Important Announcement
PubHTML5 Scheduled Server Maintenance on (GMT) Sunday, June 26th, 2:00 am - 8:00 am.
PubHTML5 site will be inoperative during the times indicated!

Home Explore Bukre - Kahraman Tazeoglu

Bukre - Kahraman Tazeoglu

Published by cg.caglayan, 2016-11-02 09:29:14

Description: Bukre - Kahraman Tazeoglu

Search

Read the Text Version

Bazı aşklar aşka ihanettir

DESTEK YAYINLARI: 374EDEBİYAT: 103BUKRE / KAHRAMAN TAZEOĞLUHer hakkı saklıdır. Bu eserin aynen ya da özet olarakhiçbir bölümü,telif hakkı sahibinin yazılı izni alınmadan kullanılamaz.Genel Yayın Yönetmeni: Ertürk AkşunEditör: Devrim YalkutKapak Tasarım: www.ilknurmustu.comSayfa Düzeni: Cansu PoroyDestek Yayınları: Eylül 2013 (50.000 Adet)51.-90.Baskı: Ekim 2013Yayıncı Sertifika No: 13226ISBN 978-605-4771-73-8© Destek Yayınlarıİnönü Cad. 33/4 Gümüşsuyu Beyoğlu / İstanbulTel:(0212) 252 22 42Fax:(0212) 252 22 43www.d es teky ay in lari.co min fo @d es teky ay in lari.co mfacebook.com/ DestekYayinevi

twitter.co m/d es teky ay in laribambas k a.s ayfa@g mail.co mİnkılap Kitabevi Baskı TesisleriMatbaa Sertifika No: 10614Çobançeşme Mah. Altay Sk. No: 8Yenibosna – Bahçelievler / İstanbulTel: (0212) 496 11 11



Babam’a...

ÖNSÖZ Yazdıklarımda, çaresizliğinizeçareler arıyorsunuz; oysa bençaresizliğimi yazıyorum, sizonları çare sanıyorsunuz. Aşk bir miras değildir vekimseden kimseye kalmaz. Hayat verilmemiş bir sözütutmaktır. Kimi yazar kimi yaşar. Yani demem o ki; öyle bir sözyazarsın ki bütün bir hayatıanlatır, öyle bir hayat yaşarsın kibütün sözler anlamsız kalır.

BUKRE (Bir zamanlar benimolan ellerin,şimdi neden ellerin?)

1 Gizli aldatmalar, sevdiğin insanı ‘üzerine basmadan’çiğnemektir. Kaç kez çiğnendiğini hiçbilmiyordu Bukre. Aşkın küçükkızıydı o... İstanbul’un darsokaklarında, az önce öğrendiğiacı gerçeğin yıkımıyla yalpavuruyordu. Yanındakiyle birlikteiki kişilik bir yalnızlıktı artıkonlarınki... Ayakları yürüyordusadece. Kendisi geride kalmıştıçoktan. Akşamdı. Biraz öncekikonuşmalar kafasının içinde

tekrarlanıp duruyordu. Sitemdolu nefesiyle, soluğunutüketircesine haykırmıştı terkedenine... “En acısı da ne biliyormusun?” demişti. “Aslında sanahiç sahip olamadığımı, senikaybettiğimde anlamış olmam!” Hırsı soluğuna eş çıkıyordugöğsünden. Devam etti öfkeyle.“Meğer her şeyimmiş gibidavranan hiçbir şeyimmişsin sen!Aslında hiçbir şeyimi kaybettimben!” Bir çocuğun tüm dünyayaküsmesine, tek bir oyuncağınınkırılması yeter. O küskünçocuklardandı şimdi Bukre;

kırılan oyuncağını gözleriyletamir etmeye çalışan...Bakışlarını bir noktayasabitlemiş olsa da yanındangeçen umarsız insanlarınfarkındaydı. Akşamdı. Belkibirazdan bir yağmur başlardı.Hayat devam ediyordu. Hayather şeyi “devam ederek”bitiriyordu. Bukre, bunu acı birtecrübeyle, bir kez dahaöğreniyordu; ama hiçezberleyemiyordu... Kendi durağını şaşırmış birotobüs gibiydi kalbi. Akşamdı.Ve akşam, ağlamak için iyi birsebepti. Kızıyordu Bukre her

şeye, herkese. En çok dakendine... Hayat ne garipti.İnanmadan güldüğümüz bir şakagibiydi. Bukre, karşılıksızsevmişti ve bunun karşılığı,karşılık alamamak olmuştu. Amaolsundu. O sevilmemeye derazıydı severken... O hep öyleseverdi zaten... Tekhazmedemediği, sonrayaertelendiği halde gocunmadanbeklerken aldatılmaktı! Alçaklıkhiç bu kadar yükselmemişti.Gizlice aldatılmıştı. Aldatmanınaleni olanı mı olurdu sanki?Çiğnenmişti o, üzerinebasılmadan...

Sessizliğe gömülmüştü uzunzaman. Elinden gelmeyendilinden de gelmiyordu. Veşimdi beklediği onu terkediyordu. Belki de çoktangitmişti... Belki de hiçgelmemişti... Ama şimdi o“Gelmeyen” hem suçlu hemyolcuydu. Bir başkasını seçmişti.Özür dilemişti. “Ben seçilmeyenim! Bunun içinbenden özür mü diliyorsun?”diye haykırmıştı Bukre. Cevapalamamıştı. Sesi kısılmıştı.Kaybedenlerin önce sesikısılırdı. Bir ayrılık dahabüyütüyordu onu. Yaşça küçük

olsa da sevdiğinden, aşkı çoktangeçmişti onu. O, küçücük birdevdi. Seçilmeyendi. Biröykünün sonu zannederkenkendini, daha girişindekandırılandı. Dünya artık onun içinuyandığında başlayan kötü birrüyaydı. Şimdi ne yapmalıydı?Seçilmemek onu sadece üzmelimiydi yoksa kahrından öldürmelimiydi? İnsan böyle zamanlardane hissetmeliydi? Üzgünolmaktan öteydi duyguları amaölüme de bir o kadar uzaktı.Eksik, yitik ve sahipsiz gibiydi.Öylece kalakalmıştı bir hiç gibi.

Akşamdı. Hüzünlüydü. Hüznüseviliyor sandığından değil,sevilmediğine yandığındandı... Oysaki hiçbir günahı yoktu.Aşkın bir bekleme odası vardı.Orada oturup sırasını bekliyorduBukre. Sevdiği erkeğin onagelmesini... O erkek, arada birodanın kapısından bakıyor vegülümsüyordu. “Biraz dahabekle” demekti bu. “Birazaşklarım var, bitirip geliyorum”demekti. Ona inanıyordu Bukre.Daha doğrusu inanmayı tercihediyordu. Hep öylesini tercihederdi. Çünkü aşkta kör olanlar,sevgilinin yalancı olduğunu

bilmesine rağmen, ona“Kanmayı” değil, “İnanmayı”seçerdi.Kara talihine yanıyordu.Kendini acıyarak izliyordu. Vene çok ağlıyordu içinden “Buaşka değer” diye... “Olsun... Bazıaşklar gözyaşıyla büyür”diyordu. Suskunlaşıyordu.Anlamaya çalışmıyordu içini.Kalbini aklıyla anlayamazdı ki...Giden hep kazanıyordu... Amakalan olmak Bukre’ye hiçyakışmıyordu. Üstüne asılyakışmayansa, seçilmeyenolmaktı. Bir ihtimali oynamak nekadar gurur kırıcıydı. Sevdiği

adam, iki kişinin arasındakalmıştı. İki kişinin arasındakalmak, aslında kimsesizliğiseçmekti. Ve şimdi sadece özürdiliyordu. “Üzülme” diyordu.“Üzülme...” Nefret dolu gözlerle baktısevdiği adamın gözlerine. Ogözler artık sevdiği adamıngözleri değildi. Bir zamanlar onasöylediği bir cümle geldi aklına.“...Sana geldiğim zaman, gitmekiçin bir neden bulamıyorum...” Üzgün ve nefret yüklüydüBukre. Gözlerindeki öfkeyisaklamadan, “Üzgünüm...” dediona. “Ama beni bu hale

getirdiğin için değil; seni hakettiğin hale sokamadığım için!”Fildişinden inşa ettiği aşkşimdi çürümenin tarihini yazanbir ahşaptı. Bukre ağlıyordu. Hiçkonuşmadan yürüyorlardı.Akşamdı. Hiçbir şeyin yolundagitmediği bir yoldaydı. “Biröykünün sonuymuşum meğer;daha girişinde kandırmışlarbeni” diye söylendi kendikendine ve sustu. Artık sonunsonuna gelmişti. Yürüdükçesusuyorlardı, sustukça daha ağıryürüyorlardı. Sevdiği adamdayanamayıp, “Nedensusuyorsun?” diye sordu.

Bakışlarını kaldırımdanayırmadan konuştu Bukre.“Neden mi susuyorum?” dedi vedurdu. Kafasını kaldırdı, sevdiğiadamın gözlerine son kez baktı.Geri geri bir iki adım attı veyaşanan sonun son sorusunusordu. “Ya anlamazsan?” Bukre, artık cümleler değil,sessizlikler kuruyordu... *** Sanki yolları o değil de yollaronu yürüyordu. Nereye gittiğinibilmiyordu. Bilse ne değişecektiki? Bunu da atlatacaktı elbet.Ama daha zaman vardı. Zamanı

beklemek neyseydi de...Bukre’nin vakti kadar sabrıyoktu. Böyle günler insanın birdosta en çok ihtiyacı olduğugünlerdi. Ayakları mı, yoksa yolmu? Acaba hangisi bunubiliyordu? Bu sorunun cevabınıbulamadan, kendini Selim’inkapısında buldu. Ah Selim!Bukre’nin yorgun savaşlarınınyara sarıcısı... Selim... Birinsanın dost diyebileceği tekisim... Zile bastı. Biraz bekledi.Saatin farkında değildi. Tekrarbastı. Önce bir ışığın yandığınısandı. Sonra kapı açıldı. Ama

hayır! Işık yanmamıştı. SadeceSelim gülümsemişti o kadar.Selim ışık gibi gülümserdi.Bukre’nin yüzüne baktı.Gülümsemeye devam etti. “Yinemi?” diye sordu.Bukre’nin kederli yüzü okederden sıyrılıp gülümsemekle,o kederi taşıyor olmak arasındakaldı. Selim’in nurlugülümsemesine sığıştırarakhüznünü, “Yine” diyebildisadece. İçlerinden birbirlerinesıkıca sarılmak geçti. Sarıldılar.İçleri içlerine geçti. Sonra içerigeçtiler.Evde kimse yoktu. “Sizinkiler

nerede?” diye sordu Bukre,salona geçerken üzgün sesiyle... “Teyzemdeler” dedi Selim,Bukre’nin montunu alırken. Salondaki üç kişilik koltuğaoturdu Bukre. Çocukluğundanberi girip çıktığı bu ev onayabancı gibiydi sanki. Oysaki hiçdeğişmemişti eşyalar. Selim’lesaklambaç oynarken altınasaklandıkları büyük ve ağırahşap yemek masası, sırtkısımları uzun altı sandalyesi,masadan aşağı sarkan dantelmasa örtüsü ve içinde annesininplastik çiçekleri olan vazo...Hepsi aynı hüzünle duruyordu

yerli yerinde. İnşaat ustası birbabanın kazanabildiği paraylaaldığı basit eşyalar ve o eşyalarıeşya yapan evin bir yerinesaklanmış, görünmeyen huzur...Çok parası olmayan insanların azgösterişli yuvası... Çantasından kâğıt mendiliniçıkardı. Burnunu sildi. Vitrindekisüs bardaklarının arasındanaynadaki yüzünü gördü.Ağlamaktan şişen gözleri,kırmızılaşmış burnu ve dağılmışuzun saçlarına rağmen hâlâ çokgüzeldi. Koltuğun üstünde duranbir kitabı fark etti. Selim’inokuduğu kitaplardan biriydi.

Selim, aynı anda üç kitapokuyabiliyordu. Bunu nasılbaşardığını hiç anlayamıyordu.Selim, kitap okumak içinyaratılmıştı sanki. Kitaba uzandı.Üzerinde, Zamanın Manzarasıyazıyordu. Bir roman olmalıydıbu. Kitabın içindeki ayraçdikkatini çekti. Bir fotoğraf...Merve’nin fotoğrafı... Selimkitap ayracı olarak hepMerve’nin fotoğrafını kullanırdı.Merve, Selim’in hiçbir zamanduygularını açamadığı platonikaşkıydı. Selim için kendi hayatıiki bölümden oluşuyordu.Merve’den öncesi ve Merve’den

sonrası... Merve, onu ikiyeayırıyordu sanki. Tıpkı bir ayraçgibi... Merve ona hayatınneresinde kaldığınıhatırlatıyordu.Bukre, bunları düşünürken,elinde iki bardak çay ve kurabiyetabağıyla içeri Selim girdi.Tanıdığı en hamarat erkekti o.Evde hiçbir şey olmasa bilemutlaka bir şeyler bulurbuluşturur ikram ederdimisafirlerine. Onları ikramsızgöndermezdi. İç içe geçebilen,kahverengi zigon sehpalardan enküçük olanını çıkardı ve tepsiyibüyük bir özenle üzerine koydu.

“Tam senin istediğin gibi birçay; açık ve üç şekerli” dedi.Bukre, şefkatle gözlerine baktıdostunun. Selim, yanına oturdu.Gözlerini Bukre’den ayırmadan,“Mücevher takmamıştı amagözleri vardı” dedi. Bukreşaşırmıştı. “Elindeki kitaptayazıyordu” dedi Selim. Birdenelinde sıkı sıkıya tuttuğu kitabıfark etti Bukre. “Gözlerinebakınca aklıma geldi. Ağlayıncadaha da mı güzel oluyorlar ne?”dedi Selim. Gülümsedi Bukre. “Şımartmayaçalışma beni” dedi. Birazrahatlamış gibiydi. Kısa süreli

bir sessizlik yaşadı ve öldüaralarında. Çayına uzandı sonraBukre. Bir yudum aldı. “İşte çaybudur” dedi.Selim muzipçe, “Sen çayınkendisini değil, cesediniiçiyorsun” dedi. “Yaşayan çayşekersiz ve demli olur.”Yüzüne alaycı bir ifadetakınarak, “Yine konuşma bilmişbilmiş...” dedi Bukre. Yinesustular sonra.Sessizliği ilk Selim bozdu.“Dillendirilmeyen hüzünzehirler. Anlat bakalım nasıloldu?”

Çayından bir yudum almayayeltendi Bukre. Sonra Selim’inbiraz önceki yorumu aklına geldive vazgeçti. Tekrar zigonsehpanın üstüne koydu bardağı.“Bu sonu ben hiç sevmedimSelim. Oysa ben onu sonumolsun diye seçmemiştim.”Selim elinde çayıylagülümsüyordu. “Kasım’ıyaşayamıyorsan, Eylül’dekalmışsın demektir YavruKuşum” dedi. Selim ona hepYavru Kuşum derdi. Çayındanbir yudum daha alarak devametti. “Yani demem o ki artık birşeyleri geride bırakmayı

öğrenmelisin. Elbette sen onusonun olarak düşünmüyordunama işte bak bazı yollaryürünmeden yol olmuyor.Yürüdün ve nasıl bir yoldayürüdüğünü anladın. Yürümesenanlamayacaktın. Belli ki sonunavaramadın. Ama olsun, yarıyoldan dönseydin yolun sonuaklında kalacaktı. Aldatıldındeğil mi?” İrkildi Bukre. Apansızyakalanmıştı sanki bildiğisoruya. “Evet” dedi fısıldayarak.Yüzü asıldı. “Asma yüzünü” dedi Selim.Elini tuttu sonra. “Gülümse hadi”

dedi. “Seni aldatana teşekküretmeli ve gülümsemelisin.” Bukre “Neden?” diye sorargibi baktı yüzüne Selim’in.Selim, duraksamadan devam etti. “Çünkü o gülümseyiş veteşekkür, ona ömür boyu verilmişbir cezadır” dedi. Bukre, güç buldu bu sözlerden.“Ama...” diye başladı cümlesinesonra. “Ama kızgınım.Öfkeliyim! Öfke duyduğumbirine nasıl teşekkür edebilirdimKuzu?” Bukre Selim’e hep Kuzuderdi. Biraz duraksadı sonra.Aklına başka şeyler geldi sanki.

Kafasının karışıklığımimiklerinden anlaşılıyordu amatam olarak okunmuyordu. “Tümbu öfkeme rağmen yine de bireksiğimi tamamlamış gibiydimonunla” dedi ve Selim’in yüzünebaktı dalgınca. “Sanırım öfkem,eksik olan yanımın aslında birboşlukla dolu olduğunu farketmek?” diye tamamladıcümlesini.Selim, sakince cevap verdi.“Bazı insanlar hayatlarına girenkişiye hayatlarına girdikten sonraihtiyaçları olduğunu anlar;eksikliği bilmemektir bu. Ve oinsanlar bir gün hayatlarından

çıkıp gittiğinde kendi hayatlarınıda o gidenlerle birlikteyitirdiklerini düşünürler; eksiğiöğrenmektir bu. Senin durumunda işte böyle biraz... Banasoracak olursan, sizden iyi birikili olmazdı zaten. Uyumyakalamak, aşkın kendisindendaha zordur biliyor musun?”Bukre, dikkatlice Selim’idinliyor ve sözlerini bitirmesinibekliyordu. “İkisi de kendisiolduğu için uyuşamayansevgililer gördüm ben. Ve ikiside başkası olduğu için ayrılanlar.Ama ikisi de birbiri olan hiçgörmedim. Karşındakine

benzemek değildir uyum.Kendini kaybetmeden karşındakiolmaktır.”İşte böyle filozof bir yanı vardıSelim’in. Gülümseyerekkonuşurdu en çetrefillimeseleleri izah ederken bile...Sanki biraz içininkemirgenlerinden kurtulmuştuBukre. Ona bu rahatlığı verdiğiiçin minnet duydu dostuna.Teşekkür etmek geçti içinden.Teşekkür etmek ve sarılmak...Ama bu iç huzuru biraz dahayaşamalıydı. Biraz dahahissetmeliydi. Başını koltuğunsırtlığına yasladı. Derin bir iç

çekti. Gözleri tavandaydı. Sonra,dışarıdan nasıl göründüğü geldiaklına. “Söyle Selim...” dedi.“Aldatılan, terk edilen birininönce acısı mı yoksa yalnızlığı mıfark edilir?” Selim’i düşündüren bir soruoldu bu. Nihayetinde o da biryalnızdı ve acı çekiyordu.Vereceği cevap kendisini deyanıtlamak olacaktı belki. Birsüre düşündü. Yanıtlar aradı. Bircevabı olsaydı ne yalnızkalacaktı ne de acı çekecekti.Gözleri uzaklara daldı. “Bendene görüyorsan cevap o!” dediburuk bir ses tonuyla. Başını

önüne eğdi sonra. Bukre, onu yaralamak içinsormamıştı bu soruyu aslında.Ama bazı masum sorularıncevapları haddinden fazla yıkıcıolabiliyordu... Aslında buyıkıcılık soruda değil,cevapsızlıktaydı. Bukre, kalbinikırdığını düşündü Selim’in.Mahcup bir ses tonuyla, “Kalbinikırdım sanırım, özür dilerim”dedi. Selim, zoraki bir gülümsemeylecevap verdi. “Üzülme... Atmayankalp kırılmaz.” Gözleri doldu Bukre’nin. Ona

Merve’yi hatırlattığını anlamıştı.Gözlerine bakmadan Selim’in,“Yakışmıyor bu sözler diline”dedi. Selim yavaşça kalktı yerinden,pencereye doğru yürüdü. Başınıpervaza dayayıp gözleriniuzaklara yatırdı. Ellericebindeydi. “Hayatta birbirimizeyakıştıramadığımız o kadar çokşey var ki...” dedi ve yutkundu.Gözleri hâlâ uzaklardaydı. “Bende bu ölümü cesedimeyakıştıramamıştım” dedi. Duymadı Bukre. “Efendim?”diye sordu.

“Yok bir şey... Sen aldırmabana.” Onun hikâyesi başladığı gibigitmemişti. Onun hikâyesibaşladığı yerde bitmişti. Buyüzden bu kadar küçük kalmıştıaşkta Selim... Bu yüzden aşkadına ne söylese boyundan büyükduruyordu lafları. Aşk onu hiçbüyütmemiş ama olgunlaştırmıştı.Merve’nin sıradan hayatındahiçbir zaman gelmemiştiSelim’in sırası. Aşk adaletsiz biracıydı. Adaletsiz ve sırasız... Birkaç dakika hareketsiz vesessiz durdular. Birden aradığıcevabı bulmuş gibi irkildi Selim.

Bukre’ye döndü ve “Acı” dedi.Bukre yüzündeki soru işaretiylebaktı Selim’e. “Sorunun cevabıacı... Çünkü yalnızlık kalabalıktaama acı her yerde belli ederkendini.”Bukre, derinlere daldı.Selim’in cevapları altındaezildiğini hissediyordu. Buhayatta tek güvendiği dostu oydu.Yalnız kalmamak adına insanlaragüvenmektense, kendiyalnızlığına sırtını yaslayarakyoluna devam eden insanlardandıo... Kendine böylesi bir yolseçmiş olmasına rağmen,hayatına dost olarak bir tek

Selim’i almıştı. Belki dealmamıştı. O, hep vardı. Bazıinsanlar sonradan gelmez; onlarhep vardır. Zamanın nasıl geçtiğinianlamamıştı. Eve habervermediğini hatırladı. Anidenkalktı yerinden. Telaşla kapıyayöneldi. “Ne oldu?” diye sordu Selimkaygıyla. “Eve gitmeliyim. Geç kaldım.Buraya geleceğimi bilmiyordum”dedi. Selim, onu kapıya kadaruğurlamak için yanına geldi.

“Seni bırakayım?” Kafasını iki yana salladıBukre. “İki sokak aşağıdaoturuyorum, korkma çalmazlarbeni.” Gülümsedi ve göz kırptıSelim’e. “Seninleyken zaman,kolumdaki saatten farklı işliyor.Vaktin nasıl geçtiğini anlamadım.O yüzden acele etmeliyim. Evdebeni merak eden yakışıklı birbaba, güzel bir anne ve afacanbir kardeş var.” “Tamam, acele et o zaman”dedi Selim. “Eve gider gitmezçaldır beni. Merak ederim seni.Gerçi köşeyi dönene kadarbalkondan sana bakacağım

ama...” Kapıdan çıkarken geriye döndüve “İyi ki varsın” dedi Selim’e...Gözleri dolmuştu bunusöylerken. Böyle duygusal anlarıyaşamaktan hep kaçmıştır Selim.Araya başka laflar sıkıştırarakkaçmıştır... Yine öyle yaptı.“Hadi eve gidip yasını tut. Bugünnur topu gibi bir ayrılığın oldu.Başın sağ olsun!” Bir de kahkahapatlattı ardından. Bukre merdivenleri üçer beşerinerken söylendi. “Sarmıyorsun,bari gülme yarama canımın

suyu...” Bukre’nin son sözleri şaka daolsa içine oturmuştu Selim’in.“Sarmıyorsun, bari gülmeyarama...” Kapıyı yavaşçakapadı. Balkona çıktı. Sokağınköşesinde kaybolana kadarBukre’nin gidişini izledi. “AhBukre...” diye iç geçirdi. “Yaraiyileştiğini bilmez. O hep kendinikanıyor zanneder. Yaralariyileşmek istemez. Çünkü yaralariyileşince ölür Bukre! Yaralariyileşince ölür.” *** Selimlerin iki sokak

aşağısındaydı evleri. Hızlıadımlarla yürüdü. Bir yandan dakötü bir günün “Fena olmayan”sonunu düşünüyordu. Selimolmasaydı bu kadar tutunamazdıhayata. Bunu çok iyi biliyordu.Başka insanlardan da akılalmazdı, onlara dert yanmazdı.Sadece Selim vardı. Başka dostyoktu. O da kendi gibi farklıydıçünkü... Fotokopileşmiş insanyığınlarından değildi. “Nedenbaşkalarına danışmıyorsun?”diye sorduklarında, “Başkainsanlardan akıl almam; çünküben başka insanlara benzemem”derdi. Zaten tam da bu sebepten

yalnızdı... Ne aşk hayatı, ne desosyal yaşamı kalabalıktı.Aradıklarını kimsedebulamamıştı. Buldukları daaradıkları değildi. Sade birhayatın yalnızıydı o... Amamutluydu. Fazla insan çarpıntıyapıyordu. Gereğinden fazlainsan ruha zarardı. Bir iki dostona yetiyordu.En olmadık yerde olurunabırakılmıştı hep. Yüzsüzlüğündentükürülecek bir yüzü bilekalmayan insanlar tanımıştı.Onların neden bu kadarkaraktersizleştiğini düşündü.Acaba o çoğunluk haklıydı da

azınlıkta kalanlar mı suçluydu?Seçimlerimizi yaparken hepyanlışa mı düşürüyordu hayatbizi? Neden hep aradıklarımızıkaybedip, aramadıklarımızıbuluyorduk?Umutla beklerken, umutlarazalıp azalıp, yok olmayabaşladığında, aramaktanvazgeçip bulduğumuza razıoluyorduk. Razı olduğumuza tamalışmaya başladığımızda isearadığımız kişi karşımızaçıkıyordu. Allak bullak oluyorduher şey. Ve biz düzenidüzensizliğe tercih ediyordukçoğu zaman. Bu yüzden

beklediğimizi hak etmediği yeregönderiyor, razı olduğumuzla,hiç de razı olmadığımız bir hayatsürüyorduk. Ya ümitlerimiz erkenbitiyordu, ya beklediklerimiz geçgeliyordu... Kendisini sersemleten budüşünceler içerisinde eve girdi.Babası ve erkek kardeşiuyumuştu. Annesi ise oturmaodasında kızını bekliyordu. İçerigirer girmez çıkıştı. “Neredesin sen bakayım?Telefonun da kapalıulaşamıyoruz!” Bukre, her zamanki

alışkanlığıyla acele adımlarlabanyoya yöneldi. Annesininkızgın bakışlarının önünden hızlageçerken, sevimli bir yüz ifadesitakınarak, “Anneciğimtartışmayalım. Zor bir gündübenim için. Moral olsun diyeSelimlere uğradım. Oradaoyalandım. Saatin farkındadeğildim” dedi.Cümlesini bitirdiğinde çoktanbanyoya girmiş, elini yüzünüyıkamaya başlamıştı. Annesi azarcümlelerini sonraya erteleyerekbanyo kapısına kadar geldi.“Aç mısın peki? Yemeklerikaldırmadım.”

Banyodan çıkarken, “Hayıranneciğim aç değilim” dedi veannesinin yanaklarına sıkı biröpücük kondurarak odasına geçti. “Ah benim deli kızım!” diyehayıflandı annesi. Bukre’nin odası sığınağıgibiydi. Kendisiyle baş başakalmak için kaçacağı tek delikti.Üzerini değiştirdi. Aynadayansıyan yüzüne baktı. “Evet!Biraz ezilmiş olabilirim amahâlâ umut var; çünkü kırılmışdeğilim” dedi ve aynadayansıyan yüzüne gülümsedi.Yatağın üzerine bıraktı yorgunbedenini. Bir süre tavanı seyretti.

Fiziksel yorgunluğu beynindekidüşüncelere uğramamıştı. Kalktı,çantasından cep telefonunuçıkardı. Açmayacaktı. Düşündü.Vazgeçti. Açtı. İlk düşen mesajondandı: Sana yaptıklarım içinbeni bağışla diyordu. Kararlıklabir cevap yazdı: Numaranıengelleyecektim ama vazgeçtim.Bu mesajdan sonra kartımıkırıyorum. Artık yabancım biledeğilsin! Hırsla yataktan kalktı, telefonkartını kırdı ve camdan dışarıfırlattı. Rahatlamıştı. Uykusuylabuluşabilirdi şimdi. Aylardırsüren huzursuzluğun yerini tatlı


Like this book? You can publish your book online for free in a few minutes!
Create your own flipbook