Important Announcement
PubHTML5 Scheduled Server Maintenance on (GMT) Sunday, June 26th, 2:00 am - 8:00 am.
PubHTML5 site will be inoperative during the times indicated!

Home Explore Sinekli Bakkal-Halide Edip ADIVAR

Sinekli Bakkal-Halide Edip ADIVAR

Published by eminyukseloglukaihl, 2019-10-16 23:59:28

Description: Sinekli Bakkal-Halide Edip ADIVAR

Search

Read the Text Version

1142. Zararlı yazılmış kitaplar, mektuplar veyayazılar.1143. Belirliyordu.1144. Çaresizi.1145. Alçalan.1146. Aşağılık.1147. Onuruna.1148. Güçlü.1149. Bildiğiniz.1150. Çekmiş.1151. Polis merkezine.1152. Dayanıklılık.1153. Kısacası bir sonuca varamadık.

23Zaptiyenin1154 bütün lâmbaları yanıyor,bütün memurlarında nadide bir av yakalamışavcıların neşesi ve gururu var... Avlarını ikiiriyarı herif Selim Paşa’nın huzuruna getirdi.Tevfik’in kıyafeti perişan, fakat hâlâ kadınesvabının bakiyesini1155 muhafaza ediyor.Yüzünde düzgün, allık, sürme birbirine girmişgözlerinden çenesine uzanan iki müvazi1156siyah, kırmızı, beyaz yol var –gözyaşı izleri–,yanakları, burnu, gözlerinin etrafı mor, siyahçürüklerle dolu, içleri her zaman bir kadınkadar yumuşak, kestane rengi gözleri,ömründe ilk defa gülmeyi unutmuş gibi şaşkınve donuk. Arkasındaki siyah yeldirmenin aşağıkısmı parça parça, her tarafında çamur,omuzlarında biraz da kan lekeleri görüyor. Onutanıyor mu? Anlıyor mu? Bunları kestirmekkâbil değil.1157Tevfik’in dışını, içini perişan eden, aklını

alan bu vaziyetinde Selim Paşa“Gözpatlatan”ın imzasını tanıdı. Kendisi, bir eliTevfik’in omzunda, efendisinden emir bekleyenbir av köpeği inkîyadıyla,1158 tehalüküyle1159Selim Paşa’nın gözlerine bakıyor.Tehlikeli, siyasi maznunları1160istintaka1161 memur edilen bu şişman adam,hiç de korkunç görünmüyordu.Daha ziyade güreş meydanındançekildikten sonra, kendini yemeye içmeyeveren bir pehlivan eskisine benziyordu.Sıkı ilikli yüksek yakasından pırtlayan katkat çeneli, sarkık yanaklar, düşünmeyenadamların etli alnı... İçine gömülü küçük dostgözlerinde bir fili hatırlatan dostluk. Halbukipençeleri bir maznunun kulak tozuna indi mi,değil sağır, herifi kör bile edebilirdi. Ve bu ellerTevfik’in kulak tozunu birkaç defa okşamıştı.— Bir sandalye verin, bir sigara verin.Tevfik’i bir sandalyeye oturttular, eline birsigara verdiler. Muavin Rana Bey kendi eliylekibrit çaktı, fakat parmaklar sigarayı

kavrayamadı, eller dizlerinin üstünde kaldı.Muzaffer hizmete hazırdı:— Herif yalandan yapıyor, bir şey değil.Paşa sert bir sesle onu susturdu:— Siz çekilin, herifi kendi haline bırakın.Rana Bey’le biz istintak edeceğiz.Yalnız kalınca Paşa eğildi, Tevfik’in yüzüneyakından baktı. Ve Paşa’nın hafızası ona ilkdefa vazife başında bir oyun oynadı. Onaçocukken bindiği ve anasından, babasındandaha pek çok sevdiği eski bir tayı hatırlattı. Birgün hayvan ayağını kırmış ve lalası1162 tayınkafasına bir kurşun sıkmaktan başka çareolmadığını söylemişti. Şimdi Tevfik’in gözleriyaralı tayın ondan istimdat eden1163 bakışı ilebakıyordu. Eli gayri ihtiyari1164 siyahyeldirmenin kan sıçramış omzunu okşadı.— Bana her şeyi söyle. Seni bu kıyafetleFransız postasına kim yolladı? Kendi oğlumolsa cezasını veririm... Biz burada Padişah’ınadalete memur ettiği adamlarız...Şimdi bir an evvel ölü donukluğu ile duran

yüzden bir hayat cereyanı geçiyordu. BelkiPaşa’nın dediklerini anlıyordu. Fakat hakikathalde1165 şuurunun1166 en derin birtabakasında bir hayal uyanıyordu. Orada,elinde köpüklü, tatlı bir içki, konuşan ve gülenbir Tevfik vardı. Dost bir ses, bir kardeş sesikulağına eğilmiş:— Benim seni postaya yolladığımı kimseyesöyleme; adresi postahanenin içinde yırt, at,diyordu.Şimdi o ses gene, bir defa dediklerini tekrarediyor.Tevfik’i titreten, söyledikleri değil, sesinkendi mânâsı. Tevfik’in insanlığına müracaateden,1167 onun vefasına, kardeşliğine,cesaretine, nâmusuna, canına emniyet edenses! Daha birçok Tevfikler, daha!Büyüklerin sofrasında içki içen, etrafınıeğlendiren, güldüren Tevfikler... Fakat onlarhep birer soytarı... Kıçına tekme atılan,icabında yüzüne tükürülen bir maskara!Burnunda halka, boynunda zincir, pazaryerinde

kalabalığı eğlendiren bir ayıdan, birmaymundan çok farkı olmayan Tevfik! Şark’ınezelî sanatkârı... Halbuki bu ses bu sofradakiTevfik bir insan... Herkes gibi...Gözlerini kapadı, dudakları kımıldadı.Rana Bey ve Paşa ikisi birden eğildiler,kulaklarını bu kımıldayan ağza yaklaştırdılar.— Söylemem, söylemem, vallahi, billahi...Paşa’nın kaplan pençesine benzeyen inceparmaklı elleri gene onun omuzlarını okşadı.— Fakat bana söyle, Tevfik. Hele senipostaya yollayan oğlum ise hiç saklama. Hilmimi? Söyle... Yemin ederim ki sana bir dahadayak attırmam... Hem cezan –söylersen–daha hafif olur. Seni yakın bir yere sürerim,aylık bağlatırım. Rabia’yı da senin yanınayollarım... Söyle, Hilmi mi?Rabia’nın adı ağzından çıkar çıkmazellerinin altındaki omuzlar titremişti.Paşa yine eğildi, Tevfik’in yüzüne baktı.Gözlerinden çenesine uzanan siyah, beyaz,kırmızı çizgilerin üstünden yaşlar akıyordu,morarmış dudakları oynuyordu. Fakat

ağzından hiç bir ses çıkmıyordu.— Rana Bey, bugün bu kadar yeter. Elini,yüzünü söyle yıkasınlar, arkasına insanabenzer bir şey giydirsinler. Bana sormadanMuzaffer bir daha istintak etmesin.— Evinden esvap getirtelim mi?— Hayır, hayır, sokaktan alın. Ben parasınıveririm. Kızı şimdilik haber almasın!Tevfik’i Paşa’nın odasından aldılar,götürdüler. Ve Paşa hemen masanın başınaoturdu, maznunun üstünde bulunan evrakıokuyordu.Ekserisi1168 İsviçre’de ve yahut Paris’teçıkan Türk gazetelerinden ve risalelerindenibaretti. Bunlar, Selim Paşa’ya, baştan başadivanelik,1169 bir kocakarı sayıklaması gibisaçma geldi. Fakat onu düşündüren gazetelerve risaleler değildi. O, el yazısıyla, meçhul biradama yazılmış bir mektuptu. Güya Padişah’ıhal’etmek1170 için umumî bir kıyam1171hazırlanıyordu. Güya buna taraftar çok adamvardı. Hattâ hayli malûm isimler de

zikrediliyordu.1172 Belki bu bir hokkabazlıktanibaretti. Kaç defa böyle şeyler yapılmıştı. Fakatona rağmen Paşa büyük ölçüde tevkifat1173yapılacağını biliyordu. Gözpatlatan’ın memuredileceği1174 bir hayli istintaklar olacak...Belki, belki de bunların arasında Hilmi debulunacaktı.Paşa evrakı1175 bir tarafa itti. Masanınüstünde bir kalem seçti, ucunu dikkatlemuayene etti ve Saray’a raporunu yazdı.— Bunu bir memurla yolla... Sonra söyle,bana leğen, ibrik ve seccade getirsinler.Namazdan sonra şu koltuğa uzanır, kestiririm.Sabah oluyor, İstanbul uyanıyordu. Paşa,namazı bitirir bitirmez koltuğa uzandı, başınıkoltuğun arkasına dayadı, içi geçti.Sokakta gürültü arttı. Uzaktan birlaterna1176 sesi geliyordu ve Paşa bir rüyagörüyordu. Bayramdı. Hilmi altı yaşındaydı.Arkasında bir paşa üniforması vardı... Paçalarıbiraz düşük, omuzlarındaki apoletler fazla

büyük... Belinde bir teneke kılıç, tavus yavrusugibi kollarını sallaya sallaya dolaşıyor. Beyazelleri yüzükle dolu bir genç kadın el çırpıyor.Ela gözleri parıl parıl yanıyor.Laterna sesleri yaklaşıyor. Oğlan duruyor,sokağı dinliyor, sonra belinden teneke kılıcınıkoparıp atmaya çalışıyor, avazı çıktığı kadarbağırıyor:— Ben laterna isterim... Laterna isterim...Selim Paşa sıkıntıdan ter içinde. Bu şımarıkoğlanı niçin susturmuyorlar? Niçin kendi buarsız ağza iki şamar atamıyor?Laterna sesleri kesildi. Güneş, ZaptiyeNazırı’nın başını yakıyordu. Gözlerini açtı,alnındaki ter taneleri yanaklarına damladı.İçinde fenâ bir sıkıntı vardı. Yarı uykuda, yarıuyanık rüyadaki çocuğa:— Bu sefer senin cezanı vereceğim...diyordu.1154. Polis merkezinin.

1155. Kalanını.1156. Paralel.1157. Mümkün değil.1158. Uysallığıyla.1159. İstekliliğiyle.1160. Sanıkları.1161. Sorgulamaya.1162. Çocuğun bakım, eğitim ve öğretimiylegörevli kimse.1163. Yardım bekleyen.1164. Elinde olmadan.1165. Gerçekte.1166. Bilincinin.1167. Başvuran.1168. Çoğunluğu.1169. Çılgınlık.1170. Tahttan indirmek.1171. Ayaklanma.1172. Sayılıyordu.1173. Tutuklama.1174. Görevlendirileceği.1175. Basılı kâğıtları.

1176. Kolu çevrilerek çalınan, sandık biçimindebir tür org.

24Rabia, dört gün babasından haber almadı.Rakım, Tevfik’in Kadıköyü’nde oturan eskiarkadaşlarını birer birer ziyaret etti. Tevfikonlara kadın kıyafetiyle dört gün evvel gelmişmiydi? Hepsi başını salladı, cücenin yüzünegarip garip baktı. Onu biraz kaçırmışaddettiklerini1177 Rakım anladı. Fakat en acıgelen şey dükkânın kapısında onu bekleyenbal rengi gözlerin iki alev gibi yanan ümit ışığınıher akşam söndürmek oldu.Sinekli Bakkal gene Tevfik’in macerası ileyeni bir hayat yaşıyordu. Gene bir dram hayatı.Her gün komşular dükkâna uğrayıp habersoruyorlar, her evde, sokakta ve çeşmebaşında Tevfik’in kaybolması konuşuluyor.Mahalle çocukları, “Tevfik Amca’yı dağakaldırmak” oyunu oynuyorlardı.Rabia eğer o kadar şaşkın olmasaydıSabiha Hanım’ın tavrını pek şüpheli bulacaktı.

Her zaman Tevfik’e taallûk eden1178 şeylerlealâkadar görünen bu dost kadın şimdi âdetâlakayt1179 bir tavır almıştı. Kız ona derdiniyanarken, Paşa’nın Tevfik’i buldurması için birköpek gibi yalvarırken o, gözlerini tavanadikiyor, cevap vermiyordu. Ve dört günPaşa’nın odasına koşan Rabia, kapıyı sıkı sıkıkapalı buldu.Halbuki Sabiha Hanım Tevfik’intutulduğunun ertesi günü Rabia’nın başınagelen felâketi öğrenmişti. Paşa’nın kendisinebu haberi Rabia’ya vermemesini tembihi pek okadar gayri tabiî değildi.1180 Fakat“şeriklerini1181 öğrenelim de sonra söyleyelim”deyince şüphelendi. “Şerik” derken Paşa’nıngözleri neden birdenbire karısının gözlerindenkaçmıştı?Ve kadın derhal anlamıştı. Padişah, devlet,vazife diye bir sürü kuru lâfa bağlanan bu adamkendi oğlundan şüphe ediyordu. Ah, Paşa’nınbu şüphesini Sabiha Hanım eğer paylaşmamışolsa neler, neler yapacaktı! Fakat şimdi içinde

öyle bir korku var ki... Beş vakit namazındaTevfik’in şeriklerini ele vermeden ölmesi için...Dili tutulması için ne derin bir ihtirasla Allah’ayalvarıyordu. Rabia haber alırsa, babasınıgörürse belki bu şerikleri ele vermek içinbabasını ikna ederdi. Rabia haber almamalı...Ta ki Tevfik...Konağın felâketli havası dört gün sonrasokağa da sirayet etti,1182 hattâ bütünİstanbul’u sardı. Büyük ölçüde tevkifatbaşlamıştı. Kulaktan kulağa bu haberfısıldanıyor, kulaktan kulağa Selim Paşa’nınİstanbul’un en meşum,1183 en zalimsiması1184 olduğu söyleniyor. Öyle ya, ikigözüm Padişahım hiç böyle şeyler ister mi?Hep etrafındaki adamlar onun evhamını1185körüklüyor. Kim bilir ne dalavereleri var?Gözlerini toprak doyursun, ne rütbeye nenişana ne paraya doyuyorlar!Sinekli Bakkal halkı bu tedhiş1186havasında fırtınanın yaklaştığını sezen

hayvanlar gibi sinmişti. Köşe başında bazânyığılıp bu meseleyi fısıldaşırken, herkesin gözüetrafı kolluyor, bir ayak sesi duyar duymaz,herkes birden susuyor... Hele Selim Paşa’nınarabasının sesi köşede işitilince çeşmede sualan kadınlar duvarlara sürüne sürünesıvışıyorlar.Rabia’dan başka herkese Tevfik’inmevkûflar1187 arasında olduğuna kanaatgeldikten1188 birkaç gün sonra Sabiha Hanımona babasının başına gelen felâketi haberverdi:— Paşa, masum olduğuna kani...1189Yaptığı işin ne olduğunu anlamadansürüklenmiş olacak. Merak etme Rabia. Paşaelinden geleni yapacak. Daha henüz gösterirlermi bilmem ama, sen yarın sabah zaptiyeyebiraz tütün ve çamaşır götür.Ve ertesi sabah erkenden Rabia,koltuğunda bohça, Zaptiye Nezareti’ninkapısında belirdi. Rakım, yeldirmesinin eteğinesımsıkı sarılmıştı. O, mahalle kahvesinde,

maznunlara yapılan işkenceleri, hattâmübalağa ile, Gözpatlatan’ı bile işitmişti.Bunlardan Rabia’ya hiç bahsetmemişti. Fakatonun dizleri, içi boş iki lastik boru gibi göçüyor,çeneleri çarpıyordu. Buna rağmen sarığıperişan, gözleri evlerinden fırlamış, pabuçlarıbozuk kaldırımlarda sürçe sürçe Rabia’nınpeşinden gidiyordu.Zaptiyenin koridorlarında eli bohçalı, gözlerikorku içinde, çeneleri kısılmış bir hayli kadındaha vardı. Kimse bu servi gibi uzun boylu,çocuk yüzlü genç kızla, eteğine yapışanzavallı cüce ile alâkadar olmadı.Hademeler ellerinde kâğıtlarla, yahut kahvetepsileriyle odalara girip çıkıyor, fakat biri durupRabia’ya ne istediğini sormuyordu.Güler yüzlü, şişman bir adam, Rabia’yayaklaştı:— Kimi istiyorsun, hemşire?— Hay Allah senden razı olsun, kardeşim.Kız Tevfik’i görmek istiyorum.Şişman adam başını kaşıdı, file benzeyenküçük gözleri yanaklarının et katlarına bütün

bütün gömüldü.— Kimseyi görmesine müsaade etmiyorlar.İstersen bohçayı bırak, ben veririm.— Ama ben onun kızıyım.— Paşa’dan yazılı emir getirmezsen kızı daolsan, anası da olsan yanına koymazlar.— Paşa Efendi buradaysa bana izin verir.Kızın sesi ümit doluydu.Şişman adam gene başını kaşıdı, genegözlerini büzdü.— Varayım bir Muavin Bey’i göreyim...Önünde durdukları odaya dalıvermişti. Kızauzun gelen bir dakikadan sonra çıktı, kapıyıaçtı, kızı içeriye aldı, cüceye kapınınarkasında bekleyecek yer gösterdi.İşi başından aşan Rana Bey, Rabia’yı, sırfkonakla münasebetini bildiği için yanına kabuletmişti. Fakat onu başından çabuk savmakkararı pek kat’iydi.— Bugün babanı göremezsin, kızım. İzinçıkınca ben sana haber yollarım.Bol yeldirmenin içindeki dal vücut birazdaha uzar gibi oldu, ince çene yukarı kalktı:

— Ben mutlak bugün göreceğim.— Göremezsin... Ha, işte Paşa geliyor, bakona söyle... İzin verirse gösteririm.Rabia, Zaptiye Nazırı Selim Paşa’nınkendinin konakta tanıdığı nazik, hattâ müşfikihtiyardan çok başka bir adam olduğunun hiçfarkında olmadı. Bal rengindeki gözlerinin yeşilmevceleri ümitle tutuşmuştu. Mutlak biremniyetle ona derdini açtı:— Bana babamı göstermiyorlar, PaşaEfendi.Siyah yeldirmenin içinde dalgalanan zavallızayıf vücut, içleri yardım dilenen, SelimPaşa’ya emniyetle, muhabbetle bakan güzelgözler! Bunlar Paşa’nın Zaptiye Nazırımaskesini değiştirmedi, fakat biraz boğazınıkuruttu. Öksürdü:— Bugün olmaz, Rabia. Bohçayı bırak, git.Birkaç gün sonra... Ağlama... Ağlama...Ağlamasana!..Paşa’nın sesi hiç sert değildi. Fakat o kadarkat’iydi ki kızın gözlerindeki ateşi derhalsöndürdü. Gözlerinden su gibi inen yaşlardan

etrafı göremez olmuştu. Birdenbire ayaklarıyerden kesilmiş, gözlerini duman bürümüştü.Boğazını yırtan hıçkırıklarla Paşa’nınayaklarına yığıldı, zayıf kolları, boğulan biradamın cankurtaran simidine sarılışı gibi,Paşa’nın dizlerine sarıldı:— Gidemem, Paşa Efendi... Hiç olmazsakapı aralığından yüzünü göreyim... Yalnız sağmı... İşte o kadar. Yoksa siz... Siz babamıöldürdünüz mü?Fesüphanallah!1190 Bu müşkül, bu gülünçvaziyetten Selim Paşa kendini nasılkurtaracaktı? Kapının aralığından Rakım’ınyüzüne gözleri ilişti. Eliyle işaret etti. Cüce birlastik top gibi odanın ortasına sıçramış, kızınomuzlarından yakalamış, hem sürüklemeyeçalışıyor, hem bidüziye:— Paşa’yı kızdırma, Rabia, yine geliriz...Haydi yavrum, diye kızı götürmeyeçalışıyordu.Zavallı bir çocuğa teselli vermek isteyenzavallı bir ses! Çarpık çurpuk bir cücenin sesi!Rabia onu hiç unutmadı. Çünkü o büyük odada

dizilip duran uzun boylu erkeklerin genişgöğüslerinin içleri, Rabia’ya, bomboş geldi.Onların arasında Rakım bir köstebeğebenziyordu, fakat yalnız onun göğsünün içindeatan bir insan kalbi vardı!Rabia kalktı, eli cücenin elinde, omuzlarıdüşük, odadan çıktı. Arkalarından Paşacüceye sesleniyordu:— Göreyim seni, bu sokakta sakın birmesele çıkarmayın e mi!Koridorda cüce onu değil, o cüceyisürükleyip götürüyordu. Zaptiye Nezareti onabir korkulu rüya hissini veriyor, bir ayak evvelbu rüyadan kurtulmak istiyordu.Âdetâ içini yakan acının sebebini bileunutmuş gibiydi. Kapının önünde arkasındanbiri seslendi:— Bohçayı bırak, hemşire. Tevfik tütündiye kıvranıyor, bir saat evvel tabakamı önüneboşalttım.Kız, yıldırım gibi döndü, bohçayı uzattı.İnsanları birer zulüm aleti olan bu zebaniyurdunda bir tek insana benzeyen adam bu

şişman adamdı. Rabia’nın bal rengi gözleri onaminnetle baktı:— Babama iyi bak, e mi kardeşim!Tabiî; bakacaktı. Gözpatlatan Muzaffer –maznunlara, yalan, doğru, yukarıdan gelenemirle, muayyen cürümler1191 itiraf ettirmekvazifesinin haricinde– herkesi hoşnut etmeyeçalışır bir adamdı.Nezaretin köşesini dönünceye kadar Rabiaetrafına bakmadı. Yalnız öteki sokağa saparsapmaz kızın dizleri kesildi, bir evinkapısındaki mermer basamağa çöktü, omuzlarısarsıla sarsıla ağlamaya başladı. Geçenler onu–yanında cüce dolaştıran– bir dilencizannettiler. Biri para uzattı.Ondan sonra durmadan, kesilmedenRakım’la eve döndüler. Bir daha ağlamadı.Minderin üstüne büzüldü, sustu. Sebebinianlayamadığı, fakat tahammül edemediği birağrı duyan hayvanlar gibi orada inledi...

1177. Saydıklarını.1178. İlgili olan.1179. Kayıtsız.1180. Olağanüstü değildi.1181. Ortaklarını.1182. Yayıldı.1183. Korkunç.1184. Zalim kişisi.1185. Kuruntularını.1186. Sindirme.1187. Tutuklular.1188. İnandıktan.1189. İnanıyor.1190. Şaşkınlık belirten Arapça bir söz.1191. Suçlar.

25— Ne var, Bilâl? Evde biri hasta mı? Yoksaannem mi hasta?Hilmi rıhtımda arabanın kapısını açanBilâl’in yüzünü gözleriyle delik deşik ediyor,oradaki kapanık ve karanlık ifadenin mânâsınıanlamaya çalışıyordu.Henüz Beyrut’tan gelmiş, vapurdançıkmıştı. Müstakbel kayınbiraderinin tavrındakideğişiklikten o kadar ürkmüştü ki, Bilâl’inarkasında duran iki sivil memurun kimolduğunu bile sormamıştı.— Bir şey yok, sahi bir şey yok. Sizarabada bekleyin, ben eşyaları Şevket Ağa ileyollayayım, gelirim.Hilmi, gözleri arabacının arkasında, dalgındalgın düşünürken, arabanın kapısı açıldı,içeriye Şevki atladı, kolunu Hilmi’nin kolunageçirdi, oturdu, gözleri arabadan on adımuzakta bekleyen iki adamda, nefes almadan,fakat alçak sesle Tevfik’in başına gelenleri

anlatmaya başladı. Mukaddime1192yapmadan, hiç teferruata1193 girişmeden hepo, Saray’ı ve Selim Paşa’yı ürküten mektuptanbahsediyordu.— Tevfik’i istintaka1194 memur olanGözpatlatan Muzaffer, henüz bizi ele vermedi.Aman sen ağzını sıkı tut, yüzünden bir şeybelli etme...Hilmi cevap vermeye vakit bulmadan Bilâlgeldi, karşılarına oturdu.Araba Aksaray’a yaklaşıncaya kadar üçüde bir tek lâkırdı etmedi.Vaziyetin çirkinliğini bir türlühazmedemeyen Hilmi, kendi kendine söylüyorgibi, “Nâmus, nâmus...” diye başladı. FakatŞevki’nin eli bir kaplan çevikliği ile ağzınıkapamış ve dişlerinin arasından âdetâ Hilmi’yesöver gibi, “Büyük maksatlar mevzu-ıbahs1195 olurken ferdin nâmusu kuru birgururdur,” diyordu.Bu cümle Hilmi’den ziyade Bilâl’e tesiretmişti.

Şevki’nin taassupla vahşileşen esmeryüzünde Bilâl’ in beyaz kirpikli mavi gözleriyıldırım gibi dolaştı. Onun Makedonyameydanında yetişen kafası, kavgadakazanmak için her hileyi meşru görmeyealışmıştı. Halbuki Sultani’de Tanzimat edebiyatıdiye garip şeyler öğretiyorlardı... Şimdi Şevki, omektebin birinci çıkan talebelerinden İstanbullubir adam, dayısı Bayram Ağa’nın söyleyeceğinikitabî bir üslupla söyleyivermişti. Dudaklarıkımıldadı, Şevki’nin cümlesini içindenezberledi.Araba konağın kapısında durunca Hilmiarkadaşını alıkoymadı. Anasını bir ayak evvelgörebilmek için merdivenleri âdetâ ikişer ikişerçıktı. Fakat anasının odasına girince onuntavrını da Şevki’ninki kadar garip buldu.Sabiha Hanım ne Dürnev’i ne de Hilmi’ninnasıl seyahat ettiğini sordu. Gözleri korkudanbüyümüş, sesi çarpıntıdan kesik kesikçıkıyordu. Hemen biri gelip Hilmi’yi kapıpgötürecekmiş gibi gözleri kapıdan ayrılmıyordu.— Tevfik’in başına gelenleri duydun mu?

