaz!— Hayır! Bilmiyorum! Oysa bunu cephede çokdenemişti. Hiç durmadım üstünde...— Doyurmaz! Bu sefer, birisiyle şakalaşan küçük

bir çocuk gibi gülümsedi. İnsanın en güçlü yönüalışması... En güçsüz yönü de bu... Elini yüzündengeçirdi. Bazı geceler... Çok sık değil, meraketmeyin... Uyandıracağım sizi... Peşin peşin özürdilerim... Bazı geceler bağırıyorum...Meraklanmayın sakın... Bir yerim ağrıdığındandeğil. . Düşümde gözlerimi açılmış görüyorum!..Gülümsedi. Önceleri daha sık olurdu. Gi kçeazalıyor!.. Her defasında aldanıyorum! Sevinçlebağırıyorum! İsmail Bey’i sıkış rdım. “Kamındanvurulmuş gibi... ” dedi. Ne ilgisi var! Birkaçkeresinde uyanınca düş gördüğümü kabuletmedim. Fırladım yataktan... Öteyi beriyi yeredüşürerek kibrit çak m... Yağmuru dinledi. Ricaetsem... Bakar mısınız teğmene?.. Ya ş rmayaçalışın!Cemil hemen çıktı.Selim Efendi pencereden avluya bakıyordu.Cemil, hiçbir şey tasarlamadan yaklaştı.Yağmur yağıyordu, bardaktan boşanırcasına...Sağnaklar sağnakları kovalamakta, sanki gri tülden

kat kat perdeler savrulmaktaydı. Ağaçlar silinmiş,demir parmaklıklı kapı bile görünmez olmuştu.Yağmur öyle yükleniyordu ki bu gidişle ahşapkonağı eritip çökertecekti.Teğmen Selim sakinleşmiş . Bu dünyadadeğilmiş de, bir başka yıldızdakilere esir düşmüş,onları çevreleyen şeylere bakıyormuş gibi, tedirgin,yabancı, şaşkın bakıyor, bir asker şarkısımırıldanıyordu. Cemil bu şarkıyı tanıdığı içinTeğmen Selim’in mırıl larını aklında kelimelereçevirdi: “Aksın kanım kefenime renk olsun-Alkefenim bayrağıma denk olsun!”... Selim, şarkısınınbu iki sa rını hiç değiş rmeden aralıksıztekrarlıyordu...Cemil’in uza ğı cigaraya bir an ürkerek bak .Cigaranın, cigara olduğunu anlamak için, kendisinivar gücüyle zorladığı belliydi. Gene hiçgülümsemeden aldı. Çok gizli, duyulması çoktehlikeli bir şey söylüyor gibi fısıltıyla konuştu:— Ka asya’da insanın sıcaktan ölmesi yalan...Hayır, yanlış anlaşılmasın! Yarbayım yalan söylüyordemek istemiyorum!.. Omzu üstünden kapıya

bak . Gözleri görmediği için aldatmışlar yarbayı...Parmağıyla göğsüne yavaşça vurdu. Çünkü benbulundum Sarıkamış’ta... Gördüm... 6 Kasım1914’te başladı Köprüköy savaşı... Al gün sürdü.Günlerden cumaydı!.. Namaz kılmadık biz ocuma... Dövüştük... Dövüş daha sevap rnamazdan... Düşmanı geri a k... Direndi. 14Kasım’da yeniden tutuştuk. Cumartesindençarşambaya kadar dört gün dört gece vuruştuk.Azapköy savaşıdır bu... Bozduk düşmanı... ÜçüncüOrdu Komutanı Haşan İzzet Paşa, düşmanınbozulduğunu anlayamadı. Anlasaydı, Turan’ıkurtarmış k. Başkomutan vekili yüce başbuğumuzEnver Paşa, 14 Aralık’ta Köprüköy’e geldi. Bizigözden geçirdi. Ben üst üste iki yün fanila, kalınsubay ceke , kalın subay ceke , kalın kaputgiymiş m. Soğuktan triyordum. Başbuğunsır nda ceke en başka bir şey yoktu.Üşümüyordu. İnanıyorum. Çünkü insanüstüydü.Bize işleyen güçler ona işlemiyordu. “Üşüyorsunuz”dedi, “yan açsınız!” dedi. “Sizi giydiremem,doyuramam!” dedi, “Ama giyinmenizin,doymanızın yolunu gösterebilirim” dedi. “Ne

lazımsa düşmanda var” dedi. “Gideceksiniz,alacaksınız!” dedi, “Yalnız giyim kuşam, yeme içmedeğil, Niğbolu’dan, Çaldıran’dan, Mohaç’tan dahabüyük şanlar şerefler de sizi orada bekliyor” dedi.Yüksek bir yerde durmuştu. Sakin konuşuyordu.Ben aşağıdan yukarıya bakıyordum. Ömrümde okadar yakışıklı, o kadar güçlü, o kadar bilgiç erkekgörmedim!.. Ona, orada inanmamak için kancık,kahpe, vatan haini olmak lazımdı.İçimizden başbuğa yalnız kaltaban Haşan İzzetPaşa inanmadı. Başbuğ, komutayı aldı eline... 21Aralık Pazartesi günü Aras’ı geç k. SarıkamışSavaşı, aslında 22 Aralık Salı günü başlamış, 25 günsürmüştür. Başkumandan vekili bizim kolordununbaşındaydı. Onun için 22 Aralık Salı günü 2. ’inciKolordu’yu düşman geri a , 9’uncu Kolordu’yuçevirdi. Biz yürüdük... Sarıkamış’a varamadıkdiyorlar. Yalan! 25 Aralık Cuma’yı 26 AralıkCumartesi’ye bağlayan gece girdik biz Sarıkamış’a...2’inci Kolordu’yla 9’uncu Kolordu başbuğun emriniyerine ge rebilseydi, Sarıkamış’ı vermezdik... BenSarıkamış’a son defa saldıranların arasındaydım!

33 bin kişilik 10’uncu Kolordu’dan... Otuz üç kişikalmış k. Olsun! 33 Türk az değil!.. Parmaklarını,yolar gibi yanaklarından geçirdi. Yumruğunukaldırdı. Şuracıktaydı başbuğun bizden istediğiSarıkamış... Sarıkamış’ı bizden sağlam istemeseydide ezmemizi emretseydi, bir yumrukta ezerdim...İçinden bir keskin sancı geçmiş gibi, yumruklarınıkamına bas rdı. Sura nı buruşturdu. İki kere girdikSarıkamış’a biz... Birincide sürdü çıkardı bizidüşman... Yetmiş kişi girdik, otuz dört kişi çık k.Yedeksubay Kazım İskilip, ben, üç teğmen daha...Bak k er kalmamış... Biri “Zorlamak boşuna, ” dedi.Kazım, “olmaz, bir daha zorlayacağız, Başbuğunemri bu!.. ” dedi. Kar kesilmiş . Yerler cam gibi buztutmuştu. Gece, yıldız alacasında, gündüz gibiydi.Kazım önümüze dikilip bizi çevirdi. Bah mızı birdaha denemek için toplandık. Kazım dört adımönümüzdeydi. “Haydi arkadaşlar!” derkenfundalıkta bir kımıldama oldu. Kazım “Kim o?” diyea ldı. Kaputlu komutan çık önüne, “Kimsin?” diyesordu Kazım’a... Kazım künyesini söyledi hazır olagelip... Herif, “Nereye koşuyordun?” diye sordu.Kazım, “Kaçakları çevirmeye!” dedi. Herif çevresine

bak . Bizi gördü. Elini sallayıp çağırdı. Gi k. “Benkomutanım! Şunu kurşuna dizin!” dedi. Donduk,put kesildik!.. Yanındakilerden biri bir şey söyledi.Duymadık. Kızdı kaputlu komutan... “Kurşuna!”diye uludu. Bir başkası çık sıradan, şaşırmışKazım’ı ensesinden tutup sürüdü. Bir ağaca çarp .Aldı elinden tüfeğini... Bize çevirdi. Korktuk.Dediklerini yap k, namussuza... Dizildik bizimKazım’ın karşısına... Kaputlu herif, “Ateş!” dedi.Kurşuna dizdik Kazım’ı... Selim ellerini yüzünekapa . Aklıma gelmedi mi Kazım’a atacağınadönüp kaputlu herife atmak?.. Kim demiş?.. Elleriniindirerek ağzının iki yanını avuçladı. Sen mi? Haltetmişsin! Geldi. Toparlanamadım! Üste karşıgelmek yok Türklükte... Kâzım çöktü dizlerininüstüne... Sonra yüzükoyun kapandı kara... Biz otuzüç kişi, kaputlu herifin emrinde yeniden a ldıkSarıkamış’a... Sarıkamış’ın taşı toprağı kurşunkusuyordu. Girdik de nasıl vurulmadık, nereyekadar ilerledik? Ne zaman nasıl çık k. Allah bilir!..Kazım aklıma geldi. Tüfeği a m! Kaputsuzbaşkomutan vekilini bulmak için yola düştüm!..Parmağını havaya kaldırdı. Kaç diyorlar! Yalan!

Kaçmaz bizim başbuğumuz! Turan’a çıkan geçidinbaşında bekliyor bizi... Yarbayım izin versin gidipbulacağım! “Kahpece vurdular senin Kazım mı”diyeceğim! “Senin önünde çarpışmaktan başka birşey istemiyordu Kazım!” diyeceğim!.. Kaputlukomutanı, kaputunun yakasından tutupsüreyeceğim!..Yağmur aralıksız yağıyordu.Subay barınma evine sığınanlar birer ikişergelmeye başlamışlardı.Bunlar, yenilmiş Osmanlı İmparatorluğuordusunun en korkunç döküntüleriydi. Ceketlerininboş kollarını ceplerine sokmuş çolaklar... Koltukdeğneklerinin arasında tahta bacaklarını sürükleyentopallar... İki gözü görmeyenleri yeden tekgözlüler... Sarsaklar, gülenler, ağlayanlar, saldırıkomutları verenler...Cemil üstüne çöken karakoncolos akınındannereye kaçabileceğini bir an aradı. Rumeli çoktanyoktu. Suadiye’den ötesi, Anadolu, dünyanınucundaki uçurum gibi kapkaranlık . Üniformayı

giydi giyeli, -on bir yaşından beri ilk defa korktu.Barınma evinde gürültü birdenbire artmıştı.Cemil, Selim’e bir cigara daha uza . Delikanlı,şaşırarak bir pakete, bir Cemil’e baktı.Tahtalara vuran kalın sopa seslerinin merdiveniçık ğını, ara kapıyı geç ğini ikisi de duymamış .Kalın, dik, buraya hiç yaraşmayacak kadar güvenlibir ses sofayı doldurdu:— Islanmış sıçana döndüm ama Selim oğlum...Selleri söktüm geldim!Cemil sese döndü.— Dur bakayım!.. Kim o? Vayyy... KaraCehennem! Bre seni hangi yağmur attı?— Vay İsmail Aka...Cemil sınıf arkadaşı Atlı Binbaşı İsmail Üsküp’ükucaklamak için a ldı. İsmail iri gövdesini koltukdeğneklerine bırakarak kollarını açmıştı.Cemil iki adım kala durdu. İsmail’in sol bacağı, dizkapağından kesilmiş, yerine ucu las kli bir sopa

takılmıştı.— Hadi hadi... Apışma... İki ayakla bir buçukayağın farkı yok... Görmeye mi geldin beni? Nasılhaberin oldu? Kimden işittin? Maksut Arap’tan mı?Cemil, arkadaşını omuzlarından tuttu:— Kardeşim... Geçmiş olsun... Duymadım hiç...Geçmiş olsun... Nerde oldu? Ne zaman?— Boş ver! dur bakayım!.. Tamam! Turp gibisinCehennem!.. Postu deldirmeden kurtulmuşsun,aferin!.. Elindeki çıkını Selim’e uzattı. Tut Selim Aka!Nasıl Naci Bey?.. Buldu mu meselelerin gizlisini?..Sen ne yap n?.. Bak, bu Cehennem Yüzbaşı’yı eleiyi geçirmişsin... İşte bu herif bilir, Kazım’ı kurşunadizen kaputlu komutanı...Selim başım hızla kaldırdı. Sesi heyecanlatitreyerek yavaşça sordu:— Gerçek mi yüzbaşım?.. Tanıyor musunuz? Adıne?Cemil gözlerini Selim’den kaçırarak İsmailÜsküp’e sıkın yla bak . İsmail parmağını Selim’in

göğsüne uzattı:— Ortada bir tek komutan olduğunu söyle şunaCehennem... Kaputlu da bizim sidikli Enver’di,kaputsuz da... Söyle... Yemin et... Yemin et derahatlasın!..

İKİNCİ BÖLÜMKARANLIĞIN DİBİNDE

1Bandırma rıh mına yarım mil kala, rüzgâr birdendüşmüş, iri taneli mayıs yağmuru başlamıştı.Kapıdağlı Temel Reis’in seksen tonluk odunkayığı birden yavaşlayıp durdu.Tayfalar, boşalıp sarkan eski yelkeni acele indiripsardılar, hantal botu, arkadan öne alarak küreğeoturdular.Bunları, kumanda beklemeden, kendi başlarınayapmışlardı.Temel Reis, tekne yedi mil giderken nasılsa geneöyle idi. Gagaburnu’nun üstünde sarı kaşları ça k...Kırçıl bıyıklarının al nda morumsu dudaklarısımsıkı... Çıplak ayağıyla tu uğu dümen yekesinisulara göre oynatarak dimdik karşıya bakıyor,başına sardığı kırmızı mendille, düşman kalyonunarampa edecek bir korsan reisine benziyordu.Yüzbaşı Cemil, güldüğünü göstermemek için eliniağzına kapattı:

— “Bandırma Yunan bayrağından görünmüyor”dedindi Reis... Hani bayraklar?— Yağış fazla olmuştur da, toplanmışlardırıslanmasın diyerekten... Uyyy akıllarınatükürdüklerim...Bir yük treni, düdüğünü ö ürerek, tünele doğrugidip geliyordu.Rıh m boyunda doldurulup boşal lan kayıklarvardı.Tepelere sıralanmış yel değirmenleri, tütenbacaları, ak minareleriyle Bandırma, hiçbir kuşkusuyokmuş gibi, herhangi bir bahar gününün akşamınıyaşıyordu.Cemil kalpağını düzel . Avcı biçimi ceke ninönünü ilikleyip külot pantolonunun içine, tamgöbeğinin üstüne bağladığı kocaman parabellumtabancasının belli olup olmadığına bak . TeğmenRecep’in uydurduğu tüccar kâğıdının yerinde durupdurmadığını anlamak için göğüs cebini yokladı.— Burada asker emeklileri derneği varmış...

— Varmıştır. Ben bilmem... Bandırmak bilir.— Gidiş geliş kâğıtlarına bizim polis mi bakıyor?— Bizim...— Tanır mısın polisleri?..— Tanının. Dursun polis hemşeridir. Ali polishemşeridir. Hüsnü Efendi hemşerimiz sayılır,Karadenizlidir. Amasralı...— Bakalım İzmir’den ne haber?— Bakalım...Yağmur, denizin üstünden kaymış, kasabanınkuzeyine kümelenmiş . Rıh ma varmak yarım saatsürmedi.Cemil, küçük bavulu alıp karaya atladı:— Teşekkür ederim Temel Reis... Dönüşte RecepEfendi’yi göreceksin değil mi?— Elbette...— “Sağ esen çık ” dersin. Eve haberyollayacaktı!

— Yollar...— Kim bakacak kâğıtlara?..— Bakaydılar burada bakarlardı. Geç git! Kocaİzmir’i Yunan almış... Yere batsın kâğıtları...Cemil, karşı dükkânlardan, evlerden hepkendisini gözetliyorlarmış gibi, tedirgin yürüdü. İkiüç köşe dönerse, Anadolu toprağına dalıp Anadolumille ne karışacakmış gibi, gi kçe hızlanıyordu.Yanından geç ği insanların kendisiyle ilgilenipilgilenmediklerini gözetledi. Herkeste bir canındanbezmişlik, bir uyurgezerlik vardı. Bir dükkânınönünde durup lazım olmadığı halde bir paket AhaliCigarası istedi. Tütüncü, parayı bozarken, AskerEmeklileri Derneği’ni sorup sormamayı düşündü.Adam bir yandan paraları önüne koyuyor, biryandan kendisini süzüyordu:— Sen de Bekir Sami Bey’in yanında mısınefendi?— Ben mi?.. Tezgâhın üstünden paraları almaklauğraşıyor gibi yaparak hemen karşılık vermedi.

Evet...— Allah sizden razı olsun... Allah tu uğunuzal n etsin!. , toprağımıza ayak basmanızla bize tazecan geldi. Ben olura olmaza ağlar herif değilim,geçen ha a Yunan İzmir’e çıkıp buradaki gâvurlarkasabayı Yunan bayrağına boğunca ağladım, bir desiz gelip gâvur bayraklarını indir nce ağladım. Saltbizim evdeki kanların duası ölene kadar hepinizeyeter. Allah razı olsun! Allah ömrünüzü... Allahkazadan beladan...Gözlerini kuruladı. Ak sakallı yüzüne yaşlıkadınların umutsuz acılığı gelmiş . Dilinden Rumeligöçmeni olduğu anlaşılıyordu.Cemil, kurnazlık edip, “Evet” demesinin tadınıçıkaramadan, birini dolandırmanın utancınıduymuştu. Adamın omzunu okşadı:— Sen de sağ ol arkadaş... İki adım a p döndü.Burada asker emeklilerin derneği varmış...— Var evet... Haşan Efendi’nin kahvesi... HaşanEfendi de sizden... Deniz subaylığından emeklidir.Haşan Efendi... Cemil dükkândan telaşla çık . Nah

şu ilerdeki çeşmeyi kıvrıl... İn baş aşağı... Camındayazısını görürsün... Allah yolunuzu açık etsinbeyim... Bulamazsan ben de geleyim... En iyisi bu...— istemez. Teşekkür ederim. Ben bulurum. Sizişinize bakın!— İş de neymiş... Ver şu bavulu...Cemil, bavulu hemen arkasına sakladı:— Olmaz! Hayır... Ben taşırım! Hiç gelmeyin siz...Küserim sonra... Bırakın rica ederim!.. Bavulu birazçekiş rdiler. Bırakın! Bekir Sami Bey kızar böyleşeylere... Bize söz gelir.Adam elini çekiverdi. Yeşil gözlerine birdenumutsuzluk dolmuştu. Kekeledi:— Götürseydim... Nerden bilecek Bekir SamiBey... Kaç para eder, şuncacık yardımımızdokunamayınca...Cemil, olayın önemini beş on adım gi ktensonra anlayabilmiş . Üst üste yutkunuyor,gözlerini kırpıştırıyordu. “Tutuyor millet bizi... Milletbizi seviyor!.. ” Birden canlanmış, başının içini,

sarhoşluğa benzer bir tatlı duman kaplamış . “Nehayvanım ben... Ne kadar avanağım!.. ”Temel Reis’in kayığından, mor bulut kümelerinebenzeyen sıra dağlara bakıp ne kadar boşunakuşkulanmış . “Bizi İstanbul’un karmakarışıkumutsuzluğu sersem etti. Dünya battı sandık... ”Ahırkapı odun iskelesinden Temel Reis’in odunkayığına bindiği zaman, karısı Neriman’ı bileha rlamayacak kadar şaşkındı. Adalarınışıklarından kurtulup karanlık denize yönelince buyolculuğun sonunda, hiçbir kara parçasına ayakbasmayacakmış duygusuna kapılmış . Yaşamaktanölüme geçmek de ancak böyle bir şey olmalıydı. Bugidişin yalnız sonu yok değil, dönüşü de yoktu.“Gi ğin yerde insan bulamayacağın gibi,döndüğün zaman da, hiç kimseyi bulamayacaksın!”Kristof Kolomb da Hindistan’a varmaktan umutkes ği sıralarda buna benzer şeyler düşünmüşolmalıydı.Dönemeçteki çeşmeyi kıvrılırken ayağı bir yeretakılıp sendeledi. Gülerek kendisine geldi. “Çok yaşa

İsmail Aka... Çok yaşa e mi Üsküplü... ” diyereksubay barınma evinde rastladığı savaş saka ,Binbaşı İsmail Üsküp karşısındaymış gibi sevgiylegülümsedi. Bandırma’ya atlayıp Çerkez Reşitkardeşleri bulmayı İsmail akıl etmiş, sır ndaki avcıbiçimi elbiseyi, çizmeleri, kalpağı İsmail vermişti.Mavzer tabancasını parabellumla değiş ren,Teğmen Recep’in aracılığıyla odun kayığını bulmayıdüşünen de İsmail’di. “Atla Anadolu’ya... ” demiş .“Yanla Kuşçubaşı’nın çi liğine... Bak n canın sıkıldı,bir at çek al na, sarın fişekliği... Bul bizim deliÇerkez Reşit’i... Namussuz Çakırcalı’nın on beş yılsürdürdüğü dağ padişahlığını, benim bildiğimÇerkez Reşit kardeşlerle sen yüz yıl sürdürürsünüz!Kötülere çal kurşunu... Gâvur-Müslüman ayırma...Bakalım bunun sonu n’olur? Bu bacak bizi koyupgitmeseydi ben on dakika durmazdım, akılsızCehennem!”Cigara aldığı dükkâncının davranışından, İsmailAka’nın ne kadar doğru düşündüğü belliydi.Camında “Asker Emeklileri Derneği” yazılıkahveye duraklamadan girdi:

— Merhaba!.. Haşan Efendi’ye baktım!— Buyrun... Haşan Efendi benim...Karşı köşede üç kişi kâğıt oynuyordu.Duvarda, taşbasması iki resim vardı: Elegeçiremediğimiz Reşadiye dretnotumuzla SultanOsman dretnotumuz...— Buyrun!.. Ne istiyorsunuz?Cemil, az kalsın, Bekir Sami’den laf açacak .Kendisini hemen topladı:— İstanbul’dan geliyorum. Sizi salık verdiler.Niye m, buğday, arpa toplamak... Soğan...Fasulye, nohut...Haşan Efendi çekmecenin yanını gösterdi.Sözleriyle pek ilgilenmediği belliydi. Başka şeylerdüşünüyordu:— Oturun... Kahve mi, çay mı?— Bir kahve... Şekeri az...Haşan Efendi, kahveyi pişirip ge rdi. Fincanı

önüne bırakınca hemen doğrulup çekilmedi:— “İstanbul’dan geldim. ” dediniz. Bugün vapurgünü değil...— Değil evet... Bir şey buldum, bir ahbabınyelkenlisi... “buradan tut götür” dediler. Ha,deyince bulunmuyormuş...— Doğru... Haşan Efendi biraz düşündü. Burda,tüccardan, komisyonculardan hiç kimse tanımıyormusunuz?— Hayır!..— Kim verdi size benim adresimi?— Bir ahbap... Kahveden iki yudum aldı. Vak yleburada askeriyenin ambarlarında bulunmuş... Bellibelirsiz durakladı. İsmail Bey!.. Binbaşı...— Binbaşı İsmail Bey mi? Haşan Efendi çenesinikaşıyarak yere baktı. Sarı yağız... Kalıplı... Sesi dik...Gözlerindeki tedirginlik gitmiş, yerini dostlukalmıştı.— Tamam...

— Nerde şimdi? İstanbul’da mı?— Evet!— İyi... Haşan Efendi cigara verdi. Yarın, birkaçyere bakarız. Bence hazırda olanı alıp hemendönmelisiniz. Ucuzuna pahalısına bakmayın!..— Bakmayım mı? Neden?.. Köylerden,çi liklerden toplanırsa çok kazançlı olur,demişlerdi.— Doğru ama, sırasız... Sesi birden değişmiş,biraz önceki dargın çekingenliği gene üstünegelmişti. Ortalık karışıkça... Ama gene siz bilirsiniz!..Boş fincanı alıp gi . Bir zaman kahve ocağındaşunu bunu kurcaladı.Kâğıt oynayanlar Cemil’e bak lar, göz gözegelince hemen başlarını çevirdiler.Haşan Efendi’yle müşterilerinin Yunanbayraklarını Bekir Sami Bey’in kaldırtmasınatütüncü kadar sevinmedikleri anlaşılıyordu.“Yara lıştan kuşkulu bir adam olmalı... Tedirgin...Böyleleri cennete gitseler sevinmezler!.. ”

Haşan Efendi gelip çekmecesinin arkasınaoturmuştu.— Yatacak yer?— Daha bakmadım. Düşünüyorum... Eğeruyarını bulursam, hemen yola çıkarım...— Nereye?— Emre köyü varmış... Bandırma’yla Mihaliççikarasında, dediler.— Çerkez köyü... Ali Bey’in...— Öyle mi?— Kime gideceksiniz Emre köyünde?— Reşit Bey’e...Haşan Efendi gene birden ilgilendi:— Çerkez Reşit Bey’e?.. Ethem Bey’in abisi?..— Ethem Bey’i bilmiyorum. Tevfik adlı birkardeşi var.— Tamam... Ali Bey’in oğulları... İyi tanır mısınızReşit Bey’i?

— Tanırım.— Nerden?— Askerlik arkadaşımdır.— Subay mısınız?— Subaydım.— Yedek mi?— Hayır!— Hutbe?— Yüzbaşı...— Atlı?.. Topçu?..Cemil güldü:— Neden yaya değil?— Değil çünkü...— İyi bildiniz topçuydum!..Haşan Efendi’nin yüzünden saklamayaçalışmadığı bir acıma gülüşü geçti:

— Ordudan ayrıldınız, başladınız alışverişe... İyi...Herkes alışveriş yaparken dövüşün, tamdövüşülecek sıra, a lın alışverişe... Son cümleyi,kendi kendine konuşur gibi biraz daha yavaşsöylemiş . Reşit Bey’i çi liğinde bulacağınızısanmıyorum. Bulabilseydiniz işinize yarardı.— Neden bulunmaz? Bir yere mi gitti?— Bir yere... Güldü. Ateş kesildikten bu yanaköye inmiyorlar. Üç kardeşin üçü de dağda... Birazbekledi. Reşit Bey’i yakından tanıyorsanız sebebinibilirsiniz!.. Hürriyet’ten bu yana, bunlarıngirmedikleri bulaşık iş kalmamış r. Şimdikihükümetle başları der e... Harp divanlarındayüzlerce dosya bunları bekliyormuş... Ethem Beyinen son marifetini duymadınız mı?— Ben Ethem Bey’i tanımıyorum. O da subaymıdır?— Hayır!.. Ali Bey’in en küçük oğlu... Çok sevdiğiiçin yanından hiç ayırmazdı. “Çakır oğlanı bir saatgörmesem yüreğime sıkıntı basıyor” derdi.— Çakır dediğine göre, sarı yağız olmalı...

— Evet, sarı yağızdır. İnce uzun... Tığ gibi...Gözüpek... Askerliğini Serasker kapısında bölükemini olarak yapıyordu. Kusçubaşı’nın Eşref Bey,seferberlikte Süleyman Askeri Beyle tanış rmış...Teşkilâ Mahsusa’da çalış bi zaman... Başındanbüyük işlere girdi. Yakup Cemil’i bilir misiniz?— Bilirim şöyle biraz...— Ethem Bey, Yakup Cemil’le birlikte Batum’asaldıranlardan... Savaşın sonuna doğru, geldi. Gelirgelmez, yanına iki üç zeybek peydahlayıp İzmirValisi Rahmi Bey’in oğlunu dağa kaldırdı.— Yok canım!.. Nasıl olur?.. Hem Teşkilâ Mahsusa’da çalışsın, hem de Rahmi Bey’inoğlunu...— Çerkez Ethem Bey’in bütün işleri böyledir. Akılermez!— Neden kızmış Rahmi Bey’e?.. İ hatçılıktaböylesi hiç görülmemiştir. Şaştım!— Evet, Rahmi Bey’in oğlunu dağa kaldırdı.Kızdığından değil... Para koparmak için...

— Daha kötü...— Tam elli bin altın istedi.— Verdi mi Rahmi Bey?— Rahmi Bey’in yerine İzmir’in gâvur tüccarlarıaralarında elli bin altını toplayıp oğlanı kurtardılar.Cemil, bir zaman güldü:— Öyle desenize... Bunlar Rahmi Bey’le birlikolup İzmir tüccarlarından Osmanlı zagonunca vergialmışlar.— Orasını bilmem!.. Şimdi ortalık biraz karışık...Ele geçip harp divanlarını boylamaktansa,yaylalarda dolaşmayı daha uygun buldular.Çenesini tu u. Miralay Bekir Sami Bey’le bircephede bulundunuz mu hiç?Cemil biraz duraladı:— Bulunduk ama, sürekli değil... Niçinsordunuz?— Bekir Sami Bey de Reşit Bey’i arıyor. Bu sabahEmre köyüne bir atlı gönderdi. Eğer tanışıyorsanız,

gidin bakın! Reşit Bey gelirse görüşürsünüz...Geleceğini ummam ya gelirse... Belki Sami Bey deÇerkez olduğundan belki, diyorum!— Nerde Bekir Sami Bey şimdi?— Yemekten sonra askerlik dairesindedir.— Buraya yeni geldi sanırım!..— İki gün oluyor! On Yedinci Kolordu komutanıvekilliğine atanmış... Bir görün kendisini... Kederlegüldü. Sevinir! Sanırım ki sevinir...— Neye sevinsin?.. Hiç tanımaz beni...— Görürsünüz! Sevinir! Sevinir de sizialışverişten caydırır, diye korkuyorum.— Amma yaptınız ha...Haşan Efendi birden somurttu:— İstanbul’dakilerin dünyadan haberi yokgaliba... Yunan’ın İzmir’e asker çıkardığınıduymadınız mı, siz?— Duyduk!..

— Başka?— Başka o kadar...— O kadar ne demek...— İzmir şehrine asker çıkarmış... Yalnız... “Geçicibir şey” dediler.— Kordon boyunda, hükümet önünde, kışladavuruşulduğunu duymadınız demek... Bizden şukadar kişinin öldüğünü işitmediniz... Nadir Paşa’nınkolordusuyla birlikte esir edildiğinden de mihaberiniz olmadı?..— İşi k ama, hükümet işe el koymuş... Esirlerisalıvereceklermiş...— Yunan yürüyüşünü de durdurtmuş mu, bizimarslan hükümetimiz?— Nasıl yürüyüş?.. Yürüme yok...— Yok evet... 16 Mayıs’ta Urla’yı aldı, 17Mayıs’ta Söke’yi... Gene o gün, İtalyanlar Çeşme’yegirdiler. 20 Mayıs’ta Yunan kuvvetleri Torbalı’yıişgal e . Dün akşam Menemen düşmüş... Yarın,

öbür gün Manisa...— Yok canım!.. Cemil Dikilmişti. Gerçek mi?— Gerçeği bu... Köşede kâğıt oynayanlara birgarip bak . Siz bizim burada kâğıt oynadığımıza mıaldandınız? Tüccarlığa başlamak için uygun birzaman seç ğinizi ileri süremezsiniz yüzbaşım...Gidin Bekir Sami Bey’i görün! Eğer, kes rdiğim gibi,sizi yeni zanaa nızdan vazgeçirirse, yarın,tu uğunuz yelkenliyi kârıyla başkasına devrederiz.İzmir vilâye nin kadını erkeği, çoluğu çocuğuyollara döküldü. Trenler adam almıyor, milletbirbirini eziyor, İstanbul’da ne yapacaklarınıbilmem ama, teknelerle bakla taşıyacak sıramızdeğil...Cemil, utanarak başını eğdi, yavaşça sordu:— Hiç direnmiyor muyuz Yunan ilerleyişinekarşı?.. Az çok?..— Direnmek için... Nasıl demeli... Hiç değil,direnmeye karar vermek lazım... Saydığım yerleri,bir tek mermi atmadan bırak k yüzbaşım... Bir tekçifte tüfeği patlatmadan... Çenesiyle yerdeki bavulu

gösterdi. Eğer içi para dolu değilse, burda kalsın...Siz bir gidip bakın... Benim gördüğüm, On YedinciKolordu bir tek vekil komutanla yüzbaşıyaverinden, bir de Harp Okulu’ndan yeni çıktığı belliçocuk teğmenden ibaret... Komutan bey, olmayantopçu alayına, bir alay komutanı, bulduğu için,görün nasıl sevinecek...Cemil hemen ayağa kalk . Rütbesinin neolduğunu bilmediği emekli deniz subayını saygıylaselamlayıp çıktı.Askerlik Dairesi’nin nerede olduğunu sormak,kahveden çık ktan sonra aklına gelmiş . Dönmeyigöze alamadı.Harp Okulu’nu bi rdi bi reli yeni geldiği birkasabada, ilk defa garnizona değil, emekliler gibiaskerlik şubesine gidiyordu. Gene ilk defa, yolaçıkarken gideceği bir birlikte tanıdığı subay arkadaşıolup olmadığını sormamış . Bir okul arkadaşıtara ndan karşılanmanın ne büyük rahatlıkolduğunu şimdi anlıyor, hiç tanımadığı Albay BekirSami Bey’e ne diyeceğini kes remediği için heradımda sıkıntısı artıyordu.

On Yedinci Kolordu Komutan Vekili Albay BekirSami Bey’in yaveri Yüzbaşı Selaha n, Cemil’i ilkbakışta tanıyamamış . “Kimsin? Derdin ne?” diyesorarken durakladı. “Bre Cehennem!” diye kollarınıaçarak a ldı. Harp Okulu’nda sınıf arkadaşıydılar.Ama Selaha n, belli ki, en sevdiği arkadaşınarastlamasından başka türlü sevinmiş . Cemil’i üstüste kucaklarken söyleniyordu:— Nereden çık n bre!.. Gökte ararken... HayAllah senden razı olsun!..Arkalarında bir kapı açılınca döndüler.Cemil, Teğmen Faruk’u eşikte görünce gözlerineinanamadı. Haşan Efendi’nin “Okuldan yeni çıkmışbir çocuk” dediği teğmen Faruk’tu. Farukşaşkınlıktan daha önce kurtulup koştu:— Nereden çık nız yüzbaşım? Maksut Bey miyolladı sizi?..— Tam buldum... “Tanışıyorsunuz demek?” diyesoran Yüzbaşı Selaha n’e döndü. Arapoğlu’nakalsa beni çürütecekti İstanbul’da... Baktım...

— Selaha n arkadaşının sözünü bi rmesinemeydan vermedi. Elinden tutup Faruk’un çık ğıkapıdan içeri soktu. Sesi sevinçle treyerektanıştırdı:— Bakın komutanım kimi buldum Bandırma’da..Bu Cemil... Buna orduda “Kara Cehennem” derlerkomutanım... Bizim Cemil Beşiktaş...Miralay Bekir Sami Bey önce şaşırmış, sonragülümsemiş, daha sonra sura nı belli belirsizasmıştı.Babacandı ama, sırasında çok sert, çok sinirliydi.Nerde, hangi şartlar içinde bulunulursa bulunulsun,talimnamenin kılı kılma uygulanmasını isterdi.Selahattin kendini toplayıp hazır ola geldi.— Cemil mi, dediniz? Komutan gözlerini kısarakbiraz düşündü. Ben bu adı nereden duydum?Durun... Tamam! Von Kres Bey’den... KaraCehennem’in Almancasını söylemiş . Siz, bir ara,kurs için Almanya’ya da gittiniz!— Evet efendim...

— En son bulunduğunuz cephe?— Filistin efendim. En sonunda Yedinci Ordu...— Mustafa Kemal Paşa’yla?..— Evet...Bekir Sami Bey, Cemil’i tepeden tırnağa süzdü:— Ayrıldınız mı ordudan?— Hayır efendim...— Ya nedir?Cemil başından geçenleri anlatmaya başladı:— Geçin şöyle... Oturun... Oturun da anla n...Yoksa rahat dinleyemem. !Cemil sözlerini şöyle bitirdi:— Barınma evinde, İsmail Bey’le konuştuk.“Belki bir işe yararız, ” dedik...Bekir Sami Bey, gerisini bekledi. Cemil’in sözübitirdiğini anlayınca güldü:— İyi demişsiniz... Tam sırasında demişsiniz...

Burada tanıdıklarınız var mı? İşe yarar yaramaz diyeayırmadan düşüneceksiniz!.. Bu sıra odundanadam aradığımız sıradır. Çavuş, onbaşı, topçu, atlı,yedek, gedikli... Ne olursa olsun... Patriyot’la İsmailAka’nın dostu olduğunuzdan belki Teşkilâ Mahsusacıları da bilirsiniz...— Evet efendim. Eğer size rastlamasaydım,Çerkez Reşit Bey’in köyüne kadar gidecektim.— Tamam... Biz Reşit Bey’e birini yolladık.Neredeyse, ya kendisi gelir, ya da bir habergönderir. Eğer, kendisi gelmez de bizden biriningitmesi gerekirse bir koşu...— Emredersiniz...— Gider görür, arkamızdan hemen Balıkesir’eye şirsiniz. Şimdilik Selaha n Beyle aranızda bir işbölümü yapın!.. Önümüzde, çok vak miz olacakkonuşmaya... Yorgun yorgun gülümsedi. Ölümdenaman bulursak...Albay Bekir Sami Bey’in üstün değerli, büyük birkomutan olmadığı ilk görüşmede anlaşılıyordu.Ama, belli ki, mer , cesurdu. Meşru yet’ten beri

birçoklarının kendilerini kap rdıkları “Ne pahasınaolursa olsun rütbe almak” hırsını yenmiş insandı.Saçsız kafası, dik bıyıkları, knaz gövdesiyle erleringörür görmez “Baba adam” dedikleri savaşsubaylarındandı. Irak’ta, Ka asya’da bulunmuş,aldığı ödevleri, üstlerini de, astlarını da memnunederek başarmıştı.Cemil, Selaha n’in çalış ğı bi şik odaya geç .Arkasını dönerek göbeğine bağlı tabancasınıçıkardı.— Ne yapıyorsun Cemil?..— Hiç... Tabancamı belime bağlıyorum.— Göster bakayım nasıl şey!.. Selaha nkocaman parabellumu görünce, uzun bir ıslıkö ürdü. Parabellum ha... Dağ topu gibi maşallah...Dur yahu nedir o?— Belime bağlıyorum. Neden şaştın?— Böyle bir silah ceketin altına saklanır mı?— Ya ne halt edeyim? Kılığıma baksana...

— Kılığında ne var? Yan asker, yarı başıbozuk...Tam bu zamanın üniforması... Palaskan yok musenin?— Yok...— Dur öyleyse...Selaha n hemen dışarı çık . Biraz sonra, azkullanılmış bir palaskayla geri döndü:— Bağla şunu... Dün gözüme iliş . Duvarda asılıkalmış... Bu zamanda böyle bir silahı, adam hiçceke nin al na saklar mı? Belimize takacağız kidüşmanların dudakları çatlasın!..Cemil, kılı tak ktan sonra, palaskayı belinebağladı. Silahını, el alışkanlığıyla öne doğru çekti.Aylardan beri ilk defa rahatlamış,başıbozukluğun bir türlü alışamadığıçapaçulluğundan kurtulmuştu.Bitişikteki Bekir Sami Bey, bir şeyler yazdırıyordu.Cemil, biraz dinlendi. Selaha n’e göz kırparak,duyulacağına aldırmadan dikedik sordu:

— Söyle bakalım Salah oğlum, ne alıp sa yor,senin Albay buralarda?Selaha n, Cehennem Yüzbaşı’nın gerçekdeğerlerine inanmadığı üstlere metelik vermediğinibiliyordu. Telaşla elini salladı:— Hay Allah belanı versin!.. Yavaş...— Yavaş neymiş? Ne kötülük var bu soruda?— Başlarım çenenden... İyidir albayım...Yamandır... Bunca paşanın içinde kolorduya nedenbunu seçtiler?— Neden?— İçine düştüğümüz rezilliğin hakkından belkigelir, diye... Durum bildiğin gibi değil arkadaş...Dağıldık ki, kül ufak olduk!.. “Sil, yeniden başla”derler ya... Bizim başımıza gelen daha çapraşık... Nesilgi kalmış, ne silinecek kara tahta... Yoktanbaşlayacağız! İstanbul’u gözlerinle gördün! KocaOsmanlı İmparatorluğu’nun başken nde Çingençalıyor, Kürt oynuyor. Bence ortada iki ümitkıvılcımı var: Biri, kötü Yunan’ın, İzmir’e çıkarak

başından büyük işe sıvanması... İkincisi, ordumüfettişliğiyle Samsun’a giden Mustafa Kemal...— Ortada ordu olmayınca, Mustafa Kemal neyapabilir?— Orasını bilmem ama, bir şey yapılabilirse,bunu başka hiç kimse Mustafa Kemal’den daha iyiyapamaz.— İstanbul’da da birçokları böyle diyor ama, benhiç ummuyorum!— Neden?— İzmir’i kurtarmak için Samsun’a çıkmak banabiraz sapa geliyor. Mustafa Kemal, “Kes rmesi bu”demişse, bence yanılmış... Hüner gösterecek adam,ya İstanbul’da kalırdı, ya da senin albayın yerine,buraya gelirdi. Şaka eden bir çocuk gibi yürektengüldü. Ben konuşuyorum, sen de avanak avanakdinliyorsun!.. Bizim o kadarına aklımız mı erer?Belki, İzmir’e giden en kes rme yol, Samsun’dangeçiyordur. Şimdi bunu bırakalım da, burada neyapacağız onu anlayalım!..

— Genel durum şu: Millet savaştan yılgın...“Vuruşalım” demiyor musun, anasına sövmüşsüngibi sırtarıyor!.. Yedeksubaylardan yarısı evlerinekapanmış, yansı ekmek parası derdine düşmüş...Bizimkilerin çoğu hasta, sakat... Sağlamları dahayenilginin şaşkınlığından kurtulamadı. Kala kala...Bir avuç senin gibi “Bizim aklımız ermez” diyensubayla gözünü budaktan sakınmaz deli aydınkaldı. Gerisi, asker kaçağı, çapulcu, kısacası, eşkıyadediğimiz rezil sürüsü...— İttihatçılar?— Haaa... O başka... İ hatçıların dönemeyenleribu yenilgiden sorumlu sayıyorlar kendilerini...Onlar elde bir... Buraya gelir gelmez sen de, biz deneden Çerkez Reşit Bey’i aradık? İster istemez,bizdendir diye... Ama bunun bir çürük yönü var,mille n önüne İ hatçı olarak çıkamıyorsun!..Senin anlayacağın, bu sıra, cambazlık sırası... Birazkaypak olacaksın, biraz gözbağcı, biraz da kıyıcı...Çünkü bir işe sıvanabileceksen hergele takımıylasıvanacaksın, hiç değil şimdilik... Seni görünceneden o kadar sevindiğimi, anladın mı?

— Höst edepsiz! Bu nasıl laf! Hergele mayasıylayoğurt tutturacak düzenbaz ben miyim?— Keşke olsan!.. Sen nerdeee... Düzenbazlıknerde? Kendini övüyorsan, bana sökmezCehennem... Başımıza toplayacağımız serserileri,bakalım nasıl çekip çevireceğiz! Cehennem’intoprağı yır p yeryüzüne sıçrayacağı zamandır. Birzaman Yakup Cemil’in yap ğı işi yapacağız ama,onun gibi avanakça değil... Rahmetli, subaylıktançok, külhanbeyliğe yakındı. Mayasında kopuklukvardı. Kabadayılığı geçici yapmıyordu. Külhanbeylikederken rahatlıyordu. Sen subay doğmuşlardansın.Arada bir üstleri küçümsemen, astlarla içlidışlıolman, sende, sahici savaş subaylığının belir sidir.Evet, sana iyi kötü bir filinta uyduralım! Şimdilikomuzla... İlerde daha işe yararlısıyla değiş ririz. Birde at ister!— Topun lafı hiç mi yok?— Top sonraki mesele... Şimdiki işimiz, bildiğin,eşkıyalık... Boşuna somurtma!.. Benikandıramazsın!.. Kaç aydan beri, can sıkın sındakim bilir nasıl bunaldın! Sinirlerin paslanmış r.

Hoplayıp sıçramaya can a ğının farkındayım!Çetecilik tam arayıp da bulamadığın oyun... İştemeydan, işte şeytan... Beğendiğin gibi fink at... Birşey ha rlamış gibi gülümseyerek daldı. Aklında mı?Edirne’de... İkinci Ordu manevralarında...Tabancayla, tüfekle atış numaraları yaptındı?— Geç yahu!.. Çocukluk... Aklıma geldikçeutanıyorum! Ne demiş Mahmut Şevket Paşa?..“Oğlum, aferin sana, orduya yanlış gelmişsin...Senin yerin cambazhane... ” demedi miydi? Az mıgüldünüzdü alçaklar, beni ortaya çıkarıp rezilettikten sonra?..Selahattin arkadaşının omzunu okşadı:— İşte bu cambazlıkların tam yeri geldi KaraCehennem!..— Ben o cambazlıkları çoktan unu um! “Top”desen belki belki... Demek biz bundan böyle...Baldırı çıplak zeybek takımına, tabancaylamaskaralık edeceğiz!..— Pek de maskaralık sayılmaz! 48. 000 piyadetüfeği... Bir milyondan ar k mavzer mermisi...

Sekizi kamalı, yetmiş ikisi kamasız top... Dört tanemakineli tüfek...— N’olmuş bunlara?..— Bunlar şu anda Manisa ambarında bizibekliyor! Yol boyunca adam toplayarak Yunan’danönce yetişip kaldıracağız! Nasıl bu yarış?— Biz buradan yarışa girinceye kadarManisa’dakiler bunları salla sırt edip güvenilir biryere taşıyamıyorlar mı?— Taşıyamıyorlar! Aldığımız haber doğruysa,Manisa’daki alay büsbütün dağılmış... Halk canınınkaygısına düşmüş... Kendi malına bakmıyorlarmışki, senin silahını, cephaneni düşünsün... Adamtoplayıp ye şeceğiz de, bunları kurtarmayaçabalayacağız. Hem de, en geç öbür güne kadar...— Öbür güne kadar bunca adamı nerdenbuluruz?— Buluruz arkadaş, seni nasıl bulduk? Asıl seningibisini bulmak zordu. Evet Cehennem, şimdilikumudumuz eşkıyalarda... Eşkıyaya geldin mi,

bugün maşallah, mübarek vatanımızın dağı taşıeşkıya...Ortalık kararınca On Yedinci Kolordu KomutanVekili Albay Bekir Sami Bey’in tedirginliği düpedüzöfkeye döndü.Selaha n’le Teğmen Faruk telgra aneyeyerleşmişlerdi. Bir yandan çevredeki birliklere,noktalara, askerlik şubelerine Bekir Sami Bey’inKolordu Komutan Vekilligi’ne atandığınıbildiriyorlar, bir yandan Manisa’yı bulup MevkiKomutanı Ahmet Zeki Bey’i makine başınagetirmeye çabalıyorlardı.Telgrafçılar, gece gündüz var güçleriyleuğraş kları halde, haberleşme, bir türlü düzenegirmemiş . Konuşmalar sık sık kesiliyor, seslenilseduyulacak kadar yakın bir yeri bulmak için yüzlercekilometre dolaşmak, akla gelmez merkezlerinyardımını istemek gerekiyordu.Oysa bu saate kadar, memleke n hiçbirköşesinde hiçbir çarpışma olmamış, düzeni bozacakhiçbir karışıklık baş göstermemiş . Düşman,

İzmir’den sonra girdiği köylerde, kasabalarda, halkaçok yumuşak, çok kibar davranıyor, rütbesine göresubayları selamlayıp bayrağa saygı göstererekYunan ordusunun korkulacak bir kuvvet olmadığınıyaymaya çalışıyordu.Millet, İzmir’in işgali haberiyle içine düştüğüşaşkınlığı üstünden atamamış, donup kalmahalinden henüz kurtulamamış . Bu sebepleyollarda göç karışıklığı, istasyonlarda birbirini ezenpanik kıyame yoktu. Daha hiç kimse yeriniyurdunu, evini ocağını bırakıp eline geçeni, varsaatma arabasına, öküzüne eşeğine, yoksa sır nayükleyerek yollara düşmemişti.Telgrafçılar Manisa’yı bir türlü bulamıyorlardı;ama, bazı önemli haberler veriyorlardı: “Seferihisar-Gülbahçe-Çeşme’de bulunan küçük birlikler,İzmir’e Yunan’ın çık ğını duyar duymaz dağılmışlar.Silahını atan savuşmuş... ”, “Menemen dündenberi karşılık vermiyor”, “21 Mayıs’ta iki koldanMenemen’e yürüyen düşmana yerli Rumçetelerinin öncülük e ği anlaşılmış r. Yunankuvvetlerine Çakalos adında bir binbaşının komuta

e ğini şimdi öğrendim, efendim”, “Menemen’dehiçbir çarpışma olmadığı bildiriliyor. Yerli Rumlarlakasabanın bazı ileri gelen Türkleri, önlerinde gayetbüyük bir Yunan bayrağı olduğu halde, düşmankuvvetlerini kasabanın dışında karşılamışlar, ” “OnYedinci Kolordu’nun Menemen’de bulunan beşincisilah deposu, düşmana sapasağlam teslim edilmiş,düşmanın eline pek çok silah cephane geçmiş r”,“Şimdi haber aldım: Ayvalık’ı Kuşadası’na kadar,İngilizler Yunan’a vermiş... 50-60 kilometretoprağın Yunan’a verildiğini halk söylemekte... Birbaşka söylen : Bütün Aydın ili Yunan’ınolacakmış... Allah yardımcımız olsun!”, “Şimdiİzmir’den gelen bir subay söyledi. Yunan İzmir’e birha adan beri aralıksız asker döküyormuş... Bunusöyleyen subayın kes rimine göre Yunan askerinintutarı yüz bini aşkın... Ayrıca bir tümen dejandarma ge receğini duymuş efendim... Bunlarıbilgi için telledim. Aslını öğrenmek mümkünolamadı”, “Şimdi Kuşadası’nda İtalyan işgalmın kasındaki bir arkadaş yazdırdı. 20 Mayıs’taYunan Komutanlığı İzmir’deki bütün subaylarımızıaileleriyle yollara dökmüşler. Çetelerin


Like this book? You can publish your book online for free in a few minutes!
Create your own flipbook