Important Announcement
PubHTML5 Scheduled Server Maintenance on (GMT) Sunday, June 26th, 2:00 am - 8:00 am.
PubHTML5 site will be inoperative during the times indicated!

Home Explore Sinekli Bakkal-Halide Edip ADIVAR

Sinekli Bakkal-Halide Edip ADIVAR

Published by eminyukseloglukaihl, 2019-10-16 23:59:28

Description: Sinekli Bakkal-Halide Edip ADIVAR

Search

Read the Text Version

ıstırap kümesi gibi sandallara, salapuryalaraindiler.Rıhtımda ayak sesleri kesildi. Kayıklarkurşunî suların üstünde yayıldı, açıldı...Selimiye önünde demirleyen Şevket-i Derya’yadoğru yol aldılar.Sandal, salapurya filosunun ortasında, enbüyük salapuryada Rabia, çocuğuna memeveren bir genç kadınla yan yana oturuyordu.Ayaz vardı. Vehbi Dede’nin harmanisi ikisini debirden sarmıştı. Rabia çocuğun, harmanininaltında “gluk, gluk” diye sütü yutuşunuduyuyordu. Karşısında sivri, beyaz sakallı,Tatar yüzlü zayıf bir ihtiyar korkulu bir rüyadanuyanmış gibi gözlerini açtı:— Torunum, torunumu sürüyorlar, kâfirler,ocaklarına incir dikilesiler, diye bağırmayabaşladı.Harmaninin altında meme emen çocukmemeyi bıraktı. “Viyak... Viyak... Viyak.”Arkadaki sandalyede bir erkek çocuk birkurt yavrusu gibi uluyordu:— Baba... Baba... Babamı isterim.

Gene herkes sustu. Beyaz sakallı ihtiyarınçenesi oynuyor, içine çöken dudaklarıkımıldıyor, kürekçiler kürek çekiyor... Sonugelmeyen bir gidiş...Nihayet Şevket-i Derya’ya sandallar vesalapuryalar birer birer yanaştı. Siyahesvaplılar, siyah çarşaflıları dingildeyen1259iskeleden vapura ite ite çıkardılar. Erkekçocuklar birer maymun gibi tırmandı, kızçocuklar sümüklerini ve içlerini çeke çeke,ağlaya ağlaya tırmandılar.Merdivenin başında yırtık paçalı, püskülsüzfesli, yalınayak bir tayfa duruyordu. On senedirŞevket-i Derya’ da Yemen’e, Trablus’a sürgün,asker götüren bir tayfa...Ağzını açtı ve sövdü. Uzun kafiyeli,mutantan1260 bir küfür silsilesi: Çoluk çocuk,kadın ihtiyar, sürü sürü çaresizleri, kimsesizleriseher vakti Şevket-i Derya’ya sürükleyenlere;kara çarşaflı matem kümesinin evlâdını,ayalini, babasını, kardeşini dünyanın dörtbucağına saman çöpü gibi dağıtanlara; ev bark

yıkmayı, ocak söndürmeyi iş edinip onunlapara kazananlara!Küfür sağanağı geçmiş yıllara döndü, zulümbezirgânlarının1261 ecdadına, ecdadınınecdadına, ta Âdem Baba’ ya ulaştı. Küfürsağanağı gelecek yıllara doğru esti. Zulümbezirgânlarının sülalesinden sülalesine,insanlara eziyet edecek olan ta en son zalimedayandı.Şüphesiz ki bu küfür kaidesi Padişah’a veonun etrafındaki büyüklere râciydi.1262 Fakatsiyah esvaplılar, “bir mesele çıkartmamak” içinemir almışlardı. İşitmemezliğe geldiler.Güvertede kargaşalık ve gürültü ayyukaçıkıyordu.Rabia biraz şaşkın, salapuryada arkadaşolduğu çocuklu tazenin kocasıyla buluşmasınıseyrediyordu. Fakir bir genç memurdu galiba...Üstü başı düşük, zayıf bir adam... Kayıktaçocuğu uyandıran Tatar yüzlü, beyaz sakallıadamın sakalı havada buruşuk elleri sayıklıyorgibi gene bağırıyor...

— Ocaklarına incir dikilesiler.Genç bir Tıbbiye talebesi, ihtiyarın elleriniaşağıya çekiyor, sağır kulağına:— Efendi Baba, bayrama bizi affederler,bayrama olmazsa cülûsa,1263 diyebağırıyordu.Meşhur küfrün sahibi tayfa, şimdi elindekırık bir toprak testi, halka su dağıtıyor,çocukların çenesini okşuyor, ihtiyar kadınlarlaşakalaşıyor. Fakat bu kıyametin ortasındaacaba Tevfik neredeydi?Nihayet Rabia’nın gözü onu da buldu.Kocasına güvertede yer yapmaya uğraşan,şişman bir kadının çocuğunu kucağındaoyalamaya çalışıyordu. Rabia’yı görünceçocukla koştu. Baba kız çocuğu aralarındaezerek, çığrışarak birbirlerini kucakladılar.Kadın koştu, çocuğunu kaptı.Tevfik’in sakalı çıkmış, yanakları çökmüş,gözlerinin etrafı mosmor olmuş. Baba kızkonuşmaya vakit bulmadan kaptanköprüsünden kaptanın sesi bir borazan gibiöttü:

— Çabuk olun... On dakika sonrakayıklara!Rabia, Tevfik’in göğsüne mendildentoparlak bir çıkın yerleştirdi. Bu, dükkânın sonbir aylık kazancıydı.Sonra, o da babasına, şişman kadınınkocasının yanında, güvertenin ortasında bir yeryapmaya başladı. Rakım’ın terleyereksürüklediği sepetleri yerleştirdi.— Dolma var, zeytin, peynir, söğüş var...Şam’a gidince bize yaz.— Vay ben Şam’a mı gidiyorum?Kimse henüz nereye sürüldüğünübilmiyordu. Herkesin zihninde klasikmenfa1264 yerleri, Yemen ve Fizanheyulaları1265 dolaşıyordu.O gece Vehbi Dede, Rabia’ya gelmiş,babasının Şam’a gideceğini haber vermiş,kızın zihnini de, elini de Tevfik’in çamaşırı veyemeği ile bütün gece meşgul etmişti. Vetanyeri ağarır ağarmaz onu Rakım’la arabayasokmuş, rıhtıma getirmişti.

Vapura bir çatana yanaştı. Kaptan sesi birdaha hücum borusu gibi öttü:— Haydi kayıklara...Siyah esvaplılar güverteye geldiler. Siyahçarşaf kümesini bir daha ittiler, kaktılar.Memedeki çocuk gene viyakladı. Küçükoğlan kurt yavrusu gibi uludu, ihtiyarbedduasını sayıkladı, kız çocuklar sümükleriniçeke çeke ağlaştılar. Güvertedeki insandalgası kabardı, çalkalandı. Gene o ıstırapkümesi el ele, omuz omuza, sırt sırtasalapuryalara, sandallara indiler.Güvertede erkekler canlı bir ehram1266gibi birbirinin üstüne yığıldı, açılansalapuryalardan rengârenk mendil salladılar...Sular uyanmıştı. Küreklerin altında,sandalların böğründe çırpıntılar, şıpıltılar vardı.Denizle güneş oynaşıyor, bir tarafa lâl1267ışıkta mor adalar, öbür tarafta yarım ayşeklinde İstanbul Limanı...Kayıklar İstanbul’a yollandı. Ses sedakesilmişti. Siyah çarşaflılar, gözleri yarım

kapalı, elleri gökte uzun uzun bir şeylerokudular, sonra başlarını çevirip Şevket-iDerya’nın olduğu yere doğru üflediler.Rakım, Dede’ye sordu:— O da Şam’a sürülüyor, Tevfik’earkadaş...Rabia:— Ben de Dürnev Hanım’a hizmetçiolurum, dedi. Vehbi Dede gözlerini denizeçevirdi. Beyaz köpüklü, altın ışıklı, mavisularda, birbirinin sırtından atlayarak,yuvarlanarak, oynayarak bir alay yunus balığıgeçti.Rakım:— Tevfik benden Karagöz takımlarını istedi.Vapurda sanki “hayal” mi oynatacaktı, dedi.Vehbi Dede dalgın dalgın cevap verdi:— Hayal de insan gibi diyar diyar gezer,hey oğul!(Birinci kısmın sonu)

1258. Ticaret gemisi.1259. Sallanarak ses çıkaran.1260. Düzenli.1261. Tüccarlarının.1262. Yönelikti.1263. Tahta oturma yıldönümüne.1264. Sürgün.1265. Korkunç hayalleri.1266. Mısır firavunlarının piramit biçimindekimezarlarına verilen ad.1267. Kırmızı renkli.

İKİNCİ KISIM

1Bir sürü kocakarı, sabahtan akşama kadarkızın yakasını bırakmıyorlar. Güyaavutacaklar, babasını unutturacaklar! Nerede?Tevfik’in ağucuk dediği günlerden başlıyorlar.Biri kesince öteki aldırıyor, ta adamın sürgünegittiği güne kadar... Can olsun da dayansın;Rabia bir canlı cenazeye döndü.Tevfik’in, vaktiyle Rakım tezgâha yetişsindiye, eliyle yaptığı yüksek iskemleye oturmuş,başını bir taraftan bir tarafa sallayarakanlatıyordu. Kapıdan giren ışık kafasınavurmuştu. Dükkânın loşlukları içinde o kafafotoğrafla büyütülmüş gibi görünüyordu. Bütünburuşuklukları, hattâ göz kuyruklarında en inceçizgiler bile seçiliyordu. Peregrini’nin gözleri bugeniş ve mustarip1268 yüzdeki gözbebeklerinin hummalı ışıltılarına daldı.Son cümle cücenin kuru boğazına takıldı,kaldı. Elleri ceplerini ve tezgâhın üstünü aradı.Parmakları titriyor, gözlerinin ışıltısı artıyordu.

Peregrini cebinden sigara tabakasını çıkardı,uzattı.— İki gündür sigarayı bıraktım, güya...Parmakları tabakadan bir sigara kaptı,titreyerek dudaklarına götürdü ve misafirinçaktığı kibritle yaktıktan ve iki nefes çektiktensonra gene devam etti:— Bundan böyle artık idare lâzım.Mirasyedilik sökmez. Tevfik’i Şam’da bizbesleyeceğiz.— Rabia Hanım para sıkıntısı çekecek mi?— Dükkân işliyor. Belki çekmez. BizimTevfik’in veresiye illeti, alacaklılardan paraistemeye yüzü tutmaması, işimizi bozuyordu.Şimdi artık bakkalbaşı ben oldum...— Rabia Hanım, Selim Paşalara gidiyormu?— Gitmiyor. Aleyhlerinde de söyletmiyor.Dün Paşa kâhyasını yolladı. Aylık bağlamakistedi. Bizim kız kabul etmedi...Sustu. Fakat yeni bir düşünce ile yüzününbirbirine sıkışan buruşuklukları açıldı. Her biriayrı ayrı gülüyor gibiydi:

— Sabit Beyağabey de geldi. Hep dükkânauğrar, ödünç para teklif eder. Herifin kömürdeposu epeyce işlektir. Yazları da karpuzsergisinde kazanır. Neyse, iyi komşu.Peregrini’nin kalın kaşları birbirine hücumahazırlanan iki hamam böceği gibi çatıldı. Fakatsesi sakindi, azıcık müstehzî:— Rabia Hanım’da gözü olacak.— Hah, hah, hah. Amma da yaptın. OnunRabia’dan ödü patlar. Kız istese, o, almayakorkar. Olsa olsa bizim Penbe Teyze’yeyanmış olacak. Tevfik gideli Penbe bizimleoturuyor. Fenâ da olmadı. Hem işe yarıyor.Hem de Rabia’ya bir can yoldaşı. Tuhaftır daha!Rakım’ın misafiri hâlâ başka şeydüşünüyordu.— Rabia Hanım iyi bir kocaya varırsa...— Galip Bey gibi paralı ve adamakıllı birkısmeti tepti. Hoş kimsenin de talip çıktığı yokya. Yaş on sekizi buldu. Onun derdi günüTevfik’e sürgünde sıkıntı çektirmemek.Peregrini’nin keskin gözleri, dükkânın loş

köşelerini tetkik etti:1269— Bu dükkân hepinizi besler mi?— Besler.... Hele Rabia sık iş bulursa haydihaydi besler. Fakat bu günlerde kızın boğazıağrıyor. İki Mevlid oldu, ilahi okumayaçağırdılar, gidemedi. Ne ilahi ne de şarkısöyleyecek hali var. Dut yaprağı yemiş bülbülgibi...İki mum alevi arasında, beyaz örtüsününçerçevesi içinde uzun, ince bir kız çocuğuyüzü. Bal rengi gözlerinin içinde yeşil ışıltılar.Büyücek penbe dudaklardan, gizli bir sıtmanöbeti gibi atan bir ses... Dünyaya insanlarıhâkim kıldığı için Allah’a sitem eden meleklerinağzından söylüyor... Gene o ses, gene o ses...Kozadan kelebeğe doğru büyüyen birmahlûkun aldığı değişik şekiller gibi, o ses degünden güne, seneden seneye değişmiş,derinleşmiş, insan yüreğini alt üst eden birgüzellik, bir mânâ almıştı. Peregrini’ninhafızası, geçen yıllarda bu sesin aldığı şekilleriişitti. Rabia, onun için sadece bir sesti, belki.

Arada sırada hilkatin,1270 insanların kulağı,gönlü hoş olsun diye hediye ettiği bir ses. Onasıl kısılır? O melodi şelalesi nasıl kurur?— Doktor çağırmalı, boğazını derhalgöstermeli...Peregrini’nin bu nevi coşkunluklarına pekalışık olan Rakım, artık dinlemiyordu. Rakımiçin Rabia, bir sesten çok başka bir şeydi. Kızonu dünyaya zincirleyen biricik insanî kıymetti.Hattâ Tevfik’den ziyade kızı o, bir köpeğinsahibini sevdiği gibi seviyordu. Onunhafızasında resmi geçit yapan Rabialar hiç debirer aksi sadâ1271 değildiler. Onlar o kadarcanlı birer realite idiler ki...Elinde sepet dükkâna ilk geldiği günden berikaç yıl geçmişti. O ne harikulade gündü ve neharikulade günler geçti. Ta, ta Tevfik’izaptiyede görmeye gittikleri o feci güne kadarRabia’ya taalluk eden1272 hadiseler dimağındabirbirini kovalıyordu. Paşa’nın dizlerinden kızıkoparmak için çekerken onun zayıf omuzlarınasıl hıçkırıklarla sarsılıyordu. Şimdi hâlâ

parmaklarının ucunda, o sarsıntıyıhissediyordu. Bütün dünyanın gökleri bir arayagelse Rabia’yı onun çarpık çarpuk, cücevücudundaki gönül kadar sevemez. Kendikendine konuşur gibi diyordu ki:— Ah bir kere ağlasa! Yaşları hep içineakıyor. Yüzünün birbirine o kadar yakın duranburuşukları açıldı. Fakat bu defa gülmek içindeğil. Bir şeye şaşmış gibi, açık ve ayrıkyuvarlak gözlerinden yaşlar dökülmeyebaşladı. Kocaman kafası Peregrini’ye ağlayanbir cüce, eski bir resim gibi geldi. Sesiçıkmıyor, kımıldamıyor... Yaşlar dökülüyor,fakat yüzü, içindeki ıstırapla gaşyolmuş gibi...Peregrini müteessir oldu.1273 Mutlak birşey yapmak, Rakım’ı da, Rabia’yı da tesellietmek istiyordu.— Vehbi Dede’yi bir göreyim desöyleyeyim. Sık gelsin, Rabia Hanım’a sözügeçer. Kederini unutturabilir.— Vehbi Dede? Rakım’ın yüzü,gözyaşlarının arkasından sırıtıyor gibiydi.— Vehbi Dede evliya gibi ama, insana

huzuru,1274 Mevlid dinlemiş gibi hüzünveriyor. Rabia’ya bu günlerde böyle ağır şeylerlâzım değil. Kız avunmalı, unutmalı, gülmeli...Gözleri Peregrini’yi aradı:— Akşamları arada sen bize gelemezmisin? Rabia seni görünce hep neşelenirdi.Peregrini’ye bu sözler, önünde beklediği biryüce hisarın kapılarını açıyor hissini verdi.İçinde zafer vardı. Demek o, Vehbi Dede’denziyade bu harikulade çocuğun zihninioyalayabilecekti. Bir daha gelirken Rakım’amutlaka koca bir kutu kalıp sigarası getirecekti.Dünya kuruldu kurulalı bu kadar hikmet1275söyleyen bir cüceye sanat kitaplarında biletesadüf edilemezdi.— Yarın akşam gelirim, bu civarda dersimvar.Fakat ertesi akşam dersinden sonra SinekliBakkal’a uğramadı. Yemeğini yedikten sonragece Vehbi Dede’ye oturmaya gitti.Şahinağa Sokağı’nda, GalataMevlevîhanesi1276 civarında, küçük bir

sokakta, büyük bir bahçe içinde ahşap bir ev.Sokağın iki tarafı bahçe içinde küçük küçükevlerin bahçe duvarlarıyla kaplı. Kaldırımlarbozuk, fakat tepede bir ay var. Onun içinPeregrini zahmet çekmeden yolunu buluyor,kafası kendi düşünceleriyle meşgulolabiliyordu. Düşüncesinin bir tarafı, ona,kendini zavallı bir kıza yardım etmek isteyenyaşlı bir dost gibi gösteriyor. Öbür tarafı, onsekiz yaşında bir kızın derdiyle bu kadardertlenmeyi şüpheli görüyor.Vehbi Efendi’yi kırmızı bir bakır mangalınönünde buldu. Beyaz pöstekisinin1277 üstünebağdaş kurmuş, oturuyordu. Yanındakirahlenin üstünde yeşil kaplı, sarı yapraklıMesnevî’si açılmış. İki büyük mum yanıyor.Fakat o okumuyordu. Harmanisi omuzlarınaatılmış, ağzında bir sigara, gözleri ateşedalmıştı. Peregrini onu süzülmüş buldu. Gözleriher zamanki dost tebessümüyle piyanistikarşıladı, karşısında yer gösterdi.Bir zaman konuşmadılar. Altı seneyi geçendostlukları, onları bir araya gelince mutlak

lâkırdı söylemek mecburiyetinihissettirmeyecek kadar birbirine alıştırmıştı.Peregrini bir zaman Dede’nin uzun takkesiyle,harmanisinin beyaz duvardaki gölgesiniseyretti. Dede, arada gözlerini misafirinekaldırdı, bir şey söyleyecekmiş gibi dudaklarıkımıldadı, fakat bir şey söylemedi. Peregrini’ningelişine memnun olmuştu. Metafizik1278münakaşalar1279 açacak, dervişin fikrinimeşgul edecek ve belki onunla münakaşaederken dervişin fikri o aralık saptığıçıkmazdan kurtulacak bir yol bulacaktı. ÇünküVehbi Dede, Tevfik’i teşyi ettiği1280 gündenberi bir buhran geçiriyordu. On beş senelik birriyazet1281 ve fikir mücadelesinden sonrakurabildiği hayat felsefesi zaman zaman böylesarsılırdı.Kâinat Halik1282 ressamın mütemadiyençizip bozduğu, kendisiyle beraber her anbaştan yarattığı hayaller ve gölgeler geçidi!Buna inandıktan sonra herhangi hayat

fırtınasını sükûnetle seyretmesi lâzım gelirdi.Halbuki bazân bu gölgelerin öyle ezelî1283ıstırapları var ki... Bu insan yığınının öylehakiki faciaları vardır ki... Vapurdaki manzaraonun derûnî muvazenesini1284 sarsmıştı. Yenibaştan düşünmek, eski sükûnunu, sualsormayan imanını bulmak lâzımdı.Piyanist, doğrudan doğruya gündelik veinsanî bir mesele konuşmaya gelmişti.— Dün Rakım’ı gördüm, diye başladı vecücenin Rabia için söylediklerini biraz dahamübalağa ile anlattı. Gözleri mangalın ateşinde,kulakları Dede’nin cevabını bekledi. FakatDede bir şey söylemedi.— Bunları anlatıyorum, çünkü hatırımdakaldığına göre insanlar, bilhassa kadınlar,kederli oldukları zaman ruhanîlerin1285tesellisine muhtaçtırlar. Mesela annem...Kiliselerin kuytu köşelerinden ayrılmazdı...Galiba her hafta da günah çıkartırdı.Ses, müstehzî olmak istedi, olamadı.Kafasında yanan ateşteki hayal içini sızlattı.

Kederli kadınlar kafilesi... Başında anası,sonunda Rabia... Ortadakiler silik vemüphem1286 birer tayf...1287 Yalnız anası veRabia yaşıyor. Sabırsız, âdetâ hırçın:— Niçin cevap vermiyorsun, dostum, dedi.— Düşünüyordum. Sen bir Hıristiyan veAvrupalı kafasıyla düşünüyorsun. Bizderuhanîler diye bir sınıf pek yoktur. Allah’laferd1288 arasında vasıta1289 lâzım değildir...Her ferd ancak kendi arzusuyla Allah’a dahilolur,1290 teselli ve sükûn bulabilir.— Bu işin nazariye1291 tarafı... Fakat sizde bizim kadar ruhanîler nüfuzu1292 yok mu,sanki... Tekkelere bir bak. Bana geliyor kidinlerin, bilhassa Katolik dininin en çok çocukve saçma görünen tarafı insanların en çokbağlandıkları taraf. Mesela günah çıkartmak.Kendi hesabıma günah varsa onu papazın da,Papa’nın da çıkaramayacağından eminim.Fakat içimi rahatsız eden bir şeyi birisinemutlak kendimden kuvvetli birisine söylemek

isterim. Mesela sana... Belki biraz anneminruhunun rehberi olan bizim aile papazına birazbenzemenden... Her ne ise, şu dakikada sanasöylemek istediğim bir şey var...Vehbi Dede’nin açık kaşlarının ortasında birçizgi belirdi, dudakları kısıldı. Peregrini onunelini uzatıp itiraf edeceği şeyi söyletmemek içinağzını kapayacağını zannetti.Kısmen içini dökmek ihtiyacından, kısmende Vehbi Dede’ye yapacağı tesiri anlamakmerakından acele acele lâkırdısında devametti:— Mesela, Rabia Hanım için arada içimegelen garip his... Âdetâ âşık oldum gibi gülünçbir fikre kapılıyorum. Sonra bunun fikir halindebile bir günah olacağını zannediyorum. Bunusana kaç defa söylemek istedim...Sustu. Dede’nin yüzüne baktı. Kaşlarınınarasındaki çizgi geçmiş, dudakları eskisükûnunu bulmuştu. Gözlerinde çok hafif biristihza da vardı.— Günah diye düşündüğün hata... Sevmekhiçbir zaman günah değildir. Sebebi

vücudumuz1293 bu... Biliyorum, bir şeylersöylemek istiyorsun. Evet, sevmenin demarazî1294 tarafı olabilir. Fakat o da gelir,geçer... Ona galebe1295 kendi elinde. İnsancambaz olmak için vücuduna akla gelmeyecekmarifetler yaptırıyor. Ruhuna da riyazetle,1296irade ile tahakküm edebilir.1297 Emin ol bir günbu perhiz, bu riyazetten dolayı insanmükâfatını1298 da görür. Gönlünün eskialevlerine, karlı dağdan volkan seyreden serinbir gönülle bakar.— Sen hiç sevdin mi?— Sevmesem insan olmam. Her zamanseverim, hem de ne kadar çok...— Bu iptidaî1299 bir şey... Kimse kimseninolamaz. Eşya bile bizim değil. Yani senindediğin mülkiyet1300 insan için de, eşya içinde olmamalı. Sevdiğimiz her şey esasen1301bizimdir. Kalbimizin içindedir. Ona o kadarsahibiz ki, dünyanın orduları kalbimizden onu

koparıp atamaz...Peregrini içinden “İnsanların geçtiği ihtirasmerhalelerini böyle bir zihniyete nasılanlatmalı...” dedi ve sustu.— Sen evlenmelisin, Peregrini. Bekârlıkherkes için iyi bir şey değil. Hem sen aile içindeyaşamak için yaratılmış insanlardansın.— Hayatıma bir daha kadın sokmakistemem.— Niçin?Peregrini’nin kafasında yine eski tayflarharekete geldi. Evvelâ on altı yaşında iken,kadının ve cinsiyetinin kudretine kendini kapıpsalıverdiği günlerdeki kadınlar... Bunlarannesinin genç hizmetçileri. Sonra yeni yetişenerkek çocuklara düşkün, işsiz, güçsüz zenginisterik kadınlar... Bunlar hep Madrid günlerinde;hayat sofrasına bir köylü iştahıyla oturduğu,patlayıncaya kadar kendini zevke bıraktığıgünler... Yirmi dört yaşında aşk ve cinsiyetziyafetlerinden ne derin bir istikrahla kalkmıştı.Bu günleri düşünürken Vehbi Efendi’ningözlerinin yüzünü nasıl tecessüsle tetkik

ettiğini görmedi, yalnız onun mülayim sesindeşahsî bir alâka ile sorduğu suali duydu.— Altı senedir tanışıyoruz. Kimsin, nesinbilmiyorum. Bir anladığım şey hayatınıkazanmak için çalışmaya mecbur olan sınıftanolmadığın.— Çok ferasetlisin,1302 yani beni işsizgüçsüz, şımarık bir asilzade sınıfındanaddediyorsun!— Sınıfınızın alâmetleri her memlekettebir... İstediğiniz şeyi, bahasına bakmadan eldeetmek isteyen bir sınıf. En çok merak ettiğimşey de bu mizacınla niçin ve neden manastırakapandığındır.Müstehzî bir sesle başladı. Dede’ninyüzündeki ciddi alaka ile eridi ve bir çocuksadeliği ile geçmiş hayatını anlattı.Bir İspanyol grandisinin1303 oğluydu.Madrid’de doğmuş ve büyümüştü. Babasınıbilmiyordu. Anası onu büyütmüştü. Baştannihayete kadar zıd ihtirasların1304 elindeşekilden şekile giren bir adamdı.

— Herkesin güya iki şahsiyeti olurmuş,benimki üçtür.— Herkesin iki, üç değil yüzlerce şahsiyetivardır, Peregrini.— Ben üçünü bilirim. Birincisidimağım.1305 (Eliyle kafasına vurdu.) Oradaoturur. Hayat sofrasına benimle hiç oturmaz.Fakat dâima baş ucumda duran, beniseyreden, tenkid eden1306 bir müşahittir.1307O, beni Darülfünun1308 salonlarında,kütüphanelerde, her nevi bilgi kaynağı etrafındasürükledi. O, maddî zaaflarımla eğlendi, herşeyden şüphe etti, bir şeye inanmadı. Kiliselisanıyla,1309 içimdeki ezelî şeytan! İkincisiruhum. Yeri vücudumun neresinde bilmiyorum.O dimağının soğuk tahakkümüne1310 boyuneğmez. Beni sanatkâr yapan, mûsikîyebağlayan, güzelliği sevdiren, dinsiz olduğumvakit bile beni gene bir şeye taptıran kudretodur.— Üçüncüsü kalbim. (Eliyle sol tarafına

vurdu.) Onun yerini pekâlâ biliyorum. O, nedimağı ne de ruhu tanır. Sevgi ölçülerinin neçirkinlik ne de güzellikle alakası vardır. İyilikfenâlık ölçülerinin adaletle, mantıkla hiçbirmünasebeti1311 yoktur. Sebepsiz sever,sebepsiz nefret eder, sebepsiz iyilik, sebepsizfenâlık eder. Tamamen kendi başına buyruk birkudret. Onun bir tek hâkimi1312 oldu: Annem(Vehbi Efendi’nin yüzüne baktı gülümsedi).Görülecek bir kadındı. İpince, upuzun. Kafasıeski bir madalyon gibi. Her hareketi kendinemahsus... Dâimâ başında siyah bir İspanyoldanteli örtülü hatırlarım. Hep loş yerlerdedolaşır, dua eder. Dünyası onun kilisesininiçindeydi. Onu, onu unutmak için kalbimikökünden söküp atmak lâzım gelse, hiçtereddüt etmem.— Niçin?— Çünkü beni sevgisiyle, diniyle mahvetti.Dinin haricinde hiçbir ihtirasa boyun eğmez,eğenleri anlayamazdı. Mesela mûsikî tahsiliiçin Milano’ya gitmek istedim. Birçok itirazdan

sonra kabul etti. Kendi de Madrid’dekikonağımızı bıraktı, benimle beraber geldi.Milano’da yerleşti. Orada Madrid’den dahakoyu bir kilise muhiti yaptı. Papa İtalyan’dır,diye İtalyan tabiyetine1313 geçti. Sen, dostumhiçbir zaman dindar bir Katolik kadınınınzihniyetini anlayamazsın. Sizin kadınlar dahaçok muvazeneli, daha çok dünya ilealâkadardırlar. Katolik Kilisesi benim anamınbütün varlığını emdi, içine aldı. Işıklı siyahgözlerine, çenesindeki iradeye, başının latifçizgilerindeki mânâya bakınca insan onda çokkuvvetli bir şahsiyet sezerdi. Fakat onun için,şahsiyet ve irade birer şeytan tuzağıydı.Kıymet verdiği şeyler hiç normal şeyler değildi.Dünyada mevki, kudret, ün ve şöhret bunlarbirer hiç. Biricik oğlu için istediği itibar ve kudrethep bu dünyanın haricinde... Gözümü açtığımgünden itibaren böyle bir iradenin, muhabbetinkurduğu ağ içinde yaşadım. Belki doğduğumgün beni manastıra kapamayı düşünmüştü.Fakat ben dünyayı bırakıp rahip olduğumzaman sırf annemin tesiriyle oldum da

diyemem. Yirmi dört yaşında dünyadatadılacak haz kalmadığına emindim. Vücudunuher şeyden mahrum etmek, perhizkâr1314 birhayat yaşamak, yalnız ruhu için yaşamak...İşte bunun için dünya kapısını kapadım,manastıra çekildim.Kaşları gene birbirine hücuma hazırlanan ikikıllı böcek gibi çatılmıştı. Manastır günlerinitekrar yaşıyordu. Katı ve soğuk taşlar üstündesaatlerce dizüstü ettiği dualar, çan sesleri,günlük kokuları, org sesleri, kara taşları titretenderin ve uzun sesler! Sonra murakabeler,1315ateşli mizacının en küçük hamlesini kırmak içinbitip tükenmeyen riyazat!1316— Dimağının tahakkümünden,1317vücudunun suiistimalinden1318 sonra ruhununsefahati1319 ha!— Doğru. Fakat ruhanî sefahatten1320 deusandım. Manastırın kapısını kapadım,dünyaya döndüm. Annem tabiî1321 bir kadın

olsaydı, ben de normal bir hayata dönerdim.İçimde yetişen bu üç zıd kudretin arasında birimtizaç, bir ahenk hâsıl olurdu. Olamadı. Beniaffetmedi... Şimdi o bir manastırda kapalı... Neise, bu memlekete geleli on beş sene oluyor.Emin ol, ilk defa ömrümde kendimi hürhissediyorum. Ne bir vazifem ne de bir bağımvar. İstediğimi düşünüyor, dilediğim gibiyaşıyorum. Hayatımı da kazanıyorum, yaniçalışıyorum. Bambaşka bir insan oldum. Yenibir isim aldım. Şimdi memleketin tabiyetine degeçtim. İstersem kalbimle, istersem dimağımla,istersem ruhumla yaşarım... Beni bunlardan birtekine bağlayacak bir kuvvet de yok. Yaşasınbizim yeni hürriyet.Sesi biraz acıydı. Yeni hürriyeti de belki onuetrafından ayıran yeni bir tel örgüsünden başkabir şey değildi.— Ecdadının İspanyol olduğunusöylüyorsun. Belki Müslümanları İspanya’dankovdukları zaman Hıristiyan olmuş eski birMüslüman ailesindensin. Belki de bir gün aslınadönecek, Müslüman olacaksın!

— Haklı olabilirsin. Bende HıristiyanKilisesi’ne karşı ırsî1322 bir kin olabilir. Fakatbundan sonra hiçbirinin çerçevesine girecekdeğilim.Ay batmış, sokaklar karanlıktı. Elleriyleduvarlara tutunarak yürürken içinde hemendüşmek üzere olduğu bir uçurumdan kurtulmuşolanların sevinci vardı. Kaç zamandır zihninihummalı bir rüya karışıklığı ile işgal edenmeseleyi bu akşam sarahatle1323 görmüştü.Kalbinde hâkim olmaya namzet1324 yeni birkadın vardı. Anası nasıl hâkim olduysa, belkiondan daha ziyade. Anası onu manastırın darduvarları arasına kapamıştı. Bu el kadar kız,daha dün, başı piyanoya yetişmeyen çocuk,onu bugün Sinekli Bakkal’da ikametememur1325 bir sürgün, hürriyeti hudutsuzhayatından kopararak binbir şartlarla bağlızavallı bir burjuva yapmak istiyordu.Ayağı sürçtü sendeledi, eliyle duvaratutunmak istedi, tutundu, fakat avucusıyrılmıştı. Başka bir günde, başka bir sokakta

yerde yatarken gözlerinin, saçaklarınarasındaki altın, mavi ışık yolunun ışıltısı ilenasıl kamaştığını hatırladı. Yaz günüydü.Kırmızı, yeşil kanatlı siyah sinekler...Yüzlercesi ışık yolunda dalgalanıyordu.Vızıltılarını hâlâ kulakları işitiyordu. Eliylekalbine vurdu:— Senin gösterdiğin yola gitmeyeceğim,mantıksız, tabiatsız, kör kudret, dedi.1268. Üzgün.1269. İnceledi.1270. Yaradılışın.1271. Yankı.1272. İlgilendiren.1273. Üzüldü.1274. Yanında bulunmak.1275. Yerinde söz.1276. Galata’da bugünkü Beyoğlu, Tünel’de1491’de kurulan İstanbul’un en eski Mevlevîtekkesi. Günümüzde Divan Edebiyatı

Müzesi’dir.1277. Koyun veya keçi postunun.1278. Doğaötesi.1279. Tartışmalar.1280. Uğurladığı.1281. Nefsin isteklerini kırma.1282. Yaratıcı.1283. Sonsuz.1284. İçsel dengesini.1285. Din adamlarının.1286. Belirsiz.1287. Hayal.1288. Kul.1289. Aracı.1290. Ulaşır.1291. Teori.1292. Etkisi.1293. Varlığımızın sebebi.1294. Hastalıklı.1295. Üstün gelmek.1296. Perhizle.1297. Hükmedebilir.

1298. Ödülünü.1299. İlkel.1300. İyelik.1301. Aslında.1302. Anlayışlısın.1303. (İsp.) Grande. Nüfuzlu veya soylukimse.1304. Tutkuların.1305. Beynim.1306. Eleştiren.1307. Gözlemcidir.1308. Üniversite.1309. Diliyle.1310. Baskısına.1311. İlişkisi.1312. Sözünü geçireni.1313. Uyruğuna.1314. Perhize uyan.1315. Tanrı’ya bağlanarak çile doldurma.1316. Nefsin isteklerini kırma.1317. Baskısından.1318. Kötüye kullanımından.

1319. Eğlencesi.1320. Uçarılıktan.1321. Doğal, normal.1322. Kalıtımsal.1323. Açıkça.1324. Aday.1325. Yerleşme zorunluluğunda.

2On beş gün sonra, Peregrini’nin ellerinde üçkutu. Biri Rakım’ın sigarası, ötekiler Penbe veRabia’ya şeker. On beş gün Sinekli Bakkal’ınsemtine uğramamıştı. Şimdi güya bir dostlukvazifesi diye gidiyordu, yahut dimağına kendinimazur göstermek1326 için öyle söylüyordu.Neden bu kafasındaki her şeyden şüphe edenkudrete bu kadar mahkûmdu? Neden birdostunun kızını ıstırap günlerinde aramasın?Artık etten, kemikten bir makine değil ya, o dainsan.Dükkânın peykeleri1327 inmiş, kapısıaralıktı. İtti.Dükkân karanlık. Mutfağa giden küçüksofada ışık var. Mutfaktan Rakım’ın sesigeliyordu. Kapıyı vurdu.— Nerede idin ayol? Hani akşamları gelirimdedindi, on beş gündür semtimize uğramadın.Bu ne vefasızlık!

Penbe, elinde sigarasıyla mutfak kapısınıaçmıştı, Rakım kahvesini mangalın yanındabırakmış, fırlamıştı. Tavanda asılı kocamanfenerin içindeki petrol lâmbasının sarı ışığıiçinde orada bir aile manzarası gördü. Ocağınüstündeki rafta bakırlar parıl parıl yanıyor.Mangalın etrafında üç hasır iskemle. İkisi boş,çünkü Penbe ile Rakım hâlâ ayakta.Üçüncüsünden Rabia yavaş yavaş kalktı.Arkasında parmak dikişli uzun bir hırka,çenesini beyaz bir tülbentle bağlamış. Beyazçerçeve içinde yüzü daha süzük ve uzun,gözlerinin altı mosmor, içlerindeki ışık sönmüşgibi. Herhalde o, Peregrini’nin, babasısürüldükten sonra kendisini aramamasındanmüteessir1328 görünmüyor.— Hasta mısınız?— Bademciklerim sık sık şişiyor.Oturdu, şeker kutusunu dizine koydu. O,kutunun kurdelesini dalgın dalgın çözerkenPenbe, fondanları ağzına atıyor, ağzınışapırdatıyordu. Rabia, kutunun kapağındakimaymun resmine bakarken ağzının bir tarafını

aşağı doğru çeken çarpık bir tebessüm etti. Balrengi gözlerinin iştirak etmediği1329 birtebessüm.Rakım, dükkândan ona da bir hasır iskemlegetirdi.Penbe:— Rabia’nın boğazına, zeytin dövdüm,ısıttım, koydum. Yatarken ıhlamur içireceğim,bir de terleteceğim, diyordu.Peregrini iskemlesini Rabia’ya yaklaştırdı:— Bana ateşiniz var gibi geliyor, RabiaHanım.Kız cevap vermedi. Cansız yüzünde birşey bekleyen ve bir şey dinleyen bir mânâhâsıl oluyordu.— Buuuvv... Buuuvv... Buuuvv!Hırçın bir poyraz fırtınası, bahçede dallarıbirbirine çarpıp hışıldatıyor, kapının önündekiçakılları karıştırıyor ve bu anî rüzgârınarasındaki kapı tırmalanıyor. Rabia kalktı,kapıya gitti. Kedisini içeri alırken, Peregrini’ningözleri, aralanan kapının ötesinde karanlığıkorkunç siyah bir dalga gibi gördü.

— Allah denizdekilere imdat etsin!1330Penbe’nin çiçek bozuğu yüzü dua eder gibi,küçük siyah gözlerin arkasında yaşlar var.Hay aksi karı, Rabia’ya Tevfik’in deniz geçtiğinihatırlatmakta mânâ var mı? Kız, kollarınınarasında kedi tutmuş gibi duruyor.— Tevfik Beyrut’a varalı çok oldu.Bu cüceden. Rabia iskemlesine döndü.Peregrini eski bir Beyrut seyahatini anlatmayabaşladı. Nasıl çarşaf gibi bir deniz üstündegitmiş, nasıl Beyrut’tan Şam’a seyahat etmiş.Havası portakal, limon çiçeği kokan, önündekimavi denize ayaklarını batırıp oturan, yumuşakyeşil yamaçlı Lübnan...Rabia hafifçe içini çekti. Dudağının birtarafını aşağı çeken çarpık tebessüm hâlâyerinde, fakat yüzünün gergin ifadesi değişiyor.— Bu hafta Dede’yi gördünüz mü?— Bu sabah uğradı. Bir iki güne kadarTevfik’den mektup gelir, diyor. Ahbaplarındanbir derviş geliyormuş, elden mektup alırsak,doğru havadis alırız.Mutlak Rabia’nın zihnini Tevfik’den ayırmalı!

— Mûsikî derslerinize devam edecekmisiniz?— Zaten muntazaman ders almıyorum.Fakat şimdi biraz daha çalışmalı, diyor. Mûsikîdersi vermemi teklif etti. Dükkânda artıkçalışmamı pek muvafık görmüyor.Peregrini içinden:— Hani kızı kendi haline bırakmalı, diyordu.Demek o da çocuğun zihnini meşgul etmek içinbir şeyler düşünüyor. Fenâ değil, yeni simalargörecek, dedi. Fakat bir taraftan da kızın boğukve yırtık çıkan sesini düşünerek müteessiroluyordu. Her kelime ağzından çıkarkenyüzünü buruşturuyor, boğazına bir şeysaplanmış gibi elleri boynuna gidiyor veyutkunuyor.— Ramazan’da mukabele okumayacakmısınız?— Sesim çatlak zurna gibi kalmazsa.— Bir iki güne kadar bir şeyiniz kalmaz.Gene içinden:— Sesi böyle kalacaksa, ölsün daha iyi,diyordu. Fakat Rabia’nın ölümü fikri burnunun

direğini sızlattı. Gözlerine hücum eden yaşlarızor zapt ediyordu.Dostluğun bu kadarı da fazla... O, sırf kızıbiraz avutmak için gelmemiş miydi? Bununlaberaber, söyleyecek bir tek lâkırdı dabulamıyordu.Kâfi1331 derecede de uzun oturmuştu.Fakat mutfağın bu ılık havasında uyuşmuşgibiydi. İçinde, uzun müddet yolunu kaybedipde sonra bulan bir çocuğun sükûnu vardı.Dizlerindeki kedinin sırtını okşayan uzunparmakları tutmak orada öylece sessiz sessizoturmak ne iyi olacaktı. Çocukluğundan beri,anasının dizinin dibinde oturduğu günlerdenberi içinde bu kadar emniyet ve selâmet1332hissetmemişti. Artık kendini tahliletmiyordu.1333 Mutfağın havası, Rabia’nınyakınlığı, içindeki aman vermeden çarpışan zıdkuvvetleri barıştırmış gibiydi.Nihayet kalktı. Kızın elini aldı, nabzınıyokladı. Bir baba şefkati ile elini okşadı. İçindentaşan rikkat Rabia’ya da biraz sirayet etmişti.

Süzük, solgun yanakları penbeleşiyor, gözleriuyanıyordu.— Rabia Hanım’ın ateşi var. Hemen yatırınve yarın sabah da mutlak doktor çağırın PenbeHanım.Penbe, piyanistin arkasından dilini çıkardı:— Deli gâvur. Boğaz olunca insan doktorçağırır mıymış?Rakım azarladı:— Ama iyi gâvur. İnşaallah hakdininde1334 can versin.— İnşaallah.Rabia’nın sesine, bir aydır hissetmediklerieski sıcaklığı geri gelmiş gibiydi.1326. Bağışlatmak.1327. Duvara bitişik alçak, tahta sedir.1328. Üzülmüş.1329. Katılmadığı.1330. Yardım etsin.

1331. Yeteri kadar.1332. Esenlik.1333. Çözülemiyordu.1334. İslam dininde.

3Artık Rabia’nın hayatı yeni bir intizama1335giriyordu. Günler hep birbirine benziyor. O,saatlerini mutfağın üstündeki odada mûsikîsinehasrediyordu.1336 Boğazında bir şeykalmamıştı. Penbe, yemek pişirirken onunekseri hicazkârdan tutturduğu şarkılarıişitiyordu. Hep neşeli ve canlı şarkılardı,Çingene başını sallıyordu. Gençlik bu! Tevfikgideli daha henüz iki ay olmamış, Rabia neşelineşeli şarkılar söylüyor.Rabia’ya gelince, o, hayatında açılan yeniyolda eski azmiyle,1337 eski muvaffakiyetiyleyürümeye karar vermişti. Vehbi Efendi haftadaiki defa geliyordu. İlk fırsatta kendisininbırakmaya karar verdiği talebeden birkaçınıona terk edecekti. Peregrini de, ders verdiğiailelere onu alaturka mûsikîsi hocası olaraktavsiye ediyordu. Fakat bu havadisi1338Rabia, Vehbi Dede’den almıştı. Çünkü

Peregrini, o akşamdan sonra gelmemişti. Heresen rüzgârla dönen fırıldak! Bir gün insana enyakın bir dert ortağı, ertesi gün bir yabancı...Bu günlerde Rabia’ya, helecena1339benzer bir şey veren Vehbi Efendi’nin onabaştan başa Mevlid okuyabileceğini söylemesi.Şimdiye kadar hep ilahi okumakla kalmıştı.Genç yaşında Mevlid okuyucu olmak gururunutahrik eden1340 bir şey. Fakat buna dasanatkârlığının yaratıcılığı, tahassüsü1341 dekarışıyor. Şimdiye kadar onun şöhreti vemuvaffakiyeti mukabele okumada olmuştu.Hep Arapça... Hep yarım ve çeyrek seslerle,hep ağır derin, tevcitli1342 bir mûsikî. Mevlid,Türkçe. Sabahları rahlesinin üstüne penbekaplı Mevlid’ini açıyor, bilhassa doğum kısmınıdikkatle okuyor. Bunu alelade Mevlid okuyanlargibi okumayacak. Hazin değil, tevcitli değil.Sevinçle, zaferle gümbür gümbür atan birüslupla, kimsenin okuyamadığı gibi okuyacak.Sabah saatlerinde bütün varlığı ile Mevlid içinyeni bir makam düşünürken hep Peregrini’nin

vaktiyle çaldığı şeyleri de hatırlamayaçalışıyor.Öğleden sonra nota yazıyor,müstakbel1343 talebesine vereceği ilk basitpeşrevleri1344 ve türküleri ayırıyor. Akşamlarıda Rakım’a yardım olsun diye dükkânınhesaplarını tanzim ediyor.1345Ama Tevfik’den hiç bahsetmiyorlardı.Unutmuş değildi. Şuurunun1346 alttabakasında hâlâ Tevfik hâkim, hâlâ onunyokluğu içini bıçak gibi kesiyor. Fakat o,çocukluğundan beri kadere, kazaya nafile1347bel bağlamış değildi. Sabır ve tevekkül1348denilen şeyi hayatının ilk yıllarından beri, nafileöğrenmiş değildi.Penbe, Rabia ile beraber mutfağınüstündeki odada yatardı. Yükten yatağınıçıkarır, kızın yatağının yanına serer, köşedekimum iskemlesinin üstüne zeytinyağı kandiliniyakar, yatağa girerdi. Fakat Rabia yatmadanuyumazdı. Kızın yatsıyı kılışını seyreder ve

her akşam bu uzun zahmetli işi düşünmedenyapışına şaşardı. Kendisi ömründe namazkılmış değildi. Bu dinsizliğinden değil, belkitembelliğinden ileri geliyordu. Hem o kadarbüyük ve yükseklerdeki Allah zavallı birÇingene’nin namazını ne yapsın! Eğer insanınAllah’tan bir dileği olursa, evliyalar ne güneduruyor? Türbelere kandiller yakmıyor mu?Pencerelerine bez parçaları bağlamıyor mu?Namaz kılmak, dua etmek Allah’tan bir şeyistemek değil mi? Evliyalar dirilerin dilekleriniAllah’a anlatmakla mükelleftirler.1349 Bunamukabil1350 diriler onlara kurban kesiyor,karanlık türbelerin ışığını temin ediyor.Penbe’nin bir isteği olunca bir taraftan dabakıcılar, büyücüler vasıtasıyla perilere, cinlerebaşvururdu.Onlara ne kadar horoz götürmüş, ne kadarkırmızı krepte bağlı lohusa şekerleri taşımıştı.Penbe’ye göre, cinler, periler, dirilerle daha sıkımünasebette, her dakika her evin içinde, herişle alâkadardırlar. Onların gönlünü etmek biraz

daha kolaydı. Çünkü göze görünmeseler deyaşıyor, dolaşıyorlar halbuki evliyalartürbelerinden hiç çıkmıyor. Garip olarakÇingene Penbe, perilere karşı biraz dahahürmetkâr, onlardan daha çok çekinirdi. Herlâkırdıda yakasına tükürür. “İyi saatte olsunlar,”derdi. Fakat adak adayıp da bir şey istediği birevliya işini çabuk görmezse homurdanırdururdu. Tezveren Dede’ye son gittiği zamanfikrini çok açık söylemişti.— Güya adın Tezveren, hani ya? Cinler,periler daha çabuk iş görüyorlar. Tevfik benialsın diye sana ne kadar mum adadım. Herifibir de sürgüne yollattın. Bari herifi çabuk getir.Ben Çingeneyim diye yapmıyorsan Rabia’yıdüşün. Beş vakit namazında bir hafız.Penbe’ye göre, Rabia’nın tuttuğu yolbambaşka. O ne türbeye gidiyor ne debakıcıya. Doğrudan doğruya kendisi duaediyor. İşte gene seccadesini yayıyor. O,Rabia’nın herekâtını1351 hep duvardaki uzun,ince gölgesinde seyreder. İşte namazda. Uzun,siyah gölge eğiliyor, diz çöküyor, başını yere

koyuyor, kalkıyor. Beyaz badana üstündebitmeyen, tükenmeyen siyah gölge oyunu!Nihayet dua ediyor. Rabia, dizlerinin üstünde,elleri açık, yüzü yandan, bıçak gibi keskinçizgileri ile nasıl bir dilek ateşi ile yanıyor?Nasıl “İşte vazifemi yaptım, sen de istediğimiver,” der gibi uzun uzun dua ediyor. Avuçlarıhep açık, gökten inecek inayeti1352 kapmakiçin.Penbe, bu ince gölgede kızın değişenarzularını, yahut arzusuzluğunu okumayaalışmıştı. Bazân bu gölgede müphem1353 veyorgun bir mânâ vardı. Namaz bitince elleridizlerinin üzerine iniyor, gölge yüz bir hayal gibigülümsüyor. Penbe, her zaman, Rabia’nıniçinden kopar gibi çıkan “amin”ine iştirakediyor,1354 akabinde de kızı lâkırdıya tutmakistiyor.Rabia hemen namazdan sonra Penbe’ninyataktan açmak istediği lâfa hiç cevapvermezdi. Ya sükût eder yahut homurdanır, hervakit uzun uzun esnerdi. Çingene’nin açmak

istediği bahis de hiç değişmiyordu: Konak veSabiha Hanım.— Paşa ile Hanım Efendi, Hilmi Beysürgüne gitti gideli konuşmuyorlardı.— Sinekli Bakkal’da bunu bilmeyen mikaldı!— Evvelsi gün barıştılar. Hanımefendidüğün hazırlığı görmeye başladı.— Bu kadar çabuk ha!— İş içinde iş var, Rabia. Halayıklar BilâlBey’in etrafında pervane... Ondan başkaharemde erkek denilecek kimse kalmadı ki.Bayılmalar, ayılmalar... Oğlan tasvir gibi.Ağlamış yüzlü Hilmi Bey’den bin kat ziyadeküçükbeylik yaraşıyor.— Sonradan görme köpek! Mihri Hanım neâlemde?Bu akşam Rabia’nın ilk defa Penbe’ninlâkırdısına cevap verişi, konakla alâkadaroluşu. Çingene, ballandıra ballandıra anlatıyor:— Hep ağlar durur. Ne kadar çabuk düğünolursa o kadar iyi. Malûm ya, evde kalmışkızlar... Mihri Hanım gelin olursa evde kalmış

kız bir sen varsın.Cevap yok.— Rabia, uyudun mu?— Gene ne var, Teyze?— Düğüne gidecek misin?— Konağa bir daha ayak basmam demedimmi?— Hanımefendi seni düğüne gelsin diyeEyüp Sultan’a kurban adadı.Rabia müstehzî:— Sana ne adadı, Teyze?— Bir çift mercan küpe.— Âlâ âlâ... Allah aşkına bırak uykuuyuyalım...Çingene arkasını dönünce uyudu. Rabia,biraz uyanık kaldı. Penbe’nin hakkı vardı.Selim Paşa’nın kızı gelin olunca o civarda enyaşlı kız Rabia olacaktı. Nisan gelirse onsekizini bitiriyor. Halbuki Sinekli Bakkal’da onbeş yaşından yukarı evlenmemiş kız yok.Fakat Rabia kime varabilirdi? Orada biricikmuvafık1355 bekâr erkek Sabit Beyağabey.Rabia içinden güldü. Hakikat onun varabileceği


Like this book? You can publish your book online for free in a few minutes!
Create your own flipbook