881. Çarşaf yerine kullanılan baş örtüsü ilebirlikte giyilen hafif üstlük.882. Doğrusunu isterseniz.883. Mutlu.884. Olağan bir şey.885. Görev.886. Çevresindekileri.887. Konuştu.888. Katılan.889. Düzenine.890. Bağlıydılar.891. Dik açı.892. İlgisizliğine.893. Giysinin koluyla.894. Baş belası.895. Sakinleştirmeye.896. Geri kaçmayı.897. Ağabey gibi.
15Yeni Dâhiliye Nazırı Zâti Bey’in yıldızıparladıkça Zaptiye Nazırı Selim Paşa’nın ikbalisönmeye898 yüz tuttu. O hâlâ Padişah’ınsadık bendesi,899 hâlâ padişah düşmanlarınınkafasını eski şiddetiyle eziyor da, Padişah’tanne iltifat görüyor ne de şişman, kırmızı atlaskeseler eline sıkıştırılıyor. Konağın debdebesimaaşla idame edilemezdi.900 O ecdaddan901kalma han, hamam, dükkân ne kalmışsa birerbirer satıyor, evin masraflarını kısıyordu.Zaptiye Nazırı sıfatıyla onun için başkayerden para edinmek hâlâ kolaydı. Fakat onunda kendine mahsus bir nâmus ölçüsü vardı.İhsan-ı şâhâne902 meşrûydu,903 çünküdevlet demek Padişah demekti, o liyakatlibendesini904 dilediği gibi mükâfatlandırırdı.905Rüşvet bir hıyanetti,906 milletin cebindençalınırdı. Ona bu aralık rüşvet teklif edenler
ömürlerinin sonuna kadar nadim oldular.907Bu sıkıntılı günlerinde Paşa milletler gibihükümdarların da hafızaları kısa olduğunuanladı. Vazife diye Padişah’a bir çoban köpeğigibi hizmette devam etti. Fakat çok dertliydi,kendini unutmak için her akşam SabihaHanım’ın odasına gidiyor, en çok Rabia’nınhuzuruyla908 eğleniyor, onun Sinekli Bakkaldedikodusunu dinliyordu. Bu akşam kalınkaşlarını kaldırdı. Azıcık müstehzî dedi ki:— Sen artık dükkândan çekilsen nasıl olurAbla?— Olamaz. Tevfik’in hiç alışverişle alakasıyok, Rakım mal almaya, müşteriye malgötürmeye mecbur olduğu zaman dükkâna kimbakacak?— Tevfik hepinizi geçindirecek kadarkazanıyor.— Doğru, fakat bir elinden giriyor, birelinden çıkıyor... Hem benim çekildiğimi nedenistiyorsunuz, Paşa Efendi?Selim Paşa için için güldü. Ne söylesin?
Büyüdüğünü, güzelleştiğini, mahalledelikanlıları için bir tehlike olduğunu nasılsöylesin? Gerçi bu kıza, bu da söylenebilirdi.Onun kalın sesinde, dik kafasında yetişmiş birerkeğin muvazenesi, kudreti vardı. Paşa’nınkonakta görmeye alıştığı, mütemadiyencinsiyetini teşhir eden, cinsiyetini istismaretmeye909 uğraşan kadınlardan o, ne kadarbaşkaydı. Onun gözü de, gönlü de okşayan birsevimliliği vardı. Düzgünsüz, allıksız, rastıksız,sürmesiz! Sıkı örülmüş saçların kendine görebir zarafeti var. Erkek çocuk gibi dar kalçaları,omuzların, göğsün göze batmayan belirsizyuvarlaklığı, bunlar hep ona vahşi bir gül fidanıcazibesini veriyordu. Paşa sakalını karıştırdı.Biraz mütereddit:910— Dükkâna bazân ipsiz, sapsızlar dagelir... Bu civarda sen yaşta, sen yüzde birkadının bakkallık etmesi doğru değil, dedi.— Annem de genç yaşında bakkallık etmiş,Zarafet Bacı Aksaray’da dolma satıyor...— O, ihtiyar ve Arap.
— Bayezid avlusunda tespih satan kadınhem genç, hem benden beyaz.Sabiha Hanım atıldı:— Aman Paşa... Rabia’nın başaçıkamayacağı ipsizin sapsızın ben alnınıkarışlarım.Rabia gülerek iki gün evvel geçen SabitBeyağabey macerasını anlattı. Bu,Hanımefendi’yi pek eğlendirdi, fakat Paşa,gene kaşlarını çattı.İçinde merhamet, takdir, isyan hep biribirinekarışmıştı. Onu, dini ve cinsiyeti, kadınlarıhimaye etmeye mecbur ediyordu. El kadar birkızın bir erkek mesuliyeti911 alması içinedokunuyordu:— Senin başında adamakıllı bir erkeklâzım, İmam’a varıncaya kadar seni himayeetmek onların borcu. Dükkâna it, çakal dalıncababan nerede?Biraz durduktan sonra gülümsedi ve devametti:— Neyse, artık Sinekli Bakkal’da SabitBeyağabey Takımı artık uslu oturur. Fakat ne
olsa ev bark olmanın zamanı geliyor.Rabia’nın burnunun üstü kırışarak güldü:— Sanki ben bunu düşünmüyor muyum?Fakat benim gibi sıska, çalı süpürgesi kılıklıkızı kim alır?— Tevfik evlenirse sen görürsün!— İşte o olamaz. Penbe Teyze’nin niyetibozuk, fakat babama göz atarsa, gözünüoyacağımı dobra dobra söyledim. Artık Tevfik’eyanık yanık bakmıyor.Sabiha Hanım esnedi:— Aman Paşa, sen de herkesi evlendirmekistiyorsun, Rabia kocaya varırsa beni,akşamları kim eğlendirecek?Bu mükâleme912 Rabia’yı derindüşündürdü. Demek onun büyümesinden etrafıhaberdardı. Ve bu büyüyüşüne karşı muhitininhassasiyetini913 gösteren vak’alar artmayabaşladı.Rabia’nın artık konser halinde devam edenmûsikî dersleri Hilmi’nin odasında, Tevfik’inboş olduğu perşembe akşamına tesadüf
ediyordu. Hilmi ve arkadaşları alaturkamûsikîye alışmış gibiydiler, Peregrini,dağılmadan onlara piyano çalardı. O, çalarkenRabia mutlak piyanoya dayanır, dinlerdi.Piyaniste, onu, orada görmek, odanın herhangieşyasını görmek kadar tabiî914 geliyordu.Bu akşam gözleri âdetâ görmeden Rabia’yabakarken birdenbire, dört sene evvel piyanoyaancak yetişen başın, şimdi piyanonunüstünden odayı seyrettiğinin farkına vardı vebeklemediği bir hakikat keşfetmiş gibihelecanlandı,915 parmakları kaldı.Piyanistin gözlerindeki tahavvülü916 görenRabia’nın yanakları da nadide917 bir eskişarap rengini aldı, uzun kirpikleri parlakgözlerinin üstüne indi. Büyüdüğünü, kadınolduğunu Peregrini’nin birdenbire keşfettiğinianlamış, Âdem’in Cennet bahçesinde kendiniilk çıplak gördüğü zaman duyduğu acayiphicabı duymuştu. Aralarında yıllar süren sadeve gayri şahsi rabıta918 ilk defa yüreklerine
çarpıntı olan bir bağ oluvermişti.Piyanist ellerini dizlerinin üstüne koydu.İçinde kirli ayaklarla mabede919 giren adamıngünah hissi hâsıl oluvermişti.920 GözleriyleVehbi Dede’yi aradı. Arkasında ayakta buldu.— Bizim çocuk artistin ne kadar büyümüşolduğuna dikkat ettim de biraz şaşırdım, dedi.Rabia’nın büyümesi, hepsinin zihninidolduran bir mesele olduğunu bu vak’a ortayaçıkardı.Hilmi mahzun921 ve her zamandan dahapeltek:— Rabia Abla’nın aramızda olmayacağıgünü düşünmek bile istemiyorum. Ne fenââdetlerimiz var.Cüce Rakım, Rabia’nın eteğine yapışmış:— Herhalde benden kaçamaz, benamcasıyım, diyordu.Rakım’ın sevincinden, zaferinin arkasındakimânâ –cücelik, ucubelik922– Rabia’nın içinedokunmuştu, Rakım’ın omzunu dalgın dalgınokşadı.
Bu akşam, Rabia, büyümenin hayatıkarıştıran, güçleştiren cephesini düşünüyordu.Bu kadar alıştığı ve sevdiği muhitten923ayrılmak biraz güçtü. Fakat neden sıkılıyordu.Kardeş gibi sevdiği Hilmi’yi Sabiha Hanım’ınodasında görecekti. Vehbi Dede’den kaçmakmevzu bahis924 değildi, ondan kaçan hemenhiç kadın yoktu. Şevki ile Galib’inmevcudiyetleri925 ile yoklukları oncamüsavi...926 O halde?Sesi dünyaya meydan okur gibi yükseldi:— Kaç göç, zenginler için! Ben fukara biresnaf parçasıyım, dükkânda, camide dünyanınerkeğini görüyorum, niçin Hilmi Bey’indostlarından kaçacakmışım, diyordu.Tevfik, derin bir nefes aldı. Kızın erkektenkaçması ona, bir karar almak vazifesiniyükletiyordu. Halbuki onu bir şeye kararvermek kadar üzen bir şey yoktu. Esasenşimdiye kadar kendi ihtiyarıyla hiçbir kararalmamıştı. Kız varsın istediği zaman erkektenkaçsın...
Bu akşamdan sonra bir zaman Rabia’nınzihni Peregrini ile çok meşgul oldu. Senelerdenberi ona alışmış, bağlanmıştı. O, ötekilerdenbambaşka, daha pek canlı bir insandı. Çirkinyüzünün yıldırım sür’atiyle değişmesi, siyahgözlerinin insanın yüzünü delip kafasının içinebakması, simasındaki927 karışık çizgilerinsükûndan928 en ateşli heyecana geçmesi...Bunlar hep ona mahsus şeylerdi. Fakat Rabiaen çok onun ellerini hissederdi. Kendi başınaayrı hayatları olan iki mahlûk gibi... Sert,buruşuk, küt parmaklı iki el... Onların korkunçbir sırları varmış gibi Rabia, onlardan hemürker, hem de onların hareketi yüreğine ekseriçarpıntı verirdi. Zihni, hep bunlarla meşgulolduğu o günlerde Sabiha Hanım’ı şaşırtan birsual sordu:— Hanımefendi, bir Müslüman kızı, birHıristiyan’la evlense ne olur?— Ne tuhaf sual, kızım. Bir şey olmaz.Çünkü kimse nikâhlarını kıymaz, çünkü şeriatbırakmaz.
— Fakat, şeriatı dinlemeseler, evlenseler...— Mahalleli ikisini de taşa tutar.— Fakat Hıristiyan karısı alan Müslümanerkek yok mu?— Erkekler başka... O kadarını bilemedinmi?898. Daha önce iyi olan durumu bozulmaya.899. Kölesi.900. Sürdürülemezdi.901. Ailesinden.902. Padişah’ın bağışı.903. Geçerliydi.904. Başarılı kölesini.905. Ödüllendirirdi.906. Hainlikti.907. Pişman oldular.908. Varlığıyla.909. Sömürmeye.910. Kararsız.
911. Sorumluluğu.912. Sohbet.913. Duyarlılığını.914. Doğal.915. Heyecanlandı.916. Değişimi.917. Az bulunur.918. Sade ve kişisel olmayan ilişki.919. Tapınağa.920. Belirivermişti.921. Üzgün.922. Eciş bücüşlük.923. Çevreden.924. Söz konusu.925. Varlıkları.926. Eşit.927. Yüzündeki.928. Durgunluk.
16Hıdırellez günü.929 Göğün altında bugünhiçbir şehir bu kadar cümbüşlü bir kalabalıklakaynaşmaz, hiçbir sokak bu kadar başkasesleri birbirine karıştıran böyle bir uğultuçıkarmaz. Ahalisi930 bu kadar kuzu kızartıphelva pişirmez.Tevfik, tembel tembel yatakta döndü.Kâğıthane’de, yeşil çayırlarda şimdi öbek öbektoplanan halk arasında darbuka, zilli maşa, tef,zurna sesleri arasında kara göbeğiniçalkalayan Çingene Penbe’yi düşündü. Öğleyemeğinden sonra tekrar yatağa uzanıpikindiye kadar dinlenmeye karar verdi. O vakitancak, sokaktaki oyuncakçıların ortalığıvelveleye veren kaynana zırıltıları susar,kalabalığın uğultusu hafiflerdi. O zamankalkacak, kuzu kızartacak, pilav pişirecekti.Vehbi Dede ile Peregrini akşam yemeğinedavetliydi.
Güneş alçaldı, misafirler geldi. Rabia’nınkolları sıvalı, etekleri belinde mutfakta, Tevfik’eyardım ediyordu. Misafirler bahçede, asmanınaltında yerleşmişlerdi. Birer gelin gibi donananbadem, erik ağaçları çiçeklerini kapısı açıkduran mutfağa uçuruyorlar, Dede ilePeregrini’nin lâkırdıları, gülüşleri işitiliyordu.Rabia bu akşam ilk defa o kadar alışkınolduğu bu adamlar arasında kendini yabancı veyalnız buluyordu. Rabia’ya, onlar, kendisininhenüz girdiği bir yolun karşı köşesini dönüpgiden insanlar, biraz sonra göremeyeceği,işitemeyeceği geçiciler gibi geldi. Onlarlayılların hâsıl ettiği931 arkadaşlık birdenbirekırılmış gibiydi. Bu akşam gençlik ve tabiatkalbinin kapısını çalıyordu. Bahçeden uçan birbadem çiçeği yaprağı yanağına yapıştı.Vehbi Dede:— Ne dedin, Peregrini? Bizim mûsikî şendeğil mi? Kim demiş, diyordu.Sonra, Rabia, iki elin usulle vurduğunu,Dede’nin “Esti nesim-i nev-bahar” şarkısınısöylediğini işitti.
— Bu nasıl bahar şarkısı dostum? Cenazemarşı gibi bir şey... Beni dinle, bu Venedik’tegondollarda söylenir bir şarkı...Piyanistin sesi kıvrak, şen bir havasöylüyor. Yalnız, o şarkı devam ederkenRabia, biraz yalnızlığını unutuyordu.Elinde kahve tepsisi, misafirlere kahveçıkaran kızın, çakılların üstünde nalın tıkırtısıPeregrini’yi susturdu. Asmanın gölgesindekigenç hayal Dede’ye, Vâsıf’ın,932 “On beşyaşında kendime bir oynaş arayım” mısraınıtekrar ettirdi.“On beş yaşında bir oynaş, on beş yaşındabir oynaş...”Bu, Galatasaraylı üniformalı mavi gözlü,beyaz kirpikli, çilli yüzlü...Fincanlar tepsinin üstünde sallandı, oynadı,Rakım seslendi:— Rabia, kahveyi dökeceksin.Ve Rabia kahveyi döktü. Peregrini dizlerininüstünde, cebinden çıkardığı kırmızı ipekmendille Rabia’nın kahve dökülen basmaentarisini siliyor, Rakım tepsiyi kapmış,
Dede’ye götürüyor, Dede hiç yerindenkımıldanmamış... Ve Rabia’nın hicabından933taze yanakları gene eski nadide934 bir şarapgibi lâl rengini alıvermişti.Tevfik mutfaktan çıktı. Çardağa asılıportakal renginde kâğıt fenerleri, cebindençıkardığı bir kibritle, birer birer yaktı.— Kuzu hazır, efendiler.Tepelerindeki mor, mavi gökte tepsi kadarbeyaz bir ay, onlar altında kuzu kızartmasını,pilavı, bir ayin ciddiyetiyle ağır ağır çiğniyorlar.Rakım’ın ağzı o kadar şapırdıyordu ki...Rabia’nın sinirleri yemek sonuna kadar zortahammül etti, o herkesten evvel bitirdi,tabakları mutfağa taşımaya başladı.Rakım bidüziye mutfağa geliyor, Rabia’nınbulaşığına yardım etmek istiyor. Kızındimağının gözü onu portakal renkli ışıkta kuzueti kemirirken görüyor. Gökte tepsi kadaryuvarlak bir ay asılı olduğu ilkbahargecelerinde cüceliğin, ucubeliğin ne işi var?Rabia evvelâ somurttu, sonra tersledi, en son
kahve tepsisini eline verdi, Rakım’ı bahçeyeitti. O, kovulmuş bir köpek gibi omuzları düşük,başı önde, gözü hüzün içinde yavaş yavaşhasırdakilere iltihak etti.935Üç kişi birden geniş hasıra uzanmış,başları dirseklerinde, bir elleriyle sigaraiçiyorlar, Rakım bir dizi dikili, ortalarındaoturuyor, burnunun deliklerindenmütemadiyen936 duman çıkarıyordu.Kocaman sarıklı, kocaman başı zaman zamanmutfağa dönüyor, sonra ağzından, burnundandumanlar daha kalın, daha çabuk fırlıyor.Peregrini’ye, cüce bu akşam mustarip937 birdehanın hulyâsı938 gibi göründü. O şımarıkkız, bu bî-çâreyi939 neden bu akşamterslemişti?Duvarın arkasında, komşu bahçelerinde,başka insanlar da yiyip içiyorlar, bir erkeköksürüyor, bir çocuk ağlıyor, bir kadın geçkalan kocasını azarlıyor. Havada yenisulanmış keskin bir toprak kokusu var. Her
bahçe batıda940 sulanır, böyle kokar, fakatbahar akşamları başka kokular da vardır:Zeytinyağlı kızartmalar, sarmısaklı cacıklar,yasemin, hanımelleri kokuları!Sokaktan derin derin, uzak uzak uğultulargeliyor. Orası bambaşka bir iklim, sokakta vebahçede aynı insan başka başka yaşar,düşünür...— Tak, tak, tak...Kapı çalınıyor, Rabia ipi çekiyor ve ağzıdükkâna doğru sesleniyor:— Kim o?— Ben...Kulaklarının arkasında birer kırmızı gül,yazma örtüsü arkasında sallanarak, birÇingene şarkısı söyleyerek Penbe,Hıdrellez’den dönüyor. Mutfaktan geçerkenRabia’ya yardım teklif etmedi.— Bahçede misafir var, Penbe Teyze.Penbe işitmemiş gibi acele acele bahçeyeçıktı, tekrar kahkaha sesleri, bir ağızdansöylenen şen türküler...Bir daha:
— Tak, tak, tak...Bir daha Rabia ipi çekiyor, dükkânasesleniyor:— Kim o?Ses yok...Rabia dükkâna gitti, aralık kapıdan dışarıbaktı. Sokak üç renkli sulu boya bir levha gibi,saçakların arasından görünen koyu patlıcangök, beyaz ay, siyah evler.Kapının önünde sarı köpek kuyruğunusallayarak burnunu dükkâna uzatıyordu.— Kapıyı sen mi çaldın, Sarman?Kapının arkasından bir öksürük duydu,sıkılgan, sinirli bir öksürük. Eğildi, duvarayapışan narin bir gölge gördü, henüz kalınlaşanpürüzlü bir erkek sesi:— Benim... dedi.— Ben? Ben de kim oluyor?— Ben Bilâl! Hilmi Bey selâm ediyor, TevfikEfendi ile misafirlerini konağa çağırıyor.— Peki, şimdi söylerim. Sen... Sen Bilâl ha!— Sen de Rabia Hanım, ha... Ne kadarbüyümüşsün?
Gölge Rabia’nın gözlerini arıyordu. Kız,onun eski beceriksizliği, korkaklığı gitmişolduğuna dikkat etti.Kendi eşiğe kadar çıktı:— Bakayım, bakayım... Bu ne güzelesvap941!Hâlâ yaş, hâlâ sabun kokan kızaran elleriBilâl’in yakasındaki sarı şeritleri saydı.— Rabia, kim geldi?Tevfik içeriden sesleniyordu.Rabia, mutfağa döndü:— Hilmi Bey hepinizi konaktan istiyor, dedi.Fakat kendi gitmeyecekti. Başı ağrıyordu,işini bitirip erken yatacaktı. Israr etmediler.Yaşlılar dünyası, Penbe de aralarında, çekildi,gitti. Genç Rabia ile aralarındaki uçurum bugece kıza hiç dolmayacak kadar derin vekaranlık göründü. Fakat işini bitirince tuhaf birhisle tekrar dükkânın kapısına gitti, açtı,sokağa baktı. Narin gölge hâlâ yerinde, beyazbaş örtülü kızın yüzüne eğildi, aç gözlügözlerle kızın gözlerini aradı.— Burada ne yapıyorsun, Bilâl?
— Sen içeride yapyalnız ne yapıyorsun?— Mutfağı topladım. Bahçe mis gibikokuyor. Hava bir ısındı ki...Açık bir davet değildi, fakat gene Bilâl kızınarkasından dükkâna girdi. Ağır ağır dükkânı,mutfağı geçtiler, hasırın üstüne, karşı karşıyaoturdular. Artık gözlerini birbirlerindensaklıyorlar, fakat ikisi de konuşmak istiyor,yalnız söyleyecek lâkırdı bulamıyor... Aradabaşlarını kaldırıp aya bakıyorlar, ikisi degöğüslerinde demirci örsü gibi işleyenyüreklerinin çarpıntısını birbirinden saklamakistiyordu. Bilâl’in dar setresinin942 körük gibikımıldadığını Rabia gördü, Bilâl birdenbirekalktı, kızın önünde, gene ağır ağır mutfağı vedükkânı geçti. Kapıda durdular. Rabia, evvelâkollarının, sonra yakasının sarı şeritlerinisaydı, parmakları Bilâl’in çenesine dokundu.Buz gibi soğuktu ve biraz titriyordu. Bilâl’indudakları parmaklarına değdi ve orada birazkaldı...Rabia kısık bir sesle:— Gelecek hafta mektepten çıktığın gün
seni konakta görürüm, dedi.Yalnız kalınca gazları söndürdü, ayaklarınısürüyerek merdivenleri çıktı. Şiltesini yüktençıkardı. İlk defa yassı namazını kılmadanyatağa girmişti. Uykusu yoktu, biraz sonrakalkardı. Gözleri tavanda düşünürken kısaparmaklı, buruşuk, katı iki el omuzlarındanyakaladı. Dudaklarına sıcak bir şey dolmuştu.Bu bir rüya idi, fakat gergin vücudu gevşedi,rüyasız bir uykuya daldı.929. Hızır ve İlyas peygamberlerin her yılbuluştuklarına inanılan 6 Mayıs günü.930. Sakinleri.931. Oluşturduğu.932. XIX. yüzyıl Divan şairlerinden, EnderunluVâsıf.933. Utancından.934. Az bulunur.935. Katıldı.936. Durmaksızın.
937. Acı çeken.938. Hayali.939. Zavallıyı.940. Güneş batımında.941. Kıyafet.942. Düz yakalı, önü ilikli bir tür ceket.
17Bir hafta sonra Sabiha Hanım dedi ki:— Rabia, sana kısmet çıktı, Paşa yarınTevfik’le konuşacak.O, Çingene Penbe’nin bakla falını taklitederek mırıldandı:— Paşa mı desem... Bey mi desem...— Şaka demiyorum. Galip Bey seni istiyor.O ne surat, maymun? Daha iyisini neredebulacaksın? Babası zengin, ne kaynana negörümce var; bir evin bir kadını olacaksın.Rabia askın bir suratla:— Ben koca istemiyorum, dedi.O akşam Rabia’nın gözlerinin etrafındakisiyah halkalara dikkat eden Tevfik, bahçedeyemek yerlerken sordu:— Hasta mısın, Rabia?— Galip Bey beni istiyormuş, Paşa yarınseninle konuşacak.Surat asmak bu defa Tevfik’e düştü. İçinikarıştıran, gözlerini yakan gözyaşlarının
birbirine benzemez saikleri943 vardı. Gözünü,gönlünü ısıtan biricik Rabia’nın, onun harapevini bırakıp gitmesi... Hem de koskocaman birkonağa gidip Tevfik’in sınıfından ayrılması.Bütün bunların üstünde bir de gene kararalmak mecburiyeti. Gözünün ucuyla kızınyüzünü tetkik ederek sordu:— Sen ne dersin?O, kat’î944 bir sesle cevap verdi:— Hanımefendi’ye ben olmaz, dedim.Tevfik’in yüzünde güneş açtı. Vay şeytanvay! O yaşta nasıl çabucak karar veriyordu.Gözleri Rakım’ın, ikisini de süzen büyükgözlerine değdi:— Sen ne dersin, Amca Bey?— Ben Galip Bey’in öyle birdenbire atılacakbir kısmet olmadığını derim.— Cüce Amca, demek benim bu evdengittiğimi istiyorsun?— Çocukluk etme, Rabia. Sen çeyizsiz,çimensiz bir kızsın. Hanın, hamamın yok. Birtek Cüce Amcan var... Galib’e varırsan beni
çeyiz halayığı945 diye beraber alırsın. Galipgibi istediğin kalıba sokacağın kocayı bir dahabulamazsın. Başkası, belki beni eve bilesokmaz.— Vay domuz cüce, vay. Hep kendiçıkarına bakıyorsun ha!Tevfik, Rakım’ın arkasına bir yumrukindirdi. Fakat üçler, ayrılık tehlikesi geçirmişüçüz kardeşler gibi birbirlerine sokuldular. Vebu vak’a Rabia’nın konaktaki vaziyetinde ilkdeğişikliği yaptı. Galip ve Şevki orada ikenRabia artık Hilmi’nin odasına çıkmıyordu.Cuma günü Bilâl, mektep üniformasıyla gülfidanlarını çapalamaya çıktı. Rabia ile konaktailk tesadüfü orada olmadı mıydı? Kız mutlakoraya gelecekti. Üniformasını da çıkaramazdı.Kızın ince parmakları kollarının, yakasınınşeritlerini saymıştı ve... Parmaklarının ucududaklarına dokunmuştu. O temasınarkasından geçirdiği ürpermeyi on yedi yaşınınbütün şiddetiyle tekrar yaşarken amcasıgöründü. Kısa dudağı yukarıya çekildi, hırlar
gibi güldü. Cici bici ceketle gül fidanıçapalandığını kim görmüştü?Oğlan, ceketi attı, kollarını sıvadı.Amcasının gözleri önünde çapaya sarıldı.Bayram Ağa çekilmiş, fakat o hâlâçapalıyordu.Uzun, beyaz boynunun üstünde çilli yüzükıpkırmızı, alnından terler akıyor, arada birdefidanların arasından gözleri birini arıyordu.— Hanımefendi, gül istiyor.Sesi, ciddi fakat dudakları gülüyor,burnunun üstünde o cazip kırışık var. Gülleriberaber kestiler, parmakları bidüziye birbirinekarıştı. O günün saadeti ondan ibaret kaldı.Bilâl, konuşmak için gene ne kadar kafasınıyorduysa, nafile oldu. Bir tek kelime bulupsöyleyemedi. Fakat Rabia, ondan konuşmakbeklemiyordu. Bilâl, ona, gelip geçen bir bahargünü gibi! Ondan, sıhhati, biraz vahşi güzelliği,biraz da ilk kendi yaşında temas ettiği insanolduğu için, hoşlanıyor.Rabia, gülleri koklayarak gittikten sonraBilâl muvaffak olamayanların yeisini duydu.
Onun Rabia’ya, incizabı946 öyle iptidaî947maddî bir gençlik hissi değildi. O, hiç deRabia’nın farz ettiği948 gibi ham, kafasızdeğildi. Tahlil etmeyi bilmese bile gene karışıkderin hisleri vardı.Rabia, ona göre, hem nefret edip hembayıldığı, olgun ve erişmiş bir şehrin bir nevisembolü idi. Onun konuşuşunda, bakışındakibaşkalığın, asırların yarattığı yüksek birmedeniyetin eseri olduğunu, kemiklerindehissediyordu.O sene Bilâl, mektebinde hayatı azıcıktadar gibi olmuş, kadın denilen sırra biraztemas etmişti. Onun spordaki kâbiliyeti,Rumelili, hattâ Bulgar talebe gruplarınınbaşında ona hâkim bir vaziyet vermişti.Kendinden yaşlı talebe ile dolaşırken, birkaçBeyoğlu metaı949 Rum, Yahudi kadıntanımıştı. Birinin evine bile bir defa gitmişti. Vebu temas onda kadın hakkında pek kat’ikanaatler950 hâsıl etmişti.951 Ona göre ikicins kadın vardı: Beyoğlu’nun orospuları ve
aile kızları... Birincileri para ile alınır, ikincilerinikâhla. Rabia ikinci kısımdandı. Onun içinRabia ile mutlak evlenmeyi kurmuştu. Rabia’yıbir gün alacak ve ona kendinin ne şayan-ıhayret952 bir erkek olduğunu gösterecek...Cumaları bahçede buluştukça, kıza,kendisinin adî bir mektep talebesi olmadığınıanlatmaya çalışıyordu. Koruda bülbülleröterken, dallarda bahar çiçekleri beyaz alevlergibi güneşle yanarken o, hep ciddi bahisleraçmaya uğraşıyordu. Ciddi bahisler de, Bilâl’egöre, istikbalde sahip olacağı at, araba, konak,uşak, halayık... Oğlanın içi güldür güldürişleyen, bin beygirlik bir dinamo gibi, kafasıpatlamaya müheyya953 bir barut mahzenigibi... İçindeki kudret hissi, hâkimiyet arzusutaşıp etrafındakileri boğacak gibi coşkun... O,bir an istikbalinin harikuladeliğinden şüpheetmiyor. Bir bu kanaati Rabia’nın kafasınasokabilse...Rabia’ya gelince, onun Bilâl’e karşıbeslediği his, geçici bir sevk-ı tabîî tecellisi,954
bir ağaçtan bir ağaca koşan bir kuşunrabıtası...955İnce parmakları –ikisi için de bir itiyat956haline gelen– ısrarla oğlanın yakasındadolaşırken çenesine dokunur, dudaklarınınüstünde yeni beliren altın tüylere temas eder.Fakat Bilâl’in dizlerini kesen bu temasa karşıisyan eden bir tarafı da vardır. Rabia’yı hafifbulur, hareketini, içinden bir aile kızına, ileridenikâh edeceği bir aile kızına yakıştıramaz.Bilmez ki bu serbestlik, bu tabiîlik Rabia’damasumiyetinden, muhayyilesinin957 onavaktinden evvel hayat tehlikesiniöğretmemesinden... Herhalde buradanvaziyetleri böyle elektrikli bir şekle girinceoğlan, hemen ona istikbalden bahsetmeyebaşlar. Fakat bu lâkırdı Rabia’nın içini sıkar...Çünkü o, muayyen958 sanatları olan, olgun vedüşünceli adamlar arasında büyümüştür. O,Bilâl ile sade oynamak ister. Bazân Bilâl’inlâkırdısını kesmek için Vehbi Dede’den,Peregrini’den bahsetmek ister. Fakat Bilâl’in
yüzü müstehzî:— Bu çalgıcılardan neye bahsedelim...Hilmi Bey ve arkadaşlarına gelince, onlar birerzüppe, derdi.— O halde kimden bahsedelim, sadesenden mi?— Selim Paşa’dan... Gördün mü adamı?İstediğine sopa çeker, dilediğini sürer,dünyanın anasını ağlatır, gene kimse gıkdiyemez. Bir konağına, debdebesine959 bak...Ben, onun gibi olacağım. Karımın onun karısıgibi elmasları, arabası, atı...Rabia, bu sözü hemen keser, çünkü SelimPaşa’ya atfedilen960 şeyleri beğenmez.— Paşa hiç de senin gibi öyle herkesinanasını ağlatan, âleme sopa çeken bir adamdeğil. Öyle nazik, öyle terbiyeli ki...— O, haremde öyle görünür. Onun birkusuru tahsili olmaması... Benim bildiğimşeyleri o bilse, biraz Fransızca okusa...Bilâl burada susardı. Kendisini dâimâistikbalde Zaptiye Nazırı görürdü. Sopa atacak,
sürecek, fakat devlet emniyetini daha usulüdairesinde,961 daha kitaba uyan bir şekildeyapacaktı. Fakat Rabia’nın yüzü ilktesadüflerinin husûsiyyeti, tahkir eden962mânâsıyla:— Galiba sen, Sabit Beyağabey gibi olmakistiyorsun, derdi.İşte zulüm ve cebir,963 ne kadar usulüdairesinde olursa olsun, ne kadar bir kudretalâmeti964 gibi görünürse görünsün, Rabia’yabir nevi külhanbeylik gibi geliyordu. YeRabia’nın onun o kadar parlak olan arzularınıbir tulumbacıbaşının çalımı, kurumu gibigöstermesi içine iğne gibi batıyordu. Ve ozaman yumruklarını sıkıyor, kendindengeçiyor, dişlerini gıcırdatarak:— Sana, ben, bir gün kim olduğumugöstereceğim, Rabia, diyordu.Yaz tatilinin son cuması da bahçede hep buzeminde965 konuşmuşlardı. Artık yeşilliklersolmuş, yapraklar sararmış, bülbüller susmuş,
rüzgâr soğuk soğuk esmeye başlamıştı.Bilâl, içine dolan, taşan bu büyük şeyleriRabia’ya anlatamamaktan, belki hiçbir zamananlatamamak ihtimaliyle meyus,966 ilk defaolarak bir düşmana hücum eder gibi kızıkuvvetli kollarıyla sarmış ve ilk ve son defadudaklarından öpmüştü.Bilâl’in, üstü ipek tüylü, sıcak dudaklarıRabia’nın ağzına dokunur dokunmaz, uçan birkuş gagası gibi dudaklarından kalbine kadargitti, içini tatlı tatlı sızlattı. Gözlerinin yeşilalevleri parıl parıl yanıyor, çıplak dallarınarasında hızlı hızlı yürüyor ve kendi kendine:— Bu oğlan acaba neden Karagöz’dekiTuzsuz Bekir gibi konuşmaktanhazzediyor,967 dünyanın anasını ağlatmakistiyor, diye hayıflanıyordu.968Yaz tatilinde iki çocuğun bahçede sık sıkbuluşmaları, uşakların gözünden kaçmadı.Gerçi bu buluşmalar saklı değildi, ikisi desevdalı gibi gizli köşe aramamışlardı. Fakat nede olsa, gene selâmlıkta biraz dedikodu
olmuştu. Uşakların hepsi kız hafızın ciddiyetinekaildiler.969 Onlara geldi ki, Paşa’nın veHanımefendi’nin nazarında970 mevkii olan971ve şöhreti dillere destan olan hafız kızı eldeetmek için sadece bahçıvanın yeğeni, kızınpeşinden koşuyor. Kızın gönlü olursa oğlanane mutlu!Bunu Bayram Ağa’nın kulağına koydular.Sandılar ki ihtiyar bahçıvan paçalarısıvayacak, yeğenine Rabia’yı almak içinPaşa’nın ayaklarına kapanıverecek. Halbuki işöyle olmadı. Bayram Ağa yumruklarını yerevurdu, akabinde972 ağzı köpürdü. Bilâl, bir ortaoyuncusunun kızına, bakkallık eden bir kıza mıkalmıştı? Kim bu lâfı ederse gözünüpatlatacaktı. Bahçıvanbaşı “besa”lar973memleketinden, halbuki onlar hep Anadoluuşağı, hilmi,974 sükûtu975 seven adamlar.Hele İstanbul’a geleli bütün bütünyumuşamışlardı. Kahve ocağında kimse bubahsi tekrar etmedi.
Fakat Bayram Ağa uşakların söylediklerinikurdukça kurdu. O Bilâl’in parlakistikbaline,976 oğlanın kendi kadar imanetmişti. Paşa’nın onu beğenip mektebe vermesiikbalinin ilk alâmeti idi. Vaktiyle paşa damatları,sadrazamlar, herhangi paşanın istidadınıbeğenip terbiye ettiği adamlardan çıkmazmıydı? Paşa belki kızını vermek istiyor, belkide yetiştirip ileride kendi yerini oğlanabırakacaktı! Öyle ya, Hilmi Bey kansız,cansız... Bilâl ateş gibi. Belki Paşa, Bilâl’denPadişah’a bile bahsetmişti. Bütün bu tatlıkuruntuları şimdi bir Rabia yıkacak mıydı?Selim Paşa o sabah güllerinin sümüklüböceklerini topluyor, birer birer yere atıyor,üstüne basıyor, ezerken yüzünü gözünüburuşturuyordu. Güllerini bu kadar sevmesebunu yapmazdı. Hayvanlara çok acırdı,ömründe piliç kesmiş adam değildi. Canakıymak, eziyet etmek –bunlar dairesininharicinde, vazifesinin haricinde olursa– istikrahettiği977 şeylerdi.
Bayram Ağa nazarı dikkati celb etmek içinöksürdü:— Merhaba Bayram Ağa!— Merhaba Paşa Efendimiz!— Ne var ne yok? Galiba bir şey söylemekistiyorsun?— Evet, Paşa Efendimiz. Bir nâmus işi...Paşa’nın elinden sümüklü böcek düştü,üstüne basmayı unuttu, gözleri ateşpüskürüyordu. Bir an evvelki halim978 yüzünüstünü öyle bir gazap bürümüştü ki BayramAğa kadar yüreği olmayan kim olsa tabanlarıkaldırır kaçardı.— Ne demek istiyorsun, herif?Bahçıvan anlattı. Bilâl ile Rabia bahçede sıksık konuşmuşlar, uşaklar görmüş, bu ateşlepamuk oyunu tehlikesi Bayram Ağa’yıendişeye düşürmüş...Paşa nefes aldı. Yüzü de sesi de vazifeharicindeki mülayimliğini, nezaketini979takındı.— Bana bak Bayram Ağa. Bu o kadar fenâ
bir şey değil. İkisi de birbirinin küfvü.980Hanımefendi, Rabia Hanım’a bir ev alır, ben deoğlanı mektepten çıkınca bir memuriyetekorum...Bahçıvan başını salladı. Rabia Hanım oncahiç de Bilâl’in küfvü değil. Pekâlâ bir kızcağızama olsa olsa bir imamla, bir bakkalla, belki debir çalgıcı ustasıyla evlenebilir. Paşa’nın genekaşları çatıldı.— Bilâl kim oluyor?Kim mi oluyor? Bahçıvan anlattı. O,Paşa’nın istidadını görüp eliyle mektebe verdiğiçocuk. O vaktiyle padişahlara damat olan,vezir olan hamurdan yoğrulmuş! Bilâl en aşağıbir paşaya damat olabilir. Paşa’yı darıltmamakiçin binbir dereden su getirerek bunları, ihtiyarbahçıvan anlatırken, Paşa’nın gene yüzününşiddeti geçti. Anlamıştı ve kızmamıştı. O eskiTürk cemaatinin, içtimaî demokratıydı, asaletonca ferdin kabiliyetindeydi. Yalnız şimdiyekadar kızı ile zihni hiç meşgul olmamıştı; hemBilâl’den büyük hem de sönük, sevimsiz bir
kızdı. Alsa alsa onu Paşa’nın mevkiinden981istifade etmek isteyen fakir bir genç alabilirdi.Yakışıklı, ateşli Bilâl’e kızını layık görmedi.Bilhassa ya o kadar sevdiği Rabia’nın gönlüoğlana aktıysa... Kaşlar gene çatıldı:— Eğer Bilâl, Rabia Hanım’la eğlendiysekemiklerini kırarım. Olur ki sadece bahçedekonuşmuşlar, uşaklar işi izam etmişlerdir.982Rabia Hanım herkesle konuşmuyor mu?Fakat...Bayram Ağa telaş etti. İki tarafta da henüzkötülük olmadığına kaildi. Yoksa, yoksa...Bayram Ağa’nın da nâmusu ölçen bir ölçüsüvardı. Hem de yaman bir Rumeli ölçüsü. Eğerbir kötülük olduğuna inansa Bilâl’in etlerinikendi eliyle lokma lokma keser, kendi anasıbile oğlanı tanıyamaz.Paşa, “Bir düşüneyim,” dedikten sonragüllerini de bahçıvanı da bıraktı, hareme gitti.Odasında, akşama kadar zihni bu işle meşguloldu.O cesur, o akıllı, o sevimli Rabia! Eğer
kalbinde Bilâl’e zerre kadar alaka varsa mutlakPaşa onları birbirine verecek. Yoksa... Ozaman Bilâl’i kendisine damat diye düşünebilir.İlk intihap983 hakkı Rabia’nın.Akşam karısının odasına gitti. Rabia da,Çingene Penbe de oradaydılar. Kız bir şeyleranlatıyor, Sabiha Hanım da Penbe degülüyorlardı. Rabia, Paşa’yı görünce sedirinyanına her zaman oturduğu minderi çekti,tablasını, kibritini getirdi.Paşa, bir zaman kızın arkasında sallanankumral örgülerine, çevik tavırlarına, güzelgözlerine şefkatle, rikkatle984 baktı.— Bilâl’e mektep üniforması ne kadaryaraşıyor, dikkat ettin mi, Rabia?— Evet. Hünkâr görse kızını verecek.Sesi dargındı, acıydı, müstehzîydi. Oakşam konağa gelirken ihtiyar bahçıvanla karşıkarşıya gelmişti. Bayram Ağa onun âdetâyolunu kesmiş, uzun uzun Bilâl’denbahsetmişti. Ve bu konuşuşta kız Bilâl’e pekbenzeyen şeyler bulmuştu. Hep oğlanın ne
büyük adam olacağından bahsetmişti. Vemünasebetli münasebetsiz Bilâl’in paşa damadıolacağını söylüyordu. İhtiyarın sesi âdetâtehditle doluydu, “Gözünü aç, oğlan senindengin değil,” demek istiyordu. Rabia bumülakatı985 Bilâl’in eski dedikleriylebirleştirerek Bilâl’in aleyhine –fakat haksız– birhüküm çıkardı. Demek oğlanın attan,arabadan, uşaktan, halayıktan bahsetmesiSelim Paşa’ya damat olmayı kurmasından ilerigeliyordu.Paşa kızın yüzündeki fırtınanın farkınavardı. Güldü.— Demek oğlan Hünkâr damadı olacakkadar yakışıklı ha!Rabia da bütün dişlerini göstererek güldü.Hilmi’nin, minderin üstünde kalan fesini kaptı,başına giydi. Bilâl’in telaffuzu ile, çalımıylasöylediklerini söylüyordu. Hep, herkesegöstereceğinden, herkesin anasınıağlatacağından başlıyor, hep sonunu SelimPaşa’ya hayranlığını ifade eden nutuklarıylabitiriyordu.
Sabiha Hanım katılıyordu, fakat Paşa artıkgülmüyordu. Yeni gençler nasılsa onubeğenmediklerini biliyordu, hattâ kendi oğlubile. Demek Galatasaray’da kendisini numuneedinmek isteyen bir tek genç var!— Kuvvet sahibi, mevki sahibi adamları senbeğenmiyor musun, Rabia? Oğlanın büyükemelleri var diye niye eğleniyorsun?Rabia omuzlarını silkti. Penbe bir şarkımırıldanmaya başladı.— Hızlı söyle, Penbe Hanım, oynak birhavaya benziyor:Pencere açıldı, Bilâl oğlan,Piştov patladı.Acaba kanlı Bilâl, gene kimi hakladı?Ben sana varmam, Bilâl oğlan.Ben sana varmam.Yedi yıl karşımda da dursan.Gene sana yalvarmam.— Penbe Hanım’ın türküsü senin hissineuyuyor mu, Rabia?
Rabia Paşa’ya baktı, bir gözünü kırptı:— Tam tamamına, Paşa Efendi.Bu türkü, konaktan salgın bir hastalık gibigeçti. Penbe bu hava ile Sabiha Hanım’ıeğlendirmek için göbek çalkaladı.Tevfik, Penbe’den bu şarkıyı öğreniröğrenmez, Karagöz’de söylemeye başladı.Sokak çocukları, Sinekli Bakkal’da sabah,akşam bu türküyü çağırdılar.Bu, Bilâl’i fenâ halde sinirlendiriyordu. Kendiderdi kendine yetişiyordu. Rabia, anlayamadığıbir sebepten dolayı onun yüzüne bakmazolmuştu. Bir de amcası onu bir tarafa çekmiş,Paşa’nın kızına söz kesilmiş gibi, Paşa’yadamat olmak tahakkuk etmiş986 gibibahsetmişti.Sonunda da Rabia ile konuştuğunu görürsekemiklerini kıracağını söylemişti.Onun, Paşa’nın yaşlı, çirkin kızında hiçgözü yoktu.Hâlâ gönlü Rabia’nın peşine takılı... Kızınkonuşmamasına, kaçmasına rağmen,haftasonları Sinekli Bakkal’da bir heyula gibi
dolaşıyor. Hattâ bir iki defa da dükkâna bir şeyalmak bahane ederek girdi. Fakat Rabia geneyüzüne bakmadı. Resmî bir sesle:— Rakım Amca, bak Bilâl Efendi ne istiyor,dedi ve mutfağa geçti.Bundan sonra Rabia’dan intikam içinPaşa’ya damat olmaya gönlü razı oldu.Son bir gece daha, ay ışıklı bir gece,dükkânın kapısına gitti. Hıdrellez akşamınınhatırası o kadar yüreğini sızlattı ki arkasınıkapıya dayadı, durdu. Dükkânın üstündekiodadan Rabia’nın kalın sesini işitti:— Ben sana varmam, Bilâl oğlan.Ben sana varmam.Yedi yıl karşımda da dursan,Gene sana yalvarmam.943. Sevk edenleri.944. Kesin.945. Kadın köle, cariye.946. Kapılması.
947. İlkel.948. Düşündüğü.949. Sermayesi, fahişesi.950. Kanılar.951. Oluşturmuştu.952. Şaşılacak.953. Hazır.954. İçgüdü belirtisi.955. İlgisi.956. Alışkanlık.957. Hayal gücünün.958. Belirli.959. İhtişamına.960. Mal edilen.961. Yapılması gerektiği ölçüde.962. Küçük gören.963. Zorlama.964. Belirtisi.965. Temel konularda.966. Üzgün.967. Zevk alıyor.968. Üzülüyordu.
969. İnanmışlardı.970. Gözünde.971. Yeri olan.972. Hemen.973. Yiğitler.974. Yumuşaklığı.975. Sessizliği.976. Geleceğine.977. Tiksindiği.978. Yumuşak.979. İnceliğini.980. Dengi.981. Makamından.982. Abartmışlardır.983. Seçim.984. Sevecenlikle.985. Konuşmayı.986. Gerçekleşmiş.
18Bilâl’in türküsü Sinekli Bakkal’dan birhumma987 salgını gibi gelip geçtikten sonra,kendisinin hayali de Rabia’nın hafızasındasöndü.Tevfik hastaydı. Tifoya tutulmuştu. Başhumması diyorlardı. Konağın doktoru her güngeliyor, bol sulfata,988 İngiliz tuzu veriyor veakşamları terletiyorlardı. Rabia babasınınyanından ayrılmadı, o Ramazan hiçmukabeleye gitmedi. İmam’ın eline de beş paragirmedi.Tevfik’in her şeyi gibi, hastalığı damahallenin başlıca hadisesi989 oldu. Sonsenelerde belli başlı bir hastalıktan kimseölmemişti. Kızıl, kızamık gibi çocuk salgınları,bir de yaşını başını almış adamlar. Yalnız buaslan gibi genç Tevfik, İstanbul’un biricikKaragözcüsü ve meddahı, mahallede bu kadarmeşhur bir hastalıktan yatıyordu. Kadınlar her
vakitten ziyade bakkal dükkânını yabancılarabiraz gururla gösteriyorlardı. Bu, hemmahallelinin komşuluk tesanüdünü990gösterecek, hem de şöhretini arttıracak birvak’a idi.Doktor sükûn tavsiye etmişti. Sokak hemensustu.Çocuklar topaçlarını, toplarını aldılar, ötekimahalleye geçtiler.Her ev, sıra ile bir yemek pişirip Rabia’yagötürüyor, hiç olmazsa bir çorbacıkpişiremeyecek kadar, bu büyük dramınharicinde kalacak kadar –şükür– kimse fakirdeğildi. Öyle bir dram ki hepsinin şefkat, iyilikrolü oynamasını icap ettiriyor991 ve herkesrolünü büyük bir sadelik ve realizm ileyapıyordu.Rabia Tevfik’in, Rakım Rabia’nın esiri.Çingene Penbe her gün Rakım’a yardım içinorada... Merdivenleri silerken Tevfik’in bağırabağıra sayıkladığını duyardı. Hep Emine... Hepilk gençlik günleri... Bir iki defa da Zâti Bey’i
Gelibolu bahçelerinde eğlendirdiği geceleritekrar etti. O zamanlar Rabia, kendini yirmi yaşbüyümüş hissetti.Nihayet hastalık devrini yaptı, geçti. Tevfikiskelet gibi, nekahat devrinde bile Rabia’yıgözünün önünden ayırmak istemedi. ŞükriyeHanım elinde bir sepet yemiş her günHanımefendi namına992 hatır sormaya geliyor.— Bu akşam mutlak gelmelisin, TevfikEfendi’nin yanına Penbe’yi bırakırsın.Rabia mutfakta Şükriye Hanım’a kahvepişiriyor, kadın da karşısında küçücükiskemlede, önünde sepet, oturuyordu.— Bu akşam ne var ki...— Hem kandil, hem kına gecesi. MihriHanım’la Bilâl Bey nişanlanıyor. Perşembegünü nikâh olacak.— Bahçıvan çırağı nihayet damatlığı eldeetti.— Niçin öyle söylüyorsun, Rabiacığım?Oğlan bir güzelleşti ki... Mihri Hanım gene oMihri Hanım. Bilâl Bey’e selâmlıkta odahazırladık. Damat Bey aşağı, Damat Bey
yukarı... Oğlandaki kurumu görme.Şükriye Hanım dedikodu halinde geçenRabia-Bilâl macerasını bilmiyor değildi. Fakatbunları hiç de kıza nispet vermek içinsöylemiyordu. Rabia kendi gibi fukara, çalışansınıfın kızıydı. Onlara fenâ haber verilirkenzaman kollamak, mukaddime993 yapmaklâzım değildi. Sırf Rabia ile dedikodu yapmakiçin bunları söylüyordu.Rabia gözlerini ateşten kaldırmadı. Kapanıkyüzünde ne düşündüğünü anlamak kâbildeğildi. O, kafasında Mihri’nin kaçık çenesini,fersiz994 gözlerini, soluk ve porsukdudaklarını düşünüyordu... Bilhassadudaklarını... Onları Bilâl –kendi dudaklarını birdefa öptüğü– gibi öpecekti. Kuş gagası gibidokunup kaçan temas... İçi sızladı.— Babamı daha bırakamam, ŞükriyeHanım, Hanımefendi’nin eteklerinden öperim,kuzum darılmasın.Sepetten bir tabağa yemiş koydu, ŞükriyeHanım’m elinden, bir eliyle fincanı aldı. Acele
acele yukarıya gidiyordu.Akşama doğru Dede ile Peregrini hastayıyoklamaya geldiler. Dede yukarı çıktı, piyanistŞükriye Hanım’ın oturduğu iskemleye oturdu,gene kahve pişiren kızı eğlendirmeye çalıştı.Çocuğun gözleri dalgındı, yüzü solgundu.Kahve pişince:— Sizin kahvenizi de yukarı çıkarayım mı,dedi.— Hayır, ben biraz daha burada otururum.Rabia onun fincanını önüne bıraktı, tepsiyialdı. Vehbi Dede’nin kahvesini götürdü.Peregrini mangalın yanında uzanan tekirkediyi okşarken, dükkândan sesler işitti.Akabinde Rakım, perişan gözlerle mutfağadaldı:— Dün akşam Rabia’nın anası ölmüş,Sinyor, kıza nasıl söylemeli?— Ne kadar olsa papazlık ettikti.— Rakım Amca, Vehbi Dede nargile istiyor.Dükkân kapısını aralık bırak da gel, götür, senyokken müşteri gelirse ben bakarım.Nargileyi hazırladı, Rakım’ın eline verdi.
Search
Read the Text Version
- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- 8
- 9
- 10
- 11
- 12
- 13
- 14
- 15
- 16
- 17
- 18
- 19
- 20
- 21
- 22
- 23
- 24
- 25
- 26
- 27
- 28
- 29
- 30
- 31
- 32
- 33
- 34
- 35
- 36
- 37
- 38
- 39
- 40
- 41
- 42
- 43
- 44
- 45
- 46
- 47
- 48
- 49
- 50
- 51
- 52
- 53
- 54
- 55
- 56
- 57
- 58
- 59
- 60
- 61
- 62
- 63
- 64
- 65
- 66
- 67
- 68
- 69
- 70
- 71
- 72
- 73
- 74
- 75
- 76
- 77
- 78
- 79
- 80
- 81
- 82
- 83
- 84
- 85
- 86
- 87
- 88
- 89
- 90
- 91
- 92
- 93
- 94
- 95
- 96
- 97
- 98
- 99
- 100
- 101
- 102
- 103
- 104
- 105
- 106
- 107
- 108
- 109
- 110
- 111
- 112
- 113
- 114
- 115
- 116
- 117
- 118
- 119
- 120
- 121
- 122
- 123
- 124
- 125
- 126
- 127
- 128
- 129
- 130
- 131
- 132
- 133
- 134
- 135
- 136
- 137
- 138
- 139
- 140
- 141
- 142
- 143
- 144
- 145
- 146
- 147
- 148
- 149
- 150
- 151
- 152
- 153
- 154
- 155
- 156
- 157
- 158
- 159
- 160
- 161
- 162
- 163
- 164
- 165
- 166
- 167
- 168
- 169
- 170
- 171
- 172
- 173
- 174
- 175
- 176
- 177
- 178
- 179
- 180
- 181
- 182
- 183
- 184
- 185
- 186
- 187
- 188
- 189
- 190
- 191
- 192
- 193
- 194
- 195
- 196
- 197
- 198
- 199
- 200
- 201
- 202
- 203
- 204
- 205
- 206
- 207
- 208
- 209
- 210
- 211
- 212
- 213
- 214
- 215
- 216
- 217
- 218
- 219
- 220
- 221
- 222
- 223
- 224
- 225
- 226
- 227
- 228
- 229
- 230
- 231
- 232
- 233
- 234
- 235
- 236
- 237
- 238
- 239
- 240
- 241
- 242
- 243
- 244
- 245
- 246
- 247
- 248
- 249
- 250
- 251
- 252
- 253
- 254
- 255
- 256
- 257
- 258
- 259
- 260
- 261
- 262
- 263
- 264
- 265
- 266
- 267
- 268
- 269
- 270
- 271
- 272
- 273
- 274
- 275
- 276
- 277
- 278
- 279
- 280
- 281
- 282
- 283
- 284
- 285
- 286
- 287
- 288
- 289
- 290
- 291
- 292
- 293
- 294
- 295
- 296
- 297
- 298
- 299
- 300
- 301
- 302
- 303
- 304
- 305
- 306
- 307
- 308
- 309
- 310
- 311
- 312
- 313
- 314
- 315
- 316
- 317
- 318
- 319
- 320
- 321
- 322
- 323
- 324
- 325
- 326
- 327
- 328
- 329
- 330
- 331
- 332
- 333
- 334
- 335
- 336
- 337
- 338
- 339
- 340
- 341
- 342
- 343
- 344
- 345
- 346
- 347
- 348
- 349
- 350
- 351
- 352
- 353
- 354
- 355
- 356
- 357
- 358
- 359
- 360
- 361
- 362
- 363
- 364
- 365
- 366
- 367
- 368
- 369
- 370
- 371
- 372
- 373
- 374
- 375
- 376
- 377
- 378
- 379
- 380
- 381
- 382
- 383
- 384
- 385
- 386
- 387
- 388
- 389
- 390
- 391
- 392
- 393
- 394
- 395
- 396
- 397
- 398
- 399
- 400
- 401
- 402
- 403
- 404
- 405
- 406
- 407
- 408
- 409
- 410
- 411
- 412
- 413
- 414
- 415
- 416
- 417
- 418
- 419
- 420
- 421
- 422
- 423
- 424
- 425
- 426
- 427
- 428
- 429
- 430
- 431
- 432
- 433
- 434
- 435
- 436
- 437
- 438
- 439
- 440
- 441
- 442
- 443
- 444
- 445
- 446
- 447
- 448
- 449
- 450
- 451
- 452
- 453
- 454
- 455
- 456
- 457
- 458
- 459
- 460
- 461
- 462
- 463
- 464
- 465
- 466
- 467
- 468
- 469
- 470
- 471
- 472
- 473
- 474
- 475
- 476
- 477
- 478
- 479
- 480
- 481
- 482
- 483
- 484
- 485
- 486
- 487
- 488
- 489
- 490
- 491
- 492
- 493
- 494
- 495
- 496
- 497
- 498
- 499
- 500
- 501
- 502
- 503
- 504
- 505
- 506
- 507
- 508
- 509
- 510
- 511
- 512
- 513
- 514
- 515
- 516
- 517
- 518
- 519
- 520
- 521
- 522
- 523
- 524
- 525
- 526
- 527
- 528
- 529
- 530
- 531
- 532
- 533
- 534
- 535
- 536
- 537
- 538
- 539
- 540
- 541
- 542
- 543
- 544
- 545
- 546
- 547
- 548
- 549
- 550
- 551
- 552
- 553
- 554
- 555
- 556
- 557
- 558
- 559
- 560
- 561
- 562
- 563
- 564
- 565
- 566
- 567
- 568
- 569
- 570
- 571
- 572
- 573
- 574
- 575
- 576
- 577
- 578
- 579
- 580
- 581
- 582
- 583
- 584
- 585
- 586
- 587
- 588
- 589
- 590
- 591
- 592
- 593
- 594
- 595
- 596
- 597
- 598
- 599
- 600
- 601
- 602
- 603
- 604
- 605
- 606
- 607
- 608
- 609
- 610
- 611
- 612
- 613
- 614
- 615
- 616
- 617
- 618
- 619
- 620
- 621
- 622
- 623
- 624
- 625
- 626
- 627
- 628
- 629
- 630
- 631
- 632
- 633
- 634
- 635
- 636
- 637
- 638
- 639
- 640
- 641
- 642
- 643
- 644
- 645
- 646
- 647
- 648
- 649
- 650
- 651
- 652
- 653
- 654
- 655
- 656
- 657
- 658
- 659
- 660
- 661
- 662
- 663
- 664
- 665
- 666
- 667
- 668
- 669
- 670
- 671
- 672
- 673
- 674
- 675
- 676
- 677
- 678
- 679
- 680
- 681
- 682
- 683
- 684
- 685
- 686
- 687
- 688
- 689
- 690
- 691
- 692
- 693
- 694
- 695
- 696
- 697
- 698
- 699
- 700
- 701
- 702
- 703
- 704
- 705
- 706
- 707
- 708
- 709
- 710
- 711
- 712
- 713
- 714
- 715
- 716
- 717
- 718
- 719
- 720
- 721
- 722
- 723
- 724
- 725
- 726
- 727
- 728
- 729
- 730
- 731
- 732
- 733
- 734
- 735
- 736
- 737
- 738
- 739
- 740
- 741
- 742
- 743
- 744
- 745
- 746
- 747
- 748
- 749
- 750
- 751
- 752
- 753
- 754
- 755
- 756
- 757
- 758
- 759
- 760
- 761
- 762
- 763
- 764
- 765
- 766
- 767
- 768
- 769
- 770
- 771
- 772
- 773
- 774
- 775
- 776
- 777
- 778
- 779
- 780
- 781
- 782
- 783
- 784
- 785
- 786
- 787
- 788
- 789
- 790
- 791
- 792
- 793
- 794
- 795
- 796
- 797
- 798
- 799
- 800
- 801
- 802
- 803
- 804
- 805
- 806
- 807
- 808
- 1 - 50
- 51 - 100
- 101 - 150
- 151 - 200
- 201 - 250
- 251 - 300
- 301 - 350
- 351 - 400
- 401 - 450
- 451 - 500
- 501 - 550
- 551 - 600
- 601 - 650
- 651 - 700
- 701 - 750
- 751 - 800
- 801 - 808
Pages: