Important Announcement
PubHTML5 Scheduled Server Maintenance on (GMT) Sunday, June 26th, 2:00 am - 8:00 am.
PubHTML5 site will be inoperative during the times indicated!

Home Explore İki Şehrin Hikâyesi-Charles DİCKENS

İki Şehrin Hikâyesi-Charles DİCKENS

Published by eminyukseloglukaihl, 2019-10-22 15:36:59

Description: İki Şehrin Hikâyesi-Charles DİCKENS

Search

Read the Text Version

İki Şehrin HikâyesiCharles Dickensİngilizce aslından çeviren: Meram ArvasCan Yayınları

Charles Dickens1812'de İngiltere'nin Portsmouth kentindedoğdu. Babası hapse düşünce okuldan ayrılıp birfabrikada çalışmak zorunda kaldı. Bu dönemdeişçi sınıfının yaşamını ve sıkıntılarını yakındantanıma fırsatı buldu. Babası dönünce eğitiminitamamladı, önce bir avukatla, sonra liberal birgazetede çalıştı. Mister Pickwick'in Serüvenleri(1837) adlı ilk romanı çok tutuldu. Ardındangelen Oliver Twist önce yayın yönetmenliğiniüstlendiği bir dergide tefrika edildi. BunuNicholas Nickleby, Antikacı Dükkânı ve MartinChuzzlewit izledi. Bir Noel Şarkısı (1843)olağanüstü bir başarı elde etti. Dombey and Son,Dickens'ın romancılığında bir dönüm noktasıoldu. David Copperfield'da, toplumsalsorunlardan çok kendi deneyimlerine ağırlıkveren Dickens, İki Şehrin Hikâyesi ve BüyükUmutlar'la zirveye çıktı. Dickens'ın yapıtları,gerçekçi biçemin, düzyazı ustalığının, mizahi birdehanın ve benzersiz edebi karakterlerin enönemli örnekleri olarak değerlendirildi. Dickens,

1870'te Chatham yakınlarında Gad's Hill'deki kırevinde öldü.Meram Arvas1972'de Ankara'da doğdu. TED AnkaraKoleji'ni bitirdikten sonra yüksek öğreniminiHacettepe Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatıbölümünde tamamladı, yüksek lisansınıAmerikan Dili ve Edebiyatı dalında yaptı.Ankara Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi, BeykentÜniversitesi'nde öğretim üyesi olarak çalıştı.John Updike, John Fowles ve David Lodge'dançevirileri yayımlandı. Halen KoçÜniversitesi'nde öğretim üyesi olarak görevyapıyor.

Birinci BölümYeniden Dirilen

IDönemZamanların en iyisiydi, zamanların enkötüsüydü, hem akıl çağıydı, hem aptallık, heminanç devriydi, hem de kuşku, Aydınlıkmevsimiydi, Karanlık mevsimiydi, hem umutbaharı, hem de umutsuzluk kışıydı, hem herşeyimiz vardı, hem hiçbir şeyimiz yoktu,hepimiz ya doğruca cennete gidecektik ya datam öteki yana –sözün kısası, şimdikine öylesineyakın[1] bir dönemdi ki, kimi yaygaracıotoriteler bu dönemin, iyi ya da kötü fark etmez,sadece \"daha\" sözcüğü kullanılarak diğerleriylekarşılaştırılabileceğini iddia ederdi.İngiltere tahtında koca çeneli bir kral ile betyüzlü bir kraliçe, Fransa tahtında ise gene kocaçeneli bir kral ile temiz yüzlü bir kraliçevardı.[2] Her iki ülkede de halkın açlığı pahasınakarnı doyan soyluların her şeyin ilelebet böylegüllük gülistanlık devam edeceğine dair bir

inancı vardı.Milattan Sonra 1775 senesiydi. Bu fevkaladedönemde İngiltere'de, şimdi olduğu gibi, ruhlarâlemiyle haberleşmeden geçilmiyordu. JoannaSouthcott[3] daha yeni yirmi beşine basmıştı veyıllar önce Muhafız Alayında görevli, kehanetgücüne sahip bir er, Londra ve Westminster'ınyıkılacağının hazırlıklarının yapıldığını ilanederken aslında bu yüce varlığın dünyayagelişini müjdelemişti. Cock-lane'deki hayaletin,son zamanlarda türeyen ruhlar gibi hafifçemasalara vurup (özgünlükten hiç payınıalmamış) mesajlarını bıraktıktan sonradefedilmesinin üzerinden yalnızca on iki yılgeçmişti. Dünyevi meselelere dair basit mesajlarise Amerika'daki İngiliz vatandaşlarının kongresisonunda İngiltere tahtına ve halkına yeni yeniulaştırılıyordu; işin ilginç yanı, bu mesajlarıntüm insanlık için, Cock-lane'deki evlerinkızlarına gelen her türlü mesajdan daha önemliolduğu ortaya çıktı.Ruhani meselelerde kalkanı ve üç çatallı asası

olan kız kardeşi[4] kadar iddialı olmayan Fransa,yokuş aşağı son hızla inerken kâğıt paralar basıpbunları harcıyordu. Dahası, elli altmış metreötede geçit töreni yapan pis bir papaz sürüsünesaygı gösterisinde bulunmak için yağmurunaltında diz çökmedi, diye bir gencin ellerinikesmek, kerpetenle dilini koparmak ve bedeninidiri diri yakmak gibi Hıristiyan rahiplerinrehberliğinde gerçekleşen kimi insancılhareketlerle kendini eğlendiriyordu. O zavallıgenç infaz edilmeden çok önce, Fransa veNorveç korularında kök salmış koca ağaçlarınbir kısmı muhtemelen, Oduncu, yani Kadertarafından kesilip keresteye dönüştürülecek,sonra da içinde bir çuvalın ve bıçağın yer aldığı,tarihin kara lekesi olan hareketli bir tahtaçerçeve haline getirilecekti.[5] Muhtemelen Parisyakınlarındaki sert toprakları işleyen çiftçilerinderme çatma küçük ek binalarına tam da o günyağmurdan korumak için hantal at arabalarıkonmuştu; köy çamuruna bulanmış, domuzlarınkoklayıp durduğu, kümes hayvanlarının içinetünediği ve Çiftçinin, yani Ölüm'ün, Devrimkurbanlarını giyotine taşımak için ayırdığı at

arabalarıydı bunlar. Bu Oduncu ve Çiftçidurmadan çalışırlardı ama çok da sessizlerdi veellerinde iplerle giderken kimsecikler duymadıonları; zaten uyanık olduklarından kuşkulanmaktanrıtanımazlık ve hainlik olurdu.İngiltere'de, onca millî böbürlenmeyi haklıçıkaracak düzen ve emniyet yok denecek kadarazdı. Başkentte bile her gece silahlı adamlarpervasızca evleri soyuyor, yolları kesiyorlardı;insanlara güvenlik sebebi ile eşyalarınıdöşemecilerin depolarına bırakmadan şehirdenayrılmamaları salık veriliyordu; gece yol kesenbir haydut gündüz tüccar olarak karşınaçıkabiliyordu; bir keresinde \"Kaptan\" kimliğiyleyolunu kestiği bir adam komşu dükkânın sahibiçıkmış, yolu kesilen adam haydutu tanıyarakona meydan okumuş, hatta yiğitçe onukafasından vurup yoluna devam etmişti; birbaşkasında yedi haydut posta arabasına pusukurmuştu, arabanın muhafızı üç tanesini vurmuşama \"cephanesinin tükenmesi sebebiyle\" diğerdördü tarafından vurulmuştu. Böylece soygunhuzur içinde gerçekleşmişti; sonra şu muhteşem

zatın, Londra Valisi'nin, Turnham Green'de yolukesilmiş, haydut bu muhterem şahsiyeti tümeşlikçilerinin gözü önünde soyup soğanaçevirmişti; Londra hapishanelerindekimahkûmlar gardiyanlarla savaşıyor, yüce yasa,fişek hazneli tüfeklerini üstlerine boşaltıyordu;hırsızlar saray salonlarından soylu lortlarınboyunlarındaki pırlanta haçları kesip alıyorlardı;alaybozan tüfekli askerler kaçak mal bakmayaSt. Giles'a gittiklerinde halk onlara, onlar dahalka ateş açıyor, dahası hiç kimse bunda birolağanüstülük görmüyordu. Tüm bu olan biteninortasındaki kişi, her daim meşgul ve her daim işeyaramaz birinden bile daha sefil olan cellat,taleplere zor yetişiyordu; kah envai çeşittekisuçluyu ipe diziyor, kâh salı günü yakalananhırsızı cumartesi asıyor; kâh düzinelerle adamınellerini dağlıyor, kâh Westminster Hall'unkapısının önündeki broşürleri yakıyordu; bugünzalim bir katilin, yarın ise bir çiftçinin oğlununüç kuruşunu araklayan rezil bir hırsızın canınıalacaktı.İşte bütün bu olaylar ve benzeri binlercesi,

sevgili 1775 senesi ve hemen sonrasındagerçekleşti. Ortalık bu haldeyken ve kimselerinaldırış etmediği Oduncu ve Çiftçi çalışırlarken oiki koca çeneli adam ile biri bet diğeri temizyüzlü iki kadın paçaları tutuşarak da olsaellerindeki ilahi hakkı taşımaya devam ettiler.Nitekim haşmetleri 1775 senesi boyunca sürdüve aynı sene sayısız küçük insan –diğerlerininarasında bu tarihsel kayıtta da yer alan küçükinsanlar– önlerinde uzanan yollarda yürüdü.

IIPosta ArabasıKasım ayının sonlarında bir cuma gecesi, buhikâyedeki ilk küçük insanın önünde uzananDover yoluydu; Dover posta arabası,Shooter's[6] Tepesi'ni ağır aksak tırmanmayaçalışırken adamın önünde uzanan yol. O dadiğer yolcular gibi posta arabasının yanındaçamura bata çıka yokuşu çıkmaktaydı; okoşullarda keyiflerinden yürüyor değillerdi tabii;tepe, koşum takımı, çamur, araba, hepsi öyleağırlaşmıştı ki atlar üç defa duraklamış, hattaisyankâr bir gayretle Blackheath'e dönmek istergibi arabayı yolun karşı tarafına sürüklemişlerdi.Ne var ki, bazı vahşi hayvanların \"akıl\"dannasibini aldığı görüşüne aykırı davranmanınyasak olduğunu yazan savaşla ilgili makaleyiokumuş oldukları halde, kırbaç, arabacı vemuhafız bildiklerini okudular; böylece atlar pesederek görevlerinin başına döndüler.Atlar başları öne eğik, kuyrukları titrek,

çamura bata çıka, sanki bacakları her an eklemyerlerinden dağılıverecekmiş gibi tökezleyetökezleye ilerlediler. Arabacı onları dinlendiripihtiyatlıca, \"Deeeh! Hadi bakalım!\" diyeharekete geçirdikçe soldaki at başını ve tabiiüzerindekileri vahşice sallıyordu –sanki arabanıntepeyi tırmanmasına karşı koyan alışılmadık birazmi vardı. Yolcumuz ise, at ne zamanhareketlense, her gergin yolcunun irkileceği gibiirkiliyor ve huzursuzlanıyordu.Her yanı buğulu bir sis kaplamıştı ve huzurarayan ama bulamayan kötü bir ruh gibisahipsizce yolun yukarılarına doğrusüzülüyordu. Yapış yapış buz gibi sis, tekinsizbir denizdeki dalgalar misali, halka halka yayıldıetrafa. Sis öyle yoğundu ki, araba lambalarınınışığı ancak birkaç metre ilerisini gösteriyordu vebuna hızla soluyan atların dumanı karışıyordu,sanki bütün bu sis onlardan yayılmıştı etrafa.Diğer iki yolcu da posta arabasının yanındaağır ağır ilerliyordu. Üçü de elmacık kemiklerineve kulaklarına kadar sarınıp sarmalanmıştı veayaklarında yüksek konçlu çizmeler vardı.

Hiçbiri de diğer ikisinin neye benzediğinisöyleyemezdi; çünkü açıkta kalan tek yanlangözleriydi, zihinlerinin içi ise bir muamma. Ogünlerde yolcular öyle hemen güvenmezdibirbirine, ne de olsa yolculardan birininsoyguncu ya da onun yardakçısı olması ihtimaliyüksekti. Her handa ve birahanede, efendi ya daköylü olması fark etmez, \"Kaptan\"ın adamlarıolabilirdi. Böylece 1775 senesinin Kasım ayındao cuma gecesi zar zor yokuşu tırmanırlarkenDover posta arabasının muhafızı, arabanın arkatarafındaki, kendisine ait yere tünemişken,ayaklarını birbirine vurarak bir yandan bunlarıdüşünüyor, bir yandan da elini ve gözünü,içinde altı-yedi tane dolu silahın, fişek haznelidolu bir tüfeğin ve bir avcı bıçağinın olduğusandığın üzerinden hiç ayırmıyordu.Dover posta arabasında her zamanki sevecenhava hâkimdi, yani muhafız yolculardan,yolcular birbirlerinden ve muhafızdan, kısacaherkes herkesten şüpheleniyordu, arabacınınemin olduğu tek şey ise atların vaziyetiydi; ikicihan bir olsa bu yolu çıkamayacaklardı.

\"Deeh!\" dedi arabacı.\"Hadi bakalım! Hagayret, sonra tepedeyiz, Tanrı'nın belaları,şuraya gelene kadar neler çektirdiniz bize! Joe!\"\"Söylee!\" dedi muhafız.\"Saat kaç Joe?\"\"On biri on geçiyor.\"\"Hadi yaa!\" diye haykırdı arabacı, canı sıkkın,\"daha Shooter'ı çıkamadık bile! Deeh! Hadi,yürüyün!\"Baştaki at kamçıyı yiyince birden öne atıldı,peşinden de diğer iki at. Dover posta arabası birkez daha, yanında, uzun çizmeleriyle çamurabata çıka yürüyen yolcularıyla birlikte mücadeleveriyordu. Araba durduğunda yolcular dadurmuş, birbirlerinin dibinden ayrılmamışlardı.İçlerinden biri çıkıp da diğerine o sis vekaranlıkta biraz önden gitmeyi teklif etmecesaretini gösterecek olsa, hemen o an haydutdiye vurulması işten bile değildi.

Bu son gayretle araba nihayet zirveye ulaştı.Atlar soluklanmak için durdular ve muhafıztekerleklerin altına iniş için gereken takozukoyduktan sonra yolcuların binmesi içinarabanın kapısını açtı.Arabacı oturduğu yerden aşağı bakarakuyaran bir ses tonuyla bağırdı, \"Hey Joe!\"\"Ne var Tom?\"İkisi de kulak kabarttılar.\"Hızlıca bize yaklaşan bir at var Joe.\"Muhafız, \"Bence dörtnala yaklaşıyor Tom,\"diye karşılık verdi ve kapı tutmayı bırakarakçabucak yerine çıktı. \"Beyler! Kıpırdamayınlütfen!\"Bu telaşlı ricayla beraber tüfeğin horozunukaldırarak savunmaya geçti.Bu tarihsel kayda konu olan yolcu tam osırada arabaya binmekteydi; diğer iki yolcu da

hemen arkasındaydı. Adam vücudunun yarısıarabada, yarısı dışarıda, basamakta öylecekalakaldı; diğerleri de aynı şekilde yolda. Hepsibir arabacıya, bir muhafıza bakıp kulakkabarttılar. Arabacı arkaya baktı, peşindenmuhafız baktı, hatta en baştaki at bile onlarauyarak kulaklarını dikip arkaya baktı.Arabanın tıkırtısının kesilmesiyle çökendinginliğin üstüne bir de gecenin dinginliğieklenince iyice sessizleşmişti her yan. Atlarınsolumaları sanki heyecanlanmış gibi huzursuzcatitretiyordu arabayı. Yolcuların kalbi dışarıdanduyulacak kadar hızlı atıyordu; zaten bu sessizduraklayış, soluk soluğa kalışlarını, soluklarınıtutuşlarını ve başlarına geleceklerin düşüncesiyleçarpan kalplerini olduğu gibi duyurmuştu etrafa.Dörtnala koşan atın öfkeli sesi tepeye kadargeldi. Var gücüyle \"Heey!\" diye seslendimuhafız. \"Dur orada! Yoksa ateş ederim!\"Dizginler aniden çekilmişti, çamurşapırtılarının ve sislerin içinden bir adam sesiyükseldi, \"Dover postası mı bu?\"

Muhafız, \"Sana ne?\" diyerek sertçe karşılıkverdi. \"Sen kimsin?\"\"Dover postası mı bu?\"\"Niye soruyorsun?\"\"Eğer öyleyse, bir yolcuyla konuşmakistiyorum.\"\"Hangi yolcuyla?\"\"Mr. Jarvis Lorry'yle.\"Az sonra bizim yolcu bu kişinin kendisiolduğunu söyledi. Muhafız, arabacı ve diğer ikiyolcu kuşkulu gözlerle ona baktılar.Muhafız, sisler arasındaki adama, \"Olduğunyerde kal!\" dedi, \"Hata yapacak olursan pişmanolursun. Mr. Lorry, konuşun lütfen.\"Yolcu, \"Nedir mesele?\" diye sorduktan sonrahafif titrek bir sesle, \"Kimsiniz? Jerry senmisin?\" dedi.

(Muhafız, \"Jerry midir nedir, herifin sesini hiçbeğenmedim,\" diye homurdandı kendi kendine\"sesi benimkinden bile boğuk.\")\"Evet Mr. Lorry.\"\"Ne oldu?\"\"Ardınızdan size bir pusula gönderdiler. T. veCo.dan.\"Mr. Lorry, arkasındaki iki yolcununkibarlıktan çok aceleden kaynaklanan desteğiylebasamaktan inerken, \"Bu haberciyi tanıyorummuhafız,\" dedi, bu arada diğer iki yolcu apartopar arabaya binip kapıyı kapamış, pencereyiörtmüşlerdi. \"Yaklaşabilir; sorun yok.\"\"Umarım yoktur ama emin olmak lazım,\" dedimuhafız kendi kendine tersçe. \"Selam!\"\"Selam!\" dedi Jerry, öncekinden daha boğukbir sesle.\"Bir adım daha yaklaş bakalım! Eyerinde silah

varsa sakın davranayım deme. Küçük bir hatabile sana pahalıya mal olur. Yaklaş bakalımşimdi.\"Binici ile at, girdap gibi dönen sisin içindensıyrılarak arabanın yanına, yolcunun dikildiğiyere geldiler. Binici eğilerek gözleri muhafızda,yolcuya katlanmış ufak bir kâğıt verdi. At soluksoluğaydı ve hem at hem de binici baştan ayağaçamura bulanmışlardı.Sessiz bir tonda, \"Muhafız!\" dedi yolcu, birişadamı güveniyle.Tetikte bekleyen muhafız, sağ eli doğrulttuğutüfeğin kabzasında, sol eli namluda ve gözübinicinin üzerinde, sertçe karşılık verdi.\"Buyrun.\"\"Endişe edecek bir şey yok. Ben TellsonBankası'nda çalışıyorum. Londra'daki TellsonBankası'nı biliyorsunuzdur. İş için Paris'egidiyorum,. Al bu kuronu kendine bir içki söylesonra. Okuyabilir miyim şimdi?\"

\"Tamam, ama biraz çabuk olun beyefendi.\"Yolcu, arabanın kendi tarafındaki lambasınınışığında kâğıdı açarak önce içinden, sonrayüksek sesle okudu: \"'Dover'da Matmazelibekleyiniz.' Bak uzun değilmiş muhafız. Jerry,sen de şöyle söyle onlara, 'Yeniden Dirilen.'\"Jerry irkildi. \"Ne tuhaf bir cevap bu,\" dediöncekinden de boğuk bir sesle.\"Sen aynen böyle söyle onlara, o zamanpusulalarını aldığımı anlarlar. Hadi bakalım, gülegüle git şimdi. İyi geceler.\"Yolcu bu sözlerin ardından arabanın kapısınıaçarak içeri girdi; bu defa destek olan yoktu,diğer yolcular alelacele saatlerini ve cüzdanlarınıçizmelerinin içine sokmuş, uyuyormuş gibiyapıyorlardı. Belli ki başlarını belaya sokmakistemiyorlardı.Araba ağır aksak yola çıktı gene, inişte etrafıdaha da yoğun bir sis kaplamıştı. Muhafız azsonra tüfeği yerine koydu ve geriye kalan

cephanelikle kemerindeki silahlara baktıktansonra oturduğu yerin altındaki, içinde tamiraletleri, birkaç fener ve çıra kutusu olan küçüksandığa baktı. Tam teçhizat hazırlardı, böylecearabanın lambaları patlayıp dağılacak olursa, kiçok sık olurdu bu, yapması gereken tek şeyiçeride kalıp sıçrayan çakmak taşı ve çelikkıvılcımlarını samanlardan uzak tutmak ve (şansıyaver giderse) derhal güvenli ve kolay yoldanışık bulmak olacaktı.Arabacı tepeden usulca seslendi, \"Tom!\"\"Efendim Joe.\"\"Mesajı duydun mu?\"\"Duydum Joe.\"\"Sen ne anladın bundan Tom?\"\"Hiçbir şey anlamadım valla Joe.\"\"Ne tesadüf,\" dedi muhafız, \"ben de bir şeyanlamadım.\"

Sisin ve karanlığın ortasında tek başına kalanJerry, hem yorgun düşmüş atı kendine gelsin,diye hem yüzüne bulaşan çamuru silme^ için,hem de şapkasının neredeyse yarım galonalabilecek genişlikteki kenarında birikmiş olansuyu boşaltmak için yere inmişti. Bir süre, atınyuları sırılsıklam ıslanmış olan kollarınınüzerinde öylece dikilip tekerleklerin sesi yiteneve gece yeniden sessizliğe gömülene kadarbekledikten sonra tepeden aşağı yola koyuldu.Kısrağına bakıp, \"Eh, Temple Bar'dan[7] berikoşturuyorsun koca hanım, düzlüğe çıkanakadar bacaklarına güvenilmez şimdi senin,\" dediboğuk sesli haberci. \"'Yeniden dirilen' ha.Amma da tuhaf bir not. Bu iş sana pek yaramazha Jerry! Diyeyim sana Jerry! Yeniden dirilecekolsan ayvayı yerdin valla Jerry!\"

IIIGece gölgeleriHer insanın bir diğeri için engin bir muammaoluşu, üzerine kafa yorulması gereken şaşırtıcıbir gerçektir. Gece vakti büyük bir şehregirdiğimde karanlıkta kümelenmiş bütün oevlerin her birinin içlerinde kendi sırlarınıbarındırdıklarını düşünürüm, her bir evin her birodasında ayrı bir sır vardır ve bunların içlerindeçarpan her bir yürek de hemen yanı başındakiyüreğin bile bilmediği ayn bir sır taşır içinde! Enberbat şeyler, hatta Ölüm bile böyledir.Sevdiğim şu kitabın sayfalarını daha fazlaçeviremem artık, boş yere bir gün hepsiniokumuş olmayı umarım. Bir zamanlar, üzerindeışık parladıkça dibe çökmüş hazinenin ve diğerbatıkların göründüğü suyun dipsiz derinliklerinebakamam artık. Tek bir hareketle kitabınsonsuza dek kapanmasına karar verilmişti çünküoysa yalnızca bir sayfasını okumuştum daha.Sonra ışıklar yüzeyde oynaşıp dururken, suyunsonsuza dek donmasına karar verildi ve ben ne

yapacağımı bilemez halde öylece durdumkıyıda. Arkadaşım öldü, komşum öldü, sevgilim,ruhumun cananı öldü; sırlar aynı sarsılmazlıklasürüp gitti ve ben kendi sırrımı hayatımınsonuna kadar kalbimde taşıdım. Şu şehirde,önünden geçtiğim bütün o mezarlıklarda yatanonca kişinin arasında, kent sakinlerinin bana,benim kent sakinlerine olduğumdan dahagizemli olan biri var mıdır acaba?Demek oluyor ki, atın üzerindeki bu haberci,doğuştan sahip olduğu mirasla bir Kral, Bakanya da Londra'nın en zengin tüccarıyla tıpatıpaynı şeylere sahipti. Ağır aksak ilerleyen eskiposta arabasının daracık alanına sıkışmış bu üçyolcunun her biri bir diğeri için muammaydı,sanki altı atlı ya da altmış atlı kendi arabalarınakurulmuş da öteki arabalardaki insanlarlaaralarında memleket kadar mesafe varmış gibitam bir muammaydı.Haberci atının sırtında tırıs adım dönüşegeçmişti, ara ara bir şeyler içmek için yolununüzerindeki barlarda duraklıyor, yalnız kalmakistediğini belli ederek şapkasını gözlerine kadar

indiriyordu. Gözleri dekorla pek uyumluydu,simsiyah, renk ya da şekil bakımından hiçbirderinliği olmayan ve –sanki birbirlerinden ayrıdururlarsa başlarına bir şey geleceğindenkorkuyormuş gibi– birbirine fazla yakın olangözler. Tükürük hokkası gibi duran kenarlarıkalkık, üç köşeli eski şapkasının altından,çenesine kadar kadar sardığı ve neredeysedizlerine kadar inen uzun atkısının üzerindengörünen gözlerinin tekinsiz bir ifadesi vardı.İçkisini içeceği zaman sol eliyle atkısını aralıyor,sağ eliyle içkiyi yuvarlıyordu ve hemen sonragene atkısına sarınıyordu.Haberci, aklında hâlâ aynı mesele, atınısürerken, \"Yok Jerry yaa, olmaz!\" dedi. \"Sanagöre değil bu işler hiç Jerry, sen namuslu birtüccarsın Jerry; sen böyle işler yapmazsın hiç!Dirilen-!,Bahse girerim adam sarhoştu!\"Mesaj aklını öyle karıştırmıştı ki sık sıkkafasını kaşımak için şapkasını çıkardı. Kısmenkel olan başının tepesini saymazsak fırça gibisert ve dik siyah saçları tepeyi aşıp neredeysegeniş ve küt burnuna kadar iniyordu. Tam bir

demirci işi gibiydi, saçlı bir baştan çok uzunçivilerle kaplı bir duvarı andırıyordu, öyle ki eniyi birdirbir oyuncuları bile onu tehlikeli bulupüzerinden atlamak istemezdi muhtemelen.Temple Bar'dan çıkıp mesajı daha yetkilikişilere vermesi için Tellson Bankası'nınönündeki kulübede bekleyen gece bekçisinegötürmek üzere yola çıktığında geceningölgeleri o mesajdan fırlamışçasına türlü türlüşekiller aldılar, kısrak bile kendisini huzursuzeden bambaşka şeylerin uzantısı olan şekillergörüyordu sanki. Sık sık irkilmesine bakılırsapek çok gölge vardı yolda.Bu sırada posta arabası, içindeki üç gizemliyolcusuyla, ağır aksak, sarsıla sarsıla ilerliyorduzorlu yolunda. Gecenin gölgeleri onların ouykulu gözlerine ve düşünceli zihinlerine kimbilir hangi suretlerde görünüyordu.Tellson Bankası da eksik değildi arabada.Banka yolcusu –yanındaki yolcuya çarpmamakiçin deri kayışa tutunup araba sarsıldıkça kendiköşesine kaykılarak– yarı kapalı gözlerle başını

sallarken, arabanın küçük pencereleri, üstlerinevuran loş lamba ve karşısındaki yolcununkocaman bohçası bankaya dönüşüyor, ağır bir işgibi çöküyordu üzerine. Koşum takımlarının sesipara şıkırtısı gibi geliyordu; beş dakika içindeTellson Bankası'nın yerli yabancı tümbağlantılarından bile daha fazla suret belirdibankacının kafasında. Sonra Tellson'dayeraltında bulunan ve kendisinin bildiği (kibildikleri hiç de az değildi) kasaların ve sırlarınolduğu özel odalar geldi gözünün önüne; elindekoca anahtarlar ve soluk ışıklı bir mumla odalarıdolaştı ve her şeyin son baktığındaki gibi, yerliyerinde ve güvende olduğunu gördü.Banka da posta arabası da (uyku ilacınınetkisindeymiş gibi tuhaf bir ağrıyla birlikte) hepona eşlik ettiği halde gece boyunca aklından hiççıkmayan bir şey daha vardı. O aslında birisinimezarından çıkarmaya gidiyordu.Şimdi ona görünen bunca yüzün içinde,hangisi gömülü kişinin yüzüydü, geceningölgeleri söylememişti bunu işte, ama gördüğüyüzlerin hepsi kırk beş yaşlarındaki bir adama

aitti, bunları birbirinden ayıran temel şeyifadelerindeki hırs ile o bitkin ve yitik hallerininkorkunçluğuydu. Gurur, hor görme, meydanokuma, inat, itaat, matem birbirini takipediyordu hep ve tabii çökmüş avurtlar, solmuşbenizler, bir deri bir kemik kalmış eller veparmaklar. Ama yüz aynıydı ve hepbembeyazdı. Uyuklayan yolcu yüzlerce defahayalete sordu:\"Ne zamandır gömülüsün?\"Cevap hep aynıydı: \"Neredeyse on sekizyıldır.\"\"Çıkarılmak için ümidin var mıydı Hâlâ?\"\"Uzun süre önce tükenmişti ümidim.\"\"Yeniden dirileceğini biliyor musun?\"\"Öyle diyorlar.\"\"Umarım dirilmek istiyorsundur.\"

\"Bilemiyorum.\"\"Onu göstereyim mi şimdi sana? Gelipgörmek ister misin onu?\"Bu sorunun cevaplan çok çeşitli veçelişkiliydi. Bazısı üzgünce, \"Dur! Onu hemengörürsem ölürüm!\" diyordu. Bazısı içligözyaşları eşliğinde \"Beni ona götür,\" diyordu.Bazısı şaşkın bir halde bakakalıp, \"Onutanımıyorum. Neden bahsettiğini bilmiyorum,\"diyordu.Bu hayali konuşmanın ardından yolcu, genedüşünde, bu zavallı yaratığı dışarı çıkarmak için–önce bir kürek, sonra kocaman bir anahtar,sonra da elleriyle– toprağı kazdı, kazdı, kazdı.Adam nihayet yüzü gözü toprak içinde çıktıdışarı ve çıktığı gibi toz bulutuna karıştı. Tam oanda yolcu kendine geldi ve pencereyi indiripsisin ve yağmurun gerçekliğini yanaklarındaduymak istedi.Sis ve yağmurun etkisiyle yolcunun gözleriaçılsa da, lambaların oynak ışığı ve yol

kenarında titreşen çitlerin etkisiyle arabanındışındaki gece gölgeleri içerideki gölgelerekarışmıştı. Temple Bar'ın yanındaki gerçekbanka, geçen gün yaptığı gerçek iş, yerinaltındaki gerçek kasa dairesi, kendisinegönderilen gerçek mesaj ve onun gönderdiğigerçek cevap, hepsi oradaydı. Sonra onlarınarasından hayalet yüz yeniden belirecek ve ogene ona yanaşıp soracaktı.\"Ne zamandır gömülüsün?\"\"Neredeyse on sekiz yıldır.\"\"Umarım dirilmek istiyorsundur.\"\"Bilemiyorum.\"Diğer iki yolcudan bir tanesi sabırsızcakıpırdanıp ona kibarca pencereyi kapamasınısöyleyinceye kadar kazdı kazdı kazdı, sonrakolunu deri halkaya geçirip güvenceye aldıktansonra uyuklayan iki kişiyi inceledi, ta ki aklıdağılıp gene bankaya ve mezara kayıncaya dek.

\"Ne zamandır gömülüsün?\"\"Neredeyse on sekiz yıldır.\"\"Çıkarılmak için ümidin var mıydı hâlâ?\"\"Uzun süre önce tükenmişti ümidim.\"Bezgin düşmüş yolcu, günışığını algılayıpgecenin gölgelerinin kaybolduğunu farkettiğinde sözler hâlâ kulağında çınlıyordu –resmen duyuyordu hepsini.Pencereyi indirip doğan güneşi izledi.İlerideki bayırda sürülmüş bir tarla uzanıyordu,tam ortasında atlardan geriye kalan bir sabanvardı; daha ötede ise Üzerleri hâlâ ateş kırmızısıve altın sarısı yapraklarla kaplı sessiz bir koruuzanıyordu. Toprak soğuk ve ıslak olsa dagökyüzü tertemizdi, güneş tüm güzelliğiyle, pırılpırıl, usul usul yükseliyordu.\"On sekiz yıl!\" dedi yolcu, güneşe bakarak.\"Yüce Tanrım! Tam on sekiz yıl diri diri mezaragömülüydü!\"



IVHazırlıkPosta arabası, öğleden evvel, sağ salimDover'a vardığında kapıyı her zamanki gibiRoyal George Oteli'nin şef garsonu açtı. Kışgünü Londra'dan Dover'a gelebilmek her yiğidinharcı olmadığından bunu başarabilen yolcularıhep bir tören havasında karşılardı.O gün karşılanacak tek bir yolcu vardı; çünküdiğer iki yolcu yol üstünde, gidecekleri yerlerinyakınında inmişti. İçi nemli ve kirli olan samandolu ve küflü araba, nahoş kokusu ve loşluğuyladaha çok koca bir köpek kulübesi gibiydi. Zatenyolcumuz Mr. Lorry de üstüne yapışansamanları silkip inerken, sarındığı o tüylü atkısı,sarkık şapkası ve çamurlu bacaklarıyla kocamanbir köpeği andırıyordu.\"Yarın Calais'ye vapur var, değil mi şef?\"\"Evet efendim, eğer hava böyle olursa ve

rüzgâr artmazsa kalkar. Öğleden sonra ikisularında gelgit yolculuğa uygun olur efendim.Oda ister misiniz efendim?\"\"Henüz uyumayacağım ama bir odaistiyorum, bir de berber.\"\"Peki kahvaltı istiyor musunuz efendim?Tamam efendim. Şöyle buyurun lütfenbeyefendi. Beyefendiyi Concord'a götürün!Valizini Concord'a taşıyın, sıcak suyu hazırlayın.Beyefendinin çizmelerini çıkarıp Concord'dabırakın. (Şimdi şömineyi yaktırıyorum efendim.)Berberi Concord'a çağırın çabuk. Hadi bakalımhepiniz Concord'a!\"Concord'u her zaman posta arabasıyolcularına verirlerdi ve hepsi de baştan ayağasarmalanmış bir halde girerdi içeri. RoyalGeorge fevkalade önem verirdi bu odaya veiçeri girerken tek tip olsa da bu misafirlerbambaşka adamlar olarak çıkarlardı dışarıya. İştebu yüzden, geniş kare manşetleri ve büyük cepkapakları olan, hayli eski ama iyi bakılmışkahverengi takımıyla resmi bir biçimde giyinmiş

altmış yaşındaki bey kahvaltı masasına doğruilerlerken bir başka garson, iki bavul taşıyıcıçocuk, bir dolu hizmetçi ve otel sahibesi,Concord ile yemek salonu arasındaki çeşitlinoktalarda tesadüfmüş gibi oyalanmaktaydı.O sabah yemek odasında bu kahverengilibeyin haricinde kimse yoktu. Masası şömineninkarşısına çekilmişti, ateşin ışığı üzerine vurmuş,kahvaltısını beklerken öyle hareketsizoturuyordu ki, gören portresi için poz veriyorsanırdı.Klapalı yeleğinin altında tumturaklı bir vaazgibi tıkırdayan, kıvrak ateşin hoppalığına veyavaş yavaş gözden kayboluşuna kendi ağırlığıve uzun ömürlülüğüyle karşı koyan yüksek seslisaatiyle, her iki eli dizlerinin üzerinde otururkenson derece düzgün ve titiz görünüyordu.Bacakları iyi görünüyordu, o da bundan gururduyuyor gibiydi; dar kahverengi çorapları gayetbiçimli duruyordu, kaliteliydi de; ayakkabıları iletokaları da sade ama çok şıktı. Başında küçük,açık sarı renkli, parlak, tertemiz, tuhaf bir perukvardı; muhtemelen saçtan yapılmıştı ama sanki

ipek ya da sırça iplikçiklerle eğrilmiş gibiduruyordu. Gömleği, çorapları kadar kaliteliolmasa da, komşu kıyıya vuran dalgalarınköpüğü kadar ya da denizin açıklarında, güneşinaltında parıldayan bir yelkenli kadar beyazdı.Yüzü her ne kadar yıllarca sindirilmiş vesusturulmuş olsa da o acayip peruğun altındakibir çift nemli parlak gözle aydınlanıyordu ve buyüzün sahibi Tellson Bankası'nın mesafeli veağırbaşlı ifadesine bürünene kadar kim bilir neacılar çekmişti. Yanaklarının sağlıklı bir rengivardı ve yüzündeki çizgilerde endişe izleri yokdenecek kadar azdı. Belki de TellsonBankası'nın bu güvenilir bekâr memurunun asıluğraşı başkalarının sorunlarıydı; ikinci elkıyafetler gibi ikinci el sıkıntılar, gelip geçicisıkıntılar.Mr. Lorry bir süre portresi yapılan biri gibioturduktan sonra uyuklamaya başladı. Sonrakahvaltısının gelişiyle ayıldı ve sandalyesini öneçekerken garsona şöyle dedi:\"Bugün buraya gelme ihtimali olan genç birhanım için de bir oda hazırlayabilir misiniz?

Kendisi Mr. Jarvis Lorry ya da TellsonBankası'ndan bir beyi sorabilir size. Bana haberverin lütfen.\"\"Tabii efendim. Londra'daki Tellson Bankasımı efendim?\"\"Evet.\"\"Tabii efendim. Bankanız çalışanlarını Londraile Paris arasında gidip gelirken sık sık ağırlamaonuruna erişiyoruz burada. Tellson ve OrtaklarıŞirketi'nin çalışanları ne kadar çok seyahatediyor efendim.\"\"Evet. Hem İngiltere'de hem Fransa'daşubelerimiz var.\"\"Evet efendim. Ama siz o kadar fazla seyahatetmiyorsunuz galiba, değil mi beyefendi?\"\"Son yıllarda çok etmiyorum. Bizim –yanibenim– Fransa'dan en son dönüşüm on beş yılönceydi.\"

\"Öyle mi efendim? Ben burada çalışmıyordumo zamanlarda efendim. Bizden kimse yoktu hattaefendim. George Oteli başka kişilere aitti ozamanlar efendim.\"\"Demek öyle.\"\"Ama bahse girerim ki efendim, Tellson veOrtakları gibi bir şirket değil on beş, elli seneönce bile büyüktü.\"\"Aslında üçe katlayabilirsin bu sayıyı,doğrusu yüz elli sene önce de büyüktü.\"\"Muhakkak öyledir efendim!\"Garson geri geri giderek masadanuzaklaşırken hayret eder gibi ağzını ve gözleriniyuvarladı ve peçeteyi sağ kolundan solunaalarak rahat konuma geçti, ardından konuğukahvaltısını yerken sanki bir gözlemevinde yada gözetleme kulesindeymiş gibi dikilerek onuizledi. Asırlardır süregelen garsonlukgeleneğiyle.

Mr. Lorry kahvaltısını bitirdiğinde denizkıyısında gezintiye çıktı. Kargacık burgacıksokaklarıyla küçük Dover kasabası kıyıdansaklanmış, başını devekuşu gibi beyaz yamacagömmüştü. Sahil, denizin kabaran dalgalarıylataşların yuvarlanıp durduğu bir çölü andırıyorduve deniz istediği şeyi yapıyordu, istediği deortalığı yıkıp geçmekti. Sesi kasabada, yamaçta,her yerde gürlüyor, kıyıyı alt üst ediyordu.Evlerin etrafını öyle ağır bir balık kokususarmıştı ki, insan tüm hasta balıkların denizintepesine bu havaya karışmak için yükseldiğinisanırdı, denize karışmak için denizin dibineçöken hasta insanların tersine. Limanda az daolsa balıkçılık yapılıyordu ve akşamları,özellikle de sular yükselip etrafı su bastığındayürüyüş yapanlar ve denizi izleyenlerle epeycehareketlenirdi ortalık.[8] Fazla iş yapmayanküçük esnaf bazen –nasıl oluyorsa– büyükservetler elde ederdi ve o anlarda herkesfenercilerden uzak dururdu.Saatler ilerleyip ara ara Fransa kıyılarınıgöstermeye yetecek kadar berraklaşan havayı sis

ve nem bastığında Mr. Lorry'nin düşünceleri debulutlanmaya başlamıştı gene. Havakarardığında, yemek masasındaki şömineninönüne oturup kahvaltısını beklerkenki gibiakşam yemeğini beklerken zihni kıpkırmızı korhalindeki kömürleri kazdı, kazdı, kazdıdurmadan.Akşam yemeğinden sonra içilecek bir şişekırmızı şarabın kırmızı kor alevlere dalmış birinebir zararı olmazdı, başka zaman olsa onu yaptığıişten alıkoyabilirdi. Mr. Lorry epey bir süreoyalandıktan sonra şişenin dibini bulmuş yaşlıama dinç bir adamın hissedebileceği keyifle sonkadehini doldurmuştu ki dar sokaktan tekerleksesleri yükseldi ve bunun gürültüsü otelin önünekadar geldi.İçkisine hiç dokunmadan masaya bıraktı. \"BuMatmazel olmalı!\" dedi.Çok geçmeden garson içeri gelip MissManette'in Londra'dan geldiğini ve TellsonBankası'ndan gelen kişiyi görmek istediğinibildirdi.

\"Ne çabuk!\"Miss Manette yolda bir şeyler atıştırdığı içinşimdi bir şey yemek istemiyordu ve eğermümkünse, bir an önce Tellson görevlisiylegörüşmek istiyordu.Yapacak bir şey yoktu, Tellson görevlisikayıtsız bir çaresizlik içinde son kadehi kafayadikip açık sarı renkli, küçük ve tuhaf peruğunukulaklarına çektikten sonra Miss Manette'inodasına gitmek üzere garsonu takip etti. Cenazesalonlarını çağrıştıran, at kılından yapılmışkumaşlarla ve koyu renk masalarla kaplı, genişve karanlık bir odaydı. Masalar öyle cilalanmıştıki ortada duran masanın üzerindeki iki uzunmumdan, ağacın her bir damarına loş bir ışıkyansıyordu; sanki mumlar siyah maundan derinmezarlara gömülmüşlerdi ve oradançıkarılıncaya dek doğru dürüst ışık vermelerimümkün değildi.Odayı saran belirsizlik öyle yoğundu ki, Mr.Lorry aşınmış Türk halısının üzerinde ilerlerkenbir an Miss Manette'in yan odada olduğunu

düşündü; ancak iki mumu geçince şömineylearalarındaki masanın yanında, üzerinde pelerini,elinde kurdeleli hasır şapkasıyla kendisinibekleyen, en fazla on yedi yaşında gösterengenç hanımı gördü. Gözleri bu ufak tefek, narinbedene, altın saçlara, merakla kendisiniinceleyen mavi gözlere ve ne şaşkınlık, nemerak, ne endişe ne de yalnızca doğal bir ilgiyansıtan, öte yandan hepsinin toplamını içerenözel bir ifadeyle şekillenen (hem ne kadar gençve pürüzsüz) alnına takıldığında birdengeçmişten bir kare canlandı gözünde; soğuk birgündü, dolu yağıyordu ve deniz kabarmıştıiyice, Manş Denizi'ni geçerken yolculukboyunca bu kıza benzeyen bir çocuk tutmuştukucağında. Tıpkı kızın arkasında duran veçerçevesinde kimi başsız, hepsi de sakat, siyahçocukların dizili olduğu ve bunların siyahtanrıçalara siyah sepetler içinde Sodom elmasıuzattığı kasvetli duvar aynasının yüzeyindedağılan bir nefes gibi düşünceleri dağıldı sonra –ve Mr. Lorry, Miss Manette'i resmi bir tavırda,başıyla selamladı.

\"Lütfen oturun efendim.\" Billur gibi, çok tatlıve gencecik bir sesi vardı kızın; hafiften yabancıaksanlıydı ama pek de belli olmuyordu.Eski günlerden kalma görgüsüyle, resmi birşekilde hafifçe yeniden eğilerek, \"İzninizle,elinizi öpeyim küçük hanım,\" dedi Mr. Lorry vesonra yerine oturdu.\"Dün, bankadan bir mektup aldım efendim,bir haber –daha doğrusu bir keşifle ilgili.\"\"Kelimelerin cismi yoktur küçük hanım, ikiside olur.\"\"Hiç görmediğim zavallı babamdan –öleli çokoldu– kalan ufak bir mülk ile ilgiliymiş.\"Mr. Lorry sandalyesinde kıpırdanıp sıkıntılıbir şekilde aynanın çerçevesinde dizili duransiyah çocuklara göz attı. Sanki o anlamsızsepetlerleri bırakıp ona yardım edebileceklermişgibi!\"Mutlaka Paris'e gitmem, orada bankanın bir

görevlisiyle görüşmem gerekiyormuş ve bu kişide bu sebeple Paris'te olacakmış.\"\"O kişi benim.\"\"Ben de böyle olmasını bekliyordumefendim.\" Genç kız, reverans yaparak Mr.Lorry'yi selamladı (o günlerde genç hanımlarböyle selam verirlerdi), adamın kendisinden çokdaha yaşlı ve bilge olduğunu ortaya koymakistemişti sanki. Mr. Lorry de bir kez daha başıylaselamladı onu.\"Sonra bankaya hemen cevap verdimefendim, bana bunu bildirdikleri ve Fransa'yagitmemi tavsiye ettikleri için teşekkür ettim vehiç kimsem olmadığı için bana eşlik edecekbirini bulmalarını rica ettim onlardan, yanımdabeni kollayacak saygıdeğer bir bey olursa çokmemnun olurum dedim. O bey daha önceLondra'dan yola çıkmış, sanırım arkasından birhaberci yollayıp ondan beni burada beklemesinirica etmişler.\"\"Böyle bir göreve layık görüldüğüm için

mutluluk duyuyorum\" dedi Mr. Lorry ve ekledi,\"Bunu yerine getirmek ise daha büyük birmutluluk olacak benim için.\"\"Çok teşekkür ederim efendim. Size gerçektenminnettarım. Bankadan, bu beyin bana meseleyibütün detayları ile anlatacağını söylediler, hattaşaşırmaya hazırlıklı olun dediler. Ama her şeyehazırım ben ve meraktan öleceğim neredeyse.\"\"Tabii,\" dedi Mr. Lorry, \"Haklısınız ben...\"Bir an duraksadıktan sonra sarı renkli parlakperuğunu tekrar kulaklarına çekerek ekledi:\"Nereden başlayacağımı bilemiyorum.\"Gene susmuştu ama o kararsız anında gençkızın bakışlarıyla karşılaştı. Genç alın gene aynıözel ifadeye bürünmüştü –özel olmanın yanındatatlı ve karakteristikti de– ve sanki bir gölgeyiyakalamaya çalışır gibi istemsizce elini kaldırdı.\"Sizi bir yerden tanıyor olabilir miyimefendim?\"

\"Öyle mi?\" Mr. Lorry ellerini iki yana açıpmuzipçe gülümsedi.Genç kız deminden beri yanında dikildiğisandalyeye düşünceli bir edayla yerleşirken,kaşlarının arasında, o minik burnununyukarısında, var olabilecek en zarif ve hoşçizgideki ifade derinleşmişti iyice. Mr. Lorrydüşüncelere dalan kızı süzdü ve gözleriniyeniden kaldırdığı anda devam etti:\"Vatanınız olarak kabul ettiğiniz bu ülkedesize en uygun tanım bir İngiliz küçük hanım olurherhalde, öyle değil mi?\"\"Nasıl isterseniz efendim.\"\"Miss Manette, ben bir işadamıyım. Yerinegetirmem gereken işler var. Beni konuşan birmakine olarak görün sadece –sahiden bundanfazlası değilim. Şimdi küçük hanım, izninizle,müşterilerimizden birinin hikâyesini anlatayımsize.\"\"Hikâye mi?\"

Mr. Lorry kızın üzerinde durduğu kelimeyikasten çarpıtarak aceleyle ekledi, \"Evet yamüşteriler; bankacılık sektöründe bizimlebağlantısı olan herkesi müşteri olarakadlandırırız biz. Bu beyefendi Fransız'dı; birbilimadamı; çok büyük başarılara imza atmıştı –Doktordu.\"\"Beauvais'li miydi yoksa?\"\"Aa evet, Beauvais'liydi. Tıpkı babanız MösyöManette gibi bu bey de Beauvais'liydi. Genetıpkı babanız Mösyö Manette gibi bu bey deParis'in saygın şahsiyetlerindendi. Onunla oradatanışma şerefine erişmiştim. Hukukumuz işilişkisine dayalıydı ama gizliydi. Ben o zamanbankanın Fransa şubesindeydim, epey kaldımorada, yani –ah! yirmi yıl.\"\"O zaman derken –tam olarak hangizamandan bahsediyorsunuz acaba efendim?\"\"Bahsettiğim yirmi yıl öncesi küçük hanım.Bu bey bir İngiliz hanımla evliydi, onun işleriniben takip ederdim. Zaten bütün işlerine, diğer

bütün Fransız beyefendilerinin ve ailelerininkigibi Tellson Bankası bakardı. Aynı şekilde şimdide müşterilerimizin çeşitli hesaplarınabakıyorum. Bunlar sadece iş ilişkisi küçükhanım; içinde ne dostluk, ne özel bir ilgi ne deduygu barındırır. Gün içinde dolaştığım oncamüşteri gibi, bütün iş hayatım boyunca damüşteriden müşteriye gittim hep; sözün kısasıduygularım yoktur; yalnızca bir makineyim ben.Nerede kalmış...\"\"Ama bu benim babamın hikâyesi efendim veyanılmıyorsam,\" –kızın meraktan alnı kırışmış,bakışları adamın üzerine yönelmişti iyice–\"babamdan iki sene sonra annemi de kaybedipyetim kaldığımda beni İngiltere'ye getirensizdiniz. Eminim bundan.\"Mr. Lorry, kızın önce biraz tereddütlü, sonragüvenle uzanan elini tutarak törensel bir havayladudaklarına götürdü. Ardından onu sandalyesinekadar götürdü ve sol eliyle sandalyeninarkasından tutarken sağ eliyle sırasıyla çenesinisıvazladı, peruğu kulaklarına doğru çekti ya dasöylediği bir şeylere işaret etti; kız oturduğu

yerden, Mr. Lorry dikildiği yerden birbirleriniizliyorlardı.\"Miss Manette, evet o bendim. Duygularımyok derken ve bağlantılarımla yalnızca iş ilişkisiiçinde olduğumu söylerken ne kadar doğrukonuştuğumu görüyorsunuz, sonra sizi bir dahahiç görmedim. Ama tabii ben başka başka işlerleilgilenmiş olsam da siz o zamandan beri TellsonBankası'nın vesayeti altındasınız. Duygular!Benim bunlara ayıracak vaktim yok hiç.Hayatım koskoca bir para çarkını döndürmeklegeçti.\"İş rutinine dair bu tuhaf tanımlamanınardından Mr. Lorry açık sarı renkli parlakperuğunu iki eliyle kafasına iyice bastırdı (negereksiz bir davranıştı bu, çünkü o parlak yüzeyfazlasıyla basıktı zaten) ve az önceki duruşunualdı.\"Yani küçük hanım –sizin de söylediğinizgibi– buraya kadar zavallı babanızın hikâyesiydibu. Ama şimdi farklılaşıyor. Ya öldü sandığınızbabanız ölmemiş olsaydı –Korkmayın canım!


Like this book? You can publish your book online for free in a few minutes!
Create your own flipbook