Allah razı olsun, oğlan, kimseyi ele vermedi. Oadamlar kimse haber vermeli, dikkat etsinler,kendilerini sakın ele vermesinler... Hattâ, hattâsavuşsunlar!— Sen onların kim olduklarını biliyormusun, anne?— Hayır, hayır, bilmek de istemem. Gecegündüz selâmetlerine dua ediyorum. Tevfikonları haber verse de kendi cezadankurtulacak değil ya... Birçok kadın dahaağlayacaktı... Bir sürü ocak daha sönecekti!Boğazında ani bir hırıltı ile kolları Hilmi’ninboynuna dolandı, boğacak gibi sıkıyor,Hilmi’nin göğsüne yapışan pörsük göğsü içindehapsetmek istediği hıçkırıklar boğazınıyırtıyordu. Gözyaşları Hilmi’nin yakasındanboynuna aktı ve Hilmi’yi, Tevfik’in mefhumşeriklerini tutup hemen teslim etmekten menetmek istiyormuş gibi:— Yapma evlâdım, köpeğin olayım, yapma,ihtiyar anana kıyma, diye yalvarıyordu.Hilmi anasının kollarını boynundan çözdü,biraz geri çekildi, ihtiyar kadının yüzüne baktı.

Ağlamaktan gözleri şişmiş, zavallı yüzü onsene birden ihtiyarlamıştı.Düzgün, allık maskesi artık tamir kabuletmeyecek kadar çökmüş, eski bir binanınbadanasını hatırlatıyordu. Fakat hâlâ canlı vegenç kalan ela gözlerindeki ıstırap ve korkuHilmi’nin yüreğini didik didik ediyordu. Veanasını bu dakikadaki kadar derin birrikkatle1196 sevdiğini hatırlamıyordu.Ondan, nâmusunu şahsî selâmetine1197fedâ etmesini talep eden bu anaya o kadardüşkün, o kadar düşkündü ki...— Sizi Paşa istiyor, Hilmi Bey.Şükriye Hanım’ın birdenbire odaya girişiona kendini toplattı. Elini yüzünü yıkamak vedeğişmek için odasına gidecek, sonra babasınıgidip görecekti. Fakat anasının odasından okadar bitap1198 çıkmıştı ki kendi kendine:— Bir sürü insanı daha felâketesürüklemekte ne mânâ var? Hem de esasıolmayan bir çocukluk için. Bir kâğıt parçasıylabu rejim nasıl yıkılır? Tevfik’i postaya ben

yolladım, demekle adamı cezadan kurtaramamya... Şevki’nin dediği gibi, mertlik burada boşbir gururdan ibaret kalmaz mı, diyordu. Bununlaberaber onun dış tesirlere çabuk kapılanyumuşak mizacının bir tarafında, kendisininbile haberdar olmadığı bir kuvvet saklıydı. Ve okuvvetin sesi:— Kendini ele vermekten çekinmen acabaanana merhametinden mi, bir maksada bağlıolmandan mı, yoksa sırf korkaklıktan mı, diyebağırıyordu.Odasına çıktığı vakit kafasında birbirinikovalayan fikirler, ölçülerini, hüviyetlerinikaybetmiş birbirine çarpan bir sürü divanelerebenzemişti.Yüzünü yıkadı. Üstünü süpürdü. Oturdu,biraz başını toplamaya çalıştı. İçinde herzamandan ziyade şiddete, cebre,1199 zulme,ıstırap veren her şeye karşı bir isyan, birgayz1200 duyuyordu. Şimdi bile yurduna buçirkin şeyler –bir zulüm abidesi yıkmak için bilekullansa– gene muzır, gene nefret edilecek

şeylerdi. Dünya ona çirkin bir boğuşmameydanı gibi geldi. Padişah’a, hükümete isyanedenler, ihtilal yapmak isteyenler, hepsi, hepsiaynı çirkin hamurdan yoğrulmuş insanlar veteşekküllerdi.1201 Yalnız ferd masum yalnızferd zavallı ve bazân da iyi idi.Nasıl olmuştu da Hilmi vaktiyle Garb’da herşeyin insanî bir adaletle geçtiğine inanmıştı?Buzlu şerbet içilen, pencerelerinden yaseminkokusu gelen ılık odalarda münakaşa ettikleriFransız ihtilali kim bilir ferdlerin hayatını nasılhercümerc1202 eden bir zulüm veceberrut1203 havası içinde geçmişti!Kalktı. Aynada boyunbağını dikkatledüzeltti, babasının odasına yollandı. Kendikendisine yolda diyordu ki:— Ferd için bir tek selâmet yolu var, o daVehbi Dede gibi dünyayı Allah’ın gelip geçenbir rüyası telakki etmek.1204Selim Paşa oğluna gelininin sıhhatini sordu,nasıl seyahat ettiğini sordu, yer gösterdi,oturttu. Kendisi oturmadı. Sakindi, nazikti, fakat

tavrı her zamandan ziyade resmîydi. Bir haylizaman sonra o da Tevfik’in başına gelenlerianlatmaya başladı. Herhalde Tevfik’inmuhtemel şerikleri onda merhamet değil gazapuyandırıyordu. O kadar ki yavaş yavaş sükûnubozulmaya başladı.— Bir soytarıyı kendisine siper edenkorkak herifi elime geçirebilsem...Hilmi’nin gözleri Paşa’nın inceparmaklarının muhayyel bir mücrim1205gırtlağı sıkıyor gibi büküldüklerini gördü.Dudaklarında acı bir tebessüm, sordu:— Ya birden fazla şeriki varsa?— Kerataların hepsi meydana çıksın,cürümlerinin cezasını görsünler.— Niçin kerata olsunlar? Padişah’ınzulmüne isyan, neden bir cürüm olsun?— Anlayamadım.— Mesela sizin mücrim addettiğinizadamlar da sizi mücrim addedebilirler.— Ne dedin? Ne dedin?— Bir dakika için öyle farz edelim.— Edemem. Bir an için bile edemem.

Dünyada bir tek doğru, bir tek eğri vardır.Benim inandığım şeyler doğru, onlarıninandıkları batıldır.1206 Anladın mı? Yoksasen de mi o soytarının arkasına gizlenensefillerdensin?— ..................— Cevap ver.— Vermeyeceğim. İstediğiniz şeye inanın,elinizden geleni yapın... Anlaşıldı mı?Kafa tutan bir Hilmi... Âdetâ peltekliğiniunutan, sert ve sarih1207 bir erkek!— Eğer inansam sen şimdi Tevfik’inyanında olurdun, Hilmi Bey. Fakat sen o kadınkıyafetine giren herifin cesaretinigösteremezdin. Onun çektiklerini çeksen...Muzaffer’in pençesini kulağının tozunda birduysan ananı babanı ele verirdin, el ayak öperyalvarırdın... Seni tavşan yürekli, murdar1208tabansız seni!Babalık oğulluk bağları koptu, ayrıldı,hürmet ve terbiye efsaneleri duman gibisavruldu. Birbirlerinin boğazına atılmak isteyen,

birbirini yakmak isteyen iki düşman erkekoluvermişlerdi. İhtiyarın elleri yanındaduruyordu. Çünkü karşısındakini, elkaldırmaya bile, dövülmeye bile layıkgörmüyordu. Gencin yumrukları havada...— Hilmi, sen odana çekil, ben babanlayalnız konuşacağım.İki dakikadır kapıda değneğine dayanmışduran kadını ikisi de görmemişlerdi. İkisi deayıldı ve kendilerini biraz topladılar.Kadının sesinde, yarım saat evvel Hilmi’yeyalvarırken gösterdiği aczden1209 eserkalmamıştı.Hilmi –hâlâ gırtlağını parmaklarıyla çekipkoparacak kadar– babasından nefret ediyordu.Fakat anasına eğildi, çıktı gitti.1192. Giriş.1193. Ayrıntıya.1194. Sorguya çekmeye.

1195. Söz konusu.1196. Acımayla.1197. Kişisel kurtuluşuna.1198. Bitkin.1199. Zora.1200. Öfke.1201. Kuruluşlardı.1202. Alt üst.1203. Aşırı bir baskı.1204. Kabul etmek.1205. Suçlu.1206. Yanlıştır.1207. Açık.1208. Kötü.1209. Güçsüzlükten.

26İkinci Mabeyinci lâkırdıyı açtı:— Demek Tevfik hâlâ kimin kendisinipostahaneye gönderdiğini söylemiyor. Belki dekendi hesabına gitti.Selim Paşa başını salladı.— Tanısanız böyle demezdiniz. Aklı birşeye ermeyen bir Karagözcü, cahil bir mahallebakkalı. Hayır, hayır... Arkasında başkalarıvar.— Zâti Bey onun, hayal oynatırkenbüyükleri taklit ettiğini, efkârı teşviş eden1210ince imâlar yaptığını söylerdi. Bu, onun çokkurnaz olduğunu göstermez mi? Belki sadecehilekâr, zeki bir anarşist.— Zâti Bey mezmum1211 âdetlere dair kimbir ima yapsa üstüne alınır... Yapanı sürmeyekalkar. Altı yüz senedir hayal oyununda butaklitler, bu imalar olagelmiştir.Bir zaman ikisi de sustu, sigara dumanlarını

seyrederek kendi kendilerine düşündüler.Sonra Selim Paşa son günlerde âdet edindiğitefelsüfe1212 başladı:— Herifin kalbi kadın gibi... Kafası da öyle.Devlet, hükümet, siyaset, padişah... Bunlardanbir şey anlamıyor. Karşıma aldım konuştum.Karınca kadar ehemmiyeti1213 olmadığınıkafasına sokmaya çalıştım. Ferd, bir buğdaytanesi; hükümet ve devlet, bir değirmen... Onlarher taneyi ezer, istediği şekle sokar. Garb’ıtaklide başlayalı, çürük fikirlerini kendimize maletmeye yelteneli bu hikmeti unutuyoruz.Sözüme mim yapıştırın,1214 Beyefendi. Farzımuhal olarak1215 Genç Türkler bir günhükümete gelseler onlar da bizim kadar, belkibizden fazla ferdi ezecekler!Paşa terini sildi. Gözleri uzaklara daldı.Kendisiyle beraber göçmeye mahkûm fakatköhne1216 bir devlet makinesinin hayaliniseyrediyor gibiydi. Fakat bir dakika sonra aynımevzua1217 başka bir cepheden girdi:

— Kadınlar... Kadınlar isabet ki devlet işinegirmiyorlar. Çünkü hiçbiri bu hikmetianlayamaz. Akıl eksikliğinden değil ha! Okadar perde arkasından icra-yı hükümet1218eden kadın geldi geçti. Hepsinde bizim Tevfikgibi hissine mağlup olan bir şey var. MeselaTevfik adî bir soytarı olsa çoktan itiraf ederdi.Kuvvetli bir erkek olsa bir kadın gibi ağlamazdı.İkisi de değil. Gözpatlatan’ın yumruklarınadayanıyor, ağlıyor, kendinden geçiyor, genesevdiği bir adamın sırrını ele vermiyor. Kadınlarda böyle. Mesela bizim hanımı alın... Sadrazamoldu farz edin... Emin olun bugünküsadrazamdan daha dirayetle1219 idare eder.Fakat bir de vazifesiyle analık hissi karşıkarşıya gelsin, değil idare ettiği devleti, kâinatınbütün devletlerini eliyle yıkar.Mabeyinci’nin dudaklarında, biraz VehbiDede’yi hatırlatan derûnî1220 bir gülümsemebelirdi.— Aşk ahlakı! Kim bilir, belki istikbaldeinsan müesseselerinin nazımı1221 o olur...

İnşaallah olsun.Sustu. İhtiyarın içini yiyen kurdu çıkarmakistiyordu. Dost ve ilk defa teklifsiz bir tavırla:— Niçin mutlak, oğlunun mücrim olduğunainanmak istiyorsun, birader, dedi.Paşa’nın son günlerde bir kartal iskeletinebenzeyen kuru yüzü üzüntüden,uykusuzluktan âdetâ yeşil bir renk almıştı.Fakat Mabeyinci’nin son sözleri elmacıkkemiklerine iki kırmızı humma mıntakasıuyandırdı.— Beyrut’tayken ben de masumiyetineinanır gibi olmuştum. Ah gene inanabilsem!Bilseniz şimdi nasıl iki can düşmanı olduk.Fırsat buldukça Tevfik’in istintakta çektiklerinianlatıyorum. Zerre kadar erkek vicdanı olsaitiraf eder, diyorum. Dişleri kilitleniyor, gözleridönüyor fakat itiraf edecek yerde beni tahkirediyor. Hattâ bir defa el bile kaldırmasınaramak kaldı... Bana... Babasına! Bilseniz artıkevim bir cehennem. Kırk senelik ayalim,1222 osakat hatun yüzüme bakmaz oldu. Kahrındanölecek. Tevfik’in kızı, kendi evlâdım gibi

büyüttüğüm çocuk konağa ayak basmıyor.Ben ne yaptım? Dünyanın umacısı oldum.Dine, devlete hürmet için evlâdını bile fedâyahazır bir emektar bu muameleye layık mıdır?Dudaklarını kıstı, sustu. Devam etse bütünmetaneti eriyecekti. Yüzü eski çetin, yavuzZaptiye Nazırı maskesini takındı. Ayağa kalktı.Mabeyinci de kalktı.— Mevkûflar1223 için ne düşündüğümüzüPadişah’a arz etmek zamanı geldi, Selim Paşa.Tevfik’i itiraf ettirmek için daha fazla uğraşmakbeyhude...1224Paşa bir zarf uzattı. Kısaca:— Maruzatım,1225 dedi.Mabeyinci Padişah’ın mevkûflar hakkındakiiradesini çarşamba günü Selim Paşa’ya tebliğetti.1226Büyük rütbeli, küçük rütbeli memurlar, busefer sayısı çok olan talebe karmakarışıksürülüyor, yarısı Trablus’a, yarısı Yemen’egönderiliyordu. Gerçi tahkikatta,1227 mektupta

isimleri zikredilenlerin, kıyama1228hazırlandıkları tebeyyün etmemişti.1229 Fakatbunlar İstanbul’dan def edilmezlerse Padişah’ınfikri sükûn bulmayacaktı.1230 Devletin temeltaşı, din ve devletin biricik mümessili olan buzatı âlinin sükûnuna varsın birkaç, hattâ birkaçyüz ferd fedâ olsun! Selim Paşa da böyledüşünüyordu.Tevfik Şam’a sürülüyordu. Şehirde serbestbırakılacaktı. Paşa memnun oldu. Fakat onuöteki sürüden ayıran atıfetin1231 neredengeldiğini merak etti. İkinci Mabeyinci:— Padişah oğlunuza karşı aldığınızbitarat1232 vaziyetten mahzuz oldu.1233 Hemvicdanınızı müsterih kılmak1234 hem de HilmiBey’in muzır edebiyata karşı nabeca1235hevesini kırmak için bir çare düşündü.Paşa kendi kendisine:— Acaba bu mukaddime neden icabetti.1236 Hilmi’ye ne yapacaklar, diyor, fakat

susuyordu. Mabeyinci devam etti:— Padişah Hilmi Bey’i Şam Vali Muavinitayin buyurdular. Tabiî fahrî bir muavinlik. HilmiBey bir zaman için şehirde ikamete mecbur.Padişah sizi memnun etmek için yakındagençliklerine atfettikleri bir kusuru affedecek,başka bir memuriyete tayin buyuracaklar.Selim Paşa’nın vicdanı hakikaten birazmüsterih oldu.1237 Öteki sürgünlerin kusuruHilmi’ninki kadar bile meydana çıkmamıştı.Fakat buna rağmen boğazı kurumuş, elleri buzgibi olmuştu. Mabeyinci gene devam etti:— Bunların hepsi yarın erkenden irkabedilmeli,1238 idarenin Şevket-i Derya’sınıtahsis ettireceğiz. Lütfen siz icabına bakın.Hünkâr cuma selâmlığına çıktığı zaman, vapurBoğaz’ın dışında olmalı.Selim Paşa hâlâ susuyordu.— Tabiî hazırlık yapmak, ailelere habervermek istersiniz. Kimse ailesini berabergötüremeyecek, vapur hareket etmeden evvelaileler vapura gidebilir. Hünkâr her şeyin sükûn

içinde cereyanını1239 temin etmenizi iradebuyurdular.1240Paşa resmî bir temenna etti:1241— Zatı Şâhâne’nin1242 emirleri harfiyenicra edilecektir,1243 dedikten sonra kapıyayürüdü.Bugün arkası âdetâ iki büklüm olmuşgibiydi, fakat kafa hâlâ o müteazzım1244kafaydı.Mabeyinci kapıya kadar geldi:— Terfiini1245 münasip1246 gördüğünüzmemurları inha ediniz,1247 dedikten sonra,elini Paşa’nın çökük omzuna koydu.Gözlerinde ve sesinde gene Vehbi Dede’yiandıran içinden gelen bir yumuşaklık vardı:— Pek içine koyma, Paşa. Hepimiz geçicibirer gölgelerden başka bir şey değiliz, dedi.Paşa Saray’dan çıkarken mağrur1248dudakları acı acı bükülmüş:— Mabeyinci gelsin de Sabiha’ya oğlunun

bir gölge olduğunu anlatsın bakayım, diyordu.Yıldız’ın uzun bir yılan gibi kıvrılan beyaztozlu yollarından arabasının siyah atları uçargibi inerken o, karısını, bilhassa1249 karısınınçok çocukça bir hareketini gözüyle görüyorgibiydi. Her akşam kadın beyaz elini oğlununyakasının içine sokar, arkası nemli olupolmadığını tetkik eder,1250 çamaşırdeğişmesinde ısrar eder ve mutlak bir fincansıcak ıhlamur içirirdi.Daireye gelir gelmez bin beygirli bir dinamogibi faaliyete geçti. Evvelâ Şevket-i Derya’nındenize çıkabilmesini temin etmek lâzımdı. Kaçzamandır Haliç’te teknesi midye bağlamıştı.Vapurun kaptanı Galata meyhanelerininbirinde, tayfaları Kasımpaşa’nın muhtelifköşelerinde arandı, bulundu. Her şey hazırolunca Paşa eve döndü.Aklı Hilmi’de, daha doğrusu oğlunun sürgüngibi Şam’a gideceğini anlatmaya mecburolduğu Sabiha Hanım’daydı.Evvelâ Hilmi’yi odasına çağırdı:

— Zatı Şâhâne seni Şam Vali Muavinliği’netayin buyurdu, dedi.— Beni af buyursunlar. Vali muavinliğin dearzum1251 yok, liyakatim1252 de yok.— Orası malûm. Fakat liyakate lüzûm yok,hattâ iş bile yok. Maliye’deki kâtipliğinden1253farklı değil. Bir devamdan ibaret.— Yani paşa oğullarına mahsus birsürgünlük...Hilmi’nin dudakları ne kadar müstehzî, nekadar acıydı!— Paşa oğlu olduğuna şükret. ÖtekilerYemen’e ve Fizan’a gidiyor!— Tevfik nereye gidiyor?— O da Şam’a...Hilmi, göğsünün üstünden bir çeki taşıkalkmış gibi hafifledi. Orada kendi yüzündenmağdur1254 olan bu zavallı adamaçektirdiklerini unutturacak, belki Rabia’yı daaldıracaklar... Âdetâ acele ile:— Ne zaman hareket ediyoruz, diye sordu.— Seni ben yarın sabah çatana1255 ile

vapura yollarım. Emir verdim, kamaranı buakşam temizleyecekler.— Hangi vapurla gidiyoruz?— Şevket-i Derya ile.Hilmi sarardı.— Kadıköyü’ne geçerken bile beni deniztutar, o kırık tekne ile Bahrisefid’i1256 nasılgeçersin? Annem o kırık tekne ile sonbahardadenize çıkacağımı duyarsa yüreğine iner.— İstisna yapacak değiliz ya... HemŞevket-i Derya’yı neden beğenmiyorsun? Yirmisenedir Yemen’e asker ve sürgün taşıyor!Hilmi cevap vermedi, odadan çıkmayahazırlanıyordu.— Seni gitmeden önce görmek isterim,Hilmi.— Ne lüzûmu var, Efendim? Emirlerinizişimdi verdiniz. Ben birkaç dosta veda içinsokağa çıkacağım.— Evden doğruca vapura gideceksin, dahaevvel çıkamazsın.— Ya... Pekâlâ... Öyle ise beni akşamannemin odasında bulursunuz.

Bu peltek, bu kansız oğlana bu vakar1257birdenbire nereden gelmişti:— Sen annene haber vermeden gitsen, bensonra anlatsam, olmaz mı?— Duasını almadan gidemem!— O halde paraya ihtiyacın olacak...Paşa döndü, oğluna şişman, kırmızı biratlas kese uzattı. Hilmi’nin gözleri kendisineuzanan bu şişman keseyi görünce büyüdü,dudaklarından fırlamak isteyen lâkırdılarıkapatmak için titreyen elleri ağzına gitti. Bukızıl kese... Bu, babasının bütün bir milleteyaptığı zulmün ücreti!Belki yarım saniye, belki daha ziyade ikitaraf da donmuş gibi birbirine baktı. Hilmi’ningözleri hâlâ büyümüş, beyazlarını da kırmızıbir renk kaplamıştı. Fakat konuşmayabaşlayınca sesi sakindi. O kadar sakindi kiSelim Paşa ilk defa Hilmi’nin peltek olduğununfarkına varamadı.— Keseyi cebinize koyunuz. Sizden artıkpara kabul etmek benim için mümkün değil.Babalık, oğulluk, bu rabıta bugün artık

tamamen kopmuştur.Hilmi, Selim Paşa’yı babalıktan reddetmişti,hüküm veren bir hâkim vakarıyla, kat’iyetle...Ve Selim Paşa ilk defa oğluna karşı içindenhürmet ve takdir hissetmişti. Yüzü bembeyaz,dudakları titreyerek arkasını çevirip giden gençadam çıkarken kapıyı bir ölü odası kapıyormuşgibi yavaşça çekti.Kızıl kese parmaklarını yakan ihtiyar,odanın ortasında donup kalmıştı. Bu hakaretinkalbinde gazap ve isyan değil, sızı ve acıuyandırmasına hayret eder gibiydi. Fakat zihnitamamen başka şeye gitti. Akdeniz’insonbaharlarda sık olan fırtınalarınıdüşünüyordu. Pencereye gitti, camı sürdü. Ilıkve yıldızlı bir gece... Gök mor mavi, hava tatlı,gül kokulu... Bir kadın mendilini kurutacakkadar bile rüzgâr yok.1210. Düşünceleri karıştıran.1211. Yerilen.

1212. Felsefi yorumlara.1213. Değeri.1214. Üstünde durun.1215. Sayalım ki.1216. Eskimiş.1217. Konuya.1218. Hükümet yöneten.1219. Zekice.1220. İçten.1221. Düzenleyicisi.1222. Eşim.1223. Tutuklular.1224. Boşuna.1225. Mevki, makam veya yaş bakımındanbüyük birine sunulan, bildirilen dilek veya bilgi,sunut.1226. Bildirdi.1227. Soruşturmada.1228. Darbeye.1229. Belli olmamıştı.1230. Durulmayacaktı.1231. İyiliğin.

1232. Tarafsız.1233. Hoşlandı.1234. Rahat ettirmek.1235. Yersiz.1236. Gerekti.1237. Rahatladı.1238. Bindirme, bindirilme.1239. Olmasını.1240. İstediler.1241. Elini başına götürerek selam verdi.1242. Padişah’ın.1243. Yerine getirilecektir.1244. Büyüklük taslayan.1245. Yükselmesini.1246. Uygun.1247. Tayin ediniz.1248. Gururlu.1249. Özellikle.1250. Kontrol eder.1251. İsteğim.1252. İşi becerebilme yeteneğim de.1253. Yazmanlığından.

1254. Haksızlığa uğramış.1255. Küçük vapur, istimbot.1256. Akdeniz’i.1257. Ağırbaşlılık.

27Karanlık dağıldı. Şehrin üstü incibeyazlığında bir dumana bürünmüş. Minareler,kuleler, uçlu, uçsuz bütün şekiller rüyadagörülen şeyler gibi uzak, silik. Suların kurşunîyüzü uykuda. İstanbul, gümüş sisli bir sabahrüyası görüyor.Galata Rıhtımı... Üstünde siyah esvaplıadamlar, rıhtımın kenarında bir sürü sandal vesalapurya.1258 Kürekçiler kürekleriyleoynuyor, sabırsızlanıyor, siyah esvaplıadamlar uzaktan gelen araba seslerinidinliyorlar.Birbiri ardınca bir sıra kapalı araba geldi,durdu. Siyah esvaplı adamlar araba kapılarınıaçtılar, içlerinden kara çarşaflı, eli bohçalı,çocuklu, çocuksuz kadınlar, birkaç ihtiyarerkek ve Mevlevî dedesi çıkardılar.Arabalardan çıkanlar birbirine sokuldular, elleridolu olanlar omuz omuza, boş olanlar el ele,birbirine yapışıp kuvvet almak isteyen, canlı bir


Like this book? You can publish your book online for free in a few minutes!
Create your own flipbook