şöhretinin verdiği çocuk gururu uyandı. Hayatne garipti! Sinekli Bakkal semtinin sokaklarınabenzemiyor değildi. Rabia bumukayeseye1427 tebessüm etti. Bir köşedensaparsın dar, karanlık bir sokak, öteki köşedençıkarsın ferah, geniş bir cadde. GalibDede’nin1428 dediği gibi: “Kimi terk-i nâm uşâna, kimi itibara” düşüyor.Nejad Efendi’nin korusu Satvet Bey’ebitişikti, fakat köşk tepede olduğu için iki tarafıağaçlık, uzun ve dolambaçlı yokuşlardantırmanmak lâzımdı. Hayvanların yanları teriçinde, fakat bir solukta Rabia’yı tepeyeçıkardılar. İki haremağası1429 karşıladı.Kapıda iki saraylıya teslim ettiler. Bu iki süslükadının arasında lahurî siyah yeldirmesi, beyazbaş örtüsüyle ne kadar buraya yabancıgörünüyordu. Aynalara gözü iliştikçe,utanmasa kendi aksine dilini çıkaracaktı.Onu soymak için bir odaya aldılar. Saray’dabaş örtüsüyle oturmak âdeti olmadığınıanlattılar. O “Efendi...” diye başlayınca kadınlar
güldü. Dünya kuruldu kurulalı kimsehünkârlardan, şehzadelerden kaçmazmış.Rabia yeldirmesini, baş örtüsünü verdi. Bir kızona gümüş bir ayna tuttu. Ayrık saçlarının birteli dağılmamış, sımsıkı başını saran kumralörgüleri de aynı intizamı muhafaza ediyor.Fakat aynada, bu yünlü entarili, parlak dikişlihırkalı uzun mahlûku, siyah yeldirmelimahlûktan daha tuhaf buldu. Kanarya’nınyanına girince kendini de, kıyafetini de unuttu.Kanarya, kendi muhteşem dekoru arasındaevvelâ biraz Rabia’yı ürküttü, fakat çoksürmedi. Esasen hemen onun meşkvereceği1430 kızları getirtmiş, ona takdimetmişti. Sesi güzel olan bir Habeş kızınasadece hanendelik1431 öğretilecek. AdınınGülbeyaz olduğunu Kanarya söyleyince azıcıkgüldü. Öteki iki sarışın, ufak tefek Çerkeskızlarının adları Nevgice ve Mahpeyker’di.Onlara kemence ve ud öğretecekti. İşte onunKanarya’nın köşkünde yetiştireceği üçlükalaturka takım bunlardı. Her pazartesi köşke
gelecek, çarşamba sabahına kadar kalacak,gündüzleri meşk verecek, geceleri Kanarya veEfendi’yle oturacak.— Haydi gidin, başlayın. Ders bitinceHocahanım’ı buraya getirirsiniz. Pek uzatma,Rabia, öğle yemeğine misafirimiz var.Köşkün arkasında, bahçe üstünde birodada Rabia iki saat uğraştı. Kanarya’nınyanına çıktığı zaman yemek vakti olmuştu.Yan yana yemek salonuna gittiler. Kanarya:— Henüz Efendi’yle misafirleri gelmemişler,dedi. Rabia’yı yemek salonundan bir balkonaaçılan camlı kapıya götürdü. Yan yana karşıtepelerin boz rengi başlarını, iki sahil arasındankıvrılıp giden Boğaz’ı seyrettiler. Arkalarındaayak sesi duyunca ikisi birden döndü. NejadEfendi bir tarafında Vehbi Dede, bir tarafındaPeregrini onlara doğru geliyordu.— Rabbim, sen günahımı affet. Başımdaörtü yok. Vehbi Dede’den kaçtığım yok, çünküo derviş. Şehzadelerden kaçılmazmış, fakat buherif, üste de bir gâvur, diyordu.Birdenbire bir günah evhamına1432
kapılmıştı. Hattâ Kanarya’nın bile başı açıkolması, bu sıkıntılı hissi izale edemiyordu.1433Eğer çocukluğunda İmam gibi çetin birmürebbinin elinde kendini zaptetmeye alışmışolmasaydı, odadan fırlayıp çıkacaktı. Efendi’yeyerden temenna etti,1434 Vehbi Dede’nin eliniöpmeye çalıştı. O bermutad elini vermedi, ozarif Mevlevî selâmını verdi. Peregrini’ ninuzattığı eli sıktı. Fakat parmakları, uçları buzgibi, gözleri piyanistten kaçıyordu.Peregrini’nin, hattâ on beş senelik İstanbulhayatına rağmen, Rabia’nın içindeki günahkorkusunu anlaması ihtimali yoktu. Saçınıgöstermenin ne kadar günah addedildiğinibilmez değildi. Fakat Rabia’yı o kadar senedirtanıyordu ki. Gerçi muayyen bir yaştan sonrakız, hep başını örtmüştü. Fakat çok zamanörgülerinin ucunu baş örtüsünün altındangörmüştü. Kızın yalnız saçlarının başınatoplanışını çok zarif buldu.— Altın yılanlar gibi. Vay Medusa1435 vay,diyordu. Rabia’ya bunu söylemek isterken
kızın başını kendinden çevirdiğine, Efendi’yebaktığına dikkat etti. Gerçi Efendi bakılacak biradam ama, Peregrini’ye göre, onun güzelliğindebir erkeğe yaraşmayan garabet1436 var.Ancak bir dejenere bu kadar kusursuz tarzdagüzel olabilir. “Kadın olsam bu genci yanımayaklaştırmam,” diye içinden söyleniyordu.Peregrini biraz haklıydı. Nejad Efendi,yıpranmış hükümdar sülalelerinin aradayetiştirdikleri fazla güzel ve acayip simalardanbiriydi. Çekik kaşlarının inceliği bir genç kızkaşı gibi; koyu mavi gözlerini çerçevelendirensiyah kirpiklerinin uzunluğu ve kıvırcıklığı geneonları bir kız çocuğu gözlerine benzetiyor;ağzının küçüklüğü, dudaklarının kıvrıntıları,ufak sarı bıyıkları fazla özenilmiş. Burnuailesininkine hiç benzemiyor. Ufacık. Yüzününheyeti umumiyesi1437 onu duvar dekorlarınabenzetiyor. O da biraz mütehalik1438 birtavırla hep yanında oturan Rabia ile meşgul.Saray’ın dört duvarları arasındamuhayyileleri de, sinirleri de hasta kadınların
gönlünü yanmış harman yerine çeviren bugüzellik Rabia’ya hiç tesir yapmadı. O, esasenSaray halkının kadını da, erkeği de alelâdeinsanlara benzemediğine kaildi. Bununlaberaber Efendi’nin sıkılganlığında,kekelememek için sarf ettiği gayrette sevimli birköşe bulmuştu. Belki biraz da Efendi’nin pekbariz surette1439 kendisiyle alâkadar olmasıonu mütehassis etmişti.1440 Fakat ikisinin debirbirine karşı duydukları alaka sofradamütemadiyen birbirleriyle meşgul olmalarındane güzellik ne cinsiyet bir rol oynuyordu. Hiçkimse bu sıkılgan gencin sarayınharicindeki1441 insanları ne kadar derin birtecessüsle bilmek istediğini tahayyüledemezdi. Rabia’nın, bilhassa Saray’a birvazife ve yahut içtimaî sebeplerle aradagelebilen sınıflardan birine mensup olmamasıdaha ziyade Efendi’yi cezbetmişti.1442Utanmasa dikişli, yün hırkasını eliyleokşayacak; o kadar kızın kıyafetini bileSaray’ın süslü kadınlarından başka buluyor.
Kendi kendine:— Bir mahalle imamı torunu, bir ortaoyuncusu kızı, kendisi de şu içini görmek hiçnasip olmayan küçük evlerden birindeoturuyor, diyor, sonra Rabia’ya dönüyor:— Hanım, sizin sokağın adı Sinekli Bakkalolduğunu söyledi. Ne sevimli isim, diyesaraylılara mahsus o biraz sun’î, kesik gülüşüile gülüyordu.Peregrini karşılarındaydı. Sofrayaoturduklarından beri kızın nazarı dikkatini celbetmeye1443 muvaffak olamamıştı. O kadarkızmıştı ki, Kanarya ile konuşan VehbiEfendi’nin onu lâkırdıya karıştırmak için sarfettiği zahmete lakayt kalmıştı.Nejad Efendi’nin bu garip gülüşü içinizaferle doldurdu. Bu aptal gülüşe nasıl olmuşda şimdiye kadar kendisi dikkat etmemişti.Fakat Rabia’nın buna dikkat ettiğine dair biremare1444 yoktu.— Yazın bizim sokaktaki sinekleri görsenizadını da, kendini de bu kadar sevimli
bulamazdınız. Hiç bizim sokaktan geçtiniz mi,Efendim?— Hayır. Fakat hep bu arka sokaklardaevlerin içini de, içindekileri de çok merakederim.— Pek merak edilecek yerler değil.Bilhassa sokak hem pistir, hem gürültülüdür.Çeşme başında her gün kavga vardır, çocuklarsabahtan akşama kadar çamurlara yuvarlanır.— Harikulade, harikulade...Rabia ona görülmemiş bir memleketten yenidönen bir seyyah gibi geliyordu. O ne söylesesinirli sinirli ve tabiî olmayan gülüşü ilegülüyordu. Rabia hafifçe içerledi. SinekliBakkal’da böyle gülecek ne vardı. Köşkününiçine kurulmuş, bir lokma kuru ekmek içinsabahtan akşama kadar didişen zavallılarınhalini meraklı bir roman gibi dinliyor. Vay beyimvay! Kaşlarının arasındaki çizgi hafif hafifbelirdi. Mahsus1445 mübalâğa etmeye kararverdi:— Bizim sokaktakilerin bazılarının ne kadarfukara olduklarını bilseniz pek harikulade
bulmazsınız, Efendim. Mesela eskici FehmiEfendi. On iki saat çalışır. Gözlerine zavallı ikigözlük üst üste takar. Bazı geceleri biledükkândadır. Dört kızı var, karısı var. Hepsi birbuçuk odada yatar, kalkarlar. Bununla beraberher gün kursaklarına sıcak yemek girmez.Ekmeklerine katık bile bulamadıkları günlervardır.— Vah zavallılar, vah zavallılar!Efendi’nin gözleri dolmuştu. Fakat kendisi,gözlerine yaş getiren bu teessürden1446memnun. Kuru ekmekten başka yiyecekbulamayanlar, bir buçuk odaya dolup yatanbütün bir aile, bunlarda bir orjinalite buluyordu.Saray’da elemler,1447 kederler hep bir örnek.Kıskançlık, entrika, hırs, artık kusacak kadariğrendiği cinsiyet ihtilaçları!1448Rabia mevzuu değiştirdi. SabitBeyağabey’den bahse başladı.— Harikulade, harikulade...Biraz sonra o da Rabia’ya doğru eğildi,anlatıyordu:
— Amcazadem Raif Efendi tulumbacılarabayılır. Kendisine mahsus bir tulumba yaptırdı.Arada sırada beyleri de, kendi de tulumbacıkıyafetlerine girerler. Kendisi tulumbacıbaşıolur, başa geçer. İçeriden hanımlar yangınişaretini verir. Beyleri tulumbayı omuzlar,Saray’ın bahçesinde koşarlar...Efendi gene gülüyordu. Fakat Rabiagülmedi. Hattâ kaşlarının arasındaki çizgiderinleşti. Bu ne hazin, ne zavallı hayat. NejadEfendi’nin babasının deniz, kaptanlık oyunu,Raif Efendi’nin tulumbacılık oyunu. Hayat,Saray duvarları arasında hep böyle solgunmu? Bunlar hep yalancıktan yaşamak oyununumu oynuyorlar?— Sabit Beyağabey nasıl konuşur?— Huzurunuzda tekrar edemem, Efendim.Efendi ısrar etmedi. Rabia, SabitBeyağabeyi’nin küfürlerinin en nadidesinihatırlıyor. Dudaklarının gülmemek içinsıkıyordu. Efendi yan yana sandalyesiniRabia’ya biraz daha yaklaştırdı. Âdetâ birbirinegizli bir şeyler söyleyen iki çocuk gibiydiler.
— Çamlıca’da bizim köşke yakın bir bakkaldükkânı vardı. Ben çok küçüktüm. Araba ilegeçerken çırak çocuk, mavi önlüğü ile fırlar,arabanın arkasından koşardı. Bilseniz nekadar o çocukla oynamak isterdim. Gecelerirüyama girerdi.Rabia içinden ilk defa Efendi’yi de dilekleri,mahrumiyetleri olan kendisi gibi bir insan olarakgördü. O, sesini daha alçaltmıştı. Belli kisöylediğini kimsenin işitmesini istemiyordu.— Çocukken ben hiç oynamadım.Oynatmadılar. Etrafımda bir sürü büyükadamlar. Sabah, akşam kafamı lüzûmsuzşeylerle doldurdular durdular. Hepsi insandanziyade bir manken. Bunların bana ne faydasıvar?Rabia da onun kulağına söyler gibi:— Ben de küçükken hiç oynamadım.Oynatmadılar. Babam sürgünden gelinceyekadar gülmeyi bile adamakıllı beceremezdim,diyordu.— Kızlar tabakları alsınlar mı, EfendiHazretleri?
Önlerindeki yemek çoktan bitmişti. Ellerindegümüş sahanlarla arkada bekleyen kızlar,Efendi’yi rahatsız etmemek için tabaklarıalmaya cesaret edememişlerdi. Kanarya’nınsesi, ona, misafirleri beklettiğini ima eder etmezfenâ halde mahcup oldu:— Ta, ta, tabiî... diye kekeledi.Peregrini içinden, “Bu dejenere Prens bizidaha ne kadar sofrada tutacak?” diyehomurdanıyordu.Kanarya, Vehbi Dede’ye diyordu ki:— Dün akşam Rabia’nın güzel sesi ikihanımı bayılttı. Ne güzel okudu, değil mi? SizSatvet Bey’le beraber dinlemişsiniz.Rabia’nın kalbi şiddetle çarpmaya başladı.Eğildi, Vehbi Dede’ye bakıyordu. O, âdetâmüstehzî, gülümsedi.— Fenâ değildi. Fakat an’anevi okuyuştançok ayrıldı.— Ben dün akşamki okuyuşunda bizim “şermert”in1449 tesirini kuvvetle hissettim.Kanarya Peregrini’nin yüzüne baktı. O,ellerini çırpıyordu:
— Bravo Rabia Hanım. Ne kadar oradaolup dinlemek isterdim.— Olamazdınız, çünkü Müslümandeğilsiniz.Kanarya:— Fakat Misis Hopkins de Müslüman değil.Pekâlâ geldi, dinledi, diyordu.— Fakat o hanım dindar. (Peregrini’ye baktıve ona hitap etti.) Siz dinsizsiniz, değil mi?Belki Mevlid’e gelseniz, eğlenirsiniz.Rabia’nın bu kadar nezaketsiz muamelesiniVehbi Efendi hiç görmemişti. BilhassaPeregrini’ye karşı her zaman o kadar mütevazıdavranırdı ki. Âdetâ sert bir sesle Rabia’ya:— Haksızsın, dedi. Peregrini kadar dine,an’aneye hürmet eden, sen kimse gördün mü?Galiba seni dinlemek için nasıl cami camidolaştığını unuttun.Rabia kızardı. Fakat pişman olmamıştı.Peregrini’yi acıtmak, rahatsız etmek için galebeedemeyecek1450 kadar içinde şiddetli birisyan vardı.
Bu muameleden1451 en çokmüteessir1452 olması lâzım gelen adam, âdetâmemnun görünüyordu. Bir saat devam edenlakaydiden1453 sonra, Nejad Efendi’yegösterdiği alakadan sonra kendisiyle meşgulolması onu âdetâ sevindirmişti.Sofradan kalkınca Efendi sordu:— Hafız Hanım ne günleri gelecek, Hanım?— Pazartesiden çarşambaya kadar buradaolacak.— Pazartesi akşamları, esasen VehbiDede ile Mösyö Peregrini de gelmiyorlar mı?Fakat siz geç kaldınız, bugün Efendimizepiyano çalacaktınız.Erkekler çekildi. Kanarya, yalnız kalınca,ellerini kızın omzuna koydu, gözlerinin içineyalvarır gibi baktı:— Senden bir şey rica edeceğim, Rabia.— Ne isterseniz yaparım.— Mutlak konağa gideceksin. Benimhatırım için. Geçmiş şeyleri unut. Eğer Paşabeni sorarsa kendisini unutmadığımı ve Hilmi
Bey’in meselesi için çok keder ettiğimi söyle.Bana söz veriyor musun?— Bu hafta giderim.Rabia’nın Selim Paşa’ya kini, ikinciderecede kalmıştı. O kadar kendisiylemeşguldü ki Selim Paşa’yı kolaylıklaaffedebilirdi.1424. Duygulanmış.1425. Bununla beraber.1426. Bundan dolayı.1427. Kıyaslamaya.1428. Şair Şeyh Galib Dede (1757-1799).1429. Osmanlı saraylarında ve büyükkonaklarda harem ile selamlık arasında hizmetgören hadım, zenci köle, hadım ağası.1430. Ders vereceği.1431. Şarkıcılık, okuyuculuk.1432. Kuruntusuna.1433. Gidermiyordu.1434. Eğilerek selam verdi.
1435. Yunan mitolojisinde kafasında saç yerineyılanlar olan, kanatlı bir genç kadın. Gorgo’larınen ünlüsü.1436. Tuhaflık.1437. Genel görünüşü.1438. Aceleci.1439. Belirgin şekilde.1440. Duygulandırmıştı.1441. Dışındaki.1442. Etkilemişti.1443. Çekmeye1444. Belirti.1445. İsteyerek, bilerek.1446. Duygulanımdan.1447. Dertler.1448. Çırpınmaları.1449. (Fr.) Cher Maître. “Sevgili Efendi.”1450. Karşı koyamayacak.1451. Davranıştan.1452. Üzgün.1453. İlgisizlikten.
8Yaaaa, yaaaa! Cüce rolünde halkıgülmekten katıltan sırıtış, Rakım’ın bütünburuşuklarını kaplamış, ayrık gözlerievlerinden uğramış. Rabia, Nejad Efendi’ninsarayını tarif ediyor. İpek eteklerini fışıl fışılsofalara salıverip salınan, hotozları birdenşakaklarından aşağı düşecek gibi eğik dolaşansarışın saraylılar; sesi billûra benzeyen,vücudu bakır bir heykel gibi dümdüz olanHabeş Gülbeyaz! Daha neler neler! NejadEfendi, Rabia, Sinekli Bakkal’ı anlatırken nasılkendinden geçmiş bir halde dinliyorsa, Rakımda sarayın tarifini öyle dinliyor. Efendi için halk,keşfedilmemiş bir dünyayı, hakikî hayatdünyası; Rakım için saray sadece bir masal,fakat harikulade bir masal.Rabia’nın odasındaydılar. Patiska perdelerinmiş. Üçü de mangalın etrafında. Rabiageceliği ile örgüleri omzunda, yere bağdaşkurmuş, parmaklarını ateşte kızartır gibi
bidüziye ısıtıyor. Başını sağa sola sallayarakağzını şapırdatarak, bir çocuğa masal söylergibi söylüyor. Fakat biraz da babasından gelenyarı komik, yarı feylesof1454 bir meddahtavrıyla söylüyor. Saray, bazân muhteşem,bazân gülünç, bazân da o kadar zavallı vecansız ki...— Buuu, buuuu, buuuuu!Poyraz rüzgârının çıkışı. Birbiri ardıncadaha çabuk daha uzun buvlayıp geçen iniltiler.Çakıl taşları mutfağın kapısına dolu tanesi gibiçarpıyor. Ve Penbe sigarasını içiyor. O, busaray masalı ile alâkadar değil. Rakım’ınşevkini1455 safdil1456 buluyor. O, Rabia’nınyanaklarında gelincik çiçeği gibi açan gönülsıtmasını, gözlerinin güneş vurmuş gibiışıldayan yeşil, sarı ışıklarını tetkik ediyor.Bunlar birer tehlike işareti. Mutlak sarayda birşeyler olmuş. Kahbe, onlara belli etmemek içinböyle kocakarı masalı anlatıyor.Durmadan, üşenmeden, Rakım’ı gaşyedensahneler yaratan bu penbe dudakların
arkasında bambaşka bir Rabia var. O, yüzübazân zaferle buruşan orta yaşlı, kısa boylu,sivri sakallı şeytanla cebelleşiyor.1457 HazretiAli nasıl vaktiyle ejderlerle cenk etti,1458hepsini nihayet yere vurduysa Rabia daömrünün bu tek şeytanıyla öyle güreşecek.Din, an’ane elinde birer gürz ve kalkan. Oşeytanı yere vuracak, yerin dibine geçireceken kadir silahlar. Yoksa imanından olacak. Birakşam evvel, gâvurluğunu ne güzel yüzünevurmuştu. Rabia’nın şeytanı, bilsin kiaralarında geçitlerin en genişi, en geçilmezivar. Din ve an’ane geçidi.Peregrini dar kafese konulmuş azgın birkaplan gibi odasında dolaşıyor. Saray gözününönünde, Nejad Efendi sinsi sinsi sandalyesinikıza yanaştırıyor, eğiliyor, âdetâ başlarıbirbirine dokunacak. Kızın kulağına bir şeylerfısıldıyor. Bal gözlerin mevceleri küçük küçükalevler gibi. Peregrini’nin yüreğini yer yertutuşturuyor...Beklemediği bir dakika içi, susuzluktan
yarılan kuru topraklara düşen rahmet gibişefkatle, rikkatle doldu. Kafasına, kalbinesükûn indi. Utanmıyor musun, Peregrini?Vaktiyle evlenmiş olsan Rabia kadar kızınolurdu. Zavallı yavrucak! Çocukluğu, gençliğiyaşlı mûsikî muallimleri,1459 cüceler, ihtiyarpaşalar arasında geçen bu kızın gençliğininhakkını inkâr etmek bir zulüm değil mi?— Ben size demedim mi, Paşa? Rabiabugün geldi. Yarın Penbe’nin mercanküpelerini, kırmızı canfesini aldırmak içinŞükrüye Hanım’ı çarşıya yollayacağım.Paşa cevap vermiyor. Düşünüyor. Rabiagündüz gelmiş, demek onun evde olmadığısaati iyi hesaplamış. Hâlâ kız, ona dargın. Bukadar genç bir göğüste ne sönmez, ne derin birkin. Kapı açılıyor, Bilâl odaya giriyor.— Ne haber evlât?— Hayırlar Efendim. Annem bir şey ister midiye yoklamaya geldim.Bilâl’in, Sabiha Hanım’ın Hilmi’den boşkalan gönlüne yavaş yavaş girmeye başladığı
artık aşikârdı.1460 Oğlan elini öptükten sonraihtiyar kadın onun yanaklarından öptü. Eliniyakasının içine soktu, arkasını yokladı.— Arkan nemli, Bilâl. Hemen değişmelisin,sana bu akşam yatmadan bir ıhlamurkaynattırayım.Bu küçük hareket Paşa’da eski ve acı birhatıra uyandırdı. Bu, kaç senedir onu tazipeden,1461 yakasını bırakmayan bir hatıra.Başını çevirdi. Sabiha Hanım’ın zihninin başkaşeyle meşgul etmek istedi.— Rabia’yı niçin yemeğe alıkoymadınız,Hanım?— Teklif ettim. Pazartesileri NejadEfendilere meşke1462 gidiyor. BizimKanarya’nın, şehzade karısı olmasına nedersin, Paşa?— Niçin olmasın? Çok güzel kızdı.— Evet, evet. Ama çok soğuktu. Mermergibi. Tatsız, tuzsuz bir taze. Ne ise genehakikatli imiş, bize selâm yollamış. Rabia,Bilâl’in düğününe davet etmemizi teklif etti. Ne
kızıyorsun, öyle Bilâl Oğlan?Pazartesi akşamı Nejad Efendi geneRabia’yı tek başına meşgul etmeye çalıştı.Yemekte ve yemekten sonra. Herkese çoktabiî gelen bu alaka ve dostluğun Peregrini’defenâ bir buhran uyandırması, Vehbi Efendi’ningözünden kaçmadı. Kendi kendine, “Peregriniuzunca bir seyahate çıksa iyi olacak. Artıknefsine hükmedemeyecek bir hale geldi. Istırapçektiği besbelli. Fakat bunu Rabiahissetmemeli. Kızın sakin hayatında yeni birfırtınaya ne lüzûm var?” diyordu. VePeregrini’yi pek çocuk, pek ham buluyordu.Niçin o da Vehbi Dede gibi sevemiyor? Onunderecesinde bir adamın hâlâ hayatıniptidaî1463 bir safhasında1464 kalması negarip şey. Sevmeyi, sevilen şeye tek başınatesahüp1465 gibi telakki etmek ne vahşi birşeydi. Âşık bir esirci mi? Dünyadaki servet,güzellik, sevgiler ve sevgililer herkese yeter,herkesin hakkı...Kanarya ile Vehbi Dede sandalyelerini
aldılar, Rabia ile Efendi’ye iltihak ettiler.1466Ocağın karşısında birleşmişlerdi. AralarındaPeregrini’ye de yer açtılar. O pencerede,arkasını onlara çevirmiş, dışarıya bakıyordu.Efendi bilhassa onu yanına çağırdı:— Siz de gelmez misiniz, Cher Maître?— Beni affediniz, ben içeride piyanoçalacağım.Odadan çıktı. O yandaki odada dolaşırkenRabia’nın yanaklarındaki penbelik biraz dahakoyulaştı. Fakat tavrı tabiî idi. Sesi ve gözlerieskisi gibi serin, eski tabiîliği ile konuşuyordu.Peregrini onların yanında oturmakistememiş. Piyano çalmayı onların sohbetinetercih etmiş. Varsın etsin. Bundan Rabia’yane? Vehbi Efendi gibi büyük adamlar,şehzadeler, hanımlar onun gözünün içinebakıyor. Bu topraklarda yirmi yaşında kim bukadar rağbete nail olmuş?1467 Sinekli Bakkalgibi zavallı bir arka sokakta doğup da bu kadarmeşhur olan bir kızı hangi tarih yazmış!Yandaki odada piyanistin parmakları,
baskın yapmaya çıkan bir fedai çetesişiddetiyle piyanoya hücum ediyordu. Negürültü, ne gümbürtü! Hayır. Hiç de öyle değil.Her ses bir mucize, her melodi bir vak’a.Çıkmaz sokaklarda ıslık çalan fırtınalar gibi,dar boğazları alt üst edip geçen kasırgaçığlıkları gibi.Rabia’nın biraz evvelki çalımı, gururutopraklara düştü. Sanatkârın yarattığı bumuğlak1468 ve muhteşem ahenketrafındakilerin alakasını, dikkatini kendisindenalmış, içeriki odaya götürmüştü. Kendi de dahilolduğu halde hepsi varlıklarını unutmuşlar,hepsi Peregrini’yi dinliyorlardı. Bu ses tayfunuarasında, Rabia’nın kulakları nazik ve hassasbir motif sezdi. Bu adam binbir cini, şeytanızincirden boşaltıyor, çığrıştırıyordu. Fakatbütün bu çığrışma, gümbürtü arasında birküçücük nağmeyi, kuytu ormanlarda öteneşsiz kalmış bir bülbül gibi öttürüyor.Piyano durdu. Tekrar başladığı vakit dördüde birbirinin yüzüne baktı. Bir tek parmağıylabaşladı. Birbirine bağlı, ağır, uzun, yarım
sesler, “mineur”ler.1469 Hepsinin her günişittiği, bildiği bir makam. Rabia’nın Kuranokumaya başladığı zamanki “besmele”si. Herzaman o makamdan geçer, öyle okur. Kızınvücudu farkında bile olmadan, önce arkaya, ikitarafına hafif dalgalanıyor, dudakları kımıldıyor.Piyanist salona dönünce dördü birden elçırptı. Nejad Efendi:— Ha, ha, harikulade... diye heyecanındankekeliyordu.Kanarya elini Rabia’nın omzuna koydu:— Ne olur, Rabia. O Mevlid’in başını bizeokusana.Efendi de, Peregrini de işitmediler.Başını salladı. Burnunun üstündeki cazipkırışıklıklarla gülümsüyordu:— Hayır, hayır Efendim. Bu akşam öyleşeyler okuyamam. Fakat tef getirtirseniz sizebaşka bir türkü söylerim.Efendi, kendisi koştu, tefi getirdi. Rabiasandalyesinden indi, salonun ortasına, halınınüstüne oturdu. Tef biraz başından yukarda.Gergin derinin üstünde dolaşan parmaklar
ondan derin derin sesler koparıyor, ziller hafifhafif şakırdıyor. Biraz sonra tef de, ziller de,kızın sesi de:“Yemenim turalıdır” şarkısını söylemeyebaşladı. Biraz Çingene üslubuyla, Penbe’ninsöylediği gibi. Başı, vücudu, kolları hep havayauymuş, bilmeyerek oynuyor. Gözlerindenşevk, şetaret1470 saçılıyor. Fakat pesperdelerde sesine içi tırmalayan bir kısıklık arızoluyor.1471 Nihayet o billûr, o ruhanî sesetoprakların ihtirası girmişti.— Allı yemenim, morlu yemenim, birbahçeden bir bahçeye salla yemenim!Peregrini sandalyesinden fırladı. Rabia’nınönüne gitti. Cebinden çıkardığı beyaz mendilisallıyordu:Kanarya kendi kendine, “Bunların arasındabir şey oluyor, Allah sonunu hayır etsin,” diyor.Efendi’nin, duvar dekorlarındaki resim ağzınabenzeyen kıvrık dudakları gülümsüyor, “SinekliBakkal kızları hep böyle şarkı söylerler,” diyor.Peregrini’nin dimağı, “Nereye gidiyorsun?
Onun çektiği sulh1472 bayrağı olmadığınıgörmüyor musun? Mor, kırmızı sulh bayrağıolur mu? Mahallenin delikanlıları gibi bahçedenbahçeye mendil sallamak ne oluyor?” diyeonunla eğleniyor. Rabia’nın günahkâr kalbi,“Rabbim, beni affet,” diye yerlerde sürünüyor.Vehbi Efendi’nin yüzü endişeli, “Nihayet HavvaCennet bahçesindeki yılanla yüz yüze geldi,”diye mırıldanıyordu.Fakat Rabia’nın kalbinin binbir kolu tekadamı sarmak için açılmıştı.Bir hafta sonra, gene pazartesi akşamı,sarayda Peregrini yoktu. Rabia niçingelmediğini sormadı. Kendince güya tenezzületmek istemedi. Fakat daha ziyade cesaretiyoktu. Efendi’den fenâ halde sıkılmaya başladı.O sinirli sinirli yalancıktan gülmek ne zamanbitecekti? Akşam uzadıkça uzuyor, dakikalarbir türlü geçmiyor. O, gene konuşuyor, gülüyor.Fakat rengi solgun, gözlerinin altı halka halka.İçlerinde can yok. Birkaç defa, ışık çokgeliyormuş gibi gözlerini kırpıştırdı.Kanarya endişe ile sordu:
— Başın mı ağrıyor, yavrum?— Hayır... Bu hafta sesimi çok yordum.Boğazım biraz ağrıyor. Eli boğazına gitti.Efendi ayağa kalktı.— Bu akşam da ben piyano çalayım. Sizkonuşmayın, biraz dinlenin.Kanarya, Efendi’yle içeri gitti. Vehbi Dedegözleri halıda:— Peregrini’nin annesi ölmüş. Evvelsi güntelgraf aldı. İşlerini düzeltmeye gitti. Galiba çokazim1473 bir servete tevarüs ediyor.1474Bilmem asıl aile ismini alır mı? Herhalde bir ikiaya kadar dönemez zannederim, diye tabiîsesiyle Peregrini’nin niçin gelmediğini anlattı.— Belki de hiç dönmez.Sesi acıydı. Gözleri Vehbi Dede’nin yüzünüdeler gibi bakıyor, fikrindekini okumakistiyordu. Fakat derviş cevap vermedi. Kalktı,pencereye gitti. Kanarya salona dönünce onailtihak etti. Efendi çaldığı müddetçe onlar alçaksesle birbiriyle konuştular.Rabia yerinden kımıldamadı. Başını koltuğadayadı, gözlerini kapadı. Nejad Efendi’nin
çalışında Peregrini’nin ihtirası, ateşi yoktu.Bununla beraber belki daha yüksek bir mûsikîifade ediyordu. Asil, hakiki ve en olgun mûsikî,kalbe, asaba1475 değil, dimağa1476 hitapeden mûsikî. İnsanı, nefsinin bütünzulümlerinden, tahakkümlerinden1477 halaseden1478 tatlı ve daimî bir fikir aydınlığı.Rabia, bunları müphem1479 bir şekildehissederken Kanarya, Vehbi Efendi’ye diyorduki:— Bizim Efendi kadar Alman mûsikîsiniçalan adama tesadüf etmedim. Ben bir şeyanlamıyorum. Bu Bach1480 mı,Beethoven1481 mi?— Bilmem. Ben de sade dimağa hitap edenbu cins mûsikîden hiç anlamıyorum. HalbukiAvrupa mûsikîsini pek severim. Bilhassa,Peregrini çaldığı vakit. Bana, Efendi’nin çaldığıhava ne gibi gelir, size anlatayım. Dâhi birsadâ1482 mimarının kurduğu bir sada abidesi.
Yalnız riyazî1483 bir dâhi böyle bir eseryaratabilir.— Acaba bu abidenin içi nasıldır dersiniz?Vehbi Efendi biraz düşündü. Cevap verdiğizaman bir sadâ abidesini değil, Şark veGarb’da alelade insanların meskenlerinimukayese ederek anlatıyor gibiydi.— İçleri hep mantığa uydurularak yapılmışolacak. Her parçası bir maksat için yapılmış.Onlarda bizimkilerdeki köşeler, bucaklarolmasa gerek. Bir maksat düşünülmedenyapılan köşeler. Fakat ne kadar dahacanayakın ve sıcaktırlar!Kanarya yavaşça güldü.— Sizi sıktım mı?Nejad Efendi salona dönmüştü.Rabia gözlerinde samimî bir minnetleteşekkür etti.Hakikat yüzü dinlenmiş, tavrı eskisükûnunu almıştı. Vehbi Dede, Efendi’ye doğruilerledi.— Hanımefendi’ye Alman mûsikîsinin, sizinçaldığınız kısmından bir şey anlamadığımı
söylüyordum.— Fikrî mûsikîyi biz pek anlamıyoruz.Bu mevzu, Efendi’nin salahiyetle1484bahsedebileceği mevzu olduğu içinkekelemeden söylüyordu. Devam etti:— Fakat bizi Garb mûsikîsinden ayıran bufikrîliği değildir. Çünkü Garb mûsikîsinde defikrî olanı çok azdır. Asıl farkımız derûnîtempomuz ve ahenk meselesidir.— Garb mûsikîsinin melodisi yoktur.Kanarya atılmıştı:— Size öyle gelir. Fakat muhtelif1485melodileri bir araya katıp yaptıkları bumuğlak1486 ahenk bence medeniyetlerinin enbüyük, belki bir tek muvaffakiyeti. Bizdeki tekbaşına tekrar edilen, söylenen melodiler insanabir yalnızlık hissi verir. Alaturka şarkı söyleyenbir adam bana kendi içine hapsolmuş bir adamgibi gelir.Odasına giderken Efendi’nin hatırına,Profesör Hopkins’in Makbet’den1487 okuduğu,hayatı tarif eden bir parçanın bir satırı geldi:
“Bir divanenin1488 kendi kendine tekrarettiği bir masal!”1454. Filozof.1455. Hevesini.1456. Saf.1457. Uğraşıyor.1458. Savaştı.1459. Öğretmenleri.1460. Açıktı.1461. Üzen.1462. Derse.1463. İlkel.1464. Evresinde.1465. Sahip çıkmak.1466. Katıldılar.1467. Ulaşmış.1468. Anlaşılmaz, karışık.1469. Müzik terimi, minör. Bir makam, bir akort,bir gam, bir aralık özelliği olan.
1470. Neşe.1471. Ortaya çıkıyor.1472. Barış.1473. Büyük.1474. Miras yoluyla birinden diğerine kalıyor.1475. Sinirler.1476. Akla, beyne.1477. Baskılarından.1478. Kurtaran.1479. Belirsiz.1480. Alman bestecisi Johann Sebastian Bach.1481. Alman bestecisi Ludwig van Beethoven.1482. Ses.1483. Matematik, geometri gibi bilimlerle ilgiliolan.1484. Yetkiyle.1485. Çeşitli1486. Belirsiz.1487. Macbeth. Shakespeare’in bir oyunu.1488. Delinin, çılgının.
9Feleğin çarkı dönüyor. İnsanlara kısmetdağıtıyor, talihlerini1489 tespit ediyor. FakatSelim Paşa’nın bostan kuyusundaki su çekentahta dişli, köhne, gıcırtılı dolap değil. İstenildiğigibi yavaşlattırılan bir tahta çarh değil.Demirden, çelikten bir çarh. Yüzbinlerce beygirkuvvetiyle, durup dinlenmek bilmeyen, amanaralık vermeyen, kafa, yürek demeyip dişleriylekemirip, ezip geçen çarh!Rabia kendini böyle bir kör kudretin elinde,böyle korkunç bir talih çarhının dişleri arasındahissediyor.Kader, bir Müslüman kızının gönlünü birkâfire vermiş. Kâfirin de anası ölmüş, ortadankaybolmuş. Belki bir daha dönmeyecek. Kimdemiş feleğin çarhı kördür, sağırdır, kemirdiğigönül, ezdiği kafa bir tesadüf eseridir. Hayır,hayır. Her şeyde bir hikmet vardır. Peregrini’ninanasının ölümü, Rabia’ya gökten gönderilen bir
alâmet. Tövbe etmesi, istiğfar etmesi1490gönlünün günahını çıkarıp atması için onu ikazeden ilahî alâmet. Rabia’yı samedaniyet1491imtihan ediyor. İmanının kudretini,salâbetini1492 deniyor.Rabia, hayatta her olan şeyi, görünmeyengizli bir kuvvete atfedecek hilkatlerden1493biriydi. Ölçüleri hiçbir zaman zâhirî1494olamazdı. Onun yaşadığı dünya bir ruhdünyası! Beşerin1495 gözle görülen, elletutulan bütün eserleri, bütün işledikleri bir gölge,asıl arkada hayata hâkim olan membaın1496gölgesi. Bu, dimağındaki ilk izler, ilkteşekküllerden1497 vücuda gelenkanaatiydi.1498Muhakemesini1499 en evvel terbiye edenimam ve onun katı, gaddar ilahiyyatı1500 bilemaddeye istinat etmiyordu.1501 OnunRabia’ya tanıttığı ilk Halik’i1502 Kahhar,1503
Müntakim1504 – fakat Halik. Bütün insanısevinçleri, sevgileri kıskanır. Ve Peregrinihayatından kaybolunca şuurunun alttabakasındaki bu korkunç itikat1505 yavaşyavaş yükseldi. Bu eski inanışının tesiri altındabir hayli inledikten sonra, onları tadil eden,1506zehrini gideren, daha yeni bir tesirle tesellibulmaya çalıştı. Büyükbabasının kuru naslarınıinsanîleştiren Vehbi Efendi’nin telkin ettiği,1507seven ve müşfik1508 bir kuvvete yüzünüçevirdi. Fakat birdenbire hurdahaş1509 olanbüyük dileğine hangi cepheden baksa aynıneticeye varıyordu. Peregrini’nin annesininölümü ona göklerden gelen bir alâmet. Onuseven bir Halik, günahtan halas etmek1510için bu ölümü vaktinde yapmıştı. Şimditövbeden, ibadetten başka çare yok.İki uzun ay kızın kafasında, bu içini parçaparça eden mücadele hüküm sürdü. Bereketversin günleri doluydu. Şehrin her köşesindetalebesi vardı. Şehrin bir başından öteki başına
koşuyor, akşamları bitap,1511 solukalamayacak kadar yorgun ve sesi kısık evedönüyordu.Rakım’la Penbe, onun sessizliğini,somurtkanlığını yorgunluğuna atfediyor1512,kendi haline bırakıyorlardı.İki kaşının arasında, eskiden sade düşüncedakikalarında peyda olan, şakûlî hat1513oraya yerleşmişti. Gözleri çetin bir bilmecehalletmeye uğraşanların uzak, fakat sabitbakışlarıyla doluydu. Penbe ile Rakımderslerinden bazılarını bırakması için ısrarettiler. Omuzlarını silkti.Kızın geceleri, tahammül edemeyecekkadar fenâ geçiyordu. Kitap okumaya başladı.Derslerinden dönerken Babıâli’ye,1514 yahutBayezid sahaflarına uğruyor, koltuğunda biralay kitap, eve geliyordu. Artık geceyarılarınakadar odasında gaz yanıyor, Penbehomurdanıyor, homurdanıyor. Fakat inatçı kızalâf anlatamıyordu. Çok zaman Penbe dalıpuyandığı zaman hâlâ Rabia’nın kitap
yapraklarını çevirdiğini duyuyor. Bazân datanyeri ağarıncaya kadar okuyor.Uykuya dalınca da Rabia pekdinlenemiyordu. Gözünü kapadığı andan açtığıana kadar rüya görmek esasen onun âdetiydi.Fakat şimdiki rüyalarının ekserisi1515 birerkâbustu. Onun benliğini vücuda getiren zıdkuvvetler mütemadiyen birbiriyle çarpışıyordu.Şuurunun1516 alt tabakasında en korkunç vekaranlık düşünceler, hatıralar yavaş yavaşyükseliyorlar ve hepsinin üstünde Emine’ninbaşı görünüyordu. Bu, Rabia’nın en çokürktüğü hayaldi. Bir hortlak görmüş gibi kalbigümbür gümbür atıyor. Ne kadar çirkin birrüyaydı. Her zaman Rabia’nın gözleri anasınınağzına bakıyor, tüyleri ürperiyor. Yüzün birtarafından öbür tarafına uzanan, kısık, mordudaklar. Bir tek, yeni kapanmış bıçak yarasıgibi. Bazân bu ağız açılıyor, Rabia daha çokkorkuyor. Ağzın tavanı da, içinden çıkarılan veRabia ile eğlenen dil de bir timsah dili gibi paslı,beyaz. İmam da bu rüyalardan pek eksik
olmazdı. Onu, hep kendi odasında, köşeminderinde görür. Başında beyaz geceliktakkesi, vaktiyle Rabia’yı o kadar korkutancehenneme ve ukubete1517 dair ne kadar ayetvarsa kalın, kudretli sesiyle, tecvitli,1518gunneli1519 üslubuyla okurdu.Sabahları, “Belki,” diyor, “Emine’nin ruhuFatiha istiyor. Elâlemin ölüsünün ruhuna Yasinokuyorum da anamı unutuyorum. Belkiçektiğim hep anama isyanımdan.”Rüyasında onu tazip eden1520 ruhuteskin1521 için akşamları Yasin okumayı âdetedindi. Dükkânın üstündeki odanın köşepenceresinin önüne oturur. Emine’yi tabutiçinde geçerken gördüğü yerde okurdu.Mahalle, onun sesinin o kadar yanık çıktığınıhatırlayamıyordu. Sokak satıcılarına kadargelen geçen, pencerenin altında durur, onudinlerdi.Çok bunaldığı geceler nadiren Vehbi Efendide rüyasına giriyordu. Kestane rengi
gözlerindeki merhamet, azıcık sükûn verirdi.Harmanisine1522 sarılmış ayakta dururken,Rabia onun dizlerine atılır, çocukluğundayaptığı gibi ellerini bulup öpmeye çalışır, yavaşyavaş, “Ne vakit gelecek, söyle de artıkdönsün,” diye yalvarırdı.Fakat Vehbi Efendi onu ziyarete geldiğigünler, hiçbir türlü ona, Peregrini’den habersormaya cesaret edemiyordu. İkisi debirbirlerine unutturmak istedikleri bir ölününlâkırdısını ağızlarına almamaya karar vermişgibiydiler.Bir ay, iki ay, üç ay geçti. Bahar, yaz, güz,kış birbirini kovaladı. Nihayet bir bahar dahabaşlamak üzereydi. Ve Rabia’nın içine sükûngelmişti. Eğer kendini tahlil etse1523 busükûnun ümitsizlikten, Peregrini’yiunuttuğundan hâsıl olmadığını1524anlayacaktı.Şuuru bu şekilde olmasa bile, artık mâziolan gecelerinde vasıl olduğu1525 bir kanaatve bir karar vardı. Kanaat: Yaşamanın
herhangi ilahiyata müstenit1526mütalaalardan,1527 naslardan daha kıymetli vetabiî olması. Karar: Gönlünün binbir kolundanbiri mutlak bir gün Peregrini’yi yakalayacak.Onu Müslüman edecek, onunla evlenecek.Mart ayının son günlerinde bir sabahPeregrini Sinekli Bakkal’a çıkageldi.Rakım o kadar sevinmişti ki dükkândaçocuk gibi sıçrıyordu. Peregrini gideliağızlarının tadı kaçmıştı. Çok şükür birkederleri yoktu. Fakat Rabia âdetâ ihtiyarlamış,somurtkan, titiz olmuştu. Belki bu şen herifbiraz eski neşelerini yerine getirirdi.Peregrini’nin yanakları çökmüş,şakaklarındaki kırlar biraz daha çoğalmıştı.Fakat gözleri kor gibi sıcak ve belki o gözlerinmânâsından dolayı gençleşmiş görünüyordu.Rakım’a, eski verdiği ehemmiyeti vermedi.Belki onu İstanbul’dan ayıran aile kederindendolayı taziyet etmediği1528 için.— Allah sana çok ömürler versin, kusurabakma, başın sağ olsun, demeyi unuttum. Bir
senedir meydanda yoksun. Ne âlemdesin?Gözleri, zihninin meşgul olduğu bir şeyde.Yarım ağız:— Eksik olma, Rakım, dedi. Sonratehalükle1529, “Rabia Hanım’ı bir iş içingörmek istiyorum,” cümlesini ilave etti.— Hay hay. Odasında. Mutfağın üstündekioda. Teyze çamaşır yıkıyor. Haber vermeklâzım değil. Çık, kapıyı vur.— Re sol, la sol, re sol, la sol...Omuzlarında atkı Rabia, bir dizini dikmiş,talebesinden biri için nota kâğıdına bir vazifehazırlıyor. Arada atkısını çekiyor, kurşunkalemini tükürüklüyor.— Re sol, la sol, re sol, la sol... La sol!Gireceksen gir, Amca. Kapı vurmak danereden çıktı. Re sol, la sol, re sol, la...Yerinden fırladı. Kapı vurmayı, onun zihninikarıştırmayı o kâfir cüceye gösterecekti.Peregrini’yi karşısında görünce, itiyadın1530kuvveti, şaşkınlığına rağmen, ona atkısınıörttürdü.
Peregrini yüzündeki ciddiyete rağmengülmekten kendini alamadı:— Ben sizin saçınızı hiç görmedim mi,Rabia Hanım?— Gördünüz, gördünüz ama, Efendi’ninyanında baş örtmek âdet olmadığı için.— Efendi’den bugün bahsetmeyelim. Bensizi çok mühim bir mesele için görmeye geldim.— Öyle mi, buyurun. Pencerenin önüne.Patiska örtülü uzun minderin köşesinigösterdi. Kendisi öteki başında bir uca ilişti.Peregrini’nin yüzü çok ciddi, çok endişeli.— Başınız sağ olsun... Vehbi Efendi’denduydum.Mümkün olduğu kadar sesine, yüzüne,başın sağ olsuna gidenlerin takındığı sun’imatemi koymak istedi. Muvaffak olamadı.Damarlarındaki genç kanı, şeytan akıntısı gibicevelân ediyordu.1531 Hayatın istikbaldealacağı şekli bu dakikanın tesbit edeceğinibiliyordu.— Çok yalnız kaldım, Rabia Hanım.— Allah sabırlar versin.
Bunu, kâfi1532 derecede ciddi bir seslesöyledi. Dizlerinin üstüne koyduğu ellerinebakıyor, fakat kirpiklerinin altından bal rengigözleri Peregrini’yi tetkik ediyor.Piyanist bir senelik derunî mücadeledensonra vasıl olduğu1533 kararı kıza nasılsöyleyeceğini günlerce ezberlemişti. Budakika, aklına bir tek kelimesi gelmiyordu.— Ben sizsiz yaşayamayacağımı anladım,sizinle evlenmek istiyorum!Hay şeytan hay! Bu ne biçim izdivaç1534teklifi?Rabia’nın ipek kirpikleri birdenbire kalktı.Gözlerindeki samimiyet ve cür’et1535Peregrini’yi şaşırttı.— Bana da sizsiz yaşamak çok güç geldi.Fakat nasıl evlenebiliriz? (Biraz durdu,Peregrini’nin bir şey söylemesini bekledi.)Dinlerimiz ayrı.— Böyle şeylere ehemmiyet verilmeyen biryere gideriz. Siz Müslüman kalınız. Ben hiçbirdinin çerçevesine girmek istemiyorum.
Renksiz fakat kat’î bir sesle cevap verdi:— O halde kâbil1536 değil.Başını pencereye çevirmişti. Yüzünde birdamla kan kalmamıştı. Fakat sesinde, her şeyietraflı düşünmüş ve kararını ona görealmışların vuzuhu1537 vardı. Bu, Rabia’yatalihin son darbesi gibi geldi. Kafasının içindevaziyetini göz kamaştıran bir aydınlık içindegörüyordu.Rabia’nın bir ruh iklimi1538 vardı ki oradankendini koparmak imkânı yoktu. PeregriniMüslüman olsa bile onu başka yerlere, başkabir hayata götürmek isteyecekti. HalbukiSinekli Bakkal ona, aşkından da, hattâ dinindende kuvvetli göründü. Kökleri orada, kendinioradan koparırsa, köksüz bir ot gibi kuruyacak.Halbuki Peregrini böyle bir cevapihtimalini1539 de düşünmüş, kararını ona görevermişti. Rabia’nın köklerinin bu kadar sağlamolması onu cazip1540 yapan şeylerden birideğil miydi? Onu yabancı bir toprağa dikip
yeniden filiz saldırmak imkânı yoktu. HalbukiPeregrini’nin kendisi ezelî1541 serseri. Bütünmaniaları1542 atlayıp kıza ulaşmak onadüşüyor. Rabia’yı alacaksa yalnız onun dininikabul etmek kifayet etmeyecekti.1543 Onunyaşadığı sokakta, evde, aynı tarzda yaşamaklâzımdı. Bütün bunları gözüne aldıktan sonra,Sinekli Bakkal’a gelmişti. Rabia, eskisevgililerine benzemeyen bir sevgiliydi. Onlarakarşı içinde en bariz şey hırs, cinsî iptila!Rabia’ya onu bağlayan bağ, vaktiyle onuanasına bağlayan bağ kadar sağlam. Bütün birhayatın tatmin edemeyeceği, geçiremeyeceğibir rabıta. Kızın kafasındaki salâbet,1544kalbindeki doğruluk onda huşûa1545 yakın birhürmet uyandırıyor. Rabia’nın fakir muhitindekiinsanî kıymetleri kendi zengin, medenî vesanatkâr muhitindeki kıymetten yüz defaesaslı, devamlı ve elzem1546 addediyordu.Başka başka dinlerin, harsların,medeniyetlerin mahsulü oldukları halde gene
Rabia ile onun anası arasında müştereknoktalar, benzeyişler buluyordu.Rabia oturduğu yerden hiç kımıldamamıştı.Dâimâ önüne bakıyordu. Çocukluğunda,bilhassa hayatına Tevfik girmeden evvel,dudaklarının kenarlarında dâimâ duran çizgiler,kaşlarının arasındaki şakûlî hat1547derinleşmiş, yüzü sapsarı. Fakat ıstırabınıgöstermemek için o kadar kuvvetli bir iradeharekete geçmiş ki... Rabia’nın genç yüzüüstünde Peregrini şimdiye kadar görmediği birıstırap maskesi gördü. Kafasına inen darbeyeo kadar vakarla, cesaretle mukabele ediyorduki, Peregrini’nin gözlerinden birdenbire yaşlarboşaldı:— Rabia, Rabia, dinin, dinim. İstediğinyerde, istediğin gibi yaşamaya razıyım. Benikabul eder misin?— Evet.Kalktı. Kızın elini öptü, başına koydu. VehbiEfendi’ye gidecek, Müslüman olmanınhusûsî1548 ve resmî şeraitini1549 tespit
ettirecek. Yavaş yavaş:— Vehbi Efendi bana bir günecdadımın1550 belki Müslüman olduğunu vebenim de aslıma ric’at etmem1551ihtimalini1552 belki şaka olarak söylemişti.Onu bilmem ama sana, evine, vatanına,anasının bucağına dönen bir serseri gibidönüyorum. Ne zaman evlenebiliriz? Nezaman beni evine... Evime alırsın? Ne kadarçabuk olursa, o kadar iyi. Kapıdan çıkarkendöndü:— Bir kere annem beni dünyaya getirdi, birkere de sen, bambaşka bir dünyaya benigetiriyorsun Rabia. Yeni adım ne?— Osman.1489. Şanslarını.1490. Tövbe etmesi.1491. Tanrısallık.1492. Manevi kudretini.
1493. Yaratıklardan.1494. Apaçık.1495. İnsanın.1496. Kaynağın.1497. Belli bir varlık ve biçim kazanmalardan.1498. Düşüncesiydi.1499. Akıl yürütmesini, yargılamasını.1500. Felsefenin Allah’tan ve Allah’la ilgilimevzulardan bahseden kısmı.1501. Dayanmıyordu1502. Yaratan, yoktan var eden; Allah.1503. Kahreden, kahredici Allah’ınsıfatlarından.1504. İntikam alan, öç alan; Allah.1505. İnanış.1506. Değiştiren.1507. Aşıladığı.1508. Şefkatli, sevecen.1509. Paramparça.1510. Kurtarmak.1511. Yorgun.1512. Veriyor.
1513. Düşey çizgi.1514. Yüce kapı. Osmanlı İmparatorluğudöneminde İstanbul’da sadaret (başbakanlık),dahiliye ve hariciye nezaretleri (içişleri vedışişleri bakanlıkları) ile Şûrayı Devlet(Danıştay) dairelerinin bulunduğu yapı.Metinde: İstanbul’da bu çevredeki basın veyayın kuruluşları.1515. Çoğunluğu.1516. Bilincinin.1517. Cezaya.1518. Kelimelerin söylenişinde, seslerinçıkaklarına, uzunluk ve kısalıklarına göreokunması.1519. Genizden gelen ses.1520. Azaba sokan.1521. Yatıştırmak.1522. Bütün vücudu saran, kolsuz bir çeşit üstgiysisi.1523. Çözümlese.1524. Doğmadığını.1525. Ulaştığı.1526. Dayanan.1527. Düşüncelerden.
Search
Read the Text Version
- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- 8
- 9
- 10
- 11
- 12
- 13
- 14
- 15
- 16
- 17
- 18
- 19
- 20
- 21
- 22
- 23
- 24
- 25
- 26
- 27
- 28
- 29
- 30
- 31
- 32
- 33
- 34
- 35
- 36
- 37
- 38
- 39
- 40
- 41
- 42
- 43
- 44
- 45
- 46
- 47
- 48
- 49
- 50
- 51
- 52
- 53
- 54
- 55
- 56
- 57
- 58
- 59
- 60
- 61
- 62
- 63
- 64
- 65
- 66
- 67
- 68
- 69
- 70
- 71
- 72
- 73
- 74
- 75
- 76
- 77
- 78
- 79
- 80
- 81
- 82
- 83
- 84
- 85
- 86
- 87
- 88
- 89
- 90
- 91
- 92
- 93
- 94
- 95
- 96
- 97
- 98
- 99
- 100
- 101
- 102
- 103
- 104
- 105
- 106
- 107
- 108
- 109
- 110
- 111
- 112
- 113
- 114
- 115
- 116
- 117
- 118
- 119
- 120
- 121
- 122
- 123
- 124
- 125
- 126
- 127
- 128
- 129
- 130
- 131
- 132
- 133
- 134
- 135
- 136
- 137
- 138
- 139
- 140
- 141
- 142
- 143
- 144
- 145
- 146
- 147
- 148
- 149
- 150
- 151
- 152
- 153
- 154
- 155
- 156
- 157
- 158
- 159
- 160
- 161
- 162
- 163
- 164
- 165
- 166
- 167
- 168
- 169
- 170
- 171
- 172
- 173
- 174
- 175
- 176
- 177
- 178
- 179
- 180
- 181
- 182
- 183
- 184
- 185
- 186
- 187
- 188
- 189
- 190
- 191
- 192
- 193
- 194
- 195
- 196
- 197
- 198
- 199
- 200
- 201
- 202
- 203
- 204
- 205
- 206
- 207
- 208
- 209
- 210
- 211
- 212
- 213
- 214
- 215
- 216
- 217
- 218
- 219
- 220
- 221
- 222
- 223
- 224
- 225
- 226
- 227
- 228
- 229
- 230
- 231
- 232
- 233
- 234
- 235
- 236
- 237
- 238
- 239
- 240
- 241
- 242
- 243
- 244
- 245
- 246
- 247
- 248
- 249
- 250
- 251
- 252
- 253
- 254
- 255
- 256
- 257
- 258
- 259
- 260
- 261
- 262
- 263
- 264
- 265
- 266
- 267
- 268
- 269
- 270
- 271
- 272
- 273
- 274
- 275
- 276
- 277
- 278
- 279
- 280
- 281
- 282
- 283
- 284
- 285
- 286
- 287
- 288
- 289
- 290
- 291
- 292
- 293
- 294
- 295
- 296
- 297
- 298
- 299
- 300
- 301
- 302
- 303
- 304
- 305
- 306
- 307
- 308
- 309
- 310
- 311
- 312
- 313
- 314
- 315
- 316
- 317
- 318
- 319
- 320
- 321
- 322
- 323
- 324
- 325
- 326
- 327
- 328
- 329
- 330
- 331
- 332
- 333
- 334
- 335
- 336
- 337
- 338
- 339
- 340
- 341
- 342
- 343
- 344
- 345
- 346
- 347
- 348
- 349
- 350
- 351
- 352
- 353
- 354
- 355
- 356
- 357
- 358
- 359
- 360
- 361
- 362
- 363
- 364
- 365
- 366
- 367
- 368
- 369
- 370
- 371
- 372
- 373
- 374
- 375
- 376
- 377
- 378
- 379
- 380
- 381
- 382
- 383
- 384
- 385
- 386
- 387
- 388
- 389
- 390
- 391
- 392
- 393
- 394
- 395
- 396
- 397
- 398
- 399
- 400
- 401
- 402
- 403
- 404
- 405
- 406
- 407
- 408
- 409
- 410
- 411
- 412
- 413
- 414
- 415
- 416
- 417
- 418
- 419
- 420
- 421
- 422
- 423
- 424
- 425
- 426
- 427
- 428
- 429
- 430
- 431
- 432
- 433
- 434
- 435
- 436
- 437
- 438
- 439
- 440
- 441
- 442
- 443
- 444
- 445
- 446
- 447
- 448
- 449
- 450
- 451
- 452
- 453
- 454
- 455
- 456
- 457
- 458
- 459
- 460
- 461
- 462
- 463
- 464
- 465
- 466
- 467
- 468
- 469
- 470
- 471
- 472
- 473
- 474
- 475
- 476
- 477
- 478
- 479
- 480
- 481
- 482
- 483
- 484
- 485
- 486
- 487
- 488
- 489
- 490
- 491
- 492
- 493
- 494
- 495
- 496
- 497
- 498
- 499
- 500
- 501
- 502
- 503
- 504
- 505
- 506
- 507
- 508
- 509
- 510
- 511
- 512
- 513
- 514
- 515
- 516
- 517
- 518
- 519
- 520
- 521
- 522
- 523
- 524
- 525
- 526
- 527
- 528
- 529
- 530
- 531
- 532
- 533
- 534
- 535
- 536
- 537
- 538
- 539
- 540
- 541
- 542
- 543
- 544
- 545
- 546
- 547
- 548
- 549
- 550
- 551
- 552
- 553
- 554
- 555
- 556
- 557
- 558
- 559
- 560
- 561
- 562
- 563
- 564
- 565
- 566
- 567
- 568
- 569
- 570
- 571
- 572
- 573
- 574
- 575
- 576
- 577
- 578
- 579
- 580
- 581
- 582
- 583
- 584
- 585
- 586
- 587
- 588
- 589
- 590
- 591
- 592
- 593
- 594
- 595
- 596
- 597
- 598
- 599
- 600
- 601
- 602
- 603
- 604
- 605
- 606
- 607
- 608
- 609
- 610
- 611
- 612
- 613
- 614
- 615
- 616
- 617
- 618
- 619
- 620
- 621
- 622
- 623
- 624
- 625
- 626
- 627
- 628
- 629
- 630
- 631
- 632
- 633
- 634
- 635
- 636
- 637
- 638
- 639
- 640
- 641
- 642
- 643
- 644
- 645
- 646
- 647
- 648
- 649
- 650
- 651
- 652
- 653
- 654
- 655
- 656
- 657
- 658
- 659
- 660
- 661
- 662
- 663
- 664
- 665
- 666
- 667
- 668
- 669
- 670
- 671
- 672
- 673
- 674
- 675
- 676
- 677
- 678
- 679
- 680
- 681
- 682
- 683
- 684
- 685
- 686
- 687
- 688
- 689
- 690
- 691
- 692
- 693
- 694
- 695
- 696
- 697
- 698
- 699
- 700
- 701
- 702
- 703
- 704
- 705
- 706
- 707
- 708
- 709
- 710
- 711
- 712
- 713
- 714
- 715
- 716
- 717
- 718
- 719
- 720
- 721
- 722
- 723
- 724
- 725
- 726
- 727
- 728
- 729
- 730
- 731
- 732
- 733
- 734
- 735
- 736
- 737
- 738
- 739
- 740
- 741
- 742
- 743
- 744
- 745
- 746
- 747
- 748
- 749
- 750
- 751
- 752
- 753
- 754
- 755
- 756
- 757
- 758
- 759
- 760
- 761
- 762
- 763
- 764
- 765
- 766
- 767
- 768
- 769
- 770
- 771
- 772
- 773
- 774
- 775
- 776
- 777
- 778
- 779
- 780
- 781
- 782
- 783
- 784
- 785
- 786
- 787
- 788
- 789
- 790
- 791
- 792
- 793
- 794
- 795
- 796
- 797
- 798
- 799
- 800
- 801
- 802
- 803
- 804
- 805
- 806
- 807
- 808
- 1 - 50
- 51 - 100
- 101 - 150
- 151 - 200
- 201 - 250
- 251 - 300
- 301 - 350
- 351 - 400
- 401 - 450
- 451 - 500
- 501 - 550
- 551 - 600
- 601 - 650
- 651 - 700
- 701 - 750
- 751 - 800
- 801 - 808
Pages: