308. İtalyanca bir terim. Kadın seslerinin enkalını.309. Monoton.310. Düzeltmek.311. Belirli.312. (İt.) Birinci kadın. Operada başroldeoynayan kadın oyuncu.313. Hayalinin.314. Avrupalı’ydı.315. Deli.316. Doğu.317. Kültürünü.318. Dünya işlerinden elini çeken.319. Tedirgin ederdi.320. Açık.321. Söylentiyi şüpheyle karşılardı.322. İnanmıştı.323. Sayılırdı.324. Yabancı tiyatro veya gösteri toplulukları.325. Göreviyle.326. Mallara.327. Topluluğu.
328. Yabancılara verilen ayrıcalıklar.329. Mızıkacıları.330. Tren.331. Utanmaz.332. Fırlıyor.333. Konuyu.334. Söylediğine.335. Aşağılanmışlığı.336. Konuya.337. Terbiyeli.338. Geleneğini.339. Bahaneyle.340. Aşağılıyorsun.341. Şair ve devlet adamı Ziya Paşa.342. Batılı ülkeler.343. Bayındır yerler.344. Köşklerle.345. İslam ülkeleri.346. Hilmi burada Ziya Paşa’nın: “Diyar-ı küfrügezdim, beldeler, kâşaneler gördüm / Dolaştımmülk-i İslamı, bütün viraneler gördüm” beytinihatırlatıyor.347. Kabul ediyorsan.
348. Tartışmaya.349. Avrupa’dan.350. Eğitimini.351. Mağaza.352. Saldırısı.353. Kızgınlığa.354. Önem vermeden.355. Tersine.356. İhtişam.357. Debdebe, şan, gösteriş.358. Yazman.359. Harcıyor.360. Savurganlığı.361. Düşkünlüktü.362. Acı.363. Toplum.364. Nikâhsız birliktelik.365. Sıkıntılı.366. Hayvanlık tarafını.367. Sergileyen.368. Lafı.369. Aklı.
370. Tanıtılması.
7Cuma selâmlığını371 görmeye epey birkalabalık gider. Çünkü tantanalı, şaşaalı biralay, rengin372 ve zengin üniformalı, seçme vegüzel yâverler, yelesini sallayan, yeri deşencins atlar, muhteşem arabalar görürler. Bütünbunlar herhangi operayı sönük bırakacak birdekor içinde çevik ve çabuk bir gidiş ve geliş,bir hareket cereyanı halinde gözlerinin önündengeçer.Fakat seyirciler bu gösterişin perdearkasını, zavallı Selim Paşa’yı terleten, titretentarafını göremezler. Onun bu nümayişte373rolü büyük ve karışıktır. Evvelâ İkinciAbdülhamid’in374 sadık kullarının, efendileriningövdesine kafasına bir kurşun yahut bombaatmalarına mâni olmak;375 sonra bu âlâ-yıvâlânın376 vak’asız geçmesini teminetmek377, sonra her selâmlık resminden378
bir kâbus gibi korkan Padişah’a, alayın emniyetve selâmet379 içinde geçeceğini temin etmek;daha sonra tahsisatlarını380 hak etmekisteyen hafiye alayının381 ve yahutmüstebit382 bir hükümdarın vesvesesini383gıcıklayarak para kazanmak isteyenjurnalcilerin,384 her hafta düzdükleri yalanlarıokumak...Cuma günleri Padişah’ın arabası, Saraykapısından içeri girer girmez, Selim Paşa,geniş bir nefes alır. Ekseri385 huzura kabulolunur ve dâimâ konağa, cebinde şişman,kırmızı bir atlas386 kese ile döner. O gününakşamı Paşa’nın ziyaret kabul ettiği zamandır.Fakat ziyaretçileri, hiçbir zaman o günün,Paşa’nın hayatında nasıl bir geçit olduğunutahmin edemezler. Bu son cuma, Paşa ötekimisafirler gittikten sonra, İmam’ı alıkoydu veRabia’nın tahsili meselesini açtı.— Torununa verdiğin dinî terbiyeyi şayan-ı
takdir387 buldum, diye söze başladı.— Bendeleri388 bilhassa hafızyetiştirmekte behresi389 olan hocalardanım,Paşa Efendi.— Allah bağışlasın, torunun hem zeki, hemistidatlı.390 Hatırıma bir şey geldi. Konağa biralay hoca geliyor, Arabî,391 Farisî,392Fransızca, mûsikî vesaire...393 Kimsenin pekde istifade ettiği yok. Rabia Hanım’ı bunlardanistifade ettirsek ne dersiniz?İmam ellerini ovdu, öksürdü, fakat cevapvermedi.Paşa devam etti:— Şayet muvafakat edersen,394 çocuk,Hanımefendi’ye geldiği akşam saatlerindenbaşka, bir de öğleden sonra konağa gelmeli.— Bendeniz, elimden gelen terbiye vetahsili verdim. Hâşâ, Paşa Efendimiz’inarzularına itiraz etmek istemem, fakat...— Fakat?— Çocuk, beş vakit namazını kılar. Malûm
ya, şimdiki gençler hep dinsiz, Rabia, anasınıngözünden ayrılırsa...— Bizim konak halkı, beş vakit namazınıkılar.— Tabiî, tabiî... Onu demek istemedim.Başka bir mesele daha... Bendeniz çocuğuşer’-i şerîfe395 muvafık396 giydiririm. Malûmya, akran akrandan azar. Zamanımıznisvanını397 moda denilen bid’atlar...398Paşa azıcık sert İmam’ın sözünü kesti:— Çocuğun giyinişini değiştirecek değiliz.— Paşa Efendimiz için lâşey399hükmünde, fakirleri için ehem400 olan birmesele daha arz etmek isterim. ÇocukRamazan’da mukabele okur, bayağı günlerdemevlidlere çağrılır. Âcizleri401 biraz daçocuğun kazancıyla ev geçindiriyorum.Şayet...Paşa kalktı:— Kâhyaya söyleyeceğim. Çocuğuntahsilinden senin zarar görmemen temin
edilecek.402İmam memnundu. Yalnız para için değil, birde Rabia yüzünden hatırlı adamların yanındamevki403 ediniyordu. Ve Emine’nin bütünitirazlarına rağmen İmam, Rabia’yı o haftakonağa muntazaman404 göndermeye başladı.Bu yeni hayat şekli Rabia için esaretten405kurtulur gibi bir şey oldu. İmam’dan artık dersalmıyor, cehennem lâkırdısı, bilhassa babasıhakkında o çirkin lâfları işitmiyordu. Artık İmamçocuğu tamamen kendine mal etmiş, onunlaiftihar eder olmuştu. Gerçi sabahları gene evdeiş görüyor, annesinin vırıltısını dinlemeyemecbur oluyordu. Fakat öğle yemeğindensonra evden çıkıyor, ancak eve yatmayageliyordu. Emine’nin titizliklerine, şimdi İmammüdahale ediyor, “Kız, evimize refah getirdi,artık uzun etme, çocuğu sıkıştırma,” diyedarılıyordu.İlk hafta derslerine başlamamış olsa bileRabia, günün yarısını konakta geçirmeye
başlarken bir nevi406 hayat görgüsü vehocalardan öğrenilmeyen bir hayat tahsilineatılmıştı. Bilhassa Sabiha Hanım’ın yanındaolmak, yaşamanın kaynağına atılmış demekti,mütemadiyen yeni bir şekil alan hayatı eliyletutuyor, gözüyle görüyor gibiydi.Hanımefendi’nin konak halkına emirleriniekseriyetle407 o götürüyor, bu sayede konakhalkını yakından tanıyordu. Çocuğun sevimliyüzü, dost gözleri çok defa dürüşt408 olan buhaberleri yumuşatıyor ve konak halkının bazânmütecaviz409 ve küstah cevaplarınıHanımefendi’ye söylemiyordu. Buketumiyet410 ve sükûn411 evvelleri412mütearriz413 ve müstehzî414 bir tavır almışolan Dürnev’i bile kazanmıştı. Bilhassatevcihat415 listesi çıktığı gün, Hanım onubirkaç defa Paşa’nın odasına yollar, falan beyve yahut paşanın hangi hizmet mukabilinde416taltif edildiğini417 tahkik ettirirdi.418 Rabia,
Paşa’yı odasında, mahut419 Şam hırkası vebeyaz takkesiyle, şen bir gönül, rahat vicdansahiplerinin asudeliği420 ile arka kaşağı oyarbulurdu. Kuyudan gelir gibi inleyen ve derinsesiyle eski şarkılar mırıldanırken, birdenbiresusar, çocukla şakalaşırdı. Tevcihatınsebeplerinin iç yüzünü anlatırken çok tuhaftı.Burnu müstehzî bir mânâ ile uzanır, uzanır,burnunun ucu kartal gagası gibi kıvrılır, kendi,için için gülerdi. Rabia bu sebepleri dinlerken,zihni alt üst olurdu. Her nevi taltif421 birhıyanet,422 bir fesat423 mükâfatına424benzerdi.Bir gün Paşa bir gözünü kırparak:— Mûsikî muallimine söyle, sana “Ey zevk-ı zerrin” şarkısını talim etsin, dedi.— Ben daha meşke425 başlamadım, PaşaEfendi... Zevk-ı zerrin, ne demek?— Altın eğlence!— Bu Kanarya Hanım’ın söylediği şarkıdeğil mi?
— Seni gidi çapkın seni...Paşa, acaba neden çocuğun bu sualini426tuhaf bulmuştu? Paşa’nın kahkahası durdu,yüzü ciddileşti:— Kanarya Hanım’ı gelecek hafta altınkafesine koyacaklar... Artık konağımızda birdaha şarkı söyleyemeyecek...— Sahi mi?Her zaman beraber yemek yediği ve çoksevdiği bu güzel kız için Paşa’nın lâkırdılarındabir şaamet427 hissetmiş, yüzü bulutlanmıştı.— Niye gözlerin doldu? Fenâ değil, Saray’agidecek, saraylı olacak. Altın kafes o kadarfenâ bir şey değil, kızım.Rabia’nın zihninde Saray derhal altın birkafes oldu.Kafesin parmaklıklarına dayanan sarışıngüzellerin bir ağızdan “Ey zevk-ı zerrin”şarkısını söyledikleri yer!Bir gün sonra Sabiha Hanım, onu Paşa’nınodasına yolladığı vakit ilk defa olarakKanarya’yı Paşa’nın odasında buldu. Paşa,
arkası dik bir sandalyede oturuyor, yüzüendişeli, gözleri dalgın görünüyordu. Kanarya,bir yer minderinde ud çalıyor, Rabia’nın birzaman unutamadığı bir şarkıyı dolgun vemüteessir428 bir sesle söylüyordu.“Gönül senden kimlere etsem şikâyet.”“Gönül”, bir ip kadar kızın ağzında uzuyor,udun telleri kızın beyaz parmaklarıyla buhüzünlü ezgiyi tekrar ediyordu.Paşa çocuğu görünce biraz sıkıldı:— Hanımefendi bir şey mi istiyor?Rabia anlatırken, Selim Paşa’nın yüzü birşey anlamamış gibi göründü:— Hanımefendi’ye söyle, bu akşam onameseleyi kendim anlatırım.Rabia odadan çıkarken ikisi birdenarkasından seslendi, geri çağırdı. Kanaryaminderinin köşesinde ona bir yer açmıştı. GençÇerkes’in başı gizli bir zilletle,429 ağır birkahırla430 eğilmiş, sesi kısılmış, gözlerindenyanaklarına damla damla yaşlar dökülüyordu.Bununla beraber, dudaklarıyla tebessüm
etmeye muvaffak oldu.— Gelecek hafta karşı karşıya yemekyiyemeyeceğiz Rabia, fakat ben bir Saray’ayerleşince seni davet edeceğim, diyordu.Rabia biraz sonra kalktı, odadan çıkarken,bu defa Paşa da onunla sofaya kadar geldi veyavaşça:— Kanarya’nın ağladığını Hanım’asöyleme... Kanarya’yı burada gördüğünü hiçsöyleme, daha iyi, dedi.Bu maceradan üç gün sonra Rabia,konakta gözlerini kamaştıran şenlikli bir akşamgeçirdi. Bütün avizeler yanmış, herkes uzunetekli, ipek entariler giymiş, sofalarda ipekfışıltısından geçilmiyordu. O akşam,Kanarya’nın müstakbel431 hanımı KadınEfendi’ye, Sabiha Hanım bir ziyafet veriyorduve ziyafetten sonra kendisine takdim edilencanlı hediyeyi, Kanarya’yı alıp Saray’agötürecekti.Salonda perde arkasında bir saz takımıçalıyor, herkes Kanarya’nın oyununubekliyordu.
Kadın Efendi için odada yüksek bir platformyapmışlar, üzerine yaldızlı bir koltukkoymuşlardı.Kadın başında bir taç, boynunda tek taşlıpırlanta bir gerdanlık, yapyalnız sandalyedeoturuyordu. Karşısındaki sedirlerde nişanlarıve elmaslarıyla, ellerinde kocaman tüyyelpazeleriyle vükela432 karıları, biraz resmî,biraz sinirli dizilmişlerdi. Fakat Rabia’nın zihninien çok saraylı kadınlar işgal ediyordu. Yaşlıkalfalar platformun aşağısında, gençler kapıaralıklarında, sofalarda kırıtım kırıtımdolaşıyorlardı. Hepsi uzun eteklerini solkollarının üstüne atmışlar, hepsinin başındahemen kayacakmış gibi sol kulaklarına tehlikelisurette yıkılan bir hotoz... Hepsi Türkçe’denziyade kuş diline benzeyen çetrefil433 birÇerkes dili konuşuyor. Hepsinin bir kaşı kalkık,hepsi seri halinde bir tek sanatkârın elindençıkmış taş bebeklere benziyor.Saz, bir oyun havası tutturunca Kanaryaodaya atıldı. Gül renginde şalvar, dar bir mor
kadife yelek ve şalvarının renginde terliklergiyiyordu. Şalvarının ve yeleğinin üstü altın,gümüş pulla işlenmişti. Tül gömleğinin uzunkolları, geniş yenleri434 iki kanat gibidalgalanıyor, arkasına dökülen yaldızlı saçlarıavizenin altında ipek bir şala benziyordu.Hemen parmaklarında küçük sarı zillerişaklatmaya başladı, sonra sıçradı, döndü,mûsikî bir rüzgâr ve onun bacakları, kolları,boynu birer sazmış gibi titredi, eğildi, doğruldu.Vücudu bütün bu hareket içinde garip bir diklikmuhafaza ediyordu.Dans, saz, söz hepsi nihayet buldu vesaraylılar gittiler. En önde Kadın Efendi, enarkada Kanarya yürüyordu. Rengârenkferaceler üstünde beyaz yaşmaklar,435yaşmakların arasından bakan sürme çerçevelimavi, yeşil, ela gözler... ışıltıları Rabia’yainsandan başka bir mahlûkmuş436 gibi geldi.Kanarya’nın mavi gözleri ona son selâmınıgönderdi.Herkes misafirleri teşyi437 için taşlığa
inmişti. Kapının aralığından bahçenin dış kapısıgörünüyordu. Rabia siyah setreli438 haremağalarının, süslü, renkli üniformalı seyislerinaraba kapılarını açtığını gördü. Saraylıkafilesini, siyah kupa arabaları439 yuttu.Rabia’nın gözlerinde bu sarışın kadın alayınınson geçişiydi.Sabiha Hanım sordu:— Kanarya’nın oyununu nasıl buldun?Çocuğun gözleri tutuştu:— Çok güzel!Sabiha Hanım’ın kaşları çatıldı:— Kim demiş? Tavus kuşu gibi aptal aptaldöndü, dolaştı. Sen bir Çingene Penbe’ninoyununu görsen...371. Osmanlı padişahları cuma namazınıkılmak için camiye giderken yapılan tören.372. Renkli.373. Gösteride.
374. 1876-1909 arası hüküm süren Osmanlıpadişahı.375. Engellemek.376. Gösterişli törenin.377. Sağlamak.378. Selamlık geçidinden.379. Esenlik.380. Paralarını.381. Topluluğunun.382. Zorba.383. Kuruntusunu.384. Habercilerin.385. Çoğunlukla.386. Parlak, sık dokunmuş bir cins ipeklikumaş.387. Çok beğendim, beğenmeye değer buldum.388. Kulları, alçakgönüllülükle “ben” yerinekullanır.389. Bilgisi.390. Yetenekli.391. Arapça.392. Farsça.393. Ve diğerleri.
394. Uygun görürsen.395. İslam şeriatına.396. Uygun.397. Kadınlarını.398. Dinimize aykırılıklar.399. Önemsiz.400. Çok önemli.401. Alçakgönüllülük göstermek için “ben”zamiri yerine kullanılır.402. Sağlanacak.403. Yer.404. Düzenli olarak.405. Esirlikten.406. Çeşit.407. Genellikle.408. Sert, kaba.409. Saldırgan.410. Sıkı ağızlılık.411. Sessizlik.412. Önceleri.413. Saldıran.414. Alaycı.
415. Padişah tarafından verilen rütbeleribildiren ve gazetede yayımlanan liste.416. Karşılığında.417. Ödüllendirildiğini.418. Soruştururdu.419. Alışılmış.420. Sakinliği.421. Ödüllendirme.422. İhanet.423. Arabozuculuk.424. Ödülüne.425. Müzik dersine.426. Sorusunu.427. Uğursuzluk.428. Üzgün.429. Utançla.430. Acıyla.431. Gelecek.432. Bakan.433. Güç, karışık.434. Kolları.435. Kadınların ferace ile birlikte kullandıkları,
gözleri açıkta bırakan, ince yüz örtüsü.436. Yaratıkmış.437. Uğurlamak.438. Düz yakalı, önü ilikli bir çeşit ceket.439. Kapalı ve yalnız arkada oturulacak yeriolan, dört tekerlekli araba.
8Rabia’nın Vehbi Dede ile mûsikî dersleri,Arabî ve Farisî derslerinden hayli sonrabaşladı. Şükriye Hanım ona, “Hoca’nın eliniöp”, Vehbi Dede’ye, “Yeni şakirdiniz,440efendim” diyerek çekilip gidince kız odanınortasında kakıldı kaldı. Rabia’nın yanaklarıateş gibi yanıyor, kendi kendine, “Acaba ellerinerede?” diye soruyor, fakat ilerlemeye cesaretedemiyordu.Dede’nin elini nerede bulup öpecekti?Herhalde onlar adamın boynundan yere kadaruzanan deve tüyü renginde harmaninin441içinde bir yerde olacaktı. Niçin öteki büyüklergibi o da elini kendiliğinden uzatmıyordu?Gözlerini yavaş yavaş yeni hocasına kaldırdı.Dede’nin harmaninin içindeki uzun boyu birazöne, Mevlevî külâhının442 altındaki baş soltarafa eğik, tavrında bir şey bekleyen adam halivardı.
Çocuğun gözleri nihayet443 Dede’ningözlerini bulunca, iki zayıf el harmaniden çıktı,göğsünün üstünde çaprazvari444 kavuştu veRabia’yı büyük bir insanmış gibi Mevlevîselâmı ile selâmladı.Rabia, Dede’nin tavrındaki zarafete,445yüzündeki bambaşka ifadeye tecessüsle,446yeni bir şey görmüş gibi bakıyordu. VehbiDede’nin gözleri koyu ve bir çocuk gibiemniyetle etrafına bakıyor, yüzü birmüsellesi447 hatırlatıyor, alnı geniş, çenesisivri. Burnu ince ve muntazamdı, dudaklarıbiraz müstehzî, kızıl kumral sakalı biraz köse,yanaklarda yok gibi, çeneye doğru gürleşiyor.Dede, bir yer minderi gösterdi ve, “Otur,kızım,” dedi. Sonra eğildi, çocuğun ellerinidizlerinin üstüne koydu, parmaklarını açtı. Buhareketle Rabia’nın sımsıkı duran vücudugevşedi, içine de biraz sükûn geldi, çarpıntısı,korkusu geçti. Kendisi harmanisini minderinüstüne attıktan sonra çocuğun karşısına bir
minder çekti, oturdu. Yün şalvarı448 aşınmış,mintanının449 dirsekleri yamalı, kolsuzyeleğinin üstünün havı450 gitmişti. Fakat buzâhirî451 fukaralığa rağmen, giyinişindebambaşka bir husûsiyyet vardı. Hemen odakika ders başladı.“Düm, tek tek, düm tek...” hem söylüyor,hem çocuğun ellerini dizlerine vuruyordu. Buen basit usule452 çocuk alışınca, sedirinüstünden neyini aldı, kolay bir havaüflemeye453 başladı.Rabia’nın ilk mûsikî dersi böyle geçti.Günden güne Vehbi Dede’nin öğrettiği, Kuranokumaktan çok daha başka olan bu mûsikîninderunî454 darabanına455 alışıyor vebenimsiyordu. Ve en karışık usulleri dizindevurmayı öğrendikten sonra hocası eline birtef456 verdi. Parmaklarının gergin deri üstündedolaşarak, vurarak çıkardığı seslerin, zillerinşıkırtısıyla imtizacı457 pek hoşuna gidiyordu.
Emine “Çingene sazı” diye tahkir ettiği458tefi, kızının çaldığını duyunca hiddetinden459babasına saldırdı.— Bu konak bakalım kıza daha neyüzsüzlükler öğretecek... Para yüzündentorununu Çingene çalgıcısı yapacaksın.İmam sakalını karıştırdı:— Sana kim tef çaldırıyor, Rabia?— Vehbi Dede.İmam nefes aldı ve Emine’ye sert sertbakarak:— Anlamadığın işe burnunu ne sokarsın,be kadın? Vehbi Efendi evliya460 gibi biradamdır, Mevlevîler, tefi, dünya zevkineâlet461 için çalmazlar, diye başlayarak uzunizahata462 girişti.İmam’ın, tef meselesinde Rabia’nın tarafınıtutması, çocuğu mûsikî derslerinde serbestbıraktı. Ve çocuk teften sonra ud, kanun,hemen alaturka sazların hepsini, Vehbi Dede’yihayran bırakan bir sür’atle, kabiliyetle öğrendi.
Bir zaman sonra telli sazları, hocası kadarmaharetle463 çalmıyorsa bile, pek kendisinemahsus464 bir ateşle, heyecanla çalıyordu.Şimdi, artık, güya Kuran okumak içinkaldığı Sabiha Hanım’ın odasında, akşamlarıhep şarkı söylüyordu. Uzun gününçalışmasından bitap,465 ihtiyar kadınınodasına gelir, arkasını sedire dayar, ayaklarınıuzatır, elinde tefi, tatlı sesi, şarkıdan şarkıyaatlardı. Ekseri akşamları Selim Paşa da gelir,nargilesini getirtir, onu dinler ve dinledikçeyüzünün sertliği, huşûneti466 gider, gözleriuzaklara dalar kendi kendine gülümserdi.Rabia’nın Vehbi Dede ile devam edenmûsikî derslerinin tesirini konakta en çok alakaile takip eden Hilmi olmuştu. Zaman zaman ogüzel sesin “ten ten terani”lere fedâ edilişine,saçlarını yolacak kadar sızlanırdı. Fakat kız,şarkı söylerken ister istemez o da anasınınodasına sürükleniyor ve o güzel sesinPeregrini gibi Garb467 mûsikîsinin üstâdı olan
bir hoca elinde ne emsalsiz468 şekil alacağınıtahayyüle çalışıyordu.Peregrini her perşembe akşamı –oakşamları Paşa geceyarısına kadar dairedegeçirdiği için– konağa gelir, Hilmi’nin odasındatoplanılır, konuşulur ve konser verilirdi. Hilmi,ancak Rabia derse başladıktan sekiz ay sonrakızı Peregrini’ye dinletmeye karar verdi veanasının muvafakatini469 aldıktan sonra, birperşembe akşamı, Rabia’yı, Şükriye Hanım,Hilmi’nin odasına çıkardı.Rabia yukarıya çıkarken ayakları geri gerigidiyordu.Peregrini’den biraz korkuyordu. Selim Paşaile oğlu arasında sesin terbiyesi için geçenmünakaşayı derin bir dikkatle takip etmişti, peksevdiği Vehbi Dede’nin elinden Peregrini’yegeçmeyi hiç istemiyordu. Odaya ayaklarınınucuna basarak girdi.Piyanonun önünde dört kişi toplanmıştı.İskemlede Hilmi oturuyor, bir tarafında ayaktauzun boylu, keskin yüzlü esmer genç bir adam,
öbür tarafında sarışın silik yüzlü daha genç biradam, arkasında Hilmi’nin omuzlarına ellerinidayamış koca boylu bir adam. Bunlarpiyanonun yanında olmalarına rağmenmûsikîden bambaşka bir şeylerkonuşuyorlardı. Bilhassa esmer adam –nafıa470 mühendislerinden Şevki Bey–elleriyle işaretler yaparak Mazzini,471 NamıkKemal472 isimlerini mütemadiyen tekrarediyordu.Çocuğun yumuşak halıda kaybolan ayakseslerini evvelâ Peregrini’nin hassas kulaklarısezdi ve birdenbire döndü. Ufak tefek biradamdı. Kuru yüzünü birdenbire bir örümcekağı gibi geçmiş çizgiler kaplamış, gözleri çukur,kaşları kalın, sakalı sivri, siyah boyunbağı birsanatkâr ihmaliyle473 göğsünün yarısınıkaplamış, belki otuz, belki kırk yaşında.— Bu bizim çocuk artist olacak, dedi veelini Rabia’ya uzattı.Kız –belki her uzatılan eli öpmeye alışıkolmasından, belki el sıkmak âdetini
bilmemesinden, belki de Peregrini’nin pürüzsüzTürkçesinden onu Müslüman sanmasından–sanatkârın elini öptü, başına koydu.Üç genç elleriyle ağızlarını örterekpufladılar. Fakat Peregrini memnungörünüyordu. Çocuk onun zihninde dersverdiği alafranga, zengin kız çocuklarıyladerhal bir mukayese474 uyandırmıştı. Onlarınhepsi Avrupa çocuklarının saman kâğıdıkopyası gibi idiler; halbuki bu kız arkasındakiüç sıkı kumral örgüsüyle, açık yüzüylenohudî475 yemenisiyle İstanbul şehrininmedeniyetinin, harsının asırlar sürentekâmülünün476 vücuda getirdiği477 yerli birörnek!Yeşil mevceli bal rengi gözleri ciddi vevakur,478 biraz büyücek penbe dudaklıağzında sükûn ve kudret479 var. Piyanohocasının gözleri küçüldü, dudaklarında doğangülümseme yüzünün bütün çizgileriniderinleştirdi. Rabia da gayri ihtiyari480
gülümsedi. Ötekiler çocuğun üstâdasöyleyeceği şarkıyı münakaşa ediyorlardı.Hilmi bir parmağıyla piyanoda “Gönül sendenkimlere etsem şikâyet” şarkısını başladı.— Bunu söyletelim, güzel söylüyor, dedi.Üstâd başını salladı.— Matmazel camilerde okuyan hafızlardandeğil mi? Bırakın kendi kitabından, kendiüslubuyla bir parça okusun.Üstâdın bu fikrini gençler orijinal buldular vederhal bir mizansen481 yapmaya koyuldular.Sarışın genç –Şûrayı Devlet âzâsından482Osman Bey’in oğlu Galip– bir rahle483 buldugetirdi. Şevki üstüne iki mum yaktı. Hilmikarısının odasından beyaz dantel bir başörtüsü kaptı getirdi. Rabia’nın başına örttü.Hafız kızın beyaz çerçevesi içinde dar yüzü ilemumun titrek, beyaz alevleri arasındagörününce havadaki dram484 kokusunakapılan Peregrini piyanonun üstündeki lâmbayıkıstı. Birdenbire gölgelere dalan ve loşluktahatları birbirine karışan eşya arasında
Rabia’nın yüzü bir Meryem Ana tasviri485 gibigöründü. O vakit üstâd ellerini ovuşturarak:— Beatris,486 Dante’ye ilk defa böylegörünmüş olacak, diyordu.Üç gencin gözleri çocuğun sesinin üstâdayapacağı tesiri kaçırmamak için Peregrini’ninyüzüne dikildi. Fakat Peregrini’nin gözleri kızhafıza daldı, kaldı.Belki bir uzun dakika kızın vücudu donmuşgibi hareketsiz bekledi. Sonra içine gizli birhayat suyu akıyormuş gibi evvelâ başı veomuzları belli belirsiz, sonra bütün ince vücududalgalanmaya, dudaklarından yarım ve çeyrekseslerden yaratılan ağır ve garip bir ahenkakmaya başladı. Besmele487 ile başlarken buhareket ve ses hafif ve pes488 fakat gittikçekuvvetlendi, hummalı489 bir damar gibi atışıkudretlendi ve en nihayet“Sadakallâhülâzîm”de490 yavaşladı vebirdenbire kesildi.Şimdi küçük hafız donmuş gibi, okurken
vücudunu kavrayan kudret akmış, tükenmişgibi cansız duruyordu.Üç çift göz, kendilerine pek alelâde491gelen bu manzaranın Peregrini’ye tesirine birazşaştı. Onu bir filozof, her filozof gibi dinsizherhalde dinsizliği bir softa492 taassubu493kadar kuvvetli sanırlardı. O, şimdi başı önünde,yüzü huşû494 içinde, günahlarına tövbe edenbir rahibe benzemişti.Başını kaldırdığı vakit, tavrındaki acele vemübalağadan eser yoktu. Müteheyyiç495 birsesle çocuğa:— Okuduğunun mânâsını bana söylermisin, dedi.Rabia omuzlarını silkti. Henüz bunuanlayacak kadar Arabî derslerinde ilerigitmemişti.Hilmi gene koştu. Paşa’nınkütüphanesinden, yaprakları sararmış bir tefsirkitabı496 getirdi.Rabia’nın okumuş olduğu ayetlerin
Türkçesini söylerken, piyanist onları, cebindendefterini çıkarmış kaydediyordu:— “Rab, meleklere, ‘Biz dünyaya hâkimolacak birini (Âdem) göndereceğiz,’ dediğizaman onlar, ‘Biz senin kudsiyetini497 ilâ,498sana hamdüsena499 ile meşgulken sen orayafitne ika edecek,500 kan dökecek bir kimse migönderiyorsun?’ dediler.”Piyanist defterini cebine koydu.— Beni Allahımdan, ruhbaniyetten501 vemanastırdan502 ayıran işte meleklerin bumantığı, bu itirazı olmuştur, dedi.Hilmi ve arkadaşları sustular. Onu, yeni vebambaşka bir cephesinden görüyorlardı. Onunfelsefî ve tarihî malûmatından,503 Şarkilimlerindeki vukufundan504 ziyade505Garb’da fikir cereyanlarını506 dikkatle takipedişi, genç talebesinin zihninde kuvvetli tesirleryapmıştı. Fakat en ziyade onu dinsizliği için,yani kilisesini, tarikatını507 terk ettiği için
severler. Türk diyarında her değişikliğe, herileri atılışa dindarları mâni508 gördükleri içinkendilerini dinden âzâde509 farzediyorlardı.510 Bundan dolayı sabık511 RahipPeregrini ile aralarında bir fikir dostluğu, kanaatbirliği512 olduğuna inanmışlardı. Rabia’nınKuran okumasıyla, sanatkârın gösterdiğihassasiyet513 onları biraz şaşırttı.Hilmi sordu:— Bu sesi terbiye etmek istemez misiniz,cher maître?514Rabia’nın gözleri isyanla tutuştu, fakatPeregrini kızı teskin eden515 bir samimiyetlededi ki:— Hayır, Sezar’ın516 malını Sezar’a,Allah’a ait olanı Allah’a vermek gerek... BenSezar’ın, ben Şeytan’ın zümresindenim.517Çocuk Allah’ın, bırakın olduğu yerde kalsın.Bir hafta sonra, gene bir perşembe akşamıRabia Sabiha Hanım’ın emriyle Hilmi’nin
odasına çıktı. Peregrini ile Vehbi Dede karşıkarşıya konuşuyorlardı, bermutat,518 Dedesakin ve telaşsız, piyanist ateşli ve heyecanlı.Peregrini bir hafta evvel zümresinden olduğunuiddia ettiği Şeytan’dan bahsediyordu. Şeytanve Allah, bunlar Rabia’nın beş yaşından berimuhitinde her gün işittiği bahisler. Yadırgamadı,oturdu, dinledi.Peregrini diyordu ki:— İnsanı ilk defa ilim ağacının yemişiniyemeye sevk eden Şeytan değil mi? O olmasa,insan sadece yiyen, içen, iki ayak üstündedolaşan bir mahlûktan ibaret kalırdı.Tecessüs519 her bilginin anahtarı, buanahtarın ilk sahibi ve bize ilk bu anahtarıveren de Şeytan’dır.Piyanist, ellerini sallayarak konuşuyor,sesini yükseltiyor, gözleri arayıcı birer ışık gibiDede’nin yüzünde dolaşıyor. Halbuki VehbiDede onu, bir çocuk coşkunluğu seyredenolgun bir adamın sükûnetiyle, belkimüsamahasıyla520 dinliyordu.
Piyanist devam etti:— Hiç olmazsa Şeytan’ın cesaretini tasdiket,521 Dede Efendi. Fikir cesaretinin pîri522odur. Halik’in523 gazabına524 ilk isyan eden,cennetin nimetlerinden, refahından atılmayı ilkgöze alan hep odur. Yeryüzünde ilk ateşi,gökten çalıp getiren Promete’den525 tut da,bütün filozoflara, bütün büyük ihtilalcilere, hattâbenim gibi kilisesine isyan eden adî526 biradamın bile pîri odur. Bak, Şeytan için negüzel, bir parça besteledim.Ellerini havaya kaldırdı ve piyanoyaindirmeden evvel,— Cennette namdar527 bir melek olmayı,fikir hürriyeti528 namına529 fedâ edeninşerefine, dedikten sonra bir çılgın gibiparmakları piyanonun üstünde dolaşmayabaşladı.Rabia’ya öyle geldi ki, çaldığı havadakâinatın bütün şeytanları, ifritleri530 başıboş,hürriyetle sarhoş bağırışıyorlar, çığrışıyorlar.
Sarışın Galip, ellerini çırptı:— Bu memlekette halkı düşünmeyealıştırmak için Şeytan’a tapmayı öğretsek,nasıl olur, üstâd?Şevki homurdandı. O, dâima Galip’insözünü ağzına tıkardı:— Sakın üstâdı taklit edeceğim diye, bizimhalka Şeytan’dan bahsetmeye kalkma; seniZuhurî koluna531 çıkmış zannederler.— Monşer, sen de hep ne söylesem alayedersin. Bir de Vehbi Dede’ye soralım. O, ötekihacılara, hocalara benzemez. Ne dersin, DedeEfendi? Terakki532 için Şeytan’ın namını ilâedelim533 mi?Dede tatlı tatlı güldü:— Bence Şeytan ve Allah diye kâinatta ikikuvvet yoktur. Hepsi, her şey bir tekhakikatin,534 bir tek kudretin görünüşü. Cüzve ferdlerden535 en muazzam güneşlerekadar, insandan, göze görünmeyen böceklerekadar hep bir tek yaratıcı kudretin eseri. İyi
kötü, güzel çirkin, Allah Şeytan; bunlar, icatedilen isimler. Hepsinin arkasında, kendikendini halk etmiş536 olan ve mütemadiyenhalk etmekte olan bir kudret var... O, o... Kâinatdenilen perdeye, gölgelerini aksettirmek içinyaratmak fiilinde537 devam eden Halik...538Adı Allah, Rab, ne olursa olsun. Nurunun539en parlak, en ezelî540 olduğu bir yer, sırrınınmakesi541 bir tek şey vardır: Aşk!Mesnevî542 okur gibi bunları söylediktensonra acemaşıran543 makamında544 birmısra545 terennüm etti:546— Aşk bes, bâkî heves!547Peregrini hâlâ aynı heyecanla bağırıyordu:— Ya kinler, nefretler, boğuşmalar,didişmeler, vahşetler... Onları bir fenâlık548Allahının eseri olarak kabul etmek lâzım değilmi?— Hayır... Hepsi aynı nurun gölgesi, hepsi
aynı ilâhî549 ressamın kullandığı başka başkaboyalar...— O halde sen, Dede, ayrı ve ferdî550 birruha inanmıyorsun.Dede omuzlarını silkti:— Kaynağına dönen damla, güneşe dönenışık parçası ayrı mıdır, değil midir? Ben,sadece hepimizi içine alan muazzam551 birvahdetin552 parçası olduğuna iman ettim.Bundan ötesini, perdenin bu tarafında kimseidrak edemez.553— O halde?— O halde, bu kadarı yeter, ondan ötesi...Bütün varlık, yerler, hattâ gökleri doldurangüneş manzumeleriyle554 bile birer gölge,geçici birer gölge oyunu!Peregrini’nin gözleri yumuşadı, Şevki’ninçatık kaşları birbirine girdi ve Vehbi Dede,Farisî bir kıt’ayı555 müterennim556 bir sesleTürkçe okudu:
— Meyhaneler sakini557 ol; iç, mihrablarıyak, Kâbe’yi ateşe ver. Fakat ey insan, ben-inev’ini558 incitme!Vehbi Dede nihayet sabık rahibe dönerekalçak bir sesle iddiasını bitirdi:— Varlığın “niçin ve neden”lerini ben de çoköğrenmek isterdim, sinyor. Fakat onu hiçbirvakit bir “kül” halinde bir tek şekildegöremedim. Bu muazzam temaşâ559 bir andurmuyor, dâima değişiyor, değişiyor... GelRabia, kızım. Yolcu yolunda gerek. Gitmedenbiz de şarkımızı söyleyelim.Rabia tefi, Dede neyi aldı. Kız hafız dünyakaygusunu, dünya hırsını, hırka ve abaya560değişen, dedelerin en ulusu561 Galib Dede’ninbir şarkısını söyledi:— Yine zevrak-ı derûnum kırılıp kenaredüştü,562 diye başladı. Sonra Dede’nin bütünfelsefesini hulasa eden563 son satırları,hepsinin içini karıştıran bir hüzünle bitirdi:— Kimi terk-i nâm u şâne kimi itibare
düştü.564Vehbi Dede ile Rabia odadan çıkıncaPeregrini sordu:— Bu mucize çocuk, kimin kızı?Hilmi anlattı:— Orta oyununda kadın rolü yapan birserserinin. Bu memleket, kadınlarınınkarikatürlerini o kadar realist565 bir şekildeyapan bir artist daha görmedi.— Öldü mü?— Hayır, fakat kız babasını tanımaz.Doğduğu vakit babası sürgündeydi. Annemdenbaşka bu soytarıyı hatırlayan da kalmadı ya!Peregrini Hamlet’de Yorick’i566 hatırladı.Sağken öpülen, ölünce toprak dolan ağızlıYorick.— Niçin sürdüler, siyasetle alakası567 varmıydı?— Nerede? Öyle şeylerden anlayacakadam değil. Taassup568 vemuhafazakârlara569 kurban gitti. Rolleri biraz
içtimaî570 an’anemizi zehirliyor gibi görüldü.Nihayet bir ihtiyatsızlık etti...571 Çirkin birihtiyatsızlık. Bermutat babamın eliyleGelibolu’ya sürüldü.Hilmi’nin babasından bahsederken sesindehâsıl olan572 acılık belki bu defa daha derindi.Biraz sustu, sonra devam etti:— Çocuk büyükbabasının yanında oturur.Beş vakit namazında, sabık damadına bedduaeden, şeytan, cehennem, zebaniden başka lâfkonuşmasını bilmeyen bir mahalle imamı.Sakın onu da görmeye kalkma, üstâd. O,Vehbi Efendi’den çok başka şekilde dindar.Sana, hattâ bizlere bile kâfir der ve davet etsekde gelmez.— Herhalde Vehbi Dede’yi gelecek haftagene davet et, Hilmi Bey, çok cazip573 adam.Çaldığı hava şimdiye kadar zaptettiğim574Şark melodilerinin en güzeli.Şevki:— Tehlikeli unsur, diye mırıldandı.
— Niçin Şevki Bey?— Bence İmam, bizim memleketimiz içinDede’den daha az zararlıdır. Dervişinfelsefesindeki uyuşturucu, uyutucu zehirİmam’ın cennet, cehennem masallarından dahaçok tehlikeli. İmam sadece batıl itikatların575doğurduğu bir sürü masalı tekrar ediyor, Dedeiyilik, kötülük arasındaki farkı kaldırıyor. İyiyifenâyı tablolarında boya diye kullanan sanatkârbir Allah mefhumu576 çıkarıyor. Bunun mantıkineticesi ne oluyor, bilir misiniz? Bu itikat,insanları, zulme577 ve zalimlere karşımüsamahakâr,578 lakayt579 yapar. Meselabizim Kızıl Sultan’ın580 hareketlerinin hepsiniAllah isteyerek yaptırıyor, diye ahaliye bir itikatgelse... Bu istibdat rejimini581 devirmek içinarkamızda kaç adam buluruz? Bence en evvelbu memleketten tekkeleri582 kaldırmalı.— Sen müstakbel583 bir devletin bânisi584gibi konuşuyorsun, Şevki Bey. Dede’nin
devletle hiç münasebeti585 yok. Onun sahasıferdin ruhu... Kendisine mahsus586 açlığı,susuzluğu, tecessüsleri,587 muammaları588olan ruh! Eğer insanlar sade zâhirî589 birdevletin birer küçük parçasından ibaret olsalardünya bir nev’i590 karınca, arı cemaatinedöner. Dede’nin sizin temsil ettiğiniz müstakbelTürk rejimiyle hiç alakası yok.Bu akşam Peregrini ilk defa genç dostlarınıçok başka ve çok ciddî bir cephedengörüyordu. Onları biraz kitabî,591 biraz“snob”,592 sırf vakit geçirmek için ihtilali593konuşan işsiz güçsüz zengin evlâtları diyetelakki etmişti.594 Bu akşam bilhassaŞevki’nin fikrindeki vuzuh595 onu düşündürdü.Acaba Türk ülkesine birtakım gizli tarihîkudretler, bu konuşkan, mukallit596 gençlerinvasıtasıyla yeni bir çığır açmak arifesinde597miydi? Hilmi, o gayri tabiî düşünen karışık
kafalı aciz bir Hamlet örneğiydi. Öyle birHamlet ki binbir hortlak hayali onu muayyen birideal için şiddete, hattâ en ufak bir harekete bilesevk edemez.598 Fakat Şevki ne kadar ondanbaşka görünüyordu. Ağır ağır, kendi kendinepiyanist, mırıldanıyordu:— Belki yeni devirler için tahripkâr599 veateşli adamlar lâzım... Binâ etmek600 içineskinin enkazını süpürmeli... Fakat bir insancemaatinde Dede gibi insanlar olmasa acabane olurdu?— Niçin mutlak Dede gibi adamlar lâzımolsun, üstâd?— Bu mihnet601 ve zulüm dünyasındaferdin ruhu bazân sulha,602 güzelliğe, teselliyemuhtaçtır. Bunu da ancak sırlı kuvvetlerverebilir.— İyi kurulmuş bir devlet makinesindehiçbir ferd teselliye muhtaç olamaz. Âciz,603hayalî,604 bilhassa düşman ruhları Vehbi
Dede gibi sırrîlerin605 muzır606 felsefesiyaratır. Bizim kuracağımız devlette nezulüm607 ne de mihnet olacak... Devletimizinsıhhatini,608 muvazenesini609 bozacak herkuvvetin kafasını ezeceğiz.Galip ayağa kalktı.— Abdülhamid de başka türlü düşünmüyor,Monşer, dedi.Vehbi Dede ve Rabia konaktan beraberçıktılar. Gözleri Şevket Ağa’nın önde hafifsallanan fenerinde. Ayrılacakları köşeye kadarberaber yürüdüler. İkisi de susmuştu, ikisi degüzellik ve sükûn taşan yaz gecesinitadıyorlardı. Ayrılırlarken Dede çocuğa, göklerigösterdi:— Allah bu gece bütün kandillerini610yakmış.Rabia, Dede gittikten sonra bile olduğuyerde durdu ve gözleri göğü seyretti.Yüreğinde büyük ve mesut hadiseler611bekleyenlerin heyecanı vardı. İstanbul’un hangi
yıldızlı yaz gecesi insan gönlüne büyükvak’alar arifesi612 hissini vermez? Koyu mavikubbeye yayılan ve yapışan Allah’ın sayısızşem’aları,613 hangi kimsesize, serseriye dostışıklarıyla yolunu işaret etmez?Sinekli Bakkal Sokağı’nın köşesindekiçeşme üstü mor salkım çardağı, mor,müteharrik614 bir dalga gibi, kuytu gölgelerindetatlı bir koku var, çeşmenin yalağına damlayansu sesinde, sessizliği derinleştiren bir ahenkvar.Oradan hemen İmam’ın evinin kapısı olansokağa sapabilirlerdi. Fakat Şevket Ağa da,çocuk da Sinekli Bakkal Sokağı’nı baştan başageçmeyi tercih ettiler.Uzaklarda tek tük köpek havlıyordu. Fakatsokak tamamen uyuyordu. Şevket Ağasokağın ortasında birdenbire durdu.— Şu pencerede acaba neden bu akşamaydınlık var?Rabia uşağın işaret ettiği pencereye başınıkaldırdı.
Kalbi birdenbire çarpmaya başladı. Aydınlıkpencere senelerden beri kapalı duran bakkaldükkânının üstünde... Babasının evininpenceresi! Şevket Ağa’nın elini yakaladı, çekti:— Orada kim var acaba?— Belki hırsız girmiştir.— Haydi gidelim bakalım.— Olamaz.Çocuğun telaşı Ağa’nın biraz içinedokundu. Paşa’ya on beş senedir hizmet edenbu adam, Sinekli Bakkal’ın iç işlerini ezberbilirdi. Uzaktan saati vuran bekçi sopasınıişitince ikisi de kulak kabarttılar, beklediler.Bekçi Ramazan Ağa kaldırımları döve döveyaklaştı:— Merhaba Şevket Ağa.— Merhaba, Ramazan Ağa. Şupenceredeki ışığı gördün mü?— Tevfik’in evi değil mi? Döneli bir haftaoluyor. Ramazan’a galiba dükkânı açacak.Bekçi çekildi gitti. Fakat çocuğun gözleripencereye takılmış, kalmıştı.Kalbi, kökünden taşan bir delilikle gümbür
gümbür atıyor, elleri göğsünün üstünde kalbinibastırıyordu.— Haydi, artık gidelim, Rabia Hanım.Şevket Ağa âdetâ onu elinden tuttu,sürükledi.— Mutlak Hanımefendi, Paşa Efendi’yesöylemiş, getirtmiş olacak...Rabia işitmedi. O, yarını, babasını göreceğiyarını düşünüyordu. Her şey birdenbiredeğişmiş, dünya rüyaların en güzelioluvermişti. Kapısının önünde onu her vakitbekleyen yavrulu, sarı köpek, eteklerinikokladı, dizlerine yumuşak burnunu sürttü.Rabia köpeğin boynuna sarıldı, kuru birhıçkırıkla,— Sarman, Sarman, babam Tevfik geldi,diyordu. Kapının ipi içerden açılınca, içeriyedaldı. Taşlıkta idare lâmbasının615 başındabiraz durdu, bekledi. Annesinin, ipi çektiktensonra tekrar uyuyakalması için dua ediyordu.
440. Öğrenciniz.441. Pelerinin.442. Erkeklerin giydiği genellikle keçeden, ucusivri veya yüksek başlık.443. Sonunda.444. Çapraz olarak.445. İnceliğe.446. Merakla.447. Üçgeni.448. Genellikle ağı çok bol olan, bele biruçkurla bağlanan geniş üst donu.449. Yakasız uzun kollu erkek gömleğinin.450. Yünün yüzeyindeki ince tüyleri.451. Görünürdeki.452. Tempoya.453. Ney çalmaya.454. İçten gelen.455. Vurgularına.456. Zilli bir kasnağa geçirilmiş kursakzarından oluşan çalgı.457. Kaynaşması.458. Küçümsediği.459. Öfkesinden.
Search
Read the Text Version
- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- 8
- 9
- 10
- 11
- 12
- 13
- 14
- 15
- 16
- 17
- 18
- 19
- 20
- 21
- 22
- 23
- 24
- 25
- 26
- 27
- 28
- 29
- 30
- 31
- 32
- 33
- 34
- 35
- 36
- 37
- 38
- 39
- 40
- 41
- 42
- 43
- 44
- 45
- 46
- 47
- 48
- 49
- 50
- 51
- 52
- 53
- 54
- 55
- 56
- 57
- 58
- 59
- 60
- 61
- 62
- 63
- 64
- 65
- 66
- 67
- 68
- 69
- 70
- 71
- 72
- 73
- 74
- 75
- 76
- 77
- 78
- 79
- 80
- 81
- 82
- 83
- 84
- 85
- 86
- 87
- 88
- 89
- 90
- 91
- 92
- 93
- 94
- 95
- 96
- 97
- 98
- 99
- 100
- 101
- 102
- 103
- 104
- 105
- 106
- 107
- 108
- 109
- 110
- 111
- 112
- 113
- 114
- 115
- 116
- 117
- 118
- 119
- 120
- 121
- 122
- 123
- 124
- 125
- 126
- 127
- 128
- 129
- 130
- 131
- 132
- 133
- 134
- 135
- 136
- 137
- 138
- 139
- 140
- 141
- 142
- 143
- 144
- 145
- 146
- 147
- 148
- 149
- 150
- 151
- 152
- 153
- 154
- 155
- 156
- 157
- 158
- 159
- 160
- 161
- 162
- 163
- 164
- 165
- 166
- 167
- 168
- 169
- 170
- 171
- 172
- 173
- 174
- 175
- 176
- 177
- 178
- 179
- 180
- 181
- 182
- 183
- 184
- 185
- 186
- 187
- 188
- 189
- 190
- 191
- 192
- 193
- 194
- 195
- 196
- 197
- 198
- 199
- 200
- 201
- 202
- 203
- 204
- 205
- 206
- 207
- 208
- 209
- 210
- 211
- 212
- 213
- 214
- 215
- 216
- 217
- 218
- 219
- 220
- 221
- 222
- 223
- 224
- 225
- 226
- 227
- 228
- 229
- 230
- 231
- 232
- 233
- 234
- 235
- 236
- 237
- 238
- 239
- 240
- 241
- 242
- 243
- 244
- 245
- 246
- 247
- 248
- 249
- 250
- 251
- 252
- 253
- 254
- 255
- 256
- 257
- 258
- 259
- 260
- 261
- 262
- 263
- 264
- 265
- 266
- 267
- 268
- 269
- 270
- 271
- 272
- 273
- 274
- 275
- 276
- 277
- 278
- 279
- 280
- 281
- 282
- 283
- 284
- 285
- 286
- 287
- 288
- 289
- 290
- 291
- 292
- 293
- 294
- 295
- 296
- 297
- 298
- 299
- 300
- 301
- 302
- 303
- 304
- 305
- 306
- 307
- 308
- 309
- 310
- 311
- 312
- 313
- 314
- 315
- 316
- 317
- 318
- 319
- 320
- 321
- 322
- 323
- 324
- 325
- 326
- 327
- 328
- 329
- 330
- 331
- 332
- 333
- 334
- 335
- 336
- 337
- 338
- 339
- 340
- 341
- 342
- 343
- 344
- 345
- 346
- 347
- 348
- 349
- 350
- 351
- 352
- 353
- 354
- 355
- 356
- 357
- 358
- 359
- 360
- 361
- 362
- 363
- 364
- 365
- 366
- 367
- 368
- 369
- 370
- 371
- 372
- 373
- 374
- 375
- 376
- 377
- 378
- 379
- 380
- 381
- 382
- 383
- 384
- 385
- 386
- 387
- 388
- 389
- 390
- 391
- 392
- 393
- 394
- 395
- 396
- 397
- 398
- 399
- 400
- 401
- 402
- 403
- 404
- 405
- 406
- 407
- 408
- 409
- 410
- 411
- 412
- 413
- 414
- 415
- 416
- 417
- 418
- 419
- 420
- 421
- 422
- 423
- 424
- 425
- 426
- 427
- 428
- 429
- 430
- 431
- 432
- 433
- 434
- 435
- 436
- 437
- 438
- 439
- 440
- 441
- 442
- 443
- 444
- 445
- 446
- 447
- 448
- 449
- 450
- 451
- 452
- 453
- 454
- 455
- 456
- 457
- 458
- 459
- 460
- 461
- 462
- 463
- 464
- 465
- 466
- 467
- 468
- 469
- 470
- 471
- 472
- 473
- 474
- 475
- 476
- 477
- 478
- 479
- 480
- 481
- 482
- 483
- 484
- 485
- 486
- 487
- 488
- 489
- 490
- 491
- 492
- 493
- 494
- 495
- 496
- 497
- 498
- 499
- 500
- 501
- 502
- 503
- 504
- 505
- 506
- 507
- 508
- 509
- 510
- 511
- 512
- 513
- 514
- 515
- 516
- 517
- 518
- 519
- 520
- 521
- 522
- 523
- 524
- 525
- 526
- 527
- 528
- 529
- 530
- 531
- 532
- 533
- 534
- 535
- 536
- 537
- 538
- 539
- 540
- 541
- 542
- 543
- 544
- 545
- 546
- 547
- 548
- 549
- 550
- 551
- 552
- 553
- 554
- 555
- 556
- 557
- 558
- 559
- 560
- 561
- 562
- 563
- 564
- 565
- 566
- 567
- 568
- 569
- 570
- 571
- 572
- 573
- 574
- 575
- 576
- 577
- 578
- 579
- 580
- 581
- 582
- 583
- 584
- 585
- 586
- 587
- 588
- 589
- 590
- 591
- 592
- 593
- 594
- 595
- 596
- 597
- 598
- 599
- 600
- 601
- 602
- 603
- 604
- 605
- 606
- 607
- 608
- 609
- 610
- 611
- 612
- 613
- 614
- 615
- 616
- 617
- 618
- 619
- 620
- 621
- 622
- 623
- 624
- 625
- 626
- 627
- 628
- 629
- 630
- 631
- 632
- 633
- 634
- 635
- 636
- 637
- 638
- 639
- 640
- 641
- 642
- 643
- 644
- 645
- 646
- 647
- 648
- 649
- 650
- 651
- 652
- 653
- 654
- 655
- 656
- 657
- 658
- 659
- 660
- 661
- 662
- 663
- 664
- 665
- 666
- 667
- 668
- 669
- 670
- 671
- 672
- 673
- 674
- 675
- 676
- 677
- 678
- 679
- 680
- 681
- 682
- 683
- 684
- 685
- 686
- 687
- 688
- 689
- 690
- 691
- 692
- 693
- 694
- 695
- 696
- 697
- 698
- 699
- 700
- 701
- 702
- 703
- 704
- 705
- 706
- 707
- 708
- 709
- 710
- 711
- 712
- 713
- 714
- 715
- 716
- 717
- 718
- 719
- 720
- 721
- 722
- 723
- 724
- 725
- 726
- 727
- 728
- 729
- 730
- 731
- 732
- 733
- 734
- 735
- 736
- 737
- 738
- 739
- 740
- 741
- 742
- 743
- 744
- 745
- 746
- 747
- 748
- 749
- 750
- 751
- 752
- 753
- 754
- 755
- 756
- 757
- 758
- 759
- 760
- 761
- 762
- 763
- 764
- 765
- 766
- 767
- 768
- 769
- 770
- 771
- 772
- 773
- 774
- 775
- 776
- 777
- 778
- 779
- 780
- 781
- 782
- 783
- 784
- 785
- 786
- 787
- 788
- 789
- 790
- 791
- 792
- 793
- 794
- 795
- 796
- 797
- 798
- 799
- 800
- 801
- 802
- 803
- 804
- 805
- 806
- 807
- 808
- 1 - 50
- 51 - 100
- 101 - 150
- 151 - 200
- 201 - 250
- 251 - 300
- 301 - 350
- 351 - 400
- 401 - 450
- 451 - 500
- 501 - 550
- 551 - 600
- 601 - 650
- 651 - 700
- 701 - 750
- 751 - 800
- 801 - 808
Pages: