Rabia’nın alt dudağı ağlamak isteyen birçocuk gibi titredi, âdetâ büküldü.— Bu uçurumu dolduralım, Rabia. Banaçocukluğunu anlat sevgili. Anneni,büyükbabanı. Bilhassa büyükbabanı. Onu ençok merak ediyorum. Görmek için bu cumamescide namaza gideceğim.— Onu bilsen merak etmezdin. Öylekorkunç bir adamdır ki...Hakikat uçurumunun Rabia tarafı doluyor.O geçmiş yılları anlatıyor. İmam’ın bir günbebeğini nasıl çamaşır kazanına attığı noktayageldi. Bu âdetâ acıklı bir vak’aydı. Fakat Rabiaona birdenbire komik bir hal verdi. İmam’ınayet, sûre okuyarak bu bebek yakışına nasıldinî bir ayin şekli verdiğinin taklidini yaptı.Osman kahkaha ile gülüyordu.— Haydi yatalım, Rabia. Yarın seniBonmarşe’ye götüreceğim. Beğendiğin bebeğialacağım.Yatakta yerleştikleri vakit Rabia’nınkulağına hafifçe fısıldadı:— Belki bir gün kendinin canlı bir bebeği
olacak. İhtiyar kocanla beraberoynayabileceğin bir bebek.Rabia’nın sesi âdetâ bozuk:— O bebeği kimse, kimse ateşe atamaz.Vallahi, billahi!— Maşaallah, esvap yeni galiba!— Evet, görmüyor musun, ipekli. İlk ipekli...Seninle sokağa beraber çıkarsak diyeyapındım. Yünlü yeldirmemle çıksam, bendenutanırsın, değil mi?Hayır, utanmazdı. Ne giyerse giysin, herarkasına geçirdiği esvaba şahsiyetinden birşey veriyordu.Bugün ipekli, siyah bir çarşaf giymişti. Beliuçkurlu, pelerini dize değen eski biçim çarşaf.Fakat ne de olsa yeldirmesini bir gün için bilefedâ etmek onca mühim. Peçesini genearkasına atmıştı. Bir kuvvet ona yüzünüörttüremezdi. Osman onun ince, penbe yüzünübu siyah katların arasında bir rahibeyebenzetti. Yeldirmesinin içinde işine giden biramele tabiiliği ile yürüyen ince bacakları bu
kalın çarşafın katları arasında bir rahibe gibimütereddit ve beceriksiz. Osman dikkat etti.Yüzünün ifadesi o kadar ciddi idi ki hiçbir erkekona söz atmadı. Cesur gözlerinin, korkmadaninsanın yüzüne bakan gözlerinin üstünde peçeolsa belki ona da söz atarlardı. Rabia’nın hertavrı, cinsî tezahüratı1650 olduğu yere, dörtduvar arasının mahremiyetine hasrediyor.1651Hariçte onu gören cinsiyetini hiç düşünmezdi.Osman bidüziye mektepten kaçmış birçocuk gibi el ele tutuşup yürümek istiyor, fakatcesaret edemiyor. Kız, sokak adabınınmuhafazasına taassupla taraftar. Fakat o,Osman’dan daha mesut.Galata Köprüsü’nü yürüyerek geçtiler.Tepelerinde İstanbul’un öz göğü bir Bizansmozaiki, bir tavus gibi mavi, bir tek bulut yok.Gökyüzünde kaynayan sarı ışık kazanı yerealtın şua1652 akıtıyor. Her şeyin üstünde bualtın aydınlık. Sol taraflarında Haliç. Üstündeyelkenler, direkler sarı ışıkta titreşiyorlar. Sağtaraflarında Boğaziçi vapurları, kayıklar,
salapuryalar,1653 yeşil suların üstündeoynaşıyor. Köprü’nün üstünden askerî birbando geçiyor. Bütün halk ayağını uydurmuşarkasından yürüyor.Nihayet Beyoğlu’na tünelle geçtiler. Osmanona birer birer dükkân camekânlarınıgöstermeye başladı. Rabia’ya elmas almak,ipek kumaşlar almak için çıldırıyordu. Fakatcesareti yoktu. Yüzgörümlüğü diye getirdiğizümrüt küpeleri –kulaklarının delik olmadığınıbahane ederek– konsolun gözüne kilitlemişti.Penbe kulaklarını delmeyi teklif edince, “Allahküpe takmamızı istese kulaklarımızı delikyaratırdı,” demişti. Şimdi büyük terzileregötürüp moda bir esvap ısmarlamayı teklif etsegene penbe dudaklarında o çarpık tebessümhâsıl olacak – büyüklerin mantıksızlıklarına,deliliklerine sırf terbiyesinden, usluluğundanses çıkarmayan bir kız çocuğunun tebessümü!Doğruyol her cuma günü olduğu gibi şıkhanımlar ve beylerle doluydu. Her geçen onlaravilayetli bir çift gibi bakıyordu. Karşılarında,uzun ökçelerinin üstünde yalpa vurur gibi
yürüyen, iki genç kadın onlara yaklaştı.Çarşaflarının etekleri dar, pelerinleri kısa, inikpeçeleri inceydi. İkisi de geçerken Osman’aselâm verdiler.— Bunlar kim Osman?— Asım Bey’in kızı Handan, HüsnüPaşa’nın karısı. Öteki yeğeni.— Ne kadar da Frenk karılarınabenzemeye yeltenmişler. Rakım maymuntaklidi yapsa daha çok benzetir.— Kıskanıyor musun, sevgili Rabia?— Kim? Ben mi? Ha ha...Hakikat1654 kıskanmadığı aşikârdı.Kendini onlarla mukayese etmeyidüşünmeyecek kadar daha iyi buluyordu.Onlara hakiki pırlanta diye geçirilmek istenenyalancı elmaslara bir kuyumcunun baktığı gibibakmıştı.Bonmarşe’de oyuncak kısmından bir türlüOsman onu ayıramadı. Boynuna dokununcasallanan, çıngıraklı, kül rengi bir eşek vardı kibayılmıştı. Satıcı karnına dokununca anırmayabenzer bir ses çıkardı. Rabia derhal onu aldı.
“Aynanın önüne korum,” diyordu. Kahve renkli,mahzun gözlü bir maymunu Rakım’a satın aldı.Henüz İstanbul’a yeni gelen kadife tüylüayılardan birini de Penbe Teyze için aldı.O akşam Rakım’la Penbe’yi odalarınadavet ettiler.Osman’ın kahveye çıkacağını ikisi deunutmuştu.Rakım, Penbe’nin ayısı elinde, kendi yüzü okadar tam bir ayı kafası ifadesi almış ki, elindeoyuncak âdetâ yavrusu gibi. Rabia kuşağınıçözüp cücenin boynuna taktı. Piyanonunüstünden tefini kaptı. Rakım, ayı oyununu,Rabia ayıcı Çingene’yi o kadar asıllarınamutabık1655 bir şekilde oynadılar ki, Osmangözlerinden yaş gelinceye kadar güldü.Osman artık mahalle kahvesine her akşamgidiyordu. Rabia memnundu. Hem bukocasının Sinekli Bakkal’a alıştığını gösteriyor,hem de Rabia’nın biraz başı dinleniyordu.Çünkü Osman’ın istediği o fikrî, o ağır konuşuşonu çok yoruyordu. Bu biçim konuşuş, vaktinikaybetmekten başka neye yarıyordu. Bu
Osman’ın hiç ölçüsü yoktu. Hayattamütemadiyen1656 yenilik peşinde koşuyordu.Fakat eline geçen her yeni şeyi çarçabukyıprandırıyordu. Vehbi Efendi’nin Osman içinsöyledikleri ne kadar doğruydu. Osman hepgözüne, gönlüne hoş gelen şeylerin peşinde.Halbuki Rabia, sırf alışkın olduğu şeylere,kendisiyle beraber yürüyen, olgunlaşan aşinamuhitlere, insanlara bağlıydı. Belki Osmanitiyat1657 haline gelen her şeyi bir zincir telakkiedecek mizaçtaydı. Bir gün, bir gün belki deSinekli Bakkal’ın her şeyinden hevesi geçecek,Rabia’yı bırakıp kaçacak. Ah, bu aksi düşünceolmasa Rabia odasında dikişiyle ne kadarmesut olacak. Neden Osman geleli kitapokumak âdetini terk etmişti?Karşıki odadan Cevdet Paşa Tarihi’ni aldı.Osman’ın koltuğunda uykusu gelinceye kadarokudu.— Rabia, uyanık mısın?Yarı uykuda, yarı uyanık sıcak yatağındanfırladı.
Osman lâmbayı yakmıştı. Aydınlık veOsman’ın o canlı, çevik dolaşışı, uyumadanevvel düşündüğü şeylerin tortusunu bile dağıttı.İşte Osman gene eskisi gibi. Kim demiş bir güngözünden kaybolup gidecek? Hayatının daimîarkadaşı...Zihnine gelen sükûn onu ayakta tekraruykuya daldırmıştı. Elleri Somnambol1658 gibiOsman’ı soymaya, geceliğini giydirmeyeçalışıyor.— Beni soymak için neden yataktankalkıyorsun, a çocuk? Ben soyunamaz mıyım?Rabia cevap vermiyordu. Osman’ın sesiduvar arkasından gelir gibi uzak. Kirpikleriyanaklarının üstünde, gözleri hemen hemenkapalı. Buna rağmen becerikli elleri yeleği,gömleği devşiriyor, minderin üstüne koyuyordu.Osman’ın potinlerini çekmek, terliklerinigiydirmek için ısrar etti. İtiraz beyhudeydi.Yalnız homurdandı. Fakat sıcak, uzunparmakların dizlerinde, ayaklarındadolaşışından haz duyuyordu. Ah, bu kocasınadâimâ kendi elleriyle bakmakta ısrar eden
kadınlar! Bu da bir nevi tahakküm,1659tesahup1660 değil miydi?Bir sandalyeye oturdu, ayaklarını Rabia’yaterk etti.Potinleri çekerken arada Osman’ın dizinebaşını dayıyor, bir an için kendinden geçiyor.Kumral başı nasıl kokuyordu. Yarı Edirnesabunu, yarı yonca, yarı genç, sıhhatli cildininkokusu! Açık tarlalardaki taze otları, kuytuormanların aralarında biten vahşi menekşeleri,tabiatın her temiz ve iptidaî1661 kokusunuhatırlatıyor. Şimdi başı tamamen kocasınındizinin üstüne düşmüş, küçük memelerininkatılığını gecelik entarisinin arkasından bilehissettiriyor.— Uyuyorsun...— Hııı... diye uykulu bir ses çıkardı.Osman lâmbayı söndürdü. Rabia, onaterliklerini giydirir giydirmez yatağa tırmanmış,yorganın altına uzanmıştı. Çoktan uyumuştu.Osman’ın kolları sıcak, fakat uyuyan birvücudu sardı. Bu vücut bir kedi yavrusu
mukavemetsizliği,1662 yumuşaklığı ile kendinibırakmış, fakat içindeki Rabia çoktanuykusunun içine dalmış, bu vücuttan çekilmişti.Kızın omuzlarını örttü, kendisi yatağın öbürucuna çekildi. Uyuyamıyordu. Hep kulaklarıRabia’nın hafif hafif nefes alışında.Muhtelif yaştaki, muhtelif mizaçtaki ruhlarınizdivacı,1663 imtizacı1664 mümkün olabilir,fakat yaşları birbirinden çok farklı iki vücudunizdivacı kâbil olamaz. Osman böyledüşünüyor. Rabia henüz yirmi bir yaşında,kendisi kırkın ne kadar üstünde. Halbuki kızınkalbi Osman’dan daha olgun, dimağı dahaselâmetle düşünüyor. Ve kalbi de, dimağı daOsman’ın. Daha ne isteyebilir?O cuma eskici Fehmi Efendi, Osman’ınamaza götürmeye geldi. Rakım bermutatgitmedi.Osman’ın namaza gidişinin ne kadarıİmam’ı görmek tecessüsünden ileri geldiğinibilmeyen Fehmi Efendi memnundu. SinekliBakkal’ın umumî ve içtimaî hayatına, her vesile
ile karışan bu yeni komşuya çokmüteveccihti.1665 Ve heyet-i ihtiyariyenin1666hatırlı âzâsından1667 olan Fehmi Efendi’nin buteveccühü Osman için faydalıydı. İlk kahveyeçıktığı akşamdan beri bu sakin adam Osman’ahusûsî bir muhabbet ve dostluk göstermişti.Acaba Rabia’nın kocası diye mi, yoksa sırfşahsından hoşlandığı için mi? Burasını çokaraştırmak lâzım değildi.Yan yana yürürken eskici olan, SabitBeyağabey Takımı’ndan sakınmasını, onlarlayüz göz olmamasını tavsiye ediyordu. Hiçşüphe yok ki, hepsi mert, hepsi tosundelikanlılar; fakat biraz haşarı, biraz edep veterbiye dairesini taşıyorlardı. Osman bunlarıdinlerken, Fehmi Efendi’nin idare ettiğimuhafazakâr kısımla, Sabit Beyağabey’intemsil ettiği haşarı gençlik arasında kendinidikkatle idare etmek, hiçbirine fazlamütemayil1668 olmamak lüzûmunuhissediyordu. Fakat kalbi, gençlerintarafındaydı. Öyle dinamik insanlar ki... Her
birinin içinde yirmi beygir kuvvetinde işleyen birmakine enejisi var.Sokağın üstündeki ışık yolu bugün ateşgibi, sokağın yanları, saçak altları daha loş,daha serin görünüyor. Sokakta hiç çocukkalmamış, çeşmede geç kalmış bir tek kadınvar.Nihayet köşeyi döndüler, mescidinavlusuna geldiler. Şadırvanın etrafında birkaçkişi, âb-dest alıyordu. Ötekilerin bazısımendilleriyle kollarını, ayaklarını kuruluyor,sonra kollarını indiriyor, pabuçları ellerindecamiye giriyorlardı. Avludaki tek, ihtiyar çınarıngölgesi ta camiye kadar salınıyor.Osman avlunun ötesindeki mezarkümesine doğru yürüdü. Koca sarıklı, fesliyazıları silik taşların bir kısmı yerde yatıyor, birkısmının başları kırık, hepsinin üstünü yosunbürümüş. Osman kendi kendisine diyordu ki:— Bu topraklardaki ölüler hakiki ölü.Cesetleri yıkanıp toprağa gömüldükten vebaşlarına bir taş, bir servi dikildikten sonrakimse onları hatırlamıyor. Gerçi ruhlarına o
kadar Mevlid okunuyor, o kadar Yasinokunuyor. Fakat o okuyuşların mezardaçürüyen cesetlerle hiç alakası yok. Ölenvücutlar, halk için artık taştan, topraktan ibaretcansız madde. Belki ölülere karşı alınacak endoğru vaziyeti bu halk almış.Fakat hâlâ hayata karışan, dirileri meşguleden mezarlar yok değildi. Bunlar evliyamezarlarıydı. Onların, dirilerin hayatında rollerihenüz bitmemişti. Burada da bir tek toplu,bakımlı mezar vardı. Etrafı yeşil boyalı, tahtaparmaklığa kırmızı güller sarılmış. Vesarmaşıklar, serviler, taş yosunları arasında bukızıl güller birer alev gibiydiler.Avlunun duvarında açılan paslı demirparmaklıklı pencereye birçok bezler bağlıydı.Arkasında birkaç kadın yüzü görünüyordu.Belki evliyanın mezarının bu akşamkimumlarını onlar getirmişlerdi. Şimdi oradadurmuşlar, bu ışık hediyelerine mukabil1669evliyadan istedikleri şeyleri çabuk vermesi içinellerini açmışlar, dua ediyorlar.Fehmi Efendi kolundan çekti:
— Haydi camiye...Perdenin önünde ikisi de ayakkabılarınıçıkardılar, ellerine aldılar.Kubbenin altında, dışarıdan girenler, bütünvücutlarına yayılan bir serinlik hissettiler. Sırasıra dizüstü adamlar, sıra sıra çıplak tabanlar.Osman, Fehmi Efendi’yle ön safa geçti.Tam mihrabın arkasındaydılar. İmam’ınsırtını loşlukta ancak seçebiliyordu.Müphem,1670 hareketsiz siyah bir küme,üstünde kocaman bir tülbent yığını. Bu yığınınarkasında İmam’a ait olarak yalnız iki kalkıkkulak görünüyordu. Dikkatle sarıktan ayrılmışiki kulak. Bir taraftan öbür tarafı görünecekkadar cansız, renksiz, kansız kulaklar,ihtiyarın başının arkasına yapıştırılmış iki gözhissi veriyordu. Onların cemaati dinleyişinde,arkasındaki her şeyden o kadar derin birhassasiyetle haberdar oluşu vardı ki... Osmanbir zaman sade bu kulaklarla meşgul oldu.Sonra o kendisi de arkasında işitilmez,tutulmaz bir hareket hissetti. Bu belki sesçıkarmadan kımıldayan dudaklardan geliyordu.
Osman’a âdetâ işkence eden bu sessiz hayat,arkasında, tılsımlı bir ormanda hissedilip degörülmeyen gizli hayatı hatırlattı.Nihayet dizlerinin üstünde idiler ve İmamağır ağır minberin merdivenlerini çıkıyordu.Yükseldikçe cüppesine ışık vuruyor, zamanlayeşil olmuş solgun yerlerini, yamalarınıgösteriyordu. Fakat yüzünü cemaate çevirinceinsan onun zavallı fakir kıyafetini hemenunutuyordu. O kadar etrafına kudret hissiveren adamdı. İskelet gibi zayıf başına çökükgöz evleri birer volkan ağzı gibi, içlerinde birtürlü soğumayan lavlara benziyorlardı.Yuvarlak beyaz sakalı dikkatle kesilmiş,bıyıkları kısa kırpılmış ve ağzının belkisesinden fazla gayiz1671 ve şiddet püskürenbir mânâsı vardı.Osman’a geldi ki, bu ağız açılır açılmaziçinden kaplan gibi dişlerini cemaategıcırdatacak, hırlayacak. Fakat İmam dişsizdi.Ve bu siyah, çökük, dişsiz çukurdan tane taneArapça kelimeler en klasik üslûpladökülüyordu.
İşte Rabia’nın büyükbabasını görmeyegelmişti ve görmüştü. Başka daha neistiyordu? Gidip Rabia’nın doğduğu evi görmek.Ve... Ve bu zavallı kimsesiz fakir ihtiyarayardım etmek. Minberin merdivenlerini inerkenbilhassa ona daha çok acıdı. Cemaatlearalarında hiç muhabbet olmadığı besbelliydi.Tırabzanlara dayanışında öyle bitkin, öylesoluğu kesilmiş bir hali vardı ki. Fakat bukimsesizliğine dair hiçbir alâmet yoktu.Gayzından, kininden kendi etrafına bir duvarçevirmiş, ortasından dünyaya meydanokuyordu. Osman kendi kendine dedi ki:— Aşk ve kin, bunlar karanlık, aydınlık gibibirbirini itmam eden1672 hakikatler... Birtaraftan öbür tarafa sallanan bir rakkasın1673ucu. Rakkasın üstünden geçtiği başka şeylerhep ikinci derecede. Yalnız aşk ve kinebedî1674...Biraz sonra hutbe bitti ve namaz başladı.Osman namaz kılarken kulakları İmam’ıdinliyordu. Bu cılız, yıpranmış, küçük vücudun
neresinden bu kalın, kudretli ses çıkıyordu?Seda, mermer sütunlara muayyen bir ahenklevuran bir çekiç gibi. Ne söylediğini Osmananlamıyor, fakat her kelimenin ardında İmam’ınruhundan kopan bir gayz darbesi var. Hattârahmet,1675 şefaat1676 va’deden surelere bileküçük vücuduna sığmayan kinini, insanları hiçaffetmeyen nefretini mezcediyordu.1677Osman’ı öğle yemeğine bekliyorlardı.Mutfak kapısı açılmış, bahçe mis gibikokuyordu.Rabia acele yemek yedi. Vaniköyü’negidecekti. Yeni bir dersin günlerinikararlaştırması lâzımdı. Osman berabergeçirdikleri cuma gününde kendisini yalnızbırakmasına biraz içlendi. Fakat bir şeysöylemedi. Hattâ ona camideki intibalarını1678bile sormamıştı. Âdetâ lâkırdı açmasınıistemiyor gibiydi. Rakım dükkâna, Penbekonağa gitti. Onu kendi haline, kendidüşünceleriyle baş başa bıraktılar.
1642. Yüklüğe.1643. Ortaya çıkan.1644. Bağlı.1645. Kuzeyli.1646. Sır saklayan.1647. Gerilmiş.1648. Söz dinler.1649. İzin verici.1650. Gösteriyi.1651. Ayırıyor, veriyor.1652. Işın.1653. Ticaret eşyası taşımakta kullanılan, onon beş tonluk, üçgen biçiminde yelkenli ticaretgemisi.1654. Gerçekten.1655. Uygun.1656. Sürekli olarak.1657. Alışkanlık.1658. Uyurgezer.1659. Zorbalık, baskı.1660. Sahip çıkma.1661. İlkel.
1662. Güçsüzlüğü.1663. Evliliği.1664. Uyuşması.1665. Yakınlaşmıştı.1666. İhtiyarlar heyetinin.1667. Üyelerinden.1668. Eğilimli.1669. Karşılık olarak.1670. Belirsiz.1671. Öfkeli.1672. Tamamlayan.1673. Sarkacın.1674. Kalıcı.1675. Merhamet.1676. Bağışlanma.1677. Karıştırıyordu.1678. İzlenimlerini.
14Ev biraz içerlek, önünde bir avlu var. Onuniçin Sinekli Bakkal’da olan arka cephesi ötekievlerin hizasına fırlamıştı. Evin ilk iki katıavlunun yüksek duvarıyla örtülüyor, içindeadam olduğuna dair bir emare ancak üçüncükatın pencerelerinde görülebilirdi.Osman, biraz geriye çekildi, evin üst katınıgözden geçirdi. Kafeslerden1679 birininaltından bir patiska perde ucu dışarıya fırlamış,rüzgârla sallanıyordu. Orada bir pencere açıktı.İmam’ın odası olabilirdi. Kapının tokmağınıyakaladı, vurmaya başladı. Cevap alamadı.— Yandaki ipi çek, Amca Bey.Döndü. Elleri deri önlüğünün altındaMuharrem onu seyrediyordu. Hemen kapıyayaklaştı, ipi çekti. Avluda bir çıngırak çalmayabaşladı ve açık pencerenin kafesininarkasından biri seslendi. İmam’ın sesiydi:— Kim o?Muharrem cevap verdi.
— Sizi ilmühaber için biri görmek istiyor,İmam Efendi.Başını çevirdi, Osman’a göz kırptı.— Mutlak işin ucunda mangiz1680 olmalıAmca Bey, yoksa içeriye giremezsin.İkisi de içeriyi dinlediler. Avluda birisininyürüdüğünü duyunca Muharrem İmam’ınpes1681 ve makamlı “Kim o?” sesini taklitederek uzaklaştı.İhtiyar kapıyı aralamış, homurdanıyordu:— Ne istiyorsun?— Burada söyleyemem, İmam Efendi.— Öyleyse içeriye gir.Toplu bir avludan geçtiler. Sıra sıra tellergerilmişti.Üzerleri paslı. Mutlak vaktiyle oradaçamaşır yıkamaya meraklı bir kadın yaşamıştı.Avlunun ötesinde berisinde toprak çanaklarıiçlerinde sular vardı. Birkaç serçe ve birgüvercin İmam’ın ayaklarının altındasıçrıyorlardı. Dini, kini olan bu adamın kuşlaradostluğu Osman’a biraz garip geldi.
— Pabuçlarını çıkar.Osman evin kapısında pabuçlarını çıkardı.İmam’ın arkasından mermer bir taşlık geçti.Merdivenleri sükût içinde çıktılar. İmamtırabzanlara tutunuyor, sık sık soluyordu.Başında beyaz takkesi, arkasında gecelik Şamhırkasıyla daha kuru, daha çökük bir hali vardı.Osman’ı üçüncü katta küçük bir odaya aldı.Bir köşe minderi, eski ceviz bir dolap, birrahle odanın bütün eşyasını teşkilediyordu.1682 Köşe minderine, karşı karşıyaoturdular, birbirlerinin yüzüne baktılar.İmam hâl hatır sormadı. En aksi sesiyle:— İşin ne? Ne istiyorsun, söyle bakalım.— Ben Rabia’nın kocasıyım. DamadınızOsman.Bunu söylerken Osman, kendini ne aptal,ne acaip buluyordu.— Benim Rabia isminde hatunla hiçbiralakam yok.— Ben size biraz yardım etmek isterdim.— Yardım mı dedin?İmam’ın tümsek gırtlağı zayıf boynunda
aşağı yukarı işlemeye başladı.— Hakkımı iade demek istiyorsun. Nihayetnedamet etti,1683 hakkımı vermek istiyor, öylemi?— Rabia benim buraya geldiğimi bilmiyorbile. Ben kendi hesabıma size hakkınızı iadeedeceğim, Efendibaba.Mademki ihtiyar bu yardımı bir hak diyetefsir etmek1684 istiyordu, Osman’ın artık onu“yardım” kelimesiyle iz’aç etmesinde1685mânâ yoktu. Fakat tecessüs Osman’ın enzayıf noktasıydı.— Rabia’nın kazancı neden sizin hakkınızoluyor? Affedersiniz ama, sırf merakımdansoruyorum.— Neden mi? Para sarf ettim1686, emeksarf ettim, vakit sarf ettim. Onu ben hafızyaptım. Sayemde para kazandı. Babası birmetelik yollamadığı senelerde evimde yatırdım,besledim, giydirdim, kuşattım. İhtiyarlığımdabeni aç ve bîilaç1687 bıraktı. Kuran okuyarak
kazandığı paranın her kuruşu benim, anladınmı? Yoksa ruz-ı cezada1688 on parmağımyakasında olacak.— Ben size ayda beş yüz kuruş tahsisedeceğim.1689 Ne de olsa karımınbüyükbabasısınız. Sefalet1690 çektiğiniziistemem.— Hakkımı veriyorsun, anladın mı? Yoksasadaka kabul etmem, merhamete ihtiyacımyok. Yoksa ağzımı aramaya mı geldin? Öyleise haydi çek arabanı...Kapıyı açmış, Osman’ı açıktan açığakovuyordu. Fakat o, oturduğu yerdenkımıldamadı. Cebinden cüzdanını çıkardı,içinden beş sarı altın çıkardı, İmam’a uzattı.İhtiyarın iskelet parmakları şayan-ıhayret1691 bir süratle liraların üstüne kapandı.Fersiz1692 gözlerinde koyu ışıltılar hâsılolmuştu. Kaç yıldır sarı para yüzü görmemişti.İlmühaber için gelenlerden beş kuruşkoparmak için çekişe çekişe pazarlık ediyordu.
Koynundan yıpranmış örme bir kese çıkardı.Parmakları titreye titreye altınları içine koydu.Kesenin ağzını büzdü, etrafını dikkatle sardı,tekrar koynuna koydu. Ancak ondan sonraOsman’a garip bir tecessüsle sordu:— Bu kadar parayı Ümmet-i Muhammed’inevlâdına şeytan icadı çalgılar meşketmekten1693 mi kazanıyorsun?— Evet.— Yaaa... Başka bir işin yok mu?— Yok. Vaktiyle ben de bir nevi imamdım.— Papaz demek istiyorsun. Küffarıhâkisarın1694 cehennem rehberi!— İstersen öyle olsun, Efendibaba. (Artıksenli benli olmaya başlayacak kadar ihtiyarıorijinal buluyordu.) Fakat torununu almak içinHak dinini kabul ettim. (Biraz gülümsedi. Aklınagelen şeyi tuhaf bulmuştu.) Belki cennettekomşu olacağız, Efendibaba.İmam’ın dudakları nihayetsiz biristihfafla1695 büküldü.— Hulyâ kuruyorsun... Rabia da, sen de,
hattâ Sinekli Bakkal’ın halkı da hepinizcehennemlik... Hiçbiriniz Hak dininin neidüğünü anlamış değilsiniz. “İnanmayanlar sürüsürü cehenneme sevk edilecekler”1696 ayetinigüldür güldür okudu.Osman, Arapça olduğu için bir şeyanlamadı. Fakat ihtiyarla cennet ve cehennemedair münakaşanın çok meraklı olacağınaemindi. Sırf onu daha fazla söyletmek için:— Sinekli Bakkal halkı bana Allah’tankorkar adamlar gibi geliyor, Efendibaba, dedi.— Korkuları bile onları ateştenkurtaramaz... İhtiyarın dişsiz ağzı biraz dahaiçeriye çökmüş, halkın ateşte yanmasıhayaline keyifli keyifli gülüyordu.— Niçin Efendibaba?— Niçin mi? Çünkü müminin kalbiahüzarla,1697 nedametle dolu olmak gerek. Bumahallede saz sesinden, türküden,kahkahadan geçilmiyor. Senin karın olacak oiblise yok mu? Boyu bir karış iken bile gözüçalgıda, oyundaydı... Hıfzına çalışırken bile
gözlerinin içi gülerdi. Bir tanesi ateştenkurtulamayacak... Bir tanesi bile...İmam kollarını açtı. Osman’ın gözününönünde ordu ordu cehenneme sürülen birinsaniyet uyandı. Cenneti, İmam’dan başkasekenesi1698 olmayan hâlî1699 bir yer gibigörüyordu.İhtiyar birdenbire mahalleyi ve Rabia’yıunutmuş gibi sordu:— Ay başına bizim beş altını kimgetirecek?— Gene ben getiririm, Efendibaba.Sokakta Osman’ın dimağının gözü bukorkunç ihtiyarla Rabia’nın geçirdiği senelerigörüyor gibiydi. Acaba Rabia’nın güneşli, sakinmizacında İmam’ın muzlim,1700 kindarvarlığından bir şey saklı mıydı? Olamazdı. KızTevfik’in kızıydı. Gülüşünün tatlılığınıbirdenbire hatırladığı o sevimli ve cazip komiğinkızı. Bununla içi biraz teselli buldu.Haziran ayında şehrin üstünden büyük birsıcak dalgası geçiyordu. Sokaklar hamam gibi.
Rutubetli bir sıcak insanın kemiklerine nüfuzediyor,1701 parmaklarının ucuna kadarterletiyor. İnsan, hayvan her canlı mahlûknefes alabilmek için sığınacak gölge, serinlikarıyor. Köpekler saçakların altına serilmişler.Sergüzeşt arayan köpek yavruları gölgedenayrılınca dilleri dışarda, karınları körük gibi inipçıkıyor.Çocuklar artık oynamak için hep mescidinavlusundaki küçük mezarlığın servilerinin yeşilgölgesine iltica ediyorlardı.1702 Sinekli BakkalSokağı’nın, saçaklar arasındaki ışık yolundabinbir sinek vızıldıyor. Ve sokak kokuyor...Öyle bir kokuyor ki...Osman, Boğaziçi’nde yazlık bir ev tutmak,sıcaklar geçinceye kadar gitmek için, Rabia’yıkandırmaya çalıştı. Rabia cevap bile vermedi.Kafasını salladı. Olamaz! Sinekli Bakkal’dayazlığa giden bir tek ev var mıydı? Bunlarbid’at1703 mı çıkaracaklar, âlemi kendilerinemi güldürecekler? Akşamlar serin olmuyormuydu? Oluyordu. Bahçe hakikaten latifti.1704
Cuma günleri de konağın bostanınagidiyorlardı. Dolap dönüyor, billûr gibi sularakıyor, Rabia ayaklarını, sebze sulamak içinaçılan su dolu harklara1705 sokuyor.Bütün bunlara rağmen Osman’ın içi içinesığmıyordu. Uzak yerdeki derslerine gitmekiçin çok zahmet çekiyor. Ve Köprü’den tuttuğuarabadan iki sokak geride inip Sinekli Bakkal’ayaya geliyordu. Oraya araba ile gelmeyecesareti yoktu. Sinekli Bakkal efkârıumumiyesi1706 buna müsait değildi.Kendilerinden servet seviyesi nisbetsiz1707surette fazla görünen, kim olursa olsun,mahallenin sihirli husûsiyyetine giremez.İçlerinden birçoğu ömürlerinde arabayabinmemiş adamlardı. Halbuki Osman’a ikisokağı bile yaya geçmek bu havada bir azaptı.Sokaklar ne kadar, ne kadar kokuyor...Rabia hep yürürdü. Ekseri eve, teriyeldirmesinin sırtına geçmiş, kirpikleri tozdanbembeyaz gelirdi. Fakat gusl-hâneye1708girer, bir soğuk su dökünür, temiz ve dinlenmiş
bir yüzle bir şey olmamış gibi meydana çıkardı.Osman ilk defa olarak, Sinekli Bakkal’da fukaraadam rolü yapmanın sıkıntılı tarafları olduğunuhissetti. Fakat Rabia’ya bir şey söylemedi.Yalnız sık hırçınlaşıyor, kıza âdetâçıkışıyordu. Neden onun karısı hâlâ dersvermek iptilasından1709 vazgeçemiyor?Mevlid okumak, mukabele okumak, bunlaronun sanat tarafı, fakat ders vermek inadı birçocukluk. Osman’ın hepsine, hattâ Tevfik’e debakacak serveti var.Bir akşam bu noktaları mantıkî bir şekilde,sakin bir sesle Rabia ile münakaşa etmekistedi. Kızın dudakları sımsıkı, kilitli gibi, gözleriyabancı ve uzak, hiç cevap vermedi.Uyuşamadıkları noktalarda onun bu anûd1710sükûtu Osman’ın pek sinirine dokunuyordu.Söylemek istemediği şeyler ağzından kaçtı,sesi ilk defa mutfaktan duyuldu. Fakat yalnızonun sesi!
1679. Çapraz çubuklarla ve aralıklı olarakyapılmış, pencerelere takılan siper.1680. Para.1681. Hafif, yavaş sesli.1682. Oluşturuyordu.1683. Pişman oldu.1684. Yorumlamak1685. Tedirgin etmesinde.1686. Para harcadım.1687. İlaçsız.1688. Ceza günü.1689. Ayıracağım.1690. Yoksulluk.1691. Hayrete değer.1692. Cansız.1693. Öğretmekten.1694. Hali perişan kâfirlerin.1695. Küçümsemeyle.1696. Gönderilecekler.1697. Ah ve inlemeyle.1698. Oturanı.1699. Boş.
1700. Karanlık.1701. İşliyor.1702. Sığınıyorlardı.1703. Yeni bir âdet.1704. Güzeldi.1705. Arklara.1706. Halkı.1707. Oransız.1708. Eski evlerde, içinde yıkanılabilir biçimdeyapılmış altı çinko kaplı küçük hücre.1709. Takıntısından.1710. İnatçı.
15Haziranın on beşinci günü, Vehbi EfendiSinekli Bakkal’a geldi. Konya’dan henüzdönmüştü. Ve düğün gününden beri Rabia’yıgörmemişti. Kızın sevinci aşikârdı. FakatOsman’ın sevincinde daha taşkın, daha ateşlibir şey vardı. Vehbi Efendi’nin boynuna sarıldı,iki yanağından öptü. Hasret kaldığı fikrîkonuşmalara kavuşacak. O akşam hepsibirden yemeğe kalmasını, akşamı berabergeçirmesini rica ettiler.Penbe bahçeyi süpürdü, her zamandandaha itinalı suladı. Cevizin altındaki hasırınüstüne bir halı yaydı, üstüne yer minderleridizdi. Onun şen mizacı, Rabia’dan ziyadeOsman’ın rahat düşkünlüğünü sezmişti.Hayatta tadılabilecek her zevki tatmayı insanınbirinci vazifesi olduğuna kaniydi. Rakımportakal renkli kâğıt fenerleri dolaptan çıkardı,Penbe merdiven getirdi, beraber çardağı âdetâdonattılar. Çünkü o akşam ay aydınlığı yoktu.
Yalnız koyu mor gökte, iğne ucu gibi ufak, altınışık noktaları serpintileri!Rabia patlıcan kızarttı, bol sarmısaklı bircacık hazırladı. Osman’la Vehbi Efendi ezanakadar yukarıda oturdular, bol bol konuştular.Arada Rakım onlara kahve pişirdi.Yemekten sonra hepsi gene eski cevizinaltında toplandılar. Vehbi Efendi nargile istedi,sırtını ağacın köküne dayadı, gözleri yarıkapalı nargilesini içti. Fakat kafasının gözleridört açılmış Rabia’nın evlilik hayatının açık vekapalı cephelerini tetkik ediyordu. Herhaldearalarındaki dirlik düzenliğe diyecek yok. Kızınher vaz’ından1711 halinden memnun olduğuhissediliyor. Orta yaşlı, evli bir kadının kanaati,derûnî uyuşukluğu bile başlamak üzere. Kızıniçinde hayat herhalde biraz yavaşlamış.Ruhundaki eski daraban1712 hissedilmiyor.Fakat ev kadınlığına da kusur bulmak imkanıyok. Kocasının maddî ihtiyaçlarını en küçükteferruatına kadar tatmin ediyor. Böyle birpatlıcan kızartması, böyle bir cacık değme
kadının kârı değil.Osman’ın yeni hayatında ne şekil aldığınıanlamak o kadar kolay değildi. Yukarıdakiodada eski günlerden fazla bir ateşlekonuşmuştu. Fakat mutfağa iner inmez, ailearasına karışır karışmaz yeni bir sükûtîlik1713gösteriyordu. Ve şimdi halının üstüne uzanmış,başı kollarının üstünde biraz kalkmış, yüzügökte. Batıda ağırlaşan sıcaklık havadanüstlerine iniyor. Ne bir rüzgâr ne bir nefes!Osman evvelâ lâkırdıyı açtı.— Rabia’nın şu meşhur büyükbabasınınihayet gördüm.Rabia biraz gururla anlattı.— Osman şimdi arada cuma namazlarınagidiyor, Efendim.Osman duymamış gibi devam ediyor.— Bihakkın1714 imam. Sesi orkestradavulu gibi. Kuran okurken sesinde atan okorkunç kin bile şayan-ı hayret...1715Osman kin kelimesini âdetâ kindar birzaferle telaffuz etti. Rabia biraz ters:
— Sen zaten etrafına zulmeden, eziyeteden adamlardan hoşlanırsın.— Öyle mi? Tecessüsü uyanıyor. Herhalde“Büyükbaba”nın kininde bir azamet1716 birheybet var. Bütün insanları hiç affetmeyen,hepsini günahkâr ve cehennemlik addedereksevinen bu kin kadar kudretli bir insan hissigörmedim.— Osman Bey kitap gibi konuşuyor. Âlâ,âlâ. Fakat, sen onun torunu ve şakirdi olaydınküçük yaşında tımarhaneyi boylardın, OsmanBey!Rabia’nın serin sesine ihtiras ateşigiriyordu. Rakım endişelendi. Penbe,“Üsküdar’a giderken aldı da bir yağmur”uolanca neşesiyle söylemeye başladı.O susunca Rakım:— Allahaşkına bir tatlı tarafından açalım,diyordu. Fakat Osman, Rabia’yı rahatbırakmak istemiyordu.Âdetâ kızın ruhunun iç perdesi sallanıyorgibi, ucunu kaldırıp içini görmek istiyor. Osman
Garb’ın çocuğu. Ulemasının1717 canlımahlûkatın1718 içini yarıp hayat sırlarınıöğrenmeye çalıştıkları toprakların mahsulü.Osman, bir insan ruhunun sırlarınıöğrenebilmek için diri bir göğsü yarıp açmayarazı olacak kadar fikrî tecessüsün esiri.— Mesela büyükbaban hastalansa, ölecekolsa, elini öpüp duasını almak istemez misin, ikigözüm?Rabia’nın ruhuna neşteri biraz dahasokuyor.— Onun duası sanki dua mı? Varsın ölsün,semtine bile uğramam. Şom ağzını toprakkapasın, İnşaallah.— Sus, Rabia...Vehbi Efendi, Rabia’nın bu katıcephesinden müteessir oldu.1719 Fakat kızısusturamadı.— Fakat çoluğu çocuğu bütün günkorkuturdu, Efendim. Bilseniz neler çektim.İnsana ne rahat ne huzur verirdi. Bütün günölüm, cehennem, zebani konuşurdu. İçime
koyduğu korkudan bir türlü kurtulamıyorum,belki ölünceye kadar kurtulamayacağım...Sıcak, ağır havada kızın âdetâ titrediğihissediliyor.Turuncu ışıkta yüzü cehennem azabınıtatmışların acılığı ile takallüs etmiş.1720Vehbi Dede ağzından marpucu1721çıkardı, doğruldu.Karı kocanın dil dalaşını sükûtla1722dinlemişti. Fakat Rabia onun kendi şahsınatemas ediyordu. Büyükbabasınındivanece1723 hezeyanlarının1724 daladığıruhunun hasta tarafı feryat ediyordu. Ve VehbiEfendi kendisini Rabia’ nın ruhunun bekçisitelakki ederdi.1725— Beni dinle, Rabia. Hiçbir zamankorkunun kalbinde, kafanda başkaldırmasınameydan verme. İnan ki kâinatta Halik’in halketmediği1726 bir tek şey korkudur. İnan kikorkuyu ilk hayvanlar, ilk insanlar acizlerinden,çaresizliklerinden kendi kendilerine, kendi
içlerinde yaratmışlardır. Korku, efsanecinsinden bir ejderhadan başka bir şey değildir.Osman yattığı yerden seslendi:— Bu ejderha neye benzer acaba?Vehbi Dede, mütecessis,1727 arsız birçocuğa masal söylüyormuş gibi mütebessimve müstehzî başladı, fakat sesi gittikçeşiddetlendi, bahçenin iğne atılsa duyulacaksükûnu içinde daraban etmeye1728 başladı:— Binlerce, binlerce kolu olan bir ahtapotabenzer. Gözsüz, kulaksız, şekilsiz, yaş vekorkunç bir ahtapot. Kolları her insanınyüreğinde sarılı. Bir tanesini keserseniz ontanesi hâsıl olur. Rabia’nın büyükbabası gibiruhanîler insanoğlunu korkutmak için buahtapotu yalancı ilahlar, zebaniler, cinler veperiler kıyafetine sokar. Dünyanın başına belâolan her zalim hükümdar bu bin kollu ahtapotukullanır. İnsan şeklinde vampir ruhlumünferit1729 katiller, vampire benzeyen kanlıfikirler, hep bu ahtapotun kollarıylahabasetlerini1730 icra ederler. Bu ejderhayı
öldürmeden, insan ırkı için ne sulh vardır nehürriyet.Osman ıslık çaldı.— Bir Rus mûsikî-şinâsı için ne zenginmevzu!Vehbi Efendi sustu. Bahçenin sessizliğindegizli bir hayat, bir fikir hayatı atıyor gibiydi. Ogözlerini göğe kaldırdı. İçinden dua ediyordu.— Senin samedanî1731 ülkende korkuyok, ey rahîmlerin rahîmi!1732 Bize, zavallıçocuklarına kendi icat ettiğimiz bu çirkin,korkunun bin başını ezmek için kuvvet ihsanet!1733Penbe diyordu ki:— Korku olmasa insanlar hiç rahat dururmu, Efendim? Ben mesela, cehennemdenkorkmasam, Sabiha Hanım’ın zümrütyüzüğünü çoktan çalardım. Rabia’nın zümrütküpelerini de.Rakım, Penbe’nin eteğini çekti. Bumübahase1734 onu fenâ halde sıkmıştı.— Sen garip bir Çingene’sin, Teyze.
Başından büyük lâfa ne karışıyorsun?Fakat Vehbi Dede, müsamahakâr1735 vegene biraz müstehzî, Penbe’ye de fikrinianlatmaya çalıştı:— Sen, Tanrımızı, maksadını icra için,1736zindanlara, ateşlere, cellatlara muhtaç mısanıyorsun, Penbe Hanım? O dünyaya iyiliği,saadeti kendi bildiği gibi, kendi yollarındanyollayacak.— Kalk, şu limonataları getir, Teyze.Rakım kocaman mendille alnını sildi.— Galiba sıcak bize bu ejderhaları,cehennemleri düşündürüyor. Bu yaşa geleliböyle sıcak görmedim.Vehbi Dede:— Hazır Rakım hatırıma getirmişkensöyleyeyim. Konya’ya gitmeden evvel SatvetBey’in süt ninesi İkbal Hanım bana yazı,korularındaki beyaz evde geçirmenizi teklifetmişti. Sıcak lâkırdısından şimdi hatırladım.Hakikat Sinekli Bakkal bu yaz biraz sıcak.— Bana da söyledi. Fakat ben kabul
etmedim.— Yaaa... Bana hiç söylemedin!Osman’ın sesi çok acıydı, tahammülünsonuna gelmiş bir adam gibi söylüyordu.— Rabia’yı bu yaz bir yere gitmek içinkandırmaya ben de çalıştım. Fakat ne olsaİmam’ın torunu, onun kadar inatçı...Vehbi Efendi, Rabia’ya:— Ben olsam giderdim, Rabia... diyordu.Penbe Hanım’ı götürürsün, Rakım dükkâna,eve bakar...Penbe yalvardı:— Kuzum, kuzum Rabia. Köpeğin olayım...Rabia:— Pekâlâ, pekâlâ, dedi. Kadere teslim olurgibi umumî1737 ısrara teslim oldu. İçinden:— Âdetâ Sinekli Bakkal’a tahammüledemeyecek hâle geldi. İnat edersem belki busefer sahiden beni bırakıp kaçar. Zenginlik,kibarlık da bir illet galiba, diyordu.
1711. Tavrından.1712. Çarpıntı.1713. Suskunluk.1714. Hakkıyla.1715. Şaşılası.1716. Büyüklük.1717. Bilginlerinin.1718. Yaratıkların.1719. Üzüldü.1720. Kısılmış.1721. Nargileye takılan hortum biçiminde uzunve bükülgen boru.1722. Sessizce.1723. Delice.1724. Saçmalıklarının.1725. Kabul ederdi.1726. Yaratmadığı.1727. Meraklı.1728. Çarpmaya.1729. Ayrı, tek tek.1730. Kötülüklerini.1731. Allah ve Allah’ın ezeli kuvvetleriyle ilgili
olan.1732. Koruyucuların koruyucusu. Tanrı.1733. Bağışla.1734. Konuşma.1735. Hoşgörülü.1736. Yapmak için.1737. Genel.
16Rabia’nın ailesi bir hafta, Bebekyamaçlarındaki beyaz evi konuştular. Bir kerekarar verdikten sonra Rabia’ nın da zihni hep oyeşil korunun içindeki beyaz eve saplı kaldı.Kız, hayatının ilk tatilini tadacaktı. Boğaziçi’ndeiken ders vermeyecek.Haziranın yirmi beşinci günü. Mabeyinci’ninsiyah atlı kupa arabası1738 İstanbulBakkaliyesi’nin önünde durdu. Eli bakraçlı,ayağı takunyalı, ağzı sakızlı kadınlarıyalınayak, başı kabak, sümüklü oğlançocukları hep arabanın etrafında. SabitBeyağabey kalabalığı dağıtıyor, Penbe kırıtakırıta bohçaları, çıkınları arabaya yerleştiriyor.Nihayet Rabia.— Allah selâmet versin, yavrum...— Rabia Abla, çok kalma ha...— Ayol ne oluyorsunuz? Hacca gitmiyorya!Bu, Rabia’nın Sinekli Bakkal’dan ilk ayrılışı!
Siyah atlar uçar gibi sokaktan geçti. Cücearkalarından bir maşrapa soğuk su döktü.Penbe ile Rabia arabada, mektepleri tatilolmuş çocuklar gibiydiler. Köprü, Galata...Nihayet gözlerini açıp kapamadan Bebek.Mabeyinci’nin yalı kapısını siyah setreli ikiuşak açıyordu. Siyah atlar yokuşu uçar gibitırmandılar. Evin önündeki boşlukta siyah, yaşlıbir halayık1739 ayakta onları bekliyordu. O,Penbe ile arabadan çıkınları, bohçalarıçıkarırken Rabia durdu, etrafı seyretti.Batıydı. Koy, mor, lâl1740 bir havuz gibi.Üstündeki renkleri bir sihirbaz üfledi, soluverdi,suların üstüne lacivert gölgeler indi, gökteyıldız serpintileri belirdi.Rabia, bu güzelliği yadırgadı. İçini çekti.Döndü, eve girdi. Taşlıkta renkli bir feneryanmış. İki odanın biri Penbe’nin, taş odamutfak.İkinci kata beş altı basamak merdivenleçıkılıyor. Sofaya bir masa koymuşlar, yemekodası yapmışlar. Karşılıklı iki büyük oda var.
Hepsi camlı köşk gibi. Hep birbirine bitişikpencereler. Burası, Mabeyinci’nin okuyan,yazan ve mûsikî-şinâs1741 bir iki isim sahibiecdad tarafından yapılmış. Kitap var... Ooo,hem de Rabia’nın en çok sevdiği kitaplar... Heptarih... Evliya Çelebi, Naima... Sazlar var... Ud,tef, piyano!Açık pencerenin önünde durdu. Boğaziçigecesi siyah bir ipek perde gibi karşı kıyılarainiyor. Karanlığın serinliği Rabia’nın yananyanaklarında. Ufuklar, şekilleri ancak sezilensırtları ağaçlar ve sularla çevrilmiş. Hepsi, enaçık duman renginden, abanoz1742 gibisiyahlığa kadar varan gölgelerin içinde yüzüyorgibi.Osman bu güzelliğe bayılacak. FakatRabia’nın içine gariplik çöktü. Burnunun direğisızlayarak Sinekli Bakkal’ı özledi. Bütünhudutları elle tutulan, gözle görülen, küçüksokak. Bu dumanları bu elden, gözden kaçanufuk ve karışık şekiller... Etraf bomboş.İnsandan hâlî.1743 Halbuki Sinekli Bakkal’da
mahalleli şimdi akşam namazından döner,birbirine seslenir... Yoğurtçular geçer...Rabia, ömründe bir köşe daha dönmüş gibi.Köşeleri o hiç sevmez. Dönerken insan asılkendisini arkada bırakır, köşenin bu tarafındabaşka bir insan oluverir. Fakat arkada bıraktığı“kendisi” de peşini bırakmaz. Her köşedöndükçe bir yeni benlik... En yenisi en önde,en eskisi en arkada... Art arda yürüyen bir sırainsan... İşte bunların hepsi birden bir tek Rabia.Karanlıkta bir düdük öttü. Siyah, uzun birşekil, baştan başa ışıklar içinde bir vapurkoyun kara boşluğunda ipek suları yırtarakgeçiyor. Osman bunda olacak. Rabiamerdivenleri atlayarak indi. Evin önündekiboşlukta durdu, bekledi. Nihayet çakıllarınüstünde ayak sesleri.— Osman, sen misin?— Beni mi bekliyorsun, Rabia?Bir gölge yaklaştı. Rabia’nın ince kollarıgölgeyi sımsıkı sardı. Osman düşündü. Rabiabu akşam bambaşka bir kadın. Aşinamuhitinden ayrılır ayrılmaz, mütemadiyen
etrafına saçtığı, dağıttığı benliği hep bir arayatoplanmış. Belki ilk defa burada Osman,Rabia’ya tamamen sahip olacak. Kalbi gümbürgümbür atmaya başladı.Sofada üç kişi, hep kendi düşünceleriylebaş başa, sessiz sedasız yemek yediler.Yemek bitince üçü de dışarıdaki sükûtu dinliyorgibi yerlerinden kalkmadılar. Ve birdenbire,bariton bir ses dışarıda, Müse’nin1744“Ayrılmak biraz ölmektir” şarkısını söylemeyebaşladı.Rabia bir şey hatırlamaya çalışarak yüzünüburuşturdu.— Bunu bir defa Hilmi Bey, Sabiha Hanım’asöylediydi, dedi. Dürnev’i Beyrut’a götüreceğizamandı.Mânâsını anlamamıştı, fakat Hilmi’ninpeltekliği bilhassa o akşam Rabia’yadokunmuştu.Osman dudağını büktü.— Aman şu ayrılık türküsü...— Sevmiyor musun?— Mânâsız. Ayrılmak, ölmek, supsulu bir
ihtiyar kız hassasiyeti!— Fakat adam sevdiğinden ayrılınca böyleolur, Osman.Şimdi o, Şevket-i Derya’da, Tevfik’denayrıldığı günü hatırlıyordu. İçine böyle hazin,yumuşak bir karanlık çökmüştü. Belkiayrılmanın türlü acıları da vardır. Belki insanyüreğini kökünden söküp atan ayrılıklar davardır. Kalktı.— Haydi bahçeye gidelim.Onlar kapının önündeki düzlüğe varıncayakadar şarkı söyleyen ses kesildi. Evinarkasına gittiler. Çamların arasında durdular.Etrafı dinlediler.Karanlıkta uzun uzun bir ses inledi. Sırtınüstündeki taş binadan geliyordu. Bütünpencerelerinde aydınlık var.— Bu ne, Osman?— Org. Robert Kolej’de çalıyorlar.Rabia, ilk defa org sesi işitiyordu. Ve bu sesiçini kavradı. Şimdiye kadar dinlediği, hattâ ençok sevdiği Garb mûsikîsinde bile ekseri ostaccato,1745 o birbirinden ayrılan sesleri
Search
Read the Text Version
- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- 8
- 9
- 10
- 11
- 12
- 13
- 14
- 15
- 16
- 17
- 18
- 19
- 20
- 21
- 22
- 23
- 24
- 25
- 26
- 27
- 28
- 29
- 30
- 31
- 32
- 33
- 34
- 35
- 36
- 37
- 38
- 39
- 40
- 41
- 42
- 43
- 44
- 45
- 46
- 47
- 48
- 49
- 50
- 51
- 52
- 53
- 54
- 55
- 56
- 57
- 58
- 59
- 60
- 61
- 62
- 63
- 64
- 65
- 66
- 67
- 68
- 69
- 70
- 71
- 72
- 73
- 74
- 75
- 76
- 77
- 78
- 79
- 80
- 81
- 82
- 83
- 84
- 85
- 86
- 87
- 88
- 89
- 90
- 91
- 92
- 93
- 94
- 95
- 96
- 97
- 98
- 99
- 100
- 101
- 102
- 103
- 104
- 105
- 106
- 107
- 108
- 109
- 110
- 111
- 112
- 113
- 114
- 115
- 116
- 117
- 118
- 119
- 120
- 121
- 122
- 123
- 124
- 125
- 126
- 127
- 128
- 129
- 130
- 131
- 132
- 133
- 134
- 135
- 136
- 137
- 138
- 139
- 140
- 141
- 142
- 143
- 144
- 145
- 146
- 147
- 148
- 149
- 150
- 151
- 152
- 153
- 154
- 155
- 156
- 157
- 158
- 159
- 160
- 161
- 162
- 163
- 164
- 165
- 166
- 167
- 168
- 169
- 170
- 171
- 172
- 173
- 174
- 175
- 176
- 177
- 178
- 179
- 180
- 181
- 182
- 183
- 184
- 185
- 186
- 187
- 188
- 189
- 190
- 191
- 192
- 193
- 194
- 195
- 196
- 197
- 198
- 199
- 200
- 201
- 202
- 203
- 204
- 205
- 206
- 207
- 208
- 209
- 210
- 211
- 212
- 213
- 214
- 215
- 216
- 217
- 218
- 219
- 220
- 221
- 222
- 223
- 224
- 225
- 226
- 227
- 228
- 229
- 230
- 231
- 232
- 233
- 234
- 235
- 236
- 237
- 238
- 239
- 240
- 241
- 242
- 243
- 244
- 245
- 246
- 247
- 248
- 249
- 250
- 251
- 252
- 253
- 254
- 255
- 256
- 257
- 258
- 259
- 260
- 261
- 262
- 263
- 264
- 265
- 266
- 267
- 268
- 269
- 270
- 271
- 272
- 273
- 274
- 275
- 276
- 277
- 278
- 279
- 280
- 281
- 282
- 283
- 284
- 285
- 286
- 287
- 288
- 289
- 290
- 291
- 292
- 293
- 294
- 295
- 296
- 297
- 298
- 299
- 300
- 301
- 302
- 303
- 304
- 305
- 306
- 307
- 308
- 309
- 310
- 311
- 312
- 313
- 314
- 315
- 316
- 317
- 318
- 319
- 320
- 321
- 322
- 323
- 324
- 325
- 326
- 327
- 328
- 329
- 330
- 331
- 332
- 333
- 334
- 335
- 336
- 337
- 338
- 339
- 340
- 341
- 342
- 343
- 344
- 345
- 346
- 347
- 348
- 349
- 350
- 351
- 352
- 353
- 354
- 355
- 356
- 357
- 358
- 359
- 360
- 361
- 362
- 363
- 364
- 365
- 366
- 367
- 368
- 369
- 370
- 371
- 372
- 373
- 374
- 375
- 376
- 377
- 378
- 379
- 380
- 381
- 382
- 383
- 384
- 385
- 386
- 387
- 388
- 389
- 390
- 391
- 392
- 393
- 394
- 395
- 396
- 397
- 398
- 399
- 400
- 401
- 402
- 403
- 404
- 405
- 406
- 407
- 408
- 409
- 410
- 411
- 412
- 413
- 414
- 415
- 416
- 417
- 418
- 419
- 420
- 421
- 422
- 423
- 424
- 425
- 426
- 427
- 428
- 429
- 430
- 431
- 432
- 433
- 434
- 435
- 436
- 437
- 438
- 439
- 440
- 441
- 442
- 443
- 444
- 445
- 446
- 447
- 448
- 449
- 450
- 451
- 452
- 453
- 454
- 455
- 456
- 457
- 458
- 459
- 460
- 461
- 462
- 463
- 464
- 465
- 466
- 467
- 468
- 469
- 470
- 471
- 472
- 473
- 474
- 475
- 476
- 477
- 478
- 479
- 480
- 481
- 482
- 483
- 484
- 485
- 486
- 487
- 488
- 489
- 490
- 491
- 492
- 493
- 494
- 495
- 496
- 497
- 498
- 499
- 500
- 501
- 502
- 503
- 504
- 505
- 506
- 507
- 508
- 509
- 510
- 511
- 512
- 513
- 514
- 515
- 516
- 517
- 518
- 519
- 520
- 521
- 522
- 523
- 524
- 525
- 526
- 527
- 528
- 529
- 530
- 531
- 532
- 533
- 534
- 535
- 536
- 537
- 538
- 539
- 540
- 541
- 542
- 543
- 544
- 545
- 546
- 547
- 548
- 549
- 550
- 551
- 552
- 553
- 554
- 555
- 556
- 557
- 558
- 559
- 560
- 561
- 562
- 563
- 564
- 565
- 566
- 567
- 568
- 569
- 570
- 571
- 572
- 573
- 574
- 575
- 576
- 577
- 578
- 579
- 580
- 581
- 582
- 583
- 584
- 585
- 586
- 587
- 588
- 589
- 590
- 591
- 592
- 593
- 594
- 595
- 596
- 597
- 598
- 599
- 600
- 601
- 602
- 603
- 604
- 605
- 606
- 607
- 608
- 609
- 610
- 611
- 612
- 613
- 614
- 615
- 616
- 617
- 618
- 619
- 620
- 621
- 622
- 623
- 624
- 625
- 626
- 627
- 628
- 629
- 630
- 631
- 632
- 633
- 634
- 635
- 636
- 637
- 638
- 639
- 640
- 641
- 642
- 643
- 644
- 645
- 646
- 647
- 648
- 649
- 650
- 651
- 652
- 653
- 654
- 655
- 656
- 657
- 658
- 659
- 660
- 661
- 662
- 663
- 664
- 665
- 666
- 667
- 668
- 669
- 670
- 671
- 672
- 673
- 674
- 675
- 676
- 677
- 678
- 679
- 680
- 681
- 682
- 683
- 684
- 685
- 686
- 687
- 688
- 689
- 690
- 691
- 692
- 693
- 694
- 695
- 696
- 697
- 698
- 699
- 700
- 701
- 702
- 703
- 704
- 705
- 706
- 707
- 708
- 709
- 710
- 711
- 712
- 713
- 714
- 715
- 716
- 717
- 718
- 719
- 720
- 721
- 722
- 723
- 724
- 725
- 726
- 727
- 728
- 729
- 730
- 731
- 732
- 733
- 734
- 735
- 736
- 737
- 738
- 739
- 740
- 741
- 742
- 743
- 744
- 745
- 746
- 747
- 748
- 749
- 750
- 751
- 752
- 753
- 754
- 755
- 756
- 757
- 758
- 759
- 760
- 761
- 762
- 763
- 764
- 765
- 766
- 767
- 768
- 769
- 770
- 771
- 772
- 773
- 774
- 775
- 776
- 777
- 778
- 779
- 780
- 781
- 782
- 783
- 784
- 785
- 786
- 787
- 788
- 789
- 790
- 791
- 792
- 793
- 794
- 795
- 796
- 797
- 798
- 799
- 800
- 801
- 802
- 803
- 804
- 805
- 806
- 807
- 808
- 1 - 50
- 51 - 100
- 101 - 150
- 151 - 200
- 201 - 250
- 251 - 300
- 301 - 350
- 351 - 400
- 401 - 450
- 451 - 500
- 501 - 550
- 551 - 600
- 601 - 650
- 651 - 700
- 701 - 750
- 751 - 800
- 801 - 808
Pages: