bir tek erkek yok. Böyle diyor ama şuurununen alt tabakasında bir sima var, her zamanvardı. Yüzü çizgi içinde bir küçük adam, gözlerikor gibi. Ve elleri... Şimdi onların insanı alt üsteden havalar çalarken piyanonun üstündeuçuşunu görüyor gibi. Herkes bir tek nağme,bir tek hava çalar. Hattâ Vehbi Dede bile. Fakato eller kaç ayrı havayı birden çalıyor, nasıladamı şaşırtan bir ahenkle hepsini birbirinemeczediyor!1356 Çok geçmiş yılların birindeon üç yaşında bir kızın Sabiha Hanım’asorduğu suali işitiyor gibi:— Bir Müslüman kızı bir Hıristiyan’laevlenirse ne olur, Efendim?Bu kız Rabia mıydı?1335. Düzene.1336. Ayırıyordu.1337. Kararlılığıyla.1338. Haberi.
1339. Heyecana.1340. Kışkırtan.1341. Duygulanması.1342. Kelimelerin söylenişinde, seslerinçıkaklarına, uzunluk ve kısalıklarına göreokunması.1343. Gelecekteki.1344. Girişleri.1345. Düzenliyor.1346. Bilincinin.1347. Boşu boşuna.1348. Boyun eğiş.1349. Yükümlüdürler.1350. Karşılık.1351. Hareketlerini.1352. İyiliği, bağışı.1353. Belirsiz.1354. Katılıyor.1355. Uygun.1356. Kaynaştırıyor.
4Sinekli Bakkal’ın köşesini rüzgâr gibidöndü, İstanbul Bakkaliyesi’nin içine daldı.Akşam yaklaşıyor, İstanbul’un lodosgünlerinden biri. Sokağın üstündeki ışık yoluerguvani. Ta köşelere sokulan bu kızıl aydınlıkloşlukla karışıyor, dükkânın köşelerindetoplanan karanlığa nüfuz ediyor.1357 Eşyalarturuncu bir karaltı içinde.Akşam pazarı. Son müşteriler. Bir ihtiyarkadın iki çocuk.Peregrini Rabia’ya bulduğu kârlı bir işikendisi haber vermek istemiş, gelmişti.Rabia’nın arkasında gene bol yeni siyahyeldirmesi, başında yazma baş örtüsü sağasola seğirtiyor, müşterilere hizmet ediyor. Kızınişi bitinceye kadar köşede bekledi. Son müşteriçıkınca elini uzattı.— Ellerim kirli...Ellerini yeldirmesine sildi.Peregrini yüzünün bütün çizgileriyle
sırıtıyor. Rabia’ya pek hoş gelen bir dostsırıtışı. Fakat ikisi de birbirinin yüzünü pekseçemiyorlar. Havadaki kızıllık sönüyor, sularbirdenbire kararıyor.— Gene bakkallığa mı başladınız? Amca,Teyze nerede?— Yoklar. Ha sitem edeceğim. Bu nevefasızlık! Kaç zamandır yine bizi arayıpsormadınız?Konuşurken bir taraftan da dükkânıtopluyor. Her eşyanın yerini ezberden biliyorgibi. Peregrini’ye geliyor ki –kızın sesindekisiteme rağmen– onda yeni bir sevinç var.Âdetâ gözlerinin ışıltısını görüyor. Bu piyaniste,karanlıktan birdenbire aydınlığa çıkanlarınferahlığını veriyor. Herhalde Rabia’nın başınayeni bir hava esiyor. Değişmiş. Yalnız songördüğü meyus1358 akşamdan beri değil. Eskizamanlara nispeten bile değişmiş. O, insanlarıniçindeki değişikliği vücutlarının temposuylaölçmeye alışmış. Bugünkü Rabia çok çabukhareket eden bir Rabia. Eski zamanlarda bileçevikliğine, becerikliliğine rağmen biraz
yavaştı. Ona Peregrini andante1359 derdi.Şimdi presto1360 demek lâzım. Vaktiylekendisinin Rabia’ya göre fazla çabuk olduğunuhissederdi. Halbuki bugün varlığını kızauydurmak için daha seri bir tempo ile hareketemecbur.Kız başını kapıdan çıkardı. Sokağı süzdü.— Amca mal almaya gittiydi. Galiba BalıkPazarı’na uğradı. Tevfik gitti gideli ağzına rakıgirmediydi. İnşaallah küfe ile getirmezler. Ahcüce Amca ah...Gülüşü de aynı seri tempo ile.— Rakım çok içer mi?— Tevfik varken içerdi. Şimdi nerede?Sigara bile içmiyor. Siz hele şu kepenklerinucunu tutunuz da dükkânı kapayalım. Gözgözü görmüyor. Mutfağa bir kendimizi atalım birkahve içelim.Rabia’ya bu derûnî1361 neşeyi, hayatı nevermişti?Onun huzurunun1362 bir dahli1363 var mı?Kalbi presto presto atıyor.
Mutfakta Rabia hasır iskemlenin üstüneçıktı. Peregrini bir kibrit çaktı. Aralarındalâmbayı yaktılar. Mutfağı aydınlatan sarımtırakışıkta artık birbirlerini iyice görüyorlar.Rabia çok zayıflamıştı. Bir gölge gibi.Hareket ederken yıpranmış siyah yeldirmealtında vücudunun iskeleti olduğu gibi seçiliyor.Dirseklerinin sivriliği, dizkapakları, hepsi. Fakatkemikleri olduğu gibi görünen bu vücudunkendisine mahsus bir sihri var. Âdetâ ruhanî birzarafet. Belki de bu, derileri gergin uzun gençyüzdeki büyük gözlerden geliyor.— Ben size iyi bir iş buldum, Rabia Hanım.— Ya!Altın gözlerindeki yeşil mevceler içindenyakılmış gibi.— Ben Nejad Efendi’nin piyano ustasıyım.Saray’da üçlük bir alaturka orkestra yapmasınıteklif etti. Kendisi alaturka mûsikî sevmez amaHanım sever. Onun için kabul etti. Şimdi benburaya günleri kararlaştırmak için geldim.Vehbi Dede de Hanım’ın mûsikî hocasıdır. Buparlak fikir ondan evvel bana geldi.
Yüzündeki buruşuklara, şakaklarındaki kırsaçlara rağmen hâlâ Rabia’nın arada kulağınıçektiği çocuklar gibi. Kız burnunun üstünde otatlı kırışıkları uyandıran eski gülüşü ile güldü.Ellerini çırptı. Fakat bir an sonra gözleribulutlandı.— Ama ben sarayları hiç sevmem. Adındanbile ürkerim.Peregrini içinden, “Belki babasınınsürülmesini, felâketini saraylardan bildiği için,”dedi sonra ilave etti:— Giderseniz görürsünüz. Hiç ürkülecekbir yer değil.— Bu ne uğurlu hafta!Şimdi Rabia’nın zihni sarayda ders vermekmevzuundan1364 ayrılmış, daha parlak birvak’aya atlamıştı.— İkinci Mabeyinci’nin konağında her seneMevlid okuyan Hafız Peyami Efendi ölmüş.Vehbi Dede beni tavsiye etmiş. İlk Mevlid’imiokuyacağım. Zavallı adama acıdım ama...Artık Peregrini sözün aşağısını dinlemedi.Kalbi presto presto atmıyordu. Kızın bu neşesi
onun sayesinde değildi. Neden o kadar gülünçbir çalımla buraya gelmişti? Durgun bir sesle:— Âlâ. Nejad Efendi Mabeyinci’nin yalıkomşusudur. İkisi de Bebek’te. Yeğenine benpiyano dersi veririm, dedi.Rabia hesap ediyor.— Perşembe akşamı Mevlid okuyacağım,gece orada kalacağım. Cuma sabahı giderNejad Efendi’nin hanımını görürüm.Şimdi raftan kahve tepsisini indiriyordu.Fakat hep başını misafirden tarafa tutuyor.Dudaklarında bir tarafını aşağı çeken o çarpıktebessüm. Fakat üç hafta evvelki gibi sırf biradale oyunu değil.— Bu Mevlid’den biraz korkuyorum.Şimdiye kadar marifetimizi hep mukabeleokumada gösterdik.— Korkmayın, bu şehirde sizin sesinize veüslûbunuza çıkışacak ne ses ne de sanatkârvar.Piyanistin takdiri yüreğinden geliyordu.Kızın solgun yanakları altın başaklarınarasında açan iki gelincik gibi kızardı.
— Ne kadar güzel bir kız olduğunuzunfarkında mısınız?Hay şeytan hay! Bu cür’et ona neredengelmişti. Rabia’nın yanaklarındaki gelinciklerşimdi koyu lâl renginde eski bir şarap gibi bütünyüzünü kapladı. Sivri çenesine kadar. Kirpikleriyanaklarına indi, fakat içinden gözleri ışıl ışıl.Bu hiç de utandığından değil. Bilakis göze hoşgelen bir yüzü olmasına birdenbire çoksevinmiş olmasından. Peregrini dayanamadı.Kendisine kahve fincanı uzatan parmaklarıeğildi, öptü. Ona, uzun parmaklı genç el titredigibi geldi. Köpek gibi pişman oldu. Ya kız onuterbiyesiz bir çapkın zannederse! Mutlak butesiri izale etmek1365 lâzım.— Bu günlerde siz bana hep annemihatırlatıyorsunuz. Buraya evime geliyor gibigeliyorum.Bu söylediği şeyler biraz doğru idi. Rabiamevzuu değiştirdi.— Bu hafta olan şeylerin en iyisini henüzsöylemedim. Şam’dan dün uzun bir mektupaldım.
— Ya, aman okuyalım.— Penbe Teyze ile konağa yolladım. HilmiBey hakkında çok havadis var. Mektubu VehbiEfendi’nin bir ahbabı getirdi. Tevfik, Hilmi Bey’leoturuyormuş. Pazarda bir dükkân kiralayacak,Karagöz oynatacak. Bunlar hep yeni masraf.Bir deri takım istiyor, dükkân kirasına ihtiyacıvar. Bu Saray’daki ders tam yerinde...Şimdi Rabia’nın gözleri ona yaşlı bir iyidosta karşı hissedilen minnetle bakıyor.Peregrini ayağa kalktı. Dükkândan Rakım’ınsesini duydular:— Rabia, neredesin?Rabia da kalktı. Cevap vermeye vakitbulamadan cüce zenbiliyle1366 mutfağa girdi.Keyifliydi, sarı ışıkta bir sirk cücesinihatırlatıyordu. Buruşuk yanakları kızarmış,açık gözleri parıl parıl yanıyor, abanî sarıkarkaya atılmış.— Oh oh, buradasınız ha. Ben de uskumrualdım. Kendim kızartacağım. Ne olur kalın,beraber lokma edelim.Peregrini’yi orada bulduğuna sevinmişti.
Dâimâ etrafına neşe saçan bir adam. Kızınyanakları al al, gözleri birer yıldız gibi. Kim bilirdeli gâvur neler anlattı!Peregrini kalmadı. Rakım cüppesini attı,kollarını sıvadı. Penbe’yi yemeğebeklemeyeceklerdi. Hanımefendi’ninalıkoyacağından emindiler. Çingene o günkoynunda mektup, azametli azametli konağagitmişti.Ümitlenmişti. Rabia’nın mektubu yollamasıbiraz yumuşadığına delalet ediyordu.1367Belki de düğüne gider. Yaşasın LohusaHoca’ya götürdüğü horoz. İşin ucunda yalnızmercan küpe değil kırmızı canfes entari de var.Hele Rabia’nın son günlerde hali. Artık hiçsomurtmuyor. Talih yeniden İstanbulBakkaliyesi’ndekilere gülüyor.Rakım balıkları kızarttı. Siniyi hazırladı.Karşı karşıya yemek yediler. O, bidüziyeanlatıyor, fakat kız pek dinlemiyordu. Gözleriiçindeki bir hayale dalmış gibi. Sofrayı daRakım topladı. Kız bulaşıklara yardım etmeyiteklif etmedi. Tembel tembel iskemlesinde
oturdu, cüceyi seyretti. Kahve içerlerkensordu.— Mevlid okuyanlara kaç para verirleracaba?— Meşhur hafız olursa beş lira kadar alır.— Bana o kadar vermezler değil mi?— Belki de daha fazla. Sendeki ses kimdevar?— Doğru.Kanaatle söylüyordu. Peregrini gibi ünlü birsanatkâr da aynı şeyi söylememiş miydi.— Beş yüz kuruşa deri bir Karagöz takımıalınır, değil mi?— Elbet.— Ben artık yukarıya çıkacağım, şuMevlid’e bir daha bakayım.Rakım mangalı çıkardı. Kızın önünde ikibüklüm merdivenleri tırmanırken arkasınainsan esvabı giymiş bir maymunuhatırlatıyordu. Odada lâmbayı gene o yaktı.Rahleyi mangala yaklaştırdı, üstündekimumları yaktı. Rabia’nın namaz bezini başınaörtüp oturmasını bekledi. Kız, Mevlid’in sarı
yapraklarını çevirirken:— Ben de şuracıkta otursam seni dinlesem,diye yalvardı. Hiç sesimi çıkartmam, senişaşırtmam.— Ama ben burada sigara dumanıistemem, Amca.— Olsun.Gene bir maymun gibi, beyaz patiska örtülüuzun yan mindere tırmandı, köşesindekikırmızı basma şilteye bir dizini dikti oturdu.Ayrık gözleri Rabia’da, bekledi.Vaktiyle Peregrini’ye dediği gibi, dinîayinlerden sıkılır, âdetâ ürkerdi. Fakat Mevlidmüstesna.1368 O halk dilinin şaheseri olan budoğum şarkısı onu bir binlik rakıdan daha çok,daha içinden gelen bir sarhoşlukla mestederdi.1369 Rabia’nın sesiyle dinlemek içinsigarasını fedâ etmek o kadar kolaydı ki. Hemde, gene Peregrini gibi, Rakım da, başındabeyaz bir örtü, iki mum alevi arasında görünenRabia’nın, eşi olmayan ilahî bir temaşa1370olduğuna kaniydi.1371 Kimsenin onun kadar
güzelliğe karşı yüreği yufka olamazdı. Fakatkimse heyecanını, zaafını onun kadar şaka,alay arkasına gizleyemezdi.Halbuki Rabia, onun mevcudiyetini1372derhal unutmuştu. Zihni Mevlid’i yeni birmakamda, kendi bulduğu bir üslubla okumayıdüşünüyordu. Bir zafer, bir şevk nağmesibulmak lâzımdı. Doğumdan büyük zaferkâinatta var mıydı? Vefat kısmını eski ananevişeklinde okuyacak. Hüzünlü, ağır tecvitli1373bir okuyuş. Onunla meşgul olmak lâzım değil.Gözleri Acem basması sarı yapraklarda, birsaat kadar mırıldandı, makamdan makamadolaştı. Kapı kapı dolaşan, arayan bir ses.Rakım onu, yolunu bulmak için yerlere vuravura giden körlerin değneğine benzetti.Kız aradığı makamı bulduğuna emin oluncadurdu.Baş örtüsünün ucuyla nemlenen alnını sildi.— Bana niye öyle tuhaf tuhaf bakıyorsun,Amca?— Çünkü senin yüzün kadar güzel yüz
görmedim, Rabia.— Onu bana Peregrini de söyledi.— Vay domuz vay! O güzellikten ne anlar?Onların karıları süpürge sırığı gibi!— Ya öyle mi?Gözlerini büzmüş eğleniyor. Gidi kahbe!— Beni dinle Rabia, sen mutlak kocayavarmalısın. Yüzünü, sesini bırakacak çocuklaryetiştirmelisin.— Öyle ama beni hiç isteyen var mı?Benim de pek koca istediğim yok ama çocukisterdim... Hem de nasıl!Sesi heyecandan kısıldı. AmineHatun’un1374 ağrı çekerken söylediklerini o,hiç bir peygamber doğumuna ait diyedüşünmemişti. Bütün doğuran, hayatı çoğaltankudretlerin realitesi... Bu onun yüreğinin bamteline dokunmuştu, bütün varlığını bu realitetitretmişti. Eğildi. İlk satırları evvelâ gözleriyleokudu, sonra başını kaldırdı. Her kelimeyikendi halk etmiş gibi sesi hasretle, vecdle,1375zaferle dalgalanarak söyledi. Rakım’ın arka
kemiği üstünü alevden bir dil yalamış gibiürperdi. Fakat homurdandı.— Sanki ben kadınların doğururken nesöylediklerini bilmez miyim? Böyle şevkli şevklikonuşurlar mı dersin? Eskici Fehmi Efendi’ninkarısı doğururken çığlığını çeşme başındanişittim.Rabia cevap vermedi. Kitabı kapadı. Başörtüsünü omuzlarına attı. Son günlerde saçınıbaşını topluyordu. Ortadan ayrılmış sımsıkıtaranmış kumral başında iki ipek örgü kalın birhâle gibi dolanmıştı. Artık aradığı ahengi,zaferi, şevki istediği gibi ifade edebilecek.Yanakları solmuş, derileri şakaklarına doğruçekilmiş, dudakları kurumuş, bütün ateşigözlerindeki yeşil şulelerde.Merhaba, ey asi ümmet melceiMerhaba, ey çaresizler eşfaı!— Sus, Rabia, içimi yakıyorsun.Ayrık gözlerinden buruşuk yanaklarınayaşlar yuvarlanıyor, kocaman enfiye mendili ile
bir gözlerini, bir burnunu şamatalı şamatalısiliyor.— Peki peki, artık okumam. Başka şeykonuşalım. Ama ne konuşalım?— Kocaya varmak, çocuk doğurmak,konuşalım. Niçin Galip Bey’i istemedin, Rabia?— Bırak şu sıkıntılı herifi. Onun karısıolsam esneme illetine tutulurum.— Kocaların hepsi öyledir.— Peregrini insanın kocası olsa hiç canısıkılmaz.— Bırak şu gâvuru...Kızı azarlıyordu. Fakat hiddeti sun’i olduğubesbelli. Rabia’nın yüreğinde Peregrini’ye karşıtehlikeli bir zaaf olsa hiç bu kadar tabiî ve açıkkonuşur mu? Buna inansa bile bu akşam pekaldırmayacak kadar içi coşkun bir sevinçletaşıyordu. Rabia dünyada kimse ile onunlaolduğu kadar teklifsiz değildi. Kızın âdetâdimağının, ruhunun eşi.Penbe, konaktan dönünce Rabia’yı yataktabuldu.— Hanımefendi çok çok gözlerinden öptü.
Mektubu okuyunca bir ağladı, bir ağladı.— Paşa da okudu mu?— O yoktu. Bilâl vardı. Ne vakit gitsemBilâl, Hanımefendi’nin burnunun dibinde.Aralarından su sızmıyor. Düğün nisandaolacak. Hazırlık başlamış. Eğer sen konağagitmezsen Bilâl Oğlan, Hanımefendi’ningönlünde senin yerini tutacak, Rabia.— Varsın tutsun!— Kıskanmıyor musun?— Ha ha, bir de güleyim bari.Fakat kıskanmıştı. O akşam açgözlü gönlühiç doymayacak kadar açtı. Bin kollu birmahlûka benziyordu. Her kolunu başka birsevgiliye sarmak, bütün sevgililere tek başınasahip olmak. İşte bu akşam içinde böyle havaesiyordu.1357. İşliyor.1358. Acılı.1359. İtalyanca müzik terimi. Yavaş, çok
yavaş bir tempo ile.1360. İtalyanca müzik terimi. Çabuk, çokçabuk bir tempo ile.1361. İçten.1362. Orada bulunuşunun.1363. Etkisi.1364. Konusundan.1365. Gidermek.1366. Filesiyle.1367. Gösteriyordu.1368. Başka.1369. Kendinden geçirirdi.1370. Görüntü.1371. İnanıyordu.1372. Varlığını.1373. Kelimelerin söylenişinde, seslerinçıkaklarına, uzunluk ve kısalıklarına göreokunması.1374. Peygamber’in annesi.1375. Kendinden geçerek.
5İkinci Mabeyinci Robert Kolej kapısınınsırasındaki yalılardan birinde oturur.Ecdadından kalma iki yüz yıllık bir bina. Fakatbirçok ilavelere ve tamirlere rağmen hâlâ yerlimimarînin sadeliği, husûsî vakarı, verdiğigenişlik hissi bozulmamış. Arkasında,yumuşak yamacın ta tepesine uzanan büyükbir çam ve çınar korusu vardır. Ve korununbitiminde sırtını yamaca vermiş, ağaçlarınarasına sokulmuş küçük, beyaz bir şelalevardır.Birinci kanunun1376 ilk perşembe sabahıRabia bu yalıya gitti. İçeri girer girmez birazSelim Paşa’nın konağını hatırladı. Sofalarıbüyük, merdivenleri çifte, pencereleri şâhâne,ışık içinde bir yalı. Eşyası daha mutena,1377daha ince bir zevkin eseri. Halıların, avizelerinadedi o kadar çok değil, fakat her eşya gibionlar da birer şaheser. Sofalardan geçerken
ikide birde duvarlarda Lale Devri’ni1378 tasvireden bir iki tarama resme gözleri daldı kaldı.Bu yalıda Rabia’ya yepyeni gelen şey açıkocaklardı. İçlerinde yığın yığın odun yanıyor,şöminelerin hepsi renkli mermerden oyulmuş.Taze1379 bir halayık onu karşıladı ve önündeyürüyerek yol gösterdi. Misafir salonunayaklaşırken içerden oldukça iyi bilen birininpiyano çaldığını duydu. Halayık:— Arif Bey çalıyor, dedi. Beyefendi’ninyeğeni. Komşu hanımların hiçbiri bizimküçükbeyden kaçmaz. Siz de belkialdırmazsınız.— Tabiî.Arkasında yeni lâhûraki1380 siyahyeldirmesi, başında belden aşağı düşen beyazörtüsü vardı. Her zamanki gibi uzun siyahpeçesi arkasına atılmıştı. Pamuklu eldivenleriçantasını sıkı sıkı tutuyor. Bu kıyafetle o,orduların içine girebilir. Taze halayığın açtığıkapıdan her vakitki sükûnu ile salona girdi.Bu muhteşem yalının hanımı, Mabeyinci’nin
süt ninesi İkbal Hanım’dı. İkinci MabeyinciSatvet Bey hiç evlenmemişti. Bu koca evde sütninesi ve kendi büyüttüğü, yetiştirdiği yetimyeğeni Arif’le beraber yaşıyordu.Yeşil gron entarili, kuru ve ufacık bir ihtiyarkadın, genç hafız içeri girer girmez, elindekidikişi yere bıraktı, oturduğu koltuktan kalktı,kapıya doğru yürüdü. Bu İkbal Hanım’dı. Yüzübumburuşuk, ağzında bir tek diş yok. Bununlaberaber ihtiyar kadının kendine mahsus birsevimi vardı. Yerden bir temenna etti,1381siyah gözleri Rabia’ya huşûyla baktı. İçindeuyanan hürmet nedense onda esaretgünlerinden kalma bir âdeti ihya etti. Divandurur1382 gibi ellerini göğsünün üstündekavuşturdu. İhtiyar Çerkes, din kelimesininmânâsını bilmez, Peygamber’in ismini doğrutelaffuz edemez, hattâ namaz surelerini bileezberleyecek kadar hafızası yoktu. Elli beşsenedir İstanbul’da, hâlâ Türkçe’ye diliadamakıllı dönmeyecek kadar çetrefil kalmıştı.Bununla beraber şedit1383 bir taassupla
dindardı. İncir çekirdeği kadar dar beynindekarmakarışık duran Peygamber, meleklerdensonra şimdiye kadar âdetâ tapınırcasınahürmet ettiği, süt oğlunun dostu bir Vehbi Dedevardı. Rabia, belki onda daha fazla birhuşû1384 ve hayret uyandırdı. Bu yaşta hafız,başlı başına Mevlid okumaya davet ediliyor!— Oğlumun kız kardeşinin kızı BehireHanım, efem, diye pencerenin önündekikoltuktan yavaş yavaş kalkan, daha henüzgenç sayılacak bir kadını, Rabia’ya takdim etti.Rabia’nın gözleri camların arkasından coşupakan, kış Boğaziçi’sinin beyaz köpüklü yeşilsularına bir an takıldı kaldı. Sonra hemenkendini topladı, resmî temennasını çaktı.Odadaki üçüncü şahıs da Mabeyinci’nin yeğenive Behire Hanım’ın küçük kardeşi Arif’ti. İkbalHanım onu belki henüz çoluk çocuk sırasındabulduğu için Hafız Hanım’a takdime lüzûmgörmedi.— İnşaallah üşümediniz, efem.Buruşuk yüzü daha buruşuyor, içikapkaranlık küçük bir kovuk olan ağzının ince
dudakları, büzüldükçe, gözler daha da çokufalıyor, genç hafızı şömineye doğrugötürüyordu. Arif bir sandalye koşturdu. Sarımermer şöminenin içindeki alevlerin karşısınaoturttular. O, sırtını ocağa verdi, salonunortasındaki küçük havuzda, parmak gibi ince,billûr bir fıskıyenin etrafında tembel tembelyüzüşen kırmızı balıklara tebessüm etti. “Bugenç adam haremde ne geziyor? Başka işigücü yok mu?” diye düşünüyordu. Hakikatyoktu. Piyano çalmaktan başka bir işi yoktu.Gerçi Nejad Efendi’den sonra İstanbul’da en iyiTürk piyanist, o idi. Fakat mensup olduğuiçtimaî sınıf mûsikî ile hayatını kazanmayı ayıpsaydığı için işsizliğe mahkûm olmuştu. Belki debiraz tembel olmasından olacak. Herhaldedayısının yanında yaşayıp gidiyordu. Bazânçalışmak için bir arzu hisseder ve derhalRobert Kolej’e talebe yazılırdı. Fakat birkaçaylık hummalı fikri faaliyetten sonra tekrar eskiboş hayatına dönerdi.Arif, süt nineden fazla bir tecessüsleRabia’yı tetkik ediyordu. Peregrini de, Vehbi
Dede de ondan çok bahsetmişlerdi. Fakat onunmuhayyilesi hafız deyince suratsız çirkin birkız tasavvur etmişti.1385 Rabia’nın etrafındadolaşıyor, onunla konuşmak için bir vesile1386arıyordu. Fakat ablası kızı lâkırdıya tuttuğu içinpiyano iskemlesine oturup nöbetinibeklemekten başka çare bulamadı.Behire Hanım da büsbütün başka sebeptenRabia’yı çok canayakın bulmuştu.Behire Hanım mürebbiyelerle1387büyütülen kibar kızlara, aynı zamanda kendiharsları,1388 kendi klasikleri de öğretilen birdevrin mahsulüydü. O da tıpkı Arif gibi SatvetBey’in evinde büyümüş, oradan gelin gitmişti.Kandilli’de otururdu. Kocası tahsilini sadeAvrupa’da yapmış bir mühendisti. Biraz daAvrupa’dan gelen her fikri gökten inmenaslar1389 diye telakkiye meyyaldi.1390 HattâBehire’nin yeni yetişen kızlarını da Türkçeokutmaya lüzûm görmemiş, Fransızmürebbiyeler elinde yetiştirmişti.
İyi kızlardı. Fakat onlar da babaları gibi yerliolan her şeye dudak büküyorlar, annelerialaturka bir şarkı söylese kulaklarını tıkayıpgülerek kaçıyorlardı. Hayatlarının serbest vemesut olmasına rağmen Behire’nin içinde bu birdertti. Belki de biraz aksülamel olarak1391onda yerli an’anelere, güzelliklere karşımübalağalı bir temayül1392 uyanmıştı. Senelergeçtikçe dayısını daha sık ziyaret ediyor, dahauzun kalıyordu. Bilhassa mevlidleri, alaturkasazları hiç kaçırmazdı. Kökleri ana toprağınınen derin mâzisinde olan Rabia dimağında gayriihtiyari ona biraz sun’i, biraz mukallit1393kızlarını hatırlattı. İçini çekti.— Peregrini sizin çok iyi mûsikî bildiğinizibize geçen akşam anlatıyordu.— Ne kadar zamandır ben Peregrini’yidinlemedim; alafranga çalmam ama çokseverim. Bazân bir parmakla eskiden konaktaPeregrini’nin havalarını çıkarmaya çalışırdım.Kalktı, piyanoya gitti. Arif’in omzundan eğilerekbir parmağıyla Chopin’in1394 noktürnünü1395
çıkarmaya çalıştı.— A, ne tuhaf. Arif’in deminden çaldığınoktürn. Bizim evde kabare türkülerinden,valslerden başka bir şey çalındığı yok.— Siz Peregrini’nin talebesi misiniz,Hanımefendi?— Bizim gençliğimizde Peregrini’nintalebesi olmak moda idi. Hattâ bir zamanadamcağıza âşık olduğumu bile zannetmiştim(yan gözüyle İkbal Hanım’a bakıyor, Rabia’yagöz kırpıyordu). Fakat aksi herif, mûsikîye hiçistidadım olmadığını yüzüme karşı söyledi,beni başından def etti. Ailenin bütün mûsikîistidadı bu oğlanda toplanmış.Arif başlamıştı. Rabia babasısürüldüğünden beri ilk defa piyano dinliyordu.Hilmi’nin odasında geçen akşamlar birer birercanlandı, Peregrini Chopin’i sevmez, çalmakistemezdi. Hilmi’yi kızdırmak için Chopinhakkında “Şekeri fazla kaçmış, fakat hiç tuzuyok,” derdi. O, daha ziyade içinde ihtişam olan,ihtiras olan orkestrasyonu karışık eserleredüşkündü. Arif’in parmakları nereden bu eski
hayalleri uyandırmıştı?Dalgalar rıhtımı dövüyor, kırık kayalarınarasına “fiiis, fiiis...” diye dalıp dağıldıklarıhissediliyor. Rüzgâr uluyor. Noktürn fıskıyedenfışkıran suların tatlı hüznüyle dışarıdaki vahşiahenge karışıyordu. İkbal Hanım ayaklarınınucuna basarak Rabia’nın yanına geldi.Piyanonun bitmesini bekleyen genç halayıkkapıdan, “Yemeğe buyurun,” dedi.Öğleden sonra İkbal Hanım onu doğruodasına çıkardı, akşama hazırlanması lâzımdı.Dili döndüğü kadar Rabia’ya Satvet Bey’inyalısında Mevlid okumanın ehemmiyetini1396anlatmaya çalıştı.— Sofada bir kız bekleyecek, efem. Âb-dest suyu isterseniz.Nihayet Rabia yalnız kalmıştı.Üst katta denize nâzır bir oda. Rabiasoyunmaya üşendi. Bir sandalye çekti.Pencerenin önüne oturdu.Kafes kalkık. Camın ötesi Boğaziçi. Odanınüstünde rüzgâr saçakları, su borularını birbirinekatıyor. Siyah bulut yığınları bir karanlık
akıntısı gibi havadan geçiyorlar; barut rengindesular azgın azgın akıyor; karşı yakanın zarifkıvrıntıları, nemli ve kurşunî bir duman içindehayal meyal seçiliyor. Kızın gözleri ve kulaklarıbunları takip ediyor, fakat kafası başka yerde.Satvet Bey’in yeğenleri Peregrini’nin onagöre tehlikeli cephesini bugün çok yakınagetirmişlerdi. Son günlerde, belki piyanosunudinlemediği, mûsikî mübahaselerini1397işitmediği için, Peregrini’yi orta yaşlı, buruşukyüzlü, eski bir dost gibi görmeye alışmayabaşlamıştı. Halbuki Satvet Bey’in yeğenleri onasanatkâr Peregrini’yi hatırlatıvermişlerdi. İçiniher vakit garip bir şekilde rahatsız eden adam.Bir sene evvelisine kadar onun içini karıştıran,Peregrini’nin o kadar ihtirasla, kudretleyaşattığı sesler ahenkler, taşlarını kaldırıpmezarlarından çıkan tayflar gibi hafızasındadolaşıyorlar. O kadar ki rüzgârın ve sularınuğultusunu bile işitemiyor.— Müslüman olsa da beni alsa... dedi.Bu adam eski evlere, bazân da kızlarınkalbine musallat olan bir tayfa benziyor. Ondan
kurtulmak için belki ona varmaktan başka çareyok. Tevfik’i düşünürse belki ondan kurtulur.Filhakika babasının Şam’daki hayatınıtahayyüle başlayınca içine biraz sükûnet geldi.Kalktı su istedi. Âb-dest aldı. İkindi namazınıkıldı. Ondan sonra gene sandalyesinde, ellerinidizlerine vurarak doğum neşidesinin1398 ilksatırlarını zihninde hazırladı. Majeur1399makamlardan geçen, melodilerinde insani birşevk terennüm eden dinamik, kadir bir doğumneşidesi başlangıcı! Bunda Peregrini’nin nekadar tesiri olduğunu düşünmedi bile.1376. Aralık ayının.1377. Özenli.1378. Osmanlı Padişahı III. Ahmed’in son on ikiyıllık saltanatını, Nevşehirli Damat İbrahimPaşa’nın da sadrazamlık yıllarını kapsayankısa yenilik dönemi.1379. Genç.
1380. Pakistan’da yapılan bir türlü şal.1381. Elini başına götürerek selam verdi.1382. Saygı gösterilen bir kimse karşısında elkavuşturup ayakta durur.1383. Şiddetli.1384. Kendinden geçiş.1385. Hayal etmişti.1386. Bahane.1387. Kendisine bir çocuğun eğitim ve bakımıverilmiş olan kadınlarla.1388. Kültürleri.1389. Açık ve kesin yargılar.1390. Kabul etmeye meyilliydi.1391. Tepki olarak.1392. Eğilim.1393. Taklitçi.1394. Polonya doğumlu, Fransız besteci vepiyanist.1395. Müzikte bir biçim. Chopin’le estetikdoruğuna ulaşmıştır.1396. Önemini.1397. Konuşmalarını.1398. Atasözü gibi kullanılan, çok bilinen
beyitlerin.1399. Müzik terimi, majör. Bir makam, bir akortveya bir aralığın oluşma biçimi.
6İkbal Hanım’ın hakkı vardı. Satvet Bey’ingeçmişlerinin ruhuna Mevlid okumak adi birvak’a1400 değildi. Üç salonun birbirine geçenkapıları açılmış, Sinekli Bakkal Mescidi’ndenbüyük bir toplantı yeri hâsıl olmuştu.1401Birkaç yüz beyaz baş örtülü yer minderlerinde.Üç salonun tavanından üç ışık hevengi1402sallanıyor.Rabia’ya orta salonda, pencerenin önündebir yer yapmışlar. Bir damasko1403 yerminderi, önünde rahle ve mumlar... İkbal Hanımonu “destur, destur” diye yol açarakgötürürken, beyaz baş örtülüler sağa solaeğilerek yüzünü görmeye çalıştılar. Arkasındakrem zeminli, mor lâleli yünlü bir entari, aynıkumaştan parlak dikişli bir hırka. Orada hiçkimse böyle giyinmiş değil. Hepsinin etekliği,bluzu, yahut entarisi az çok zamanın modasınauygun. Fakat kimse onun esvabıyla meşgul
değil. Kumral, ince derisi yüzünün kemiklerineyapışmış gibi, gözlerini şakaklarına çekiyorgibi. Bal rengi gözlerinin yeşil mevceleri gerçiyanıyor, fakat kendisi olanca iradesiyledimağını cemaatten ayırmak, okuyacağı şeyebağlamak istiyor.Dudaklarından ilk dökülen perdelerle beyazbaş örtülü cemaat papatya tarlaları gibidalgalandı. Hafif hafif iç çekmeleri, tekhıçkırıklar, konser halinde ağlayışlar. Rabiabunlardan haberdar değil gibi, ağrı çeken birkadının heyecanlarını, doğuran bir ananınzaferini kendi halk ettiği makamda söylüyordu.Beyaz başlı cemaatin bu akşamki heyecanıdinî olmaktan ziyade insanî idi. Hepsi ve herbiri ağrı çeken kadın heyecanını, doğurmanınzaferini ya yeniden tattılar ve yahutistikballerinin en büyük realitesi olacağınıhissettiler. Doğum kısmı bitti.Mevlidci “vefat”a başlamadan sağındakisalonun nihayetinde1404 bir perde gördü.Oradan birdenbire Enderun1405 takımı ilahiler
okumaya başladı. Rabia’nın yıpranmışasabını1406 bu mûsikî dinlendirdi. Biraz VehbiEfendi usulünde. Heyecansız fakat insanımurakabeye1407 vardıran bir üslûp. Erkeklerhep böyle okuyorlar. Sanatları gayri şahsi.Rabia böyle düşünüyordu.Gülsuyu, ödağacı kokuları havayıağırlaştırdıkça ağırlaştırıyor. Işık hevenkleriylebeyaz başlar arasında hafif bir duman var.Genç kızlar ellerinde güldanlar1408 herkesineline gül suyu serpmek için eğiliyorlar. Takarşıda, kalabalığın arkasında üç iskemle var.Üstündekiler belki yere oturamayacak kadaralafranga, belki de... Ortada duranı Rabianerede görmüştü? Mermer gibi bir baş, beyazalnından altın kâhküller... Kaşın biri kalkık...Enderunlular susmuştu. Mevlidci hemen“vefat”a başladı. Cemaatin üstüne ölüm gölgesisalmış gibi. An’anevi1409 pes, yarım sesler,çeyrek seslerle ağır ağır, bir ilahi gibi okuyor.Bin üç yüz sene evvel ölen bir Peygamber içinağlıyorlar. Belki de kendileri için ağlıyorlar.
Belki de kendileri için, ölümü tatmak, yok olmakhepsine, her birine mukadder1410 olduğu içinağlıyorlar. Bu defaki heyecanlarında,gözyaşlarında, şevk, zafer değil korku var.Boğazlarını tıkayan bir korku. İki kadın gerildi,bayıldı, odadan çıkardılar. Havada maşerî1411bir isteri dolaşıyor.Rabia artık tamamen tükenmişti. Sanatını,bütün ruhunu, son zerresine kadar cemaatedağıtmıştı. Ayağa kalktığı vakit dizleri titriyor;gözleri bomboştu. İki kadın koluna girdi,salondan çıkardı. O ne yanlarındakine ne desofalarda onu görmek için toplananlarabakıyordu. Küçük bir odaya götürdüler. Ancakorada yanındakilerin yüzüne baktı. Biri SatvetBey’in yeğeni Behire Hanım. Öteki, öteki...— Kanarya Hanım, Kanarya Hanım... İncekollarını kadının boynuna sımsıkı dolanmış,kuru dudakları kadının mermer yanaklarınıöpüyor.— Beni boğuyorsun, Rabia.Arif’in ablası hafifçe öksürdü.
— Siz Nejad Efendi’nin hanımını tanıyormuydunuz, Hafız Hanım?Biraz evvel salonda iskemle üstündegördüğü kadın tevekkeli ona o kadar aşinagelmemişti. Demek Peregrini’nin sırrı bu idi.Kanarya onu bir sandalyeye oturttu, serinbir el ateşli alnını sıktı.— Biz eski kapı yoldaşıyız. Bir zamanlarhep aynı sofrada yemek yerdik. Değil miRabia? Sen o zaman bu kadar meşhurdeğildin, henüz efendilerin sofrasınaoturamıyordun. İkimiz de kâhya kadınla yerdikdeğil mi? Ne tuhaf, bu kadar sene sonra genebir sofra başında birleşmek.Ortada yuvarlak bir masa, üstünde gümüşçay semaveri, iftar akşamlarını hatırlatanküçük tabaklarda bir sürü leziz şeyler. Arif’inablası Rabia’nın önüne havyar tabağını çekti.— Acıkmış olacaksınız...Kır saçlı, genç yüzlü bir kadın teklifsizcekapıyı itti, içeri girdi. Anadolu şivesiylekonuşuyordu. Fakat başında örtü olmayan tekkadın o olduğu için Rabia onun Hıristiyan
olduğuna hükmetti.1412 Herhalde NejadEfendi’nin hanımıyla da, Behire Hanım’la dapek dosttu.— Beni getirdiğinize teşekkür ederim,Prenses. Rabia’ya döndü, elini yakaladı, sıktı:— Bana Noel akşamı hissini verdiniz.— Misis Hopkins, Efendi’nin RobertKolej’den gelen İngilizce hocasının madamı,Rabia, benim çok dostumdur.Rabia yerken düşünüyor. Kanarya’yı tekrarbulmak, Kanarya ile tekrar bir sofrada yemekyemek ne acayip şey. Fakat ne kadar başkabir Kanarya. İnsanlar karışık işlemelerdebirbirine girip çıkan renk renk iplikler gibi.Ucunu, izini tamamen kaybettim zannettiğin biribirdenbire karşına çıkıyor, seninle birleşiyor,haydi yeniden şekil yaratıyorsunuz. Kim bilir,belki Tevfik de bir gün birdenbire böylekarşısına çıkıverecek. Tıpkı vaktiyle dükkândaolduğu gibi ona sarılacak, kucağına alacak, birçocuk gibi aşağı yukarı gezdirecek...— Çok değişmemişsin Rabia. Fakat nenvar yavrum? Gözlerin doluyor...
— Bir şeyim yok. Sizi görünce çokşaşırdım da. Ama siz çok değişmişsiniz. Nekadar güzel olmuşsunuz!Güzelliği bir yük, bir zincirmiş gibi acı acıgülüyor.— Çerkes kadınına mutlak güzel olmakgerek.Misis Hopkins’den:— Niçin?Behire Hanım’dan:— Çünkü padişah karısı olurlar.Misis Hopkins:— Sizi acaba niçin Abdülhamid almadı dayeğenine verdi, Prenses?— Yaşlı başlı adamları elde etmek güçtür,hepsinin eski bağları, alakaları vardır.Yer minderinde ud çalan sarışın, genç birÇerkes kızı. Beyaz yanaklarına damla damlayaş akıyor, hemen işitilmeyecek kadar zavallıbir sesle “Gönül senden kimlere etsem şikâyet”şarkısını söylüyor. O kızın ıstırabının sebebini,Rabia bunca yıl sonra seziyor gibi. Arif’inablası diyor ki:
— Hanımefendi, Efendimizin çok hatırınısaydığı bir kadının halayığı idi. Belki onun içinHanımefendi’yi yeğenine vermiş olacak.Misis Hopkins’in kaşları kalkmış, birazmüstehzî:— Hükümdarlar böyle şeyler düşünürlermi? Siz ne dersiniz, Prenses?Kanarya, Abdülhamid’i, Saray’ı unutmuş,tamamen kendi düşüncesine dalmış gibiydi.Kendini Hopkins’e cevap vermek için zorladı:— Efendimizin düşüncesini bilemem ama,bizim hanım çok başka bir kadındır. Bir dahagelirse size tanıştıracağım, çok seversiniz.Saray’da küçük kızları hep evlât edinir, kenditerbiye eder, tahsil ettirir. Efendilerdenbirkaçının adamakıllı hanımları olması, onunsayesinde. Zavallı kadının bir tek sultanı vardı,küçük iken öldü.— Abdülhamid’i ilk defa nasıl gördünüz,bunu anlatsanız ne iyi olur.— Oh oh, masal söyleyeceğiz. Bakın nasıloldu: Saray’a girdiğim ilk haftaydı. BizimKadınefendi evlâtlıklarını, bir sabah Hünkâr
Dairesi’ne götürmemi söyledi. Her sabah onlarıgötüren kız, galiba hastaydı. Her sabah buçocuklar mutlak Hünkâr’a götürülürdü.Çocukları pek sever.Misis Hopkins içinden:— Kanlı bir hükümdarda ne garip merak,dedi. Kanarya devam ediyordu:— Çocuk alayını önüme kattım, HünkârDairesi’ne götürdüm. Hâlâ bugünkü gibigözümün önünde... Dört köşe bir koridor,penceresiz. Bir kapısı dışarıya, bir kapısıPadişah’ın dairesine açılır. Gündüzleri bileavize yanar. Yoksa zifirî karanlıktır. HünkârDairesi’ne giden kapının üstünde bir papağankafesi asılıdır.Kanarya durdu. Kuşu görüyor gibiydi. Nemel’un1413 sesi vardı, hiç sevmezdi. Yeşilkanadının altına başını sokar, tüneğinde uyurgibi durur. Fakat herkesten evvelAbdülhamid’in ayak sesini duyar. Birdenbireuyanır, küçük, kırmızı gözlerini açar, Hünkârkapının altından geçerken kanatlarını birbirinevurur, üç defa, “Çok yaşa!” diye haykırırdı.
Burasını anlatırken Kanarya papağanınsesini taklit ediyor; sarı saçlarında kocamankurdelelerle küçük kızların telaşını taklitediyordu.— Padişah beni görünce kaşlarını çattı.Galiba şüphelendi. Etrafında değişik yüzgörünce fenâ halde sinirlendi. Hemen bizimKadın Efendi’nin adamı olduğumu anlattım.Hemen tavrı değişti:— Çocuklara iyi bakınız, dedi. Papağanlabiraz konuştu; çekildi, gitti.Kanarya hafifçe içinden bir “oh”, dedi. Omenhus1414 sabahı tekrar yaşıyordu.Abdülhamid’i hiç sevmemişti. Badem gibibüyük siyah gözleri, boyalı sakalı, heybetligörünmek için boyanan yanakları, bilhassakalın ve mütehakkim1415 sesinden ürkmüştü.Saray’da kızlar onun güzelliğinden dolayıPadişah’a odalık olması ihtimalindenbahsetmişlerdi. O sabah (tacdar1416 dahiolsa) o kadar korkunç gelen bu adam, kendisinibeğenir diye içi titremişti. Güzel olduğuna ne
kadar lanet etmişti. Onun için o gün deAbdülhamid’in nazarı dikkatini celb etmediğinianlayınca, böyle içinden bir “oh” çekmişti.— Alın şu sıcak çayı için, Prenses. Birazdinlenirsiniz. Mutlak Nejad Efendi’nin size nasılâşık olduğunu anlatacaksınız.— Saray deyince hep aşkdüşünüyorsunuz, Misis Hopkins. Efendi banane âşık oldu ne de evlenmemizde güzelliğimintesiri oldu. Saray güzel kızlarla doludur. Hepsibiraz isteriktir. Genç şehzadelere rahat huzurvermezler. Hele Nejad Efendi, zavallı hiçbirkadından hoşlanmadığı için onun yakasınıbırakmazlardı. Geçeceği yerlerde dolaşırlar,kapı arkalarına saklanır, üstüne atılırlar. Hepkonuştukları lâkırdı; Nejad Efendi’nin koynunagirmek için çare düşünmek. Bizim Efendi içinSaray birbirine girer, zavallı çocuğa hiç rahathuzur vermezlerdi. Bir onu rahat bırakan benoldum. Biraz da muhafızı1417 gibiydim. Dişimahlûkatın şerrinden muhafaza eden bir ordugibiydim. Hah, hah, hah... Kızlar benimkıskançlığımdan Efendi’ye sokulamadıklarını
zannediyorlar, halbuki...Sustu. Çatalı, bu müz’iç1418 kızların birininkafasına batar gibi bir zeytin tanesine battı.— Bir tek merakım var. Onu da teskinederseniz1419 artık bir daha sizi rahatsızetmem, Prenses.— Eliniz değmişken sorun. Her zaman benibu kadar lütufkâr1420 bulamazsınız, MisisHopkins.— Bütün efendilerin hepsi kapalı,arkalarında hafiye var da, neden sizler serbestdolaşıyor, istediğinizle görüşüyorsunuz?Kanarya ikinci zeytin tanesini yuttu.Rabia’ya bir gözünü kırptı:— Söyleyeyim mi, ne dersin, Rabia?— Kuzum, kuzum...— Bizim Efendi, babasının oğlu olduğu için.— Bilmece mi söylüyorsunuz, Prenses?— Size hakikati1421 anlatıyorum.Efendi’nin babası çocuk tabiatli bir adamdı.Tuhaf tuhaf merakları vardı. Hiç sarayentrikalarına karışmaz, hattâ aklı bile böyle
şeylere ermezdi.— Aman, bir merakını anlatınız.— Mesela deniz ve vapur. Çamlıca’dakiköşkün bahçesinde bir havuz vardı. Onunetrafına yalancıktan iskeleler yaptırmıştı.Beyleri gemici esvabı giyerler, kendisi biletçiolur, bu iskelelerden birine bilet keserdi. Enbüyük emeli bir vapurda kaptan olmak. Zavallıgözleri açık gitti. Güya bir defa Üsküdar’danİstanbul’a giden bir vapurda kaptanlık etmiş.Ama ne kadar doğru bilemem.Misis Hopkins içinden:— Aptal dejenere, diyordu.Kanarya da belki öyle düşünüyordu.Herhalde kendi kocasının aptal olmadığınıispat için hayli gayret etti.— Nejad Efendi’nin bu kadar çocukçamerakları yoktur. Fakat o da babası gibi sarayentrikalarına hiç karışmaz. Hiç haris1422değildir. Bir tek merakı mûsikîdir. (Sesi birazacı) Saray’da rahat etmek için bundan damuvafık1423 merak olmaz. Bilhassa Alman
mûsikîsini sever. Bir de babasını da, anasınıda erken kaybettiği için bizim Kadın Efendi’ninevlâdı gibi büyüdü. Hünkâr’a bol bol piyanoçalar. Konuşmaz. O kadar sıkılgandır kiyüzüne baksanız kızarır, kekeler.Görüyorsunuz ya, hiç tehlikeli bir adam değil.Hattâ komşumuz Kudret Bey gibi Saray’cafenâ görülen bir şairden edebiyat dersi aldığınıHünkâr bilir de, sesini çıkarmaz...Çay fincanını Misis Hopkins’e uzattı. Birzaman hepsi çay içti. Kimse konuşmadı.Nihayet Kanarya gene Rabia’ya döndü:— Biraz da sen söyle yavrum. İstanbulhalkına Mevlid okumadığın zamanlar neyapıyorsun?— İstanbul Bakkaliyesi’nden soğan,sarmısak, peynir gibi kokulu şeyler satarım.— Bizim eski hanım ne âlemde?Rabia önüne baktı. Alçak ve biraz da kısıkbir sesle:— Konağa artık gitmiyorum. Selim Paşababamı sürdükten sonra Hanımefendi’nin deyüzünü görmedim.
— Fenâ yapıyorsun. Paşa seni evlât gibiseverdi. İnan ki iyi adamdır. Vazife diye bir şeytutturmuştur. Ona fedâ etmeyeceği bir şeyyoktur.Selim Paşa’nın vazife dediği şeyle Kanaryada çarpışmış ve mağlup olmuş gibi birdenbireyorgun göründü. Ocağın üstündeki saate baktı,yerinden fırladı:— Ne kadar geç olmuş! Yarın sabahgeleceksin, değil mi? Yokuşu yürüme diyesana arabamı yollarım.Rabia’nın iki yanaklarını rikkatle öptü vekapıdan çıkarken seslendi:— Efendi de seni o kadar merak ediyor ki...1400. Sıradan bir olay.1401. Meydna gelmişti.1402. Birbirine bağlanmış ışık demeti.1403. (İt.) Şam şehrinin adından. Çoğunlukladöşemelik olarak kullanılan, keten ve ipekkarışımı bir tür kumaş.
1404. Bitiminde.1405. Osmanlı’da devlet görevlilerini yetiştirenokul.1406. Sinirlerini.1407. Dalma, kendinden geçme.1408. Gül suyu serpmek için kullanılan kap.1409. Geleneksel.1410. Yazgıda var olan.1411. Ortaklaşa.1412. Karar verdi.1413. Lanet.1414. Uğursuz.1415. Hükmeden.1416. Taç sahibi, padişah.1417. Koruyucusu.1418. Sıkıcı, bunaltıcı.1419. Dindirirseniz.1420. İyiliksever.1421. Gerçeği.1422. Açgözlü.1423. Uygun.
7Behire Hanım da, Arif de henüzkalkmamışlardı. Rabia erkenden sokakkıyafetiyle salona indi. İkbal Hanım kırmızıbalıklara ekmek ufakları atıyor, gözleridudakları büzülmüş, çetrefil çetrefil balıklarlakonuşuyordu. Rabia’yı görünce elleri göğsününüstünde kavuştu.— Sabah şerifler hayır olsun, efem.Pencerenin önüne iki kişilik kahvaltıhazırlamışlardı. İkbal Hanım’la karşı karşıyaoturdular, sütlü kahvelerini içtiler. Kadın,durmaksızın Rabia’nın dün akşamki tesirindenbahsediyor. Fakat Rabia’ya dün akşam çokuzak görünüyordu. Yüzü güya dinliyormuş gibimütebessim, fakat aklı Kanarya’da veKanarya’nın sarayında. İkbal HanımMabeyinci’nin Enderun takımı yanından VehbiDede ile beraber, Rabia’yı dinlediğinisöyleyince dikkat kesildi. Mabeyinci’den ziyadeVehbi Dede’nin fikrini öğrenmek istiyordu.
An’anevî mûsikîden dün akşam fazlaayrılmıştı. Cüretine kendi bile şaşıyordu. VehbiDede itiraz etmezse içi rahat edecek. Fakatİkbal Hanım bu hususta ona hiçbir fikirvermedi. Herkes memnun olmuş, mütehassisolmuş,1424 fakat Vehbi Dede bir şeysöylememiş. Mamafih1425, Dede de öğlenyemeğine Nejad Efendi’ye davetli.Binaenaleyh1426 öğrenebilir.Rıhtıma iki atlı bir araba geldi. Yalınınönünde durdu. İki duru at yelelerini,kuyruklarını sallıyor, sabırsızlıkla kaldırımlarıdeşiyorlar. Bu, Rabia’yı bekleyen Kanarya’nıngönderdiği araba.İkbal Hanım aşağıya kadar indi. Eline birzarf sıkıştırdı. Rabia onu arabada açtı. İçindeon lira vardı. Paranın kendisinden ziyade ifadeettiği şeye çok sevindi. Gerçi bu, Tevfik’egönderilecek birçok şeyi alabilir, fakat aynızamanda Rakım ona en yüksek Mevlidokuyana beş lira verildiğini söylememiş miydi?Birdenbire içinde ilk hafızlığı günlerindeki
Search
Read the Text Version
- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- 8
- 9
- 10
- 11
- 12
- 13
- 14
- 15
- 16
- 17
- 18
- 19
- 20
- 21
- 22
- 23
- 24
- 25
- 26
- 27
- 28
- 29
- 30
- 31
- 32
- 33
- 34
- 35
- 36
- 37
- 38
- 39
- 40
- 41
- 42
- 43
- 44
- 45
- 46
- 47
- 48
- 49
- 50
- 51
- 52
- 53
- 54
- 55
- 56
- 57
- 58
- 59
- 60
- 61
- 62
- 63
- 64
- 65
- 66
- 67
- 68
- 69
- 70
- 71
- 72
- 73
- 74
- 75
- 76
- 77
- 78
- 79
- 80
- 81
- 82
- 83
- 84
- 85
- 86
- 87
- 88
- 89
- 90
- 91
- 92
- 93
- 94
- 95
- 96
- 97
- 98
- 99
- 100
- 101
- 102
- 103
- 104
- 105
- 106
- 107
- 108
- 109
- 110
- 111
- 112
- 113
- 114
- 115
- 116
- 117
- 118
- 119
- 120
- 121
- 122
- 123
- 124
- 125
- 126
- 127
- 128
- 129
- 130
- 131
- 132
- 133
- 134
- 135
- 136
- 137
- 138
- 139
- 140
- 141
- 142
- 143
- 144
- 145
- 146
- 147
- 148
- 149
- 150
- 151
- 152
- 153
- 154
- 155
- 156
- 157
- 158
- 159
- 160
- 161
- 162
- 163
- 164
- 165
- 166
- 167
- 168
- 169
- 170
- 171
- 172
- 173
- 174
- 175
- 176
- 177
- 178
- 179
- 180
- 181
- 182
- 183
- 184
- 185
- 186
- 187
- 188
- 189
- 190
- 191
- 192
- 193
- 194
- 195
- 196
- 197
- 198
- 199
- 200
- 201
- 202
- 203
- 204
- 205
- 206
- 207
- 208
- 209
- 210
- 211
- 212
- 213
- 214
- 215
- 216
- 217
- 218
- 219
- 220
- 221
- 222
- 223
- 224
- 225
- 226
- 227
- 228
- 229
- 230
- 231
- 232
- 233
- 234
- 235
- 236
- 237
- 238
- 239
- 240
- 241
- 242
- 243
- 244
- 245
- 246
- 247
- 248
- 249
- 250
- 251
- 252
- 253
- 254
- 255
- 256
- 257
- 258
- 259
- 260
- 261
- 262
- 263
- 264
- 265
- 266
- 267
- 268
- 269
- 270
- 271
- 272
- 273
- 274
- 275
- 276
- 277
- 278
- 279
- 280
- 281
- 282
- 283
- 284
- 285
- 286
- 287
- 288
- 289
- 290
- 291
- 292
- 293
- 294
- 295
- 296
- 297
- 298
- 299
- 300
- 301
- 302
- 303
- 304
- 305
- 306
- 307
- 308
- 309
- 310
- 311
- 312
- 313
- 314
- 315
- 316
- 317
- 318
- 319
- 320
- 321
- 322
- 323
- 324
- 325
- 326
- 327
- 328
- 329
- 330
- 331
- 332
- 333
- 334
- 335
- 336
- 337
- 338
- 339
- 340
- 341
- 342
- 343
- 344
- 345
- 346
- 347
- 348
- 349
- 350
- 351
- 352
- 353
- 354
- 355
- 356
- 357
- 358
- 359
- 360
- 361
- 362
- 363
- 364
- 365
- 366
- 367
- 368
- 369
- 370
- 371
- 372
- 373
- 374
- 375
- 376
- 377
- 378
- 379
- 380
- 381
- 382
- 383
- 384
- 385
- 386
- 387
- 388
- 389
- 390
- 391
- 392
- 393
- 394
- 395
- 396
- 397
- 398
- 399
- 400
- 401
- 402
- 403
- 404
- 405
- 406
- 407
- 408
- 409
- 410
- 411
- 412
- 413
- 414
- 415
- 416
- 417
- 418
- 419
- 420
- 421
- 422
- 423
- 424
- 425
- 426
- 427
- 428
- 429
- 430
- 431
- 432
- 433
- 434
- 435
- 436
- 437
- 438
- 439
- 440
- 441
- 442
- 443
- 444
- 445
- 446
- 447
- 448
- 449
- 450
- 451
- 452
- 453
- 454
- 455
- 456
- 457
- 458
- 459
- 460
- 461
- 462
- 463
- 464
- 465
- 466
- 467
- 468
- 469
- 470
- 471
- 472
- 473
- 474
- 475
- 476
- 477
- 478
- 479
- 480
- 481
- 482
- 483
- 484
- 485
- 486
- 487
- 488
- 489
- 490
- 491
- 492
- 493
- 494
- 495
- 496
- 497
- 498
- 499
- 500
- 501
- 502
- 503
- 504
- 505
- 506
- 507
- 508
- 509
- 510
- 511
- 512
- 513
- 514
- 515
- 516
- 517
- 518
- 519
- 520
- 521
- 522
- 523
- 524
- 525
- 526
- 527
- 528
- 529
- 530
- 531
- 532
- 533
- 534
- 535
- 536
- 537
- 538
- 539
- 540
- 541
- 542
- 543
- 544
- 545
- 546
- 547
- 548
- 549
- 550
- 551
- 552
- 553
- 554
- 555
- 556
- 557
- 558
- 559
- 560
- 561
- 562
- 563
- 564
- 565
- 566
- 567
- 568
- 569
- 570
- 571
- 572
- 573
- 574
- 575
- 576
- 577
- 578
- 579
- 580
- 581
- 582
- 583
- 584
- 585
- 586
- 587
- 588
- 589
- 590
- 591
- 592
- 593
- 594
- 595
- 596
- 597
- 598
- 599
- 600
- 601
- 602
- 603
- 604
- 605
- 606
- 607
- 608
- 609
- 610
- 611
- 612
- 613
- 614
- 615
- 616
- 617
- 618
- 619
- 620
- 621
- 622
- 623
- 624
- 625
- 626
- 627
- 628
- 629
- 630
- 631
- 632
- 633
- 634
- 635
- 636
- 637
- 638
- 639
- 640
- 641
- 642
- 643
- 644
- 645
- 646
- 647
- 648
- 649
- 650
- 651
- 652
- 653
- 654
- 655
- 656
- 657
- 658
- 659
- 660
- 661
- 662
- 663
- 664
- 665
- 666
- 667
- 668
- 669
- 670
- 671
- 672
- 673
- 674
- 675
- 676
- 677
- 678
- 679
- 680
- 681
- 682
- 683
- 684
- 685
- 686
- 687
- 688
- 689
- 690
- 691
- 692
- 693
- 694
- 695
- 696
- 697
- 698
- 699
- 700
- 701
- 702
- 703
- 704
- 705
- 706
- 707
- 708
- 709
- 710
- 711
- 712
- 713
- 714
- 715
- 716
- 717
- 718
- 719
- 720
- 721
- 722
- 723
- 724
- 725
- 726
- 727
- 728
- 729
- 730
- 731
- 732
- 733
- 734
- 735
- 736
- 737
- 738
- 739
- 740
- 741
- 742
- 743
- 744
- 745
- 746
- 747
- 748
- 749
- 750
- 751
- 752
- 753
- 754
- 755
- 756
- 757
- 758
- 759
- 760
- 761
- 762
- 763
- 764
- 765
- 766
- 767
- 768
- 769
- 770
- 771
- 772
- 773
- 774
- 775
- 776
- 777
- 778
- 779
- 780
- 781
- 782
- 783
- 784
- 785
- 786
- 787
- 788
- 789
- 790
- 791
- 792
- 793
- 794
- 795
- 796
- 797
- 798
- 799
- 800
- 801
- 802
- 803
- 804
- 805
- 806
- 807
- 808
- 1 - 50
- 51 - 100
- 101 - 150
- 151 - 200
- 201 - 250
- 251 - 300
- 301 - 350
- 351 - 400
- 401 - 450
- 451 - 500
- 501 - 550
- 551 - 600
- 601 - 650
- 651 - 700
- 701 - 750
- 751 - 800
- 801 - 808
Pages: