Important Announcement
PubHTML5 Scheduled Server Maintenance on (GMT) Sunday, June 26th, 2:00 am - 8:00 am.
PubHTML5 site will be inoperative during the times indicated!

Home Explore Sinekli Bakkal-Halide Edip ADIVAR

Sinekli Bakkal-Halide Edip ADIVAR

Published by eminyukseloglukaihl, 2019-10-16 23:59:28

Description: Sinekli Bakkal-Halide Edip ADIVAR

Search

Read the Text Version

HALİDE EDİB ADIVARSİNEKLİBAKKALROMAN

Halide Edib Adıvar’ın CanYayınları’ndaki diğer kitapları:Ateşten Gömlek, 2007Handan, 2007Mor Salkımlı Ev, 2007Türk’ün Ateşle İmtihanı, 2007Vurun Kahpeye, 2007Son Eseri, 2008Yolpalas Cinayeti, 2008Tatarcık, 2009Türkiye’de Şark-Garp ve Amerikan Tesirleri,2009Âkile Hanım Sokağı, 2010Kalp Ağrısı, 2010Zeyno’nun Oğlu, 2010Çaresaz, 2011Sevda Sokağı Komedyası, 2011Kerim Usta’nın Oğlu, 2012



HALİDE EDİB ADIVAR, 1882’deİstanbul’da doğdu. Üsküdar’daki Amerikan KızKoleji’nde okudu. 1908’de gazetelere yazmayabaşladığı kadın haklarıyla ilgili yazılarındanötürü gericilerin düşmanlığını kazandı. 31 MartAyaklanması sırasında bir süre için Mısır’akaçmak zorunda kaldı. 1909’dan sonra eğitimalanında görev alarak öğretmenlik, müfettişlikyaptı. Balkan Savaşı yıllarında hastanelerdeçalıştı. 1919’da Sultanahmet Meydanı’nda,İzmir’in işgalini protesto mitinginde etkili birkonuşma yaptı. 1920’de Anadolu’ya kaçarakKurtuluş Savaşı’na katıldı. Kendisine önceonbaşı, sonra üstçavuş rütbesi verildi. Savaşıizleyen yıllarda Cumhuriyet Halk Fırkası ilesiyasal görüş ayrılığına düştü. Ardından1917’de evlendiği ikinci eşi Adnan Adıvar’labirlikte Türkiye’den ayrıldı. 1939’a kadar dışülkelerde yaşadı. O yıllarda konferanslarvermek üzere Amerika’ya ve Mahatma Ganditarafından Hindistan’a çağrıldı. 1939’daİstanbul’a dönen Adıvar, 1940’ta İstanbulÜniversitesi’nde İngiliz Filolojisi Kürsüsü

başkanı oldu, 1950’de Demokrat Partilistesinden bağımsız milletvekili seçildi. 1954’teistifa ederek evine çekildi ve 1964’te öldü.

SunuşTürk edebiyatının en çok okunanromanlarından biri olan Sinekli Bakkal, ilk kez,İngilizce olarak The Clown and His Daughter(Soytarı ve Kızı) adıyla, Londra’da 1935.yılında basıldı. Aynı yıl Türkçede önce Habergazetesinde tefrika edilen roman daha sonra,1936’da kitap olarak yayımlandı. Yapıt, 1942.yılında CHP Roman Ödülü’nü kazanmaklaününü pekiştirdi ve günümüze dek, hakkındayurt içinde ve dışında pek çok yazı kalemealındı. Halide Edib Adıvar’ın bu çok sevilenromanı Sırpçaya, Portekizceye, Finceye veFransızcaya çevrildi ve filme de alındı.Can Yayınları’nda Halide Edib Adıvar’ınkitapları içerisinde Sinekli Bakkal’ı yayınahazırlarken 1936 yılında kitap olarak yapılan ilkbaskıyı temel aldık. Gerekli görülen yerlerdeİngilizce basımını ve kitabın daha sonrakiyıllarda yapılan baskılarını kullandık. Ancak,İngiltere’de yayımlanan Soytarı ve Kızı ile

Türkçe basımında görülen bazı farkları, yapıtınTürkçe baskısının özgünlüğünü korumakamacıyla edisyonumuza dahil etmedik.Günümüze kadar yapılagelen sadeleştirilmişyayınlar birçok sorun içermekte, her şeydenönemlisi, yazarın özgün yapıtından farklı birkimlik taşımaktaydı. Biz, metni sadeleştirmekyerine, anlaşılması günümüz okuru için zorolan sözcüklerin anlamlarını aynı sayfanınhemen altında vermeye çalıştık. SinekliBakkal’ı, ilk basımından yıllar sonra, yazarınınözgün dilini ve üslubunu koruyan bir biçimdeokuyucumuza sunuyoruz.Mehmet Kalpaklı - S. Yeşim Kalpaklı

BİRİNCİ KISIM

“Kâinatta ne varsa hepsi vehimve hayal, yani aynalara vuranakisler veyahut gölgeler.”11Bu dar arka sokak bulunduğu semtin adınıalmıştır: Sinekli Bakkal.Evler hep ahşap ve iki katlı. Köhne çatılar;karşıdan karşıya birbirinin üstüne abanır gibiuzanmış eski zaman saçakları. Ortada baştanbaşa uzanan bir aralık kalmış olmasa, sokaküstü kemerli karanlık bir geçit olacak. Doğudabatıda, bu aralık, renkten renge giren bir ışıkyolu olur. Fakat sokağın yanları her zamanserin ve loştur.Köşenin başında durup bakarsanız: Herpencerede kırmızı toprak saksılar ve kararmışgaz sandıkları. Saksılarda al, beyaz, morsardunya, küpe çiçeği, karanfil. Gazsandıklarında öbek öbek yeşil fesleğen. Taköşede bir mor salkım çardağı, altında civarınen işlek çeşmesi. Bütün bunların arkasında

tiyatro dekorunu andıran beyaz, uzun, inceminare.Sürülü kafeslerin arkasında kocakarıbaşları dizili. Arada dikişlerini bırakır,pencereden bağıra bağıra dedikodu yaparlar.Sokakta, ayağı takunyalı, başı yazma örtülü,eli bakraçlı kadınlar çeşmeye gider gelirler.Saçları iki örgülü kız çocukları kapı eşiklerindesakız çiğner; çakşırı yırtık, yalınayak, başı2kabak oğlanlar kırık taşlar arasındaki subirikintileri etrafında çömelmiş kâğıttan gemiyüzdürürler.Burası dünyanın herhangi yerindeki birfukara mahallesinden çok farklı değildir. Birgeçitten ziyade toplantı yeri: Mahalleli oradamuhabbet eder, konuşur, kavga eder, eğlenir.Hayatın orada geçmeyecek bir safhası yok3gibidir. İhtiyarlar, vaktiyle çeşme başındadoğuran kadın bile olduğunu gülerek rivayetederler.4Eğer bir yabancı durur, su doldurankadınlarla ahbaplık ederse bir kınalı parmak

ona mutlak iki yer gösterir. Biri MustafaEfendi’nin “İstanbul Bakkaliyesi”, öteki, arkapencereleri çeşmenin üstüne açılan İmam’ınevi. Birincisi sokağın ortasındaki evlerdenbirinin altına kara bir kovuk gibi gömülendükkân, öteki sokağın biricik üç katlı binası.Gerçi kapısı öteki sokağa açılır, fakat küçükSinekli Bakkal onu benimsemek ister. Çünküzengin fakir bütün civar halkı, ölüm, doğum,nikâh gibi hayatî meselelerde o eve gelmekmecburiyetindedir.Mustafa Efendi herhangi meddahın tarifettiği hasis, tiryaki bir mahalle bakkalı. İmam?Şöyle bir bakılsa herhangi bir mahalle imamınabenzer, fakat hakikatte o kendinden başkakimseye benzemez.Kirpi kılları gibi ayakta duran iki kalın kaş,içeriye çökmüş, kömür gibi siyah, kor gibiyakıcı, burgu gibi keskin iki ufak göz. Burunuzun ve tilkivârî. Kara sakal hayli kırlaşmış.5Boyu kısa, vücudu cılızdır. Fakat beyazsarığın kallâviliği, geniş yenli lâtanın içinde67

ağır ağır sallana sallana yürüyüşü ona husûsîbir heybet verir.İriyarı erkeklerin bile gıpta edeceği gür,kalın bir sesi vardır. Vaaz eder gibi şedit bir8talâkatla konuşur, gündelik lâkırdıları bile9Kuran okur gibi tecvitle10 söyler, her elif onunağzından “dallîn”deki11 elif miktarı çekilir.Defin ilmühaberi,12 nikâh izinnamesi almakiçin çekişe çekişe onunla pazarlık edenler onapinti imam, hasis imam der geçerler. Fakatküçük mescitte vaaza devam edenler,huzurunda biraz korku, biraz da rahatsızlıkhissederler.Eğer Sinekli Bakkal İmamı İkinciAbdülhamid’in tedhiş13 devrinde gelmeyip deon dördüncü asırda gelseydi, gözlerinin ateşi,akidesinin14 korkunçluğu, bilhassa üslubununkudretiyle sürüleri başına toplayıp herhangi birfikir peşinde sürükleyecek softa tiplerden biriolabilirdi.

Cemaate telkin etmek istediği naslar15bıçak gibi keskindir. İnsan için hayatta iki yolvardır: Biri cennete, biri cehenneme çıkar.Vaazlarında İmam ikinci yolu daha parlak, dahacanlı olarak anlatır. Cehennemin bilmediğiköşesi, ukubetin16 tarif edemeyeceği şekliyoktur. Ona göre cehennem yolcuları zevke,cümbüşe düşkün gafillerdir.17 Bunu öyleanlatır ki cemaatin genç tarafından derhal bugafillere iltihak etmek18 hevesi uyanır. Cennetyolcuları bambaşka insanlardır. Gülmezler,oynamazlar, rahat etmezler ve kimseye rahatvermezler. Onlar için zevk ve neşe veren herşey günahtır. Oyun ve eğlence zihniyeti ileişlenen her fiil kebairdendir.19 Bunlar suratlarıaçık, kalpleri elem içinde, her an ahret20düşüncesiyle meşguldürler. İyilik, kötülükdüşüncesiyle, yoksullara yardım, yalansöylememek, kalp kırmamak gibi ahlakikaidelerle İmam, vaazlarında hemen hiçmeşgul olmaz. Onun dünyaya öğretmek

istediği bir şey vardır. Hazza ve sevince,umum hayat tecellisine karşı dinmeyen bir kin,affetmeyen bir düşmanlık. İşte bunun içinyolunun üstünde tebessümler dudaklardadonar, kahkahalar kısılır, çocuklar çil yavrusugibi dağılır.Sinekli Bakkal sokağında daimî bir ahrethavası yaratmak isteyen İmam, insanlarıngünah temayüllerinin21 karşısında kendiniaciz22 buldu. Mahalle halkı neşeli, gürültülü,bidüziye23 Allah yolundan şeytan yolunakayan insanlardı. Fakat o meyus24 olacakhilkatte25 değildi.İmam, karısını genç kaybetti ve bir dahadünya evine girmedi. Emine adlı bir kızındanbaşka kimsesi yoktu. Bu, beyaz gergin tenli,penbe yanaklı, fare kapanı gibi sımsıkıkapanan ince dudaklı, küçük kara gözlü birkızcağızdı. Temizdi, hamarattı, titizdi, mahalleçocuklarıyla oynamaya tenezzül etmezdi.26Suratsızdı, gülmezdi, İmam’ın akidesinin biricik

timsali gibiydi. Fakat insanları ummadıklarıyerden vuran aksi talih, İmam’a Emine’ nineliyle en acı bir darbe indirdi. Kız on yediyaşında iken mahallede haylazlığı ile meşhurzenne27 rolüne çıkan “Kız Tevfik” lakaplı birdelikanlıya kaçtı. Esasen münasebetleri28mektep sıralarında başlamıştı. İki çocuk aynırahle önünde diz çökmüşler, aynı kalfa peşindemektebe gitmişler ve başlanma alaylarında “Şolcennetin ırmakları” ilahisini bir ağızdansöylemişlerdi. Dışı ve içi hiç birbirinebenzemeyen bu iki çocuğu, tabiat, hesaba,mantığa sığmayan hikmetiyle29birleştirivermişti.Tevfik ta o zamanlarda uzun bacaklı,gürbüz, kestane rengi gözleri bir kız çocuğugibi tatlı, kırmızı dudakları durmadan söyler,yaramaz, maskara bir oğlandı.Yürüyüp söylemeye başladığı andanitibaren herkesin taklidini yapmış, bütünmahalleyi güldürmüştü.Dul annesiyle dayısı bakkal Mustafa

Efendi’nin evinde yatar kalkardı. İhtiyarın bütünısrarına rağmen ne bir yere çırak oldu ne de birsanata girdi. Başıboş, İstanbul sokaklarındasürter dururdu. Bütün havailikle beraber geneİstanbul’un hudaî nabit30 yetiştirdiği halksanatkârlarının husûsiyyetlerini degösteriyordu.Sanatkârlık şöhreti pek erken, dayısınınbahçesinde ramazan geceleri Karagözoynatırken başladı. Bu işten oğlana cepharçlığı çıkacağını hesap eden Mustafa Efendiitiraz etmedi. Memulünden31 çok kolaykopardığı izni alır almaz, Tevfik, tavanarasından eski mukavva kutuları sırtladı,indirdi; dükkândan beş on renkli kalem aşırdı;bir hafta mütemadiyen32 kesti, biçti, boyadı; biralay kâğıttan sanatkâr ortaya attı. HattâKaragöz takımına bir iki yeni sima bile ilave etti.Başlıcaları, Mustafa Efendi’ye benzeyenbakkal, İmam’a benzeyen, yerden bitme, kocasarıklı bir ihtiyar imam. Bir de Emine’nin eşiküçük bir mahalle güzeli... Tevfik perde kurup,

şem’a33 yakıp “zıll ü hayal”34 göstermeklebaşladığı gecenin haftasında çocuk seyircilerinarasında bir sürü yaşlı başlı adam peyda oldu.Haftanın bir gecesinde yalnız kadınlaraoynayacak kadar mahallede rağbet kazandı.Bakkal ile İmam’ın karikatürleri perdedebelirince büyükler arasında hafif bir fısıltıbaşlıyor, mahalle güzeli çıkar çıkmaz, çocuklarayaklarını yere vuruyor, “Emine’ dir Emine...”diye bir ezgi tutturuyorlardı.On dokuz yaşında, Tevfik, kadın rolüneçıkan orta oyuncularının en meşhurlarındanolmuştu. Oyun Çırpıcı Çayırı’na gelince,mahalleli ne yapıp yapıp onu seyre giderlerdi.Erkekler kendisine pek yüz vermezlerdi. Nede olsa semtlerinde yetişmiş bir gencin,yüzüne lâdenden35 ben koyup kaşınarastık,36 gözüne sürme çekip kırıtması cinsîhaysiyetlerine37 dokunuyordu. Fakat en ciddisibile onun maskaralığına gülmekten kırılırdı.Hattâ civarın kibar tarafında konağı olanZaptiye Nazırı Selim Paşa da Tevfik’i görmeye

gitmiş, şanına yaraşmayacak bir hafifliklekahkaha salıvermişti.Aynı sene Tevfik, birbiri ardınca dayısını veanasını kaybetti. Birinden dükkân, ev vearkasındaki bostanımsı bahçe kaldı; ötekindenyüreğine bir türlü dolmayan bir boşluk, birhüzün yerleşti. Bu iki hisse başka başkasebeplerle, esasen kafes arkasından, kapıaralığından devam ededuran Emine-Tevfikmünasebetini körükledi.İstanbul Bakkaliyesi işlek bir dükkân, işinibilen bir bakkal, orada pekâlâ para kazanabilir.Emine’yi, bu pek düşündürdü. EsasenTevfik’de gözü vardı. Bütün mütehakkim38tabiatler gibi o da, balmumu gibi kalıptan kalıbagiren Tevfik’de, ideal bir koca sezdi. Tevfik’inağzından, oyunculuğu bırakıp bakkallıkedeceğine dair söz alır almaz, İmam’ın evindenkaçtı. İmam’ın burnunu kırmak için bumünasebeti körükleyen mahalleli, gençlereyardım etti. Nikâhları başka bir mahalledekıyıldı. İmam’ ın kızı, Tevfik’in evine geldiği günİmam, mahalle huzurunda Emine’yi reddetti.

1. Molla Cami’nin bir sözünün Türkçeyeçevirisidir: “Evrende ne varsa hepsi kuruntu vehayal, yani aynalara vuran yansımalar vegölgeler.”2. Bir çeşit erkek şalvarı.3. Evresi.4. Anlatırlar.5. Tilkininki gibi.6. İriliği.7. Osmanlılarda din işleriyle uğraşan hocalarsınıfının giydiği bir tür üstlük.8. Şiddetli.9. Düzgün söz söyleme kolaylığıyla.10. Kelimelerin söylenişinde, seslerinçıkaklarına, uzunluk ve kısalıklarına göreokunması.11. “Dâllin.” Arapça; sapıtmışlar, yoldançıkmışlar. Kuran’da Fatiha Suresi’nin sonkelimesidir ve “a” (elif) harfi uzatılarak okunur.12. Ölüyü gömmek için gerekli resmi belge.13. Dehşet.14. Dinî inancının.15. Dinsel dogmalar.16. Cezanın.

17. Bilgisizlerdir.18. Katılmak.19. Büyük günahlardandır.20. Öbür dünya.21. Eğilimlerinin.22. Güçsüz.23. Durmadan, ardı arkası kesilmeden.24. Umutsuz.25. Yaradılışta.26. Alçakgönüllülük göstermezdi.27. Orta oyununda kadın rolüne çıkan erkekoyuncu.28. İlişkileri.29. Gizli sebebiyle.30. Eğitim görmemiş, kendi kendini yetirtirmişkimse.31. Umduğundan.32. Sürekli.33. Mum.34. Gölge ve hayal.35. Laden bitkisinden elde edilen sürme, rastık.36. Kadınların kaşlarını veya saçlarınıboyamak için sürdükleri siyah boya.

37. Onurlarına.38. Hükmeden.

2Köşe başlarında yolu beklenilen İmam’ınkızı başka, bakkal Tevfik’in karısı Eminebaşka. Tevfik bunu çabuk anladı. O beyazyüzde kalbe çarpıntı veren ince, penbedudaklar, şimdi vırıltıyı, dırıltıyı yüksek sanatlarderecesine çıkaran aksi bir ağız... Tevfik’indamarlarında kanı eriten siyah gözlerinsıcaklığı yerine, şimdi o gözlerde, daha çokbuz gibi soğuk ve hain ışıltılar görülüyor!Bakkallık gibi, oyunculuk yanında birangaryadan39 başka bir şey olmayan sanatabu kadın için mi girmişti? Her şeye rağmenhâlâ bu kadına bu kadar şiddetle tutkunolmasa, çoktan başını alıp orta oyunculuğunadönecek.Ne yapsın, titiz, ters ama gene Tevfik’ehâkim; kalbi kuru, kafası dar, dili zehir, fakatTevfik henüz ona doymamış. Tevfik evlilikhayatının bilançosunu yaparken, bu noktayagelince duruyor. Bakkallık pek de o kadar fenâ

değil. Bilhassa Tevfik onu, kendi dilediği gibiyaptığı için çok komik tarafları var.Emine’nin inkisarı40 Tevfik’inkinden çokdaha acı oldu. Pek çabuk babasının evinihasretle anmaya başladı. Gerçi Tevfik çokdeğişmemişti, Emine’ye iptilası41 eksilmemişti.Uzaktan hoş gelen nekrelik,42 Emine’ninpeşini bir dakika bırakmayan taşkınlık...Bunlardan biraz usanmıştı. Bilhassa babasıylamukayese edince43 Tevfik’i çok aşağıgörüyordu. İmam temizdi, muntazamdı, erkenkalkardı, evde hemen hiç konuşmazdı. İbadetve para kazanmak... Bütün zamanı, zekâsı buiki işe vakfedilmişti.44Halbuki Tevfik?Evvelâ pisti, sonra yattığı, kalktığı, çalıştığızaman belli değildi. Sabahları yataktankaldırmak için bacağından sürüklemek lâzımdı.Hele yatak çarşaflarını sigara külüne bulayıpyatakta sigara içişi, Emine’yi zıvanadançıkarıyordu.

Yataktan kalktıktan sonra Emine’yemütemadiyen bir sırnaşması vardı ki, bunakadın hiç tahammül edemiyordu.45Bari işine becerikli olsa... Dükkânkarmakarışık, mallar bayat, kibar müşterilerbirer birer çekiliyor, ayaktakımı her gün artıyor.Mütemadiyen veresiye veriyor ve müşteriler aybaşında borç ödeyeceklerine, Tevfik’e dertyanıyorlardı. Bu da yetmiyormuş gibimünasebetlerini kesmeye yemin ettiği oyunarkadaşları boyuna geliyor, ödünç paraistiyorlardı. Esasen beş dakika dükkândayalnız kalsa Tevfik sokağa fırlıyor, kaydırak,çelik çomak oynayan çocukların arasınakarışıyordu.Onlara çok zaman kedi, köpek, horoz,tavuk taklidi yapar, dükkânın önüne bir alayadam toplanır, bir cümbüş giderdi. Hulasa46bakkal dükkânını, hattâ sokağı Tevfik, panayıryerine çevirmişti.Emine’yi bunların hepsinden fazlagazaplandıran şey, belki kocasının kafasında

“para” diye bir kıymet olmaması. Böyle gidersedileneceklerini kocasına söylerse, o, derhal“geçmişlere rahmet” diye cuma akşamı geçenkör dilenci oluveriyor, şayet kadın babasını onamisal diye gösterirse, o, derhal çenesini içeriyeçekiyor, sesini aksileştiriyor, İmam’ın entalakatlı47 üslubuyla, muhayyel48 bir kadınladefin ilmühaberi pazarlığına girişiyordu.Emine nihayet son sözünü söyledi. Tevfikıslah olmazsa,49 kendisi tezgâh başınageçecek, bakkallık edecek, onu da çırak gibikullanacaktı. Ve bir gün arkasında yeldirme,başında baş örtü geldi, tezgâh başına geçti.Çok geçmeden Emine’nin idaresinde,dükkân Mustafa Efendi’nin günlerinden fazlaişlemeye başladı. Artık dükkânın içi, dışıtertemiz, mallar yerli yerinde, mal, müşteriyegöre çıkıyor, her müşteriye başka dildökülüyor. Paralı müşteriler çabuk arttı,veresiye belasının önü alındı. Kimse, sırf çeneyarıştırmak için dükkâna gelemez oldu.Emine’ye biraz sükûnet gelmeye başladı.

Esasen işi o kadar çoktu ki Tevfik’e sataşacakzaman bulamıyordu. Onu şimdi sadecebesleme, çırak gibi, sırf kendinin evde vedükkânda yapamadığı işlerde kullanıyordu.Tevfik’i en çok tazib eden50 Emine’ninmuamelesi51 değil, dükkânın yeni havasıolmuştu. Emine’nin paralı müşterileri, onun fenâhalde sinirine dokunuyordu. Emine dükkânaüstü başı temiz biri girer girmez öyle birdeğişiyordu ki... Çatkın yüzü derhal gülüyor,kısık dudaklar açılıyor, Tevfik’e mütemadiyenemirler veriyor.Tevfik’in fukara müşterileri şimdi, duvarlarasürüne sürüne kabahatli gibi dükkâna giriyorlarve Emine borçlu olanları haşlamak için hiçbirfırsatı kaçırmıyor.Kendi dükkânında, kendisini gariphissetmeye başlayan Tevfik, sık sıkkayboluyordu. Artık Emine’nin tekdirine52maskaralıkla mukabele etmiyor,53 bir köşeyesiniyor, düşünüyordu. Arada da Emine’yi içiniçin süzüyordu.

Bu sükûn, bu teslimiyet Emine’yi pek tatminetmedi, içine şüphe girmeye başladı. Tamamenkendisinin malı addettiği bu aciz54 adamınkapalı bir tarafı olduğunu sezmişti. Sokaktaiken ne yaptığını, evde iken ne düşündüğünüöğrenmek için her hileye başvurdu: vırıltı, tatlıdil, kavga... Fakat muvaffak55 olamadı.Bereket versin bütün gün didinmekten o kadaryoruluyordu ki yatsı namazını kılar kılmazyukarı çekilip yatıyordu.Bir gece, geç zaman Emine aşağıdan gelenseslerle birdenbire uyandı, yatakta doğruldu.Tevfik’in yeri henüz yanında boştu. Terliklerinieline aldı, yavaş yavaş merdivenleri indi.Sahanlıktan dükkâna açılan kapı aralık, içeridelâmba yanıyordu. Gözünü aralığa uydurdu,dükkânı teftiş etti.56Petrol lâmbasının sarı ışığında, havayıbürümüş bir sigara dumanı tabakası gördü.Şeker, sabun sandıklarının üstüne oturmuşacayip kılıklı adamlar sigara içiyorlardı.Bunlardan ekserisi kendisinin dükkândan

kovduğu, Tevfik’in serseri arkadaşlarıydı.Yalnız sarı cüppeli, abanî sarıklı, peykede57bağdaş kurmuş bir cüce vardı ki, onu tanımadı.Herhalde pek keyifli idiler, el çırpıyor,gülüyorlardı. Tuhaf bir vak’a58 seyreder gibidükkânın ortasına gözlerini dikmişlerdi.Emine, “tuhaf vak’a”nın ne olduğunu çabukanladı.Tevfik, Emine’nin taklidini yapıyordu.Dokuma sini örtüsü arkasında güya yeldirme,şeker çuvalı önünde önlük, yemek peşkiri59başında baş örtü... Fakat taklidin en tuhaftarafı, kıyafet kısmı değildi. Tevfik’in genişyüzü daralmış, iri tatlı gözleri büzüle büzüleiğne gibi keskin, burgu gibi delici iki küçük gözoluvermişti. İnce ve çığırtkan bir sesle kurufasulye için pazarlık ediyor. Fakat bu ses,dükkâna giren muhayyel60 müşteriye göre sıksık değişiyordu. Fakat Tevfik’den gözlerinialamıyordu.Dükkân sahnesi bitince, Tevfik, Emine’ninyatak odasındaki halini taklide başladı.

Tezgâhın üstündeki teneke kutuyu ayna gibikarşısına almış, diliyle üst dudağını şişirmiş,üst dudağının tüylerini muhayyel bir cımbızlayoluyordu. Bu doğrudan doğruya bir kadınınmahremiyetine61 tecavüzdü.62 HangiMüslüman helâlini63 böyle teşhir edebilirdi?Sahanlıkta bir insan kasırgası hâsıl oldu.64Mutfağın eve açılan aralık kapısı yıldırım gibicüceye çarptı. Kısık bir kadın sesi, “Çanakyalayıcılar, köpek soyları...” diye haykırıyordu.En önde Tevfik, en arkada cüce,birbirlerinin ayaklarına basarak Emine’ningazabından65 sokağa fırladılar, karanlıktabirdenbire kayboldular.39. Zorla yapılan, bıktırıcı işten.40. Düş kırıklığı.41. Düşkünlüğü.42. Esprililik.

43. Karşılaştırınca.44. Adanmıştı.45. Dayanamıyordu.46. Kısacası.47. Düzgün.48. Hayalî.49. Düzelmezse.50. Üzen.51. Davranışı.52. Azarına.53. Karşılık vermiyor.54. Güçsüz, beceriksiz.55. Başarılı.56. Kontrol etti.57. Alçak tahta sedirde.58. Olay.59 Havlusu.60. Hayalî.61. Gizliliğine.62. Saldırıydı.63. Nikâhlı eşini.64. Meydana geldi.

65. Öfkesinden.

3İstanbul Bakkaliyesi’nin kapısında EbeZehra Hanım, hemen öğleye kadar Tevfik’ibekledi. Emine geceki rezaletten sonra İmam’ınevine iltica etmiş66 ve şayet İmam kendisiniiçeri almaz ise orada canına kıymaya yeminetmişti.Kızının inadını pekâlâ bilen ihtiyar, sabahakarşı Zehra Hanım’ı bulmuş, Tevfik’eyollamıştı. Derhal boşamasını teklif ediyorlardı.Fakat boşansa da, Emine bir daha dükkânadönmeyecekti.Emine’yi ince yerinden vurduğuna kaniolan67 ve nasıl kendini affettireceğini düşünenTevfik, mümkün olduğu kadar dükkâna geçgelmişti. Kapı önünde çatık suratıyla ihtiyarıgörünce şaşırdı. Kadın onu dükkâna çekip devaziyeti anlatınca, şaşkınlığı büsbütün arttı.Her türlü sıkıntısına rağmen, Eminesiz hayatonca tahayyülü68 güç bir şeydi. Onda ne

kadar serseriliğe, başıboş gezmeye alışkanlıkvarsa, o kadar da birine bağlanmak, birininmalı, kulu olmak ihtiyacı vardı. Annesinikaybettiğinden beri bu kadar yalnızlıktankorkmamıştı. Zehra Hanım, Tevfik’in ebesiydive onu çok severdi. Arkasını sıvadı, teselliverdi, Emine ile aralarını bulmaya çalışacağınısöyledi, delikanlının gönlüne biraz ümitserptikten sonra çekildi, gitti.Bu vak’adan sonra geçen ay Emine-Tevfikmünasebetinde Sinekli Bakkal’a göre enromantik aydır. Kadınlara göre Leyla-Mecnunhikâyesi69 gibi bir şey, erkekler gene memnundeğil.Tevfik evvelâ bozuk imlasıyla Emine’ye hergün feryatnameler70 gönderdi, sonra kapısınınönünde dolaşmaya başladı, daha sonra kafesinaltında yüksek sesle karısına ilanı aşk etti.Bundan bir netice alamayınca, akşamlarıiçmeye, çeşme başında kadınlara dertyanmaya kadar döküldü. Dükkân hep kapalı...O, sokaklarda yıkıla yıkıla dolaşıyor. Herhalde

Tevfik’in vaziyeti71 âdetâ “Adab-ı umumiyeyiihlal”72 ediyordu. Mahalleli Komiser’e şikâyetettiler.Komiser, bir gün onu mahalle karakolunaçağırdı.Kendi dindar, muhafazakâr ve İmam’ınvaazlarına muntazaman73 devam eden birinsandı. Ona Tevfik, âdetâ kanı helal bir kâfir,başı ezilecek bir yılandan başka bir şey değildi.Birinci defaya mahsus olmak üzere karakolda,Tevfik’e temiz bir sopa çekti. Bir daha İmam’ınkapısında görür, kadınlara dert yandığınıişitirse, vücudunda kırmadık kemikbırakmayacaktı.Tevfik, dükkânını bütün bütün kapadı,Sinekli Bakkal’dan kayboldu. Fakat çokgeçmeden Tevfik’in şöhreti tekrar mahalleyiçınlattı. Gene orta oyununda kadın rolünedönmüştü. Bu defa Bakkal Çırağı isminde birde oyun uydurmuştu. Bu, bir bakkal kadınlaçırak olan kocası arasında bir maceraydı.Bütün İstanbul gülmekten kırılıyor, ecnebiler74

bile bu oyunu görmek için Göksu’ya75gidiyorlardı. Değil büyük konaklara, hattâSaray’a da çağırılan bir oyuncu olmuştu.Bu haberi Emine, babasının evinedöndükten sonra aldı. İşin en felâketli tarafı,Emine’nin dükkânı terk ettikten sonra anladığı,gebeliğinin hayli ilerlemiş olmasındaydı. BütünSinekli Bakkal açıktan açığa, “Bakkal Çırağı”oyunundaki kadının Emine olduğunusöylüyorlardı. Emine sokaktan geçerkenkülhanbeyleri76 birbirini dürtüp gülüyorlardı.Kısmen Emine’nin zorundan, kısmen deTevfik’e gazabından İmam, talâk77 içinmahkemeye müracaat etti.Kadı huzurunda, mahkeme heyetihuzurunda, vaazlarını sönük bırakan birtalâkatla78 Emine’nin Tevfik’den çektiklerinianlattı. Hiç, Hâkim Efendi, kendi helâlini yâr uagyâr79 nazarında80 bütün mahremiyetiyleteşhir eden81 Müslüman bir erkek görmüşmüydü? Hâşâ... Görmemişti.

Muhakemeyi dinleyenlerden, Tevfik’e tatlısaatler borçlu olanlar bile, İmam’ın sözlerinintesiriyle Tevfik’e kızdılar. Tevfik Emine’yiboşamaya mecbur oldu. Fakat vak’a bununlakapanmadı, dedikodu çoğaldı. Din, imangidiyor, şer’-i şerîfe82 mugayir83 şeyler oluyor,diye önüne gelen Padişah’a jurnal84 veriyordu.Efkârı teskin için85 Saray, Tevfik’i bir zamanİstanbul’dan ayırmaya karar verdi. Tevfik’iidareten Gelibolu’ya sürdüler.Bir sene geçmeden şen ve vefasızİstanbul, vaktiyle o kadar sevdiği sanatkârı da,sanatkârın günahını da unutmuş gibiydi. YalnızSinekli Bakkal, Emine’nin kucağında Tevfik’inkızını görünce onu hatırladı. Tevfik’in kızınınadını Rabia koymuşlardı.66. Sığınmış.67. İnanan.68. Düşünülmesi.

69. Arap, Fars ve Türk edebiyatlarının ortakmesnevi konusu olan bir aşk hikâyesi.70. İnleme mektupları.71. Hali.72. Genel ahlakı bozma.73. Düzenli olarak.74. Yabancılar.75. Osmanlı döneminde İstanbul’un Anadoluyakasındaki mesire yeri.76. Kabadayılar.77. Boşanma.78. Düzgün söz söyleme kolaylığıyla.79. Dost ve düşman.80. Gözü önünde.81. Sergileyen.82. İslam şeriatına.83. Aykırı.84. Haber, istihbarat.85. Sakinleştirmek için.

4Rabia, zamanındaki bütün akranları gibi,beş yaşında tabla dökmeye, kahve fincanıyıkamaya başladı. Yedi yaşında adamakıllı evişi gören bir kızdı. Hele büyükbabasınınhizmetine hep o bakardı. Bunlar SinekliBakkal’da her kız çocuğu için o zaman tabiî86olan şeylerdi. Rabia’yı öteki çocuklardanayıran şey, İmam’ın tesirine87 bu kadar erkenmaruz88 olmasıydı.Başka çocuklar, o yaşta nasıl bayramsalıncağı, kukla oyunu ile aşina89 iseler, Rabiada o kadar cennet ve cehennem denilenyerlerle aşina idi. İmam Hacı İlhami Efenditorununa bu iki yeri kendisine göre bütünhusûsiyyetleriyle90 tanıttı. Cehennem ondadaha derin alaka uyandırdı. Büyükbabasısöylerken dişleri kilitlenir, arkası ürperirdi.Fakat gözlerini açar dinlerdi. Evvelâ İmam,

Dante’yi91 solda sıfır bırakacak bir dehşetle buukubet92 diyarını canlandırıyor, sonrababasının, ezelî93 yurdu orası olduğunu,şüphe götürmez bir katiyetle94 söylüyordu.Kız, cehennemden korktu, fakat İmam’ın tarifettiği cenneti de pek cazip bulmadı.Muhayyilesinde,95 ortasından sessiz bir deregeçen bir çayırlık canlanıyor, oradabüyükbabasına benzer kocaman sarıklı, asıksuratlı imamlarla, annesine benzer yamanyüzlü kadınları el ele vermiş, sabahtan akşamakadar, makamı96 insana uyku veren, birilâhî97 söylediklerini görüyordu. Dimağının98ilk tasavvurları99 bu kadar çetin100 olan buküçük kız, hayatının ilk senelerini etrafımemnuat101 duvarlarıyla çevrilmiş, böyle birmuhitte102 geçirdi. Belki bundan dolayıçocukluk hulyâlarını kafasında saklamaya,yüzünün ifadesine kadar hâkim olmaya, yaniiradesini kendi kendisine terbiye etmeye

mecbur oldu. Bu devirde muhitine bir tek isyanıoldu. O da bebek dikmeyi “suret halketmeye”103 müsavi104 bir günah addeden105büyükbabasının emirlerine rağmen, mısırpüskülünden yapılmış uzun saçlı, mavi boncukgözlü bir tek kırmızı boncuktan ağız konulmuşbir bez bebek dikti, sakladı. Emine’nin keskingözleri bu günahını keşfedince büyükbabasıylakarşı karşıya geldi. Hacı İlhami Efendi’ninmektep hocalığı günlerinden kalma, değnekleyediği ilk ve son dayağı seneler geçtikçeunuttu. Fakat bebeğin çamaşır kazanınınaltında yanması, mavi boncukların beyazbezden ayrılması; bunları sahiden bir çocukyanmış gibi hissetti. Boğazında acı bir yumru,gözleri kupkuru, yüzükoyun mutfağın taşlarınakapandı, uludu.Bu meşhur vak’adan106 sonra anasının vebüyükbabasının şikâyet edebileceği biryaramazlık yapmadı. Artık etrafındakikuvvetleri, ölçmüş, kendi aczini107 sezmişti. Okadar uslu oldu ki mahallede her ana onu

kızına numune108 diye gösteriyordu. Nefsinimüdafaa için109 etraflarının rengini alan kuşlarve böcekler gibi o da yüzünü, tavrını ve sesini,muhitinin gülmeyen, eğlenmeyen sıkıntılıifadesine uydurmuştu.Hacı İlhami Efendi, Emine-Tevfikmacerasından ağzı yandığı için torununumahalle mektebine göndermedi. Rabia’nın ilktahsilini110 kendi eline aldı ve derhalbambaşka olduğunu anladı. Namaz surelerinibu kadar çabuk ezberleyen bir hafıza henüzgörmemişti. Bir taraftan da Emine, çocuğun birdefa işittiği bir şarkıyı tatlı ve yaşına göre kalınbir sesle, iş görürken söylemesine dikkat etti.Baba kız aralarında düşündüler, taşındılar, kızıhafız yapmaya karar verdiler. İmam İstanbul’dahafız yetiştirmekle meşhur değil miydi?Bir zaman Rabia her sabahbüyükbabasının önünde küçük bir rahleye111diz çöküyor, zayıf elleri dizlerinde, büyük, balrengi gözleri İmam’ın gözlerinde, iki tarafasallana sallana Kuran’ı ezberliyordu.

Evvelâ bilmediği bir lisanda112 bu kadaruzun ezberleme ona biraz güç geldi. Fakat buda çabuk geçti. Arap dilinin ahengi,113tilavetin114 icap ettirdiği115 yarım seslerdengeçen makamların tesiri,116 âyet117sonlarında hummalı118 bir nabız gibi sesin sonheceye vuruşu, bunlar, hep onu gaşyeden119bir mûsikî heyecanı verdi. Yeşil benekli, altıngözlerini duman bürüyor, ince yüzü sararıyor,dudakları kuruyor, ta kalbe giden pürüzsüzsesi, şelaleden dökülür gibi ahenk döküyor veküçük vücudu bu ahenge uyarak genişzaviyelerle120 yandan yana, önden arkaya birsaat rakkası121 intizamıyla122 sallanıyor,sallanıyordu.Tevfik’in kızı on bir yaşında hıfzını123dinletti ve İstanbul’un en küçük, fakat latif124üsluplu ve en yanık sesli hafızı olarak tanındı.Büyük mevlidlere aşır125 ve ilahî, selatin

camilere126 Ramazan’da mukabele127 içinbüyük ücretlerle çağrılıyordu.İlk Ramazan’da, İmam’ın iki senedekazanamadığı parayı kazanıverdi. Hacı İlhamiEfendi sevincinden ellerini ovuşturuyor, heryerde kızın Tevfik’den ziyade128 kendineçekmiş olduğunu iftiharla129 anlatıyordu. Bugünlerde Rabia da memnundu. Camilerdeetrafına yığılan cemaatten, sesinin uyandırdığıheyecandan bilmeyerek muvaffak olan birsanatkâr hazzı130 duyuyordu.İlk muvaffakiyeti131 ve tanınması, ValdeCamii’nde132 olmuştu ve Selim Paşa’nınkarısının dikkatini de orada mukabele okurkencelb etti.13386. Doğal.87. Etkisine.

88. Girmiş.89. Tanışmış.90. Özellikleriyle.91. 1265’te Floransa’da doğan ünlü İtalyan şairiDante Alighieri.92. Azap.93. Öncesiz.94. Kesinlikle.95. Hayalinde.96. Türk müziğinde bir dizinin işleniş biçimineverilen ad.97. Tanrı’yı övmek, ona dua etmek için yazılıpmakamla okunan nazım.98. Zihninin.99. Düşünceleri.100. Zor.101. Yasaklama.102. Çevrede.103. Biçim yaratmaya.104. Eş.105. Sayan.106. Olaydan.107. Çaresizliğini.

108. Örnek.109. Kendisini korumak için.110. Öğrenimini.111. Üzerinde kitap okunan, bazıları açılıpkapanabilen alçak, küçük masa.112. Dilde.113. Uyumu.114. Okunuşun.115. Gerektirdiği.116. Etkisi.117. Kuran surelerini oluşturan cümlelerden herbiri.118. Yoğun, sürekli.119. Kendinden geçiren.120. Açılarla.121. Sarkacı.122. Düzgünlüğüyle.123. Kuran ezberini.124. Güzel.125. Bir dinî tören sırasında Kuran’dan okunanon ayetlik bölüm.126. Padişah adına yaptırılan büyük camilere.127. Camilerde yüksek sesle Kuran okumak.

128. Çok.129. Övünçle.130. Mutluluğu.131. Başarısı.132. Valide Camii’nde. Pertevniyal ValideSultan Camii. Aksaray’da Abdülaziz’in annesitarafından 1871’de yaptırılmıştır.133. Çekti.

5Hayır sahibi bir kadın, merhametli veatıfetli,134 sağ elinin verdiğini sol eli duymaz...Bu, Selim Paşa’nın karısı Sabiha Hanım’ın bircepheden görünüşü. Fakat onun dedikoduyasebebiyet veren başka bir yüzü daha vardır.Saza, söze düşkün, başına bir sürü dalkavuktoplar, dalkavuklarından çarçabuk bıkar, birdalda durmayan bir kadın! Dedikodu en ziyadebıkıp attığı dalkavuklardan çıkar. Fakatbunların hiçbiri Sabiha Hanım’ı müteessiretmez135 Kahkahası daimî, neşesi mikrop gibiyakınlarına geçer.Yaşı ve içtimaî mevkii136 uysun uymasınher hoşuna giden insanla dosttur. Dostlarıvakitli vakitsiz konağa gelir ve Hanımefendi’ninodasına dalarlar. Bununla berabermizacına137 uymayanlara, hattâ vükela138karısı da olsalar, çok soğuk muamele eder.139

Fakat, gene de nazik ve terbiyelidir. Zamanınınpek sıkı olan içtimaî protokoluna riayeteder.140Sabiha Hanım’ın ahbabı141 olmayıp sırfbayram, kandil günleri etek öpmeye gelenlerarasında Emine ve kızı Rabia da vardı.Emine’den kadın hoşlanmazdı. Bu da İmam’ınsuratsız, soğuk kızının meşrebine142uymadığı için değil... Garip olarak, busoğukluğun sebebi Tevfik’ti. Sabiha Hanımkonağa gelin geldiği günlerden beri Tevfik’i birmahalle çocuğu olarak tanımış,maskaralıklarını sevimli bulmuştu.Ekseriya143 arabasını durdurur ve oğlanıçağırır, söyletir ve eline bir çil çeyrek144tutuştururdu. Tevfik orta oyununa çıkıncaseyrine en sık gidenlerden biri Selim Paşa’nınkarısı oldu. Delikanlının, İmam’ın kızıylamacerasını ve akıbetini145 dikkatle takip etti.Tevfik sürüleceği zaman Paşa’sına,alıkoyması için rica etti. Fakat Selim Paşa,


Like this book? You can publish your book online for free in a few minutes!
Create your own flipbook