— Hilmi Bey’in piyanosunu ben satınalacağım.— İyi ama nereye koyacaksın? Dükkânamı?— Yerden çok ne var, sevgili Rabia? Benbu selâmlığı kiralamaya karar verdim. Birdöşeyeceğim ki... Bayılacaksın. İtiraz etme,kuzum, kuzum... Paşa’nın azatlılarından birinitutarız. Biraz rahat yaşayalım Rabiacığım...Azıcık nefes alalım. Kendimiz için yaşayalım.Bebek’teki gibi.Elleri Rabia’nın omuzlarında gözlerigözlerinde.Kız, Osman’ın ellerini omuzlarından koparırgibi çekti, itti. Arkasını çevirdi. Pencereyeyürüdü. Dürüşt bir sesle:— Olamaz, ama hiç olamaz, diyordu.Osman, haksız yere anasından dayakyemiş bir çocuk gibi kırılmıştı. Halbukiselâmlığa gelirken, bu parlak planını Rabia ilekonuşmayı düşünürken ne kadar içi sevinçledolu idi. Rabia’nın gözleri parlayacak, onunlabu planı müzakere edecek1825 sanmıştı.
Halbuki kız âdetâ hakaret etmişti. Osman’ınteklifinde bu kadar kızacak ne vardı? Bu Rabiane zaman Osman’ı anlayacak? Ne kadar birsürü eski şeylere bağlı bir mahlûk! Kendikendini ebediyen1826 tekrar eden, fakatmütemadiyen uzaklaşan bir Şark melodisi! Birtek ses, bir tek arzu... Halbuki Osman Garb’ınen muğlak bir senfonisi... Binbir arzu, binbiremel!Rabia burnunu cama yapıştırdı. Osman’ınteklifini düşündü. Onu tanıdı tanıyalı bu kadaryabancı hissetmemişti. Selim Paşa’nın hakkıvardı. Avrupalı demek maddi şeylere bağlıolmak demek... O zamanda Paşa’nınselâmlığını kiralamanın nasıl saygısızlıkolacağını düşünemiyor muydu? Güya bir dememleketinde asil bir ailenin evlâdı imiş.Bir defa Paşa onlardan belki kiraalmayacak, bedava vermeye kalkacak. Sonraonlar Paşa’nın eski debdebesine göz dikmiş,yeniden görme insanlar vaziyetine düşecekler.Rabia âdetâ Sinekli Bakkal kadınlarınındedikodularını işitiyor gibi: “Rabia’ya ne oldu?
Paralı kocaya varır varmaz konak, halayıksevdasına düştü. Bari bir de haremağasıtutsak. Halayık onun neresine? Eli ayağıtutmuyor mu?”Hem demek, Osman dükkânın üstündekievi beğenmiyor. Bunu düşününce teessürdenziyade hiddet hissetti. Ve bostandaki başdönmesini, bulantıyı tekrar duydu. Tavan, yer,kızıl yeşil ışıklı camlar, dışarıdaki akasyalarhep birbirine karışmış dönüyor.— Söylediğime bu kadar kızacak ne var,Rabia Hanım?Osman’ın sesinde zorla zapt edilen hiddetve isyanın yanında bir de istihfat1827 vardı. Bukız onun için şimdi, mundar bir arka sokaktadoğmuş, büyümüş bir imam torunu, bir bakkalkızı. Ne demiş de bu kadar fedakârlık ederekhayatını, şımarık bir mahalle kızına bağlamıştı?Ömürlerinin sonuna kadar birbirlerinin tepesineçıkacak kadar dar bir evde oturmayamahkûmdular.Rabia, gözlerinde âdetâ vahşi bir ışıltı iledöndü. Dudakları Emine’nin dudakları gibi bir
tek sıkı çizgi.— Sen, iki gözüm, konaklarda yaşamayaalışık bir kız almalıydın! Ben olduğum yerdenşuradan şuraya gitmem. Anlaşıldı mı?— Anlaşıldı, küçük hanım. Sen konakdenilen şeyin benim gözümde yeri varsanıyorsan yanılıyorsun. Bu selâmlık bizimuşak dairesi...Sustu. Nasıl oluyor da o da bir mahalledelikanlısı gibi âdetâ övünüyordu?Rabia bir kat daha azdı. Sesi bir perde dahayükseldi:— Daha âlâ ya! Olduğun yerden neyeçıktın? Seni asilzade bey... Mirasyedi bey...Bana şimdi de frengistandaki konaklarınla mıövüneceksin? Her şeyi alınlarının teriylekazanan adamlar arasında senin işin ne? Sen,sen bizden olmak için kırk fırın ekmek yemenlâzım... Seni zıpçıktı, mirasyedi...Rabia’nın son sözleri bir yılan zehri gibiOsman’ın suratına fırlıyor. Rabia’ya göre hars,medeniyet, memleket ve ırk farkı, bir dindenolanlar için bir hiç. Fakat sınıf farkı... Buna o,
kuduruyordu.“Rabbim beni fukara sınıfından ayırma,”diye söylenirken, Osman ilk defa Rabia’yakarşı şiddetli bir husumet1828 hissetti. Rabiave Sinekli Bakkal, bunlardan birdenbire nefretedivermişti. Rabia onun yüzüne, “Asilzade,mirasyedi!” diye haykırırken öylemutaazzım1829 ve mağrur1830 görünüyorduki... Güya Sinekli Bakkal’da bakkal olmak,asalet1831 sınıflarına mensup olanları istihfafa,hakarete layık görmeye kâfiydi!Rabia ile geçen saadet günleri Osman’ınzihninden birdenbire silindi. Şimdi o SinekliBakkal denilen yerin darlığını, mundarlığını,sıkıntısını, gülünç gururunu ve kendisininoraya ezelî esaretini düşünüyordu. Buz gibisoğuk bir sesle:— Gidelim, dedi.Yan yana, fakat birbirlerine dokunmadan,birbirlerinin yüzüne bakmadan harem taşlığınakadar geldiler. Fener silen kızlardan birikoşarak içeri girdi. Yanlarından geçerken:
— Sofra güllerin yanında, sizi yemeğebekliyorlar, Vehbi Dede de orada, dedi.Fenerler yanmıştı. Paşa’nın sevgili gülfidanlığı ortasına sofra kurulmuştu. Yeşilyapraklar, kırmızı güller ışık içinde.Rabia, Paşa’nın yanında oturan VehbiDede’nin elini öptü, Osman Dede’nin boynunasarıldı. Kavgalarının şimdi bir tek zâhirî1832alâmeti ikisinin de birbirinden gözlerinikaçırmaya çalışmalarından ibaretti.Rabia, Dede’nin yanında, eski tabiî tavrınıalıvermişti. Vehbi Efendi de, etrafında,heyecanı men eden1833 muhitine muvazene,sükûn veren bir tesir vardı. Rabia, bunu buakşam her vakitten fazla hissetti.Selim Paşa karısına diyordu ki:— Kızlar, yemekten sonra Şevket Ağa ileBayezid’e kadar inmek istiyorlar. Müsaadeeder misin?— Hay hay.Rabia:— Ben de, kuzum ben de... diyordu.
Vehbi Efendi koynundan bir zarf çıkardı.— Sen kal Rabia, babandan mektup var.Yemekten sonra okuyacağım.Osman müstehzî:— Aman Rabia’yı gezintisinden mahrumetme, şimdi oku, dedi.— Tevfik Taif’de değil mi?Paşa sormuştu. Vehbi Dede cevap verdi:— Belki. Fakat bu, Şam’dan hareketetmeden evvel son yazdığı mektup. Elden birderviş getirdi.— Aman kuzum oku, Dede Efendi.Rabia’dan başka herkes kulak kesilmişti. Ohattâ Tevfik’e ait bir mektuba bütün dikkatinihasredebilmek1834 için zorluk çekiyordu. Okadar içi hâlâ selâmlık kavgasınınakisleriyle1835 karmakarışıktı. Osman’ın, yangözle gördüğü müstehzî soğuk tebessümü,sesindeki istihfaf! Herif insan değil şeytan!Fakat ilk satırlardan sonra Dede’nin sesigene kızın üzerindeki sükûn veren tesiriniyaptı. O da, yavaş yavaş yalnız babasının
mektubunu dinlemeye başladı.Mektup elden geldiği için bermutat Tevfikaçık yazıyordu. Hilmi’nin Beyrut’tan kaçışınıtarif ederken “Nihayet zavallı Hilmi Beymuradına erdi,” diyordu. Fakat ilk günleriDürnev’i teskin ve teselli çok müşkül olmuştu.Paşa’nın adam yollayıp Dürnev’i Şam’danaldırması lâzımdı. Onu hangi gün Taif’eyollayacaklarını kestiremiyordu. Şimdilik Vali,onun tarassut1836 altında Hilmi’nin evindekalmasına müsaade etmişti. “Rabia benim içinmerak etmesin,” diyordu. Taif, Şam, Halep,hepsi birdi. İstanbul’dan başka, dünyanın heryeri bir. İster saray olsun, ister zindan!Osman’ın gözleri Rabia’ya gitti. Kızıngözleri tabağında. Müteessir miydi? Bellietmiyordu. Bu akşam kavga etmek nasılmünasebetsiz bir şey olmuştu. Zavallı Rabia...Zavallı çocuk! Kendisinin çocuğu olacak yaşta.Yemekten sonra Penbe ile Rakım da geldi.Gezmeye gidecek küçük kafilenin arasındaayakta duruyorlardı. Dört kız başlarında baş
örtüleri, arkalarında yeldirmeleri.1837 HüsniyeHanım hep şakalaşıyor. Paşa meydanda yok.Fişekler birdenbire atılmaya başladı. Havaifişekleri, maytaplar, maytaplar. Renk renkışıklar yerden fışkırıyor. Kırmızı, turuncu,eflatun aydınlıklarda sokağa gideceklergülüyor, el çırpıyor, bağrışıyor. Rabiaaralarında ve hepsinden yarım baş uzun.Rakım elini sımsıkı tutmuş cüce, yeldirmesinineteğine yapışmış gibi. Penbe cüppesi, sarıabanî1838 sarığıyla Rakım küçük kalabalığabir orta oyunu takımı hali veriyor. Çingeneellerini şakırdatarak göbek atıyor. Rabia uzunve güzel ince yüzü göz kamaştıran ışıklardarenkten renge giriyor. Cüce şimdi birmaymun... Bütün bu sahne bir sirk rüyasınabenziyor.Osman’ın kalbi kopacakmış gibi atmayabaşladı. Rabia ile evlenmeden SinekliBakkal’daki hayatını işte böyle tasavvuretmişti. O hayalin hakikat olduğu bu dakikada,Rabia ile aralarında ne derin uçurum hâsıl
oluvermişti. Kim bilir, kim bilir hepsi birrüyaydı... Osman uyanacak, Rabia’yı belki birdaha yanında bulamayacak.Gezmeye giden kafile artık kaybolmuştu.Fişekler daha seyrek atılıyor... Yalnız uzaktanderin bir arı kovanı sesi veren kalabalıkhissediliyor.— Ben gideyim biraz piyano çalayım. Sizinorkestra bu akşam işlemiyor.Kalktı, gülerek konağa gitti.Osman, kahveden geç döndüğü geceler,Penbe’yi dükkânda, idare lâmbasının başındakendini beklediğini görünce, darılır, söylenirdi.Bu akşam dükkânda kimse yoktu. Fakat idarelâmbası yanıyordu. Demek Penbe ile Rakımkonağa gelirken lâmbayı bırakmışlar. Demekhenüz dönmemişler.Odasında lâmba yanıyor, terlikler çevrilmiş,geceliği karyolanın üstünde. Bunları da Penbeakşamdan hazırlamış olacak.Soyunurken, Rabia’nın omuzlarında,vücudunda dolaşan, ince, çevik ellerini özledi.Gözleri uykudan kapalı, başı sersem iken bile
bu parmaklar vazifelerini maharetle, süratleyaparlardı. Hattâ Rabia’nın genç başı, sapıüstünde solan bir çiçek gibi Osman’ın omzunadüşerken bile, bu parmaklar bir taraftanboyunbağını çözer.Fakat neden bu kadar geç kalmışlardı?Sokaklar tenhalaşmıştı. Sel basmış gibi geçenayak sesleri tek tük. Yatsın mı, beklesin mi?Uzaktan gelen sarhoş nârası merakınıarttırdı. Sokak üstündeki odaya gidippencereden sokağı gözlemeye karar verdi.Oda kapısını açarken, Penbe’nin odakapısı da gıcırdayarak açıldı. Çingene’nin kısıksesi:— Rabia hasta. Bulantısı vardı, başıdönüyordu. Karşıki odaya yatak yaptım. Şimdiuyudu. Ben de yorgun düştüm, senibekleyemedim. Bir şey ister misin?— Hayır, istemem.Odasını kapadı. Bu hastalık hep bahane.Hem sahi de olsa başka odaya gidip yatmakne oluyor? Hemen lâmbayı söndürdü, yatağagirdi. Fakat uyuyamadı. Kulağı kapıda, Rabia
yavaş yavaş kapıyı açacak gelecek diyebekliyordu.Rakım’la Penbe, karı koca arasındakigerginliği derhal sezdiler, fakat belli etmediler.Rabia ertesi akşam odasına döndü. Fakat hepyere yatak yapıp yatıyor. Osman da anud1839ve somurtkan, hiçbir şey söylemiyordu.Herkesin yanında birbirleriyle konuşuyorlar,fakat yalnız kalınca susuyorlar. Onun için,mümkün olduğu kadar yemekten sonramutfakta uzun oturuyorlar.Rakım kendi kendisine, “Kahbe, Osman’ındamarına basmış olacak,” diyordu. HakikatteTevfik’in kızıyla geçinmek güç işti. Osmankarısına ilk aylarda fazla yüz vermenincezasını çekiyor, bu muhakkak. Fakat buarkası gelmeyen somurtkanlık, soğukluk da iyibir şey değil.Osman’la Rabia, Paşa’yı vapura kadarteşyi ettiler.1840 Osman, o akşam kediyetitizlendi. Rabia’ya dargınlığının derecesikediye muamelesinden1841 anlaşılırdı.
Müz’iç1842 hayvan mütemadiyen Osman’ındizlerine sıçramaya çalışıyordu. Kediyiayağıyla itti. Rabia’nın yanakları kızardı, fakatbir şey söylemedi.Penbe, gözleri tavanda:— Eşeğini dövemeyen semerini döver,dedi. Rakım da gözlerini tavana dikti:— Karına söz geçirmek istersengüvey1843 girdiğin akşam kedinin artayaklarını ayır.— Saçma söylüyorsun, Amca.Osman kediyi boynundan yakaladı,kaldırdı.— Şimdi ayırayım mı, Rakım Amca?Penbe bir kahkaha salıverdi:— Bir sene geç kaldın, yavrum.Rabia dudaklarını ısırdı. Fakat karı kocabirbirinin gözüne bakmış ve gülmüşlerdi.Osman hemen yerinden fırladı.— Ben piyano çalmaya gidiyorum!Çingene de fırladı:— Ne kadar zamandır piyano çaldığın yok.
Ben de dinlemeye geliyorum.Rakım, Penbe’nin eteğini yakaladı:— Aman gitme... Rakım’ın şekerparesi...Cücenin karabiberi... diyordu.Fakat Rabia kediyi kucaklamış, Osman’layarış eder gibi merdivenleri çıkıyordu.— Rabiacığım, birbirini sevenler için aradasırada kavga etmek fenâ değil, havadakielektriği dağıtır. Fakat surat etmek işte o beniçileden çıkarıyor. Hele hastayım diye ayrıodada yatmak...— Fakat yalandan yapmadım. Vallahi,sahiden başım dönüyordu, midem bulanıyordu.Yalnız oda lâzımdı... Ama mutlak lâzımdı.Sabah sabah sana şimdi, nasıl anlatayım.— Doktor çağıralım.— Allah Allah... Ben ömrümde daha kendimidoktora göstermedim. O gün fenâ bir lodosvardı, âdetâ sam1844 eser gibi...Osman karısının kulağına fısıldadı:— Acaba...Rabia’nın yanakları alev alev:— Hayır, hayır, dedi. Fakat o, vaziyetten
daha evvel şüphe etmeye başlamıştı.— Bugün iyi bir gün... Mübarek bir gün ikigözüm. Seni Beyoğlu’na götüreyim mi? Busabah işim yok.— Olmaz. Gidelim, Büyükbabamın evinigörelim. Sekiz senedir görmedim. Kiracılargelecek hafta taşınacaklar.— Âlâ!Rabia yataktan atladı. Osman’ın üstündenyorganı çekti:— Haydi kalk bakayım... Miskin...Tevfik’den de miskin, tembel!Bir saat sonra Sinekli Bakkal’ın köşesinidönüyorlardı.Gün güneşliydi. Göğün mavisi keskin,kırmızı kiremitli damlar, köşedeki beyaz kubbegayet seçkin. Rabia, Osman’la barışmanınverdiği sevince rağmen dimağı doğduğu,büyüdüğü ev için tecessüsle dolu.Sokak kapısını, yılların paslandırdığı eski,kocaman mantarla açtılar. Boş avluda çamaşıriçin gerilen teller oldukları yerde. Osman,orada, burada kuşlar için su konulan toprak
çanaklara bakarken İmam’la geçen songününü hatırladı. Avluda serçeler ve birkaçgüvercin sıçrayıp duruyor.Rabia onu en evvel mutfağa götürdü.Raflarda vaktiyle, Moskof toprağıyla ovulaovula ayna gibi yanan kap kacak dizili değildi.Fakat bulaşık çukurunun yanında, Emine’nin etkıydığı tahta yerli yerinde duruyordu.Üstündeki yarıklar, çizikler Rabia’nın tek tekbildiği yerler. Osman’a Emine’nin et kıymasınıtarif etti. Her işinde öyle bir şiddet, acele veateş vardı ki... Vücudu gerilir, balta vururkengözleri fıldır fıldır sağa sola döner, içinden, yeraltından çıkar gibi, Rabia’yı fenâ halde ürkütenbir horultu çıkardı.Osman güldü.— Kaynanamın temposu hep furioso1845olacak. Fakat dikkat et, kavga ederken seninde tempon furioso.Rabia artık dinlemiyordu. Onu elindenyakalamış, örümcekli, karanlık ocağınkemerinin altındaki kuyuya götürüyordu.— Bu kuyu tılsımlıdır.
Kuyunun mermer ağızlığı yanında duran ipive kovayı yakaladı, kovayı kuyuya saldı.Kulağı kuyunun ağında, kova dibe değinceçıkardığı gümbürtünün akislerini dinliyordu.— Geceyarısından sonra kırk kova suçekersen, kırkıncıda bir peri çıkar, definegetirir.— Ben bu sesleri hep operama koyacağım.— Hangi opera Osman?— Sana söylemedim mi? Müzikal bir dramyazıyorum. Adını Tılsımlı Kuyu koyacağım.— Beni oyuna korsan, bir daha yüzünebakmam, Osman.— Oyuna değil, seni Avrupa sahnelerinekoymak isterdim, şekerim.— Haydi, yıkıl şuradan... Avrupa’nınsahnesi de, kendisi de yere geçsin!Şimdi birinci kata çıkıyorlardı. Merdivenlergıcırdıyor. Perdesiz pencerelerden güneş evinher tarafını ısıtıyor, yakıyordu.Ev bomboştu. Ona rağmen Osman,Rabia’nın gözüyle, sesiyle, tavrıyla onuvaktiyle olduğu gibi, içindekilerin yaşadıkları
günlük hayatlarıyla görüyordu. Sanki Rabia’nınçocukluk günlerine misafir gitmişlerdi. Rabia’nın annesiyle yattığı odada ayağı kırık bir beşikbuldular. Çok eski olduğu için mezattasatılamamıştı. Rabia durdu, baktı. Bir türlüEmine’yi beşik sallarken, ninni söylerkentahayyül edemiyordu.1846 Parmakları gayriihtiyari beşiğin tahtasını yakaladı, yavaş yavaşsalladı.— Huu, huuu, huuuu...Yarım seslerle, çeyrek seslerle bu emsalsizve tatlı ninniyi Rabia söylerken, Osman hemenfesini çıkardı. O kadar, bunun güzelliğisanatkârı büyüledi. Ve Rabia’nın rahmindehenüz şekil almayan yeni hayat ağır ağıroynadı. Çok hafif, âdetâ hissedilmeyecekkadar hafif... Saklanmak isteyen, korkanzavallı bir hayat damlası! Rabia’ nın yüreği attı.Gebe olduğunu bildi.— Anneni artık hayırla şefkatle yâd et,1847Rabia, dedi.— Bundan sonra öyle olacak.
— En son nerede gördün?— Tabutunda... Üstünde bir şal, bir deişlemeli krep1848 vardı. Koca sarıklı ihtiyarlaromuzlarında götürüyorlardı.Dizleri titriyordu. Tıpkı omuzlarındaEmine’nin tabutunu götüren ihtiyarların dizlerigibi. Fakat bu bir taklit değildi. Hakikatti. Okadar ki, Osman onu merdivenlerden üçüncükata âdetâ kollarında çıkardı.İmam’ın odasında da bir hatıra, Rabia’nınhıfza çalıştığı küçük rahleyi buldular. Aşağıdakiheyecanı, ani zaafı biraz geçmişti. Zihniİmam’la meşgul olmaya başlamıştı. Kaşlarınıbirbirine karıştırmış. Lâtif1849 kontralto1850sesi ihtiyarın kalın basso1851 sesini taklideçalışıyor, her hecede vuran ihtiraz1852 vetaassup ateşiyle İmam’ın en çok sevdiğicehenneme ait ayetleri okuyordu.Hayır, bu da taklit değildi. Hayatına ilkşekillerini veren eski kalıplardan birine,bilmeyerek kendini tekrar sokmuştu. O sesi, omuhteşem cehennem tarifini gece gündüz
dinlemişti. O zaman mânâlarını bilmediği buArapça ayetlerin her kelimesini şimdi biliyordu.“Göklerin erimiş bakır olduğu gün ve dağlaratılmış pamuk gibi olacak... O şüphesiz alevlibir ateştir... Ve mezarlarından fırlayıp çıktıklarıgün... Gözleri yerde...”— Gök gürler gibi okuduğun bu şeylerinmânâsı ne, iki gözümün nuru?— Sus... Kıyamet günü!Şimdi, odada yukarı aşağı dolaşıyor.İmam’ın üslubuyla, İmam’ın sesiyle ahreti1853tarif ediyor. Artık Osman bu Arapça ayetlerinmânâsını sormuyor. Kızın sesinde saatrakkası1854 gibi vuran ahenge hayran.Heyecan, sadâ1855 ezelî bir nabız gibivuruyor. Hayat mutlak böyle bir vuruş, ölçüyle,ahenkle atıştan ibaret olacak. Sayılmazşekilleriyle vuran ebedî nabız!Rabia sustu. Osman’ı şaşırtan bir zaferle:— İmam da, Emine de artık toprak oldular,hiç yaşamamış gibi oldular, dedi.Osman bunu biraz Rabia’nın kalpsizliğine
verdi. Fakat Rabia için öyle değildi. Ona,İmam’ın ve Emine’nin rüyalarını işgal edenkorkunç hayallerinden, tesirlerinden, birdenbirehalas olmuş,1856 şifa bulmuş1857 hissigelmişti. Kendini bu kadar hayatın kaynağıortasında bulmamıştı. Kan damarlarında yarışeder gibi, çılgın bir akıntı gibi akıp gidiyor.Herkes dünyanın yüzüne bir an vurup geçengölge, bir hayal, bir akis! Fakat o, Rabiayaşıyordu. Kendisini sonu gelmeyen,ebediyete1858 uzanan bir hayat parçası gibihissediyor. Zaman şekilden şekile giriyor, yıllarsel gibi akıp geçiyor. Fakat her yeni şekildeRabia var... Rahminde bir daha, yeni hayatkımıldadı. İşte bu kendisinden sonrakiRabia’nın şekli! Bundan da bir Rabia çıkacak...Birbirine zincirlenmiş gibi, ucu gelmeyenistikbale uzanan Rabialar! İşte rahminde vuranhayat ona bu ebediyeti veriyor. Ve buebediyette Osman’la ortak. İşte ömrününbiricik, daimî rüyası... Ötekiler gelip geçenyalancı hayaller!
Osman camı sürdü. Kafesin altında küçükserçe sıkıştı, pencerenin bu tarafına geçti.İmam’ın “Boz Şeytan” diye belki yeryüzündebir tek sevmiş olduğu canlı şey.— Rabia, kiracılara tembih edelim.Büyükbabanın bu küçük dostlarını ihmaletmesinler.— Biz bakarız, Osman.— Nasıl olur, yavrum.— Ben bu eve taşınmaya karar verdim.— Niçin yavrum? Sen öteki eve bağlısın.Ben de bağlıyım. Emin ol, artık büyük yeristemiyorum.— Doğru, fakat ben çocuğumu, kendidoğduğum evde dünyaya getireceğim.1793. Aklama.1794. Padişah’ın.1795. Eli başa götürülerek verilen selamını.1796. Anmalarını.1797. Hatırlatmak için.
1798. Yargılamalar.1799. Belasından.1800. Parçası.1801. Bütünü.1802. Görüşüyorsunuz.1803. Mümkün mü?1804. İhtişam.1805. Gösterişini.1806. Temizlemekle.1807. Saray, köşk veya konaklarda erkeklerinbulunduğu ve erkek konukların alındığı bölüm.1808. Kendisine bir çocuğun eğitim ve bakımıverilmiş olan kadın.1809. Azat edilmiş cariyesini.1810. Şenlik.1811. Hayallerin, gölgelerin.1812. Sürekli.1813. Yıkılışta.1814. Dönerek çalışan ve özellikle su çekendüzen.1815. Arklardaki.1816. Geçmişti.1817. İhtişamın.
1818. Üslubundan.1819. Uğursuz.1820. Karamsar.1821. Görkemi.1822. Uzun uzun ve güzel ezgiler çıkararakötüyor.1823. Hükmeden.1824. Kabaydı.1825. Konuşacak.1826. Sonsuza kadar.1827. Küçümseme.1828. Düşmanlık.1829. Burnu havada.1830. Gururlu.1831. Soyluluk.1832. Görünür.1833. Yasaklayan.1834. Toplayabilmek.1835. Yankılarıyla.1836. Göz hapsi.1837. Kadınların çarşaf yerine kullandıkları,başörtüsü ile birlikte giyilen hafif üstlük.
1838. İpekten, sarımtırak dallı nakışlarlaişlenmiş bir tür beyaz kumaş.1839. İnatçı.1840. Yolcu ettiler.1841. Davranışından.1842. Usanç verici.1843. Damat.1844. Güneyden esen rüzgâr, samyeli.1845. İtalyanca müzik terimi. Şiddetli.1846. Gözünün önüne getiremiyordu.1847. An.1848. Çok bükümlü iplikle dokunmuş bir çeşitince kumaş.1849. Yumuşak.1850. İtalyanca müzik terimi. En kalın kadınsesi.1851. İtalyanca müzik terimi. Bas, en kalınerkek sesi.1852. Çekinme.1853. Dinî inanışa göre, insanın öldükten sonradirilip sonsuza kadar kalacağı ve Tanrı’yahesap vereceği yer, öbür dünya.1854. Sarkacı.
1855. Ses.1856. Kurtulmuş.1857. İyi olmuş.1858. Sonsuzluğa.
19İmam’ın evi damından temeline kadar tamiredildi.Kiremitler değişti, duvarlar, kafes tamiriyapıldı, badanalandı, kapılar, tavanlar boyandı.Polis karakolu kadar mahallelinin çekindiği,ürktüğü bu bina birdenbire çok sevimlioluvermişti. Avlu kapısı sabahtan akşamakadar açık; dülgerler,1859 rençberler1860 alayalay girip çıkıyor. Çekiç, testere sesi SinekliBakkal’ın her tarafından işitiliyor. Bu kadaresaslı tamir Sinekli Bakkal için yepyeni birtecrübe. Gerçi her erkek damını yılda bir kereaktarır, her kadın biraz kireç alır, hiç olmazsamutfağını badanalar, fakat evlerin dışı yirmisenedir hiç değişmemişti. Saçaklar çarpıkçurpuk, damlar mutlak kar yağınca akar.İstanbul Bakkaliyesi sahipleri yapıya mutlakgünde bir defa uğruyorlardı. Yapı ve tamir,insanların istikbale imanını gösterir, onun içinşevk veren bir şeydir. Ve bu şevk, mahalle
çocuklarına bile sirayet etmişti.1861 Artıksokakta hep ev yapmak oynuyorlar. Kadınlarkoltuklarının altında sepet yahut eski bir çuval,tahta parçası toplamak için yapının etrafındadolaşıyorlar, bazısı da eski bir gaz tenekesinebiraz kireç koyuyor, kümesini yahut mutfağınıbadanalamak için götürüyor. Yapı ilerledikçeyeni sahiplerinin, genç ve neşeli ruhlarıcephesinde hissediliyor. İmam’ın ahiretle,cehennemle, gamla, kasvetle1862 dolu ruhukayboluyor.Mahalle, Rabia’nın ecdattan kalma evinegeçmesini tabiî buldu. Kız gözlerini dünyayaorada açmamış mıydı? Bu tamir ve yapı için deOsman’a minnet hissediyorlar. Ne kadar acı vesıkıntılı hatıralarla dolu olursa olsun, gene o ev,Sinekli Bakkal’ın biricik üç katlı evi. Bir nevimimarî abidesi.Ve bu günlerde mahallelinin Rabia’yamuhabbeti arttıkça artıyor. Rabia gebe ve gebekadınların âdetâ kudsî bir vaziyet aldıkları birküçük arka sokakta yaşıyor. Rabia dünyaya
zürriyet1863 getirecek. Ve bir kadın bu yaratıcıdevresinde en yüksek hakların sahibidir.Halbuki Rabia’nın vaziyeti biraz daha husûsî.O bir imamın torunu. Gerçi imamı hayatta ikenhiç sevmemişler, korkmuşlar. Fakat ne de olsadinle, merasimle münasebeti olan bir adam,ölüm, doğum hadiselerinde mevkii olan biradam. Bütün bunların arasında Osman’a engarip gelen şey, Rabia’nın gebeliğindenherkesin o kadar tabiî ve açık bir surettebahsedişi. Hattâ bir gün Sabit Beyağabeykahvenin ortalık yerinde:— Rabia Abla’yı mahalleye imam yapsaknasıl olur, dediği zaman mahalleli derhal:— Kadınların imam olması âdet olmamış,fakat inşallah oğlan doğurursa, onu imamyaparız, cevabını vermişlerdi.Ve Rabia’nın çocuğunun, belki müstakbelimamın babası diye Osman’a şefkat vehusûsiyyetleri daha fazla oluvermişti. Bundabiraz Osman’ın külhani takımına sözgeçirmesinin, mahalle kavgalarını,
geçimsizliklerini bir sulh hâkimi dirayetiyle1864halletmesinin de tesiri olmuştu.Fakat Osman’ın ev hayatı çok dağdağalı,rahatsız bir şekle girmişti. Evin saati saatineuymuyordu. Rabia bambaşka bir kadınoluvermişti. Penbe’nin ona muamelesi âdetâMeryem Ana’ya yapılan muamele...Osman, Rakım’la yalnız kalınca başındanfesini çıkardı, attı.— Of, dedi. Şimdi Yusuf Neccar’ınMeryem’in kocası olmaktan neler çektiğinianlar gibi oluyorum.Rakım pufladı.— Şükret ki ben varım, Osman. Benşımarık karının yularını arada çekmesem senbu diyarda gebe kadın kocası olmanın ne ahretazabı olduğunu görürdün.Hakikat, Rakım’ın Rabia’nın üzerindekitesiri bu günlerde pek aşikârdı. Kızın eskimuvazenesi bozulmuştu. Fazla neşe ile fazlahırçınlık arasında bocalıyordu. Bazân tavanarasında kapanır, saatlerce yanına ne Osman’ıne de Penbe’yi sokar. Kızın bu hareketi biraz
da makuldü.1865 Gebelik alâimi1866 herzaman hoş değildi. Cins bir kedi gibi hastalığınıetrafından saklamak ihtiyacını hissediyordu.Fakat ona rağmen Rakım istediği an yanınagirebiliyor, hattâ istediği gibi çıkışıyordu.Bir akşam sofrada Rabia’ya bakarakyakasını silkti. Sonra Osman’a dönerek dedi ki:— Sen “aşermek” diye bir lâkırdı vardır,mânâsını bilir misin, Osman?— Hayır.— Bunun kadınlara göre mânâsı ellerinefırsat girdi diye kocalarını Haymana beygiri gibikullanmak, canlarından bıktırmak. Yalnızkocalarına olsa... Dünyanın başına belâdırlar.Rabia güldü.— Osman’a senin başına geleni anlatsana,Amca.— Dinle, oğlum. Orta oyununun en meşhurcücesi olduğum günlerdeydi. Kadıköyü’ndeotururdum. Bir gün bir sokaktan geçiyordum.Kafesin arkasından bir ses duydum:“Kardeşim, bir taklak atar mısın?” Kendikendime, “Benim şu meşhur yandan
taklaklarıma âşık bir kahpe olacak,” dedim.Geçmek istedim. Kafesin arkasındaki seshorozlandı: “Kadın taklağına aşeriyor. Elâleminkadınına çocuk mu düşürteceksin, ayol!”Geçenler hep başıma toplanmıştı. Anladım kiolmayacak. Hemen sokağın bir başından birbaşına taklak atmaya başladım. Karı kafesinarkasından gülmekten katılıyor vebidüziye1867 bağırıyordu: “Bir daha, birdaha...”1859. Yapılan kaba ağaç işlerini yapankimseler, marangozlar.1860. Bahçe yapı ve toprak işlerinde ağır işlerigören gündelikçiler.1861. Geçmişti.1862. Sıkıntıyla.1863. Nesil, soy, kuşak.1864. Becerikliğiyle.1865. Akla uygundu.
1866. Belirtileri.1867. Sürekli, durmaksızın.
20Aklı, fikri tamamen, yeni evin hazırlığındaolan Osman, yavaş yavaş Rabia’nınsıhhatindeki değişikliğin farkına varmayabaşladı. Kızın yalnız vücudu değil, dimağı dahastaydı.Rabia gece uykularını tamamenkaybetmişti. Karanlık basar basmaz garip birrahatsızlık duyuyor; içi içine sığmıyor. Esasengebelik herhangi kadının şuurunun1868 alttabakalarına tehlikeli bir tesir yapar. BuRabia’da daha pek çok şiddetli olmuştu. Zihnitemerküz kabiliyetini1869 kaybetmiş, donuk,uyuşuk bir vaziyet almıştı. Şuurunun alttabakasındaki şekiller ve hisler bir divaneninzihnindeki birbirine raptı zaptı olmayanhezeyanlar1870 gibi faaliyete gelmişti.Uyumaya korkuyordu. İradesinin dimağınahâkim olmadığı zamanlar kızın kafasının içielektrik salınmış bir deniz dibi gibi. Kâbuslara
rahmet okutacak korkunç şekiller harekette.Gündüzleri daha iyiydi. Hâlâ derslerinivermekte ısrar ediyor, hâlâ fazla hastaolmadığı günler şehrin bir ucundan öbür ucunagidiyor. Akşamları bîtap1871 dönüyor, ağzınıaçıp bir tek lâf söyleyecek takati1872 kalmıyor.Artık insandan ziyade bir gölgeye benzemişti.Vücudu bir yığın ince kemik. Göz kapaklarışiş, gözleri ışıkta kamaşıyor, yeni doğmuşçocuk gibi mütemadiyen gözlerini kırpıştırıyor.Osman doktor getirmek için ısrar ettikçe o,kocasının zihnini başka bir noktaya çevirmeninyolunu buluyor. Hep yeni evden bahsediyor.Evden işçiler çekildi. Avludaki taşlarısöküyorlardı.Osman orasını bahçe yaptıracaktı. Ve evinboyaları kuruyunca Osman orasını tanzimedecek.1873— Aman, mahalleliyi bize güldürecek kadaralafranga olmasın, Osman.— Neden bu kadar mutaassıpsın1874Rabia, alafranga deyince kendinden
geçiyorsun.Taassup? Hiç de mutaassıp değildi. Yalnızgüzellik ölçüleri başkaydı. Onca, güzellik,genişlik, ışık, açıklık, sadelik demekti.Osman’ın güzellik ölçüleri daha karışık, dahazıt unsurların imtizacından1875 hâsıl olan şey.Bu ikisinin arasında ebedi Şark ve Garbdavası. Şimdiye kadar bundan, yalnızmûsikîden bahsederken haberdardılar. Şark,tek melodiler medeniyeti... Garb, orkestra vesenfoni medeniyeti...Rabia’nın bütün bunlar esasen berraklığınıkaybeden zihnini pek fenâ yoruyordu. ArtıkOsman’ın her dediğini kabul ediyor. Gözleriniaçmadan “Olur, olur,” diyor.— İki gözüm, Penbe Teyze artık hemyemek, hem yedi odalı evi temizleyemez.Benim eski aşçı Eleni’yi tutmak istiyorum. Hemev hazırlanırken temizler, yardım eder.— Olur, olur.Bir sabah Rabia yataktan kalkamadı.Osman evden fırladı. Kanarya’ya gitti. Kendisidoktor getiremiyor, karısından korkuyordu.
Kanarya dinledi, güldü ve hemen o gün ikimütehassıs1876 doktorla Sinekli Bakkal’ageleceğini söyledi. Yalnız Osman birazortalıktan çekilsin. Kanarya muayenede hazırbulunacağı için Rabia’nın itiraza mecali1877kalmayacaktı.O gün göz kapakları her zamandan şiş,kulakları uğulduyor. Fakat Rabia geneKanarya’nın getirdiği iki doktorunhusûsiyyetlerini seziyor.Bunlar Doktor Kasım’la, Doktor Salim. Türkdoktorluğuna Alman fennini,1878 biraz dakatılığını getiren iki meşhur sima. Biri dahiliyeci,öteki ebe.1879Dahiliyeci Kasım’ın bıyıkları tıraşlıydı. Vebu Rabia’ nın gördüğü ilk bıyıksız adam olduğuiçin pek yadırgadı. Baston yutmuş gibi dimdikduran bir adamdı. Yüzünde –gençliğinerağmen– örümcek ağı gibi birbirine girmişçizgiler vardı. Lâkırdıları tek tek, mitralyöz ateşigibi. Bir Alman taburuna kumanda eden Prusya
zabiti1880 gibi konuşuyor. Beyaz, dikkatlemanikürlenmiş elleri, titreyerek, kumanda gibiağzından fırlayan lâkırdıları işaretleriyle itmamediyor.1881— Rahat duralım, kımıldanmayalım, nefesalalım, almayalım, diye emirler veriyor. Enbüyük zulümleri bile mübalağalı1882 birnezaket arkasında yapan bu muhite bu, nekadar yepyeni bir şeydi. Tıpkı Almanya’daolduğu gibi kızı, çıplak muayene edeceğinisöyleyince zavallı Rabia’nın nefesi tıkandı.Yüzü mosmor kesildi.İkinci muayene eden adam Rabia’yı o kadarkorkutmadı. Yumuşak, dost gözleri, uzuncagenç bir sakalı vardı. Rabia’nın gözleri busakala cankurtaran gibi yapıştı kaldı. Muayenebittikten sonra ikisi de odadan çıktılar. Kanaryaonu tekrar giydirdi, yastıklarını düzeltti, yatırdı.Ve hemen doktorların ne teşhis koyduklarınıanlamak için karşıki odaya çekildi.— Kocan doktorların yanında.Kanarya’nın odaya girdiğini duymuş, fakat
gözlerini açmamıştı. Yüzünde dargın bir hastaçocuk hali vardı.— O ak ağa1883 kılıklı doktoru mutlakOsman çağırmıştır. Bu ne kepazelik...— Şişştt... Utanmıyor musun? Zavallıadama neden bu kadar eziyet ediyorsun?Üzüntüden saçları bu günlerde daha çokağardı.— Peki ama gebelik hiçbir kadının başınagelmemiş mi? Bu kadar telâşa, dandiniye nehacet!Kanarya öksürdü.— İdrarında albümin olduğunuzannediyorlar. Tahlil ettirecekler. Çok sıkıperhize lüzûm var.— Hepsi bu kadar mı?Şiş kapakların altından iki bal rengi ışıkçizgisi Kanarya’nın yüzünü tetkik ediyor.Kadının sıkıldığı besbelli. Gözlerini pencereyeçeviriyor.— Aşağısını pek dinleyemedim. Kocangelir, sana anlatır.Şimdi bir ayak evvel savuşmak istiyormuş
gibi Rabia’nın iki yanaklarını hararetle öpüyor.Kolları kızı, muhayyel1884 bir tehlikedenkorumak istiyormuş gibi boynunda herzamandan fazla kalıyor. Ve gidiyor. Yalnızkapıyı kaparken başını çevirip sesleniyor:— Aklını başına al, doktorların dediğini yap.Rabia gene gözlerini sımsıkı kapamışdinliyor. Karşıki odada ne konuşuyorlar?Nihayet kapı açıldı. Sofada Osman doktorlarlakonuşuyor. Fakat hep Fransızca.Osman içeri girince gene şiş çerçeveleriiçinden iki ince bal rengi ışık hattı onu süzüyor.Osman, Kanarya kadar da kendine hâkimdeğil. Sabırsız, hiddetli... Kaşları çatılıyor, sertküçük elleri zihninden, birine bir şey anlatmakistermiş gibi, tehdit eder gibi mütemadiyenişaretler yapıyor.— Doktorlar ne dedi, Osman?Kanarya’nın dediklerini tekrar etti, güldü.Fakat gözlerinde facia var.— Mutlak başka bir şey de söylediler...Bunu söyler söylemez, ışık çizgilerikapandı. Alacağı cevaptan korkuyordu.
Osman yatağın kenarına ilişmiş, tabiîKanarya’nın kolu gibi onun kolu da kızınomzunda himaye eder gibi duruyor.— Evet, bir şey daha söylediler. Beni iyidinle, Rabia. Çocuğu almak için bir “operationcesarienne”e1885 ihtiyaç olduğunu söylediler.Bu ne müthiş kelime!..— O da ne demek oluyor?— Gözlerini niye öyle sıkıyorsun, Rabia?Çölde fırtınadan kaçmak için başını kumasokan deve kuşuna benziyorsun. Bu, o demekki... Yani bizim çocuk dünyaya yanlış kapıdangirmek istiyor. Karnını yarıp çocuğu almaklâzım. Halbuki şimdi...— Düşürürsem karnımı yarmak lâzımdeğil... Bu karın yarma ameliyatı tehlikeli birşey mi?Hâlâ gözler sımsıkı kapalı, ses sakin, fakatyalnız şişik ve kısık yüzünde değil, bütünzavallı zayıf vücudunda korkunç birintizar1886 var. Bir ok gibi gerilmiş.Osman yalvarıyor. Köpek gibi yalvarıyor.
Ameliyattan kurtulan kadınlar var... Fakattehlike de var. Ne kadar küçük olursa olsunRabia’yı o tehlikeye maruz bırakmaz.1887Osman’ın kalbi parça parça oluyor.Bu kızı şimdi, farz ettiğinden milyon keredaha fazla sevdiğine kani. Ölürse Osman’ınömrünün ışığı sönecek. Bir kadın gibi ağlıyor.Bir sevgiyi darağacından kurtarmak için binbirdelil ile müdafaa eden bir avukattalâkatiyle,1888 ihtirasıyla söylüyor.Fakat Rabia onu dinlemiyor. Varlığındanbile haberdar değil. İçinde korku var, ölümkorkusu... Yaşamak o kadar tatlı ki... Hattâgözyaşları, ıstıraplarla dolu olduğu zaman bilegüzel. Ve Rabia öyle genç, öyle canlı ki.Damarlarındaki kan ezelî bir akıntı gibivücudunda dolaşıyor, hayat vücudunun herzerresinde gümbür gümbür atıyor.Yaşamak için rahmindeki yeni hayatıöldürmek lâzım... Fakat onu bu defa öldürürsebir daha ana olmak ona nasip olmayacak. Vekendi eliyle, kendini ebediyete götürecek olan
biricik köprüyü yıkmış olacak.Rahminde, durgun sularda ağır ağırkımıldayan bir ahtapot hareketi var. Yeni hayatölümden sığınacak bir siper arıyor gibi... Ohenüz şekilsiz ve isimsiz olan hayat...Rabia’nın kapalı gözlerinin önünde bireczane camı belirdi. İçinde bir dizi pul şişe...Ve şişelerin içindeki kirli, sarı, bulanıkispirtolarda, kolu, bacağı, ağzı, burnu belirsiz,gözleri açılmamış, insan olmaya yeltenen etparçaları... Şişelerin üstünde kenarı kırmızıçizgili yaftalarda1889 “Üç aylık cenin” yazılı.Gene Rabia’nın kapalı gözlerinin arkasındaşişeler binlerce arttı... İçlerindeki ispirtolar birerhavuz gibi. İçlerinde şekilsiz, sakil,1890 gözlerikapalı ceninler yüzüyor... İğrençliklerine,çirkinliklerine rağmen Rabia’nın bütün varlığınımerhamet ve rikkat dalgalarında boğdular.Çatırdayan dişlerinin arasında:— Saçı bitmeden, gözü açılmadan, güngörmeden yavrumu öldürmeyeceğim...Düşürmeyeceğim... (Sesini vahşi bir irade
kavradı.) Ve ve... Bin defa karnımı yarsalarölmeyeceğim... Ölmeyeceğim...Israr, yalvarmak, tehdit... Bunların hepsinafile olacak. Rabia’nın zavallı gırtlağınıparçalaya parçalaya çıkan lâkırdılarda öyle birazim var. En iyisi onu teskin etmek, tesellietmek olacak...— Allah esirgesin, niçin öleceksin...İnşaallah sağ selâmet kurtulursun!Rabia nihayet gözlerini açtı. İçlerindeki ışıltıOsman’ı birdenbire titretti. İninin önünde,yavrusunu avcılara karşı müdafaa eden dişikaplan gözlerine benziyordu. Ve şiş kapaklarıarasında dişi kaplan gözü ışıltısı o güngözlerinden hiç gitmedi.O akşam Rabia’ya yoğurdunu eliyle yediripkâseyi yere koyunca Osman:— Bu gece sokağa çıkacağım, Rabia. Geçkalırsam merak etme, dedi.— Peki, peki...Sesi kısıktı, dürüşttü. Osman, başkaakşamlar kahveye çıkarken arkasından,“Kuzum geç kalma,” diye seslenen sesin
tatlılığını, yumuşaklığını aradı.Osman çıktıktan sonra Rabia, Penbe’yihemen konağa yolladı. “Hanımefendi’yedoktorların dediğini iyi anlat, Teyze...” diyordu.Esasen, o günün fevkalade vak’asını birineanlatabilmek için Penbe’nin içi titriyordu.Öyle ya... Karın yarıp çocuk çıkartmak...Bu akla dokunacak, inanılmayacak bir şey.Rabia’dan konağa gitmek lâfını duyar duymaz,yayından fırlayan ok gibi çıktı gitti.Rabia evde Rakım’la baş başa kalmayı dörtgözle bekliyordu. Ömrünün her felâketgeçidinde cüce onun en çok güvendiği birmüttefiki olmuştu. O, cüce göğüsteki yüreğe birpehlivan yüreğinden ziyade güvenilir.— Lâmbayı söndür. Ayakucuma bir mumyak. Işık gözüme batıyor, Amca.Rakım bu emrin içini dökmek için birmukaddime olduğunu anladı. Rabia’nın dediğiniyaptıktan sonra bir sandalye çekti, kızınyanına oturdu. Oda loştu. Hastanın yüzünügörmek için eğilmek lâzımdı. Rakım eğildi...Yüz soluk, avurtlar çökük. Fakat gene o
azim ve irade var. Rakım biraz teselli buldu.Ölecek insanın yüzünde böyle canlı bir ifadeolmaz. Osman mübalağa ediyor.Kızın anlattıklarını sonuna kadar dinledi.Kız susunca:— Öyle ya, bu biçim doğuran kadın çok.Sen kendini üzme, dedi. Fakat gene içiendişeliydi.— Sen bu ameliyattan sonra yaşayan kadınbiliyor musun, Amca?— Evet... Orta oyununda tatlı su frengi1891rolüne çıkan bir oğlan vardı. Adı Recep’ti. O dadünyaya yanlış kapıdan girmişti. Fakat anasısağdı. Hem de kadana1892 gibi bir kadındı.Rabia’nın gözlerindeki yeşil mevceler1893birer ışık ucu... Rakım âdetâ ürktü. Fakat kızıbaşıboş bırakmak da doğru değil...— Peki ama Rabia, neden çocukdüşürmekten bu kadar çekiniyorsun? Çocukdüşürmek her kadının başına gelir. Sen birkere Zehra Nine’ye sor.— O nikâhsız peydahlanmış çocukları
düşürtür.— Hiç de öyle değil...— Nikâhlı nikâhsız... Hattâ piç de olsaçocuğumu düşürmeyeceğim... Anladın mı?Rakım’ın yüzüne boğazını yırta yırtahaykırıyordu.— Elbet, elbet şekerim...Rakım sinmişti. Kız âdetâ aklını kaçırmış...Tımarhane delisi! Fakat bu delilik bütün dişimahlûkatın1894 müşterek olduğu bir delilik.Rakım bu kaçıklığı, hayatın en iptidaî,1895fakat en esas kanunu diye kabul etmeyemecburdu. Vahşi kavimlerden en medenîcemaatlere1896 kadar hâkim olan analık sevk-i tabiîsi!1897— Sen Osman’a azıcık akıl öğret, Amca.Çocuğumu karnımda parçalatmak için başımdadırdır etmesin.— Merak etme. Dilimin döndüğü kadaranlatırım.Hasta içini çekti. Sabahtan beri ilk defaolarak bütün varlığının gerginliği biraz
gevşemişti.— Mumu söndüreyim, çekileyim mi, Rabia?Biraz dalsan, dinlenirsin.— Hayır... ışıksız fenâ oluyorum.Karanlıkta kâbus çöküyor. Tanyeri ağarıncayakadar uyuyamıyorum. Otur, Amca. Konuş.Uyursam da gitme. Osman gelinceye kadarbeni yalnız bırakma.Cüce sandalyeden yere indi. Cebindentabakasını çıkaran elleri titriyordu. Biraz sonrahasta yataktan seslendi:— Annen kimdi, Amca?— Yüzünü hiç görmedim, şekerim. Benimgibi cin çalığı doğurmak rezaleti ağırına gitmiş,yüreğine inmiş olacak. Ben doğarken ölmüş.— Konuş Amca; anlat... Çocukluğunu anlat.Ve oturduğu yerden Rakım anlattı. Sesiyavaş yavaş alçalıyor. Rabia dimağının içindekurulan bir perdede Rakım’ın çocuklukhayatının sahnelerini birer birer seyrediyor.Komik, fakat gözlerine yaş getirtecek kadar daacıklı!Birinci sahne: Bir cüce çocuk, bir alay
sağlam, toraman, fakat yaramaz ve hissizoğlan çocuklarla, amcazadeleriyle oynuyor.Cüce çocuğun gözleri bir maymun yavrusugözü gibi mahzun.1898Fakat o kursağına giden yemeği, sırtınıörten esvabı hak edebilmek için etrafınıgüldürmeye, eğlendirmeye mecbur. Geceleribir odada yattığı amcazadeleri ona uykuuyutmuyorlar. Yorganını çekip kaldırıyorlar.Tekmeliyorlar, dövüyorlar, bağırdıkçagülüyorlar. Fakat cüce çocuk onları en çokgıdıklanırken attığı ince çığlık ile güldürüyor.Kapana tutulan bir fare gibi çığrıyor.İkinci sahne: Yaramaz, gürbüz çocuklarcüce çocuğun tepesinde, biri karnına oturmuş,biri ağzını tıkıyor, ötekiler koltuğunun vetabanının altını gıdıklıyordu. Ciyak ciyaksesler. Çocukların babası geliyor. Cüceçocuğu mutfağa atıyor.Üçüncü sahne: Cüce çocuk yedi yaşında.Fakat iki yaşında gibi el kadar. Bayram.Kırmızı hırkası var. Seviniyor, hırkayı yalnızkaldıkça öpüyor. Şimdi en küçük
amcazadesinin, bir yaşında bir kız çocuğunundadısı. Hemen kendi kadar büyük olan bu kızıinleye sıkılaya taşıyor. Kızın dişleri yarıyor.Bayramlık kırmızı hırkanın üstü salya, dişlerini,cüce çocuğun burnunda, çenesinde kaşımayaçalışıyor... Hırtlak, cırtlak, pis çocuk.Dördüncü sahne: Cüce on beş yaşında.Amcasının evinden kaçıyor... Bir sürü karışıkmanzara... Nihayet orta oyunu cücesi...Tevfik’in arkadaşı, dostu. Artık onu müdafaaedecek pazular var, onu sevecek bir insanyüreği var...Rabia tatlı tatlı gülüyor. On yedi yaşındakiTevfik... selâmete, saadete çıkan zavallı bircüce...Rabia’nın dimağında perde. Uyuyor.Rakım ömründe bu kadar güzel, bu kadarrealite ile bir şey anlatmamıştı. Sigarasınısöndürdü. Yatağı dinledi. Rabia rahat rahatnefes alıyor. Belli ki korkulu rüya görmedenuyuyor.— O kadar üzülecek bir şey yok.
Search
Read the Text Version
- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- 8
- 9
- 10
- 11
- 12
- 13
- 14
- 15
- 16
- 17
- 18
- 19
- 20
- 21
- 22
- 23
- 24
- 25
- 26
- 27
- 28
- 29
- 30
- 31
- 32
- 33
- 34
- 35
- 36
- 37
- 38
- 39
- 40
- 41
- 42
- 43
- 44
- 45
- 46
- 47
- 48
- 49
- 50
- 51
- 52
- 53
- 54
- 55
- 56
- 57
- 58
- 59
- 60
- 61
- 62
- 63
- 64
- 65
- 66
- 67
- 68
- 69
- 70
- 71
- 72
- 73
- 74
- 75
- 76
- 77
- 78
- 79
- 80
- 81
- 82
- 83
- 84
- 85
- 86
- 87
- 88
- 89
- 90
- 91
- 92
- 93
- 94
- 95
- 96
- 97
- 98
- 99
- 100
- 101
- 102
- 103
- 104
- 105
- 106
- 107
- 108
- 109
- 110
- 111
- 112
- 113
- 114
- 115
- 116
- 117
- 118
- 119
- 120
- 121
- 122
- 123
- 124
- 125
- 126
- 127
- 128
- 129
- 130
- 131
- 132
- 133
- 134
- 135
- 136
- 137
- 138
- 139
- 140
- 141
- 142
- 143
- 144
- 145
- 146
- 147
- 148
- 149
- 150
- 151
- 152
- 153
- 154
- 155
- 156
- 157
- 158
- 159
- 160
- 161
- 162
- 163
- 164
- 165
- 166
- 167
- 168
- 169
- 170
- 171
- 172
- 173
- 174
- 175
- 176
- 177
- 178
- 179
- 180
- 181
- 182
- 183
- 184
- 185
- 186
- 187
- 188
- 189
- 190
- 191
- 192
- 193
- 194
- 195
- 196
- 197
- 198
- 199
- 200
- 201
- 202
- 203
- 204
- 205
- 206
- 207
- 208
- 209
- 210
- 211
- 212
- 213
- 214
- 215
- 216
- 217
- 218
- 219
- 220
- 221
- 222
- 223
- 224
- 225
- 226
- 227
- 228
- 229
- 230
- 231
- 232
- 233
- 234
- 235
- 236
- 237
- 238
- 239
- 240
- 241
- 242
- 243
- 244
- 245
- 246
- 247
- 248
- 249
- 250
- 251
- 252
- 253
- 254
- 255
- 256
- 257
- 258
- 259
- 260
- 261
- 262
- 263
- 264
- 265
- 266
- 267
- 268
- 269
- 270
- 271
- 272
- 273
- 274
- 275
- 276
- 277
- 278
- 279
- 280
- 281
- 282
- 283
- 284
- 285
- 286
- 287
- 288
- 289
- 290
- 291
- 292
- 293
- 294
- 295
- 296
- 297
- 298
- 299
- 300
- 301
- 302
- 303
- 304
- 305
- 306
- 307
- 308
- 309
- 310
- 311
- 312
- 313
- 314
- 315
- 316
- 317
- 318
- 319
- 320
- 321
- 322
- 323
- 324
- 325
- 326
- 327
- 328
- 329
- 330
- 331
- 332
- 333
- 334
- 335
- 336
- 337
- 338
- 339
- 340
- 341
- 342
- 343
- 344
- 345
- 346
- 347
- 348
- 349
- 350
- 351
- 352
- 353
- 354
- 355
- 356
- 357
- 358
- 359
- 360
- 361
- 362
- 363
- 364
- 365
- 366
- 367
- 368
- 369
- 370
- 371
- 372
- 373
- 374
- 375
- 376
- 377
- 378
- 379
- 380
- 381
- 382
- 383
- 384
- 385
- 386
- 387
- 388
- 389
- 390
- 391
- 392
- 393
- 394
- 395
- 396
- 397
- 398
- 399
- 400
- 401
- 402
- 403
- 404
- 405
- 406
- 407
- 408
- 409
- 410
- 411
- 412
- 413
- 414
- 415
- 416
- 417
- 418
- 419
- 420
- 421
- 422
- 423
- 424
- 425
- 426
- 427
- 428
- 429
- 430
- 431
- 432
- 433
- 434
- 435
- 436
- 437
- 438
- 439
- 440
- 441
- 442
- 443
- 444
- 445
- 446
- 447
- 448
- 449
- 450
- 451
- 452
- 453
- 454
- 455
- 456
- 457
- 458
- 459
- 460
- 461
- 462
- 463
- 464
- 465
- 466
- 467
- 468
- 469
- 470
- 471
- 472
- 473
- 474
- 475
- 476
- 477
- 478
- 479
- 480
- 481
- 482
- 483
- 484
- 485
- 486
- 487
- 488
- 489
- 490
- 491
- 492
- 493
- 494
- 495
- 496
- 497
- 498
- 499
- 500
- 501
- 502
- 503
- 504
- 505
- 506
- 507
- 508
- 509
- 510
- 511
- 512
- 513
- 514
- 515
- 516
- 517
- 518
- 519
- 520
- 521
- 522
- 523
- 524
- 525
- 526
- 527
- 528
- 529
- 530
- 531
- 532
- 533
- 534
- 535
- 536
- 537
- 538
- 539
- 540
- 541
- 542
- 543
- 544
- 545
- 546
- 547
- 548
- 549
- 550
- 551
- 552
- 553
- 554
- 555
- 556
- 557
- 558
- 559
- 560
- 561
- 562
- 563
- 564
- 565
- 566
- 567
- 568
- 569
- 570
- 571
- 572
- 573
- 574
- 575
- 576
- 577
- 578
- 579
- 580
- 581
- 582
- 583
- 584
- 585
- 586
- 587
- 588
- 589
- 590
- 591
- 592
- 593
- 594
- 595
- 596
- 597
- 598
- 599
- 600
- 601
- 602
- 603
- 604
- 605
- 606
- 607
- 608
- 609
- 610
- 611
- 612
- 613
- 614
- 615
- 616
- 617
- 618
- 619
- 620
- 621
- 622
- 623
- 624
- 625
- 626
- 627
- 628
- 629
- 630
- 631
- 632
- 633
- 634
- 635
- 636
- 637
- 638
- 639
- 640
- 641
- 642
- 643
- 644
- 645
- 646
- 647
- 648
- 649
- 650
- 651
- 652
- 653
- 654
- 655
- 656
- 657
- 658
- 659
- 660
- 661
- 662
- 663
- 664
- 665
- 666
- 667
- 668
- 669
- 670
- 671
- 672
- 673
- 674
- 675
- 676
- 677
- 678
- 679
- 680
- 681
- 682
- 683
- 684
- 685
- 686
- 687
- 688
- 689
- 690
- 691
- 692
- 693
- 694
- 695
- 696
- 697
- 698
- 699
- 700
- 701
- 702
- 703
- 704
- 705
- 706
- 707
- 708
- 709
- 710
- 711
- 712
- 713
- 714
- 715
- 716
- 717
- 718
- 719
- 720
- 721
- 722
- 723
- 724
- 725
- 726
- 727
- 728
- 729
- 730
- 731
- 732
- 733
- 734
- 735
- 736
- 737
- 738
- 739
- 740
- 741
- 742
- 743
- 744
- 745
- 746
- 747
- 748
- 749
- 750
- 751
- 752
- 753
- 754
- 755
- 756
- 757
- 758
- 759
- 760
- 761
- 762
- 763
- 764
- 765
- 766
- 767
- 768
- 769
- 770
- 771
- 772
- 773
- 774
- 775
- 776
- 777
- 778
- 779
- 780
- 781
- 782
- 783
- 784
- 785
- 786
- 787
- 788
- 789
- 790
- 791
- 792
- 793
- 794
- 795
- 796
- 797
- 798
- 799
- 800
- 801
- 802
- 803
- 804
- 805
- 806
- 807
- 808
- 1 - 50
- 51 - 100
- 101 - 150
- 151 - 200
- 201 - 250
- 251 - 300
- 301 - 350
- 351 - 400
- 401 - 450
- 451 - 500
- 501 - 550
- 551 - 600
- 601 - 650
- 651 - 700
- 701 - 750
- 751 - 800
- 801 - 808
Pages: