Important Announcement
PubHTML5 Scheduled Server Maintenance on (GMT) Sunday, June 26th, 2:00 am - 8:00 am.
PubHTML5 site will be inoperative during the times indicated!

Home Explore Huzur-Ahmet Hamdi TANPINAR

Huzur-Ahmet Hamdi TANPINAR

Published by eminyukseloglukaihl, 2019-10-21 14:04:43

Description: Huzur-Ahmet Hamdi TANPINAR

Search

Read the Text Version

Ve ilave etti:-Bir insanın bir şehri böyle zaptetmesi benihayran ediyor. Bu beyti her işittikçe hatırımaRodin'in Calais burjuvaları geliyor...Mümtaz:-Çok büyük bir şey, hiç değişmiyecek bir şeyyakalamış, diye onun sözünü tamamladı. Bu sonbahar saati ancak böyle anlatılabilirdi.Herşey yazın bittiğini gösteriyordu. Sade budüşünce onlara çok mühim bir anı yaşadıklarıvehmini veriyordu. Bu vehim içinde etrafıdinlediler. Yaz bittiği için mahzundular. Birkaçgün evvel Nuran Mümtaz'a ilk kırlangıçkafilesinin başları üstünden geçtiğini göstermişti.Bu sabah da yalıya, yolda bulduğu üç kuru meşeyaprağiyle gelmişti. Ölüm kurdu yapraklarıkenarlarından ısırmış, yavaş yavaş bir akşamkızıllığı ile ortasına doğru yürümüştü. Yumuşakyaprak, bir akşamdan koparılmış gibi sert,madeni bir hal almıştı.

Tek bir kuş sesi, uzakta tıpkı bir orkestradakemanlar ve viyolonseller arasında bir flütsesinin birden uyanışı gibi, acayip bir hasreti ikiüç defa tekrarladı. İkisi de bu hasretin arkasındaçalışan, şüphesiz onunla müphem surette alakalı,belki onu besleyen, böyle keskin yapan, fakatondan ayrı faciayı düşünüyorlardı. Bu andabüyük korularda ağaçlar nesglerinin gittikçeazaldığını duyuyorlar, dallar üşüyormuş gibibirbirlerine yanaşmak istiyorlar, kuru yapraklaren ufak bir sarsıntıda düşüyorlardı. Her taraf birbahar gibi renkliydi. Sakız ağaçları erguvanlargibi, fakat daha mahzun kızarmışlardı.-Bir sabah erkenden Emirgan korusunagidelim. Ağaçların adeta titreye titreye uyanışıçok güzel oluyor.Nereden kabardığı bilinmeyen bir küçükrüzgarla harekete geçen bir bulut parçası, evvelabir gül bahçesi oldu, sonra ince ince parçalaraayrılarak ta başlarının ucuna kadar ilerledi veorada yeleleri alevli siyah bir atın ön ayaklarınadoğru bir halı gibi serildi. Kalktılar, yavaş yavaşyürüdüler. Dağ ile yalı duvarları arasındaki

gölgeli yol alacakaranlıkta bir eski mabetdehlizine benziyordu. Bu dehlizde, duvarlarınüstünden kendileriyle beraber yürüyen akşamıdallar arasından seyrediyorlardı.Herşeyin kendi yükü altında ezildiği bu saatte,elele içlerindeki garip talih sezişiyleAnadoluhisarı'na kadar geldiler. Orada iskeleninsağındaki küçük kahveye girdiler. Geceadamakıllı inmişti. Bütün iskele boyunu lüferavına çıkmış sandallar kaplamıştı. Her akşamkieğlencelerini, çok yabancı bir şeymiş gibiseyrettiler. O dakikada birisi hayata güvenipgüvenmediklerini sorsa, ikisi de \"Hayır; fakatböyle olduğu için çok mesuduz.\" cevabınıverirdi.-Hayır. Fakat ne çıkar? Bu dakikada mesuduz.Yolda hep yeni tuttukları evi konuştular.Talimhane'de küçük bir apartıman bulmuşlardı.Nuran'ın annesi bu sene Kandilli'deoturamıyacağını söylemişti. Tevfik Bey'inromatizmaları da epeyce rahatsız ediyordu. Belkide lüfer eğlenceleri ihtiyar adama yaramamıştı.

Onun için onlar İstanbul'a geçeceklerdi.Mümtaz, \"Dünyada tek başıma buradaoturamam.\" demişti. Zaten Kandilli'de otursalarbile, o sessizlik ve tenhalık içinde yazın olduğugibi rahatça buluşmalarına imkan yoktu. Evdenmemnundular. Nuran'ın becerikliliği sayesindeoldukça ucuz düşmüştü. Evi döşerlerkenMümtaz İstanbul'a bir zaman ne kadar çokecnebi eşyası geldiğini anladı. Hemen herkoltukçu dükkanında her nevi üsluptan mobilyavardı. Mümtaz Nuran'la onların arasındadolaşırken İstanbul'da değişen zevk vehayat standartlarını düşünüyordu. \"Hiç şüphesizkafamız da böyledir.\" Sonra, Fatma'nınsıhhatinden bahsettiler. Nuran'ın bütünüzüntüleri bu noktada toplanıyordu.Mümtaz Nuran'ın evinde ve Tevfik Bey'legeçireceği bu geceye kaç günden berihazırlanmıştı. Kandilli'den taşınmadan evvel,Nuran'ın içinde yaşadığı bu evin, onu tanımadanevvelki günlerini bir kere daha kendisinevereceğini sanıyordu. Çünkü bu hülya adamıbirkaç türlü yaşamasını biliyor ve seviyordu.

Onun için bahçede yemek yerlerken, TevfikBey'le konuşurken, Nuran'ın annesine cevapverirken, genç kadının çocukluk rüyalarını, uzunsonbahar gecelerinde sarsılan camları veyaprakları hışırdayan ağaçların küçük Nuran'ınuykularına ilham ettiği hayalleri pekaladüşünebilirdi. Fakat Fatma'nın hırçınlığı bütünbu hülyaları imkansız yaptı.Çocuk, Mümtaz'ın daha kapıdan ayak attığınıgörür görmez aksiliğe başladı. Vakıa gençadama karşı herhangi bir şey yapmıyordu.Yalnız ikide bir ortadan kayboluyor, herkesimeraka düşürüyor, ufak tefek haşarılıklar ediyor,Nuran Mümtaz'la konuşurken sözü kesmek içindaima bir bahane uyduruyordu. Buna mukabilMümtaz'la ahbapça konuşuyor, yeni gitmeğebaşladığı mektepten, arkadaşlarındanbahsediyordu.-Yaşım büyüdü. Artık bebeklerden bıktım.Arkadaşlık için kedi, köpek, böyle bir hayvanistiyorum.Mümtaz, isterse kendisine bir küpek yavrusu

hediye edeceğini söyleyince birdenbire kaşlarıçatıldı. Onun getireceği bu köpek yavrusu ilenasıl oynayabilirdi? Adeta düşmanın müttefikinieve sokmak gibi birşeydi. -İstemem, dedi. Etraftan, -Böyle mi denir yavrum? Teşekkür etsene,diye ısrar edilince büsbütün şaşırdı.Mümtaz'ın önünde azarlanmak ona çok ağırgelmişti. Dudakları titriye titriye -Teşekkür ederim, dedi ve ortadan kayboldu.Mümtaz bu anda izin alıp gidebilseydi belkide hayatı büsbütün başka bir şekil alırdı. Fakattalih kalmasını istedi. Zaten sakınmaksevkitabiisiyle doğmuş insanlardan değildi.Hayatının her hadisesi onu yolun ortasında açıkbir hedef gibi bulurdu. Bu sefer de öyle oldu. NeNuran'ı ne de Tevfik Bey'i bırakabildi. Yemeğedavetliydi, kalacaktı.

Sekize doğru rakı sofrasına oturdular. İhtiyaradam bu işteki bütün maharetini sarfetmişti.Yaşar bile sofrayı görünce bütün sıhhatendişelerini bir kenara atarak bir iki kadeh rakıiçmeğe karar verdi. Akşam güzel başlamıştı.Süren yağmurlara rağmen ortalık sıcaktı.Bahçede nar ağacının dibinde,sonbahar akşamlarının birden çökenkaranlığında tek bir lamba altında bu akşamkeyfinde Mümtaz'ı içten yakalayan bir şey vardı.Hemen herkes neşeliydi. Nuran bile günlerdirkendisini bırakmayan sıkıntılardan kurtulmuşabenziyordu.Fatma'nın sofraya gelişi bütün havayı bozdu. -Beni de alın, ne olur, yalnız başına yemekyemiyeyim, diyordu. Fakat biraz sonra Mümtaz'la Nuran'ın karşıkarşıya oturmalarına tahammül edemedi. Bunlarhep alışılan şeylerdi ve Tevfik Bey'in anlattığımeddalı hikayesi bütün bu küçük huysuzluklarınüstünden aşıyordu. Üçüncü kadehte Fatma,içeride unutulmuş bir şeyi almak için yerinden

kalktı ve bir daha sofraya dönmedi. Kuyununbaşında kendisine raks ile koşma arasında bireğlence icat etmişti. Ellerini yeni doğmuş ayasanki kendi attığı topu yakalamak ister gibikaldıra kaldıra oynuyordu. Yüzü garip bir sevinçiçinde, bütün dişleriyle gülüyordu. Hemenherkes olduğu yerden onu seyrediyordu. Sonunadoğru kahkahaları arttı ve hareketleri dahaçabuklaştı. Kendi üzerinde her dönüşte elleriniçırparak iki yanına indiriyor, sonra yineyukarıya, ayın altın topuna doğru bütünvücuduyle uzatıyordu.Mümtaz bu küçük çocuğun hareketlerindekiritme şaşıyor, \"Elime bir geç, ben seni nasılyetiştiririm görürsün.\" diyordu. Fatma'ya garipbir bağlanışı vardı. Bu, biraz Nuran'ın çocuğuolmasından, biraz da ıstırabını anlamasındangeliyordu. Çocukları sevmekle beraber,Fatma'nın halinde kendi çocukluğuna benzer birşey buluyordu. Daha genç yaşta ve başkaşekillerde olmakla beraber, onun keder vekıskançlığında kendi çoculuğunun yalnızlığınabenzer bir hal vardı. Ve muhakkak bir gün

Nuran'ı kıskanacak olursa Fatma'ya çokbenzeyeceğini, onun gibi huysuz, somurtkan veiçli olacağını biliyordu. Zaten o dakikada onukısa mavi entarisi ve ince bacaklariyle erişilmeztabakalar arasında bir seyahate hazırlanmış gibikendi sevincinin hızında döner görüp debeğenip sevmemek kabil değildi. Fakat içindegarip bir rahatsızlık da başlamıştı. Bu kahkahave artan sürat isteri nöbetine çok benziyordu vesonuna doğru ahenkli hareket bir nevi yarıdakalmış düşme tecrübelerine benzemişti.Bunu büyük annesi. Nuran, hepsi farketmişolacaklar ki \"Yeter Fatma, düşeceksin.\" diyebağırmışlardı. Fakat onlar bağırdıkça çocukhızını arttırıyordu. Nihayet Mümtaz mukaddergördüğü bir felaketi önlemek için yerindenfırladı. Fakat gecikmişti. Fatma kuyununkenarında yerde upuzun yatıyordu. Mümtaz onukaldırırken Yaşar da yanına geldi. Çocuğununvücudunda belli başlı bir yara yoktu. Dizkapakları hafif sıyrılmıştı. Fakat deminki isterikgülüş güçlükle çözülen bir hıçkırık yumağıolmuştu ve vücut kaskatıydı.

İşte o zaman günün Mümtaz üzerinde o kadartesir yapan hadisesi oldu. Yaşar, çocukla meşgulolacağı yerde ona dönerek çok yavaş, adetayılan ıslığına benziyen bir sesle -Bırakın şu çocuğu, dedi. Yaptığınız yeter.Öldürecek misiniz?Mümtaz onun o andaki bakışlarını sırtındabütün ömrünce çok soğuk bir şey gibiduyacağını anladı. Hiçbir zaman öldürmekarzusu denen şeyin kendisini bu kadar kuvvetletek bir bakışta ifşa ettiğini görmemişti. Bubakışların yanında bıçak, zehir, hatta deminkulağının dibinde ıslık çalan ses masumeğlenceler halinde kalırdı. Buna rağmen çocuğualt kattaki kışlık odaya taşıyan Mümtaz oldu.Yaşar içini boşalttıktan sonra sadece seyircikalmıştı. Çocuğu kanapenin üstüne yatırıppeşinden gelen Nuran'a emanet ettikten sonraYaşar'daki değişikliği farketti. Kapının yanındaayakta duruyordu. Yüzü bembeyazdı ve baştanaşağı ter içindeydi. İçinde esaslı bir zemberekboşalmış gibi yere yığılmağa hazır tirtirtitriyordu. İster istemez \"Ne oldunuz? Neyiniz

var?\" diye sordu. Yaşar cevap vermeden yukarıçıktı. Bahçeye döndüğü zaman Tevfik Bey'iolduğu yerde buldu. İhtiyar adam hiçbir şeyolmamış gibi sakindi. Biraz sonra Nuran geldi.Fakat geceyi devam ettirmek kudretini üçü dekendilerinde bulamadılar.

13O gecenin sabahında Nuran erkendenEmirgan'a geldi. Bu, Mümtaz'ın evine habersizilk gelişiydi. Bütün geceyi uykusuz geçirmişti.Fatma'nın hırçınlığı geleceğe ait ümitlerinden birzaman için olsa bile vazgeçmeleri lazımgeldiğini öğretmişti. Yaşar'ın çocuğu yerdenalırken Mümtaz'a fırlattığı o kin dolu bakışı halaçok kötü ve zalim bir şey gibi içindehissediyordu.Yaşar zavallı bir budala idi. Fakat annesi bubudalayı dinlerdi. Yakında belki onu daevlenmelerinin aleyhine döndüreceklerdi.Hulasa bir yığın engel vardı. Eninde sonundaMümtaz'dan vazgeçmeğe mecbur kalacak, yahut

çok delice bir iş yapacaktı. Her ikisinin de hayatızehirlenecekti. Mümtaz da gece uyumamıştı.Hatta yatağa girmek zahmetine bilekatlanmamıştı. Geç vakte kadar şurada buradadolaşmış, sonra alt katta sofada oturmuş,kendisini bir türlü veremediği şeyler okuyaraksabahı etmişti. Nuran'ı karşısında görünce işdeğişti. Nuran, onu seviyordu.Nasıl olsa bu işin içinden çıkacaklardı.Bahçede biri yeni boyanmış küçük bir çiçekfıçısının üstüne oturmuş, öbürü ayakta bir dalatutunmuş konuştular. Mümtaz'ın fikri basitti.Gizli olarak derhal evlenmeliydiler. Müddet biterbitmez -daha bir ay vardı-müracaat ederlerdi; buiş bir çırpıda halledilirdi. Emrivaki karşısında neFatma, ne annesi bir şey diyebilirdi. Bir çocuküç gün ağlayabilirdi. Nuran, dayısının da böyledüşündüğünü biliyordu.-Vakit geçirmeyin. Bir çocuk fantezisi içininsan saadetini tehlikeye atmamalıdır.Fakat Nuran annesinin üzülmesindenkorkuyordu:

-Hele habersiz. Dünyada olmaz, o gün ölür,diyordu. Evde kendisine sorulmadan birsandalyenin yerinden kalkmasına razı değil,yüreğine iner.-Hiçbir şey olmaz.-Sonra Fatma'yı düşünün. Ya birmünasebetsizlik yaparsa. Bütün ömrümüz zehirolur. Ben Fatma'yı tanıyorum. Nasıl insanlariçinde yaşadığımı biliyorum.Genç kadın ümitsizdi.-Göreceksin Mümtaz, eninde sonunda biziharap edecekler.Mümtaz onu daha fazla üzmek istemedi.Nihayet arada vakit vardı. Zaten bildikleri birşeyi şöyle bir yoklamıştı.-Bekleyelim, dedi. Sen benden vazgeçmezsenherşeyin çaresi bulunur.Nuran önünde başka bir uçurum daha açılmış

gibi geriledi:-Bana dokunma Mümtaz, dedi. Bütünfelaketim, herkesin bana yüklenmesindengeliyor. İcap ederse kendi başına kalabileceğinidüşün. Kendi başına yaşayamıyanlar beni böyleharap ediyor.Sözlerinin beyhude olduğunu biliyordu.Mümtaz da onlardandı. Bu talihiydi. Herkesbiçare bir kadının omuzlarına yükleniyordu.Daha dün Fahir'den bir mektup almıştı.\"Sensiz yaşamak çok güç. İster misin herşeyinüstünden geçelim. Kendimize yeni bir hayatyapalım. Çocuğumuzun etrafında.\"Bu muhakkak Adile'nin işi olacaktı. Kim bilirFahir'in kıskançlık damarlarını nasılkudurtmuştu. Nuran'ın bu tahmini doğruydu.Yalnız bir nokta daha vardı.Emma Fahir'den ayrılmış, İsveçli zenginleParis'e gitmişti. Rasyonel hayat hülyalarındadaima kötü bir tesadüfün karışmasından

şikayetçi olan Emma bu sefer Cenubi Amerikalıyat kaptanına mağlup olmamış, hatta bu caziptehlikeyi yeni aşıkından uzaklaştırmıştı. Onuniçin Fahir, eski karısına dönmek istiyordu. Ohimaye edeceği, arkadaşlığını yalnız kendisinehasredebileceği bir kadına muhtaçtı. Uzvianlaşmamazlıklarına rağmen Nuran'da buarkadaşlığı tanımış ve sevmişti. Şimdi bu sıcakmahremiyetin yokluğu her an için bin türlühayalle canlanıyordu. Kaldı ki; Adile Hanım ikiüç tesadüfte ona Nuran'ın Mümtaz'ı sevdiğini,onunla ne kadar mesut olduğunu anlatmıştı.-Doğrusu Fahir, Nuran'dan yana üzülmenelüzum yok. Kız mesut. Sen de mesutsun. Zatenbirbirinizi anlamıyordunuz. Fakat ben çocuğaacıyorum. Arada harap olacak.-Birbirlerini seviyorlar. Bütün Boğaz onların!Görsen hiç eski Nuran değil. Senin ona yaptığınfedakarlıkları düşünüyorum da...Adile Hanım bir asab krizi hazırlamakta,uyumuş ihtirasları canlandırmakta gerçektenkudret ve hususi metod sahibiydi. İki, üç

konuşmada Nuran'ı yalnız yeni aşkının içindegöstermekle Fahir'de, bıktığı ve yatağını kendiisteğiyle terkettiği karısının çok yeni ve hiçtatmadığı bir hayalini yaratmağa muvaffakolmuştu. Onu dinlerken Fahir, Nuran'ı hiçtanımadığını anlıyor ve Adile Hanım tekrar biranlaşma imkanından hiç bahsetmediği için,Fahir'e Nuran'ın sevgisi ebediyen kaybettiği bircennet gibi görünüyordu. Öbür taraftan iseFatma'nın hayatı ve talihi üzerinde en hissi birromancı gibi duruyor, kızın biçareliklerinidurmadan anlatıyordu.Fakat bununla da kalmıyordu. Eski üniversitearkadaşı Suat da Nuran'a bir mektup yazmıştı.\"Konya'dan hasta ve harap geleceğini,sanatoryumda yattığını\" söylüyor, eskidostluklarını hatırlatıyor, \"yalnız sen beni iyiedebilirsin.\" diyordu.Nuran Suat'ın vaktiyle kendisini sevdiğinibiliyordu. Fakat Fahir'i ona tercih etmesiylearalarında herşeyin kapandığını sanıyordu.Üstelik Suat Mümtaz'ın akrabasıydı.

\"Beni ara sıra gör. On senedir yalnız senin içinyaşadım. Sana muhtacım.\" diyordu. Suat'laaralarında hiçbir şey yoktu. Fakat ona muhtaçtı.İyi ama, kendisine kim yardım edecekti? İstediğihuzuru ona kim verecekti? Yavaş yavaş yarışehir sırtına yüklenmişti. Halbuki kendisineyardım eden yoktu. Ben hastabakıcı değilim.Mümtaz genç kadının nerde ise ağlayacağınıgördü. Onu kolları arasına aldı.-Bana güven. Göreceksin herşey düzelecek.-Hiçbir sey düzelmez Mümtaz. Bizimhayatımız böyle gidecek. Sen kendini kurtar.Ben mahkumum.Mümtaz sevgilisini o güne kadar böyle biryeis içinde görmemişti. Bu sade Fatma'nınmünasebetsizliği yüzünden olamazdı. Bunaaylardır alışmışlardı.-Ne oluyorsun, başka bir şey mi var?-Ne olacağım, herkes bana yükleniyor. Al

oku.Ona iki mektubu da uzattı. Fahir'in mektubukısa, bir yığın manasız şikayetle doluydu. Bütünhatalarını dilediği tek bir afla unutmağa hazır birhali vardı. Fakat Suat'ın mektubu garipti. Bu evliadam, Mümtaz'la Nuran'ın seviştiklerini veevleneceklerini bile bile, ona aşktan bahsediyor,çağırıyor, \"Gel!\" diyordu. Sanki delinen ciğerleberaber bu on senelik veya daha eski aşk da biryanardağ gibi patlamış, Koli basili yerine biryığın ateşli kelime, şikayet ve yalvarmasavuruyordu. Evlilik hayatının mahremiyetlerinisayıyor, İstanbul'dan uzaktaki hayatınınmanasızlığını anlatıyor, Nuran'dan başka hiçkimse ile mesut olamayacağını üst üstesöylüyordu. Ne karısı, ne çocukları gözündeydi.\"Sana muhtacım. Sensiz harap olacağım.Hayatımda birçok şeyleri denedim. Fakatyanımda sen olmadığın için. Bugün işte birsıfırım.\"Mümtaz bu mektuptan öbüründen fazlakorkmuştu; çünkü Suat'ı yakından tanıyordu. Ota çocukluğundan beri karşısına çıkmıştı.

Mümtaz'a bir türlü tahammül edemeyişini bütünev halkı bilirlerdi. Bununla beraber ona karşı birnevi sevgisi de vardı. Bazen Mümtaz, \"Beniİhsan'dan kıskanıyor.\" diye düşünürdü.Suat'ın bazı kuvvetleri olduğu muhakkaktı.Çok okur, cesur düşünürdü. Evlilik hayatındapek mesut olmadığını da biliyordu. Kendisiylemuttasıl alay etmesine, onu şaşırtmaktanhoşlanmasına, bazen garip mizacıyla açıkçadüşmanlık etmesine, onu içinden yıkmağaçalışmasına rağmen Mümtaz da Suat'ı severdi.Sever ve ondan korkardı. Fakat bu cinsten birhareketi beklemezdi. Nitekim Suat, NuranFahir'le sevişince hemen o da evlenmiş, gençkadından çok uzaklara gitmişti. Mümtaz buaşkın yenileşmesinin hastalığın verdiği bir i'tisafarzusu olduğunu anlıyordu. Mektup ancak ocins hastalarda görülen sabırsızlık, bedbinlik veşikayetle dolu idi. Onun için bu mektuptan dahafazla korkmuştu. Fakat korktuğu başka bir şeydaha vardı. O da, Nuran'ın etrafına karşı bukadar müdafaasız oluşuydu. Bu iki mektubungenç kadını böyle harap etmesinin başka manası

olamazdı. O anda Mümtaz, Nuran'ındüşüncesinin bir ucunun Fahir'de, öbür ucununSuat'ın hasta yatağının başucunda dolaştığınaemindi. Genç adam bu zalim endişe içindedüşündüklerini keşfetmek korkusu ile sevdiğikadının yüzüne bile bakamadı.Ve belki de bu yüzden, herhangi bir şeyyapmak için mektupları yavaş yavaş yırttı.Nuran olduğu yerde kendisinden medet umanbu mektupların yırtılışını uzak bir şey gibiseyrediyordu.-Benim bildiğim Suat yaz başında hastaydı,şimdi iyi olmuş olması lazım.Genç kadın oturduğu boyalı fıçıya, bahçenindün akşamki yağmurdan ıslak otlarına,kestanenin buruşmuş yapraklarına baktı. Sankibilinmeyen şeylerle zengin, ağır, iyi hazırlanmışbir renge benziyen bir güneş bahçeyidolduruyordu. Mevsim bitmişti. Hayatın sadeaşk ve eğlence, sadece fantezi ve coşkunluktarafı tükenmişti. Yalnız bir yük gibi taşınacaktarafı kalmıştı. Fakat her taraftan o kadar çok şey

uzanıyordu ki, hangisini yükleneceğinibilmiyordu. En iyisi, en yakınında olanına,sevdiğine kendisini teslimdi. OmuzundaMümtaz'ın kolu, o kadar mesut olduğu, her karıştoprağı için ayrı hülya kurduğu bahçeyi geçti veeve girdi. Mümtaz için bugün dünden ağırtecrübe idi. Sevdiği kadını rahatbırakmıyacaklardı. Bunu biliyordu. İnsanlaraaçık bir tarafı vardı. Onun için behemehalevlenmeliydiler. Fakat... \"Onu zorlayabilecekkudreti kendimde bulabilecek miyim?\"Kendisine güvenmiyordu. Hayatta kendisi içintek bir adım atamıyacak kadar zayıftı. Bunu şudakikada öğrenmişti.O gün hiç de güzel bir gün olmadı. Bir yığınkalabalığın içinde imişler gibi birbirleriyle adetauzaktan, bir perde arkasından konuştular.Mümtaz arada büyük enterseptörler varmış gibi,sanki Fatma'nın, Yaşar'ın, Fahir'in, Suat'ındimağları çalıyorlarmış gibi Nuran'ın sesininkendisine çok uzaklardan geldiğini sanıyordu.Garip bir şekilde rahatsızdı. Düne kadar sadecesevdiği insanlar vardı. Bugün ise mantar gibi bir

gecede biten bir yığın düşman etrafını sarmıştı.Bütün hesaplarını kapattığını sandığı Fahir tekrarmeydana çıkmıştı. Konya'da iki çocuk babasıSuat, bir hastahane köşesinden hayatınızehirlemek için, öksürük, balgam ve pıhtılaşmışkan arasından destan gibi mektuplar yazıyordu.Çocuğu olmasını istediği, öyle bağlandığı Fatma,onu mustarip etmek, sevmediğini herkesegöstermek, kendisinin bir kurban, bir öksüzolduğunu anlatmak için bütün bir dramhazırlamıştı. Hem de üç defa provasını yaptıktansonra kuyunun kenarına düşmüştü. Nihayetsonra, Yaşar o ak saçlı budala, o anadan doğmabunak ona hiç yere düşmandı. Kim bilir, dahakimler, neler çıkacaktı? Asıl hazin tarafıkendisinin de içinde bu düşmanlıklara karşılıkveren bir tarafın yavaş yavaş doğmasıydı. Ozamana kadar, hatta babasını öldüren Rumpalikaryasına bile düşman olmamıştı. Fakatşimdi onda da kin başlıyacaktı.Bunu, içinde kabaran hiddetten anlıyordu.Evet, Mümtaz da, birtakım insanlara düşmanolacaktı. Bütün bunlar bir kadını sevdiği, onun

tarafından sevildiği içindi. Bu aşk gibi güzel veasil bir şeyden, bu kötü dünyamızda tek kurtarıcısaymamız, her selameti kendisinden beklememizlazım gelen bir duygudan oluyordu. Bu ifritlerondan doğuyordu. Yarın belki kendi kalbi de,tıpkı Fatma'nın, Yaşar'ın, Fahir'in kalbi gibi birzehir çanağı olacak, insanlar arasında bir yılangibi ıslık çalarak gezecekti. Suat'ın mektubunuokurken onun humma ile sararmış parmaklarınınsahifeler üzerinde gezindiğini gözüyle görür gibiolmuştu. Kötü, çok kötü bir şeydi bu. Hastahaneköşesinde, derdiyle pençeleşen bir adam,dışarıdakilerin dünyasını zehirlemeğeçalışıyordu. Bu mektup elbette yalnızkalmıyacaktı. Hastalığın verdiği itisaf arzusu,ona kim bilir daha neler yaptıracaktı? Bu,hastalığın sıhhate, neşeye, iyi şeylere bağlanmasımıydı, yoksa sadece düşman olması mı?Talih bu hasta kafanın, sanatoryumdayatarken bütün özlediği şeylerin Nuran'datoplandığını düşünmesini istemişti ve böyleolduğu için Mümtaz şimdi bir hastaya, yardımamuhtaç bir adama kızıyor, onun kemikleri

çıkmış yüzünü yumruklamak istiyordu. Bu insankaderinin bir köşesiydi. \"Asıl karşımıza çıkanodur,\" diye düşündü. \"Asıl güreşeceğimiz vehiçbir zaman yenemiyeceğimiz.\" İnsanoğlugüzel şeye düşmandı. Nasıl bilmeden kendisaadetini; başkasının saadetini yıkmak isterdi?İnsanoğlu huzurun, iyiliğin düşmanıydı, kendikendisinin düşmanıydı.Belki de Suat hastalandığı günlerdeİstanbul'dan aldığı bir mektupta Nuran'ınkocasından ayrıldığını öğrenmiş, bunu son birfütuhat için fırsat bilmişti. Eski bir hesabıkapamak arzusu... \"Mademki İstanbul'agideceğim, bu işi de hallederim.\" Yalnız birkadın, eski bir ahbap, o kadar hatıra var kiarada...Ertesi gün hava yağmurluydu. Mümtazİstanbul'a indi. Ufak tefek bazı işleri vardı.İşlerini bitirdikten sonra Şehzadebaşı'na uğradı.Suat hakkında bir şeyler öğrenmek istiyordu.Bütün gece onun yüzünden harap olmasınarağmen, hastalığını da ayrıca merak ediyordu.Yaz başında Ada'daki lokantada konuştukları

şeyler, Suat'ın jestleriyle, alaycı ve yıkıcıgülüşleriyle ve her şeyi affettiren o garipbakışlarıyle bir bir hatırına geliyordu.İş korktuğu gibi çıktı. Eve uğradığı zamanAhmet'le Sabiha'yı iki kız çocuğu ile oynargördü. Sonra misafir odasında Macide'ninakrabasını gözkapakları şiş, yüzü yorgun, onadert yanarken buldu. Bu, güzel, kibar,giyinmesini bilen bir kadındı. Halinde ıstıraptanziyade yaralanmış gururun acısı vardı. Mümtazonun anlattıklarını dinlerken Nuran'ın aldığımektubu hatırlıyordu. Bu yıkılmış kadını, osekiz sahifedeki cümlelerden tek birininkendisine söylendiğini işitmek diriltebilir, başkabir insan yapabilirdi. Fakat Suat karısıylealakadar değildi. O sadece Nuran'ı düşünüyordu.Hasta kafası garip bir mantıkla ona çevrilmişti.Konya'da genç kadının bahsettiği küçükçapkınlıklarını yaparken, daktilolarını ayartmağaçalışırken bile onu düşünüyordu. Bu üzgünellerin uzattığı leğene kan kusarken, izinistidasına imza atarken yine onu düşünmüştü.Hastahaneye girer girmez kendi kendine: \"Bu

akşam ona mektup yazmalıyım,\" demişti vegözleri tavanda, yüzü humma ile gergin, göğsühırıltılarla kalkıp inerken bu mektubuncümlelerini tekrar tekrar düşünmüştü. Mümtazbir taraftan genç kadının hikayesini dinliyor, birtaraftan da:-İğrenç... İğrenç, diyordu. Herşey iğrençti. İnsanlar arasında emiz, rahathiçbir şey olamazdı. İnsanoğlu saadetindüşmanıydı. Onu nerede görse, nerede hissetseoraya hücum ederdi. İçinde garip bir tiksinme ileevden çıktı. Yolda hızlı hızlı yürüyordu. Fakatgenç kadının sesi kulaklarında talihindenşikayetine devam ediyordu: \"Kendisini mahvetti,acıyorum, Macide... Bilsen ne kadar acıyorum...Benim talihim.\" Hepsi iğrençti. Bu acıma, butalih şuuru da iğrençti. Bu bağlanma, bu şikayetde iğrençti. Suat'ın birdenbire pencereden düşenbir taş gibi hayatının ortasına düşmesi, Nuran'a omektubu yazması, kendisinin bu hasta adamı şuanda hayatının ayrılmaz parçası imiş gibi hiçdurmadan düşünmesi hepsi iğrençtiler.\"Bilmezsin Macide çektiklerimi? Düşün bir kere.

Dokuz senedir...Bütün hayatım senden uzakta, kendime birmuvazene kurabilmek için geçti. Fakat bir türlümuvaffak olamadım. Beni ararsın değil mi? Okadar korunmağa muhtacım ki... Ay olur birkere çocuklarının yüzüne bakmaz. İyi olsun dabaşka birşey istemem.\"Korkunç bir şeydi bu. Bir insanın hayatını ikiucundan görüyordu; Nuran'ın ve Macide'ninakrabasının zaviyelerinden. Bu çifte bakışınSuat'ı ortadan kaldırması, yok etmesi lazımdı.Fakat Suat yaşıyordu. O ateş içinde odasına giripçıkan hastabakıcılarının vücutlarını seyrediyor.biraz iyileşince ahbaplığı ilerletmek içingençlerine gülümsüyor, kollarına, yüzlerinedokunmağa çalışıyor, onlarla sadece erkeknahvetini ifşa etmesini istediği üstün bir perde ilekonuşuyor, işlerine dair sualler soruyor, manalılatifelerle alay ediyor, bir kaşını kaldırarakcevaplarını dinliyordu. Yarın belki biraziyileşince bu hastabakıcılardan azar işitecek,belki de tenhada bir de tokat yiyecekti. Fakatbunlar gizli olacak, doktorlarla karşılaşınca

mutlaka kendisine -beyefendi- diye hitapetmelerini isteyecek, politikaya, insan haklarına,umumi ahlaka dair en yüksek sesle konuşacaktı.Dokuz senedir... Suat, dokuz sene hastalığınınarttırdığı iştiha ile sağa sola saldırmış, genç vekörpe vücutlar düşünmüş, olgun kadınlararamış, bir tünelin, bir demiryolunun çetrefilhesaplarını yapar gibi, kafasında visal ihtimalleritartmış, \"Bu kadında iş yok, bunda var\" demiş;\"Burada sabır lazım, öbürü olursa, sadecearkadaşlıkla olur.\" demiş; beraber dansedebilmek, bir odada, bir evde yalnız kalabilmekiçin çareler düşünmüştü.Evet, Suat yaşıyordu, hastahane odasında,kendi kafasının içinde, karısının şişkingözlerinde, çocuklarının ince boyunlarında,hayatlarına temiz çamaşırla dolu bir dolabakaranlıkta giren kirli, yapışkan, parmaklarındanpislik akan bir el gibi girdiği, öylece herrastgeldiğini avuçlayarak bulaştırdığı kadınlardaherşeyde yaşıyordu. Ve asıl felaket bu Suat,bildiği ve tanıdığı Suat'tı. Yağmur altında nereyegittiğinin farkında olmadan yürüyordu.

Ara sıra iki bulut aralanıyor, cadde üstünde,evlerin kiremitlerine varıncaya kadar herşeyaydınlanıyor, elektrik tellerinde, tepelerialagarson kesilmiş belediye fidanlarınınyapraklarında titreşen damlaların kısacıkhayatını sadece aralarından geçtiği için bir incirüyası yapıyor; herşey, herkes çocukça bir neşeiçinde yıkanıyordu. Sonra tekrar sağanakbaşlıyor, ceketlerini başlarına örtmüş çocuklarkoşuşuyorlar, daha yaşlılar şuraya, burayasığınıyor, cadde, evler, herşey siliniyordu. Siyah,bulaşık, adeta kül rengi bir çamura benziyen birperde herşeyi kapıyor. Herşey yağmurunmahbusu oluyordu. O büyük, şakırtılarla herşeyidövüyor, tramvayların üstünden, poliskulübelerinin tahtasından, evlerin çatı vekiremitlerinden sanki büyük orglar, klavsenlerimişler gibi sesler çıkarıyor; ara sıra bir şimşekparlıyor, bu koyu, sıvaşık çamur birden, fakatbaşka türlü aydınlanıyor, sonra tekrar inceipliklerin ağı iniyordu.Mümtaz başı açık yürüyordu. Ömründe bucinsten bir ıstırap duymamıştı. Sanki herşeyden

iğreniyordu. Herşey onun için manasızdı.Herşeyde Suat'ın kirli eli, Yaşar'ın o taptazeharemağası yüzünü çerçeveleyen beyaz saçlarıvardı. Demek böyleydi. Bir insan yirmi dörtsaatte değişebilir, iki kişiye, iki zavallıya birdendüşman olabilirdi. Sevilmeyen bir kiracı,hiç istenmeyen bir misafir gibi iki kişi,hayatınıza taşınabilirler, oradan, sademevcudiyetleriyle, sade güneş altında nefesalmaları, gezinmeleri, duygu ve düşüncebenzerlerini anlatırken aynı kelimelerikullanmalariyle sizi zehirliyebilirdi.Bir taksi önünde durdu. Şoför, ocaktanyetişme bir külhanbeyi sevimliliğiyle -Götürelim ağabey, dedi. Mümtaz etrafına baktı. Bilmeden,Sultanselim'e kadar gelmişti. Camiin birazilerisindeydi. Bir an bu eski camiin serinliğindekaybolmak istedi. Fakat yağmurun altındaherşey öyle sefildi, içinde o cinsten üzüntülerkıvranıyordu ki, nereye gitse ölesiye sıkılacaktı.Şoförün açtığı kapı önünde kendikendine sordu:

-İyi ama, nereye?Şoför aynı eda ile:-Nereye isterseniz beyim, dedi.-O halde Köprü'ye.Başı dönüyor, midesi bulanıyordu. Bütün günbir şey yememişti. Bir an evvel evine gitmekistiyordu. Fakat bu yağmurda, evde neyapacaktı? Nuran bugün yoktu; zaten gelmişolsa, bile dönmüş olurdu. Yazı masasını,lambayı, kitaplarını düşündü. Plaklarını gözdengeçirdi. Hepsi can sıkıcıydılar. Hayat, çok defabir şeye asılmakla kabildir. Genç adam bu andabu mucizeli bağlanışı hiçbir yerde bulamıyordu.Düşüncesi, her an kutru biraz daha küçülenaçıkta sıfıra doğru giden bir diske benziyordu.Herşey bu başdöndürücü dönüşte küçülüyor,ufalıyor, renk ve mahiyetini değiştiriyor, garipbir pelte, Suat'ın sefil ve bulaşık şahsiyetininiğrenç hamuru haline geliyor ve bu hamur yolboyunca göze çarpan herşeyi içine alıyor, cıvık

yığınında döne döne beraberce sıfıragötürüyordu.Pis şeylerdi bütün bunlar... ve onlarla evinegirmek istemiyordu. Elbette bu manasızrahatsızlık biraz sonra bitecekti. Yahut birdeğirmen oluğunun boşalması gibi herşeyikendinde tüketecekti.Köprü'de sallana sallana yürüdü. Hayır,manasızdı. Eve gidemiyecekti. Bahçesini,yağmur altında çiçeklerin, dalların üzüntüsünü,büyük kestaneyi, ta ilerideki bahçenin ağaçtopluluklarını yağmurun nasıl dövdüğünü, nasılküçük küçük kamçıladığını, sonra büyükhızlarla üzerlerine yüklendiğini tasavvur ettikçetahammül edilmez bir azap duyuyordu.-Yalnızlıktan korkuyorum, dedi, yalnızlıktankorkuyorum.Aslında yalnızlıktan değil, Suat'ın varlığiyledeğişen itiyatları arasına tekrar girmektenkorkuyordu. Döndü, şoförü aradı.

Delikanlı daha gitmemişti.-Beni Beyoğlu'na çıkar, dedi.Şişhane'den geçerken hava tek bir noktada biran açıldı. Selimiye'nin üstünde eşi eskiminyatürlerde görülen tek hacimli, tek renkliadeta şeffaf bir bulut kütlesinin arasından güneşbir oluktan boşanır gibi boşandı. Bütün şehir birnevi masal, büyük masraflar ve zahmetlerleyapılmış bir şehrazat dekoru olmuştu.Galatasaray'da arabadan indi. Sapsarı biraydınlık içinde ilk önce yukarıya doğru çıkmakistedi. Fakat bir tanıdığa rastgelirim korkusuyledöndü. Tepebaşı'na doğru biraz yürüdü. Oradaküçük bir bistroya girdi. Yağmur yinehızlanmıştı. Kirli camdan karşı evlerin cephesinidöven yağmura, deminki büyük aydınlığadüşüne düşüne baktı.Dükkan boştu. İşsizlikten sıkılan garson, hiçdurmadan gramofonu kuruyor, dans havalarıçalıyordu. Mümtaz bir bira ile yiyecek bir şeyistedi. Soğuk içki onu kendisine getirdi. Etrafınabakındı. Herşey adeta uyuyordu. Masalar,

sandalyeler, boya ve cilası yer yer bozulmuşeski raflardaki renkli alkol şişeleri, dışardan çokmuntazam görünmelerine karşılık başbaşavermiş uyuyor gibiydiler. Garip bir uyku ki,yağmurla tangonun müşterek sağanaklarıbozmak şöyle dursun ancak çok uzak veimkansız şeylerin hasretinden sonra gelen birkayıtsızlık dalgası gibi üzerlerinden geçiyordu.Bununla beraber dükkanın tek müşterisi değildi.Yukarıda musandra gibi bir yerde arkalarınıkapıya vermiş bir çift konuşuyordu. Yağmursesinin ve çalınan parçanın arasında, ömrünhangi ucundan geldiği belli olmayan; fakat biruçta yaşandığını, talihle bir yerde, haz veyaümitsizlikte sahibinin başbaşa kaldığını gösteren,bir kadın sesi yükseliyor, arkasından daha pes,bir homurtuya benziyen bir erkek sesi ona cevapveriyordu. Bunlar her gün tesadüf edilenyüzlerce çiftten biri olmalıydı. Fakat Mümtaz'ınbozuk sinirleri bu gülüşe benziyen hıçkırıklarıbirdenbire merak etmişti. İçinde çok mühim, sonderecede mühim bir şeyi bekliyen bir insanınhali vardı. Denebilir ki, demin herşeyi iğrenç birpelte haline getiren, kainatı yutmağa hazır

dönüş, Suat'ın çehresi veya adı etrafındaherşeyin baş döndürücü bir süratle o sıfıra doğrugidişi bile yavaşlamıştı.Çok beklemeden sesler yükseldi:-Olmaz, anlıyor musun? Olmaz, korkuyorum,bunu yapamam.-Çıldırma, mahvoluruz. Hacer, mahvolurum.-Yapamam. Çocuğumu öldüremem. Karınıboşasan ne olur?Hırıldayan gramofon tekrar dirildi. Tekrarsağanak karşı evin pencerelerini And dağlarının,Panama kanalının, Singapur gemicilerinin,Şanghay balıkçılarının, o anda bu dükkandakieşyaya, insanlara uzak, yabancı, ölümden öteyeuzak ve yabancı kim ve ne kadar şey varsahepsinin hasreti içinden dövmeğe başladı. Fakatşimdi Mümtaz da bu hasrete kayıtsızdı. Hiçbirdavet onu kendisine çekemezdi.Erkeğin sesi bir daha, fakat bu sefer kopmağa

hazır bir keman sesi gibi gıcırdadı:-Düşün bir kere, intihardan başka çaremkalmaz. Ölmemi istiyorsan o başka...Kadın, bir müddet bekledi; sonra yumuşamışirade, ezik kıvamsız son bir müdafaa yaptı:-Ya bir şey olursam, ya ölürsem.-Sen de biliyorsun ki, bir şey olmaz.-Ya haber alınırsa. Mahkemeye gidersek.-Konya'dakini kim haber aldı? Doktortanıdığımız. Sen yarın git, yarın herşey bitmeli.Anlıyor musun? Artık bıktım.Bir sandalye gıcırtısı... Belki de, bir buseninkendisine kadar gelmeyen toprağa düşen çürükşefkatli sesi, arkasından isterik bir hıçkırık... Vesağanağın, Havana rüyası arasından bilinmezsahillere doğru rastgeldiği her şeyi kökündensürükliyerek yürüyen gemisi...

-Haydi gidelim, ben Ada vapurunukaçıracağım. Mümtaz biraz daha köşeye çekildi;ve oradan, Macide'nin akrabasının dokuz senelikkocasını, Nuran'ın aşkını bir hidayet nuru gibiiçinde on sene gizleyen adamı, sırtı kambur,yüzünün derisi kemiklerine yapışmış, arkasındaince emprimesi içinde titreye titreye ömrününyanlış hesaplarını sayan esmer, mor pembesişapkasının altından kötü taranmış saçları fırlayanzayıf bir kadınla merdivenden inerken seyretti.Suat hesap görürken elini cebine soktu.Cıgarasını çıkardı, yaktı. Kadın:-Hani, terketmiştin. dedi.O paketin tersiyle alnını silerek:-Belli olmaz, diye cevap verdi ve yine o önde,kadın arkada kapıdan çıktılar, yağmurdakayboldular.Mümtaz, burnunda en adi cinsinden birtuvalet suyu kokusu, olduğu yerden onlarabaktı. Karşı pencereler yağmurun altında yenibir raksa başlamışlar, herşeyi içine alan bir

dönüşle, bir ölümün arkasından etrafagülümseyerek dönüyorlardı. Deminden beriyaptığı tahminler doğruydu; bu Suat'tı, Nuran'akablettarihten beri aşık olan Suat!Mümtaz onunla gözgöze gelmek korkusuiçinde yüzüne doğru dürüst ancak bir anbakabildi. Fakat bütün bu tesadüfleri hazırlayantalih bu anında ayrı bir keşif olmasını istemişti.Filhakika onun baktığı anda Suat, ellerinioğuşturarak bu patırtıyı da atlattık, der gibihafiften kendi kendine gülüyordu. Bu gülüşMümtaz'ı günler boyunca düşündürdü. Çünkügenç adam, burada insan iradesinin, hatta şuurluhayatın dışına çıkmak lazım geldiğini anlamıştı.Bu gülüş, bir yaratılışın gizli gülüşü idi. Suatistediği kadar \"Zeki bir adam, kötü bir vaziyettenkurtulmasını bilir.\" diye kendisini övsün,beğensin, soğukkanlı olduğunu söylesin. Bugülüş ve onun hayvani memnuniyeti, her kürkçüdükkanında derisini gördüğümüz halde yinezeki olmakta devam eden hikayenin tilkisindendaha aptal, daha şuursuz, fakat aynı cinsten birsevkitabiiyi ifşa ediyordu ve bu sevkitabii,

yalnız kendisine hitap edeni, bir cevap olarakyaratılmışı seçtiği için daima üstün ve muvaffakgörünecekti. Hayır, bu sevkitabii etrafındatabiatüstü sırların kaynaştığı o muzlimcazibelerden avını hangi göklerde olursa olsunyakalayan ve oracıkta tüy tüy, kemik kemikdağıtan muhteşem ve zalim iştihalardan değildi.Burada hiçbir masal, iyiye, güzele, büyüğedoğru hiçbir büyük kanatlanma yoktu.Mağlubiyeti kabul ediş tarzı da gösteriyordu kikarşısındaki kadın da aynı cinstendi. Berabercegüreşmişler, o yenilmişti. Yarın ayrılacaklar,herkes yoluna gidecek, o izdivaç hülyalarıpeşinde, Suat ruhunda vehmettiği avareliğibaşka fütuhatlarda unutmak hevesinde, başkabaşka tesadüfleri ve imkanları yoklıyacaklar,sonra bir gün yine karşılaşacaklar, geçmişhayallerin, korkuların arasından tekrarbirbirleriyle birleşecekler; üst üste tepinecekler,tekrar belki doktora gidecekler, oluşungecesinde henüz gözleri yumulu bir çocuk dahagüneşi görmeden şehrin lağımlarına atılacak...ve sonuna kadar, ölüm ağacının bu hazin

meyveleri tam çürüyüp düşene kadar talihleriniböylece yaşıyacaklardı.Yerinden kalktı. Hesabını gördü. Sokağa çıktı.Ağır ağır yürüyordu. Deminki baş dönmesi vebulantı kalmamıştı; şimdi içinde başka türlü birazap vardı. Küçük çocuğu düşünüyordu. Yarınince bir kerpetenle ana rahminden kopacakçocuğu... O da kısa macerasında kendi hayatınagirmişti. Yarın ölecekti. Yarın akşam titreyenkanlı bir uzviyet parçası, soyulmuş kurbağayabenziyen acayip bir şey, şahrin lağımlarındanbirinde yüzecekti.Yarın Heybeliada'daki santral memuru bir zilsesi işitecek. İstanbul'dan bir ses ona\"sanatoryum\" diyecek, o elindeki fişisanatoryum numarasına geçirecek, hastahanedebir konuşma olacak, Suat yatağındankaldırılacak, \"Alo, alo siz misiniz?\" diyecek,\"Oldu mu?\" diye soracak, cevap gelene kadarkaşları bir an çatılacak, bir an iki haddinarasında bütün uzviyetiyle gidip gelecek, sonrayüzünün çizgileri yumuşayacak, alnındaki terkesilecek, \"Teşekkür ederim kardeşim, çok

teşekkür ederim. Benden selam söyleyin, bensonra gider kendisini görürüm.\"Evet yarın akşam doğmamış bir çocuğunbaşkaları tarafından yaşanacak son macerasıbuydu. Sonra bir taksi çağrılacak, sapsarı yüzlühasta bir kadın, bir akrabanın, bir arkadaşınevine dönecek, doktorun hizmetçisi aletleriyıkayacak, küvetler bol su altından geçirilecekti.Alnını sildi. Galatasaray'dan Taksim'e doğruiki tarafa bakmadan yürüyordu.Küçük bir çocuk, doğmamış bir çocuk. Bu dahayatına girmişti.Kırk sekiz saatten beri hayatı alabildiğinebüyüyor, alabildiğine genişliyordu. Daha kimbilir, neler, kimler girecekti. Bütün bunlar hepsibir kadını sevdiği, onun tarafından sevildiğiiçindi. İnsan hayatı buydu. Yaşamak, başkalarıtarafından muhasara altına alınmak, yavaş yavaşboğulmaktı. Yaşamak...Fakat küçük çocuk, Suat'la hizmetçi halli o

biçare kadının çocukları yaşamıyacaktı. Yarınakşam ölecekti.Bir küçük çocuk kendisinden sadaka istedi.Ayağı, yüzü gözü, elleri hep çamur içindeydi. Okadar ki, sesi bataklıktan çıkıyora benziyordu.-Allah rızası için.Mümtaz, nerede ise soracaktı:-Ne çabuk atıldığın çukurdan çıktın, nasılböyle büyüdün?-Allah rızası için.Eli cebine gitti. Önündeki kir ve çamur yığınıbunu görünce biraz daha canlandı, almak içinkımıldanan eli paraya kapandı, teşekküretmeden hemen arkasındakine yaklaştı.-Allah rızası için, diye tekrar yalvardı.Ölecekti. Allah rızası için. Ölecekti, yarınakşam. Yine o acayip rotasyon başlamıştı.

Herşey etrafında dönüyordu. Bir yıldız süratiyledönen bir çember gibi dönüyor, döndükçeherşey göçüyor, renk ve şeklini kaybediyordu.-Allah rızası için.Bir çocuk ölecekti. Yarın ona telefon etmesilazımdı. \"Herşey oldu, bitti.\" demesi lazımdı. Buyaşamaktı. Bütün bunlar yaşamanın içinde idiler.Şu dükkanın vitrinindeki mayonezli levrek,yanıbaşında ince derisi çok donuk cilalarvurulmuş sarı bir teneke gibi tutuşan ve sönmüşgözleri kirli bir çinko parıltısıyle insana bakantuzlu balık, Mümtaz'ın ayaklarının üstündeyürüyen bu beyaz ceketli lokanta garsonu hepsi,hepsi hayatın içindeydi.Hepsi, çoktan beri bu anı, Suat'ın hayatınagirişini bekliyorlarmış gibi birdenbire etrafınıalmışlardı ve yavaş yavaş onu o acayip dönüşiçinde daha yakından, daha sıkı şekilde hiçbirkımıldamak imkanı vermeden sıkıyorlardı.-Ne yapmalı? Yarabbim, nasıl kurtulmalı?

Birdenbire küçük bir güneş ışığı parladı. Birağacın tepesi çok yumuşak, çocuk saçı gibiparlak bir ışıkla renklendi. Mümtaz olduğu yerdedurdu.İçinde birdenbire garip bir değişiklik olmuştu.Ne o deminki iğrenme, ne de etrafının tazyikikalmıştı. (Uzun, çok uzun bir uykudan uyanmışgibi etrafına bakıyordu. Tanımadığı bir saadetduygusu ve çok keskin bir hasretle Nuran'ıhatırladı. Gözleri hep o ağacın tepesindekiaydınlıkta, sanki bu ıslak ışık Nuran'a sımsıkıbağlanmış, onun yaşadığı ülkelerden geliyormuşgibi ona baka baka sevgilisini özlüyordu.Hayatında Nuran da vardı ve o mevcut olduğuiçin öbürleri hayat madalyasının öbür yüzünüdolduran bütün karışık çehreler silinmişti.Fakat içi yine rahat değildi. İki günden berionu alt üst eden azap dağılmamış, sadeceçehresini değiştirmişti. Şimdi içinde Nuran'akarşı garip bir hasret ve onu kaybetmiş olmanınkorkusu vardı. Genç kadını asırlardır görmemişgibi özlüyor, ona karşı kendisinin de layıkiylebilmediği suçlar işlediğini sanıyordu. Onu

kendisine dargın biliyor, peşinden koşmakistiyor, aradaki mesafeyi imkansız derecedebüyük buluyor, olduğu yerde çıldırıyordu.Beşiktaş'a geldiği zaman gece başlamıştı. Gökarka tarafından açıktı, yalnız sabahın beklendiğitaraf, mosmor bulutlarla kaplıydı. Onlarınhazırladığı gölgenin içinde son ışıkları alantepeler, evler ve bahçeler, bir büyüden fışkırmışgibi tanınmadık ve anında muhayyileye yapışanhayali çehreler olmuşlardı.Fakat iskele karanlık ve rutubetliydi. Garip birüşüme, bir nevi nekahet sıtması içinde yukarıyagidecek bir vapur bekledi. Yüzü iskelenin demirparmaklığında, sanki kendisine ait herşeyle budemir parmaklığı arasından temas ediyormuşgibi karşı sahile, ucunda Nuran'ın bulunduğuyerlere, bir talih mahbusu gibi bakıyordu.Mümtaz o anda çocukluğunu ağır hüznüyledolduran bütün hapishane türkülerinihatırlayabilirdi. Belki de bu hatırlayışle,deminden beri kendi gayretiyle, bir psikozu, birnevi isteriyi hazırladığı vehmine düştü. Buvehimle parmaklıkların önünden çekildi ve iç

salondaki tahta sıralardan birine oturdu.Üsküdar önlerinde gece sımsıkı idi. Bu artıkne yazın, ne de eylül ayının herşeyi, bütünkudretleri dışarıda gülen bir çiçek gibi açıkgecelerindendi. Birkaç günlük yağmur, vapurunönünden geçtiği yalılarla, denizle, bir günevveline kadar süren yaz eğlencelerinin, oparlak, tembel ve sedef uğultulu saatlerinarasında aşılmaz bir perde germişti. Nuran bilebu perdenin arkasındaydı ve bu uzaklığınverdiği bir acılıkla, çıldırtıcı bir imkansızlığıniçinden gibi kendisine bakıyordu. Herşey orada,bu perdenin arkasında idi. Bütün ömrü, sevdiği,inandığı şeyler, masallar, şarkılar, sevişmesaatleri, çılgın gülüşler ve düşünce birleşmeleri,hatta kendisi, Mümtaz bile oradaydı.Sanki yalnız ümitsiz hatırlayış ve müphemidrakten ibaret solgun ve sıtmalı bir gölgedışarıda kalmış, kaldırımlarına taş yerine ilktemasta canlanan, daha evvelki günlere aithatıralar haline giren ihsaslar döşenmiş,duvarlarından rutubet yerine eski şarkılarınnağmeleri sızan bir dehlize benziyen bu gecede

eski varlığını araya araya dolaşıyor, teker tekertanıdığı ışıklara biraz ısınmak için sokulmağaçalışıyor, fakat o yaklaştıkça hepsi kapanıyordu.Yalıların inik perdelerinden, lüfer gecelerikendilerini o kadar habersiz avlayan neşeliışıklardan çok farklı, daha dolgun ve mahzunışıklar sızıyor, yol fenerleri daha buğulu yanıyor,bahçeler, korular yaprak ve renklerini kapatmışbüyük çiçekler gibi bir ismin, bir hatırlayışınetrafında çöreklenmiş gölgeler halindeuzanıyordu.Her şey daha derine, çok içlere kaçmış,oradan çok eski bir hayatın dağılmış izleri, tekbaşına kaldığı için ferdi hiçbir şeye bağlanmıyanmirasları gibi parlıyordu. Tıpkı Nuran'la berabergezdiği eski saraydaki büyük mücevherlerin birvakitler kendilerini taşıyan, onlarla süsleneninsanlardan, bütün o beyaz eller, ince, düzgünparmaklardan, her arzunun annesi ve aynasıgöğüs ve boyunlardan hiçbir şey hatırlatmadanmahfazalarında ve camekanlarında kendi hususiyıldız parıltılariyle tutuşup parlamaları gibi.Vapur istediği kadar hepsinin önünden adeta

teker teker saymak istiyor gibi geçsin veMümtaz büzüldüğü köşede yol fenerlerininaltında döne dolaşa denize kadar inen ıssızcaddeleri, tahtaları hala ıslak iskeleleri, küçükmeydanları, Anadolu kasaba istasyonlarınınbirkaç petrol lambası altında toplanmışyalnızlıklarını andıran bir içe çekilişle buğulucamlarının arkasına çekilmiş yaşayan küçükkahveleri kendi hayatından bir parça gibiseyretsin, onlar kendi varlıklarında herşeydenuzak bu sonbahar gecesini kurmaklakalıyorlardı. Genç adam ikide bir \"Başka alemdegibi\" diye kendi kendine söyleniyor, düne kadaryaşadığı hayatın kendisini bir gecede nasıl dışınaattığına şaşıyor ve sadece \"Böyle bir şey yokdeğil mi? Ben yanılıyorum; bana yanıldığımısöyle. Bana herşeyin eskisi gibi herşeyin yerliyerinde olduğunu söyle.\" demek için Nuran'ınyanında olmayı istiyordu.

Üçüncü BölümSuat


Like this book? You can publish your book online for free in a few minutes!
Create your own flipbook