Bunlar hep ilk senelerin çetin mücadelesi, sıkıterbiyesi ve İmam’la Emine’den gelen irsî756tesirlerin muhassalasının757 eseriydi. O kadarnefret ettiği anasından ona hayli kuvvetli şeylergeçmişti. Kalbinin bir tarafında kendineıstırap758 verenleri hiç affedemeyen birkuruluk vardı, kindardı.Rabia’nın güneşli, neşeli tarafları, sanatistidadı Tevfik’den geliyordu. On bir yıldan fazlagece gündüz din, ahret diye her şeyinfevkinde759 iki mefhum760 öğretmeyeçalışmışlardı. Fakat o, fikirlerinden ziyadeinsanlara, yaşayan şeylere bağlı, sevdiği vakitölüme kadar sever, en küçük şefkattecellisiyle761 kalbi atar bir kadın olacaktı.Bu karışık canlı muammanın her unsurunulaboratuvarda çalışan bir âlim762 tecessüsü ilearayan Peregrini onunla fırsat düştükçekonuşur, sualler sorar, küçük gözleri kızınyüzünü delip dimağına763 batmak istiyormuşgibi Rabia’nın gözlerine bakardı. Fakat onu en
çok hayran eden kızın mûsikîye olanistidadıydı. Kulakları her sadâyı764 tammuhafaza ediyor, emsalsiz765 sesi her sadâyıtam veriyor ve zevki herhangi üstâdı tatminedecek kadar dürüst ve salim. Bunun içinPeregrini her yeni kompozisyonunu766 evvelâona çalar, onun fikrini ciddiyetle sorar, dinlerdi.Vehbi Dede de Rabia ile meşguldü. Fakatalakasını Peregrini gibi göstermiyordu. O,Peregrini gibi kızı tahlile767 uğraşmıyor,Rabia’nın meyillerini768 fıtratının icabı769 diyeolduğu gibi kabul ediyordu. Dede, tecrübeneticesiyle her insanın binbir zıt şeydenyoğrulmuş bir halita770 olduğunu biliyordu.Coşkun ve sıcak kalbi bu kızın çok şükür kitaşkınlıklarını tadil edecek,771 ihtiraslarına772baskı olacak dürüst bir muhakemesi,773perhizkâr temayülleri de vardı. Dede, onukendine bir nevi ruhanî evlât, fikirlerini,felsefesini sadeleştirip halka yayacak
müstakbel mürit telâkki etmeye başlamıştı.Onun için Rabia’yı düşünürken kendi kendine“Kalbinin şevki ve sevgisi sönmemeli fakatriyazete,774 sade hayatta kabiliyeti demuhafaza edilmeli,” derdi.696. Dünyanın.697. Aklı.698. Düzenleyicisi.699. Ayrıcalık.700. Yetenekli.701. Rastlamadım.702. Elverişli.703. Aktarılması.704. Yayıyorlar.705. Sayabilirdi.706. İnceliyor.707. Evliyalar.708. Tanıdıklarıydı.709. Gelecekteki.
710. Tarikat kardeşi.711. Pelerinli.712. Yabancı.713. Gezgin.714. Tanımladı.715. Dinden çıkardığı.716. Eski.717. Avrupai.718. Özen.719. Bahane.720. Kıyafet değiştirerek.721. Güvensizlik.722. Açık.723. Karagöz ve Hacivat oynatıcısı.724. İstekle, heyecanla.725. İnsan.726. Dışındaki.727. Yapaydır.728. Yayılan.729. Tanrı’nın varlığı ve birliği gibi dinintemellerinden sayılan inançları inkâr etme.730. Göstergesi.
731. Yönünü.732. İlkel.733. Tartışmalara.734. Diyarından.735. İyilik.736. Bağlı.737. Hastalık.738. Korkunç, hayalî yaratık.739. Tütün, sigara kutusu.740. Atıştırıyoruz.741. Gerilmiş.742. Dua.743. Akımlarını.744. Katmanı.745. Yüzünün.746. Ortaya çıkan.747. Başıboşluğuna.748. İzleri.749. Açıklığıyla.750. Karışımı.751. Bilinmezliğini.752. Oluşturuyordu.
753. İnceleyen.754. İlgi duyma.755. Perhize uygunluk.756. Genetik.757. Bileşkesinin.758. Acı.759. Üstünde.760. Kavram.761. Belirtisiyle.762. Bilim adamı.763. Zihnine.764. Sesi.765. Benzersiz.766. Bestesini.767. Çözümlemeye.768. Eğilimlerini.769. Yaradılıştan var olan.770. Birden çok öğeden oluşmuş karmaşık birbütün.771. Değiştirecek.772. Tutkularına.773. Akıl yürütmesi.
774. Nefsin isteklerini kırmaya.
11Rakım Amca, Rabia’yı mutfakta yakalar,sorar:— Dünyada en çok kimi seversin?— Tevfik’i.— Niçin?Ne bilsin? Benliğe kök salan gönül bağlarınıkim tarif edebilir? Tevfik çocuğun kuru bir çölzannettiği hayatta gördüğü ilk vaha,775 tatminedilmemiş emellerini şahsında toplayan biricikinsan. Mahrum olduğu ana şefkatini, beraberoynamak istediği muhayyel arkadaşıntuhaflıklarını onda bulmuş. Belki onun içinbabasının hizmetlerini o kadar itina ile görüyor,isteklerini seziyor, İmam’ın vaktiyle nasıl âb-dest suyunu dökerse Tevfik’in rakı tepsisiniöyle hazırlıyor, her gün aynı saatte önünegetiriyor. Fakat o “memnu776 ve günah” içkiyiTevfik’in önüne getirdikten sonra “amangeçmesin” diye koşup akşam namazını kılmayı
da tabiî777 buluyor.— Rabia babandan sonra kimi seversin?— Vehbi Dede’yi.— Niçin?Ne bilsin? Bilse Vehbi Dede’ninmukaddes778 bir ihtiyaç olduğunu söyleyecek,insani zaafları anlayan, affeden fakat kendisininbunların üstünde bir aziz olduğunu, bunun içinRabia’ya her zaman teselli ve kuvvet verdiğinianlatacak.— Daha sonra kimi?Bu defa biraz tereddütten sonra Rabia:— Sinyor Peregrini’yi, diyor.Rakım Amca’nın sesi titizleniyor:— Niçin?Rabia bunu da bilemez. Bilse Peregrini ilemünasebetinin779 bir saklambaç oyununabenzediğini, ona korku ve heyecan verdiğinisöyleyecek.— Beni, o gâvur kadar da mı sevmiyorsun?Cücenin gözleri sahibinden dayak yemiş birbî-çâre hayvan gibi yeisle doluyor. O vakit
Rabia’nın ince kolları boynuna dolanıyor:— Seni hepsinden çok severim, benimküçük Amcacığım, benim maymunAmcacığım, diyor.Ramazan’ın son haftasında bir gün RabiaPeregrini’ nin başında küçük bir fes, onumukabelesini dinleyen cemaat arasında gördü.Süleymaniye’deydi. Ne Peregrini ne dekendisine tapınır gibi bakan Rakım, onunzihnini meşgul etti. Her sanatkâr gibi sanatınhalkın arasında uyandırdığı heyecanlasarhoştu.Başındaki kubbenin kandillerine renklicamlardan süzülen renkli ışık vurmuş,karşısında bir tek kalpmiş gibi atan insankümesi, bu ziyada780 rüyaya benziyordu.Fakat Peregrini’nin arkasında, Vehbi Dede’ninkendini dinlediğinin farkına varır varmaz dilidolaştı, dudakları titredi.Dinî mûsikîsinin hâkimi olan bu büyük üstâdonu alt üst etti. Bir an durdu, baş örtüsününucuyla alnının terini sildi, gene başladı. Arapçaokuduğu ayetlerin ilk defa Türkçesini
düşünüyor, ilk defa anlayan ve anlatan birsesle okuyordu.— O çömlekçilerin kullandığı çamur gibi birçamurdan insanı yarattı ve o gökleri dumansızbir ateşten halk etti...781 İki Şarkın782 Rabbi...İki Garbın783 Allahı... Denizlerin üstündedağlar gibi yükselen gemiler onun... (Kâinat)üstündeki her şey fânî784 fakat Rabbim’inazametli785 ve heybetli yüzü ilelebet bâkî!Sesi yarım sadâlardan garip bir ahenkmozaiği işliyor, ayetlere sırrî786 bir güzellikveriyor ve İslam sırrîliğinin esasını teşkileden787 bu parçayı bugün okumasına VehbiDede tesadüften fazla bir şeymiş gibibakıyordu.Peregrini ve Vehbi Dede mukabelebitmeden çıktılar; avluda biraz güvercinleriseyrettiler. Piyanist helecanlıydı788 fakat işialaya vurmaya çalıştı:— Bu kızı, üstünde iki mum yanan herhangicami kubbesinin altına koysan, benim gibi
kâfirleri bile şaşırtan bir mûsikî yaratıyor. İçineAllah mı giriyor, şeytan mı giriyor, bilmem. Nesanat, ne sanat!Vehbi Dede gülmedi. Bir mesele halledergibi yavaş yavaş:— Ruhundaki zıd kuvvetler yalnız o zamanimtizaç789 ediyor, çocuk sanat dakikalarındaezelîyetle790 hemahenk791 oluyor, dedi.Rabia akşamları dükkânda çocuk alayınave gittikçe çoğalan yaşlı başlı mahalleliye biletkestikten sonra kapıyı kapar, babasının yanınagiderdi. Tevfik’in kâğıt parçalarına can verenellerinin çevikliği, ustalığı sesinin bazân birerkek, bazân bir kadın, bazân bir çocuk, hattâher cinsten ve içtimaî örnekten kadın, erkek,çocuk olması onu teshir ediyordu.792 Fakat ençok şaştığı şey, hiç mûsikî bilmeyen Tevfik’insesindeki âdetâ vahşi ahenge, bütünseyircilerin hayranlığı idi.Rabia, perde arkasında tef çalar, cüce ileberaber, cinler, periler ve ismi olmayan“göstermelik”ler, perdeye çıkınca, onların
homurtusunu, iniltisini, vızıltısını, hulasa793her lâzım gelen gürültüleri yapardı. Perdeninönündeki iskemlelerin birinde dâimâ başınaküçük gelen fesiyle Peregrini oturur, arkada,hasırın üstündeki çocuk alayı arasında VehbiDede’nin uzun külâhı görünürdü. İkisi desallana sallana gülerlerdi. Fakat bahçeyi ençok çınlatan Rabia’nın şakrak kahkahasıydı.Son gece Tevfik, küçük seyircilerinebedava şeker dağıttı. Onlar da dükkânın önüneyığıldılar, oyuncak davullarını vura vuraRamazan’a ve Tevfik’e “İşte geldi işte gidiyor”beytini bir ağızdan söyleyerek veda ettiler.Nihayet ellerinde fenerlerini aşağı yukarısallayarak kırık kaldırımları, çökük saçaklarıyer yer aydınlatarak geçtiler, gittiler. VehbiDede, arkalarından:— Her şey an, an nûr794 içinde, sonradaimî karanlık... İşte geldi, işte gidiyor... İnsanömrü, kâinatın hayatı nur içinde bir an görünüpsönen hayal... Bir gölge oyunu, dedi.Misafirler yukarı çıkınca Çingene Penbe ile
Şevket Ağa ellerinde yemiş tepsisiyle geldiler.Mutfakta onlara yemiş kahvaltı hazırlanırkenyukarıda her akşamdan fazla muhabbet havasıesiyordu. Kimi sigara içiyor, kimi hâlâ gülüyor,Tevfik koca bir mendil ile alnını siliyordu.Dede dedi ki:— Peregrini dostum, Tevfik kâğıtparçalarını yaşatırken, fikrin maddeye ne kadarhâkim olduğunu düşündün mü? Fikir gidinceinsan da kâğıt gibi cansız, mânâsız oluyor. Buakşam İsa’nın şu sözlerini hatırladım: “Allahölülerin değil, dirilerin Allah’ı”!...Peregrini ömründe ilk defa felsefî bir bahsegirmek istemedi. O, Tevfik’in cinleri, perilerioynatırken çıkardığı; sesi taklide çalışıyordu.Galip diyordu ki:— Beni dinleyin, çocuklar. Bu bin senelikKaragöz’ü zamana uyan kıyafetlerleyenileştirsek... Mesela Kızıl Sultan’ı795 veavanesini796 perdeye çıkarsak, cinayetlerini,rezaletlerini teşhir etsek,797 memlekette ihtilalolur mu dersiniz?
Cücenin gözleri evlerinden fırladı:— Galip Bey, Padişah’a dil uzatma, yoksahepimizin derisini diri diri yüzerler, içine samandoldurur, kuruturlar.Tevfik çenesini kaşıdı:— Nafile üzülüyorsun, Rakım. Bu zamandadeğil büyüklerin taklidini yapmak, insan kendikarısının taklidini yapsa, sürüyorlar. Benİstanbul’da yaşamak, İstanbul’da ölmekistiyorum.Zaten bağırmaktan kısılan sesi, hemenhemen işitilmiyordu, gözleri dolmuştu.Birdenbire girdiği hapishaneyi, çektiği sefaletlerihatırlamıştı. Kapının aralığından, elinde tabak,sofadan geçen Rabia’yı gördü:— Benim gibi cahil, kimsesiz adamabüyüklerin teveccühü798 lâzım, her işinbaşında büyüklere dua...Fakat, sanat kudreti ona kafasının gizli birköşesinde Zâti Bey’in Gelibolu’daki sefahatgecelerinden çıkarabileceği sahneyidüşündürüyordu.İki ay sonra Kabasakal Kıraathanesi sahibi
dükkâna geldi. Kıraathaneyi yeni boyatmış,baştan başa kırmızı kadife koydurmuştu.Haftada bir gece olsun Tevfik gelir,meddahlık799 eder miydi? Eski oyuncunungözlerinde şimşekler çaktı, yutkundu.Kıraathane sahibi hemen kabul edecekzannetti. Fakat gözlerindeki ateş birdenbiresöndü, başını salladı kat’î800 bir sesle:— Olamaz, dedi.Bir hafta sonra aynı adam gene geldi.Kıraathanede cuma akşamları Karagözoynatmasını teklif etti. Bu defa kara talihininpençesi onu gırtlağından yakalamış gibiydi.— Olur, dedi.775. Çöllerde suyun bulunduğu tarım veyerleşim bölgesi.776. Yasak.777. Olağan.778. Kutsal.
779. İlişkisinin.780. Işık altında.781. Var etti.782. Doğu’nun.783. Batı’nın.784. Gelip geçici.785. Heybetli.786. Gizemli.787. Esasını kuran.788. Heyecanlıydı.789. Uyum sağlıyor.790. Sıkıntıyla.791. Ahenkli.792. Büyülüyordu.793. Özet olarak.794. Işık.795. II. Abdülhamid’i.796. Çevresindekileri.797. Gözler önüne sersek.798. Arka çıkması, yakınlık göstermesi.799. Taklitler yaparak, hoş hikâye anlatarakhalkı eğlendirme işi.
800. Kesin.
12Rabia babasına gidince bütün mahallegözünü açtı.İmam’ın ve Emine’nin nasıl vaziyetalacağını801 tetkike802 koyuldu. Fakat Hacıİlhami Efendi’yle kızını en çok çekemeyenlerbile, onların vakur bir vaziyet aldıklarını,hislerini her ne olursa olsun, ele güne renkvermediklerini itirafa mecbur oldular.İmam bir intizar803 vaziyeti güdüyordu.Rabia’nın hafızlıktan kazandığı para, Paşa’nınkâhyası vasıtasıyla eline geldikçe Tevfik veRabia ile kendini bir nevi mütareke804aktetmiş805 farz edecekti. Biliyordu kitorununun kazancını ona hiçbir kanunvermeyecekti. Paşa’nın ve tarafeynin806rızasıyla807 yaptıkları bu mukaveleyi bozmakişine gelmiyordu. Emine’ye tenbihleri808 pek
katîydi.809 Sinekli Bakkal Sokağı’ndan hiçgeçmeyecek, Rabia’dan komşulara hiçbahsetmeyecek, Selim Paşa’nın karısına –şayet sokakta veyahut bir yerde tesadüfederse810– terbiyesizlik etmeyecekti.Emine bu şartları ister istemez kabul etti veilk aylar Rabia’ya beslediği gayzı811 ona,yalnız beş vaktinde beddua etmekle tatmin etti.Fakat Rabia ile muhitine beslediği alaka vetecessüs gün gittikçe içini yakıyordu. HerhaldeRabia’ya olan hıncı Tevfik’e karşı güttüğükinden daha şiddetliydi. Eğer kendi debilmeyerek bir gün Tevfik’in ona avdetini812bekliyor idiyse, o ümidi şimdi tamamensönmüştü.Ne kadar Tevfik’den nefret etse gene onukendi malı addetmiş,813 işaret ettiği herhangibir dakikada ayaklarına kapanacağına kanaatgetirmişti.814 Belki bu kanaati vaktiyle pek boşdeğildi. Fakat şimdi Rabia’nın babasını
tamamen eline aldığına, hiçbir zaman Emine’yebırakmayacağına emindi.Bütün bu hüzün arasında İstanbulBakkaliyesi’nin refahı, oradan taşan saadet,onun sızlayan yarasına tuz ekiyordu. Sefil veserseri bir Tevfik, nadim815 ve bedbaht816 birRabia... Bunları affetmese de, lakayt817kalabilirdi. Fakat onların mahalleye destan olansaadetleri, Emine’nin gayzını, damarlarını birateşe çevirmişti. Ve kimseye bundanbahsedememesi, içini dökememesi bütünbütün onu zehirliyordu.Rabia elinden gittikten dört beş ay sonraİmam’a verdiği söze rağmen, yavaş yavaşkomşulara içini açmak istedi. Fakat artıkmahallenin bu meselede alakası mâziyekarışmıştı... Komşular esniyor ve ekseri818 birişi bahane edip savuşuyorlardı.İmam bile Tevfik, Rabia masalından bıkmış,gına getirmişti. Emine bu bahsi819 açar açmazodasına çekiliyordu.Kadın, çok zaman, namazdan sonra ellerini
kaldırıyor –güya onu dinlemek için gökteninmiş bir Allah karşısında imiş gibi–, bağırabağıra Rabia’nın nankörlüğünden,yüzsüzlüğünden, Tevfik’in edepsizliğinden,kendisinin mazlumiyetinden820 şikâyetediyordu. Fakat İmam bu bir tek tesellisine denihayet verdi:— Böyle giderse mahalleli senitımarhaneye821 kapamak için arzuhal822verecek, duanı içinden et, be kadın, dedi.Böyle yarı mecnun823 olduğu günlerinbirinde, Sinekli Bakkal tazelerinden biri ona,gece oturmaya geldi. Gözlerini Emine’ningözlerine dikerek:— Emine Teyze, Tevfik Amca’nın ÇingenePenbe ile ahbaplığı bu günlerde pek yolunda,dedi.O, ateşi karıştırarak:— Şu surat düşkünü, çengi eskisi, çopurkarıyla mı, dedi.Taze kadın, Emine’nin yüzünü süzdü.Üzerinden geçen uzun ve acı seneler onu
kurutmuş, sarartmış, mütemadiyen kırptığıkirpikleri kısa, küçük gözlerinde fer824kalmamıştı. Fakat bu çirkin ve harap yüzün enkorkunç yeri ağzıydı. Düz, sıkı dudaklarbirbirine yapışmış, bir tek ince çizgi oluvermişti.Kapanmış, fakat hâlâ mor, eski bir bıçak yarasıgibi bir ağız... Emine’nin taze komşusu o kadaryakışıklı Tevfik’in bu iğrenç yüzde, vaktiyle nebulup da âşık olduğuna şaştı ve mânidar825bir sesle:— Bu oyuncular acayip oluyor, Teyze. Kimibeğeneceklerini kestirmek zordur. Bu günlerdeo çopur karıyı nikâh ederse, ben hiç deşaşmam, dedi.Emine yalnız kalınca mangalı karıştırdı,uzun düşündü. Kömürler kül olduktan sonrabile maşayı elinden bırakmamıştı. Ertesi sabahçarşıya gitmek için çıktı, fakat ayakları onuSinekli Bakkal Sokağı’na götürdü ve başınıdükkândan içeri sokup etrafı teftiş etti.826Tevfik henüz kalkmamıştı, Rakım mutfaktakahve pişiriyordu. Rabia, Emine’nin pek iyi
hatırladığı, teneke kutunun içindeki bozukparaları peykeye827 dökmüş sayıyordu.— Bu ne kurum,828 Rabia Hanım?Bu ses, Rabia’nın yüzünü ölü gibi sararttı,gözleri bir ölü görmüş gibi Emine’ye çevrildi.— Yılan gibi ne dimdik bakıyorsun?Tanımadın galiba... Baban, Penbe’yi nikâhedince gene ananın evine koşarsın... Ama ovakit ben sana dünyanın kaç bucak olduğunugösteririm.— Sana ne? Babama sen mi varacaksın?— Bari güleyim... Köpek gibi kapımdauluduğu vakit bile dönüp yüzüne bakmadım...— Merak etme, bundan sonra babam sanagözünün kuyruğuyla bile bakmaz...— Görürüz, Rabia Hanım...Emine baş örtüsünü yüzüne çekti, geldiğigibi birdenbire gitti. Sokakta ayak sesleriduymuştu, mahalleli onu orada görürse veİmam’a söylerse... Bu hiç işine gelmiyordu.Fakat olanca sür’atiyle829 köşeyi dönerkeniçinde zafer sevinci vardı. Rabia onun dükkâna
geldiğini Tevfik’e mutlak söyleyecek, Tevfik’ineski zaafı830 uyanacak, gene kapısınınönünde dolaşacak... Emine gene kah kahgülecek... Bu ne tatlı bir intikam olacaktı.Emine, bu güzel hulyâyı kurarken mutfaktaana kız kavgasını dinleyen cüce Rakım’ınzekâsını hesap etmemişti. O, Emine gidergitmez dükkâna koşmuş, Rabia ile uzun uzunkonuşmuştu. Tevfik’in zaafını o, herkestenfazla biliyordu. Emine’nin dükkâna geldiğiniTevfik’e söylemek tehlikeli olabilirdi. Ve Rabia,anasının bu garip ziyaretini babasınasöylemedi.Kış geçti, bahar geldi. Fakat Tevfik’ebenzer kimse, Emine’nin kapısındadolaşmıyordu. O, daha aksi, daha titiz, belki debiraz hastaydı. İkide birde nefesi kesiliyor,keskin bir sancı saplanmış gibi can evinitutuyordu. Kafası şimdi tamamen bir ölükafasına benzemişti. İki ihtiyar komşu bir günİmam’ı köşe başında yakaladılar. Emine’ninrengini beğenmediklerini, ne olur ne olmaz
kadını biricik evlâdıyla barıştırmak sevapolacağını anlattılar. İmam, “Estaizubillâh!”831diye mırıldanarak kadınlara arkasını çevirdi,gitti. Kadınlar bu defa Tevfik’i dükkânınkapısında yakaladılar, aynı şeyi ona açtılar.Tevfik’in rengi uçtu, dudaklar titredi. Rabia’nınbütün itirazlarına rağmen onu iki ihtiyar kadınlaEmine’nin elini öpmeye yolladı.Emine, elinde tespih, mor, mavi dudakları,her vakitten ziyade eski bir tek yara gibi,köşeye büzülmüş, oturuyordu.Havanın ılık olmasına rağmen, önündemangal vardı. Rabia’yı görünce, mezardankalkan bir ölü gibi minderden fırladı. Mor, mavi,eski yara ağız açılıyordu. Eski günlere rahmetokutacak bir gızletle832 Rabia’nın başına lanetyağmuru yağdırdı. Komşuların yanında buhareket ve zilletin tesiriyle Rabia, anasının nekadar bî-çâre,833 ne kadar hasta göründüğünedikkat etmedi. Kadının erimiş yüzü, içinebatmış gözleri onda, merhamet değil, çocuklukyıllarında çektiği meşakkati834 uyandırmıştı.
Dükkânda, aşağı yukarı dolaşarak,sabırsızlıkla kendini bekleyen babasınınyüzüne, ilk defa hiddetle haykırdı:— Bizi istemiyor... Ben sana demedim mi,diyerek hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.Bu, ana kızın birbirlerini son görüşleri oldu.801. Tavır koyacağını.802. İncelemeye.803. Bekleme.804. Anlaşma.805. İmzalamış.806. Tarafların.807. İsteğiyle.808. Uyarıları.809. Kesindi.810. Rastlarsa.811. Kini.812. Dönüşünü.813. Saymış.
814. İnanmıştı.815. Pişman.816. Mutsuz.817. İlgisiz.818. Çoğu.819. Konuyu.820. Zulme uğramışlığından.821. Akıl hastanesine.822. Dilekçe.823. Deli.824. Işık.825. Manalı.826. Yokladı.827. Duvara bitişik alçak tahta sedir.828. Kendini büyük görme.829. Hızıyla.830. Düşkünlüğü.831. Arapça “Allah’a sığınırım.”832. Kabalıkla.833. Çaresiz.834. Zorlukları.
13Selim Paşa’nın bahçıvanbaşısı altmışınıgeçkindi. Fakat arkası hâlâ dümdüz, vücuduince, bacakları eskisi gibi elastikiyetini835muhafaza ediyor,836 kolları kargalara taşatarken bir çocuk çevikliği gösteriyor, ayaklarıbir kaplan hafifliğiyle yere basıyor. Sokakta birsadrazam,837 kurumu838 ile yürür, bahçedeyirmi yaşının kuvvetiyle sıçrar. Yüzününderileri yanık ve buruşuk, fakat beyazkirpiklerinin arkasındaki mavi gözlerin ateşihâlâ sönmemiş, hattâ dişleri bile bembeyaz vekeskin. Beyaz sakalı ve bıyığı her zaman itinaile kesilir, azıcık kısa olan üst dudağının, kalkıkburnunun ifadesi onu hiddetli bir buldogköpeğine benzetir. Karnından ta koltuk altlarınakadar sarılan kırmızı kuşağın altındaki gövdehâlâ sırım gibi...Bu adamın, Manastır’a839 yakın köyündezengin addedilecek kadar, birikmiş parası
vardı. Gerçi eliyle yarattığı güzel bahçeyi hâlâkıskanç bir ihtirasla seviyordu, fakat aynızamanda da onu emniyetle terk edeceği birhalef840 yetiştirmek lüzûmunu hissediyordu.Kendi çocukları hep kız olduğu için yeğeniBilâl’i bu işe münasip gördü ve İstanbul’a ayakbastığı gün Selim Paşa konağının en gençhizmetkârı olarak kapılandı.841Ufak tefek tenevvülerden842 sarfınazar,843 bu on beş yaşındaki genç RumeliliBayram Ağa’nın sadık bir kopyasıydı. Kısa,mavi dizliğin örttüğü bacaklar biraz daha inceve çevik, ayaklar daha kaplan gibi, kırmızıkuşağın sardığı vücut daha körpe, kırmızı fesinuzun mavi püskülü, omuzlarına daha bariz844bir çalımla düşüyor. Amcasının aynı açık mavigözleri ve beyaz kirpikleri, yalnız burunbambaşka. Ucu uzun, delikleri açık ve kıvrık,ağız daha sıkı ve daha anut...845 Buldogvahşeti yerine bir şahinin mütehakkim846profili... İşte o kadar.
Yaşı küçük diye uşaklar, hemen işbuyurmaya kalktılar. Fakat o, ilk günü isyanetti. Mağrurdu, ateşliydi. Tokattan, tekmedenyıldırım gibi kaçar, başını kurtarır ve daha çoksıkışırsa maymun gibi bir ağaca tırmanır,avcılara meydan okuyan bir kaplan yavrusugibi orada, “Ben size gösteririm!” diye hırlardı.Ve yaşlı başlı ağalar bile onun beyaz kirpiklerarkasında ışıldayan gözlerinden ürker, kendihaline bırakırlardı.Bilâl yaştaki bir oğlan tembel tembeldolaşırken kendisinin mutfak bahçesinde suçekmesini muvafık847 bulmayan aşçıyamağı848 bir sabah elinde balık tavası, onubahçede kovaladı. Oğlan taflanların849üstünden sıçrayarak kaçarken birdenbire gülfidanlarının arasına düştü. Şam hırkalı, beyaztakkeli, uzun boylu bir adamla karşı karşıyageldi. Sabah namazından sonra hava almak,nadide güllerini koklamak için fidanlığa henüzgelmiş olan Selim Paşa, suratına top gibi atılanBilâl’in arkasında elinde tavasıyla aşçı
yamağını görünce köpürdü:— O ne? O ne?Yamak hemen Bilâl’in haylazlığından,tembelliğinden şikâyet etti:— Bu oğlan da nereden çıktı?— Bayram Ağa bendenizin yeğenibahçıvan çırağı.— Sen kim oluyorsun?— Aşçıbaşının yamağı bendeniz. Aşçıbaşısu istedi, oğlana, bir iki kova su çek dedim...— Def ol herif... Git kendi suyunu kendinçek!Yamak def oldu. Selim Paşa, arkası duvaradayalı, sinirden tırnaklarını kemiren çocuğuyukardan aşağı süzdü. Sarışın başın gururu,çilli, kırmızı yüzdeki soğuk, mavi gözlerinkudreti hoşuna gitti:— Bahçıvan olacağına memur olmak istermisin?Nasıl olmak istemezdi? İçinden:— Şimdi onların hepsine göstereceğim...diyordu.— Amcana söyle, tatil geçince aklıma
getirsin, seni Sultani’ye850 yazdırayım.Bu vak’a Bilâl’i uşakların iz’acından851tamamen kurtardı. Fakat bahçedeki işi bitinceiçi sıkılıyor, sokak sokak dolaşıyor. Kendisinebir arkadaş arıyordu.Evvelâ Sinekli Bakkal’da oynayan çocukkümesi etrafında dolaşmaya başladı.Gözlerinde, her girdiği kalabalığa baş olmakarzusunu ve kabiliyetini gördükleri için büyükçocuklar aralarına almak istemediler. Kılığı ile,telaffuzuyla alay ederek sokaktanuzaklaştırmak istediler. Fakat o, inadından,kibirinden her gün başlarına geliyor, dişlerini,yumruklarını sıkıyor, “Ben size gösteririm!”diyordu. Artık o, Sinekli Bakkal’ın köşesinidöner dönmez bütün çocuklar, “‘Ben sizegösteririm!’ geliyor!” diye bağırıyorlardı.Bilâl, İstanbul Bakkaliyesi’ni busergüzeştleri esnasında keşfetti. Bir sabahlevhanın yazılarını hecelemeye çalışırken gözüdükkânın önüne yayılan mallara ilişti. Küfe küfeçavuş üzümleri, içleri kan kırmızı, kabukları
zümrüt gibi karpuzlar, dilimlerinden bal akankavunlar, pencereye istif edilmiş852kuruyemişler... İçeriye dalıp keçi boynuzualmak istedi. Fakat birdenbire kapıya çıkan,elindeki kocaman sineklik ile yemişlerden sinekkovan bakkal kızdan ürktü, geri çekildi. Kız,başına beyaz bir tülbent örtmüş, fakatarkasından üç kumral örgünün yarısı açıkta,uçları belinde sallanıyordu.Bakkal kızın yeşil mevceli altın gözleriBilâl’e bakmadı bile... Mektebe giden bir kızçocuğu kafilesine kâğıt, kalem, sakız vesairesatıyordu.Kıyafeti, mektep çocuğu alayından başkadeğildi, yalnız bacakları uzun, başı havada vehepsinden daha toplu, daha etrafına hâkim...Hem konuşuyor, hem zayıf elleri Bilâl’ingözlerini kamaştıran bir sür’atle paket yapıyor,arada ince kaşlarını kaldırıyor, yabancı kılıklı,yabancı yüzlü oğlana gözleri ilişiyordu.Herhalde çocuklar gittikten sonra hâlâ yerindekakılmış gibi duran ve gözlerinin içine bakan buvilayet çocuğundan bakkal kızı hoşlanmamıştı.
Haşin bir sesle sordu:— Ulan adın ne?— Bilâl.— Suratıma öküz gibi ne bed bed853bakıyorsun? Çek arabanı...Bilâl sokaktan her vakitten daha ağır, dahakurumlu, uzun kollarını sallaya sallaya çıktı.Kılığının, lâkırdısının İstanbul’dan başkaolmasını ilk defa bütün acılığı ile duyuyordu.İstanbul’dan birdenbire nefret duyuyor,Manastır’ı mukaddes854 bir kıt’a855 gibihatırlıyor ve bu kibirli şehire Manastır’ın ne malolduğunu göstermeye kendi kendine yeminediyordu. Bununla beraber ona bu kadar acıveren sokakta gene her gün dolaşıyordu.Bakkal kızla, gözden göze birbirlerineilânıharp856 etmiş gibi bakışıyorlardı. İkisi debirbirinin konakla münasebetini bilmiyorlardı.Bir akşamüstü, Sabiha Hanım’a gülgetirmek için bahçeye çıkan Rabia, Bilâl’ifidanlıkta buldu.— Sen burada ne arıyorsun?
Rabia’yı orada görünce şaşkınlıktanparmağına batırdığı gül dikenini emmeyeçalışan Bilâl de aynı suali857 tekrar etti:— Sen ne arıyorsun?— Bayram Ağa nerede? Hanımefendi gülistiyor.Bakkal kızın konak halkındanmış gibikonuşuşu, Bayram Ağa’nın yeğeninidüşündürdü. Sakın, uşakların hayranlıklabahsettikleri hafız kız bu olmasın!Gülleri kesti, demet yaptı. Sonra bir tek sarıgül kopardı. Utancından yüzü pancar gibi, kızabakmaya cesaret edemeyerek, gülü uzattı.Rabia’nın ilk hissi, gülü ayağı altındaezmek, Bilâl’in suratına fırlatmaktı. Fakat sarıgülleri o kadar severdi ki bilaihtiyar858 Bilâl’inuzattığı gülü burnuna götürdü, kokladı...Mülayimleşen859 bir sesle:— Bizim sokağa bir daha gelirsen, dükkânauğra... Ben de sana şeker veririm, dedi.
835. Esnekliğini.836. Koruyor.837. Osmanlı’da başbakan.838. Havası.839. Makedonya’da bir şehir.840. Ardından gelerek onun yerini alacakkimse.841. Yerleşti.842. Değişikliklerden.843. Dikkate alınmazsa.844. Belirgin.845. İnatçı.846. Hükmeden.847. Uygun.848. Yardımcısı.849. Karayemiş ağaçlarının.850. Galatasaray Lisesi.851. Rahatsız etmesinden.852. Dizilmiş.853. Kötü kötü.854. Kutsal.855. Toprak.
856. Savaş ilanı.857. Soruyu.858. Elinde olmadan.859. Yumuşayan.
14Tevfik, Kabasakal Kıraathanesi’ndeperdesini kurdu, şem’asını860 yaktı. Fakatperdeye aksettirdiği861 gölgeler seyircileri hemdüşündürüyor, hem güldürüyordu.Oyun eski oyundu ve her vakit Padişah’ınömrüne dua ile başlar, dua ile biterdi. Kâğıtkuklaların kıyafetlerinde de zâhirî862 birtahavvül863 yoktu. Fakat ruhları değişmişti.Mesela “Mirasyedi” o an’anevi aptal züppe,küçükbey değildi. Dalkavukları parasını alıponu maskara etmiyorlardı. Tevfik’in Mirasyedisibecerikli ve kurnazdı. Parası hiç tükenmiyordu.Abdülhamid’in mürteşî,864 azılı büyükmemurlarından pek farklı değildi, hattâ vaktiyleGelibolu Mutasarrıfı865 olan zamanın DâhiliyeNazırı Zâti Bey’e benzemiyor değildi. Arnavutrolüne çıkan kâğıt kukla zamanıntüfekçibaşısını866 çok hatırlatıyordu. Kıyafet,
üslup, ifade hep eski fakat “sembol”ler yeni idi.Yalnız bunu o kadar sanatkâr bir karışıklıkla,mantığa sığmaz vak’alar arasında gösteriyorduki onu yakalayıp şunun bunun karikatürünüyapmakla itham etmek867 çok müşküldü.Halk sınıfına mensup örnekleri Tevfikdoğrudan doğruya açık ve realist bir ifadeyleyaşatıyordu. Zâhiren mutî,868 dalkavuk,büyüklerin yüzüne gülüyorlar, arkalarındanalay ediyorlar, terzil ediyorlar;869 kalplerindeadalet hissinden doğma bir isyandanziyade870 kıskançlıktan vücuda gelen bir gayzve gızlet...871 Daha ziyade menfî872sahalarda söyleyen, yaşayan Abdülhamiddevrinin halkı. Karagöz’ün kendisi Tevfik’inelinde aslından daha sevimli ve mânâlıolmuştu. O da bütün öteki çaresiz halk gibidalkavuk, onlar gibi geveze. Kulağındapatlayan şamarı, tepesine inen yumruğusırıtarak hazmediyor, fakat tavrı ile başka türlüharekete imkân olmadığını anlamak isteyen
pratik bir halk filozofu olduğunu gösteriyordu.Tevfik, Kabasakal Kıraathanesi’nin gündengüne artan müdavimlerinin873 ısrarıyla haftadaiki akşam da meddahlık etmeyi kabul etmişti.Söylediği, daha doğrusu temsil ettiği hikâyekahramanlarının tuhaflığı ağızdan ağızayayılmıştı. Gene Tevfik kibar davetlerinde enparlak numara oluvermişti. Kıraathaneyedevam eden birkaç muharrir874 onahikâyelerini “piyes”875 haline sokmayı teklifettiler. Reddetti. Kendi yarattığı karakterleri herdefasında kendi bildiği gibi başka başkakonuşturmakta ısrar etti.Eğer Tevfik, meramını876 anlatabilseydisanatın yazıda değil, her an değişen hayattaolduğunu söyleyecekti. Ve eğer para denilenşeyin kıymetini bilseydi bu fırsatta âdetâ zenginolabilirdi. Fakat kazancı bir elinden giriyor, birelinden çıkıyordu.Artık dükkânla meşgul olacak hiç vakti yok.İşi Rakım’a ve zamanı oldukça Rabia’yabırakmıştı. O, üç akşam Kabasakal’da,
sabahları öğleye kadar yatakta, öğleden sonrada hikâyelerini meşk etmekle877 vakitgeçiriyordu. Rakım’la Rabia Tevfik’in yenidenparlayan ikbalinin878 güneşinde ısınıyorlar veonun muvaffakiyetiyle ondan çok sermest879oluyorlardı.Ve Rabia büyüyordu. Sırf kol, bacakuzamasından ibaret bir büyüyüş değil,benliğinden hâsıl olan başkalıkla, yeni kudretleolgunlaşan bir büyüyüş. O, Sinekli Bakkal’ıbabasından çok meşgul ediyordu.Yaşıtlarından bir baş uzun, kafası dimdikkarşısındakilerin gözlerine bakmaktansıkılmayan cesur bakışlı, servi vakarıyla880dolaşan bir kız. Bir kadın gibi gençlik çağınagelince fukara sınıfın işçi kadınlarının kıyafetiniseçti. Uzun, bol bir siyah yeldirme881 beldenaşağı düşen beyaz patiska baş örtüsü veüstünde her zaman arkaya atılan ve hiçbirzaman inmeyen bir peçe. Esasen882 hangiişçi, küçük satıcı kadın esnaf yüzünü
örtüyordu?Derisi güneşten tunç gibi yanmış, dolu vemesut883 hayatının tesiriyle sevimli ağzındakieski çizgiler hemen hemen tamamen silinmiş,Sinekli Bakkal delikanlılarının rüyalarına girenbir simâ olmuştu. Evlenmek çağına gelmişkızlara söz atmak, bıyık bükmek, hattâtenhada çimdiklemek meşru884 olmaklaberaber bir tek delikanlının ona bu şeyleriyapmaya cesareti yoktu. Hafızlığından gelenyarı mukaddes vaziyeti, serbest tavrı, bilhassakeskin, hazır cevap mütecaviz dili genç, yaşlıher erkeğe kendini saydırıyordu.Mahallede, o yaşta herhangi kıza kocabulmayı vazife885 bilen kocakarılar ona eşerkek düşünemiyorlardı. Erkekler bir ayakevvel evlenmesine taraftardılar. Kız SinekliBakkal’ın erkek dünyasına meydan okuyan birbayrak gibiydi. Fakat onlar da aralarında hiçbirdelikanlıyı ona eş olabilecek kadar yüreklibulmuyorlardı.Rabia’nın mahallelinin zihnini bir muamma
gibi yorduğu bu günlerde Tulumbacıbaşı SabitBeyağabey avanesini886 başına topladı,mahalle kahvesinin bir köşesinde Tevfik’inkızının evlenmesi meselesini müzakereetti.887 Rabia ona yüzü maskeli “Arap özengi”gibi erkek pehlivanların mertliklerine bir lekegibi görünüyordu.Takıma yeni intisap eden888 alaycı birgenç:— Sen mahalle yiğitlerinin başındasınAğabey... Bekârsın da... Bu kızı yola getirmeksana düşer. Başka hangi kabadayı onunburnunu kırabilir?Sabit Beyağabey avuçlarına tükürdü,ellerini ovdu.— Yarın bir dükkânda kendimi göstereyim,ötesi kolay...Müstehzî genç güldü:— Ötesi onlar ermiş muradına...Sabit Beyağabey, mahalle tulumbacıbaşlarıarasında en hatırı sayılanlardandı. BayezidKulesi işareti çeker çekmez, köşklü, elinde
kırmızı feneriyle köşe başında döne dönenârasını atar atmaz, Sinekli Bakkal takımıkolsuz, kırmızı fanilalarını başlarından geçirir,ayaklarına çarıklarını takar, tulumbaomuzlarında, Sabit Beyağabey’in siyah atınınarkasından tabanlarını kaldırırlardı. Onunnâraları öteki takımların nârasını kedimiyavlaması gibi ehemmiyetsiz bırakır, onlarınçevik bacakları mutlak en evvel yangın yerineerişirdi.Dünyanın her tarafında böyle külhanî erkekteşkilâtlarında olduğu gibi, onların dayakışıksız halleri vardı. Fakat gene o biçimerkek teşkilâtlarında olduğu gibi kendilerinemahsus babayiğitlik, nâmus ölçüleri de vardı.“Tozkoparan.... canyakan” nârasının sahipleri,takımlarının ahlak nizamına889 çok sıkımerbuttular.890Sinekli Bakkal’ın tenha olduğu öğle üstüsaatlerinden birinde birkaç delikanlı köşeninbaşında dolaşmaya başladı. Sabit Beyağabeyonların yanından ayrıldı, İstanbul
Bakkaliyesi’ne daldı.Rabia yalnızdı. Kendisine bu ziyaret içinbilhassa çekidüzen veren zengin kıyafetli SabitBeyağabey’e bakmadı bile. Halbuki o, alnındakikabadayılık maceralarından kalma eski yarayerini göstermek için küçük kara fesini dahaçok arkaya itmiş, etrafındaki ipek mendilin ucuomzuna daha cakalı sarkmış, ağzını içindetespit edilmiş bir nâra varmış gibi, çarpıtmış,kolları yanında testi kulpları gibi zaviye-ikaime891 yapıyor, en çalımlı tavrıylayürüyordu.Rabia’nın lakaydisine892 canı sıkıldı.Dükkânın hemen ortasını bulmuştu. Birazöksürdü. Fakat kız, gözleri önünde açık duranbir defterde onu işitmemiş gibiydi. Başınıçevirdi, iki metre öteye koltuğunun altından birtükürük fırlattı, uzun bıyıklarını yeniyle893 sildi.— Rabia Abla, bana bak, beni dinle.— Kör değilim ya, görüyorum; sağır değilimya, işitiyorum.— Benim kim olduğumu biliyor musun? Ben
adamı ne yaparım...— Bakayım, bakayım kim oluyormuşsun?Tulumbacıbaşı! Adama ne yaparmışsın? Ablandün dükkâna geldi, kolunu kırmışsın, sargıylageziyor. Daha ne yaparsın bakayım? Çeşmebaşında kızları ürkütürsün, köpek yavrusunuda çiğnersin... Daha başka ne yaparsınbakayım?Altın gözlerin yeşil alevleri SabitBeyağabey’in yüzüne dolaştı. Daha dünörgülerini sallaya sallaya sokakta dolaşan kızçocuk bu muydu? Buna mağlup olursaavanesinin nasıl yüzüne bakardı? Ağzını birazdaha çarpıttı, korkunç olmaya çalışan birsesle:— Ben adamı bir lokma yapar yutarım,bana adıyla sanıyla... diye başladı. Fakatbitiremedi, Rabia fırlamış üstüne geliyordu:— Ya öyle mi? Ama ben senin ağzınınlokması değilim. Seni köpek yavrularınınumacısı,894 seni korkak külhanbeyi! Baketrafta kimse yok. Bakayım bana neyapacaksın? Al sana... tu... tu... tuuu...!
Sabit Beyağabey sahiden korktu, Rabiabağırmakta devam ederse mahalle onu yalnızvaktini gözletip bacak kadar kıza sataşmayageldi sanacak, halbuki onun maksadı sadecebiraz caka satmaktı. Kekeleyerek kızıteskine895 çalıştı:— Rabia Abla, ben sana sataşmayagelmedim... Böyle bir şey aklımdan geçtiyseköpek olayım. Eteğinin ucuna dokunanı ben çiğçiğ yerim. Vallahi... Billahi...O kadar Rabia’yı ikna etmek istiyordu ki, okadar yiğitliğini ispat etmek istiyordu kitulumbasına yemin için “Tozkoparan,canyakanın başına...” diye başlayınca Rabiabütün bütün çileden çıktı. Kafasına fırlatmakiçin dükkânda bir şey ararken bir taraftan dabağırıyordu:— Sus köpek, hayvan, def ol, benim seninhimayene ihtiyacım mı var? Ben senin gibiköpeklerin haddini bildirmez miyim?Kız kudurmuş gibiydi. Ağabey bu defaricatı,896 hattâ acilen ricatı kabadayılığa
tamamen muvafık buldu. Nefes nefese köşebaşına koştu, “haydi öteki sokağa”kumandasıyla hepsini ta Selim Paşa’nınkonağının kapısına kadar sürükledi. Oradadurdu, en ağır tavrıyla:— Bu mahallede Rabia Abla’nın pabucunusilmeye lâyık erkek yok, diye başladı, kim onayan bakarsa kemiklerini kırar, anasınıağlatırım, diye bitirdi. Gençler hep koltuklarınınaltından iki metre uzağa birer tükürük fırlattılar,bıyıklarını ağabeyvari897 yenlerine sildiler,“Yaşasın be... yangına giderken dükkânınönünde hep nâra atarız,” dediler.Sabit Beyağabey telaşla:— Hayır, hayır, dükkânın önündengeçerken fare gibi sessiz... anlaşıldı mı, dedi.Anlaşıldı. Sabit Beyağabey Takımı, SinekliBakkal Sokağı’ndan geçerken artık sağa solabakmaz, kimseye omuz vurmaz oldu.
8601. Perdesinin mumunu.861. Yansıttığı.862. Görünüşte.863. Değişiklik.864. Rüşvet yiyen.865. Yöneticisi.866. Padişah’ı ve sarayı korumakla görevliaskerlerin başı.867. Suçlamak.868. Söz dinleyen.869. Küçük düşürüyorlar.870. Çok.871. Kabalık.872. Olumsuz.873. Devamlı müşterilerinin.874. Yazar.875. Oyun.876. Amacını.877. Provasını yapmakla.878. Yükseliş.879. Sarhoş.880. Ağırbaşlılığıyla.
Search
Read the Text Version
- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- 8
- 9
- 10
- 11
- 12
- 13
- 14
- 15
- 16
- 17
- 18
- 19
- 20
- 21
- 22
- 23
- 24
- 25
- 26
- 27
- 28
- 29
- 30
- 31
- 32
- 33
- 34
- 35
- 36
- 37
- 38
- 39
- 40
- 41
- 42
- 43
- 44
- 45
- 46
- 47
- 48
- 49
- 50
- 51
- 52
- 53
- 54
- 55
- 56
- 57
- 58
- 59
- 60
- 61
- 62
- 63
- 64
- 65
- 66
- 67
- 68
- 69
- 70
- 71
- 72
- 73
- 74
- 75
- 76
- 77
- 78
- 79
- 80
- 81
- 82
- 83
- 84
- 85
- 86
- 87
- 88
- 89
- 90
- 91
- 92
- 93
- 94
- 95
- 96
- 97
- 98
- 99
- 100
- 101
- 102
- 103
- 104
- 105
- 106
- 107
- 108
- 109
- 110
- 111
- 112
- 113
- 114
- 115
- 116
- 117
- 118
- 119
- 120
- 121
- 122
- 123
- 124
- 125
- 126
- 127
- 128
- 129
- 130
- 131
- 132
- 133
- 134
- 135
- 136
- 137
- 138
- 139
- 140
- 141
- 142
- 143
- 144
- 145
- 146
- 147
- 148
- 149
- 150
- 151
- 152
- 153
- 154
- 155
- 156
- 157
- 158
- 159
- 160
- 161
- 162
- 163
- 164
- 165
- 166
- 167
- 168
- 169
- 170
- 171
- 172
- 173
- 174
- 175
- 176
- 177
- 178
- 179
- 180
- 181
- 182
- 183
- 184
- 185
- 186
- 187
- 188
- 189
- 190
- 191
- 192
- 193
- 194
- 195
- 196
- 197
- 198
- 199
- 200
- 201
- 202
- 203
- 204
- 205
- 206
- 207
- 208
- 209
- 210
- 211
- 212
- 213
- 214
- 215
- 216
- 217
- 218
- 219
- 220
- 221
- 222
- 223
- 224
- 225
- 226
- 227
- 228
- 229
- 230
- 231
- 232
- 233
- 234
- 235
- 236
- 237
- 238
- 239
- 240
- 241
- 242
- 243
- 244
- 245
- 246
- 247
- 248
- 249
- 250
- 251
- 252
- 253
- 254
- 255
- 256
- 257
- 258
- 259
- 260
- 261
- 262
- 263
- 264
- 265
- 266
- 267
- 268
- 269
- 270
- 271
- 272
- 273
- 274
- 275
- 276
- 277
- 278
- 279
- 280
- 281
- 282
- 283
- 284
- 285
- 286
- 287
- 288
- 289
- 290
- 291
- 292
- 293
- 294
- 295
- 296
- 297
- 298
- 299
- 300
- 301
- 302
- 303
- 304
- 305
- 306
- 307
- 308
- 309
- 310
- 311
- 312
- 313
- 314
- 315
- 316
- 317
- 318
- 319
- 320
- 321
- 322
- 323
- 324
- 325
- 326
- 327
- 328
- 329
- 330
- 331
- 332
- 333
- 334
- 335
- 336
- 337
- 338
- 339
- 340
- 341
- 342
- 343
- 344
- 345
- 346
- 347
- 348
- 349
- 350
- 351
- 352
- 353
- 354
- 355
- 356
- 357
- 358
- 359
- 360
- 361
- 362
- 363
- 364
- 365
- 366
- 367
- 368
- 369
- 370
- 371
- 372
- 373
- 374
- 375
- 376
- 377
- 378
- 379
- 380
- 381
- 382
- 383
- 384
- 385
- 386
- 387
- 388
- 389
- 390
- 391
- 392
- 393
- 394
- 395
- 396
- 397
- 398
- 399
- 400
- 401
- 402
- 403
- 404
- 405
- 406
- 407
- 408
- 409
- 410
- 411
- 412
- 413
- 414
- 415
- 416
- 417
- 418
- 419
- 420
- 421
- 422
- 423
- 424
- 425
- 426
- 427
- 428
- 429
- 430
- 431
- 432
- 433
- 434
- 435
- 436
- 437
- 438
- 439
- 440
- 441
- 442
- 443
- 444
- 445
- 446
- 447
- 448
- 449
- 450
- 451
- 452
- 453
- 454
- 455
- 456
- 457
- 458
- 459
- 460
- 461
- 462
- 463
- 464
- 465
- 466
- 467
- 468
- 469
- 470
- 471
- 472
- 473
- 474
- 475
- 476
- 477
- 478
- 479
- 480
- 481
- 482
- 483
- 484
- 485
- 486
- 487
- 488
- 489
- 490
- 491
- 492
- 493
- 494
- 495
- 496
- 497
- 498
- 499
- 500
- 501
- 502
- 503
- 504
- 505
- 506
- 507
- 508
- 509
- 510
- 511
- 512
- 513
- 514
- 515
- 516
- 517
- 518
- 519
- 520
- 521
- 522
- 523
- 524
- 525
- 526
- 527
- 528
- 529
- 530
- 531
- 532
- 533
- 534
- 535
- 536
- 537
- 538
- 539
- 540
- 541
- 542
- 543
- 544
- 545
- 546
- 547
- 548
- 549
- 550
- 551
- 552
- 553
- 554
- 555
- 556
- 557
- 558
- 559
- 560
- 561
- 562
- 563
- 564
- 565
- 566
- 567
- 568
- 569
- 570
- 571
- 572
- 573
- 574
- 575
- 576
- 577
- 578
- 579
- 580
- 581
- 582
- 583
- 584
- 585
- 586
- 587
- 588
- 589
- 590
- 591
- 592
- 593
- 594
- 595
- 596
- 597
- 598
- 599
- 600
- 601
- 602
- 603
- 604
- 605
- 606
- 607
- 608
- 609
- 610
- 611
- 612
- 613
- 614
- 615
- 616
- 617
- 618
- 619
- 620
- 621
- 622
- 623
- 624
- 625
- 626
- 627
- 628
- 629
- 630
- 631
- 632
- 633
- 634
- 635
- 636
- 637
- 638
- 639
- 640
- 641
- 642
- 643
- 644
- 645
- 646
- 647
- 648
- 649
- 650
- 651
- 652
- 653
- 654
- 655
- 656
- 657
- 658
- 659
- 660
- 661
- 662
- 663
- 664
- 665
- 666
- 667
- 668
- 669
- 670
- 671
- 672
- 673
- 674
- 675
- 676
- 677
- 678
- 679
- 680
- 681
- 682
- 683
- 684
- 685
- 686
- 687
- 688
- 689
- 690
- 691
- 692
- 693
- 694
- 695
- 696
- 697
- 698
- 699
- 700
- 701
- 702
- 703
- 704
- 705
- 706
- 707
- 708
- 709
- 710
- 711
- 712
- 713
- 714
- 715
- 716
- 717
- 718
- 719
- 720
- 721
- 722
- 723
- 724
- 725
- 726
- 727
- 728
- 729
- 730
- 731
- 732
- 733
- 734
- 735
- 736
- 737
- 738
- 739
- 740
- 741
- 742
- 743
- 744
- 745
- 746
- 747
- 748
- 749
- 750
- 751
- 752
- 753
- 754
- 755
- 756
- 757
- 758
- 759
- 760
- 761
- 762
- 763
- 764
- 765
- 766
- 767
- 768
- 769
- 770
- 771
- 772
- 773
- 774
- 775
- 776
- 777
- 778
- 779
- 780
- 781
- 782
- 783
- 784
- 785
- 786
- 787
- 788
- 789
- 790
- 791
- 792
- 793
- 794
- 795
- 796
- 797
- 798
- 799
- 800
- 801
- 802
- 803
- 804
- 805
- 806
- 807
- 808
- 1 - 50
- 51 - 100
- 101 - 150
- 151 - 200
- 201 - 250
- 251 - 300
- 301 - 350
- 351 - 400
- 401 - 450
- 451 - 500
- 501 - 550
- 551 - 600
- 601 - 650
- 651 - 700
- 701 - 750
- 751 - 800
- 801 - 808
Pages: