Important Announcement
PubHTML5 Scheduled Server Maintenance on (GMT) Sunday, June 26th, 2:00 am - 8:00 am.
PubHTML5 site will be inoperative during the times indicated!

Home Explore Huzur-Ahmet Hamdi TANPINAR

Huzur-Ahmet Hamdi TANPINAR

Published by eminyukseloglukaihl, 2019-10-21 14:04:43

Description: Huzur-Ahmet Hamdi TANPINAR

Search

Read the Text Version

1İhsan kapıdan girerken haber verdi:-Çocukları gördüm. Onlar da gelecekler. Sonra birdenbire büyük kestanenin altındakihasır koltuklarından birinde, ayaklarını birsandalyeye uzatmış dinlenen Tevfik Bey'e doğruhakiki bir sevinçle gitti; -Sizi görmek saadeti. Ceketi, şapkası elindeydi; hızlı hızlısoluyordu. İhtiyar adam olduğu yerden:-İhtiyarlıyorsun İhsan Bey, dedi.

Dizlerinin üzerine attığı ince battaniyeyisilkerek ayaklarına topladı; Macide'yi;-Benim hanım kızım, diye yanına çağırdı. Macide kumral saçlarını güneşte parlatarakihtiyar adamın elini öptü; Mümtaz'a ve Nuran'a\"birbirinize yakışıyorsunuz.\" der gibi sessizcegülümsedi. İhsan, Tevfik Bey'in karşısınaoturdu. Mümtaz, İhsan'a dikkatle baktı. Çoktanberi onda ihtiyarlama alametleri görünüyordu.Saçları adamakıllı kırlaşmış, hafif bir göbekgövdesini ağırlaştırmıştı. Gözünün altında büyükhalkalar vardı. Fakat kolları hala edalı, vücutatletikti. Yüzünden deruni bir kudret ifadesiakıyordu.-Hava çok güzel. Allah sizden razı olsunçocuklar.Gözlerini keskin sonbahar ışığına sımsıkıkapıyarak yüzünü güneşe doğru uzattı.-Sümbül Hanım bize neler hazırladı Mümtaz?

Mümtaz gülümseyerek:-Sümbül Hanım bugün yardımcı; dedi. İkramıNuran yapıyor.Tevfik Bey kalın sesiyle ilave etti:-Benim nezaretim altında. Yüzünden çocukçabir tiryakilik akıyordu. İhsan'ı gördüğünesevindiği belliydi. Hakikatte dünden beriNuran'ın bu davetiyle meşguldü. Nurankendisine Mümtaz'la beraber İhsan'ı davetetmeğe karar verdiklerini söyleyince \"Öyle iseyemeği ben yaparım.\" demişti. Yemek listesini ohazırlamış malzemeyi o seçmişti.İhsan sevinçli bir oh çekti. Çoktan beri TevfikBey'in yemeğini yememişti.-Sade yemeği mi ya? Kaç vakittir sesinizi dedinlemedim.Tevfik Bey başını gökyüzüne doğru kaldırdı;sonra bahçeyi, kızarmış ağaçları, uzaklardamorlaşan ağaç kütüklerini ve dalları, son

çimenleri seyretti. Bir arıyı gözüyle bahçekapısına kadar takip etti. İhtiyar vücudundangarip ve üşümeli bir hayat sıcaklığı geçiyordu.-Ses kaldı mı dersin İhsan?Aklı geçmiş mevsimlerde, kendisine BolahenkTevfik adını verdikleri zamanlardaydı.-Kalmıştır, malum ya, sizde hazinesi var. Bu, Tevfik Bey'in ilk hocası Hüseyin Dede'ninbir latifesi idi. İhtiyar adam bu hatıra ilemahzunlaştı; yavaşça:-Allah rahmet etsin, dedi. Sonra, bugün galibaepeyce şey dinleyeceksiniz! Mümtaz, EminBey'i de çağırmış. Ressam Cemil ile beraber.Yavaş sesle, bu Cemil Bey'i tanımıyorum, diyeilave etti.İhsan sevinç içindeydi:-Olur şey değil! Bu Mümtaz! Gittikçeteşkilatını arttırıyor.

Fakat nereden aklınıza geldi böyle?-Üç gün sonra İstanbul'a taşınıyorum. Nurangitmeden bir toplanalım, dedi.-Emin Bey'i nerden buldun?-Yolda gördüm. Ressam Cemil'e de rica ettim.Hem bana Ferahfeza Ayini'ni çalmayı vadetti.Tevfik Bey, İhsan'a eğildi:-Kaç yıl evveldeyiz dersin?-Sayısız zaman içinde; yani hep aynı yerde.-Evet, hep aynı yerde. Kendisini yaşlı, iricüsseli, bütün etrafına hakim bir çınar gibihissediyordu. Bu halde iken gelirse ölümün deehemmiyeti yoktu. Elverir ki sevdiği şeylerinarasında o kapıdan çabukça geçmiş olsun.Yavaşça öksürdü, sesini yoklar gibi yaptı:-Merak ediyorum, Emin Dede'nin neyiyle yineyarışabilir miyim? Kendi içinden \"Ölmek başka

şey, ölüme geçmek başka şey.\" diye düşündü.Birbiri ardınca birkaç nesilden insanın ölümünügörmüştü. Etrafındaki orman, sanki bu eski çınariyice görünsün diye seyrekleşmişti. Bu, o kadargarip olmuştu ki, bir zamanlar \"Belki de hiçölmem.\" diye düşünmüştü. \"Belki de beniunutmuştur.\" Ve böyle bir düşünce, çokcivanmertçe kendine güvenişine, uzvikudretlerine ve onların beslediği o tiryakicehodbinliğine uygun bir şeydi; Fakat bu birsenedir... Onun için Emin Bey'in neyiyle yarışetmeği istiyordu. Bu imtihan on beş sene evvelaklına gelmezdi. On beş sene evvel derindençekilen tek bir ahla misafir olduğu salonlardaavizeleri çınlatır, tek bir \"do\" sesiyle karşısındaduran bir bardağı çatlatırdı.Bugün Emin Bey'le arkadaşlık etmek, onuniçin henüz herşeyin bitmediğini gösterecekti.İhtiyar adam gelirken kudümünü bile berabergetirmişti.Tevfik Bey bir senedir garip bir şekilde ölümehazırlanıyordu. Ve bunu ömrü boyuncagösterdiği o asil sükunetle yapıyordu.

Hareketlerinin mesuliyetini yüklenmesini bilenadamdı. Şimdi de son kaderi karşılamağaçalışıyordu. Hayır, korkmuyor değildi. Hayatıçok seviyordu. İhtiyarlığa yaklaştıkça maddedenibaret bu tesadüf rüyasının lezzetini vegüzelliğini anlamıştı. Bütün hayalleri onubırakmış, dünyası sadece kendisi, yani çeşit çeşithastalıkla ağırlaşmış vücudu olmuştu. Bu vücutbugün kendisini yeniden ikrar etmek istiyordu.İhsan: -Bugün Suat da gelecek, dedi. Mümtaz'ın yüzü asıldı. Bunu gören Macide,bir çocuk saflığıyle:-Yapma, bana ömrümde iltifat eden tek insan.İhsan hep o sakin tebessümüyle düşünedüşüne:-Hoşuna gitmeyeceğini biliyordum, dedi.Fakat kendisine göre bir cazibesi, bir nevi zekasıolduğu muhakkak. Ama nereye sarfedeceğini

bilmeyen takımdan. Belki de onun için rahatsız.-Bana hep bir yığın duvara başım çarpıyorgibi geliyor. Seni geçen günü Beyoğlu'ndagörmüş, tanımamışsın.Mümtaz hiddetten çıldırır haldeydi:-Tanıdım, fakat o kadar fena vaziyetteydi ki,selam verirsem rahatsız ederim sandım! Sonra içinden \"Daha bakalım, ne alçaklıklaryapacağım, nerelere kadar düşeceğim?\" diyediye küçük meyhanedeki tesadüfü, kadife morşapkalı kadını, düşürülecek çocuğu, hepsiniteker teker anlattı. \"Bir kuyuya düşmüş gibiyim.\"-Merdivenden inerken o kadar sinik bir gülüşüvardı ki. Hele, şükür bu işi de atlattık, der gibikadının arkasından el ovuşturması. Ve Mümtaz ellerini beceriksizce oğuşturdu.Yaptığının korkunç bir şey olduğunu biliyordu.Yüzünde bir tiksinti işareti ile sustu. Bütünhikayenin devamı müddetince Nuran'ın yüzüne

bir kerre bile bakmamıştı. Adeta gözleri yerdekonuşmuş, zaman zaman başını kaldırarakancak İhsan'a bakabilmişti.-Demek böyle ha. Halbuki o senin alkoledüşkünlüğünden bahsediyordu. Galiba çokiçiyor, diyordu.Mümtaz \"Hayatım meydanda\" der gibi birişaret yaptı. İçinde acayip bir üzüntü vardı.Nuran'ı darılttığını sanıyordu. -Mel'un... mel'un.Fakat niçin bu kadar helecan içindeyim! Nasılaşk birdenbire yine zalim çehresini takınmıştı? -Beni kendine benzetti. Bir adım daha... Ve \"Senin yüzünden bakalımbaşıma daha neler gelecek?\" der gibi gençkadına adeta kinle baktı. Nuran'ın yüzükayıtsızlığın ta kendisiydi. Fakat Mümtaz'lagözgöze gelince gülümsedi:-Bize ne Mümtaz, elin adamından?İhsan sözü değiştirmeğe çalıştı:

-Üç sene evvel bu yokuş benim için yoktu,fakat şimdi hala yorgunluğum geçmedi.-Daha gençsin ağabey...-Hayır, genç değilim, zaten ben hiçbir zamangenç olmadım. Sen de olmadın. Babam, \"bizimaile, başı önünde doğar\", derdi.İçini çekti: -Genç değilim, fakat zindeyim. Kollarını yukarıya doğru jimnastik yapar gibiuzattı, sonra göğsünün üstüne bir nevi kuvvetifadesiyle, kendi vücudundan başka bir şeyisıkar gibi kavuşturdu. Mümtaz atletik formungüzelliğini dikkatle seyrediyordu. Hareketlerindeadeta geçen zamana meydan okuyan bir halvardı:-İnsan için asıl saadet bu, anladın mı Mümtaz?Sonunu bile bile ve o sona rağmen, kendisiniidrak etmek. Basit bir jest değil mi? Kollarımıgöğsümün üzerinde kavuşturuyorum.

Adalelerimi yokluyorum. Basit bir şey. Fakatbütün ölüm çarkına rağmen kendimi ikrar ettim.Varım, diyorum; fakat yarın olmayabilirim,yahut bir başkası, bir budala, bir bunakolabilirim. Fakat şu dakikada varım. Varız,anladın mı Mümtaz. Varlığım sevebiliyormusun? Uzviyetine dua edebiliyor musun?. Eygözüm, ey boynum, ey kollarım, karanlık veaydınlıklarım. Size şükrediyorum, bu dakikanınsarayında, bu anın mucizesinde beraberce varolduğumuz için; sizinle bir andan öbürünegeçebildiğim için; anları birleştirip düz veyekpare zaman kurabildiğim için!Macide içini çekti:-Varlık yalnız Allah'ın değil midir, İhsan?Mümtaz çocukluğunda yaptığı gibi onunsesini gözlerini kapıyarak dinlemek istiyordu.İçinden mırıldandı:-Yavaş yavaş... Yavaş yavaş...-Elbette Macid, ama biz de varız; biz de varız;

belki biz var olduğumuz için o kuvvetle var.Macide'yi nasıl buldun Mümtaz?-Latif... Latif ve güzel. Gittikçe gençleşiyor.Macide kahkaha ile güldü.-Ben de yaşlandım galiba İhsan; methedilmekhoşuma gidiyor artık. Evvelki akşam Suat... Sonra sözünü bitirmeden Mümtaz'a döndü. -Mümtaz; bugün kanatlarından biri yandı,farkında mısın? Mamafih pek merak etme;bugün ilk defa oluyorsa ehemmiyeti yok. Üçdefa için zararı yokmuş, fakat dördüncüsünde.İhsan karısına baktı:-Bunu sen mi uydurdun?-Yooo. Büyük annem söylerdi. Kitaptayazılıymış.Nuran içeriden yeni geldiği için konuşmayı

öğrenmek istedi:-Nedir kitapta yazılı olan?-Macide, Mümtaz'a bugün kanatlarından biriyandı, farkında mısın? diyor.-Ama üç defa çıkarmış. Sakın üzülme Nuran,ayaklarım daha yere basmıyor.-Hakikaten ben, Mümtaz'a arkasında bir çiftkanat görmeden hiç bakmadım. Ama taçocukluğundan beri Onu Galatasaray'a haftasonunda almağa gittiğim günlerde bile, kapıdanilk önce kanatlarını görür gibi olurdum.Nuran gülüyordu:-Mümtaz, seni ne kadar şımartmışlar?Sonra, sahibi olmadığı için ve içinde bir sesinolamıyacağını durmadan söylediği bu evdemisafir-ev sahibi oyununu oynamasına hayretederek kendisine kızdı.

-İstanbul'un en güzel günlerini yaşıyoruz. Busonbahar emsalsiz oluyor. Nuran'a döndü. -Mümtaz'a bakmayın, o sonbaharda kışyağmurunu düşünerek üzülür. Bilir misinizbütün bunlara sebep nedir? Mümtaz'a muhabbetle bakarak güldü.-Çok örtünmesi. Ben çocukluğunda hep onanasihat ederdim, Mümtaz çok örtünme. Çokörtünenler çok hülya kurarlar. Mümtaz, birgünde ömrünü kaç defa yaşarsın?-Vallahi bilmem ama, bazen beş on defa Fakatşimdi değil artık.-Hah. Şimdi anı yaşamayı, onunla kalmayıöğrendin demek. O halde benim yapamadığımıNuran yaptı. Allah razı olsun Nuran'dan.Sonbahar büyük ve altın bir meyve gibi bütünolgunluğuyle gözlerinin önündeydi. Onu bütünhassalarıyle tadıyor, zamansız zamana, hafızayamaletmek istiyordu.

-Duvarı alçaltsanız deniz görünür mü?Hepsi birden bahçenin duvarına döndüler.Kırmızı sarmaşıklar baştan başa orada küçük birakşam hazırlamışlardı. Nuran biraz da bu güzelakşamı ve onun etrafa getirdiği hatıra sıcaklığınıkurtarmak için acele acele cevap verdi:-Hayır görülmez. Tam sırtın üstünde değilizÖnümüzde karşıki evlerin düzlüğü var, ondansonra da meyil çok hafif iniyor.-Nuran bahçe için güzel bir proje yaptı. Mümtaz'ın gözleri masasının üstünde durandesenlerin yarı çocuk kompozisyonunuhatırladığı için şefkatle dolu idi; -Benden iki yaş büyük diye üzülüyor; halbukiben onu bazen çocuğum gibi seviyorum.Tevfik Bey homurdandı:-Dışarıyı gömek isteyen dışarıya çıkar, denizigörmek isteyen sahile gider! Bahçe böyle daha

iyi, İhsan.İhsan:-Yalnız mevsim çiçekleriniz az. Sen güledüştün.Bütün yaz bu bahçeyi tanzim etmek hevesiylehülyalar kuran Nuran etrafına bakındı. Çoktanberi Nuran kendi içinden bu bahçeye ilk geldiğigünü, arıların vızıltısını, camekandanseyrettikleri kısa yağmuru ve Mümtaz'ıtanımanın verdiği acayip hislere karışan, onlarınbahar kasırgası olan \"nocturne\"u hatırladı.Debussy'nin musıkisinden hatırladığı kadınsesleri yabani, beyaz güller gibi hafızasındadağılıyordu.-Bizim iklimin çok güzel mevsim çiçeklerivar, her nevi hatmi. Gece safaları, gramofonçiçeği, zülfüaruzlar, begonyalar... Başını göğekaldırdı. Bu ışık çiçeksiz kalmamalı. Sonrabirdenbire sordu: Cem'in annesinin adı ne idi?-Çiçek Hatun değil mi?.. Bursa seyahati nasıl

geçti?-Evet, Çiçek Hatun, güzel ad. Güzel, hem deçok güzel!Nuran kızardı ve adeta bir çocuk peltekliğiyle;-Biz de gidecektik; öyle istiyorum ki!-Gidelim. Daha mevsim geçmedi.Nuran cevap olarak çenesiyle mahzun birişaret yaptı. Sanki \"Bu şartlar altında kabil mi?\"diyordu. Biz bir mazi aynasında öpüştük. Hiçbiristeğimiz kolay kolay yerine gelemez. İhsanonlara dikkat etmiyordu. O kendi düşüncesininpeşindeydi.-Cem galip gelse, yahut Fatih yirmi seneyaşasa nolurdu acaba?En büyük felaket onun erken ölmesi. Tarihteuzun süren saltanat devirleri daima faydalıdır.Mesela Elizabet devri, Viktorya devri gibi. Tabii,şartlar müsait olursa! Fatih yirmi sene yaşasaydı

biz şimdi belki de rönesansı vaktinde idrak etmişbir millet olurduk. Garip temenni değil mi?Zaman geriye dönmez. Fakat insan yine bilinenşeyden istenen şeye doğru hayal kuruyor.-Asıl garibi bu kadar tecrübeye rağmenyaşanan hayata müdahale edememekliğimiz.-Fatih ölmeseydi. Fakat ölmüş, Cem muvaffakolmamış. O kadar çılgınca hareket, hatta ihanet,ihtiras, ümit, ıstırap, hepsi küçük bir mezarolmuş. Annesiyle beraber alelade bir kubbealtında ve bir yığın çini içinde yatıyor. Fakatonların ölüsü, yüzlercesi, binlercesi ile beraberBursa'yı yapmışlar. Gittiğim zaman Bursa'nın engüzel mevsimiydi. Vakıa yine çok sıcak vardı.Fakat akşamları hava serindi. Beni çiçeklerçıldırttı. Her tarafta, sessiz bir musıki, bir musıkiidesi gibiydiler.Macide mavilikler içindeki yolculuğundan birlahza vazgeçti:-İhsan, akşamüstü Yıldırım'ın yalnızlığınıhatırlıyor musun, hani Yeşil'den baktığımız

zaman. Sonra o sabah yıldızı?İhsan:-Macide gökyüzüne bayılır, dedi.-Bulutlu olmamak şartıyle. Bulutlu olursatahammül edemiyorum. O zaman hep içimebakıyorum.Bunu kendisi için gibi yavaşça söylemişti.Halinde solmaya yaklaşmış çiçeklerindaldırıldıkları suya kendiliğinden eğilişleri vardı.Fakat bu sonbahar güneşi bir saza benzettiği veo kadar kendi musıkisiyle doldurduğu bubahçede Macide'nin bile fazla mahzun olmasınamüsaade etmezdi. Ona karşı gelmek içinhüzünden, kederden çok başka bir şey, herşeyisilecek, örtecek o zalim ihtiraslardan birilazımdır. Onun için başını tekrar göğe, göğüntek ve zarif, maddesiz ve büyük yaprağınaçevirdi, sonsuzluk içindeki macerasına daldı.Onun hayatının en büyük saadeti bukaçışlardı. Bir gün hastahanede, çok ağladığı, bir

yığın ölümün makasından bir arada geçtiği birgün, pencereyi bu masmavi davete açık bulmuş,oradan düşüncesi dışarıya, sonsuzluğa doğrukanatlanmıştı. O günden beri bir tarafı hep oradasanki büyük mavilik tabaklarından birindenöbürüne atlayarak geçiyordu. Bazen bir ışıkkülçesinin dibinde yorulmuş bir çöl yolcusu gibidinlendiği olurdu. Hiç kimse aydınlığı, onunhiçbir realiteye sığmayan duruluğunu Macidekadar tanıyamazdı. Şimdi de yarısından fazlasıbu aydınlık gökteydi. İhsan'la beraber biraydınlık ağacının dibinde oturmuşkonuşuyorlardı.Tevfik Bey eliyle bir işaret yaptı:-Durun, sesimi tecrübe edeceğim! İhsan'ageçmiş günlere dön, der gibi tebessüm etti. VeNevakar'a başladı:\"Gülbüni ayş midemed saki-i gülizar ku!\"Bu Itri'nin dehası idi. Nuran, gözleri dayısınıngözlerindeki garip parıltıda eliyle dizinde tempotutuyordu.

İhsan, Mütareke senelerinde hapishane-i-umumide Tevfik Bey'in kendisini ziyaretegeldiği günler yaptığı gibi alçak sesle onunarkasından yürüyordu. Tevfik Bey asıl nevanınbillurunun tutuştuğu ilk cümlelerle makamoyunlarını bitirdikten sonra sustu:-İşte bu kadar. Kaç senedir söylememiştim.Adeta sesimin izinde yürüdüm. Bundan gerisinitamamiyle unutmuşum.Mümtaz'la, Nuran çok uzaklardandönüyorlarmış gibi şaşkındılar. Tevfik Bey'insesi Nevakar'da o zamana kadar pek aztanıdıkları bir kudret almıştı. Tanımadıkları birkuş bir yerde büyük bir nehrin, bir aydınlıktufanının sarayını kurmuş gibiydi. Fakat asılmühim olan etraflarındaki şeylerin Itri'nin elindebirdenbire değişmesiydi!-Oldu olacak, bari bir de Mahur Beste'yilütfetseniz?Tevfik Bey homurdandı:

-Mahur Beste mi? Mümtaz'a alayla baktı!Pekala. Ama yavaş sesle. Ve hakikaten yavaştanmakamı aradı, sonra sesi birden havalandı.\"Gittin emma ki kodun hasret ile canı bile...\"Hayır, bu başka şeydi, burada Itri'nin ihtişamıyoktu; demin hepsi beraber aynı şeyidüşünüyorlardı. Şimdi herkes bir kayalıktaoyulmuş taş hücrelerde, birbirinden ayrımahpustular. İhsan:-Itri çok maşeri! diye düşündü! Fakat bu daçok güzel, bir müddet sustu; hep aynı uzletiçinde mahpus olduğunu hissediyordu:-Bazı şeylerin havasından çıkmak güç oluyor,dedi.Mümtaz:-Evet güç oluyor. O kadar güç oluyor ki,bazen biz neyiz? diye kendi kendimesoruyorum.

-İşte buyuz. Bu Nevakar'ız. Bu MahurBeste'yiz, bunlara benziyen nice nice şeyleriz!Onların içimizdeki yüzleri, bize ilham edeceklerihayat şekilleriyiz.Yahya Kemal, bizim romanımızşarkılarımızdır, diyordu, hakkı da var.-Müphem. Her gün birkaç defa onlarakoşuyorum. Hep eli boş dönüyorum. İhsan -Sabır, dedi.Mümtaz düşünceli düşünceli başını salladı:-Evet sabır. Patience dans l'azur.-Tam o. Patience dans l'azur. Unutma ki dahakapısındasın. Bu sefer Bursa'da bunu dahayakından gördüm. Orada musıki, şiir, tasavvufhep içiçe konuşuyor! Taş dua ediyor, ağaçzikrediyor.Tevfik Bey, Mümtaz'a muhabbetle bakıyordu.Onun toy heyecanları, çırpınışları hoşuna

gidiyordu. Bir şey yapabilecek mi acaba? Hayatfırsat verirse elbette yapardı.

2Kapının önünde bir gürültü oldu. Selim,Orhan, Nuri, Fahri aralarındaki değişmez silsileve merasimle girdiler. Yani kısa boylu Selim'idaima beraberinde gezdiği Orhan ileriye doğrufırlattı ve \"Bensiz hali nolur.\" der gibi arkasındangirdi. Nuri eşikte etrafı iyi görmek içingözlüklerini sildi. Fahri en arkadan kapıyıkapattı. İhsan onlara, hafif bir hoş geldiniz dedi.Sonra sözüne devam etti:-Beni iyi anla! Mistik olmuyorum, belki biraydınlığa, realitenin kendisi olan bir düşünceyebağlanıyorum. Kendimizi tanımamızı vesevmemizi istiyorum. Ancak bu suretle insanıbulabiliriz. Kendimiz olabiliriz.

Orhan sordu:-Benim şaşırdığım şey bir taraftan insanın vemanevi kıymetlerin etrafında ısrar ederken, öbürtaraftan cemiyet içinde bir kalkınma işi ileuğraşmanız, herşeyin başında iş hayatınıntanzimini istemenizdir. Bu çok maddede kalmakolmuyor mu?-Halbuki gayet basit. Ve gözüyle Nuran'ın üstünde kadehler ve buzkasesi bulunan tepsiyle evin kapısından çıkışınıseyretti.Genç kadın hakikaten güzeldi, yürüyüşünde,endamında, gülüşünde kendine mahsus bir üslupve cazibe vardı. Mümtaz, kadrini bilirse hayatkendisi için çok güzel ve hatta kolay olurdu.Fakat ne gariptir ki, daha başından Mümtazbir yığın güçlük içindeydi. -Ne yapayım? O da ilk güçlükleri yensin.

Yeğenine hiçbir yardımda bulunamazdı. -Sabır tavsiye etsem zaman geçirir; \"İradeli ol!Fazla etrafını düşünmeden, çabukça ve hattaehemmiyet vermeden hareket et.\" desembeceremez. On gün sonra mühlet bitiyor. Nuran serbestkalıyordu. Mümtaz, Nuran'a yardım etti. Ayaktaikisini beraber, aynı iş içinde görmektenhoşlanıyordu.-Evet, basit dediniz?İhsan kadehini salladı:-Basit çünkü realitede mevcut. Bu ihtiyaç daöbürüyle beraber geliyor. Hatta ayrı değiller.Aynı vakıanın iki yüzü. Biz bir taraftan birmedeniyet ve kültür buhranı içindeyiz; diğertaraftan bir iktisadi reforma ihtiyacımız var. İşhayatına açılmamız lazım. Bunların biriniöbürüne tercih edecek vaziyette değiliz. Bunahakkımız da yok. İnsan birdir. Çalıştıkça ve birşey yarattıkça kendisini bulur, iş mesuliyeti,

mesuliyet düşüncesi insanı doğurur.Mümtaz düşündü:-O halde iş, kendi medeniyetini ve kültürünüde yapar; insanını yetiştirir demektir. Bizesadece maddi hayatımızı tanzim etmek kalıyor.-Zanneder misin? Evvela bunu yapabilmemiziçin işin açılması, genişlemesi, cemiyetin vehayatın yaratıcı vasıflarını tekrar kazanmasılazım. Sonra böyle de olsa hayatı yine serbestbırakamazsın. Tehlikeli olur. Eski her zamanyanıbaşımızda duruyor. Bir yığın yarı ölüşekiller hayata müdahaleye hazır bekliyor. Diğertaraftan yeni ile, garp ile münasebetimiz sadeceakan bir nehre sonradan eklenmekle kalıyor.Halbuki su değiliz; insan cemaatıyız; ve birnehre katılmıyoruz; bir medeniyeti kültürüylebenimsiyoruz; onun için de bir hususi hüviyetolmamız lazım. Halbuki bugün ondan dışa aiticapları kabulden ileriye gidemiyor, insanı ihmalediyoruz. Yeniye başından itibaren bizimolmadığı için şüphe ile, eskiye eski olduğu içinişe yaramaz gözüyle bakıyoruz. Hayat kendi

ihtiyaçlarımızın seviyesine dahi gelmemiş; obolluk, yaratıcılık içinde değil ki bizekendiliğinden şekiller ve kıymetler teklif etsin!Sanatımızda, eğlencemizde, ahlakımızda,muaşeretimizde, istikbal tasavvurlarımızdadaima bu ikilik karşımıza çıkıyor. Satıhtayaşarken mesut oluyoruz. Derine iner inmezkayıtsızlık ve kötümserlik başlıyor. Hiçbir kabiletanrısız olmaz; biz tanrılarımızı yaratmak, yahutyeniden bulmak mecburiyetindeyiz.Her milletten fazla şuurlu ve iradeli olmamızlazım.Orhan, Nuran'ı tetkikten vazgeçti:-O halde size göre bir kriz zaruri vemuhakkak.-Sade muhakkak görmüyorum. Onuyaşadığımıza inanıyorum.İhsan bardağını eline aldı ve yudum yudumiçti. Nereye baksam düşüncem kendisinemukavemet eden bir şeyle karşılaşmıyor.

-Çok yumuşak bir toprakta yuva yapmağaçalışan bir hayvan gibi istediğim yere hızımıgötürebiliyorum. Fakat bu kolaylık zararlıoluyor. Her istediğimiz yere gidiyoruz gibigeliyor bize, halbuki ölmüş köklerin arasındandaima aynı boşluğa, imkansızlığın ta kendisiolan bir imkan kalabalığına çıkıyoruz. Bu bizielbette şaşırtır. Bugün bir insan Türkiye'yiherşey olabilir, sanabilir. Halbuki Türkiye yalnızbir şey olmalıdır; o da Türkiye. Bu ancak kendişartları içinde yürümesiyle kabildir. Bizim iseelimizde adetten ve isimden başka bir şey,müspet bir şey yok. Cemaatımızın adınıbiliyoruz, bir de nüfus ve vatan genişliğini...Tabii herkes için söylemiyorum ve müphemduygulardan da bahsetmiyorum. Sarih bilgi vekıymet halinde kültürden bahsediyorum. Fakatşartlar, imkanlar? Bir imparatorluğuntasfiyesinden doğduk. Bu imparatorluk eski birçiftçi imparatorluğuydu. Hala onun iktisadişartları içinde bocalıyoruz. Nüfusumuzunyarısından fazlası istihsale açılmamış. Müstahsilolan da faydalı şekilde yapamıyor. Sadeceçalışıyor, emek sarfediyor. Fakat insan beyhude

çalışırsa çabuk yorulur. Bakın, hepimizyorgunuz! Ne insan, ne toprak geniş manasındaekonomimize, hayatımıza girmiş. Münferitteşebbüslerin ötesine bir türlü geçemiyoruz.Bugünün çalışması yarının hızınıarttırabilmelidir. Çok hareketli, meselelerle dolubir coğrafyada yaşıyoruz; dünya her an sıkı birbirliğe gidiyor; buhran, buhran üstüne geliyor.Vakıa bugün nisbi bir rahat içindeyiz. OrtaAvrupa'ya iktisaden kendimizi bağlamışız;klering hesabiyle, şununla, bununla geçinipgidiyoruz. Fakat bu muvazaa yıkılabilir, ozaman ne yapacağız?.. Fakat asıl mesele budeğil, asıl mesele toprağı ve insanı hayatımızasokamamakta. Kırk üç bin köyümüz var; birkaçyüz kasabamız var. İzmit'ten öteye Anadolu'yaaçılın; Hadımköy'den öteye Trakya'ya gidin.Birkaç kombinenin dışında hep eski şartlarındevamını görürsünüz. Coğrafya yer yer esniyor.Sıkı bir nüfus siyasetine, sıkı bir istihsalsiyasetine başlamamız lazım. Öğretme veyetiştirme işleri için de aynı zaruretlerle karşıkarşıyayız. Birtakım mekteplerimiz var; birçokşeyler öğretiyoruz. Fakat hep eksik olan bir

memur kadrosunu doldurmak için çalışıyoruz.Bu kadro dolduğu gün ne yapacağız?Çocuklarımızı muayyen yaşlara kadar okutmayıadet edindik. Bu çok güzel bir şey! Fakat gününbirinde bu mektepler sadece işsiz adamçıkaracak, bir yığın yarı münevver hayatıkaplıyacak. O zaman ne olacak? Kriz. Halbukimaarifi istihsalin yardımcısı yapabiliriz ve dahilieşanjı arttırabiliririz. Bütün mesele burada.Dahili piyasayı genişletmekte. Yarı zirai, yarısınai bir iş hayatı temin edebiliriz. O kadarhususi istihsal kaynaklarımız var ki...İşte İstanbul. Daha dün bir yüksekmüstehlikler şehriydi. Bütün yakın şark burayaakardı. O kadar ki, otuz senede bir şehir yanarve köşkleri, konakları, yalılariyle, çarşılariyle,pazarlariyle adeta yeni baştan, yapılırdı.Yanya'nın çiftliği, Yenice'nin tütünü, Mısır'ınpamuğu, hulasa İslam dünyasının yarısınınistihsali bu şehirde harcanırdı. Şimdi nüfusununonda sekizi küçük müstahsilden ibaret. Adımbaşında küçük bir tezgah, tütün işletmesi, şu bu,fabrika var. Ve bütün bunlar ne ile geçiniyor

biliyor musunuz? Çok defa toprağın üstündekinitoplayarak.Halbuki İstanbul'da planlı bir çalışma,cemiyetimizin yüzünü yirmi senededeğiştirebilir. Al Şarki Anadolu'yu. Ziraatle,hayvancılıkla muazzam imkanlar hazinesigörürsün! Tortum şelalesinden işe başla.Kademe kademe Akdeniz'e kadar elektriği indir.Marmara serveti içine gömülmüş uyuyor.-Peki ama, bununla demin bahsettiğiniz insanmefhumu, manevi insan arasındaki münasebetne? Bu, hayatın maddi şartlarını değiştirmektenibaret.-İnsan da hayatın maddi bir tarafıdır. Peguy'uokumadın mı? O ne cümledir? Ateş gibi; fakirlikinsanı güzelleştirir ve asilleştirir. Fakat sefalethoyratlaştırır; ruhen sefil eder. İnsanda insanıöldürür. İnsanlık şerefi ancak muayyen bir refahiçinde mümkündür. Çalışmaya imkan verecekbir refah! Taymis kıyılarının refahından veyaAmerikan istihsalinden bahsetmiyorum, tabii.Yapabildiğimiz kadar bir refah içinde cemiyet

bugün ehemmiyet vermiyor göründüğütanrılarına dönecektir; diyorum. Hayat, etrafındadöneceği değerleri bulur, düşünce, etrafındayüzünü saadete çevirmiş bir cemaat görür,Cemiyette bazı boş ferdi gayelerin yerinemesuliyet duygusu başlar.Konuştukça yüzü değişiyordu. Mümtaziçinden eski günlere döndük diye sevindi.-Bir şairimiz, Selim'i Salis hendese öğreneceğiyerde, biraz siyasi tarih öğrenseydi ne iyi olurdu,diyor. Buna Tanzimat biraz ekonomi politikbilseydi, diye ilave edebiliriz. Halbukiöğrenmeğe de epeyce merak etmişti. Fakat kim?Münif Paşa'dan, Abdülhamid öğreniyor.Birisinin bilip bilmediği meçhul, öbürü isevehminde mumyalanmış bir biçare. Otuz üç yılkendisini bir köşkte hapseden bir iktidar delisi.Türkiye'nin bir numaralı kalebendi. Hani o yüzbir sene mahkumu biçareler yok mu, onlardan!Ondan sonrası ise malum... Birdenbirehadiselerin emrine geçeriz. Milli zafere kadarhep onların zarureti altında kaldık.

Orhan, tembelce gerindi. Bu güneş çok güzelve rahattı!-Peki, bütün bunlar zamanla kendiliğindenolmaz mı? Hatta zamanla olacak şeyler değil mi?-Olamaz. Çünkü zaman şarta göre değişir.Büyümekte olan bir çocuğun zamanı başkadır,bir hastanın zamanı başka. Biz umumi zamanındışındayız. Yani zaman tempomuzu değiştirmekmecburiyetindeyiz, demek istiyorum. Bizdünyaya yetişeceğiz. Benim söylediğim,kafilenin en sonunda olsak bile ona katılmak,onunla yürümek, hususi patikadan umumicaddeye çıkmak içindir. Zaman şüphesiz biramildir, fakat dünya için başkadır; çalışmasınınhızıyla dünyaya katılmış milletler için başkadır;bugünkü halimizde bizim için ise büsbütünbaşkadır. Kendi başına bırakırsak, lehimizdeçalışmaz; bizim gibilerde herşey derine doğruçeker. Kanat değil ayaktaki demirdir. Hayır bizShakespeare'in dediği gibi zamana doğrukoşmağa mecburuz. Onunla mücadele edeceğiz.Biz herşeyi irademizle yapacağız. Evvelaşartlarımızı tanıyacağız. Sonra işlerimizi

sıralıyacağız. Yavaş yavaş cihan piyasasınaçıkmağa başlıyacağız. Kendi piyasamızı kendiistihsalimize açacağız. Aileyi, evi şehri ve köyütekrar kuracağız. Bunları yaparken insanı dayapmış olacağız. Şimdiye kadar insanla yapıcıolarak meşgul olamadık, bir yığın inkılabınpeşinde idik. İçimizde kendimize karşı birhareket hürriyetini elde etmeğe çalışıyorduk. Buzaruretten şimdi daha büyük ve esaslı zaruretlereuyanmamız lazım. Her zaman daha düzeltilmezki. Şimdi o düzlüğe bir bina kurmamız lazım. Bubina ne olacak? Yeni Türk insanının ölçülerinikim biliyor?Yalnız bir şeyi biliyoruz. O da birtakımköklere dayanmak zarureti. Tarihimizebütünlüğünü iade etmek zarureti. Bunuyapmazsak ikiliğin önüne geçemeyiz.Muvazaalar daima tehlikelidir. Bugünegetirdikleri kolaylığı yarın çıkaracaklarıimkansızlıklarla bize ödetebilirler. Onun için sonderecede vazıh olmalıyız.Nuri dayanamadı:

-Vuzuhtan kastiniz nedir? Bana vaziyet okadar garip geliyor ki.Bir taraftan iyi kötü bir tekniği almağa, onunadamı olmağa çalışıyoruz. Onun zihniyetinibenimserken zaruri olarak eski kıymetleriatıyoruz. Muaşeret şeklimizi değiştiriyoruz.Diğer taraftan istiyoruz ki, eskiyi unutmayalım!Bugünkü realitelerimizde bu eskinin yeri nedir?Bu sadece bir hatıra, bizim için bir özleyiş. Belkisizin, benim hayatımızı süsleyebilir! Fakat yapıcıolarak ne kıymeti olabilir!-Vuzuhtan kastım... düşündü. Sonra başını kaldırdı.Bilmiyorum, dedi. Zaten yapılacak şeyin neolduğunu bilsem burada sizinle konuşmam. Ozaman şehre inerim; etrafıma herkesi toplarım.Yunus gibi bağırırım, size hakikatinizi getirdim,derim. Hakikat de bu üzerinde ilk düşünecekolanı halledeceği bir şey değildir. Fakat buradada yapılacak birkaç şey bulabiliriz.

Evvela insanı birleştirmek. Varsın aralarındahayat standardı yine ayrı olsun; fakat aynıhayatın ihtiyaçlarını duysunlar. Birisi eski birmedeniyetin enkazı, öbürü yeni bir medeniyetinhenüz taşınmış kiracısı olmasınlar. İkisininarasında bir kaynaşma lazım. Sonra, mazi ilealakamızı yeni baştan kurtarmamız lazım.Birincisi nisbeten kolaydır; hayatın maddişartlarını az çok değiştirmekle bunu eldeedebiliriz. Fakat ikincisi ancak nesillerinçalışmasiyle elde edilebilir. Maziyi ihmaledersek hayatımızda ecnebi bir cisim gibi bizirahatsız eder, terkibin içine ister istemezsokacağız. O, kendisinden gelmemiz lazım gelenbir şeydir. Bu devam fikrine bir vehim de olsamuhtacız. Kaldı ki, dün doğmadık. En çetinrealitemiz budur. Sonra hangi kökleregideceğiz? Halk ve halkın hayatı bazen birhazine, bazen de bir seraptır. Uzaktannamütenahi bir şey gibi görünür. Fakat yaklaştınmı, beş on motifin ve modanın içinde kalırsın;yahut doğrudan doğruya bazı hayat şekillerinegirersin. Klasik, yahut yüksek tabaka kültürü,ondan birçok yerlerde kopmuşsun. Ve zaten sıkı

sıkıya bağlı olduğu medeniyet yıkılmış.Mümtaz:-İşte ben bunu imkansız görüyorum, dedi.Çünkü dediğiniz gibi dizi koptu bir kere. BugünTürkiye'de nesillerin beraberce okuduğu beşkitap bulamayız. Dar muhitlerin dışında,eskilerden zevk alan gittikçe azalıyor. Biz galibason halkayız. Yarın bir Nedim, bir Nef'i, hattabize o kadar çekici gelen eski musıki ebediyenyabancısı olacağımız şeyler arasına girecek.-Güçlük var. Fakat imkansız değil. Biz şimdibir aksülamel devrinde yaşıyoruz. Kendimizisevmiyoruz. Kafamız bir yığın mukayeselerledolu; Dede'yi, Wagner olmadığı için, Yunus'u,Verlaine, Baki'yi, Goethe ve Gideyapamadığımız için beğenmiyoruz. Uçsuzbucaksız Asya'nın o kadar zenginliği içinde,dünyanın en iyi giyinmiş milleti olduğumuzhalde çırçıplak yaşıyoruz. Coğrafya, kültür,herşey bizden bir yeni terkip bekliyor; bizmisyonlarımızın farkında değiliz. Başkamilletlerin tecrübesini yaşamağa çalışıyoruz. Şu

tefsir yok mu, bu eserin üzerinde durmak ve onusende yaşayan insan tecrübesine maletmek; birona başlasak. İşte onu yapamıyoruz. Deminsevmek dedim, fakat sevmek de kafi değil; dahaöteye geçmek lazım. Fikri ve duyguyu canlı birşey gibi yaşamayı bilmiyoruz. Halbuki halkımızbunu istiyor.Orhan şüpheliydi:-Hakikaten istiyor mu? Bana öyle geliyor ki,halkımız bütün bunlara başından itibarenkayıtsızdır. Bütün mazi boyunca bizden o kadaruzak kalmış ki... Bu işlerde adeta ümitsiz. Yahuthiç olmazsa şüphede.-Evet, halk istiyor. Tarihe bugünün hesaplarıarasından bakmazsan bu memleketin deherhangi bir memleket gibi yaşadığını kabuledersin. Aradaki fark bizde orta sınıfın teşekküledememesidir. