Ankara’dan istendiğini söyleyecekti.— Bak m, kem küm ediyor... Elini tabancasınagötürüp göz kırp . Dayayacağım göbeğine...Tamam mı?Bunu baştan savma sorduğu, alacağı karşılıklahiç ilgilenmediği, söyleyecek sözün kalmadığınaemin olduğu belliydi.Yüzbaşı Selaha n, “Hayır, tamam değil... ”deyince, arkadaşının yüzüne şaşkın şaşkın baktı.— Ne demek?— Anlatacağım! Hele otur şöyle... Sabaha kadarvak miz var. Eğer bu iş bu kadar kolaysa, günışırken başlasak, on dakikada bi ririz. Şimdi beni iyidinle. Her yönü enine boyuna hesaplamadan böylebir şeye başlanamaz.— Nesi var bunun uzun boylu hesaplanacak?..Baskın basanın...— Baskın basanın ama, eşkıya için... Vurupsavuşacaksın... Bizim savuşmaya niye miz yok...Biz burada kalıcıyız. Kalıcı olduğumuz için bizimki
baskın değil, pürüz temizlemek... Eğer pürüzütemizleyeceğiz derken ortalığı büsbütün pürüzlereboğarsak, burada hiç barınamayız.— Ben kimsenin karşı duracağını sanmıyorum.— Kolordu karargâhında mı? Yahu kolordukarargâhını düşünen kim? Elbe e karşı durançıkmayacak... Yusuf İzzet Paşa çoktan teslim olmuşBursa’ya gelmekle...— Peki?— Hele otur şöyle... Bir cigara yak! Geneldurumu gözden geçirelim: Padişah, bir generalini,“Ortalığı ya ş rsın, ateşkes anlaşması gereğincedüşmanlara teslim edilecek silahları toplasın, içvuruşmaları önlesin” diye Anadolu’nun belli birçevresine ordu müfe şi olarak yollamış... Sonrabundan caymış... Adam, askerlikten çekilmiş...Kongreler toplamış... Şimdi, Temsil Heye reisiolarak Ankara’da bulunuyor. Hepimiz biliyoruz ki,ortada Temsil Heye filan yok... Temsil Heye , tekbaşına Mustafa Kemal Paşa demek r. Ben bu işlerison günlerde çok düşündüm arkadaş, zor
durumdayız çok... Eğer, kolay olmayan bir durumu,kolay gibi görmeye kalkarsak aptallık ederiz! Dahakötüsü, Ankara’yı da yeni zorluklara düşürürüz.Her davranışımızda kılı kırka yaracağız. Ödev nedir?Bursa şehrinde, bir kolordu karargâhını basıpkomutanı tutuklu olarak Ankara’ya göndermek...Bugünün şartları içinde, bunu birkaç kişi kolaycabaşarabilir. Hele bizim için böyle bir iş çocukoyuncağı... Gelelim şimdi madalyonun öbüryüzüne! Kaç gündür, Bursa’yı inceliyorum,Bursalıların ruh halini anlamaya çalışıyorum. Burasıateş boyuna yakın bütün kasabalarımız gibişaşırmış... Hiç kimse, kimden yana olduğunubilmiyor. Bu yüzden herkes kuşkulu, tedirgin...Silahlanmayı göze alamayanlar korkuyor,silahlanmış olanlarsa daha çok korkuyor. Zenginler,talana uğrama ih malinin gerçek dehşe içindeler.Gözlerine uyku girmiyor. Çapulcular, Bursaçapuluna geç kalacaklarını düşünerek kıvranıyorlar.Birilerinin şehri dört yandan ateşe vereceğisöyleniyor. Bu rsa an faydalanarak düşmanlarımtemizlemeye hazırlananlar kıyamet gibi... Anzavurgelirse, ben seni nasıl as racağımı düşünüyorum,
Milliciler kazanırsa, sen beni hangi i iraylabi rebileceğim tasarlıyorsun. Orduya kimseningüveni kalmamış... Subayları hiç sevmiyorlar.İstanbul’un saldığı sarıklı bozguncular için bizconuz, farmasonuz. Çıkarımız için dünyayı ateşeveriyoruz. Kan dökmekten bıkıp usanmıyoruz.Hepimiz İ hatçı gâvuruyuz. İ hatçı, yani, kocamemleke , on yılda bu hale ge renler... Bu şehirdedevlet otoritesi yok... Bu otoritenin sorumluluğuvali konağıyla kışla arasında sahipsiz, yerde ya yor.Dış görünüşün sakinliğine hiç aldanmayalım.Herkes te kte... Bu ne kadar sürer? Anzavur’unçeteleri görününce neler olur? Bence, bugünlerdeBursa kurulu bomba gibi... Hani, “Korku dağlarıbekler” diye bir laf vardır ya... Bursa’yı, şimdilik,korku bekliyor. Biz, kolordu karargâhını basmayakalkmakla, bu durgunluğu dalgalandırabiliriz! işinkolay olmayan yönü, karargâhı bas ktansonrasıdır. Korkulu bir şeye bakıyor gibi gözlerinikıs . Küçük bir çarpışmanın, şehri nasıl birboğazlaşmaya atacağını hiç kimse şimdidenkes remez. Yunanlıların büyük bir saldınhazırladıkları söyleniyor. Anzavur Bandırma’da...
Durup dururken Bursa’yı kaybetmek, kolaybağışlanır bir suç değildir. Bu durumda hiçbir şeyioluruna bırakamayız! Kötüsünü düşünelim de, iyisigelirse bah mıza... Bir kere Faruk’un telgra anedebulunması gerekli değil! Orayı kim olsa tutar. Bizişimizi bi rene kadar, Bursa’nın dünyayla ilişiğinikeseceğiz, o kadar... Bir çavuş gönderirim. Makineodasını kilitler, anahtarı cebine atar. Yusuf İzzetPaşa’nın Bandırma’dan ge rdiği 170-180 erdençoğu savuştu, ama gene de gücü bizden ar k r,“şunu şuraya kapa rız, bunu buraya... ” la dilekolay... Kolordu karargâhının alt katpencerelerinden bazılarında demir yoktur. Yakapattığımız heriflerden birkaçı hoplar çıkarsa, şehribirkaç el silahla ayağa kaldırırsa... “Kolordu atlıbölüğü bizden... Hemen atlı devriyeler çıkarırız. ”dedin. Şakır şakır nal sesleri, ne oluyor gecenin birzamanı, herkes te kteyken?.. Bunun doğrusu...Yanına bulabildiğin kadara asker alıp karargâhıönceden sarmak... Saa ne bak . Ooo... İki otuzbeş... Tam vak ... Çağırın lü en, şurdan nöbetçisubayını bana Faruk!..
Faruk biraz sonra Teğmen Murat’la içeri girdi.Murat yüzbaşıları selamladı. Selahattin sordu:— Kuvvetin?— On yedi tüfek...— Yedisi burada kalsın! On kişi alacak CemilBey... Ali Çavuş burda mı?— Evet!— Silahlı iki erle telgra aneye gidecek... Budakkadan sonra benden izin almadıkça telgrafçekmek yasak... İsterse kolordu komutanı olsun— Baş üstüne!— Erler hazır olunca haber verirsin! Gürültüistemez...Sinirli sinirli cigara içerek beklediler.Beş dakika sonra Kör Saban fişeklikleri kuşanmış,elde tüfek göründü:— Erlerimiz hazırdır binbaşım!Selahattin, Cemil’le öpüştü:
— Kendini kolla!..— Bu gece karargâhın parolası?— Bilmem! Nöbetçi ka rlık ederse, RüstemÇavuş’u iste... Bizdendir. Ben telefon eder,anla nın durumu... Hadi, CEHENNEM olsun, bugece bizim parola. .On üç kişilik müfreze sokağa çık ğı zaman saatgecenin üçüydü.Bursa karanlık , ıssızdı. Ne bekçi, ne polis vardı,ne de bir küçücük fener ışığı... Hafif bir nisanesin si hiçbir şeyi hışırdatmadan yüzlerinesürünüyordu.Cemil, bir adım arkasından gelen Faruk’la KörŞaban’ın konuştuklarına kulak verdi.— Binbaşı sana parolayı söyledi mi Körağa?— Söyledi teğmenim...— Aklından çıkmasın...— Ferah ol! Çıkabilemez.
— Peki, neyin nesi, gecenin bir saa nde, -bu iş?..Bizi gene ardına tak senin binbaşın... Boyalı şekergibi, ağzımıza birer parola verip... Bizi aldı gidiyorya, nereye gidiyor?— Bizim aklımız o kadarına ermez!..— Aklın ermedi mi soracaksın! Meselenin önünüardını öğrenmeye bakacaksın...— Biz sorabilemeyiz!..— Emir kuluyuz da ondan mı?— Değil teğmenim, biz Allah’ın izniylebinbaşımıza güveniriz!— Var köpoğlusu vay!. , “çarıklı kurmay”diyeceğim...— Biz çarıklı kurmaylığı çoktan atladık teğmenim,biz çizmek kurmayız sayende...Faruk’la Kör Şaban mavzerlerini omuzlarına başaşağı asmışlardı. Cemil’in parabellumundan başkasilahı yoktu.Kolordu karargâhı mevcudu, yirmi dördü atlı,
doksan erle, yedi subaydı. Cemil, atlılarıkendisinden sayıyor, yalnız ağır makinelibölüğünden çekiniyordu.Kolordu karargâhına yaklaşınca Teğmen Faruk’uçağırdı:— Faruk Efendi!.. Karargâhın çevresini kapıdakinöbetçilere görünmeden sar. Yalnız Şaban girecekiçeriye benimle... Körağa dönene kadar, nöbetçileregörünmeyin. Ne kadar sıkışırsanız sıkışın, Körağagelmeden silah atmak yok...— Peki yüzbaşım...— Hadi Körağa!..Faruk Efendi’den birkaç adım ayrılınca Kör Şabandayanamadı:— Aman binbaşım... Kolorduda bir yaramaz işmi oldu, gecenin bu vakti?— Yok... Komutana telgraf geldi de onuvereceğiz.— Tatlı uykusundan uyarıp da he mi?.. Vay
başıma... Nerden bu telgraf? İstanbul’dan mı?Bizim paşamızı vezir mi e padişah, durduğuyerde?— İyi bildin vezir etti ki, başvezir etti.— “İstemem” der diye mi sardırmaktasınkarargâhı?— Hele köpoğlusu... Kes bakayım... Parolayıunutmaksın ki... Faruk Efendi gece karanlığındaseni zımbalamak ki, domuz niyetine...Kör Şaban, keyifli keyifli, “Sayendezımbalayabilemez. ” diye bir şeyler mırıldandı.Kolordu karargâhının kapısındaki nöbetçi,duvara dayanmış, biraz dalmış . Ayak sesleri iyiceyaklaşınca ürpererek kendine geldi:— Kimsin? Yanaşma!— Ben Yüzbaşı Cemil... Komutan Paşa’ya telgrafgetirdim. Rüstem Çavuş’u çağır hemen...Nöbetçi hafi en ıslık çalar gibi düdüğünüö ürdü. Avludan ayaklarını sürüyerek gönülsüz
yaklaşan postaya, çavuşu çağırmasını söyledi.Rüstem Çavuş, postanın tersine, koşarakgelmişti. Selam verdi.— Buyrun yüzbaşım!.. ;— Selahattin Bey telefon etti mi?— Etti yüzbaşım!Avluda yan yana yürüdüler.— Kim nöbetçi subayı?— Ağır Makineli Takım Komutanı TeğmenAbdullah Efendi...— Uykuda mı?— Evet...— Kolordu komutanının yaveri?— Uykuda...— Nöbetçi subayın ya ğı odayı göster. Sengörünme... Takımı bana teslim etme kendisiversin...
— Baş üstüne!..— Atlı bölük?— Çavuş bizden...— İyi... Karargâh sarılmış r. Birazdan TeğmenMurat da gelecek... Burayı saran birliğin başındaFaruk Efendi var. Abdullah Efendi, karargâhıemrine verince, Şaban’ı gönderir Faruk Efendi’yiçağır rsın. Paşayı da, yukardakileri de şimdilikuyandırmamaya çalışalım. Parola: Cehennem.— Emre ğiniz zaman Faruk Efendi’yiçağırtacağım. Paşayı uyandırmayacağız. Parola:Cehennem...— İyi... Burası mı Teğmen Abdullah Efendi’ninodası... Sen dışarda bekle! Silahın?— Tabancam var yüzbaşım...— Tamam! Şaban benimle içeri girecek...Kapıyı yavaşça aç . Lamba kısılmış olduğundanoda alacakaranlık . Köşedeki küçük karyoladaTeğmen Abdullah, hafif horultularla uyuyordu.
Şaban kapıyı çekip önünde durmuştu.Cemil gürültü etmeden masaya yaklaş , lambayıaçtı. Sonra gelip uyuyan teğmenin başına dikildi:— Abdullah Efendi!..— Buyrun... Kimsin?Teğmen Abdullah sıçrayıp doğrulmuştu.Gözlerini ovuşturuyordu.— Ben Yüzbaşı Cemil... Mustafa Kemal Paşa’nınemriyle kolorduyu teslim almaya geldim.— Teslim almaya mı? Siz mi? Anlayamadım,yüzbaşım... Mustafa Kemal...— Ankara’dan Temsil Heye ’nin kararı var.Komutan paşa, yarın sabah erkenden Ankara’yagidecek...— Evet...— Şimdi, biz, burdaki birlikleri, Tümen KomutanıBekir Sami Bey’in emrine veriyoruz. Bu işte bizimleberaber misin? Komutan paşa, Ankara’ya gitmekistemezse, direnmeye kalkarsa...
Teğmen Abdullah’ın uyku sersemliği kısasürmüş, gözlerine anlayış gelmişti.— Direnmeye mi kalkarsa?Cemil, lafı uzatmadan meseleye girdi:— istersen, bize ka l, istersen durum ya şıncayakadar göz hapsine alınmış ol! Nasıl işine gelirse...Hadi ver kararını...— Şaşırdım birdenbire yüzbaşım... Birdenbire...Yani beni karıştırmasanız şimdilik. . Ben şimdilik...— Tamam! Sen şimdilik benim mahpusumsun!Kapıya nöbetçi dikeceğim. Yarım saat, en geç, birsaat sürer! Sen şimdi çavuşa nöbe banadevre ğini söyle... Teğmenin düşünmesine vakitbırakmadan Şaban’a emretti. Çağır bana çavuşu...Rüstem Çavuş içeri girdi. Selam verip çakı gibidikildi.Teğmen Abdullah Efendi bir an durakladı. Galibaaklından, direnme için bir yol olup olmadığınıgeçiriyordu.
Cemil, elini tabancasının üstüne koyunca üstüste yutkundu:— Bakın Rüstem Çavuş... Bu dakikadan sonra,Yüzbaşı Cemil Bey’in emrindesiniz. Cemil Bey’inemrinde... Elini yüzünden geçirdi. Komutan beni birhafta oda hapsine koymuş...— Evet teğmenim...— Evet... Bu kadar...Teğmen Abdullah başını önüne eğmişti.Cemil ilk emri verdi:— Binanın dört köşesine dört nöbetçi... İki kişilikdevriye... Kapıdaki ağır makineli tüfek yerinde...İkinci tüfek yola çıkmaya hazırlansın... Merdivenayağına iki nöbetçi. Ben, yukarda kolordu kurmaybaşkanının çalışma odasındayım. Teğmen FarukEfendi, beni orada bulsun. Şaban benimle çıkacak...Gürültü yok! Tüfek yola çıkmaya hazırlanınca neyapacağını sana söylerim.— Baş üstüne komutanım...
— Telefon santralında kimse var mı?— Var komutanım...— Emrim olmadan karargâh konuşmayacak.Dışardan arayanları vakit geçirmeden banabağlasınlar. Teğmen Murat Efendi, birliğiyle gelincehemen yukarı çıksın!Rüstem Çavuş koşarak gidince Teğmen Abdullahmerakla sordu:— Ne oluyor yüzbaşım?.. İşin içyüzü...— İşin içyüzü... Lütfen tabancanı...Teğmen yastığın altına doğru uzanmak istedi.— Kımıldama teğmen!.. Uzanıp silahı aldı, yancebine soktu. Bunu bir saat kalmadankuşanacağına eminim. Ben senin yerinde olsam,uyumayı denerim.— Sağ olun yüzbaşım... Kendimi hapse rişimkorkaklıktan değil!— Korkaklık gelmez benim aklıma, hiçbirzaman...
— Sağ olun... Özür dilerim. Size hemen ka lmayıisterdim ama... Komutan bize yemin ettirdi.Cemil kapıya doğru yürürken döndü:— Yemin mi? Ne yemini?— Kendisinden gizli bir şey yapmayacağımıza...O gün bunu çok saçma bulmuştum... Şimdianlıyorum ki...— Başka kimlere yemin ettirdi?— Adı adınca sayamam! Aşağı yukarı, karargâhınbütün subaylarına...— Aferin!Rüstem Çavuş her gece ağır makineli tüfektakımını giyimli ya rdığı için, dış nöbetçiler çoktanyerlerine ye şmişler, devriyeler dolaşmayabaşlamışlardı.Cemil, merdiven ayağına dikilen nöbetçilere,silahlarının dolu olup olmadığını sordu. Üst katsofasının iki nöbetçisiyle Kör Şaban’ı arkasına alıpyukarı çık . Kurmay başkanının çalışma odasındaki
masaya rahatça yerleş ği zaman ne kolordukomutanı paşa uyanmış , ne de karargâhsubayları...On dakika sonra, Faruk’u jandarma komutanına,Murat’ı Müdafaayı Hukuk Demeği başkanınagönderip, herhangi bir olaya karşı, hazırlıklıbulunmalarını bildirdi. Jandarma komutanı gerekligörürse polis müdürüne meseleyi haber verecekti.Kolordu kurmay başkanıyla paşanın yaveriniancak, Selahattin geldiği zaman uyandırdılar.Güneş doğmak üzereydi. Daha dükkânlaraçılmaya başlamamış, camiye giden birkaç yaşlıdanbaşka kimse sokağa çıkmamıştı.Yusuf İzzet Paşa’yı Ankara’ya götürecekotomobil hazırdı.Teğmen Faruk, yanına iki çavuşla iki onbaşıalacak, bunların mavzerlerinden başka bir de hafifmakineli tüfek götürecekti.Selaha n kalpağını düzel , elini manevrakayışıyla tabancasından geçirdi. Mustafa Kemal
Paşa’nın telgra nı aldı. Komutan paşanın uyuduğuodanın kapısını vurdu, “Gel” denilmesinibeklemeden girdi.Cemil, dışarıda kalmayı uygun bulmuştu.Arada bir, içeriye kulak vererek bekledi.Çıkmaları uzuyordu ama, hiçbir sesduyulmuyordu. Kolordu komutan vekilliğine BekirSami Bey bakacağından paşaya kurmay bakanınıçağırmanın gerekli olmadığı da bildirilecekti.Kapı tam on üç dakika sonra açıldı. Yusuf İzzetPaşa suratı asık çıktı. Cemil’in selamını almadı.Cemil, “soğuk suyla traş olmuş galiba!” diyegülümsedi. Paşa merdivenden inince, pencereyegitti.Borazan selam aldı. Saygı duruşu için sıralanmışerler, tüfeklerini kaldırdılar.Otomobilin yanında duran Teğmen Faruk selamverip kendisini tanıtmış . Paşa onun selamını daalmadı. Şoförün yanına oturdu.
Selaha n, komutanın bavulunu, berabergidecek yavere verip dönmüştü.Eski otomobil hırıldayarak yola çıktı.Ova yer yer sisle örtülüydü. Şehir dahauyanmamışa benziyordu.Cemil, gelip yanında duran Selaha n’in omzunavurarak keyifle güldü:— Başardık bu işi yüzümüzün akıyla Salâhcım.Çok yaşa!— Pek sanmıyorum reis...— Uzattın ama... Sanmaması kalmış mı?— Kalmış... Biz ancak, üs eki pürüzlerden birinitemizledik. Bursa’nın pürüzü olduğu gibi duruyor.Bursa, gerçekten bizden olsaydı, Yusuf İzzet Paşada pürüz çıkarmazdı. Dur, nereye?— Telgra aneye gidiyorum. Pake n yolaçık ğını, Ankara’ya telleyeceğim. Sen, mahpusbeyleri salıver. Yarbay Osman Bey’i yanına al...Tümen karargâhında buluşalım. Burasını şimdilik,
Teğmen Murat çekip çevirir. İki adım a p döndü.Ben gelen kadar çayı demlet! İki adım sonra genedöndü, parmağını kaldırdı. İşlerin her yanımdüşünecek sırada değiliz, arkadaş... Elimizinyetişeceği ilk pürüzden başlamak zorundayız!İki gece üst üste yağmur yağmış. Bursa Ovasıyeşil denize dönmüştü. Bu yeşil denizin üstünde,çaylarla toprak yollar, gemilerin bırak ğı izlerebenziyordu.Cemil kısa gocuğunu sır ndan alıp yanındakiiskemlenin arkalığına koydu. Yeşil’in set üstükahvesinde, vakit öğleye yaklaş ğı halde,kendisinden başka müşteri yoktu. “Bursa’da kaçgündür, hiçbir şeyin müşterisi yok... Arabalarla yükhayvanlarından başka... ” diyerek can sıkın sıylagüldü.Buraya oturdu oturalı -bir saa r-, İnegöl-Yenişehir şosesine bakıyor, giden arabaları, devekatarlarını, at, eşek, ka r kervanlarını, dalgın dalgınsayıyordu. Bir ara yolları kesip göçü önlemeyidüşünmüş, sonra, bunun bardağı taşırmaya sebepolabileceğinden çekinerek vazgeçmiş . “Evet...
Tehlike yaklaş mı, önce zenginler savuşuyor,sonra, gi kçe hızlanıp kalabalıklaşarak ortahalliler... Yurtlarını en önden bırakan bunlar... ”Bursa bu işe alışık gibiydi. Hemşerileri tara ndanyüzüstü bırakıldığına sanki hiç kızmıyor,üzülmüyor, daha kötüsü galiba bunu onur meselesiyapmıyordu, ipekçiler şu kadar bin kantar ipeği,kuru yemişçiler şu kadar bin okka yemişi,zey ncilerle zey nyağcılar şu kadar bin okkataneyle yağı, dış görünüşlerindeki sakinliği hiçbozmadan gerilerde, güvenilir yerlere aşırmışlar,Yusuf İzzet Paşa’nın Ankara’ya gi ği duyulduduyulalı, ileri gelenlerin çolukları, çocukları, halı,ipekli denkleriyle İstanbul’un yolunu tutmuşlardı.Anzavur’un eline geçen topraklardan kaçanerlerle milislerin Bursa’daki tutarını, Kasap OsmanBey’in, Kirmas ’deki 172’nci Alay’ının dağılması,birkaç gün içinde dört beş kat arttırmıştı.Kolordu karargâhının basıldığı geceninsabahından beri, Cemil, bir bakıma valilik, birbakıma örfi idare komutanlığı yapıyordu. Hiç kimsekarar vermediği halde, jandarmayla polis emrine
girmiş, şehrin düzeni, Cemil’den sorulur olmuştu.Bu yüzden geceleri sık sık uyanıyor, düzenibozanları yıldırmak için, serseri takımıylaboğuşuyordu.Bu gece sabaha karşı, beş tane sarhoşge rmişlerdi: Bunlar, yıllardır, eşrafla İ hat Terakkitara ndan iyice şımar lmış kabadayılardı. Polisde erlerine göre, eskiden beri, erkekleri savaştakalmış, kimsesiz kadınlarla uğraşıyorlar, kiminiparayla, kimini zorla baştan çıkarıp birazkullandıktan sonra, genelev patronlarınasatıyorlardı.Karargâha ge rdikleri zaman, körkütüktüler.Nerede olduklarının ya farkında değillerdi ya daar k hiç kimseyi adam hesabına almıyorlardı. Kadınbağır larına koşan kola karşı gelmişler, çavuşa silahçekmeye yeltenmişlerdi. Üstlerinde kamalar,tabancalar, çi e çi e şarjörler, avuç avuç esrar,afyon çıkmıştı. Ünlü ipek tüccarı Hacı Muhsingillerinyeğeni olan sarı yağız it, hepsinden edepsizdi.Cemil’e “Sen Cehennem’sen, biz de cehenneminMeyil deresiyiz. Senin Cehennemliğin bize
sökmez!” diye kafa tutmaya kalkmıştı.Herifler tavlada dayak yerken bağır larınauyanan Yarbay Kasap Osman Bey’in, “Asalım gitsinbacanak... Birini, ikisini salIandıralım gitsin” diyeyalvarması aklına geldi, isteksiz isteksiz gülümsedi.Karargâhtan gün doğarken çıkması, şehrinçevresinde bir başına dolaşması, sonra burayaoturması, karargâhı doldurup, kopuklanbağışlatmaya çalışacak saçlı sakallı rezil takımındankurtulmak içindi.Bugün sokaklarda, dünden daha az erkekgörünüyordu. Bunların da başları büsbütün öneeğilmiş . Herkes gizli bir iş yapıyormuş da, birisiylegöz göze gelirse, foyası meydana çıkacakmış gibitedirgindi.Önündeki cigara pake nin üstüne bir çizgi dahaçekti. “Bir saatten beri, on üçüncü deve katarı... ”Boş çay fincanının yerini değiş rdi. Kahveocağına baktı. Canı çay istediği halde deminden beriseslenmeye enikonu çekiniyordu. Herif bunu bilenazla getirmiş, bir daha uğramamıştı.
Uykusuzdu, yorgundu. Kahval etmediğinden içieziliyordu. Ceke nin göğüs cebindeki fotoğra yokladı. Canı çek ği halde çocuğunun resminebakmaya bile üşeniyordu.Sabahleyin ıssız sokaklarda dolaşırken duymayabaşladığı bu usancın, karısını, çocuğunuözlemekten değil, birbirini aralıksız kovalayanyenilgilerden ileri geldiğini sezmiş . Trablusgarp’tanberi arka arkaya yenilmiş bir ordunun subayı olmakzordu. İşe hürriyet savaşçıları olarak başlamışlar,eşkıyalığa özenen baldırı çıplak oğlanların ağzıyla“Sarıbacak”lığa kadar tekerlenmişler di. “Millet, bizear k kızmıyor bile, subay takımını adamdansaymıyor! Sözlerimizin yarısında başlarınıçevirmelerinden belli... ” Batakçı kumarcılara, hileliiflâsla piyasaları dolandıran tüccarlara dönmüşlerdi.Ne rahmetli Yarbay Rahmi Bey’in yumuşakkahramanlığı söküyordu, ne de, Yarbay KasapOsman’ın durmadan adam asması... Birisinin alayıiki gün vuruşarak erimiş, ötekininki hemen hiçvuruşmadan dağılmış . Tümen komutanıodasından çıkmıyor, binbaşıdan yukarı subaylar,
yolda yürürken gözlerini yerden kaldırmıyordu.Sokaktan geçen, dört kişilik kolun posta başısıselam verdi.Cemil, başını salladı o kadar... Kaç zamandır, neselam veriyor, ne de selam alıyordu.Güneş kızdırdığı' için, toprak tütmeye başlamış,dumanlar ovayı bir savaş meydanına benzetmişti.Deminden beri ha rlamaya çalış ğı adı birdenbuldu. “Evet!.. Fransız Gruşi’ydi, Prusyalı daBlüher... Napolyon Vaterlo’da, İngiliz Velington’uadım adım sıkış rırken, bir yandan da, Gruşi’ninatlılarını bekler! Karal lar görünce, “Gruşi!” diyesevinir ama, sevinci uzun sürmez. Gelen Blüher’dir.Gruşi, bir bakıma aptallığından, bir bakımasa ldığından 40 bin atlısıyla, ne Blüher’in önünükesebilmiş, ne de imparatorunun imdadınagelebilmiş... Bu 40 bin atlı, Paris kapıları önünde,bir kere bile çarpışmadan düşmana teslim oldu. ”Cemil, bunları Kuleli’de tarih öğretmenini dinlergibi aklından geçirmiş . Yarım saa r hiç sevmediğiMareşal Gruşi’nin adını niçin aradığını anlayınca,
gözlerini kısarak önce batıya, sonra doğuya baktı.Ba dan, Kirmas ’deki 172’nci Alayı dağıtanAnzavur gelecek . Kuzeydoğudan 24’üncüTümen’in 3000 kişilik 2’nci Yaya Alayı...“Anzavur’un yaya, atlı on bin kişisi var” deniyordu.“Ağır makineli tüfekler, ha a birkaç tane top elegeçirmiş... Buna karşı, 200 kişi kalan 56’ncıTümen’le, tümenin emrine verildiği söylenen 2’nciYaya Alayı’nın tutarı 3200 kişi... “On bin değil,isterse yirmi bin olsun!.. Eskişehir’den burayakadar dağılmadan gelen 3000 kişiyle biz bu çapulcusürüsünü tepeleriz. Tepeleyemezsek, yuf olsunbize... Geberelim daha iyi... ”Dalgınlığı arasında, yokuşun alt başındakikaldırımları ça rdatan nal seslerine kulak verdi.Önce, “Bir kişi mi, iki kişi mi?” diye seçmeye çalış .Sonra birden dikilip sura nı as . “Beni çağırmayaposta çıkardılar galiba! Demin geçen kolbaşı habervermiştir. Keşke, tembihleseydim... ”Durmadan nargile içen, beş al tokurtuda bir“Sallandırmak gitsin bacanak” diyen Yarbay KasapOsman Bey’e katlanmaktan, yarası kapandığı
halde, bastonuna alışan, topallamayı gözününseğirmesi gibi, k haline ge ren yarı sarsak KurmayBinbaşı Nuri Bey’le uğraşmaktan usanmış . Birisi,ö eden deliye döndürüyor, ötekisi sürekli biracımayla yüreğini parçalıyordu.Yokuşu iki atlı çıkmış . Hiç duraklamadankahvenin kapısını doğruladılar. Öndeki inip dizginihayvanın boynuna attı. Geniş adımlarla içeri girdi.— Sen misin Faruk Efendi! Tanıyamadımbirden... Ne çabuk geldin?Teğmen Faruk, elini uzattı:— Ankara’ya kadar gitmedim yüzbaşım...Eskişehir’den döndüm.— Eskişehir’den mi? Otur hele... Geç...— Karargâhta sordum. Kol görmüş, Şaban’asöylemiş...— Hangi yoldan geldin peki?— İnegöl’den...— Neden görmedim, otomobili?
— Otomobille gelmedim de ondan... Kazancıbayırında bozuldu meret... Köylere asker almakâğıdı götürmekten dönen iki jandarmayarastladım. Birinin atını aldım.— Demek, Paşa’yı Eskişehir’den öteye trengötürdü. Çok iyi düşünmüşsün... 24’üncüTümen’in bize verilen 2’nci Yaya Alayı’ndan nehaber?— 2’nci Yaya Alayı... Teğmen Faruk gözleriniCemil’den kaçırarak geldiği yola baktı. Evet... Alay...— Nedir? Ne oldu? Alay malay laf mı yoksa?— Bakarsınız laf değil... Daha doğrusu, birkaçgün öncesine kadar değilmiş... 3’üncü taburunugözümle gördüm, Eskişehir’de... Dedikleri gibi tambin kişilik yaman bir taburdu.— Eee?— İlk taburu Bilecik’e inmiş sapasağlam...Bilecik’ten Bursa’ya doğrulmuş. Yan yolda,gecelemişler. Subaylar ertesi gün uyanıyorlar ki,emir erleri bile meydanda yok!..
— Çok kötü... Berbat... Duyulursa burasıbüsbütün yılar. Dağılmayı önleyemeyeceklerse,keşke göndermeye kalkmasaydılar. Söyledin miyaya taburun başına gelenleri komutana?— Söyledim kısaca...— Ne dedi?— Hiç... “Olur böyle şeyler... ” dedi.Cemil çenesini kaşıyarak Bursa Ovası’na dalmıştı.Faruk yavaşça sordu:— Ethem Bey nasıl adam?— Nesi nasıl adam?— Genel olarak...— Neden sordun?— Bilecik’te duyduğum doğruysa... Anzavur’unüstüne gönderilen birlikler Ethem’in emrineverilmiş...— Olmaz. Yanlış r. Bir kere Ethem’in kuvve Anzavur’la başa çıkmaya yetmez.
— Yalnız kendi kuvve değil... Öteki çetelerden,ordu birliklerinden bir grup meydana getirilmiş...— Öyleyse büsbütün saçma! Albay Şefik Bey,61’nci Tümen komutanı Kâzım Bey dururken...Böyle bir sırada... Bu iş, bir çeteciye nasıl bırakılır?— Bırakılmamalı ama, bırakılmış, duyduğumdoğruysa...Cemil, alt dudağını iki parmağıyla tutarak birazdüşündü:— Evet, nasıl adam Çerkez Ethem?.. Bilmem ki...Bana şimdi Cehennem Yüzbaşı’yı sorsan... Bundanbaşka bir karşılık alabileceğini sanmıyorum!..Bıyıklarını çekiş rerek gene daldı. Yüzününsertliği birden değişmiş, öksüz bir çocukçaresizliğiyle ağlamaklı bir hal almış . Farkındaolmadan söylendi:— Hay Allah... Neden dağılır bin kişilik koca taburgece vakti?— Siz, hükümet bildirisiyle, fetvayı görmediniz,galiba?
— Ne bildirisi? Hangi hükümet?— Damat Ferit hüküme nin bildirisiyle,Şeyhülislamın fetvasını...— Hayır görmedim... Biraz düşündü. Kulağımaböyle bir şey çalındıydı dün akşam, ama üstündedurmadım. “Anzavur’un uydurması” dedim. Nevarmış bunlarda?..Teğmen Faruk yan cebinden bir kâğıt çıkardı:— Buyrun okuyun... Tümen karargâhınage rmişler, birkaç tane... Komutan birini sizeyolladı.Cemil, teğmenin verdiği kâğıdı, kirli bir şeymişgibi, parmaklarının ucuyla tutup aç . Yazılarıntepesinde padişahın tuğrası vardı. Bunun al nda:“Halifemiz efendimizin fermanıdır. BütünMüslümanların okuması farzdır. Okumakbilmeyenler, okuma bilenlere okutacaklar.Okutmayan, okumayan, inanmayan kâfirdir. ”denilmekteydi.Padişah, yeni veziri Ferit Paşa’ya, Salih Paşa’nın
sadrazamlıktan çekildiğini, kendisini sadrazam,Dürrüzade Abdullah Efendi’yi şeyhülislam yap ğınıbildiriyordu. Buradan gerisi anlaşılır gibi değildi.Yavaş yavaş iyiliğe dönen siyasi durum, MİLLİC1LİKadı al nda çıkarılan fitneyle korkulu halegeliyormuş. Bunlara gösterilen yumuşaklık yararlıolmamış...Cemil, “Vay canına! Delirmek işten değil!” diyesinirli sinirli gülerek kaldığı yerden okuyacağı sıra,Teğmen Faruk, “Allah Allah... Kim bunlar?” deyincebaşını çevirdi. Yarbay Kasap Osman’ı tanımış ama,yanındaki ufak tefek adamı, biliş çıkaramamış .Tanıyınca ayağa kalkarak bağırdı:— Doktor bey geliyor yüzbaşım... Doktor MünirBey geliyor...Cemil bir an elindekileri saklayacak bir yer aradı.Orıaııgı gürültüye vermenin doğru olmayacağınıdüşünmüştü. Kâğıtları cebine sokarak kalktı.Doktor Münir de hızlanmış . Yarı yolda kavuşupsarıldılar.Yarbay Kasap Osman bar bar bağırıyordu:
— Nerdesin bre Cehennem?.. Sabahtan beri seniaratıyoruz.— Vay doktor! Nerden çık nız? Yüzünügörmediği oğlu Ömer’i ge rmiş olsalardı bu kadarsevinemezdi. Nerden çık nız kuzum?.. Niçin dahaönce haber vermediniz?— Haber vermeye kalmadı ki... Biraz öncegeldim!— İstanbul’dan ne haber?.. Patriyot’tan...Paşadan...— Patriyot Malta adasına sürüldü. Halil PaşaBekirağa Bölüğü’nden kaç . Söylemedi mi ŞevkiBey... Yazmıştım!— Hayır duymadım! Oturun rica ederim!Bandırma üstünden mi geldiniz? Tanışır mıydınızOsman Bey’le?Yarbay Kasap Osman kasıldı:— Bizimki Yemen dostluğudur Cehennem! Çi ekavrulmuştur. Ben Yemen kızlarıyla oynaşırken,bunlar, bizim İsmet’le Fransız mühendisinden
aldıkları fonografta gâvurca türküler çalardı.— “Gâvurca türkü” değil, eşek kasabı...Senfoniler, konçertolar... Betoven, Bah, Vagner...— Adını gâvurcaya çevirmekle türkü türkülüktençıkmaz. Biz Yemen kızlarıyla, güreş tutarken...— İnanmayın Cemil Bey... Güreş tu uğu filanyoktu. Pis Yemen şeyhleriyle mahzenlere kapanırgat çiğnerdi bu akılsız Kasap...— Gat nedir?— Bizim esrara benzer bir ot... İğrenç bir tutku...Gevişlemeye başlarsın, salyalar çenenin ikiyanından başlar akmaya... Tükürür gevişlersin,gevişledikçe tükürürsün...— Ne oluyor?— Keyif verirmiş... Keyif dedimse, bir çeşitşeytan aldatması... Bunun kasaplığı erkekliğiningüçsüzlüğündendir.— Halt e n şimdi bücür!.. Bizim erkekliğimizingüçsüzlüğünü anlamalı ki, Yemen kızları ardımıza
düştüler de, yılan gibi sürünerek, buralara kadargeldiler. Kaç para eder!.. Yunanlı kaptan... Bu herifiBandırma’da yere çalıp tuz buz etmeliydi ki, pisliktemizlenmeliydi.Cemil, erkeklik güçleri üstüne yapılan şakalarıeskiden beri sevmiyordu. Sura nı asarak doktorasordu:— N’oldu Yunanlı kaptanla?— Hiç canım! Şaka...Kasap Osman gülerek anlattı:— Herif seni tuz kapağı gibi patlatsaydı görürdünşakayı... Bacak kadar boyuna bakmadan,Bandırma’nın hükümet doktorluğuna gelmekneyine! Aklın sıra, bu karışıklıkta biraz parayapacak n değil mi? Kasap Osman Bey, kahkahayıgene top gibi patla . Sen bir garip doktorsun...Sen kim, Şeyhülislam fetvası toplamak kim?..Cemil iki yanına ürkek ürkek bakarak yavaşçasordu:— Hangi fetva?
— Vay sen daha duymadın mı? Üç gün önceçıkarmışlar... Kasap Osman Bey enikonubağırıyordu. Üç günden beri hepimizin kanı dahelal, malı da... Vay canına... Daha duymamış... Nefayda, bu doktorun geberdi haberiyle birlikteduymalıydım ki, ben sana kebaplarıyedirmeliydim... Ama, bu fetva yaman fetvaarkadaş... Eğer bu cüce doktorun ge rdiği kâğıtlaruydurma değilse, hapı yuttuk!Kasap Osman cebinden çıkardığı kâğıtları,İskambilde koz kırar gibi, masanın mermerinevurdu:— Oku da iman tazele Cehennem, tazele ki,cehennemi mundar boylamayasın...Cemil kâğıtları yeni görüyormuş gibi aç , kaldığıyeri buldu, biraz okudu. , bir Arapça kelimeninanlamını düşünerek Yarbay Kasap Osman Bey’indediklerine kulak verdi.— Eveeet, ben onu bunu bilmem Doktor... Çokdeğil, rahmetli Süleyman Askerinin Osmancıktaburu yeter. Dalarım bir sabah vak İstanbul
denilen kerhaneye... Çeviririm Babıâli denilendümbük yatağının kapısını... Bir yandan kurarımsehpaları... Öte yandan çıkarının teker tekerkodoşları... Sallandırırım... Başta Ferit Paşasoytarısı... Arkada, Dürrüzade Abdullah papası...— Oğlum Kasap, siz bu asıp kesmeyle, ge rdinizbizi buralara...— Boş ver yumuşaklığa doktor... Her birimizgünde birer bölük adam asmayınca düzelir mi burezillik?Cemil kederle gülümsedi. Dalgın dinleyenTeğmen Faruk’la göz göze gelmemek için önündekikâğıdı gelişigüzel okudu.Padişaha bakılırsa Anadolu’daki başkaldırma,“Allah göstermesin” çok tehlikeli durumlardoğuracak . Başkaldıranlarla kışkır cılara kanununyazdığı en ağır cezalar verilmeli, kandırılanlarbağışlanmalıydı. Padişah, bütün topraklarındadüzen ve güvenin geri ge rilmesini, bir dahabozulmamacasına yerleş rilmesini, böylece debütün kullarının kendisine bağlı bulunduğunun
dünyaya gösterilmesini istiyordu.Cemil el yordamıyla cigara paketini aradı.— Oğlum bücür doktor, sen neden, asılmalarakarşısın? “Ekmeğimiz elden gidiyor” diye değil mi?Biz asmayacağız, birkaç kuruş ceremesini alıp sizöldüreceksiniz, doktor töresince Muhammetümme ni... Yağma yok!.. Hem aşmalı... Hem de birha a indirmemeli... Asmayınca rezilliği basılmaz budünyanın... Ne derdi Vehip Paşa? “Ulan kasap, benseni adam e ne doyuramadım?” derdi. Kaçaklarıtespih tanesi gibi asmayaydım, zor tutardıkBolşevikliğe kadar Doğu cephesini biz...Cemil cigara yaktı. Dirseğiyle boş böğrünü dürtenYarbay Kasap Osman Bey’e dalgın dalgıngülümsedi.— Doğru muyum Cehennem?— Hangi meselede yarbayım?— Asmak meselesinde... Eline geçirdiğini, hiçaman vermeden asacaksın ki, ele geçmeyenyılacak... Koca Ali Osman padişahından iyisini mi
bileceğiz!.. Nah işte, “Aşmalı” diyor, kurbanolduğum. .Ferman, ayrıca, İ laf devletleriyle yürekten,güven verici dostlukların kurulmasını, böylelikleşartları yumuşatılacak barışın hemen imzalanmasınıemrediyor, la , “Allah yardımcın olsun” diyebitiriyordu.— Neye güldün Cehennem?— Yok bir şey doktor... Kör Şaban’ın bir sözünühatırladım da...— Kim Kör Şaban?— Benim emir eri...— Ne demişti?— Benim Körağa, bir işe akıl erdiremedi mi,“Nedir yahu!.. Kaçan da ’Allah’ demekte,kovalayan da... Ben şaş m. ” diye dizlerini döverekçırpınır.— Evet?— Eve ... “Allah yardımcınız olsun” demiş de
padişah...Doktor Münir Bey sura nı buruşturarak başınıçevirdi:Yarbay Kasap Osman bir nara vurmuş, koşarakgelip karşısında tremeye başlayan kahveciye,“Nargile! İzmir işi olmadı mı sallandırırım!” diyebağırmıştı.Cemil de çayları söyledi.Padişah fermanının al nda Damat Ferithüküme nin bildiri-, si vardı. Bunda, Birinci DünyaSavaşı’na nasıl girildiği, neden yenilgiye uğranıldıgı,mütarekeyi kimin imzaladığı kısaca yazıldıktansonra, vatan elden gitmek tehlikesindeykenbirtakım adamların kendi çıkarları için “MilliTeşkilât” adı altında bozgunculuğa giriştikleri...— Omuz verme, kulak ver doktor, sen asmasan,herif gelip seni asacak... Bu geçi e, ya asacaksın, yaasılacaksın...— Usandım ben bu asma la ndan, Allah belanıversin...
— Fermanı n’apalım, koskoca padişahfermanını? Şeyhülislam fetvasını n’apalım? Höstdedim, höst!.. Sen şimdi fermanlısın resmen,edebini bil!.. Canım çekse, tabancayı göğsüneboşaltsam, kanını arayan olmaz, derbeder!— Ya sen?— Ben de öyle... Sen a k davranıp benitepelesen, bir de, “Padişahım çok yaşa!” diyebağırsan, tamam! Gi gider, tantuna, fukaraKasap ki, mundar gitmesi de caba...Kasap Osman gerçekten çok değerli bir şeyi cabavermiş gibi kasılarak ovaya baktı.Doktor Münir, Cemil’e sordu:— Bitti mi?— Yok... Deli bunlar... Şaka, diyeceğim...— Şaka, evet, eşek şakası...Cemil bildiriye döndü. Damat Ferit Paşa yanıpyakılıyordu: Barış şartlarının ağırlaş rılması,İstanbul’un geçici olarak işgali, hep Kuvayi Milliyeci
gâvurların yüzündendi. Yunan da İzmir’e busebepten çıkmış . Milliciler vatanı kurtarmakbahanesiyle işlemedik cinayet bırakmıyorlar,halktan zorla para toplayıp zorla asker alıyorlardı.Karşı duranlara işkence edilmekte, köyler basılıpkasabalar vurulmaktaydı. Gâvurluktu bu işler,gâvurluk olduğuna da fetva çıkmış . Millet,eşkıyalara başkaldırmak, bunları bulduğu yerdetepelemeliydi.— “Tepelemek bunları Talât Bey. ” dedim 31Mart’tan önce, şu ateşe kör bakayım... “Sen yalnız‘Evet’ de, gerisine karışma. ” dedim, “Nezle olmazmısın be adam sen hiç... ‘Nevazil olmuşumüstünüze şifalar’ diyerek gir yatağa, çek kafanayorganı. ” dedim, “Akşama kadar ne PrensSabaha n kalır, ne Hoca Sabri... Ne Abdülhamitkalır, ne Derviş Vahde ... Dünya tertemiz olur.Geçersin devlet dolabının başına, çevirirsin türküçağırarak. ” dedim. Dinlemedi. Muhalefet deneymiş yahu? Tek vatan, tek millet, tek hürriyet...N’oluyor muhalefet... Resmen gâvurluk...Tepelersin gider.
Cemil, Şeyhülislâm Dürrüzade Esseyit AbdullahEfendi’nin fetvasına gelmiş : “Bazı şerir âdemler elele verüp birleşüp başlarına başkanlar seçüp...Kendilerine mal toplamak sevdasıyla birtakımsalgınlar salarak, kasabalarda taş taş üstündebırakmayup İslam kanı döküp ekserleri ve ülemayıkaldırıp yerlerine kendi omuzdaşlarını oturtupkısacası isyancı olup dağılmaları için verilen emirleridinlemezlerse... Temizlenmeleri, zararlarındanmille n kurtarılması Allah’ın emri midir?Öldürülmeleri doğru olur mu? Bu savaştan kaçanlardinden çıkar mı? Cehennemi boylar mı? Bueşkıyalarla savaşırken öldürenler gazi, ölenler şehitolur mu?.. Bunların hepsine “Hay hay” diyorduİstanbul şeyhülislâmı...Cemil, kâğıtları masaya bırak . Sersemlemiş .Yüzüne merakla bakan Teğmen Faruk’a yorgunyorgun gülümsemeye çalışırken, gözlerini DoktorMünir’den kaçırarak söylendi:— Delirmiş bu herifler...Doktor Münir elini salladı:
— Aldırma Cehennem... Durum o kadar kötü ki,böyle fermanlar, fetvalar vız gelir. Burda sarıklıkıtlığına kıran girmedi ya... Biz de çıkarırız bir fetva!Kasap Osman Bey gök gürültüsü gibi gülünce,Yüzbaşı Cemil suratını astı:— Olur mu öyle şey doktor?— Neden olmasın! Fetva çok önemliyse,çıkaracağız ister istemez...— Bir tek meselede iki ayrı fetva... Biri “ak”derken biri “kara” diyen...— Tamam! Millet, üstünde durur düşünürse,fetvanın maskaralığını anlar, yüzyıllardan berianamızı ağlatmış fetva belasından kurtuluruz!Yarbay Kasap Osman, nargilesini kızgın kızgıntokurdattı:— Fetva bizi senden kurtaracak ya!.. Yuf olsunYunanlı kaptana...Cemil, ikinci defa açılan bu Yunanlı kaptansözüyle bu sefer ilgilendi:
— Fetva yüzünden başınız Yunanlılarla derde migirdi, doktor?— Eh...Kasap Osman Bey, marpuçu vuracak gibikaldırdı:— Eh mi? Tüh Allah belam versin, ölü soyucu...Anlat şunu başından. Beni kırdı geçirdi hiç keyfimyokken... Yazık... Çok yazık... Fetvanın Millicigebertme emri, ilk önce bu heri e sınansaydı neiyiydi, ne iyi...Doktor cigara paketini Cemil’e uzattı:— Valla sınanmasına da çok bir şey kalmadıydıhani... Dürzüoğlunun fetvası yüzündengeberseydim, yanardım kıyamete kadar...“Bandırma’da hükümet doktorluğu açık” dediler.“Hele bir girip bakalım, Balıkesir’den ötelerde birşeyler oluyormuş neyin nesi?” dedim. BizBandırma’ya ayak bas k, kıyamet koptu. Balıkesirtrenini Anzavur kes . Susurluk’ta araş rmayapıyorlarmış da, adama benzeyenleri,“Vatansever” diye tepeliyorlarmış...
— Adama benzeyenlerse... Neden korktun sen?— Oğlum Kasap... Bunlar adam lafları yavrum. , .Sen bunların gerisini ge remezsin!.. İki dahasöylesen yüzüne gözüne bulaştırırsın! Çek nargileyi,bak keyfine... Bu işlere senin aklın erse erse,mahşer günü erer. Eveeet... Dün sabah evdençık m, bak m ki, kopiller el ilanı dağı yor. Bir tanede bana tutuşturdular. Ne göreyim? Dürzününfetvası değil miymiş... Affedersiniz... Ben buDürrüoğlu’na, eskiden beri, dil sürçmesiyle böylediyorum! Önce biraz şaşırmışım... Yol ortasındakalakaldım. Sonra aklım başıma geldi, bak m ki,dünyayı düzeltecek saygıdeğer fetvalarımızı,Bandırma rıh mına bir Yunan şilebi çuvallar dolusugötürüp devirmiş... Düşündüm biraz... Şunlara biroyun oynayayım, dedim. Bastonu çekip kopillerinüzerine yürüdüm. Ye ş ğime çaldım bastonu...Ellerindeki fetvaları aldım. Bir iki kişi çağırdım,“Yüklenin şu çuvalları. ” dedim, korkudanyanaşamaz reziller... Bakarlar kart öküzünboyunduruğa bak ğı gibi... Niye m hepsinitoplayıp Bandırma Mü ülüğü’ne götürmek... Ben,
heriflerle uğraşırken, meğerse oğlanlar koşup habervermiş. Beni çalkaya e ler. Şilepteki bir sıskaYunan subayı üstüme yürüdü, biraz tartakladı. O,Rumcadan başka dil bilmiyor, ben inadıma Rumcakonuşmuyorum da, yetmiş iki buçuk mille n dilinisıralıyorum. Bu arada papaz, zangoç, komisyoncu,tüccar, esnaf, çırak, ne kadar Rum varsa rıh mayığıldı. Kalabalığı gören Yunan subayı, “Şunlara birnumara yapayım da, biraz eğlensinler” dedibesbelli... Ben, İspanyolcadan Almancaya geçerkenbirdenbire iki kişi kollarımı kavradı. Bir başkasıbelime bir şey geçirdi. “N’oluyor?” demeyekalmadan ayaklarım yerden kesilmedi mi?— Ne demek! Asıyorlar mı, sakın?Kasap Osman Bey, Cemil’in bu sorusuna çokgüldü:— Hani o günler bacanak!.. Hani?.. Bakmışlar ki,bunu asmak bile ayıp. Bunu ka r gibi havayaçekmişler...— Evet... Bizi havaya çek ler. Belimdekisapandan vince takmışlar... Ayaklarımı yerden
kesilince asılıyorum, sandım. Sonra bak m, değil!Yokluyorum kendimi hayır, boğazımda bir sıkılma,soluğumda bir daralma yok... Çık kça çıkıyoruz, ipebağlayıp denize bırakmış Istakoz gibi, kollarımıbacaklarımı oynatıyorum.— Sahi mi doktor? Hey Allah belalarını versin...— Istakoz gibi debeleniyorum. Başım dönüyor.Korku aldı beni... Sarhoş gemi vinççisi, makineyi birboşal mı, yirmi metreden nh ma düşeceğim de,yamyassı olacağım... Can korkusuyla ben yukarda“Allah” diye bağırmışım, aşağıdakiler bir yandangülüşürlermiş, bir yandan “Kato! Kato!” diyeçağırırlarmış... Dillerince “gebert” diyorlar. Hadi,onların katosuna kulak asmayalım, ya bizimkilerin“Maynaa... Mayna palikarya” diye bağırması neyinnesi? Sarhoş vinççi, naralanarak hüner gösteriyor.Beni kaldrıyor gökyüzüne, bir savuruyor, sonrahızla bırakıp rıh m taşlarına bir karış kala yenidentopluyor. Bu işin sonu kötü bitecek ya, bereket,rezilliği uzaktan İngiliz torpidosunun komutanıgörmüş. Bir çavuş göndermiş... Bizi, İngilizçavuşunun önüne gökten indirip bırak lar.
Korkudan dizlerim tutmazlanmış ki, bir türlüdoğrulamıyorum. Allah razı olsun, çavuş kolumdantuttu kaldırdı da, dengemi bulabildim.— Vay edepsizler vay!.. Vay namussuzlar...— Evet! İngiliz’le torpidoya gi k. Yunan subayıne dedi bilmem, ben önceden hazırladığım laflarısoluksuz sıraladım.— Neydi hazırladığınız laflar?— Efendim... Bu fetva... Bizim dinimizde...Gayetle saygı değer bir... Nasıl derler?.. Birmatahdır. Bunun Rum gemisiyle gelmesi, çuvaladoldurulması, hele Rum kopilleri eliyle dağı lması,hele hele, Allah göstermesin, bilmezlerin elinedüşüp yere mere atılması...— Eee?— E’si ne, Kasap?.. Bunlar oldu mu, din eldengider ki, dünya yüzündeki Müslümanlar toptankendilerini öldürseler, gene pislik temizlenemez...İngiliz subayının dudağı yarılayazdı. Bel bel bakanYunan subayını bir terslesin... Bir haşlasın... Herif
Search
Read the Text Version
- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- 8
- 9
- 10
- 11
- 12
- 13
- 14
- 15
- 16
- 17
- 18
- 19
- 20
- 21
- 22
- 23
- 24
- 25
- 26
- 27
- 28
- 29
- 30
- 31
- 32
- 33
- 34
- 35
- 36
- 37
- 38
- 39
- 40
- 41
- 42
- 43
- 44
- 45
- 46
- 47
- 48
- 49
- 50
- 51
- 52
- 53
- 54
- 55
- 56
- 57
- 58
- 59
- 60
- 61
- 62
- 63
- 64
- 65
- 66
- 67
- 68
- 69
- 70
- 71
- 72
- 73
- 74
- 75
- 76
- 77
- 78
- 79
- 80
- 81
- 82
- 83
- 84
- 85
- 86
- 87
- 88
- 89
- 90
- 91
- 92
- 93
- 94
- 95
- 96
- 97
- 98
- 99
- 100
- 101
- 102
- 103
- 104
- 105
- 106
- 107
- 108
- 109
- 110
- 111
- 112
- 113
- 114
- 115
- 116
- 117
- 118
- 119
- 120
- 121
- 122
- 123
- 124
- 125
- 126
- 127
- 128
- 129
- 130
- 131
- 132
- 133
- 134
- 135
- 136
- 137
- 138
- 139
- 140
- 141
- 142
- 143
- 144
- 145
- 146
- 147
- 148
- 149
- 150
- 151
- 152
- 153
- 154
- 155
- 156
- 157
- 158
- 159
- 160
- 161
- 162
- 163
- 164
- 165
- 166
- 167
- 168
- 169
- 170
- 171
- 172
- 173
- 174
- 175
- 176
- 177
- 178
- 179
- 180
- 181
- 182
- 183
- 184
- 185
- 186
- 187
- 188
- 189
- 190
- 191
- 192
- 193
- 194
- 195
- 196
- 197
- 198
- 199
- 200
- 201
- 202
- 203
- 204
- 205
- 206
- 207
- 208
- 209
- 210
- 211
- 212
- 213
- 214
- 215
- 216
- 217
- 218
- 219
- 220
- 221
- 222
- 223
- 224
- 225
- 226
- 227
- 228
- 229
- 230
- 231
- 232
- 233
- 234
- 235
- 236
- 237
- 238
- 239
- 240
- 241
- 242
- 243
- 244
- 245
- 246
- 247
- 248
- 249
- 250
- 251
- 252
- 253
- 254
- 255
- 256
- 257
- 258
- 259
- 260
- 261
- 262
- 263
- 264
- 265
- 266
- 267
- 268
- 269
- 270
- 271
- 272
- 273
- 274
- 275
- 276
- 277
- 278
- 279
- 280
- 281
- 282
- 283
- 284
- 285
- 286
- 287
- 288
- 289
- 290
- 291
- 292
- 293
- 294
- 295
- 296
- 297
- 298
- 299
- 300
- 301
- 302
- 303
- 304
- 305
- 306
- 307
- 308
- 309
- 310
- 311
- 312
- 313
- 314
- 315
- 316
- 317
- 318
- 319
- 320
- 321
- 322
- 323
- 324
- 325
- 326
- 327
- 328
- 329
- 330
- 331
- 332
- 333
- 334
- 335
- 336
- 337
- 338
- 339
- 340
- 341
- 342
- 343
- 344
- 345
- 346
- 347
- 348
- 349
- 350
- 351
- 352
- 353
- 354
- 355
- 356
- 357
- 358
- 359
- 360
- 361
- 362
- 363
- 364
- 365
- 366
- 367
- 368
- 369
- 370
- 371
- 372
- 373
- 374
- 375
- 376
- 377
- 378
- 379
- 380
- 381
- 382
- 383
- 384
- 385
- 386
- 387
- 388
- 389
- 390
- 391
- 392
- 393
- 394
- 395
- 396
- 397
- 398
- 399
- 400
- 401
- 402
- 403
- 404
- 405
- 406
- 407
- 408
- 409
- 410
- 411
- 412
- 413
- 414
- 415
- 416
- 417
- 418
- 419
- 420
- 421
- 422
- 423
- 424
- 425
- 426
- 427
- 428
- 429
- 430
- 431
- 432
- 433
- 434
- 435
- 436
- 437
- 438
- 439
- 440
- 441
- 442
- 443
- 444
- 445
- 446
- 447
- 448
- 449
- 450
- 451
- 452
- 453
- 454
- 455
- 456
- 457
- 458
- 459
- 460
- 461
- 462
- 463
- 464
- 465
- 466
- 467
- 468
- 469
- 470
- 471
- 472
- 473
- 474
- 475
- 476
- 477
- 478
- 479
- 480
- 481
- 482
- 483
- 484
- 485
- 486
- 487
- 488
- 489
- 490
- 491
- 492
- 493
- 494
- 495
- 496
- 497
- 498
- 499
- 500
- 501
- 502
- 503
- 504
- 505
- 506
- 507
- 508
- 509
- 510
- 511
- 512
- 513
- 514
- 515
- 516
- 517
- 518
- 519
- 520
- 521
- 522
- 523
- 524
- 525
- 526
- 527
- 528
- 529
- 530
- 531
- 532
- 533
- 534
- 535
- 536
- 537
- 538
- 539
- 540
- 541
- 542
- 543
- 544
- 545
- 546
- 547
- 548
- 549
- 550
- 551
- 552
- 553
- 554
- 555
- 556
- 557
- 558
- 559
- 560
- 561
- 562
- 563
- 564
- 565
- 566
- 567
- 568
- 569
- 570
- 571
- 572
- 573
- 574
- 575
- 576
- 577
- 578
- 579
- 580
- 581
- 582
- 583
- 584
- 585
- 586
- 587
- 588
- 589
- 590
- 591
- 592
- 593
- 594
- 595
- 596
- 597
- 598
- 599
- 600
- 601
- 602
- 603
- 604
- 605
- 606
- 607
- 608
- 609
- 610
- 611
- 612
- 613
- 614
- 615
- 616
- 617
- 618
- 619
- 620
- 621
- 622
- 623
- 624
- 625
- 626
- 627
- 628
- 629
- 630
- 631
- 632
- 633
- 634
- 635
- 636
- 637
- 638
- 639
- 640
- 641
- 642
- 643
- 644
- 645
- 646
- 647
- 648
- 649
- 650
- 651
- 652
- 653
- 654
- 655
- 656
- 657
- 658
- 659
- 660
- 661
- 662
- 663
- 664
- 665
- 666
- 667
- 668
- 669
- 670
- 671
- 672
- 673
- 674
- 675
- 676
- 677
- 678
- 679
- 680
- 681
- 682
- 683
- 684
- 685
- 686
- 687
- 688
- 689
- 690
- 691
- 692
- 693
- 694
- 695
- 696
- 697
- 698
- 699
- 700
- 701
- 702
- 703
- 704
- 705
- 706
- 707
- 708
- 709
- 710
- 711
- 712
- 713
- 714
- 715
- 716
- 717
- 718
- 719
- 720
- 721
- 722
- 723
- 724
- 725
- 726
- 727
- 728
- 729
- 730
- 731
- 732
- 733
- 734
- 735
- 736
- 737
- 738
- 739
- 740
- 741
- 742
- 743
- 744
- 745
- 746
- 747
- 748
- 749
- 750
- 751
- 752
- 753
- 754
- 755
- 756
- 757
- 758
- 759
- 760
- 761
- 762
- 763
- 764
- 765
- 766
- 767
- 768
- 769
- 770
- 771
- 772
- 773
- 774
- 775
- 776
- 777
- 778
- 779
- 780
- 781
- 782
- 783
- 784
- 785
- 786
- 787
- 788
- 789
- 790
- 791
- 792
- 793
- 794
- 795
- 796
- 797
- 798
- 799
- 800
- 801
- 802
- 803
- 804
- 805
- 806
- 807
- 808
- 809
- 810
- 811
- 812
- 813
- 814
- 815
- 816
- 817
- 818
- 819
- 820
- 821
- 822
- 823
- 824
- 825
- 826
- 827
- 828
- 829
- 830
- 831
- 832
- 833
- 834
- 835
- 836
- 837
- 838
- 839
- 840
- 841
- 842
- 843
- 844
- 845
- 846
- 847
- 848
- 849
- 850
- 851
- 852
- 853
- 854
- 855
- 856
- 857
- 858
- 859
- 860
- 861
- 862
- 863
- 864
- 865
- 866
- 867
- 868
- 869
- 870
- 871
- 872
- 873
- 874
- 875
- 876
- 877
- 878
- 879
- 880
- 881
- 882
- 883
- 884
- 885
- 886
- 887
- 888
- 889
- 890
- 891
- 892
- 893
- 894
- 895
- 896
- 897
- 898
- 899
- 900
- 901
- 902
- 903
- 904
- 905
- 906
- 907
- 908
- 909
- 910
- 911
- 912
- 913
- 914
- 915
- 916
- 917
- 918
- 919
- 920
- 921
- 922
- 923
- 924
- 925
- 926
- 927
- 928
- 929
- 930
- 931
- 932
- 933
- 934
- 935
- 936
- 937
- 938
- 939
- 940
- 941
- 942
- 943
- 944
- 945
- 946
- 947
- 948
- 949
- 950
- 951
- 1 - 50
- 51 - 100
- 101 - 150
- 151 - 200
- 201 - 250
- 251 - 300
- 301 - 350
- 351 - 400
- 401 - 450
- 451 - 500
- 501 - 550
- 551 - 600
- 601 - 650
- 651 - 700
- 701 - 750
- 751 - 800
- 801 - 850
- 851 - 900
- 901 - 950
- 951 - 951
Pages: