460. Ermiş.461. Aracı, araç.462. Açıklamalara.463. Ustalıkla.464. Özgü.465. Bitkin.466. Kabalığı.467. Batı.468. Eşsiz.469. İznini.470. Bayındırlık.471. İtalyan devrimci ve vatansever GuiseppeMazzini.472, Vatan şairi Namık Kemal.473. Savsaklığıyla.474. Karşılaştırma.475. Nohut rengi.476. Gelişmesinin.477. Meydana getirdiği.478. Onurlu.479. Güç.480. Elinde olmadan.
481. Bir durumu olduğundan daha farklıgöstermek için yapılan hazırlık.482. Danıştay, Devlet danışma kuruluüyelerinden.483. Küçük masa.484. Tiyatro oyunu.485. Resmi.486. Dante’nin İlahî Komedya’da söz ettiğisevgilisi.487. Arapça “Acıyan ve esirgeyen Tanrınınadıyla” anlamına gelen ve bir işe başlarkensöylenilen Arapça “Bismillahirrahmanirrahim”sözünün kısaltılması.488. Alçak, hafif.489. Hareketli.490. Arapça, “Allah’ın buyurduğu doğrudur.”Kuran’dan okunan her parçanın sonundasöylenir.491. Sıradan.492. Bir görüşe, bir inanışa körü körüneinanan, bağlanan kimse.493. Bağnazlığı.494. Alçakgönüllülük içinde.495. Coşkun.
496. Kuran’ın surelerini yorumlayan, açıklayankitap.497. Kutsallığını.498. Yükseltme.499. Tanrı’ya şükretme ve O’nu övme.500. Yapacak.501. Rahiplerin evlenmeyerek ve dünyadan eletek çekerek yaşamaları durumu.502. Bazı kesin kurallara bağlı rahip veyarahibelerin dünya ile ilgilerini keserekyaşadıkları yapı, keşişhane.503. Bilgisinden.504. Derinliğinden.505. Çok.506. Akımlarını.507. Tanrı’ya ulaşma arzusuyla tutulanyollardan her birini.508. Engel.509. Baskısından kurtulmuş.510. Sayıyorlardı.511. Eski.512. İnanç birliği.513. Duyarlılık.
514. (Fr.) Sevgili efendim.515. Yatıştıran.516. Julius Caesar. Romalı general ve devletadamı.517. Toplumundanım.518. Her zamanki gibi.519. Öğrenme merakı.520. Hoşgörüsüyle.521. Onayla.522. Kurucusu.523. Yaratanın.524. Kızgınlığına.525. Prometheus. Yunan mitolojisinde ateşiçalarak insanlara getiren ilah.526. Sıradan.527. Ünlü.528. Düşünce özgürlüğü.529. Adına.530. Kötü, korkunç cinleri.531. Orta oyunu takımı.532. İlerleme.533. Yükseltelim.
534. Gerçeğin.535. En küçük parçalardan.536. Yaratmış.537. Eyleminde.538. Yaratan.539. Işığının.540. Öncesiz.541. Karşılığı.542. Her beyti ayrı uyaklı bir divan edebiyatınazım biçimi.543. Türk müziğinde kullanılan şetmakamlardan biri.544. Türk müziğinde bir dizinin işleniş biçimineverilen ad.545. Dize.546. Söyledi.547. Aşk yeter gerisi hevestir.548. Kötülük.549. Tanrısal.550. Kişisel.551. Çok büyük.552. Birliğin.553. Anlayamaz.
554. Sistemiyle.555. Dörtlüğü.556. Şarkı söyler gibi.557. Oturanı.558. Kendi cinsini.559. Gösteri.560. Aba kumaşından yapılmış yakasız, uzunüstlük.561. Büyüğü.562. “Yine iç gönül şişem kırılıp kenara düştü.”563. Özetleyen.564. “Bazen isim ve şöhreti terk etme, bazende itibarlı olma arzusu peşine düştü.”565. Gerçekçi.566. W. Shakespeare’in Hamlet adlı eserindekisoytarı.567. İlişkisi.568. Bağnazlık.569. Tutuculara.570. Toplumsal.571. Ölçüsüzlük.572. Meydana gelen.573. İlgi çekici.
574. Not ettiğim.575. Batıl inançların.576. Kavramı.577. Acımasızlığa.578. Hoşgörülü.579. İlgisiz.580. II. Abdülhamid’in.581. Despotluk rejimini.582. Tarikattan olanların dinsel törenleryaptıkları yer, dergâh.583. İlerideki.584. Kurucusu.585. İlişkisi.586. Özgü.587. Arayışları.588. Bilinmezlikleri.589. Görünüşte.590. Çeşit.591. Kitaba bağlı kalan.592. Züppe.593. Devrimi.594. Kabul etmişti.
595. Açıklık.596. Taklitçi.597. Öncesinde.598. Yönlendiremez.599. Yıkıcı.600. Yeniyi kurmak.601. Acı.602. Barışa.603. Güçsüz.604. Hayalci.605. Mistiklerin.606. Zararlı.607. Kıyım.608. Esenliğini.609. Dengesini.610. Burada; yıldız.611. Olaylar.612. Öncesi.613. Mumları, yıldızları.614. Hareketli.615. Küçük gaz lambasının.
9Rabia zerzevat616 sepetini sallaya sallayasabahleyin Sinekli Bakkal Sokağı’na saptı. Birsolukta sokağın ortasına vardı, dükkânınkarşısına dikildi. “İstanbul Bakkaliyesi” levhasıyenilenmişti ve dükkânın kapısında biridurmuş, başını kaldırmış levhaya bakıyordu.Acayip bir mahlûktu. Bir çocuk gibi, fakat kılığıçocuk değil. Arkasında penbe bir cüppe,617başında abanî bir sarık...618 Arkasında ayaksesi duyunca birdenbire döndü ve Rabia ortayaşlı bir cüce ile burun buruna geldi. Buruşukyüzünde tabiî komiklerin mahzun619 gözlerivardı.— Tevfik, müşteri geldi.İçeriye seslendi. Uzun boylu bir adam,basık kapıdan geçebilmek için başını eğdi ve oeski sokakta beklemediği sevimli, küçükmüşteriyle yüz yüze geldi. Altın gözlerin yeşilmevceleri parıl parıl yanıyor, beyaz örtünün
içindeki yüz, Tevfik’in izah edemeyeceği620 birheyecanla kıpkırmızı olmuştu.Dükkândan çıkıveren bu adama Rabiaderhal ısınmıştı. Sıcak kestane rengi gözleregözlerini dikmiş, uzun kumral bıyıkların altındagülen ağızla o da beraber gülüyordu.— Daha dükkân pek hazır değil ama, zararyok. Buyurun bakalım, küçükhanım. Bir siftahedelim... İnşaallah ayağınız uğurlu gelir!Rabia, fasulye ve soğan taşan sepetikaldırdı, gösterdi:— Bu sabah alışveriş bitti.— Vah vah, yarın sabah bizden alırsınız.— Her sabah, her sabah...Çocuğun sesindeki heyecan Tevfik’i birazşaşırttı.Hafızasında bir kasırga esti. Bu kız kimebenziyordu? Emine’ye... Gerçi dudakları kısık,gözleri küçük değil ama, yüzünün darlığı,teninin pürüzsüzlüğü... Kendi kızı bu yaştaolmalı. Bekçi Ramazan Ağa’nın sesi,kulaklarında hâlâ çınlıyor:— Kızın çok büyüdü, Tevfik! Hafız oldu.
— Babanın adı ne, kızım?— Kız Tevfik.Birçok şey birden oldu. Cüce kapıyadayanmış ağlıyordu. Tevfik, Tuna Nehri gibitaşmıştı, tayfun gibi kızının etrafında dönüyor,kapıp kollarıyla kaldırıyor, dükkânda aşağıyukarı divane621 gibi dolaştırıyor, arada birbırakıyor, biraz yüzüne baktıktan sonra tekrarkapıyor, nöbet gelmiş deli gibi sayıklıyor,ağlıyordu.Biraz sükûn bulunca622 Rabia ile cüceyibir sabun sandığına oturttu, kendisi aralarında,bir kolu birinin belinde, bir kolu ötekininomzunda ikisini birden sıkıyor, ikisini de sıra ileşapır şapır öpüyordu. Bu mesut badirede623en kendisine hâkim olan gene Rabia idi.Tevfik’in çocuk ruhu, cücenin çarpık ve bî-çâre624 vücudu, hacet isteyen,625 sevgibekleyen iki zavallı kimsesiz... Rabia ikisinebirden sahip çıktı.Tevfik oturur oturmaz sürgünde geçenhasret ve gurbet yıllarını anlatmaya başladı.
Sırasız ve karmakarışık bir hikâye, fakat okadar canlı ki Rabia kendini o yılları babasıylaberaber geçirmiş zannediyordu. İlk senelerinsefaletinde626 birkaç para edinebilmek içinpazaryerlerinde halkı eğlendirmiş, bazânyapyalnız, kafasını sokacak bir damdanmahrum,627 ekmekçi dükkânları önündegözleri ve ağzı sulanarak aç ve avare628dolaşmış...Hikâyesinin bu kısmıyla kızın şengözlerinin yaşardığını gören Tevfik,sergüzeştinin629 başka bir safhasına630atladı.— Zâti Bey Gelibolu’ya Mutasarrıf631olunca sürgünlerin yüzü güldü. Ben derhalyanına kapılandım, başımı bir yere soktum,sırtım esvap,632 midem sıcak yemek buldu.Fakat hepsini alnımın teriyle kazandım ha! Eviniçinde de, dışında da gece gündüz çalıştım.— Ne iyi adam, Allah razı olsun, fakatPadişah’tan korkmadı mı?
— Ne bileyim, şekerim. Öteki sürgünlermahsus633 yapıyor, dediler. Güya634sürgünlere iyi muamele ederse, Jön’lerdenolacak diye korkar, ona memuriyet635verirmiş. Güya İstanbul’da daha evvel yüksekbir memurmuş, mutasarrıflık bir nevisürgünlükmüş... Miş, miş, miş... Anlarsın ya, işiçinde iş.Tevfik, bu karışık lâkırdıları daha iyianlatmak için bir de göz kırptı ama, Rabia genebir şey anlamadı. Bununla beraber lâkırdıkesilmesin diye, anlamış gibi başını sallıyordu.— Gündüz tulumbadan su çeker, çocuklarımektebe götürür getirirdim, zerzavat bileayıklardım. Fakat gece oldu mu, haydi yemişbahçelerine... Sabaha kadar vur patlasın, çaloynasın...— Ee, sonra?Tevfik sustu, bu gecelerin açık ve galiz636eğlencelerini nasıl kızına anlatabilirdi. Kendikendine:— Çiçek bozuğu637 bir Çingene çengi638
karısı vardı, surat düşkünü ama, şeytan mışeytan.Rabia, Emine’yi hatırlatan kuru bir sesle:— Çingene demek, fenâ kadın, demektir,diyordu. Tevfik’in yüzü bulutlandı:— Öyle, deme Rabia, göğsünde insanyüreği taşıyan, orada bir o, Çingene vardı. Oolmasa, ben ne olurdum? Bir köpek, efendilerieğlendirmek için burnuna halka takılıpoynatılan bir ayı... Beni bir o, insan yerinekoydu.— Öyle ise fenâ kadın değil. Fakat sen nevakit geldin, Tevfik?Kendini bildi bileli babasından herkes onaTevfik diye bahsetmişti, ona da babasını adıylaçağırmak tabiî639 geliyordu. Fakat öyle sevimlibir Tevfik deyişi vardı ki, her defasında babası,kızı sıkıyor, saçlarını öpüyordu:— Seni nasıl İstanbul’a bıraktılar?— Zâti Bey’in Dâhiliye Nazırı640 olduğunuduymadın mı?— Ha... Ha...
— Beni o getirdi. Biraz da para verdi.— Bu vakte kadar ne yapıyordun?— İş aradım. Bizim Zuhurî kolu641parçalanmış... Arkadaşların birçoğu aktörolmuş. Ha... Ha... Ha... Nasıl oyun bu?Söyleyeceklerini kitaplardan öğreniyorlar. Birtürlü aklım ermedi. Oyuncu diyeceğini kendihemen bulup uydurmazsa, bilmezse, ezberdensûre642 okur gibi oynamaz mı?Tevfik eski arkadaşlarının dağılmalarına,bilhassa tiyatronun tahta barakaları içindetercüme eserler oynamalarına kızıyordu.Başka âlemin, yabancı hayatların bizim halktaalaka uyandıracağına bir türlü akıl ermiyordu.Herhalde en eski arkadaşı, orta oyunununmeşhur cücesi Rakım’ı bulduğuna çokseviniyordu. Artık ölünceye kadar ondanayrılmayacaktı. Cüceyi derhal dizinin üstüneçıkardı, yeni baştan Rabia’ya:— İşte senin altı parmak amcan, diyetakdim etti.Cücenin gözleri Rabia’ya çarpıklığı,
sakatlığı, çirkinliği için af diliyor gibi, birazmuhabbet643 dileniyor gibi geldi. Ne kadarSarman’ın sarı gözlerine benziyordu. Kollarınıcücenin boynuna doladı, iki yanağından öptü.Fakat cüce bunu derhal alaya vurdu. Rabia’nınöptüğü yerleri ovuyor, gevrek gevrekgülüyordu. Söyleyecek şey kalmayınca Rabiafırladı, dükkânı teftişe644 koyuldu. Burnunuher çuvala, her kutuya sokuyor, kokluyordu.— Artık biz dükkânı açacağız. Belki RakımAmca ile para biriktirir de ikilik bir orta oyunukumpanyası645 yaparız. Bu ramazan geceleriKaragöz oynatacağız. İnsan biraz gevezeliketmezse dili paslanıyor.Rabia, Tevfik’in dükkânındaki hayatınıberaber yaşayacakmış gibi dinliyor, raflarındüzeni için öğüt veriyordu. Eğer Rakım sebzesepetini devirip de soğanlar yereyuvarlanmasalar, Rabia, bu tatlı rüyadan hiçuyanmayacaktı. Eyvah, öğle yaklaşmıştı...Çarşıdan vaktinde döndüğü günler bile Eminesöylenirdi, bugün ne diyecekti? Sepeti kaptı,
dükkândan fırladı, hem koşuyor, hem başıarkaya çevrilmiş sesleniyordu:— Yemekten sonra gene gelirim.Tevfik dükkânın kapısında durdu, elinisalladı, Rabia köşeyi döndükten epeyce sonra,hâlâ elini sallıyordu.Rabia geldi ve temizlik başladı. Entarisininpeşleri646 kuşağına sokulu, bir çıplak ayaktahta fırçasının üstünde, öteki çıplak ayakyerde; bir el belde, öteki muvazene647yapmak için havada, dükkânın üstündeki odayıovmaya başladı. Rakım da yalınayak, elindepaslı, delik bir kova, bahçedeki kuyudan sutaşıyor, Rabia’nın gösterdiği yere döküyor,bahçe ile ev arasında mekik dokuyordu.Dükkânda Karagöz takımını bitirmeklemeşgul Tevfik, arada bir sesleniyor... Üçü deçocuk gibi mesut.648Senelerin yığdığı pislik, kir ve tozla uğraşanRabia’nın kalbi su gibi hafifti. Ömründe ilk defaetrafını çeviren memnuat649 duvarı dibinekadar yıkılmıştı. Güya bir el, kalbinin bağlarını
çözmüş, ona, “İstediğin kadar gül, oyna, sevinve yaşa!” demişti.O sabah öğle vakti eve dönünce,Emine’den çok şiddetli bir azar yemişti. Canınasokacak kadar sevimli, tatlı bulduğu babasıylailk mülâkattan650 sonra, anası ona birdenbireçok sevimsiz gelmiş, içini kinle doldurmuştu.Emine ne sorduysa, geç kalmasının sebebinine kadar anlamak istediyse o, o kadar inatçı birsükûtla mukabele etmişti.651 Eğer İmamvaktinde yetişmese, belki Emine onudövecekti. Fakat bu inat, Emine’nin çenesiniaçmış, kızın ne kadar kusuru varsababasından geldiğini söylerken, Tevfik’e ağzınıaçmış, gözünü yummuştu. İlk defa Rabiaanasının gözlerine isyanla bakmış, “Ben de,babam da fenâyız... Ne yapacaksın... Bırak,babama gideyim!” diye haykırmıştı.— Baban mı? Hele bir İstanbul’a ayakbassın, selâmlıkta Padişah’ın arabasının altınayatar, vükelanın kapılarını aşındırır, o herifin nekepaze652 olduğunu anlatırım. Tekrar
cehennemin bucağına653 sürdürmezsem banaEmine demesinler!Rabia, bundan ürkmüş, dudaklarımühürlenmişti.Babasının döndüğünü Emine’yesezdirmemek için doğru konağa gitmeye kararvermişti. Fakat gene dayanamamış, konağınkapısından dönmüş, dükkâna gelmişti.Şimdi tahtaları âdetâ parçalayacak gibişiddetle ovarken düşünüyordu. Babasınıngeldiğini Emine’den saklamak kâbil değildi.654O halde? Çocuk, Sabiha Hanım’ı, bu tehlikeyekarşı biricik selâmet655 yeri, diye hatırladı.Ona anlatacak, iltica edecek.656 Hemen ogece söyleyecekti. Öğleden sonra konağagitmediğinin kim farkına varabilirdi, o, akşamyemeğine gider, yemekten sonra SabihaHanım’ın odasında içini dökerdi.O akşam Sabiha Hanım’ın misafirleri olduğuiçin Rabia bir şey söylemedi. Ertesi akşamcesaret edemedi. Emine’nin pek az sokağaçıkması, belki komşuların eve pek seyrek
gelmesi, Tevfik’in geldiğinden onu haberdaretmedi. Konak, Rabia’nın öğleden sonragelmemesine dikkat etmedi. Bir hafta buvaziyet devam etti.Bu meşhur haftanın her gününde öğledensonra Rabia gitti, dükkânın üstündeki evitemizledi, mutfağa çekidüzen verdi. Babası,cüce, o, birbirlerine pek alışmışlar, senelerdenberi beraber yaşıyormuş gibi teklifsizolmuşlardı. Arada, bu vaziyetten Eminehaberdar olursa ne olacağını düşünüyorlar,keyifleri kaçıyordu. Fakat Rakım Amca,Rabia’ya anasıyla babası arasında intihap657hakkı olduğunu anlatıyor, Rabia babasını tercihetmeye yemin ediyor, Tevfik’in yüzü gülüyordu.Rabia’nın bu sergüzeşti658 keşfedilmedenbir gün evvel üçler, en şen saatlerini yaşadılar.Artık ev hazırdı, dükkân badana olmuş,temizlenmiş, mallar yerli yerine dizilmiş, raflarsüslenmiş, tavana renkli kâğıtlardan kesilmiş,askılar asılmıştı.Tevfik’in Karagöz takımı da hazırdı. Üçler,
bahçede perde yerini, fener yerini tespit ettiler.Ramazan yaza geliyordu. Geceleri Allah’ınkandilleri sarkan koyu lacivert kubbe, dünyanıngünahkârlarına gülecek, İstanbul’un ılık ve tatlıhavasında bin bir minare mahyalarını659sallandıracaktı.Tevfik:— Rakım, lâzım gelen şamatayı yapmakiçin tefimiz yok, dedi.Rabia atıldı:— Ben konaktan getiririm. Ben, hem şarkısöyler, hem tef çalarım. Hem de ne güzelçalarım, bayılırsın.Genç baba, gözlerini kıstı, kızının çalımınagüldü.Fakat birdenbire yeisle başını salladı:— Sen bir hafızsın Rabia, bu maskaratürküleri nasıl söylersin. “Yâr bana bir eğlence,yâr” diye bağıran hafız nerede görülmüş?— Bir kere tef çaldığımı dinle de sonrasöyle... Ben Vehbi Dede’nin talebesiyim.— Orası işi bozuyor ya... Senin usulünsokak çocuklarına, mahalle Karagözcüsü’ne
gelmez.Rabia sırıttı, mutfağa daldı. Bir dakika sonraelinde teneke kahve tepsisinden bir tef, uzunparmakları üstünde dolaşıyor, çalıyordu.Babası tepsiyi elinden kaptı, avazı çıktığıkadar bağırarak:— Ben sana demedim mi sevme dokuz yâr,diye hem söylüyor, hem de en şamatalıusulüyle tepsi çalıyordu. Sonra tepsiyi fırlattı;kızına:— Ben sana bir maymun alsam da, sen desokaklarda oynatsan nasıl olur! Sende buistidat660 varken, pencerelerden başına çilkuruş yağar, biz de ekmek parası ediniriz.Babasının bu şakası, ona, penceredenmaymun seyrettiği günleri hatırlattı. Sokaktakiçocuk alayına iltihak661 için ne kadar içisızlamış, cama yapışan burnu yamyassıoluncaya kadar gözleri macuncu Çingene’yiseyretmişti.Eğildi, yerden tepsiyi aldı. Birdenbiremaymun oynatan bir Çingene oluvermişti.
Tepsiye sert, sert, tam tam vuruyor, başı birtarafta, göğsü ilerde, bir ayağı muhayyel662 birmaymunu tekmeleyerek, oynatarak bahçededolanıyordu. Rakım, çocuğun sanatkârtemsiline663 dayanamadı. O da hemen birmaymun oluverdi. Dört ayak yürüyor, gözleridört dönüyor, maymun gibi çığrıyor, güya atılanfındıkları kaparak, dişleriyle kırarak kabuklarınıTevfik’in suratına fırlatıyor, Çingene’nin birtarafından öbür tarafına, yan yan taklakatıyordu.O hafta, böyle kahkahalı, oyunlu bir sahneile kapandı.Rabia’nın o hafta derslerine gelmediğiniancak perşembe günü Kâhya Kadın, VehbiDede’den öğrendi. Çocuğu her akşam sofradave yemekten sonra da Hanımefendi’ninodasında görüyordu. O kadar çalışkan ve uslubir kız dersten kaçamaz... O halde mutlakEmine onu evde alıkoyuyor. Hemen başınıörttü, İmam’ın evine gitti.İkindi vaktiydi. Şükriye Hanım kapıyı
çalarken çamaşır çivitleyen664 Emine’ninzaten kulağı tetikte... Zihni, Rabia’nın songünlerde tavrının665 başkalığıyla meşgul...Sabunlu elleriyle kapıyı açıp da KâhyaKadın selâm sabahtan evvel yekten666 ona,Rabia’yı niçin öğleden sonra derstenalıkoyduğunu sorunca şaşırdı.— Rabia konakta değil mi?— Yooo... Bir haftadır öğlelerden sonragelmiyor.Emine’nin gözleri küçüldü, iki batıcı iğneucu, dudakları büzüldü, bir tek dar çizgi oldu veKâhya Kadın’a, aklına ve ağzına geleni söyledi.Kız, geçen cuma, pazardan geç geldiğindenberi, esasen içine kurt düşmüştü. Kim bilir nasılbir felâkete uğramıştı. Tüüü... Yazıklar olsun!Elin fukarasının ehl-i ırz667 bakire evlâdınıterbiye edeceğiz diye konağa alıp da nasılböyle sokaklara salıveriyorlardı? Hanımefendiha!Şükriye Hanım, Rabia’nın henüz çocukdenilecek çağda olduğunu söyleyince bütün
bütün köpürdü. Memeleri koynunda elma gibi,âdet görmesi yaklaşmış koskocaman kız!Biricik evlâdını böyle sokaklara salan SabihaHanım’ın düzgününden, allığından, rastığından,seviciliğinden668 ve daha nelerinden tutturdu.Kâhya Kadın’a, çanak yalayıcı, boynuzlu karı,diye bağırdı.Eğer bu patırtıdan, ikindi uykusu başınasıçrayan İmam aşağı koşmasa, iki kadın,avluda saç saça, baş başa dövüşeceklerdi.Şükriye Hanım, Rabia’nın öğlelerden sonranerelerde dolaştığını anlamadan konağadöndü. Fakat Hanımefendi’nin odasına ayakbastığı andan itibaren bir curcunadır başladı.Rabia, orada, Sabiha Hanım’a nihayetbabasının avdetini669 anlatıyordu. DerkenEmine konağa geldi. Eğer bütün bu vak’alardaSabiha Hanım soğukkanlılığını ve idaresinigöstermese maazallah670 bir felâket olacaktı.Ağzı köpürerek Sabiha Hanım’a tam bircephe hücumuna geçen Emine, Tevfik’inavdetini duyunca, pattadak düştü, bayıldı.
Ayılır ayılmaz, biricik çocuğunu o soytarıyavermektense eliyle boğmak için Rabia’nıngırtlağına atıldı. Bütün konak, Emine’yizaptetmeye uğraşırken, Sabiha Hanım İmam’ahaber yolladı. Mabeyn kapısında671 İmam’lamüzakereden672 sonra, aldıkları karar şuoldu:Şeriat,673 zaten bu yaşta çocuğa, anasınaveyahut babasına gitmek için hakk-ı hıyai674vermişti. İşi mahkemeye düşürmektense SelimPaşa’yı hakem yapıp işi dostane675 halletmekdaha münasip676 değil miydi?İmam, derhal kabul etti. Esasen Tevfik’inDâhiliye Nazırı Zâti Bey’den himayegörmesi677 siyasî rakibi olan Selim Paşa’nıngözüne girmek, kendisine acındırmak,mümkün olursa bu rekabeti hafifçe körükleyipPaşa’dan bir külâh kapmak...678 Bu, İmam’a,en muvafık679 bir şekil gibi göründü. Hemdavanın halline680 kadar Rabia’yı
Hanımefendi’nin konakta alıkoyması, işin enmuvafık tarafıydı.Cuma selâmlığından sonra karısı ile uzunbir müzakereden sonra Paşa, selâmlığa çıktıve evvelâ İmam’ı kabul etti. O gün Hacı İlhamiEfendi, gözleri yaşlı, boynu bükük bir ihtiyarmanzarası veriyordu. Dedi ki:— Paşamızın vereceği kararı, şeriat hükmügibi kabule âmâdeyim.681 Çocuğun babasınıisteyeceğinden korkuyorum. Asıl yandığımşey, bu kadar emek ve zahmetten sonrakepaze herifin masum kızı, Zâti Bey gibisarhoş ve bîedep682 bir adamın evinegötürmesi olacak.Paşa’nın gür kaşları birbirine karıştı:— Rabia’yı Zâti Bey’in konağınagötürmemesini Tevfik’e söylerim. Götürürse,kız, bir daha bizim konağa ayak basamaz.İmam, ellerini oğdu, sesini alçalttı:— Şurasını da arz edeyim ki mahalleli,Tevfik’in nereden para bulup dükkân açtığınahayrette... Herkes, Zâti Bey’e hafiye683
yazılmış diyor. Sinekli Bakkal’da bizim gibifukaralara hafiyelik edecek değil ya...Paşa güldü. İmam’ın manevrasını684derhal anlamıştı.— Politikayı büyüklere bırak, İmam Efendi.Kendi işine bak.İmam, kendince ince bulduğu siyasette budefalık ısrar etmedi. Asıl maksadını, endişesini,Paşa’yı müteessir685 eden bir çıplaklıkla açtı:— Çocuk babasına giderse, hafızlıktankazancı da elden gidecek. Biz o kadar para,emek sarf ettik.686 Hem çocuğun getirdiğivaridat687 kesilirse yarı aç, yarı tok kalacağız.Malûm ya, dünyada Allah korkusu kalmadı.Benim gibi fukara bir imamla, mahalleli, herilmühaber için bezirgân688 gibi pazarlık ediyor.Kâhya Efendi, bu aralık, Rabia’yı, sonraTevfik’i odaya aldı.Paşa, evvelâ çocuğa dedi ki:— Kızım, işte baban, işte büyükbaban,hangisinin yanında oturmak istersin?
— Babamın yanında, Efendim.— Büyükbaban sana emek verdi, bunca yılseni himaye etti.689 Babanın yanında bir kadında yok. Sen şimdilik büyükbabanın yanındakal, babanı istediğin zaman gider, görürsün.Rabia birdenbire Tevfik’in elini yakaladı:— Babamın benden başka kimsesi yok,Efendim.— Kızına bakmaya iktidarın690 var mı,Tevfik? Rabia atıldı:— Dükkân açıyoruz, Paşa Efendi, herkesbizden alışveriş edecek, siz de edersiniz, değilmi?Kızın gözlerinden damla damla yaşlarakıyordu.İmam, partiyi kaybediyordu. Yutkundu:— Kızın kazancına göz dikti de, aklını çeldi,bunca senedir evlâdını bir kere aradı sordumu?Tevfik ilk defa ağzını açtı:— Rabia’nın kazançları gene İmam’averilsin, Efendim! Ben kızıma bakarım.
Bu teklif şayan-ı kabul691 görüldü. Paşa,Rabia’yı hareme692 yolladı, İmam’ı savdı,693fakat Tevfik’i alıkoydu.— Kızının tahsili ile ben hayli meşguloldum,694 Tevfik... Devamına müsaadeedecek misin?— Emredersiniz Paşam.— O halde benim de bir şartım var. KızınıZâti Bey’in konağına götürmeyeceksin.— Allah esirgesin.Demek, Zâti Bey’in ahlakının düşüklüğü,Tevfik gibi bir serseriye bile çirkin geliyordu.Paşa öksürdü:— Doğru söyle Tevfik. Zâti Bey, sana,mahallede bir vazife695 verdi mi?— Nasıl vazife efendim?Tevfik’in yüzündeki hayret samimiydi.616. Sebze.
617. Uzun, yenleri geniş, düğmesiz giysi.618. Kavuk, fes gibi başlıkların üzerine sarılantülbent, abanî veya şala verilen ad.619. Hüzünlü.620. Anlatamayacağı.621. Çılgın.622. Sakinleşince.623. Birdenbire ortaya çıkan durumda.624. Zavallı.625. İstekte bulunan.626. Düşkünlüğünde.627. Yoksun.628. İşsiz güçsüz.629. Serüveninin.630. Bölümüne.631. Sancak yöneticisi.632. Giysi.633. Bilerek.634. Sözümona.635. Memurluk.636. Kaba.637. Çiçek hastalığından yüzünde izler kalan.
638. Çalgı eşliğinde oynamayı meslek edinmişkadın.639. Doğal.640. İçişleri Bakanı.641. Orta oyunu takımı.642. Kuran’ın bölünmüş olduğu 114 bölümdenher biri.643. Sevgi.644. İncelemeye.645. Tiyatro topluluğu.646. Bazı giysilerin bol olması için yanlarınaeklenen kumaş parçası.647. Denge.648. Mutlu.649. Güvenlik.650. Görüşmeden.651. Karşılık vermişti.652. Rezil.653. Bir yerine.654. Olası değildi.655. Güvenlik.656. Sığınacak.657. Seçim.
658. Macerası.659. Ramazan gecelerinde, camilerde ikiminare arasına gerilen ipler üzerinde kandillerle(sonradan elektrik ampulleriyle) yazılan yazıveya resim.660. Yetenek.661. Katılmak.662. Varsaydığı.663. Oyununa.664. Çamaşırı, beyazlaşsın diye çivitleyıkayan.665. Halinin.666. Birdenbire.667. Namuslu.668. Kendi cinsinden olanlara cinsel ilişkiyegirmekten zevk almasından.669. Dönüşünü.670. Tanrı korusun.671. Eski konaklarda harem ile selamlıkarasındaki dairenin kapısında.672. Görüştükten.673. İslam hukuku.674. Seçme hakkı.
675. Dostça.676. Uygun.677. Korunması.678. Düzen, dalavere ile bir işin başınageçmekten çıkar sağlamak.679. Uygun.680. Sonuçlanmasına.681. Hazırım.682. Edepsiz.683. Haberci.684. Yönlendirmesini.685. Üzen.686. Harcadık.687. Gelir.688. Tüccar.689. Korudu.690. Gücün.691. Uygun.692. Konakta kadınların yaşadığı bölüme.693. Gönderdi.694. Uğraştım.695. Görev.
10Üçlerin dükkân hayatı, ertesi olmayan birbayrama benziyordu. Onlara göre, kırıkkaldırımlı, pis kokulu, karanlık Sinekli Bakkal,yalnız neşe ile gümbür gümbür atan canlı birkâinatın696 ruhu, merkezi oluvermişti. Onlarhayatla kedi yavrularının ipek yumaklarlaoynadıkları gibi oynuyorlar, ipeklerin bir günellerine, ayaklarına dolaşabileceğini akıllarınahiç getirmiyorlardı.“İstanbul Bakkaliyesi” gene o semtin enişlek alışveriş yeri olmuş, müşterilerin sayısı,Emine’nin zamanındakini çoktan aşmıştı.Üçlerin reisi Rabia, dimağı697 venazımı698 da Cüce Rakım’dı. Ramazana birhafta kala dükkânın teklifsiz ve daimî birmisafiri hâsıl oldu ki o da cümbüşe, neşeyeçok ilave ediyordu. Bu, Gelibolu’dan dönenÇengi Penbe idi. Sabiha Hanım’ı eğlendirmekbahanesiyle konağa postu sermiş, her gün bir
defa Sinekli Bakkal’a yollanıyor, köşedekadınlarla şakalaşıyor, çocuklarla dil dalaşıettikten sonra dükkâna dalıyordu.Rakım mal almaya, Rabia konağa gitmişti.Gün cumartesi, vakit ikindiydi. Tevfikdükkânda yalnız otururken uzun boylu birMevlevî dedesi başını eğdi, dükkâna girdi.— Rabia Hanım’ın babası Tevfik Efendi’nindükkânı burası mı?— Ben, Tevfik bendeniz...— Ben, Rabia Hanım’ın mûsikî hocasıyım.Sizinle konuşmak istiyorum.— Siz, siz Vehbi Dede’siniz galiba.Mevlevî güldü:— Söylemek istediğim şey şu:Ramazanlarda ben ders vermem. Konağa pekde gitmem. Rabia Hanım için bir istisna699yapmak istiyorum. Çünkü ben otuz senedir bukadar istidatlı700 bir talebeye tesadüfetmedim.701 Burada müsait702 yer varsaperşembe akşamları gelip ders vereceğim.Bu, Rabia’nın mûsikî derslerinin konaktan
Tevfik’in evine nakli703 demek, bu, Dede’ninRabia’ya ücretsiz ders vermesi demek...Tevfik’in iftihardan göğsü kabardı, gözleriyaşardı:— Bizim için ne lütuf! Bahçemizde dinlenipbir kahve içmez misiniz?— Başka bir gün gelirim, işinizdenalıkoymayayım.— Hayır Efendim, bu saatlerde alışverişolmaz.Tevfik dükkânın arka kapısını açtı, Dede’yitoplu ve temiz bir mutfaktan geçirerek bahçeyeçıkardı. Cevizin altındaki hasıra oturttu, önünetütün kesesi bıraktıktan sonra kahve pişirmeyegitti.Bahçe, Tevfik’in biricik severek, özenerekçalıştığı yerdi. Cevizin ötesinde sık sık incir,badem, elma, ayva ağaçları var. Duvarın ötekidibinde patlıcan, domates, soğan, salatatarlası... Dede yüzünü eve çevirdi. Mutfağın veçardağın üstündeki asma yapraklarınabürünmüş pencere batı güneşiyle kanaboyanmış gibi. Çardağın yanlarına, mutfağın
kapısına sarılan hanımelleri ve yaseminakşamın ağır havasında bayıltıcı bir kokuneşrediyorlar.704 Etrafta soldaki akasyalarındallarında öten güvercinlerden başka ses yok.Tam bir İstanbul bahçesi. Dede kendini, kendibahçesinde farz edebilirdi.705Tevfik’in getirdiği kahveyi yavaş yavaşiçerken, evin sahibini de tetkik ediyor,706 onupek kendisine yakın buluyordu. Mütemadiyensöyleyen bu çocuk yüzlü adam, Allah’ın serseriçocuklarından biriydi. Dede, onların türlütürlülerini görmüştü. Onlar sergüzeştle dolufırtınalı hayatlarını yaşarken ekseri dünyanınzevkini de, cefasını da bir tekkenin eşiğindebırakıp erenler707 sürüsüne giren eskiâşinâlarıydı.708 Vehbi Dede, dükkândanayrılırken, Tevfik’e, tarikatın müstakbel709“can”ı710 gibi bakıyordu.İki hafta sonra, bir öğle vakti Rakımdükkânda yalnızken Vehbi Dede’den çokbaşka bir yabancı daha geldi. Cüce, Sinekli
Bakkal’da böyle bir adam tanımadığı içingözlerini açtı, yabancıyı süzdü. Siyahharmanili,711 üç köşeli kocaman şapkalı, kısaboylu, çevik tavırlı bir ecnebi712 idi.Sinekli Bakkal civarı Hıristiyanları şapkagiymedikleri için Rakım, bunu bambaşka,Beyoğlulu bir müşteri, belki de bir seyyah713olarak teşhis etti:714— Ne istiyorsunuz, Sinyor?Sıkılganlık nedir bilmeyen Peregrini burayaepeyce sıkılarak girmişti. Gerçi Katolikdünyasının aforoz ettiği715 bu sabık716 rahip,on beş senedir ömrünü Müslümanlar arasındageçiriyordu. Fakat onun Türk ve Müslümandostları hep alafranga717 ve zengin bir âlemdeyaşarlardı. Hattâ Saray’a bile muntazamangiren bu adama şimdiye kadar fakir ve orta halliMüslümanların evi kapalı bir kale gibi gelmişti.Fakat pek başka içtimaî bir sınıftan gelen busanatkâr, çekinerek girdiği bu yeni küçükdükkânla şiddetle alâkadar olmaya başladı.
Oraya renkli malları, Ramazan’a mahsus biritinâ718 ile yerleştiren gözde, en eskimedeniyetli bir şehir evlâdının zevki vardı.Gözleri bir lastik top gibi sıçrayarak dolaşancüce ile tavana asılan yeşil kırmızı şeritli güllaçtekerlekleri arasında dolaşırken Rakım sordu,gene sordu:— Ne istiyorsunuz, Sinyor?Parmağıyla güllaçları gösterdi:— Bundan almak istiyorum, bir tane kırmızı,bir tane de yeşil şeritlisinden ...Oraya hiç de bir şey almak maksadıylagelmemişti.Fakat lâkırdıya zemin bulmak için bu fenâbir vesile719 değildi.Rakım güllaçları sararken birdenbire kaşlarıçatıldı.Herifin kıyafetiyle güllaç arasında birmünasebet yoktu. Sonra kıyafetiyle söylediğiTürkçe arasında da bir münasebet yoktu. Ohalde?Yoksa herif bir hafiye miydi? Bazân tebdil-i
kıyafet720 de gezdikleri söyleniyordu.Sesindeki emniyetsizlik721 pek aşikâr,722sert sert sordu:— Sen bunu pişirmesini bilir misin?— Hayır. Bizim aşçı Rum’dur. Belki o dabilmez, fakat bu beyaz yuvarlakları hep almakistiyorum. Sen, bana nasıl piştiğini tarif edermisin?Peregrini’nin cebinden not defteri çıktı.Yazarken anlatmaya başladı:— Ben Selim Paşa’nın oğlunun piyanohocasıyım.— Ya...Rakım nefes aldı.— Vehbi Dede benim dostumdur. RabiaHanım’ı da Hilmi Bey’in odasında dinledim. İkiperşembedir gelmiyorlar. Rabia Hanım’ınbabası gelmiş dediler. Artistmiş, siz de artistebenziyorsunuz, onun babası mısınız?— Artist ne demektir bilmiyorum amababası değilim. Ben onun amcasıyım.Durdu.
Kıyafetinin acayipliğine rağmen bu kadargüzel Türkçe söyleyen bu herife ısınmıştı. Sesibiraz acı, biraz alaylı ilave etti:— Arada biraz da Rabia’nın maymunuoluveriyorum. Kız yaman şey. Vehbi Dede,ramazanlarda ders vermezken sade onun içinperşembe akşamları buraya geliyor.Peregrini küçük iskemleyi çekti, oturdu.— Rabia Hanım camilerde mukabeleokuyormuş, acaba hangilerinde?— Bugün Ayasofya’da, cumartesi günleriFatih’te, perşembe günleri Valide Camii’nde,başka günler Sinekli Bakkal Mescidi’nde. Avuçavuç para kazanıyor. Fakat paralar hepİmam’a gider. Paşa öyle söyledi. Biz buradabakkallık ediyoruz, bu Ramazan Karagözoynatıyoruz. Şükür geçiniyoruz.Biraz durdu, sonra gözleri parlayarak:— Tevfik gibi hayalciyi723 dünyanın birtarafında bulamazsın, Sinyor. Akşamlarıgelmek istersen, ben seni bedava sokarım.— Hemen yarın akşam gelirim, dostum.
Bunu tehalükle724 söylemişti. Şimdioturduğu yerde gözleri sokağa dalmış, kapınınönünü kara bulut gibi almış mütemadiyenvızıldayan kara sinekleri dinliyordu. Karşıkievler kara çatıları altında uyuyor gibi, bu saatimutlak oruçlu mahalleli yataklarında geçiriyorolacak, çünkü sokaktan bir kul725 geçmiyor.Peregrini’nin içini kapalı ve gizli bir kıtakeşfetmişlerin sevinci bürümüştü. Sevimli,husûsî, teklifsiz ve insanî bir kıta! Bu dünyayıen evvel Rabia’nın Kuran okuyuşundansezmişti. O dakika bu dükkânın ve sokağınharicindeki726 her şey sun’idir,727 yabancıdır.Ona öyle geldi ki bu dar sokak sakinleri içindünyada bir tek maddî kıymet yoktur, onlaryalnız kalbe ve ma’nevî servetlere, güzelliklerekıymet verirler!Bu kararını verir vermez içinde Rabia’yıAyasofya’ nın tarihî dekorları içinde dinlemekarzusu uyandı. Dudaklarından yüzünün herçizgisine sirayet eden728 garip bir tebessümle:— Gelecek hafta Rabia Hanım Ayasofya’da
okurken beni götürür müsünüz?Rakım’ın gözleri zihninde küfrün729 enhusûsî alemi730 olan üç köşeli şapkaya kaydı.— Cemaat ibadet ederken ecnebiziyaretçilere alışık değildir.Rakım’ın gözlerinin istikametini731 takipeden Peregrini başından şapkasını çıkardıyere attı.— Ben şapkasız giderim. Evde bir fesimvar. Hem bir daha bu mahalleye şapkalıgelmeyeceğim. Ben dinî hislere çok hürmetederim... Ben, ben vaktiyle bir nevi derviştim.— Yoksa vaktiyle Müslüman’dın dasonradan gâvur mu oldun? Tevekkeli bizimdilimizi böyle konuşmuyorsun.Peregrini Rakım’ın sade, iptidaî732 âdetâbir panayır oyuncusu olduğunu unutmuştu.Onunla hiç anlayamayacağı âdetâ felsefîmünakaşalara733 girivermeyi tabiî bulmuştu.— Hayır, Müslüman değilim. Hanimanastırlara kapanan papazlar yok mu,
onlardanım. Fakat şimdi daha ziyadeMüslümanım. On beş yıldır aranızdayaşıyorum. Dil, din, millet bunlar insanların ruhikliminden734 başka bir şey değil. Garbın ruhiklimi bana çok soğuk geldi, şark iklimindesükûn ve şifa735 arıyorum...Peregrini sustu. Rakım kendi kendine “Herifneler karıştırıyor?” diyordu. Fakat söylemeyetekrar başlayınca o da gözlerini açtı, dinledi.— Hiçbir dine mensup736 değilim. Fakateğer bir din edinmek istersem mutlakMüslüman olurdum. İslam’ın yarattığıcemaatteki ferdi kendime daha yakınbuluyorum. Manastırdan kaçalı, Papa’nınaforozuna uğrayalı on beş yıl oluyor...— Kaçtın ha? Vay ana...— Şimdi ben bir şeye inanmam. Fakat, dinbir illet737 gibi insanın kanına bir defa girersebir daha çıkmıyor. Dindar adamları çokseverim, din lâkırdısı etmeye bayılırım.Camiler, kiliseler, bütün dua edilen yerlerinetrafında dolaşırım. Sen de dindar mısın,
dostum?— Elhamdülillah Müslüman’ım. Fakat dinlâkırdısını hiç sevmem. Kiliselerden ürkerim,camide içim sıkılır. Vaaz dinlersem uyurum.Sofu adamlardan umacı738 gibi korkarım. Hiçnamaz kılmadım. Rabia’nın babası da öyle...— Ramazan’da da kılmaz mısın?— Hayır, yalnız kızın hatırı için yalancıktanikimiz de oruç tutuyoruz.— Mesela nasıl?Rakım güldü; bu manastır kaçkını eskigâvura içini dökmekten lezzet alıyordu.— Gece Rabia ile beraber sahur yiyoruz,niyet ediyoruz. Ertesi gün o camiye gidinceyekadar bir şey yemiyoruz. Yiyecek aramıyoruzama bu kâfir tütün yok mu? Neyse o camiyegider gitmez tabakalar739 açılıyor, sigaralartellendiriliyor. Dükkânda öteden beridençimleniyoruz.740 Akşam Rabia ile berabergene oruç bozuyor, iftar ediyoruz.— Tuhaf, tuhaf...— Bazân kız şüphelenir. Oruçlu erkekler
bizde tiryaki, aksi olur, biz hep neşeliyiz.Neyse ben arife günü Rabia’nın hatırı içinsahiden oruç tutacağım.— Niçin kendi ruhunun selâmeti için değil,dedi.Cüce sırıttı. Acı, mütekallis741 bir sırıtış.— Çocuklar oruç tutar mı? Maymunlar helehiç tutmaz. Allah beni maymunla çocukarasında bir mahlûk diye yarattı. Benden nenamaz ne niyaz742 ne oruç...Bu ziyaretten sonra Vehbi Dede’nin geldiğiperşembe akşamları Peregrini de geliyordu.Pek tabiî olarak üstâdı, Hilmi ve iki daimîarkadaşı da takip ediyorlardı. Dükkânınüstündeki fakir odada on sekizinci asırcereyanlarını743 andıran münakaşalar olmayabaşladı.Rabia’nın ruhunda yeni hayatının ne tesiryaptığını anlamak için yüzünü çok yakından veçok derin tetkik etmek lâzımdı. Fakat bu
zahmete değer bir tetkik olurdu. Çünkü eski veyeni hayatı üst üste konulan fakat tamamenbirbirini bozamayan iki medeniyet tabakası744gibi görünüyordu.Yaşamak arzuları, içinde bir barut mahzenigibi sıkışıp kalan çocuğun yüzündeki ifadetamamen silinmemişti. O, üçlerin reisi, evinkadını sıfatıyla vazifesini yaparken, bunlardanzevk almasına rağmen, bunları biraz da oyungibi telakki etmesine rağmen gene tavrı sakinve ciddiydi.Eski Rabia’nın yüzü: Ağzının iki tarafındaiki derin çizgi, kaşlarının arasında derin bir hat,ince yüzünü kaplayan gamlı bir durgunluk. Buçizgiler tamamen silinmeden, simanın745mânâsı değişmeden yeni hayat, izlerini bu eskişahsiyetin üzerine resmetmeye başladı. Veyeni yüzü şu idi: Göz kuyruklarında sıkgülmekten hâsıl olan746 kırışıklar, gözleriniçinde mütemadiyen yanan mes’ut ışıklar,gülerken burnunun üstünde beliren sevimliburuşukluk. Kendini yeni hayatın
âzâdeliğine747 terk ettiği zaman eski yüzününalâmetleri748 zayıflar, gözlerinin ağır ifadesi,dudak kenarlarındaki, kaşların ortasındakiçizgiler düzelir. Fakat geçmiş günlere hatırasıdöner dönmez her eski alâmet olanca vuzuhuile749 tekrar meydana çıkar. Güya yenihayatının şen maskesi şeffaf bir ipek peçe gibieski hayatın gamlı simasının üstüneörtülüvermişti. İşte bu zıt şeylerin o genç yüzdeimtizacı750 bunun bütün muammalığını,751bütün büyü gibi tesir eden başkalığını teşkilediyordu.752Rabia’yı en çok tahlil eden,753 yüzününgünden güne aldığı mânâyı gözdenkaçırmayan evvelâ Peregrini oldu. Zıt tesirlerinbu küçük yüzde çarpışmasını insan, boğagüreşini seyreden bir İspanyol ihtirasıyla takipediyordu. Kızın tabiatında riyazete temayül754vardı, ma’nevî bir perhizkârlık755 vardı, süratledüşünüp salim kararlar almak kâbiliyeti vardı.
Search
Read the Text Version
- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- 8
- 9
- 10
- 11
- 12
- 13
- 14
- 15
- 16
- 17
- 18
- 19
- 20
- 21
- 22
- 23
- 24
- 25
- 26
- 27
- 28
- 29
- 30
- 31
- 32
- 33
- 34
- 35
- 36
- 37
- 38
- 39
- 40
- 41
- 42
- 43
- 44
- 45
- 46
- 47
- 48
- 49
- 50
- 51
- 52
- 53
- 54
- 55
- 56
- 57
- 58
- 59
- 60
- 61
- 62
- 63
- 64
- 65
- 66
- 67
- 68
- 69
- 70
- 71
- 72
- 73
- 74
- 75
- 76
- 77
- 78
- 79
- 80
- 81
- 82
- 83
- 84
- 85
- 86
- 87
- 88
- 89
- 90
- 91
- 92
- 93
- 94
- 95
- 96
- 97
- 98
- 99
- 100
- 101
- 102
- 103
- 104
- 105
- 106
- 107
- 108
- 109
- 110
- 111
- 112
- 113
- 114
- 115
- 116
- 117
- 118
- 119
- 120
- 121
- 122
- 123
- 124
- 125
- 126
- 127
- 128
- 129
- 130
- 131
- 132
- 133
- 134
- 135
- 136
- 137
- 138
- 139
- 140
- 141
- 142
- 143
- 144
- 145
- 146
- 147
- 148
- 149
- 150
- 151
- 152
- 153
- 154
- 155
- 156
- 157
- 158
- 159
- 160
- 161
- 162
- 163
- 164
- 165
- 166
- 167
- 168
- 169
- 170
- 171
- 172
- 173
- 174
- 175
- 176
- 177
- 178
- 179
- 180
- 181
- 182
- 183
- 184
- 185
- 186
- 187
- 188
- 189
- 190
- 191
- 192
- 193
- 194
- 195
- 196
- 197
- 198
- 199
- 200
- 201
- 202
- 203
- 204
- 205
- 206
- 207
- 208
- 209
- 210
- 211
- 212
- 213
- 214
- 215
- 216
- 217
- 218
- 219
- 220
- 221
- 222
- 223
- 224
- 225
- 226
- 227
- 228
- 229
- 230
- 231
- 232
- 233
- 234
- 235
- 236
- 237
- 238
- 239
- 240
- 241
- 242
- 243
- 244
- 245
- 246
- 247
- 248
- 249
- 250
- 251
- 252
- 253
- 254
- 255
- 256
- 257
- 258
- 259
- 260
- 261
- 262
- 263
- 264
- 265
- 266
- 267
- 268
- 269
- 270
- 271
- 272
- 273
- 274
- 275
- 276
- 277
- 278
- 279
- 280
- 281
- 282
- 283
- 284
- 285
- 286
- 287
- 288
- 289
- 290
- 291
- 292
- 293
- 294
- 295
- 296
- 297
- 298
- 299
- 300
- 301
- 302
- 303
- 304
- 305
- 306
- 307
- 308
- 309
- 310
- 311
- 312
- 313
- 314
- 315
- 316
- 317
- 318
- 319
- 320
- 321
- 322
- 323
- 324
- 325
- 326
- 327
- 328
- 329
- 330
- 331
- 332
- 333
- 334
- 335
- 336
- 337
- 338
- 339
- 340
- 341
- 342
- 343
- 344
- 345
- 346
- 347
- 348
- 349
- 350
- 351
- 352
- 353
- 354
- 355
- 356
- 357
- 358
- 359
- 360
- 361
- 362
- 363
- 364
- 365
- 366
- 367
- 368
- 369
- 370
- 371
- 372
- 373
- 374
- 375
- 376
- 377
- 378
- 379
- 380
- 381
- 382
- 383
- 384
- 385
- 386
- 387
- 388
- 389
- 390
- 391
- 392
- 393
- 394
- 395
- 396
- 397
- 398
- 399
- 400
- 401
- 402
- 403
- 404
- 405
- 406
- 407
- 408
- 409
- 410
- 411
- 412
- 413
- 414
- 415
- 416
- 417
- 418
- 419
- 420
- 421
- 422
- 423
- 424
- 425
- 426
- 427
- 428
- 429
- 430
- 431
- 432
- 433
- 434
- 435
- 436
- 437
- 438
- 439
- 440
- 441
- 442
- 443
- 444
- 445
- 446
- 447
- 448
- 449
- 450
- 451
- 452
- 453
- 454
- 455
- 456
- 457
- 458
- 459
- 460
- 461
- 462
- 463
- 464
- 465
- 466
- 467
- 468
- 469
- 470
- 471
- 472
- 473
- 474
- 475
- 476
- 477
- 478
- 479
- 480
- 481
- 482
- 483
- 484
- 485
- 486
- 487
- 488
- 489
- 490
- 491
- 492
- 493
- 494
- 495
- 496
- 497
- 498
- 499
- 500
- 501
- 502
- 503
- 504
- 505
- 506
- 507
- 508
- 509
- 510
- 511
- 512
- 513
- 514
- 515
- 516
- 517
- 518
- 519
- 520
- 521
- 522
- 523
- 524
- 525
- 526
- 527
- 528
- 529
- 530
- 531
- 532
- 533
- 534
- 535
- 536
- 537
- 538
- 539
- 540
- 541
- 542
- 543
- 544
- 545
- 546
- 547
- 548
- 549
- 550
- 551
- 552
- 553
- 554
- 555
- 556
- 557
- 558
- 559
- 560
- 561
- 562
- 563
- 564
- 565
- 566
- 567
- 568
- 569
- 570
- 571
- 572
- 573
- 574
- 575
- 576
- 577
- 578
- 579
- 580
- 581
- 582
- 583
- 584
- 585
- 586
- 587
- 588
- 589
- 590
- 591
- 592
- 593
- 594
- 595
- 596
- 597
- 598
- 599
- 600
- 601
- 602
- 603
- 604
- 605
- 606
- 607
- 608
- 609
- 610
- 611
- 612
- 613
- 614
- 615
- 616
- 617
- 618
- 619
- 620
- 621
- 622
- 623
- 624
- 625
- 626
- 627
- 628
- 629
- 630
- 631
- 632
- 633
- 634
- 635
- 636
- 637
- 638
- 639
- 640
- 641
- 642
- 643
- 644
- 645
- 646
- 647
- 648
- 649
- 650
- 651
- 652
- 653
- 654
- 655
- 656
- 657
- 658
- 659
- 660
- 661
- 662
- 663
- 664
- 665
- 666
- 667
- 668
- 669
- 670
- 671
- 672
- 673
- 674
- 675
- 676
- 677
- 678
- 679
- 680
- 681
- 682
- 683
- 684
- 685
- 686
- 687
- 688
- 689
- 690
- 691
- 692
- 693
- 694
- 695
- 696
- 697
- 698
- 699
- 700
- 701
- 702
- 703
- 704
- 705
- 706
- 707
- 708
- 709
- 710
- 711
- 712
- 713
- 714
- 715
- 716
- 717
- 718
- 719
- 720
- 721
- 722
- 723
- 724
- 725
- 726
- 727
- 728
- 729
- 730
- 731
- 732
- 733
- 734
- 735
- 736
- 737
- 738
- 739
- 740
- 741
- 742
- 743
- 744
- 745
- 746
- 747
- 748
- 749
- 750
- 751
- 752
- 753
- 754
- 755
- 756
- 757
- 758
- 759
- 760
- 761
- 762
- 763
- 764
- 765
- 766
- 767
- 768
- 769
- 770
- 771
- 772
- 773
- 774
- 775
- 776
- 777
- 778
- 779
- 780
- 781
- 782
- 783
- 784
- 785
- 786
- 787
- 788
- 789
- 790
- 791
- 792
- 793
- 794
- 795
- 796
- 797
- 798
- 799
- 800
- 801
- 802
- 803
- 804
- 805
- 806
- 807
- 808
- 1 - 50
- 51 - 100
- 101 - 150
- 151 - 200
- 201 - 250
- 251 - 300
- 301 - 350
- 351 - 400
- 401 - 450
- 451 - 500
- 501 - 550
- 551 - 600
- 601 - 650
- 651 - 700
- 701 - 750
- 751 - 800
- 801 - 808
Pages: