Vehbi Dede gözlerini Mesnevî’denkaldırmadan anlattı ve gözlerini Dede’nin İsa’yabenzeyen, ince çeneli, geniş alınlı yüzündenhiç ayırmadı. Fakat o ne kadar mübalağa ile,ateşle Rabia’dan bahsediyorsa, Dede o kadarsakin, hattâ lakayt görünüyordu.Nefesi kesildiği için sustu. Biraz dainkisara1899 uğradı. Sinekli Bakkal’dan taCihangir’e gelişinin sebebi Vehbi Efendi’yeyalnız derdini anlatmak için değildi. Bir demaksadı vardı. Dervişin Rabia’nın üzerindekitesirinden istifade etmek istemişti. Vehbi Dedeisterse Rabia’ya söz anlatır. Bu çılgıninadından geçirir. Halbuki Vehbi Dede onuyüzünde bir tek adale kımıldamadan dinledi.Şimdi de Rabia’ya hak veriyor. Mademki kızdao azim ve o irade var, mademki kız, çocuğunumuhafaza için ölüm tehlikesini göze alıyor... Ohalde bunda bir hikmet var. Vehbi Dede,bilhassa bu akşam Osman’ın sinirine dokunanfelsefesini yapıyor. Sanatkârın sanatkârı olanHâlik-i âzam1900 yeni bir ruh örneği
yaratacak... Rabia bir vasıta...Osman, Vehbi Efendi’nin sözünü kesti:— Fakat ben, Rabia’yı ne için olursa olsunbu tehlikeye maruz edemem.— İrade-i ezelî...1901— Rabia’yı öldürecek irade-i ezelî de olsaisyan ederim... Ben bu akşam senden yardımumarak geldim, dostum. Rabia, senin hersözünü hikmet1902 telakki eder.1903 Gel,konuş, nasihat et. Beyinsiz kızın kafasınabiraz mantık koy. Kadının kafası bir kabilekadını kadar iptidaî...Osman alnının terini sildi. Vehbi Dedebaşını salladı:— Bu meselede Rabia’ya karışmak doğrudeğil. Ben karışamam. Ne bileyim, ısrarı belkibir ilhamdır.— Her meselede Rabia’nın hayatınınrehberi sendin, dostum. Hattâ evlenirken bile...Şimdi nasıl oluyor da kızın canına kıymasınaböyle lakayt kalıyorsun...Osman’ın sesi acıydı. İçinden duyduğu
isyanı belli etmemeye çok çalışıyordu. O kadarsıkı ve eski dostluklarına rağmen VehbiDede’nin, Rabia’nın dimağı ve ruhu üzerindekitesirini çok kıskanırdı. Esasen kendi muvaffakolamayıp da kızı ikna için Dede’ye müracaat,fenâ halde izzet-i nefsini1904 kırmıştı. Bununlaberaber karısının selâmeti için bu fedakârlığakatlanmıştı. Şimdi Rabia’nın hayatını kendikarışık felsefesinden daha az mühim gören buadama fenâ halde hiddetlenmişti.— Sen dostum, bir insan değil, ayaklı birfelsefesin. Sence şefkat, muhabbet, bunlar hepmetafizik mütalaalara1905 bağlı şeyler... Bu negaddar, ne vahşi felsefe... Ben de seni Rabia’yısever zannetmiştim!Vehbi Dede’nin yüzündeki tatlı, sakin İsamaskesi kalktı. Gözleri acıyla, hayretle açıldı.— Ben Rabia’yı pek, pek çok severim, dedive sustu. Biraz evvel uyuyan sular gibidümdüz olan alnında düşünce çizgileri vardı.Osman artık onu kendi haline terk etti. Evet,bin sene Şark’ta otursa, mistiklerin ruha
verdikleri ehemmiyeti idrak edemeyecek. Bune patolojik,1906 nasıl fazla şişirilmiş bir fikir.Acaba Şark bir gün ruhunun kuvvetini Garb’ınparmağını ağzında bırakacak bir tamamiyleinkâr edecek mi?Vehbi Efendi Mesnevî’yi kapadı.— Yarın değil öbür gün gelir, Rabia ilekonuşurum. Belki çocuk düşürmeyi günahtelakki ediyor da onun için çekiniyor. Buçocukluğunun dar terbiyesinden geliyor. Dikkatettim, her şeyi günah addetmeye meyyal1907bir mizacı var. Ben ona, hekim söylediği vakither şeyin yapılması mubah1908 olduğunuanlatırım. Lâyükellifullahü nefsen illâvüs’ahâ...1909Osman bu kadara razı olmaya mecburdu.Fakat biliyordu ki Rabia’nın ısrarı, inadı dinî birsebepten gelmiyordu.Rabia, Vehbi Efendi’nin o gün geleceğinibiliyordu.Hattâ, niçin geleceğini bile sezmişti.O sabah yataktan kalktı. Giyindi. Dizlerine
bir battaniye aldı, Osman koltuğuna oturdu. VeDede onu, Osman’ın dediği gibi şaşkın, zihnidolaşık değil, bilakis her zamandan ziyadeaklına ve iradesine hâkim buldu. Saçlarınınsımsıkı taranışında bile ince yüzününkeskinliğini, şiddetini arttıran bir hal vardı.Gözlerinin parıltısında muayyen bir maksadayürüyenlerin kat’iyeti vardı. Âdetâ Rabia, kat’ibir harp arifesinde, her kuvveti ölçen, zaferehasretmeye hazırlanan bir kumandanabenziyordu.Rabia’nın Vehbi Dede’ye çevrilengözlerinde, ilk defa olarak teslimiyetten, itaatteneser yoktu. Âdetâ meydan okuyor gibibakıyordu.Dede bundan müteessir oldu.İki gün evvel kendisi Rabia’nın ruhenmüstakil1910 olduğunu, kendisinin esasmeselelerde tesir yapamayacağını söylemişti.Fakat kızda bugün istiklalden fazla bir şeyvardı. Vehbi Dede ile aralarındaki ma’nevî bağıkoparmış gibiydi. Kız kendi mukadderatını1911
kendi ellerine almıştı. Vay itiraz edenlerinhaline!Daha söze başlamadan sözlerinin kızıkararından döndüremeyeceğine kanaatgetirmişti. Fakat Osman’a verdiği sözü tutmakiçin elinden geldiği kadar çalışacaktı.— Lâyükellifullahü nefsen illâ vüs’ahâ...diye başladı. Yalnız mistik dinlerin değil, hattâşeriatın bile çocuk düşürmeye müsaitolabileceğini anlattı. O söylerken, Osman’ı veRakım’ı ürküten ana kurt gözlerinin yeşilalevleri Dede’nin yüzünü yakıyordu. Sesimütecavizdi.— Siz... Siz de mi bana bu teklifiediyorsunuz? Saçı bitmedik masumuparçalamanın günah olmadığını iddiaediyorsunuz?Vehbi Dede hissetti ki, Rabia ile istikbaldedostluklarını muhafaza etmek, sırf bumeselede kıza hak vermeyemütevakkıftır.1912 Esasen hak vermiyormuydu? Osman çılgın gibi üstüne hücumetmese, gelir, bu şeyleri kıza söyler miydi?
Belki de Rabia ona sırf ma’nevî olan bağınıçoktan koparmış, atmıştı. Belki de şu kadarboyu ile ondan ders almaya başladığı gündenberi devam eden bu harikulade rabıta sırf birhayaldi. Âdetâ yeisle:— Vicdanını dinle, Rabia. O ne söylersedoğrudur. Anası olacağın çocuk hikmetli birçocuk. Allah, inşaallah mübarek etsin...Vehbi Dede ile Rabia arasında bir an evvelinmiş gibi soğukluğu hissedilen demir perdekalkıvermişti. Rabia’nın ruhu, Dede’nin önündeaçık, engin bir yayla! Derviş istediği gibi oyerlerde dolaşsın. Rabia’nın ona bakan gözleriDede’yi kızın kalbine götüren iki ışık yolu...Vehbi Dede kalktı. Yüzü sapsarıydı:— Kendine iyi bak, Rabia. Yalnız bedeninedeğil, dimağına da sıhhat lâzım, evlât.— Merak etmeyin.Yolda giderken Vehbi Efendi kendi kendinemırıldandı:— Unutma Vehbi! Aşk hiçbir zamanmaddeye bağlanamaz. Ona verdiğimiz isim veyüz Hallâk-ı âlemin1913 nikabı...1914 Rabia,
Rabbim’in nur yüzünün küçük bir aksi!1868. Bilincinin.1869. Toplama kabiliyetini.1870. Saçmalamalar.1871. Halsiz.1872. Dermanı.1873. Düzenleyecek.1874. Tutucusun.1875. Bileşiminden.1876. Uzman.1877. Direnme gücü.1878. Bilimini.1879. Burada “Jinekolog” anlamında.1880. Subayı.1881. Tamamlıyor.1882. Abartılı.1883. Saraylarda hizmet görenharemağalarının beyaz ırktan olanı.1884. Olası.
1885. Sezaryen ameliyatına.1886. Bekleyiş.1887. Karşı karşıya bırakmaz.1888. Güzel konuşmasıyla.1889. Etiketlerde.1890. Çirkin.1891. Yakındoğu ülkelerinden olduğu haldeAvrupalı gibi görünen Hıristiyan.1892. İriyarı.1893. Dalgalar.1894. Yaratıkların.1895. İlkel.1896. Toplumlara.1897. Analık içgüdüsü.1898. Hüzünlü.1899. Gücenmeye.1900. Büyük yaratıcı.1901. Tanrı’nın hükmü.1902. Bilgelik.1903. Sayar.1904. Gururunu.1905. Düşüncelere.
1906. Hastalıklı.1907. Eğilimli.1908. Dinen sakıncasız.1909. (Ar.) Kuran’da; Allah insanoğluna gücünüaşan bir şeyi vermez.1910. Bağımsız.1911. Yazgısını.1912. Bağlıdır.1913. Evreni yaratanın, Tanrı’nın.1914. Örtüsü.
21Rabia çabuk iyileşti. Âdetâ doktorlarışaşırttı. Perhizine itina ediyordu. Doktorlarındediğini büyük bir dikkatle harfi harfine yaptı.Fakat doktorların ikisi de bu sür’atle iyileşmeninarkasında yalnız maddi bir tedavi olmadığını dahissettiler. Sinekli Bakkal’daki hastaları,şimdiye kadar ellerinden geçen bir hastayabenzemiyordu.Doktor Salim’in en kuvvetli alakası, belkiRabia’nın ilk karın yarma ameliyatı yapacağılohusası olmasındaydı.İstanbul’un zamanında en moda dahiliyecisiolan Doktor Kasım’a gelince; o da Rabia’nınbütün kadın hastalarından başka olmasıydı.Doktor Kasım, hastaların dimağlarına tesiryaparak tedavi etmek fikrini İstanbul’da yayanilk doktordu. Daha henüz Avrupa’da, bilhassaİngiltere’de bir salgın halini alan psiko-analizdoktorları türememişti. Fakat Doktor Kasım’ıntatbik etmek istediği tarz İstanbul’un, bilhassa
Nişantaşı’nın işsiz zenginlerini, bilhassakadınlarını baştan başa tutmuştu. Refah içindeolan memur sınıfı sosyetesi, içtimaî birdeğişiklik iptidasında1915 idi. Kadın erkekkarışık bir hayat nispeten yeni olduğu için haylitehlikeli devrindeydi. Ailelerde yepyenimeseleler, buhranlar meydana çıkıyor, eskidenbahsedilmeyen, gizli olan şeyler meydanadökülüyordu. Ne kadar genç kadın, kocasınınkendisini anlamadığını, mektep arkadaşının,yahut komşusunun kocasının “ruhunun eşi”olduğunu birdenbire keşfedivermişti. Bunungibi, buna benzer, ekserisi cins1916meselelerine temas eden dertlerini kadınlar, buvakur ve hastalarıyla kur yapmayan gençdoktora dökmekten büyük bir ferahlıkduyuyorlardı.Fakat Rabia’da, Kasım’ın öteki kadınhastalarının müptela olduğu, hepsi birbirinebenzeyen derûnî dertler yoktu. Rabia’nın dahadoğrusu mesele telakki ettiği cinsi buhranıyoktu. Belki sanatı, belki muhiti onu küçük
yaşından beri karışık cemaate alıştırmıştı.Onun sınıfındaki kadınlar esasen bu gibişeylerden bir doktora bahsetmeyi hatırlarınagetirmezlerdi.Onlar, esasen ameliyat icap ettirenhastalıklardan başka, hem vücutlarının, hemde dimağlarının sıhhati için okuyucuya,üfürükçüye, hocaya müracaat ederlerdi. İçlerinidökmek meselesine gelince; çeşme başında,sokakta, tramvayda, tanıdık tanımadık, herkadınla mahrem hayat meselesini münakaşaederlerdi.Zihniyeti biraz bunlardan ileri olan Rabiavücudunun sıhhatini tamamen bir doktora tevdietmeyi kabul etmişti. Fakat dimağının sıhhatinikorumak için o, başlı başına bir usul buldu.Sade ve iptidaî, fakat makul bir usul. Ve birazda iradenin kuvvetine bağlı bir usul.Keder veren, korku veren her mevzudankaçınıyor, ferahlı lâkırdı ediyor, şen insanlarladüşüp kalkıyor. Bilhassa İmam’ın ve Emine’ninlâkırdısı yasak olmuştu.Bu usul, şuurunun alt tabakalarındaki
korkunç unsurların uyanmasına, Rabia’yıkorkulu rüya, kederli hulyâ şeklinde muazzepetmesine1917 mâni oluyordu. Rabia’ nıngözleri, bu devirde, hep güzel şeyler arıyordu.Esasen o muhitin eskiden beri gebe kadınlaratavsiye ettiği en mühim şey de buydu. Bilhassagüzel bir çocuk gördü mü, nerede olursa olsundurur bakar, uzun uzun çocuğun gözünü,kaşını ezberlerdi. Osman’ın Fransızcagazetelerinden, kutulardan kesip biriktirdiği birgüzel çocuk koleksiyonu vardı ki, mutlakyatmadan evvel her gece bunu gözdengeçirirdi. Osman onu ileride yapacağı bir çocukresmi için hazırlanan, etrafını tetkik eden birressama benzetiyordu.Doktor Kasım her hafta geliyor, oturuyor,konuşuyor, fakat Rabia onunla sıhhate taallukeden1918 meselelerden başka bir şeykonuşmuyordu. Artık kız kendi zihnine de,etrafına da karnı yarılıp çocuğu alınmanın tabiîolduğu hissini vermeye muvaffak olmuştu. Engaribi, onun maruz olacağı tehlikeyi düşünenler
artık kendi muhiti değil, Sinekli Bakkalmahallelileriydi.Yeni evlerinin son hazırlığında, Osman’asöz verdiği için, bulunmamıştı. Fakat evegirdiği gün gözü, gönlü açıldı. Şimdi renkli,ferah bir bahçe olan avlu evin eski kûhi1919cephesini tamamen değiştirmişti. Duvarlarındibinde mor susamlar, safran renkli kınaçiçekleri, kırmızı sardunyalar... Mutfağınduvarının dibinde, istikbalde güzel kokular,zarif çiçekler va’d eden yasemin ve hanımelifidanları... Rabia’nın penceresinin altındabaştan başa bir çardak. Artık eski yatakodasını aramak imkânı yok. Penceresininkarşısında bir ceviz ağacı olsa, hiç evdeğiştirmemiş olacak. Fakat küçük bahçeninortasındaki havuz bu eksikliği unutturuyor.Etrafı mermer, karşı karşıya, kuyruklarıaltlarında oturan iki aslan, ağızlarından sularfışkırıyor... Bunu Rabia’nın çocuğu ne kadarsevecek.O kadar keyifli ki kapının önünde onukarşılayan Osman’ın aşçısı ihtiyar Eleni’yi bile
sevdi. Üst dudaklarındaki bıyık, çenesindeki etbenlerinin üstünde kıvrılan uzun kır tüyler birazinsanı tiksindiriyor. Fakat Penbe Teyze ona birağda yapıverince yüzü gözü açılır, tertemizolur.Kendi odasına girince bütün bütün zihnirahat etti.Eski hayatlarının dekorunda bir tek değişikşey vardı, o da mangal yerine evi, hattâ taşlığakadar ısıtan beyaz çini sobalar.— Gel yukarıda benim çalışma odamı gör,Rabia.— Hangi odayı aldın, Osman?İmam’ın odasının karşısındaki odayıalmıştı. Bu, Emine’nin sandık odasıydı. OrasıRabia’nın zihninde tavanlara kadar eski püsküeşya yığılı, karanlık, havasız bir odaydı. VeOsman oraya kendi hayatının dekorunugetirmiş! Garblı bir sanatkârın çalıştığı,yaşadığı oda...— Osman, ne çok kitapların var.Fakat kitaplardan ziyade duvardakiresimlere baktı. Konağın kuyruklu piyanosunu
görünce, şenlik günü Osman’la kavgasınıhatırladı. Azıcık sıkıldı. Ve bu sıkılmakarasında Osman’a karşı haksızlık etmişolduğunu, onu pek tabiî bir haktan mahrumettiğini de sezdi. Bir buçuk senelikhayatlarında, Osman çalışacağı, düşüneceği,başını dinleyeceği bir köşeden mahrumdu.Dükkânın üstündeki evde, Rabia, Penbe, hattâRakım evlerinde gibi... Osman zavallı bir sığıntıgibi.— Tılsımlı Kuyu’yu burada yazacağım,Rabia. Ne kadar zamandır başımın içinde...— Burada artık başını dinlersin, istediğinkadar çalışırsın, başını rahat bırakırız.— Konağın selâmlığını istemediğine ne iyiettin. Şairane bir yerdi, fakat muvakkat1920.Burası evimiz, yuvamız...Rabia, bir kadın kalbinin tadabileceği enyüksek zaferi tadıyor. En serseri bir erkeğinihayet bir bucağa bağlamış.Ciddi bir sesle:— Ömrümüzün bir köşesini dönüyoruz gibi,değil mi Osman, dedi.
— Hayır, köşeyi dönmüş, selâmet yolunagirmiş gibiyiz. Artık dönülecek köşe falan yok.— İnşaallah de... Kadere meydan okumayagelmez...Ayakta, gözleri piyanonun arkasındakipencerede. Sinekli Bakkal’a açılan, çeşmeninüstündeki mor salkım çardağına bakanpencere. Elini uzatsa beyaz minareyi tutacak.Sokağa akşam karanlığı iniyor, nalın takırtıları,yoğurtçular ve ezan!— Yemek vakti geliyor. Burada da eskiintizamı muhafaza edeceğiz, Rabia.O akşam sofrada herkesin tavrında birresmî küşada1921 gelen adam ağırlığı vardı.Rakım en yeni cüppesini giymiş, Penbemercan küpelerini takmış.Yemekten sonra Rabia, Rakım’ı elindenyakaladı, sürükledi. Evi baştan başa gezdirdi.Daha doğrusu kendi çocukluk günlerini,hatıralarını seyrettirdi. Mutfakta Eleni, bulaşıkyıkarken Rabia’nın kahkahalarını, cüceninçıkardığı acayib sesleri duydu.
— Hristos ke Panaiya...1922Cüceyi görünce, sesini işitince hep böylehaç çıkarıyor, Hristos’a, Panayia’yasığınıyordu.Zaman yeni evde su gibi, aktı, geçti. Rakımdükkânı kapayınca geliyor, bahçeyi suluyor.Rabia, akşamüstü Sabiha Hanım’ı yoklamadangelince yukarıdan, Osman’ın odasından piyanosesleri işitiyor. Fakat çıkmıyor. Kendi odasındadikiş dikiyor. Uzun bir sessizlikten sonrabirdenbire Rabia gülüyor. Elindeki küçüktülbent gömleği pencereye tutup muayeneederken kendi kendine:— Benim doğuracağım oğlanın adı Recep,Osman’ın doğuracağı çocuğun adı TılsımlıKuyu, diyor.Öğleden sonra misafirden bir zaman başalamadı.Artık derslerine gitmiyordu. “Güle güleoturun” ziyaretine gelenleri kabul ediyor.Konuşuyor, konuşuyor.En son ziyareti İkbal Hanım yaptı. Fakatihtiyar süt ninenin yalıdan çıkması öyle bir
mesele idi ki... Rabia’dan başka kimse onu bukadar uzak yere getiremezdi. Elinde bir demavi kurdele ile sarılmış, zarif, beyaz bir paketvardı. Paketi Penbe’ye emniyet etmedi, çocukçıkarır gibi kendi merdivenlerden çıkardı.Rabia’nın odasına aldılar. İki kadınselâmlaştıktan, hal hatır sorduktan sonrapaketi çözdü.— Ev mübarekesi efem...Çocuk çamaşırı. Sandık dibinden çıkmışkuş gibi hafif ipek bezler, her dikişi bir sanateseri. İhtiyar kadın iki gözlük takarak aylarcauğraşmış. Dişsiz ağzı çukura batarak, siyahgözlerinin içi gülerek:— İnşaallah oğlan olur efem... Benimkisioğlandı...Üç aylık... Elli sene oluyor efem. Çatıkkaşlı.Buruşuk el, buruşuk alında. Orada elli seneevvelki üç aylık oğlanın kaşlarını çetrefil dilininkesik ifadeleriyle iyi canlandırıyor. Şakaktanşakağa giden siyah bir kıl yolu.— Oğlunuz şimdi nerede?
İhtiyar süt nine güldü. Çerkes kadınlarınınbiraz sinirli, biraz gevrek gülüşü. Bu Rabia’yapek dokundu. Kadın çocuğunu köyündebırakalı elli sene olduğunu ve şimdi belki köyünyeri bile kalmadığını söyleyince daha çokmüteessir oldu.İkbal Hanım kabilesi Kafkaslardan,Ruslardan kaçıp gelen muhacirlerdi.1923Sapanca etrafına yerleşmişlerdi. Kendisikabilenin beyinin kullarından birinin kızıydı. Vebeyler yalnız kendi kullarını değil, kullarınınevlâdını da satabilirlerdi.İkbal Hanım’ın kocası Moskofmuharebesinde şehit düştüğü vakit çocuğu üçaylıktı. İşte o zaman Mabeyinci’nin babasınınkâhyası köye süt nine aramak için gelmişti.Çünkü Mabeyinci’nin anası çocuk doğurduktansonra pek az yaşamıştı. Kadın âdetâ gururlaanlatıyor. Kendisi nasıl köyün en gürbüz, ensağlam genç kadını imiş. Nasıl satmışlar...Nasıl yalıya gelmiş, süt nine olmuş... Şimdisiyah çatık kaşlı üç aylık oğlandan değil, hepMabeyinci’den oğlum diye bahsediyor.
— Asıl oğlunuzun adı neydi?— Toktamış, efem...Toktamış, kara çatık kaşlı Toktamış,anasının zihninde izleri silinen elli sene evvelkiçocuk.— Esaret çok çirkin şey... Bir anayıevlâdından koparır gibi ayırmak... Bu ne zulüm!Rabia’nın sesi heyecanından titredi, fakatihtiyar süt ninenin sesi sakin. Yalnız belirsiz biritiraz var. Rabia’nın eski bir âdete isyanınaitiraz. Âdetler birer nas... Onlar kaza ve kaderineli gibi.— Çerkesler kızlarını satarlar, efem...Fakat Rabia’ya şimdiye kadar gündelik birvak’a gibi gelen esaret o dakika çok fecigörünüyor. Belki fenâ muamele edilen esirgörmediği için, hattâ birçok esir kadınların hürkadınlardan fazla yüksek mevki tuttukları için,esareti fenâ bir şey telakki etmemişti. Hilmi’ninodasında esaret aleyhine felsefe yapılırkenkulak bile vermezdi.Şimdi çatık kaşlı Toktamış onu hakikatinçirkin yüzüyle karşı karşıya getirmişti.
Belki Rabia’nın teessürü, yüzündeki mânâİkbal Hanım’a da acı bir vak’a hatırlattı.Bilhassa Rabia, “Sizi çocuğunuzdanayıracakları vakit ağlamadınız mı?” dediktensonra...Evet, ağlamıştı. Saçını başını yolmuştu.Hattâ teessürü kızın sütünü bozar, getireceğifiyatı düşürür diye Bey telaşa düşmüş, İkbalHanım’ın evinin kapısına kadar gelmiş, onuteskine çalışmış.Buraya gelince ihtiyar kadın zihninde, beligümüş hançerli, kartal yüzlü beyin ayağınagelmesinden dolayı ne kadar gurur hissettiğinide hatırladı. Ve hikâyesinin bundan sonrakikısmında bir daha çatık kaşlı Toktamış’tanbahsetmedi.Rabia, ihtiyar süt nine hikâyesini bitirsindiye bekledi. Kadın gitmek için ayağa kalkıncaalıkoymaya teşebbüs etmedi. O da kalktı,sokak kapısına kadar İkbal Hanım’ı teşyietti.1924 Kapının dışında arabanın atları yerlerideşiyor, yelelerini sallıyorlardı. Süslü bir seyisaraba kapısını açtı, İkbal Hanım girer girmez,
atlar uçar gibi gittiler.Rabia merdivenleri, yeni yürüyen bir çocukgibi tek tek çıktı. Bidüziye1925 tırabzanlaraabandı. Dizleri titriyor, içi bomboş, kafasınatokmakla vuruluyor gibi ağrıyordu. Hiç şüpheyok ki İkbal Hanım’ın hikâyesi onu alt üstetmişti. Nereden de bu bunak kocakarınınhikâyesini dinlemişti?Kaza ve kader... Rabia’nın içine gömmekistediği, unutmak istediği heyula!1926 Analarıüç aylık çatık kaşlı oğullarından ayıran kör,sağır, dilsiz zulüm heyulası! Kim bilirkarnındaki çocuğa nasıl bir istikbal hazırlıyor!Böyle şeyler düşünmemeli... Fakat elindedeğil ki. Bu kara düşünce sırf kocakarınınhikâyesinden gelmiş olmayacak. O haftailaçlarını muntazam almamıştı. Fazla olarak ikidefa külbastı yemişti. Penbe, hayal-i feneroluyorsun1927 diye başını yiyerek ona etyedirmişti. Halbuki Doktor Kasım etin onun içinzehir olduğunu anlatmıştı.Merdivene oturdu. Ellerini muayene etti.
Biraz şiş gibi. Gene albümin başlamış olacak.Zihninde hesap ediyor. Birinci Kanunun1928daha biri. Yirmi gün kadar vakti var. Bir yukarıkendini atabilse... Penbe şimdi çörotu, üzerliktütsüsü vermek için odasına gelir. DeliÇingene. Aklı fikri hep cin ve periyle meşgul.İnsanla konuşur gibi onlarla konuşuyor. “Seninperin gâvur, Rabia!” diyor. Ve bu gâvur periyefikrini açık söylemekten de çekinmiyor.Karanlık gecelerde Rabia’nın penceresini açar,altında muhayyel bir mahlûka “Seni gavur,imansız seni!” diye çıkışırdı.Rabia gülüyordu. Fakat içi rahat değildi. Neolur ne olmaz. Başına belâ istemeyen insangörünür görünmez her nevi kudrete meydanokumaktan çekinmeli.Rabia merdiven ayağından kalkacağızaman yer altından gelir gibi, inilti gibi seslerduydu. Bu, Osman’ın tılsımlı kuyusu. Ne garipmelodi. Durup durup başlıyor. Başını tırabzanadayadı, dinledi. Biraz evvel içini karıştırankorku, göğsünün üstünü bastıran ağırlığıunutmuştu. Aralarında elle tutulmayan, gözle
görülmeyen şeylere gülen, inanmayan birOsman vardı. Onun yukarıda oluşu Rabia’yayürek verdi.“Şimdi kovanın dibe vuruşunun gürültüsünüyapmak istiyor,” diyor, hep Osman’ınoperasının sahnelerini düşünüyordu. Ne deolsa kendisinin bu operanın yapılışında emeğivardı. Osman geceleri eski havalar söyletiyor,bilhassa rüzgârın, eşyanın çıkardığı sesleritaklit ettiriyordu.— Şimdi ne yapmak istiyor? Ha, bu kırkbirinci kova. Peri çıktı. Elinde define. Su çekensarışın kız donmuş, kalmış...Hayır, hayır. Osman bunu hiç debeceremiyor. Define getiren, kuyukovalarından çıkan periler böyle muntazam,üsluplu, alafranga şarkı söylemezler.Bu peri acaba ne şekil şeydi? Rabia’nındimağının gözünde, ince belinde gümüşhançer, çatık siyah kaşlı bir Çerkes delikanlısıcanlandı. Su çeken donmuş gibi duran sarışınkız İkbal Hanım’ın gençliği. İçini çekti.Kafasındaki facia düğümü çözüldü.
Muhayyilesi1929 elli sene birbirine hasret anaoğlu kavuşturmuş, Rabia’ya rahat ettirmiş.Bundan sonra hep zihni define getirenperiye münasip hava bulmak için uğraştı. Buhava değil, birkaç ses olacak. Sanatınyontmadığı, inceltmediği tabiî sesler. Sertolmalı, haşin olmalı. Ve bu iki sada muğlak,korkunç bir fırtına orkestrası arasındamütemadiyen kendi kendini tekrar etmeli. Bukorkunç orkestra mutfağın dışından işitilenfırtına olacak. Ve perinin sesi... Buldu... Buldu.Hafızasının bir köşesinde sıkışıp kalan iki,hayır iki buçuk sadâ. Bunu kaldırım yapan birArnavut amele çekiç vurarak taş kırdığı zamansöylemişti.Nefes nefese Osman’ın odasını buldu,kapıyı itti. Piyanist arkasında siyah kadife eskiiş ceketi, yakası açık beyaz gömleği, dağınıkkır saçlarıyla aşağı yukarı geziniyor.Piyanodan yazı masasına, yazı masasındanpiyanoya.— Osman, perinin define türküsünübuldum.
Elleri dağınık saçlarını yolacakmış gibibaşına kalktı:— Şı... şşştt! Kapıyı kapa git... Zihnimikarıştırıyorsun.Sesi sabırsızdı, dürüşttü.Rabia gitmedi. Kapıya dayandı. Billûr sesi oiki buçuk sadâyı söyledi. Biri çok pes, ötekiçok yüksek, sonra bir iç çekişi gibi yarım birses.— İşte bu Osman. O fırtına orkestrasınınarasında bu iki buçuk sesi çekiç vurur gibibidüziye vurmalı.Osman durduğu yerde dinledi. Kendisi busesleri tekrar etti. Piyanoya gitti, çaldı...Harikulade.Piyanodan fırladı, yazı masasının üstündedarmadağınık duran nota kâğıtlarına yazdı,yazdı.Rabia, kıymetli bir emaneti sahibine teslimetmiş bir huzur ile piyanonun arkasındakikoltuğa oturmuş, Osman’ı şaşırtmamak içinnefes bile almaya korkuyor.Nihayet Osman da geldi, karşısına oturdu.
Rabia’ya gözlerinde yepyeni bir ifade ile baktı.Şimdiye kadar kızın vücudunu değil, etininkemiğinin arkasındaki varlığını bu kadar derinve vazıh1930 hissetmemişti. Kız yalnızsevgilisi, karısı değil. Hayatı onun anladığı gibianlayan ezelî eşi.Rabia konuşmuyordu. Oda loştu. Osmaneğildi, gözlerini aradı. Yüzü karaltılar içinde,çekik, mustarip bir karaltı. Dudakları kısık, balrengi gözleri kapana tutulmuş yaralı dişi kaplangibi.— Nen var? Hasta mısın?— Yoook...Alnının soğuk terlerini koluyla sildi. Hiçşüphe yoktu. Kız ıstırap çekiyordu.— Fakat henüz vaktin gelmedi. Bu, ağrıolamaz.— Sakin olalım efendim, sakin olalım.Doktor Kasım’ın taklidini yapıyor. İçinikoparan, gelip geçen ağrının ne kadar korkunçolduğunu Osman anlayamıyor. Kızın işi alayavuran mukallitliği1931 arkasında zihninde
korku var, on beş gün sonra karşı karşıyageleceği ölüm gölgesi var.1915. Başlangıcında.1916. Cinsiyet.1917. Azaba sokmasına.1918. Değinen.1919. Dağa benzeyen.1920. Geçici.1921. Açılış töreni.1922. (Yun.) İsa ve Meryem.1923. Göçmenlerdi.1924. Geçirdi.1925. Sürekli.1926. Korkunç hayal.1927. Zayıflıyorsun.1928. Aralık ayının.1929. Hayal gücü.1930. Açık.1931. Taklitçiliği.
22Birinci Kanun’un yirminci günü. OsmanSinekli Bakkal’ın köşesini dönerken SabitBeyağabey’le burun buruna geldi.— Seni göreceğimiz geldi be, Amca Bey!Bu eve taşınalı semtimize uğramaz oldun.Osman tebessüm etti. Tılsımlı Kuyu’ya okadar dalmıştı ki Sinekli Bakkal mahallekahvesinin mevcudiyetini bile unutmuştu.Yalnız onu olsa, Rabia’nın son günlerdeki zaafıbile onda eski şiddetli merakınıuyandırmamıştı.— Bu günlerde Rabia Abla’yı yalnızbırakamıyorum, Ağabey. Kusuruma bakma.— Hakkın var, Amca Bey. Ağabeykoltuğunun altından tükürdü.— Eğer gece vakti hekim lâzım olursa senbenim pencerenin altına gel, bir nâra bas. İkielim kızıl kanda olsa yetişirim.— Eksik olma, Ağabey. Zihnimi yalnız birşey karıştırıyor. Geceyarısından sonra hekim
getirmek için araba lâzım olursa, neredebuluruz?— Sen onu merak etme. Bizim evinarkasında ahır var. Sahibinin başına camıçerçeveyi indirir, istediğin dakika uyandırırım.Beş dakikada araba hazır olur. Hayvanyetmezse arabaya bizim tulumba takımını dakoşarız. Yoksa sen emret, Amca Bey.Osman Ağabey’in çarpık omzunu okşadı:— Hayvan yeter, takımı uykudanuyandırmak lâzım değil... Güldü ve giderkenseslendi:— Bu akşam kahveye gelirim, hepinizigöreceğim geldi.— Ben yemekten sonra uğrar alırım, AmcaBey.Eve dönerken Osman’ın soğuktan dişleribirbirine çarptı. Sokakta kimse yoktu. Soğuk,fakat durgun bir hava. Gökyüzü damlaradokunacak kadar aşağılara inmiş. Düz, dumanrenginde madenî bir gök. Nerede başlıyor,nerede bitiyor? İnsanın içine ürperme veriyor.Yemekte Rabia’nın gözleri hiç açılmıyor,
bidüziye esniyor. Son günlerde göz kapaklarıgene pek şiş, mütemadiyen uykusu var gibi.Osman’ın odasına çıkıp Arnavut kaldırımcınınacayip türküsünü söylediği günden berifenâlaşıyor, her gün daha halsiz, her gün yüzügözü daha şişik. Albüminin idrarında, doktorlarıendişeye düşürecek kadar bir çoğalışıgörülüyor.Doktor Kasım iki günde bir orada. VeDoktor Kasım, Osman’a hoş olmayanihtimallerden bahsediyor. Fakat bunlarıdüşünmek doğru değil... Bütün gayretinerağmen Rabia’ya ağrı çekerken ıspazmoz1932gelmesi ihtimalini düşünüyor. Çirkin ihtimal...— Rabia, sen bu akşam erken yat, yavrum.Gözlerin kapanıyor.— Ne zaman açılıyor ki? Her gece tavukgibi tünüyorum.Bir hasta çocuk gibi mırıldanıyor.Dudaklarını büke büke şikâyet ediyor.— Erken yatmaktan korkuyorum. Birhaftadır gözümü kapar kapamaz fenâ rüyagörüyorum.
Penbe merakla soruyor:— Nasıl rüya, Rabia?Çingene için her rüya, bilhassa vakti yakıngebe kadın rüyası mutlak bir mânâ ifade eder.Mutlak çıkar.— Rüyamda beyaz sarıklı, koskocamanbirini görüyorum.— Tövbe estağfurullah!Rakım ve Penbe yakalarına tükürdüler,kapıda duran aşçı kadın haç çıkardı.— Tıpkı büyükbabama benziyor. Başındakisarıktan kaşlarına kadar hep o. Gözkamaştıran kızıl bir aydınlık ortasında duruyor.Büyükbabam’ın anlattığı ahret azapları heporada. Görmüyorum ama, hissediyorum, hepaynı şeyi söylüyor...Rabia’nın boğazına kuru bir hıçkırık takıldı,elleri karnının üstünde, “Bu kadının çocuğunuateşe atın!” diye haykırıyor.Rakım, Rabia’yı teskine çalışıyor:— Merak etme, yavrum. Yatarken İmam’ıdüşünmüş olacaksın. Bu günlerde çocuk gibioldun. İmam’ın çocukken bebeğini ateşe
atması hikâyesini bana geçen günsöylüyordun. Rüyana girmiş.— Doğru Amca...Osman gözlerini kıstı.— Mutlak sen benim odamda Dante’ninCehennemi’nin1933 resimlerine baktın.— Vallahi bakmadım. Bilmiyor musun, benhiç fenâ resme bakmıyorum.— Beni dinle. Yatarken Vehbi Dede’yidüşün. O sana herkesten çok sükûn verir.Onun dininde azap, cehennem yok.— Doğru, doğru... Neden bunu şimdiyekadar aklıma getirmedin?Osman’ın bu sözü azıcık ona sükûn verdi.Vehbi Efendi gene Konya seyahatineçıkmamış olsa, hemen onu yarın çağırtacak.Onu sık görse bu eski meş’um1934teessürlerin pençesine düşmeyecek. Bugünlerde değil beş vakti, hattâ nafile namazkılıyor, başı seccadeden kalkmıyor. Ölmemekiçin, selâmet ile kurtulmak için her dakika duaediyor.
Hepsi onun taşlıkta ayak seslerini dinlediler.Hepsi susmuş ve endişeliydi. Fakat Penbehepsinden daha endişeli. Gözleri dışarıfırlamış. Tavrında esrarlı bir hal var. Sesinialçaltmış, söylüyor:— Kız âdetâ uğramış1935... İyi saatteolsunlar, tu, tu, tu...— Sus, şom ağızlı, kara cadı!Rakım hiddetlenmiş, Penbe’yi boğacak gibibakıyor.— Niye susacakmışım? Senin cüce aklınböyle şeylere erer mi sanki? Her gebe kadınacin, peri musallattır. Rabia’nın perisi hele, birgâvur. Bahçe köşelerine şerbet döktüm,okuyuculara o kadar horoz götürdüm, herakşam tütsü yakıyorum. Domuza kâr etmiyor...Kâfirin ağzının tadını verdim ya!Osman güldü:— Nasıl verdin, Penbe Teyze?— Nasıl mı? Hani şu baston sapı kafalıdoktorun verdiği ilaç yok mu? Onu tepesindenaşağı döktüm.— Tepesini nerede gördün, Teyze?
— Görmek lâzım mı? Görmüş gibibiliyorum. Geceleri kızın penceresinin altında...Ya Allah dedim, beş altı kaşık acı ilaç attım...Sustu. Başını salladı:— Keşke elim kırılaydı... Ah kahpe, orospuPenbe...Kara ellerini kafasına vuruyor, gözlerinedamet yaşlarıyla dolu: “Kâfirin damarı tutarda kızı çarparsa bir daha, bir daha iflâh olmaz.Hiç iflâh olan lohusa yoktur...”Rakım onu dinlerken yavaş yavaş gözlerifincan gibi büyümüş, şimdi sandalyesindeayakta, yumruklarını sıkmış, kendindengeçmiş, bağırıyor:— Seni kâfir, hain, imansız Çingene seni!..Kız bir kurtulsun seni bir gün yaşatmayacağım!Kara gırtlağını sıkıp geberteceğim!Osman, Rakım’ı tuttu, oturttu:— Kendine gel, Rakım Amca... PenbeTeyze’nin döktüğü ilaç bromürdür. Sinir ilacı...En azgın perilerin sinirlerini bile uyuşturur.Odanın beyaz perdeleri üstünden birkaçziya1936 dalgası geçti. Bahçeden biri feneri
sallaya sallaya yürüyordu. Anlaşılan Penbe-Rakım kavgasının gürültüsünden hiçbiri kapıyıduymamışlardı.Osman kalktı:— Teyze, paltomu ver. Ağabey gelmişolacak. Ben kahveye çıkıyorum.Sokakta soğuktan parmaklarının ucusızlıyordu.Ağabey’le omuz omuza yürüdüler. Fenerinışığında, tepelerindeki kurşun renkli göğündaha aşağı, daha tepelerine doğru inmişolduğunu hissediyorlardı. Âdetâ barut rengindekalın, ağır bir örtü gibiydi. Ağabey:— Kar fırtınası geliyor, dedi.Kahvenin kapısı açılır açılmaz her köşeden“Akşam şerifler hayır olsun!” sesleri çıktı. Ogece kahve doluydu. Fakat yüzler pekseçilmiyor. Sigara dumanı, sisi kahvenin herköşesini bürümüş. Camlar hamam penceresigibi terliyor. Tezgâhın yanından fincan tabaktıkırtısı, semaverden akan sıcak su fışıltısı, herköşeden gelen nargile gürültüsüne karışıyor.Çırak ellerini kırmızı beyaz yollu peştemalın
altından çıkardı, gelenlerin yüzüne bakmayabile lüzûm hissetmeden ocağa seslendi:— Bir şekerli, bir sade.Kahvenin çerçeveleri, kapı aralığı sıkı sıkıkapalı. İçeri bir tek nefes hava girmiyor. Keskinbir kahve kokusu, tömbeki ve tütünle, ağır birnefes kokusuyla karışmış, adamın burundeliklerinden ciğerlerine giriyor.Osman o akşam az konuştu. Rabia’nınvaziyeti, anlattığı rüya, sokaktaki sıkıntı onunlakahveye kadar gelmişti.Birdenbire rüzgâr çıktı, kapı, cam, çerçeveyerlerinden oynadı. Herkes birdenbire:— Kar fırtınası, dediler.Osman duramadı, kalktı. Rabia fırtınadanbiraz sinirlenirdi. Onun yüzündeki endişe veyeis1937 azıcık da kahve halkına sirayetetmişti. Âdetâ o murdar kokulu, ağır havalı yereRabia’nın hayali de Osman’la beraber gelmişti.Herkesin zihni Rabia ile meşguldü. Günü artıkgelmiş, bugün yarın zavallı kadının karnınıyaracaklar...Osman kahveden çıkarken mahşerî
sükûtta, mahşer! Bir muhabbet ve şefkathissetti. Herkes yanındakinin kulağınayavaşça, “Allah kolaylık versin...” diyefısıldamıştı.Sokakta feslerini muhafaza için çıkarıp ikiside koltuğuna aldı. Fener birdenbire sönmüştü.Sabit Beyağabey onu kolundan yakalamış,götürüyordu. Tepelerinde saçakları yerindenkoparacak gibi rüzgâr sallıyor, Osman her antepesine bir baca uçup düşmesinemuntazır.1938Mutfakta lâmba yanıyor. Rakım mangalınbaşına oturmuş, sigara içiyordu.— Ne haber, Rakım Amca?— Güzellik... Yukarıda çıt yok. İstersenotur, sen de bir sigara tellendir.— Yok, çıkayım. Belki Rabia uyanır. Nerüzgâr, ne rüzgâr!— Bir şey lâzım olursa ben mutfaktayım.Fırtına uykumu kaçırdı.Daha doğrusu Rakım o hafta çok azuyumuştu. Üst katta, İmam’ın vaktiyle yattığıodada yatıyordu. Son hafta zihni, İmam’ın,
Rabia’nın çocukluğunda oynadığı umacı rolü ilemeşguldü.Bilhassa Rabia’nın rüyası, Çingene’ninhezeyanları1939 bu akşam onu daha hassasyapmıştı. Yukarı çıksa İmam, beyaz sarığıylakarşısına çıkarak gibi geliyordu.Bu akşam beklemeye karar verdi. Gözünüyumarsa Rabia’yı alıp götüreceklermiş gibikorkuyordu. Şimdi Osman’ın yukarıda olmasıonu hayli teskin etti. Sigara elinde daldı.Rüya görmeye başladı. Hep Rabia. Uzunörgülerini sallaya sallaya, elinde zerzevatsepeti dükkâna geldiği gün. Tevfik’in çılgınlığı...Rabia’dan fazla rüyasını Tevfik işgal ediyor.Kadın gibi yumuşak kestane rengi gözleri yaşlı,“Korkma Tevfik, ben varken Rabia’nın kılınazarar gelmez,” diye onu temine çalışıyor.Fırtına dışarıda azıyor. Kiremitler birbirinegiriyor.Bu takırdı, uyuyan cücenin dimağında eskiRamazan davullarını canlandırıyor. Mahalleçocukları bir ağızdan bağrışıyorlar:— İşte geldi, işte gidiyor; işte geldi, işte
gidiyor, dum, dum da, dum dum. Dum dum da,dum dum!Kim geldi? Kim gidiyor? Rabia mı?Şimdi rüzgâr mutfağın teneke yağmurborularını yerinden söküyor. Hayır, Rabia tefçalıyor. Dönüyor, dönüyor, kırmızı topuklubeyaz çoraplı ayağı cüceye tekme atıyor. Vecüce bir maymun. Ceviz kırıyor, taklak atıyor,çığrıyor. Daha çabuk, daha vahşi...Yukarıda Osman bir sandalyeye ilişti,Rabia’nın yüzüne daldı. Gece kandilinin sönükışığında kızın yüzü pek seçilmiyor ama, heyet-iumumiyesi1940 garip. Mütemadiyen atılıyor,sıçrıyor, inliyor.Rüzgâr, rüzgâr! Evin temelleri sökülüyorgibi sarsılıyor. Kör bir gazap, deli ve korkunçbir kudret boşanmış, yeryüzünde ne varsatırnaklarıyla söküp atacak gibi kudurmuş.Osman sobaya odun attı. Gözleri alevdedurdu, düşündü. Rabia ölecek mi? Ölürse onunSinekli Bakkal hayatı sonuna erecek. Belki bugece bu hayatın son safhası. Bir buçuk senelikmüşterek hayat. Vak’a ile dolu... Osman’ın
hafızasında uyanan sahnelerin hepsi saadetledolu. Sanki hiç fenâ bir gün geçirmemişler.Rabia ile, belki bu akşam kapanacak olanömürleri o kadar güzel ki!Rabia durmadan inliyor. Boğazını yırtarakçıkan bir inilti. Lâmbayı yaktı. Kızıuyandırmaya karar verdi.Yatağa yaklaşır yaklaşmaz birdenbire geriçekildi.Rabia’nın güzel yüzüne geçen korku veıstırap maskesini bir daha unutmayacaktı.Ölüm darbesinden kendini korumak için sinen,kaçamayıp da donmuş gibi kalan zavallı birhayvan gibi tortop olmuştu. Yüzü takallûsetmiş,1941 şişmiş, rengi mosmor. Gözleri açık.Biri küçülmüş, öteki kenarına kaçmış. Biri ölügibi, öteki renkli bir cam parçası gibi ışıldıyor.— Rabia, Rabia, Rabia!Osman onu sarstı, sarstı. Fakat duymadı.Uyanmadı.Ağrı ile beraber doktorun tahmin ettiğiıspazmoz da gelmişti. Aşağıya koştu. Rakım’ıiki omzundan yakaladı, silkti, silkti. Ye Rakım,
Tevfik’in kızıyla oynadığı mesut maymunrüyasından uyandı.Evde şimdi baştan başa lâmbalar yanıyor,sağa sola seğirten ayak sesleri var. Rabia’nınbileklerini kolonya ile ovan Osman’ın kulaklarıdışarısını dinliyor. Araba sesi bekliyor. Fakatzaman artık durmuş, fırtına azıyor... Zamandurmuş... Rabia’nın güzel yüzünü örten bukâbus maskesiyle ebediyen karşı karşıyakalmak...Rabia, vücudunun her tarafını saran lâtif birsıcaklıkla kendine gelmeye başladı. Birbanyoda idi. Yaşlı bir kadın başını tutuyordu.Bu, Doktor Salim’in getirdiği bir hastabakıcı idi.Bir horoz öttü. Beyaz bir ışık perdeleriaydınlatmaya başladı. Odada hâlâ lâmbayanıyordu. Odaya insanlar girip çıkıyor. Birisifısıldıyor: “Oda hazır.” Karşıki odayı ameliyatiçin hazırlıyorlar. Şimdi, şimdi...Banyodan çıkarıldığını duydu. Bir tek acı,yıldırım gibi içine indi. Dimağı aydınlığa doğrugitmek isterken karnını ve belini koparan bu acı
onu gene kirpi gibi büzdü. Koluna bir iğne battı,burunda tatlımsı bir koku. Sonra boşluk,boşluk...Kırmızı kiremitler bembeyazdı. Kar lapalapa iniyor, camlara yumuşak birer kanat gibiyapışıp kalıyor.Osman’ın sobası gürül gürül yanıyor.Doktorlar kahvaltı ediyor. Osman koltuktanonları seyrediyor.— Oğlunuz mûsikî-şinâs olacak, CherMaître, annesi kloroform altında bidüziye şarkısöyledi. Müzikalı ameliyat... Ha ha ha!Bunu Doktor Salim söylüyordu. FakatOsman o müzikalı ameliyatın her anınıbiliyordu. Kapının dışında durmuş, dinlemişti.Rabia ne garip sesler çıkarmıştı. Bunlarınbazıları mûsikî olabilirdi. Mevlid’in “Doğum”parçası, mukabelelerinden yerler ve hepsininarasında o iki buçuk ham, haşin ses... Definegetiren perinin türküsü.— Yaşayacağına emin misiniz?Doktor Kasım’ın kuru sesi cevap verdi:— Doktorlar tekrarı sevmez.
Doktor Salim güldü:— Siz ona bakmayın. Onun çoluğu çocuğuyok...Evet, yaşayacak.— Rabia yataktan kalktığı gün ikinizi dedavet ediyorum. Karı koca size konservereceğiz. Rabia’ya Tılsımlı Kuyu’dan definehavasını söyleteceğim.— O da hangisi? Arada sırada çıkardığıkuyu çıkrığına benzer sesler mi?— Evet. Dün akşam onu fırtınaorkestrasıyla söyledi.1932. Spazm, inme.1933. Dante’nin İlahi Komedya’sının bazıbasımları resimlidir. Cehennem bölümündekiresimleri kastediyor.1934. Uğursuz.1935. Peri çarpmış.1936. Işık.1937. Kaygı.
1938. Bekliyor.1939. Saçmalıkları.1940. Genel durumu.1941. Gerilmiş.
23Temmuz ayında 1908 İhtilali1942 oldu. Körbir gazap borası gibi esti. Asırların kurduğumüesseselerin1943 köklerini söktü. Ağaçdevirir gibi zalim1944 devirdi. İçtimaî ve siyasînizam ve intizamı alt üst etti. Öyle birkargaşalık oldu ki kim kimdir, ne nedir ayırtedilmez oldu. Ve eski rejim sürgünleri vapurvapur gelmeye başladılar.Bu vapurların birinde Tevfik de vardı. Sırtınıgüneşe vermiş, ayaklarını uzatmış güvertedekeyfediyordu. Bir saat sonra limanagireceklerdi.O vapuru dolduran sürgünler arasındayalnız ve yalnız ailesiyle zihni meşgul olanTevfik’ti. Ötekiler birdenbire başlarında esenşöhret rüzgârıyla sarhoştular. İstanbul’danPadişah, hain diye tekme tokat fırlatılmış,atılmışlardı. Şimdi hepsi birer kahramandı.Hattâ siyasî sebeplerden değil, adî
cürümlerden, sırf dolandırıcılık, şantaj yapıp daİstanbul’dan atılanlar bile bugünün şeref ve şangüneşinde ısınıyorlardı.İçlerinde bir açıkgöz Çanakkale Boğazı’nıgeçerken parlak bir fikir buldu. Para edecek birfikir. Öteki sürgünlerle konuştu. “Siyasetmağdurları” cemiyetini kurdu. Böyle bir cemiyetiçin platform, siyasî esaslar falan lâzım değildi.İntihabatta1945 halk onları, ne düşündüklerini,neye inandıklarını sormadan intihapedecekti.1946 Yegâne yapacakları şeysokakta bir gaz sandığının, yahut birsandalyenin üstüne çıkıp sürgünde çektikleriniazıcık mübalağa ile süsleyerek anlatmak...Ondan sonra mebusluk... Ondan sonra bolmaaş ve imtiyazlar!Tevfik’in sırtı güneşte onları dinledi. Ovapurda “siyaset mağdurları” cemiyetineyazılması teklif edilmeyen bir Tevfik vardı.Herif soytarı! Artık ondan da mebus olmaz ya...Nihayet limana girdiler.İstanbul şehri kollarını açtı, şevk içinde
Search
Read the Text Version
- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- 8
- 9
- 10
- 11
- 12
- 13
- 14
- 15
- 16
- 17
- 18
- 19
- 20
- 21
- 22
- 23
- 24
- 25
- 26
- 27
- 28
- 29
- 30
- 31
- 32
- 33
- 34
- 35
- 36
- 37
- 38
- 39
- 40
- 41
- 42
- 43
- 44
- 45
- 46
- 47
- 48
- 49
- 50
- 51
- 52
- 53
- 54
- 55
- 56
- 57
- 58
- 59
- 60
- 61
- 62
- 63
- 64
- 65
- 66
- 67
- 68
- 69
- 70
- 71
- 72
- 73
- 74
- 75
- 76
- 77
- 78
- 79
- 80
- 81
- 82
- 83
- 84
- 85
- 86
- 87
- 88
- 89
- 90
- 91
- 92
- 93
- 94
- 95
- 96
- 97
- 98
- 99
- 100
- 101
- 102
- 103
- 104
- 105
- 106
- 107
- 108
- 109
- 110
- 111
- 112
- 113
- 114
- 115
- 116
- 117
- 118
- 119
- 120
- 121
- 122
- 123
- 124
- 125
- 126
- 127
- 128
- 129
- 130
- 131
- 132
- 133
- 134
- 135
- 136
- 137
- 138
- 139
- 140
- 141
- 142
- 143
- 144
- 145
- 146
- 147
- 148
- 149
- 150
- 151
- 152
- 153
- 154
- 155
- 156
- 157
- 158
- 159
- 160
- 161
- 162
- 163
- 164
- 165
- 166
- 167
- 168
- 169
- 170
- 171
- 172
- 173
- 174
- 175
- 176
- 177
- 178
- 179
- 180
- 181
- 182
- 183
- 184
- 185
- 186
- 187
- 188
- 189
- 190
- 191
- 192
- 193
- 194
- 195
- 196
- 197
- 198
- 199
- 200
- 201
- 202
- 203
- 204
- 205
- 206
- 207
- 208
- 209
- 210
- 211
- 212
- 213
- 214
- 215
- 216
- 217
- 218
- 219
- 220
- 221
- 222
- 223
- 224
- 225
- 226
- 227
- 228
- 229
- 230
- 231
- 232
- 233
- 234
- 235
- 236
- 237
- 238
- 239
- 240
- 241
- 242
- 243
- 244
- 245
- 246
- 247
- 248
- 249
- 250
- 251
- 252
- 253
- 254
- 255
- 256
- 257
- 258
- 259
- 260
- 261
- 262
- 263
- 264
- 265
- 266
- 267
- 268
- 269
- 270
- 271
- 272
- 273
- 274
- 275
- 276
- 277
- 278
- 279
- 280
- 281
- 282
- 283
- 284
- 285
- 286
- 287
- 288
- 289
- 290
- 291
- 292
- 293
- 294
- 295
- 296
- 297
- 298
- 299
- 300
- 301
- 302
- 303
- 304
- 305
- 306
- 307
- 308
- 309
- 310
- 311
- 312
- 313
- 314
- 315
- 316
- 317
- 318
- 319
- 320
- 321
- 322
- 323
- 324
- 325
- 326
- 327
- 328
- 329
- 330
- 331
- 332
- 333
- 334
- 335
- 336
- 337
- 338
- 339
- 340
- 341
- 342
- 343
- 344
- 345
- 346
- 347
- 348
- 349
- 350
- 351
- 352
- 353
- 354
- 355
- 356
- 357
- 358
- 359
- 360
- 361
- 362
- 363
- 364
- 365
- 366
- 367
- 368
- 369
- 370
- 371
- 372
- 373
- 374
- 375
- 376
- 377
- 378
- 379
- 380
- 381
- 382
- 383
- 384
- 385
- 386
- 387
- 388
- 389
- 390
- 391
- 392
- 393
- 394
- 395
- 396
- 397
- 398
- 399
- 400
- 401
- 402
- 403
- 404
- 405
- 406
- 407
- 408
- 409
- 410
- 411
- 412
- 413
- 414
- 415
- 416
- 417
- 418
- 419
- 420
- 421
- 422
- 423
- 424
- 425
- 426
- 427
- 428
- 429
- 430
- 431
- 432
- 433
- 434
- 435
- 436
- 437
- 438
- 439
- 440
- 441
- 442
- 443
- 444
- 445
- 446
- 447
- 448
- 449
- 450
- 451
- 452
- 453
- 454
- 455
- 456
- 457
- 458
- 459
- 460
- 461
- 462
- 463
- 464
- 465
- 466
- 467
- 468
- 469
- 470
- 471
- 472
- 473
- 474
- 475
- 476
- 477
- 478
- 479
- 480
- 481
- 482
- 483
- 484
- 485
- 486
- 487
- 488
- 489
- 490
- 491
- 492
- 493
- 494
- 495
- 496
- 497
- 498
- 499
- 500
- 501
- 502
- 503
- 504
- 505
- 506
- 507
- 508
- 509
- 510
- 511
- 512
- 513
- 514
- 515
- 516
- 517
- 518
- 519
- 520
- 521
- 522
- 523
- 524
- 525
- 526
- 527
- 528
- 529
- 530
- 531
- 532
- 533
- 534
- 535
- 536
- 537
- 538
- 539
- 540
- 541
- 542
- 543
- 544
- 545
- 546
- 547
- 548
- 549
- 550
- 551
- 552
- 553
- 554
- 555
- 556
- 557
- 558
- 559
- 560
- 561
- 562
- 563
- 564
- 565
- 566
- 567
- 568
- 569
- 570
- 571
- 572
- 573
- 574
- 575
- 576
- 577
- 578
- 579
- 580
- 581
- 582
- 583
- 584
- 585
- 586
- 587
- 588
- 589
- 590
- 591
- 592
- 593
- 594
- 595
- 596
- 597
- 598
- 599
- 600
- 601
- 602
- 603
- 604
- 605
- 606
- 607
- 608
- 609
- 610
- 611
- 612
- 613
- 614
- 615
- 616
- 617
- 618
- 619
- 620
- 621
- 622
- 623
- 624
- 625
- 626
- 627
- 628
- 629
- 630
- 631
- 632
- 633
- 634
- 635
- 636
- 637
- 638
- 639
- 640
- 641
- 642
- 643
- 644
- 645
- 646
- 647
- 648
- 649
- 650
- 651
- 652
- 653
- 654
- 655
- 656
- 657
- 658
- 659
- 660
- 661
- 662
- 663
- 664
- 665
- 666
- 667
- 668
- 669
- 670
- 671
- 672
- 673
- 674
- 675
- 676
- 677
- 678
- 679
- 680
- 681
- 682
- 683
- 684
- 685
- 686
- 687
- 688
- 689
- 690
- 691
- 692
- 693
- 694
- 695
- 696
- 697
- 698
- 699
- 700
- 701
- 702
- 703
- 704
- 705
- 706
- 707
- 708
- 709
- 710
- 711
- 712
- 713
- 714
- 715
- 716
- 717
- 718
- 719
- 720
- 721
- 722
- 723
- 724
- 725
- 726
- 727
- 728
- 729
- 730
- 731
- 732
- 733
- 734
- 735
- 736
- 737
- 738
- 739
- 740
- 741
- 742
- 743
- 744
- 745
- 746
- 747
- 748
- 749
- 750
- 751
- 752
- 753
- 754
- 755
- 756
- 757
- 758
- 759
- 760
- 761
- 762
- 763
- 764
- 765
- 766
- 767
- 768
- 769
- 770
- 771
- 772
- 773
- 774
- 775
- 776
- 777
- 778
- 779
- 780
- 781
- 782
- 783
- 784
- 785
- 786
- 787
- 788
- 789
- 790
- 791
- 792
- 793
- 794
- 795
- 796
- 797
- 798
- 799
- 800
- 801
- 802
- 803
- 804
- 805
- 806
- 807
- 808
- 1 - 50
- 51 - 100
- 101 - 150
- 151 - 200
- 201 - 250
- 251 - 300
- 301 - 350
- 351 - 400
- 401 - 450
- 451 - 500
- 501 - 550
- 551 - 600
- 601 - 650
- 651 - 700
- 701 - 750
- 751 - 800
- 801 - 808
Pages: