Important Announcement
PubHTML5 Scheduled Server Maintenance on (GMT) Sunday, June 26th, 2:00 am - 8:00 am.
PubHTML5 site will be inoperative during the times indicated!

Home Explore Memleketimden İnsan Manzaraları-Nazım Hikmet RAN

Memleketimden İnsan Manzaraları-Nazım Hikmet RAN

Published by eminyukseloglukaihl, 2019-10-18 15:49:18

Description: Memleketimden İnsan Manzaraları-Nazım Hikmet RAN

Search

Read the Text Version

NÂZIM HİKMETMEMLEKETİMDEN İNSANMANZARALARINÂZIM HİKMET

Tüm Eserleri 6 Şiirler 6Hazırlayan : Asım BezirciYayın Yılı : 1978Dizgi : Metin DizimeviBaskı : Yelken Matbaası

GİRİŞİstanbul, İnsan Manzaraları'nı 1941 yılındaBursa hapisanesinde yazmaya başladım.Daha önce «Meşhur Adamlar Ansiklopedisi»üzerinde çalışıyordum. «Ansiklopedi»minkahramanları generaller, sultanlar, seçkinbilginler, sanat adamları ya da güzellikkraliçeleri, katiller ve milyarderler değil;işçiler, köylüler, zanaatkârlar, ünlerifabrikaların, işliklerin, köylerin ve işçimahallelerinin dışına taşmamış olankimselerdi.Alman faşizmi Sovyetler Birliği'ne saldırdıbu sırada. Yaşlı bir gardiyandan haberiöğrendiğimde yüreğimin nasıl titrediğinianımsıyorum. Kendi kendime, 'Bir yirminciyüzyıl tarihi yazmak gerekli' dedim.Hitler'in saldırısıyla başlamak, sonragerilere. İngiliz-Boer savaşına gitmek, sonra

yeniden ileriye dönmek ve hapisanedençıktıktan sonra da bu tarihi, yaşamımınsonuna kadar sürdürmek istiyordum.Faşizmin yenileceğinden ve hapisanedençıkacağımdan kuşkum yoktu.«Meşhur Adamlar Ansiklopedisi», İnsanMan-zaralarına bir bölüm olarak girdi.«Ansiklopedisi»nin özlü dili, destanın daüslûbunu belirledi. Bunun dışında, o günlerdeKraliçe Elizabeth dönemi İngiliz şairleriniokuyordum ve kısa bir süre önce deGogol'ün Ölü Canlar'ını okuyup bitirmiştim.Bu kitaplar da belirli ölçüde etkilemişolmalıdır çalışmamı.Yazdığım 60.000 dizeden elde 15.000 dizevar bugün. Onlar da bu kitaptayayımlanıyorlar işte. Diğer kitaplardan bazıbölümler kurtuldu sadece: «MoskovaSenfonisi», «Gabriel Peri» gibi. Diğerleri,polisin eline düşmesinler diye, Türkiye'denkaçışımdan önce yakılmışlardı. Hapisanedençıktıktan sonra destanım üzerinde

çalışamadım. Şimdi de çalışmıyorum, çünkübaşka türlü yazmak gerektiği kanısınavardım onu.İnsan Manzaralarında, şiirin birkaç sözleçok şey söyleyebilme olanaklarındanyararlandım. Kimi zaman şiire çokyaklaştım. Kimi zamansa çıplak bir nesirolarak kaldı yazdıklarım. Tiyatro vesinemanın olanaklarından yararlandımdestanımı yazarken. Fakat demin debelirttiğim gibi, şimdi yazsam başka türlüyazardım onu. Beni yanlış anlamayın, İnsanManzaraları'nı şimdi yazabileceğimdenbaşka türlü yazmış olduğum için yeriniyordeğilim.İnsan Manzaralarımda «Ulusal KurtuluşSavaşı Destanı» başlıklı bir bölüm vardır.Daha o sırada, ben hapisteyken, dışardabiliniyordu bu destan. Hapisten çıktıktansonra, bir yayıncı, bu bölümü yayımlamakistedi. Kabul ettim, bir sözleşme imzaladık

ve oldukça yüklü bir avans aldım. Fakatsözleşmede yayın tarihi belirtilmemişti.Sonradan, yayımcının, ulusal-kurtuluşsavaşı bölümünü yayımlamamı engellemekiçin hükümetin buyruğuyla benimle birsözleşmeyi imzaladığını öğrendim. Avansıgeriye verecek durumda değildim, iş uzadıve kitap yayımlanmadı.İnsan Manzaraları'nın üçüncü kitabı, 1961yılında İtalya'da İtalyanca ve Türkçemetinler karşılıklı olarak yayımlandı.Gelecek yıl her üç kitabın Fransa'dayayımlanması gerekiyor.İşte böyle sayın okurlarım. Son olarak birşey daha söyleyeceğim: İnsanManzaralarında -kimi zaman beş dizede,kimi zaman bütün bu üç kitap boyunca-anlatılan insanların hiç değilse yarısı,yaşamlarına kişisel olarak tanık olduğumkimseler; diğer yarısı benim imgelemiminkahramanlarıdır. Her üç kitapta, kimileri

tüm dünyaca tanınan, kimilerini isekomşularından başka kimsenin tanımadığıinsanların yaşam öykülerini bulacaksınız.Bir araya toplanan bu yaşam öyküleri,temel çizgileriyle 1908-1941 yılları Türkiyetarihinin tablolarını oluşturmaktadır. Butablolara birbiri arkasına bakmak sıkıcıolmayacak mı sizin için, bilmek isterdim..Moskova, NÂZIM HİKMET1961 - Kasım (Çev. Ataol Behramoğlu)

Hatice, Pîrâye Pîrâyende.Doğum yeri neresi,kaç yaşında,sormadım,düşünmedim,bilmiyorum.Dünyanın en iyi kadını,dünyanın en güzel kadını,Benim karım.

Bu bahiste realite umrumda değil...939'da İstanbul'da tevkifanede başlanıp bitenbu kitap ona ithaf edilmiştir.

BİRİNCİ KİTAPIHaydarpaşa garında,1941 baharında,saat on beş.Merdivenlerin üstünde,güneş yorgunluk ve telâş.Bir adam merdivenlerde duruyor bir şeylerdüşünerek.Zayıf.

Korkak.Burnu sivri ve uzun yanaklarının üstü çopur.Merdivenlerdeki adam Galip Usta, tuhafşeyler düşünmekle meşhurdur: «Kâat helvasıyesem her gün» diye düşündü 5 yaşında.«Mektebe gitsem» diye düşündü 10 yaşında.«Babamın bıçakçı dükkânından akşamezanından önce çıksam» diye düşündü 11yaşında.«Sarı iskarpinlerim olsa kızlar bana baksalar»diye düşündü 15 yaşında.«Babam neden kapattı dükkânını? Ve fabrikabenzemiyor babamın dükkânına» diye düşündü16 yaşında«Gündeliğim artar mı?» diye düşündü 20yaşında.

«Babam ellisinde öldü ben de böyle tez miöleceğim?» diye düşündü 21 yaşındayken.«İşsiz kalırsam» diye düşündü 22 yaşında,«İşsiz kalırsam» diye düşündü 23 yaşında.«İşsiz kalırsam» diye düşündü 24 yaşında.Ve zaman zaman işsiz kalarak «İşsizkalırsam» diye düşündü 50 yaşına kadar 51yaşında«İhtiyarladım» dedi, «babamdan bir yıl fazlayaşadım.»Şimdi 52 yaşındadır.İşsizdir.Şimdi merdivenlerde durup kaptırmış kafasınıdüşüncelerin en tuhafına: «Kaç yaşındaöleceğim? Ölürken üzerimde yorganım olacakmı?» diye düşünüyor.

Burnu sivri ve uzun.Yanaklarının üstü çopur.Denizde balık kokusuyla döşemelerdetahtakurularıyla gelir Haydarpaşa garındabahar.Sepetler ve heybeler merdivenlerden inipmerdivenleri çıkıp merdivenlerde duruyorlar.Polisin yanında bir çocuk tahminen beşyaşında iniyor merdivenleri.Nüfusta kaydı yok fakat ismi Kemal.Merdivenleri bir heybe çıkıyordu bir halı-heybe.Merdivenlerden inen Kemal yapayalnızdıkundurasız ve gömleksiz ortasında kâinatın.Açlığından başka bir şey hatırlamıyor birde hayâl meyâl karanlık bir yerde bir kadın.

Merdivenleri çıkan heybenin kırmızı, mavi,siyahtı nakışları. Halı-heybeler ata, katıra,yaylıya binerlerdi eskiden, şimdişimendifere biniyorlar.Merdivenleri bir kadın iniyor.Çarşaflı şişman Adviye Hanım. An-asılKafkasyalı.1311'de kızamık 1318'de gelin oldu.Çamaşır yıkadı. Yemek pişirdi. Çocukdoğurdu.Ve biliyor ki öldüğü zaman bir şalkoyacaklar tabutuna selâtin camilerinden.Bir damadı imamdır.Merdivenlerin üstünde güneş bîr baş yeşilsoğan ve bir insan: Ahmet Onbaşı.Balkan Harbinde gitti.

Seferberlikte gitti.Yunan Harbinde gitti.«Ha dayan hemşerim sonuna vardık» sözümeşhurdur.Merdivenlerden bir kız çıkıyordu. Çoraptaçalışır. Tophane caddesi, Galata.Atifet on üç yaşındadır.Galip Usta baktı Atifet'e, «Evlenseydimeğer torunum olurdu bu kadar» diyedüşündü.«Çalışırdı, bana bakar» diye düşündü.Sonra birdenbire aklına Şevkiye geldi.Emin'in kızı.Mavi mavi gözleri vardı.Geçen sene daha âdet görmeden Şahbaz'ın

arsasında bozmuşlardı.Sepetler ve heybeler merdivenlerden inipmerdivenleri çıkıp merdivenlerde duruyor.Ahmet Onbaşı yine askerdi yetişti halı-heybeye.Öptü elini.Halı-heybe ve mavi mintan, palto, siyahşalvar ve keten lastik iskarpinler, fötürşapka, sakal, ve lâhurî şal kuşak onbaşınınomzunu okşayarak:« Hayıflanma birkaç kalem borç için» dedi,«hane halkını sıkıştırmayız. Yalnız birazfaiz biner.»Haydarpaşa koyunda martılar inip kalkıyordenizde leşlerin üstünde.İmrenilir şey değil martıların hayatı. Garın

saati üçü beş geçiyor. Siloların orda buğdayyüklüyorlar İtalyan bandıralı bir şilebe.Ayrıldı onbaşıdan halı-heybe gara girdi.Merdivenlerde güneş yorgunluk ve telâş ve biraltın başlı kelebek ölüsü var .Kocaman insan ayaklarına aldırmadanbembeyaz, upuzun taşın üstünde taşıyorkarıncalar kelebeğin ölüsünü.Adviye Hanım sokuldu polis efendiye. Birşeyler konuşuldu. Okşadı çocuk Kemal'i. Vehep beraber karakola gittiler. Ve her ne kadarbir daha görülmeyecekse de hayâl meyâlkaranlık bir yerlerde hatırlanan kadın çocukKemal. yapayalnız değil artık ortasındakâinatın.Bir parça bulaşık yıkayıp biraz su taşıyacakve Adviye Hanımın dizi dibinde yaşayacak.Merdivenleri mahkûmlar çıkıyordu. Şakalaşıpgülüşerek.

Üç erkek bir kadın ve dört jandarma.Erkekler kelepçeli kadın kelepçesizjandarmalar süngülü. Merdivenlerin üstündebir kayısı gülü bir cıgara paketi bir gazetekâadı.Mahkûmlar durakladı.Jandarma Hasan tokalaştı Ahmet Onbaşıyla.Jandarma Haydar aldı yerden boş paketisoktu cebine.Ve mahkûm kadın boynuna atılan Atifet'i öptüiki yanağından.Eğilip baktı kelepçeli Halil kayısı gülününyanındaki gazete kâadına: «Tek sütunluk birnefer.Üniforması belli değil, Tıraşı uzun.Beyaz sargılar var başında.

Sargılarda kan.Sonra tayyareler kanatlı köpek balıkları gibi«pike bombardıman» diye yazıyor.Sonra bir limon: küçük, beyaz daireler çiziliüzerinde. İsmini okuyamadı, mürekkebi gazlekesi dağıtmış.»Üç bayan çıktılar merdivenleri koşarak sivrikülâhlarıyla mantar iskarpinleriyle banliyöyolcuları.Kelepçeli Süleyman bayanları gördü.Genç bir kadın geçirdi yüreğinden.Kayısı gülünü nişanlayıp tükürdü.Kelepçeli Fuat seslendi Galip Ustaya: « Usta,yine tuhaf şeyler düşünüyorsun.»« Düşünüyorum evlât. geçmiş olsun.»

« Eyvallah usta. Düşünmek değiştirmezhayatı.»Fuat tersanede tesviyeci.19 yaşında girdi hapise üç arkadaş perdeleriindirip bir kitap okudukları için.Ve yatıyor iki yıldır.Şimdi içerilere gönderiyorlar Galip usta busefer dehşetli bir şeyler düşünerek bakıyorkelepçesine Fuat'ın.Bugüne dek farkına varmadan biriken şeyleryığınla üst üste hep beraber tıkacını atan birçeşme suyu gibi bulanık berrak akıyordukafasının içini doldurarak:«Ne kadar çok fabrika var İstanbul'da,Türkiye'de ne kadar çok, dünyada ne kadarçok, sayılamayacak kadar. Dün akşam tornacıAyyaş Kadir'in ölüsünü buldular üniversitekapısında bayılmış kız talebelerden biri . Ne

kadar çok kayış, kasnak ne kadar çok volanne kadar çok motor dönüyor, ha babamdönüyor, ha babam dönüyor, dönüyor, nekadar çok adam, ne kadar çok adam İşsizkalırsam, işsiz kalırsam diye düşünüyor.Mürettip Şahap Usta kör oldu dileniyormatbaalarda. Dokuma tezgâhları, firezetezgâhları, torna tezgâhlan, şahmerdanlar,merdaneler, pulanyalar, pulanyalar,pulanyalar, Galip. Usta pulanyacıydı . Kimbilir dünyada ne kadar ne kadar çok işsiz var.Ama askere almışlardır. Asker olunca işsizadam artık işsiz sayılmaz mı?» « Yinederinlere daldın ustam.» Galip Usta dokunduFuat'ın kelepçesine: « Allah sonumuzu... ürktükendi sesinden ... hayreyleye evlât,» dedi. İnce,siyah bıyıklarıyla Fuat gülümsedi: « Hayırdırmutlak sonumuz.»Ustanın çipil gözleri ıslak titriyor uzunburnu. Ve etrafa belli etmeden koyduFuat'ın cebine elli beş kuruşundan yirmi

kuruşunu Garın saati on beşi sekiz geçiyor.15:45'de kalkar bu tiren.Üçüncü mevki bekleme salonunda oturupdolaşıp uyuyorlar yüzükoyun. Kalkacakherhangi tirenle ilgileri yok. Baskıcı Ömersakalı avuçlarında betonun üzerinde çıplakayakları oturuyor iki büklüm sabahtan bert.Ve yine sabahtan beri Ömer'in önündeaşağı, yukarı, ileri, geri volta vuruyorRecep. İnce uzun kolları kalkıp iniyorgörünmez bıçakları atıp tutar gibi elleri. Alimasanın üzerinde yatıyor yüzükoyun sırtıyarılmış gömleğinin kumral başıbileklerinde. Üçüncü mevki beklemesalonunda oturup dolaşıp yüzükoyunuyuyorlar. Kalkacak herhangi tirenle yokalâkaları.Aysel: yaşı belli değil. Belki on üç, belkiyirmi.Esmer. Kuru.

Necla: on beş yaşında var yok.Burnu kıpkırmızı yüzü değirmi. Ve insanışaşırtacak kadar büyük yeşil empermeablinaltında memeleri.Vedat: 18 yaşında.Top ense, altı oklu beyaz kıravat vesivilceler.Vedat konuşuyor:« Hiçbir yere benzemez Bursa hamamları.Hele «Ferahfeza»Bahçe içinde bir otel. Müşteriler temiz.Vizite üç papel. Biri patrona kalıyor. Geçensene bir Ermeni kızı götürdüm. KurnazdırErmeni milleti bizim Türklere benzemez.Dünyalığı düzeltti. Drahoması tamam.Malum ya gâvur âdeti. Şimdi nişanlıdır.»Aysel sordu:

« Sana ne vereceğiz?»« Ben beşer kâat alırım patrondanhesabınıza, komisyon. Mevsimidir, kızlar birtutarsanız, günde on beş kere belki dahaçok. Bir hesapla ne eder? Has mallarıgörsün Bursa'nın gözü. Kadıköylüdür diyeyazdı gazeteler İstanbul kızlarının engüzelleri.»Sabahtan beri ilk defa doğruldu olduğuyerde baskıcı Ömer.Seslendi Recep'e: « Bir cıgara ver.»Hızla önünden geçti Recep ve dönerkenfırlattı cıgarayı.Babası müftüydü baskıcı Ömer'in.Evin içinde kuka tesbihler, kılaptanseccadeler, el yazma müzehhep mushaflarıhattat Osman'ın; fakat bir tek han hamamtapusu bir tek konsilit, bir tek Hicaz

demiryolu tahvili yoktu.Müftü Efendi bembeyaz, şişman bir adamÖmer hastalıklı bir çocuktu. Arabîöğrenemedi, Farisî öğrenemedi.Ahmediye kitabında cennet kapılarına bakıptıpkısıydı bunlar Dolmabahçe kapısınınbaşladı nakışlar çizmeye.Müftü vefat etti Meşrutiyetten evvel.Meşrutiyette kadınlar dağıldılar seccadelerive tesbihleri götürerek. O hengâmede Ömeryirmi yaşındaydı demek.Hattat Osman'ın mushaflarını Parizyana'dayedi. Gönüllü asker oldu Balkan Harbinde.Seferberlikte esir düştü, döndü ve başladıKalpakçılar başında baskıcılığa.Ahmediye'nin Firdevs kapılarındakinakışlar patiskalar üzerinde açılmayabaşladılar.

Tahta kalıp tahta kaşık tahta dükkân veakşamları şarap dolu kırmızı testi veesaretten kalma biraz gulamperestibahtiyar yaşıyordu müftü zade ÖmerEfendi. Ta ki İtalya'dan hazır kâat modellergelene kadar.Zira kâat modeller kepenklerini baskıcıdükkânlarının kapadı birer birer bir dahaaçılmamak üzere.Recep yine hızla geçip dönerken fırlattı kibritiÖmer'e.Ali masanın üstünde yatıyor yüzükoyun sırtıyarılmış gömleğinin.Aysel su dökmeye gitti.Necla dedi ki Vedat'a: « Kardeşimgötürmeyelim bu sıska kızı. Belsoğukluğu var.İzmit'de aldı geçen sene. Her tarafı akıyorbütün. Hem inanma yalan Kadıköylüdeğildir.»

Denizde balık kokusu döşemelerdetahtakurularıyla gelir Haydarpaşa garındabahar.Üçüncü mevki bekleme salonunda tahtakanapelere değil kapıya yakın duvarın dibinebetona çömelmişler, mavi düğmelermintanlarında dizleri parçalanmış sarı şayakpoturlarının, kırmızı sakallı iki Bulgaryamuhaciri, öfkesiz kederiyle konuşuyor biri:« Yövmilbeter, beterden beter. Sonra yeter.Paranın tuncu. İnsanın piçi. Hepsi mi ama iyiside var.»Dışarda Peronların orda kalktı 15:45 katarı.Bu tiren yataklı vagonuna rağmen tirenlerinen külüstürüdür, altı kuruşluk cıgara gibi birşey.Galip Usta selametleyip mahkûmları girdiüçüncü mevki bekleme salonuna.

Oturdu baskıcı Ömer'in az ötesine.Ali masanın üzerinde yatıyor yüzükoyun.Recep ansızın durdu önünde ölü kaloriferin,ibreyi soğuktan sıcağa, sıcaktan soğuğaçevirdi, sonra bir tekme attı borulara, sonrabağırdı avaz avaz:« Kesmeli yeryüzünde tekmil çıfıtları. Tez gelbre Hitler Amca nerdesin?»Kaçakçıydı Recep ve sabahtan beri gelmeyenMoiz eroin getirecekti.Galip Usta ne dost ne düşmandı Hitler'e. FakatRecep'e kızdı. Baktı Bulgaryalı muhacirlere.Yine aynı öfkesiz kederiyle konuşuyordukırmızı sakallılardan biri: « ...gider İbrahimPeygambere der ki herif kargalar gördüm,gübreden kalkıp dallara konup ezanlarokuyorlar.

Bir adam gördüm oturmuş derenin başına; yolvermiyor aksın içiyor tekmil suyunu.Geyikler gördüm kaçıp gitmezler, koşarlarpeşinden avcının vur, diye ille bizi...İbrahim Peygamber der ki herife:O kargalar ki gördün imamlar, hocalardır.Gübredir mekânları, okurlar ezanları...Düvellerdir dereyi içen adam; halkın kanınıiçer, doymazlar, içer içer, bırakmazlar kiaksın dere bildiği gibi.Gördüğün geyikler günahlarımızdır; koşarlaravcılara. Avcılar para.»Ali masanın üzerinde yatıyor yüzükoyun sırtıyarılmış gömleğinin kumral başı bileklerinde.Recep bağırdı: « Burası sabahçı kahvesi mi,otel odası mı be? Delikanlı uyan.»

Ali kımıldamadı.« Sana diyoruz.»Ali kımıldamadı.Ali cevap vermedi Recep'e.Tuttu delikanlıyı Recep çevirdi arka üstü.Ali'nin başı düştü.Ali çoktan ölmüştü.IIKızıltoprak istasyonuna yakın bahçesindebir ahşap köşkün çok büyük bir fıstık ağacı

vardır. Yana yatmıştır biraz. Bu fıstığınaltında bir kadın yeldirmesi sarı çamaşırasıyordu. Geçti çığlıklarla 15:45 katarı.Beton villalar.Bunlar devam eder ta Pendik'e kadar.Henüz fidan halinde ağaçlar ve üzümkütükleri henüz yeşermede.Geçti çığlıklarla 15:45 katarı.Beton villalar.Köşkü yıkılmış başkâtip paşanın.Kırk odalı bir alâmetti.Ta Pendik'e kadar beton villalar.Beton villalar.Böyle ikindi vakti

Göztepe istasyonunda çıt olmaz.Ve ekser zaman oturur hep aynı sırada tekbaşınabir harem ağası. Çok uzun boylu. Çokzayıf. Son kalanlardan. En ihtiyarı.Beton villalar.Geçti çığlıklarla 15:45 katarı.Dehşetli bir ciddiyetle dolaşıyor çamlıktaparlak siyah seten önlüklü kızlar.Memeleriyle mağrur.Ellerinde kitapları.Geçti çığlıklarla 15:45 katarı.Beton villalar.Beton villalar.Süt gibiydi deniz. Güneşte kaybetmiş rengini.

Asfalt yolun üzerinde plaja gidiyorlar.Kocaman sarı çiçekler gibi kımıldanıyor genişşapkaların hasırlan. Beton villalar. Geçtiçığlıklarla 15:45 katarı.Adalar göründü karşıdan.Denizin dibiyle ilgisiz.Gemiler gibi.Suyun yüzündeler.Ta Pendik'e kadar.Beton villalar.Çimento fabrikası Kartal'ın toz içinde kederlive kalın.Ve sahilde maskelenmiş petrol tankları.Geçti çığlıklarla 15:45 katarı.Pendik. Katar durdu. Kelepçesiyle Fuat vurdu

Halil'in dizine; gösterdi peronda gezen taharrimemurunu.Ufacık gözleriufacık burnu çok büyük kulakları var.Çıkarmış kamburunu.Elbisesi lâcivert iskarpinleri sarı vesimsiyah fötrü ütüsüz. Elleri herhalde cıvık cıvık yumuşaktır. Arkacebinde bir şey ve orda ceket kabarıkbiraz yukarı.Kalktı Pendik'den 15:45 katarı.Lokomotif. Makinist Alaeddin çözdü mavitulumunun göğsünü bir düğme daha. Başınıdışarı çıkarıp baktı arkaya. Furgon ve beştane binek vagonu yataklı, yemekli dahil vealtı tane marşandiz birbiri peşinde sallanarakgeliyorlar. Ne zaman böyle arkaya baksaAlaeddin bilhassa rampalarda bir halatabağlayıp vagonları kendi omzunda çekiyormuş

gibi olur. Ve inişlerde korkunç ağırlığınıarkadan itilmenin küreklerinin ortasındaduyar.Vagonlar geliyorlar sallanarak.Eskişehir-Haydarpaşa, Haydarpaşa-Eskişehir;28'den beri, yolcular iner biner, makinalardeğişir,Alaeddin yerinde,Alaeddin değişmez.Vagonlar geliyorlar sallanarak.Bavulu keten kılıflı bir yolcu gibi böylepostaya değil binmek Semplon'a Sirkeci'denVagonli'de yatmak.Ve hele geceleri oturup karşısında küçükkırmızı abajurların rakı içmek vagon-restoran'da.

Vagonlar geliyorlar sallanarak.« Usta!..»Alaeddin döndü kömürcü İsmail'e« Ne var İsmail?»« Usta ne olacak bu harbin sonu?»« İyi olacak.»« Nasıl yani?»« Yemekli vagonda rakı içeceğiz.»« Biz mi?»« Biz.»« Kömürü kim atacak?Kim sürecek makinayı?»« Onu da biz.»

« Alayı bırak usta, Kim kazanacak?»« Biz.»İsmail hiçbir şey anlamadıysa da üstelemedi.Çok siyah ve çok kalın kaslarıylaoynadı biraz sonra: « Ustam,» dedi,«Bir sualim daha var. şu gördüğün raylardolanır mı bütün dünya yüzünü?»« Dolanır.»« Demek ki harp olmasa, ama yalnız harpdeğil, hudutlarda sorgu sual sorulmasa,rayların üzerine saldık mı makinayı dünyanınbir ucundan öbür ucuna varır.»« Deniz dedi mi durur.»« Gemilere binersin.»« Tayyare daha iyi.»

İsmail güldü.Kırıktı ön dişlerinden biri.« Ben tayyareye binemem usta, anamınvasiyeti var.» « Tayyareye binme, diye mi?» «Hayır karıncayı bile incitme, diye.» Alaeddinkocaman elini vurdu çıplak uzun ensesineİsmail'in: « Sen ne hafız oğlusun! Zarar yokulan, yine de bineriz tayyareye, adamöldürmek için değil gökyüzünde püfür püfürsafa sürmek için... Şimdi sen hele ateşi birsüngüle.»Vagonlar geliyorlar sallanarak.510 numaralı üçüncü mevki vagon.Jandarmalarla mahkûmlar birinci bölmede.Çavuş daha bir kerre olsun gülmedi.Mavzerler yatırıldıysa da raflara kelepçelerçözülmedi. Ayrı ayrı dünyalarda iki taraf.Kitap okuyor mahkûm Halil.

Çevirirken dizinde duran kitabın yapraklarınıçok rahat bir ustalıkla kullanıyorbileklerinden demirli parmaklarını.Kitap ve kelepçelerle on üç senedir bu beşinciyolculuğudur. Gözlerinin altında çizgilerşakaklarında beyaz. Halil belki ihtiyarladıbiraz. Fakat kitap, kelepçe ve yürek eskimedi.Ve şimdi yürek her zamankinden umutl.uHalil okurken kitabını « Kelepçem,» diye geldiaklına, (. . .)«Seni pulluk yapacağız kelepçenin demiri.» Veöyle güzel söylenmiş buldu ki bu fikri yineüzüldü birdenbire ölçülü ve ölçüsüz şiiryazmak hünerini bilmediğine.Gebze istasyonunda durup kalktı tiren.Geçiyor yüksekte demir köprünün üzerindenSağda toprak apansız alçalıyor belki yüz belkiyüz elli kulaç: ve orda dipte aşağıda «EskiHisar» köyü ve kalesi ve ince uzun yoldagiden iki atlı, zeytin ağaçları ve hattâ bomboş

deniz kutudan yeni çıkmış oyuncaklarabenziyor öyle küçük öyle renkli, ve uzak vederinde olmalarından ve çok çabuk arkadakalmalarından dolayı bu bahar aydınlığındatertemiz.Mahkûm Fuat gördü ve bir daha unutmayacakderinde iki atlısıyla uzaklara büyük şehrinedoğru giden yolu. Ve gözünde ilk defakaybettiğinden İstanbul'u başladı birdenbirekendi evinden anlatmaya: «Dedem,» dedi, «benim dedem bir acayipadammış. Bahriyede kolağası. Evde bir tekfotoğrafı var. Belli ki sivri uzun fesin altındausturayla kazınmış koca kafası. Mürtecimüthiş. Düşün ki Meşrutiyet olunca SultanHamid'e yeminliyim, diye nikâh tazelemiş.Zaten üç yıl sonra tekaüt ve Kulaksız'dabakkal. Sonra 338'de ölüyor İstanbul'unkurtuluşunda, Birinciteşrin ayı. Ölüsünümutfakta bulmuşlar, yapayalnız, dibinde teldolabın, çocuklar sokakta marş okuyormuş.»

Mahkûm Süleyman takıldı Fuat'a:« İçtimaî menşein senin bir hayli karışık,mürteci militarizm ve küçük esnaflık.»Fuat aldırmadan devam etti: « Hâlâgözümün önündedir babam. Uzun sarıparmaklı bir adam. Tavşan mağazasıustalarındandı, (havuzlarınmarangozhanesi). Düşkündü eski hattatlara.Sabahları bayram yerinden duyulurdu selâverirken sesi. Küstü, ezan okumadıArapça yasak olduktan sonra. 35 yaşındaöldü veremden.» Süleyman sordu: «Annen?» « Beni doğurup ölmüş.Ben marangozhanede büyüdüm edevatsandığında babamın. Bu bir yeşil sandıktı.Atelyede aletleri çıkarıp içinde uyuturdubeni.»510 numaralı üçüncü mevki vagon.

Koridor.Koridorda Üniversiteli dolaşıyor.510 numaralı üçüncü mevki vagon.İkinci bölme.Kutu sardalyası, limon,beyaz peynir, ekmek, şişeler, kadın, erkekiçiyorlar.Memleket Opereti turneye gidiyor.Sekiz artistve meşhur bestekâr Mehmet Ali.510 numaralı üçüncü mevki vagon. Birincibölme.Gülüyor bembeyaz dişleriyle kelepçeli Fuat.Çünkü kelepçeli Süleyman Üniversiteliyeiçerlemektedir: kapının camından bakan ve

her halde Melahat'a . Kelepçesiz Melahatince kansız bileklerinin hürriyetiyle mağrurve ellerini kullanabilmek imkânıyla keyiflielma yemektedir. Üniversiteli hâlâ bakıyor.Yükseltti Süleyman sesini. JandarmaHaydar hak verdi Süleyman'a, indirdi camlıkapının perdesini. Ve mahkûmların köylüjandarmalarla ahbaplığı böylece başlamışoldu. Kelepçeli Halil (belki farkında herşeyin belki hiçbir şeyin farkında değil)kaldırdı miyop gözlerini dizindeki kitaptansordu birdenbire Jandarma Haydar'a: «Sizin köy kaç haneliktir?» « Elli hanekadar.»« Kaçının öküzü bir çiftten fazla?»« İki hanenin.»« Kaçının öküzü tek?»« Tek öküzlü 15 hane çıkar.»« Hiç öküzsüz?»

« Beş altı hane.»« Geri kalanı demek?»« Bir çift öküz.»« Sende?»« Bende öküz çift.»Süleyman sordu:« Topraksız olan?»Çavuş cevap verdi:« Bulunmaz mı, bulunur.»Fuat karıştı söze.Muhabbet uzadı.Ve insan dostluğunda öyle biran oldu ki (şüpheden ve emirdenüstün) köylü jandarmalar

gelince göz göze kalın seslerleşakalaşıp keyifli bir iş yapılırgibi hep beraber çözüldükelepçeler.Koridor.Üniversiteli dolaşıyor.Koridora bir yolcu fırladı beşinci bölmeden.Bu, kısa boylu, göbekli bir pantolondu.Terli bir telâş içinde açtı bütün pencereleri. Vesonuncu pencereden uzanıp dışarıya üç kerrederin nefes aldı. Sonra topukları üstündedöndü geriye apansızın. Alnı dar ve uzunyanakları şişman ve geniş. Kafası kocaman birarmut gibi oturmuş omuzlarına. Çakır şaşıgözleri gördü Üniversiteliyi: « Sayın bayım,»diye seslendi,«boğulacaktım az kalsın, Bizim kompartımanayılarla dolu.

Pislik ter koku. Pencere açtırmıyorlar.»Yaklaştı Üniversiteliye: « Üniversiteli misiniz?Belli.Kasketinizdeki bozkurttan.Birçok uygunsuz çocuklarmamafi böyle kasketgiyiyorlarmış.Duyduk.Diyorlar.Görmedim.Bizim o tarakta bezimiz yoktur.Mamafi tecrübe etmedik dersem yalan.İngilizler İstanbul'a geldikleri zaman donsuzİskoç oğlanları...

Sonra zavallı Acemlerin adı çıkmış.Mamafi insan her zevki tatmalı.Yaşamak zevk almak demektir.Mamafi papelin olacak kardeş.Aşk meşk, hayat mayat; her işinbaşı papelât.Gel de bunu içerdeki ayılara anlat.Herifler pencere açtırmıyor.Bakın size bir baba nasihati: her şeydenazizdir insanın sıhhati.Sıhhatına iyi bakacaksın.Sabahları mutlak taze yumurta içilecek.Benim evde üç sıpa var.Her sabah üç yumurta içerler mamafi.

Benim evde bir usûl vardır, benişten dönünce gizlice tahkikederim analarından çocuklaryaramazlık mı ettiler uslu muoturdular? Ve ona göre kuş birşeyler getirir pencereye; elmamı olur, portakal mı olur,çukulata mı? Kuş getirmiyortabiî ben getiriyorum. Fakatbenim en küçük sıpamçakıvermiş bu işi bir akşam.Ertesi gün anasına: «Kuş,babaya benziyor,» demiş, «tıpkıbabam.» Mamafi benimkanaatim şu: çocuklarınınzekâsını ölçmeli adam. Benboyuna ölçerim. Meşhurhikâyedir: Remil öğretmekistemiş padişahlardan birişehzadesine.»Üniversiteli gülümsedi:

« O hikâyeyi biliyorum,» dedi.Ve sonra sordu laf olsun diye:« Memur musunuz?« Eh, mamafi memur da sayılırız.İstanbul (...) Bakımevi kalemindemuhasebeciyim.Nuri Öztürk.Dahiliz bareme.Vaktiyle Salacak'da gişe memurluğumuz davar.Esnaflık tüccarlık da ettik.Her şey kurukahvecilikten başka.Bir onda kaldı hevesim.Şoförlük de yaptım.


Like this book? You can publish your book online for free in a few minutes!
Create your own flipbook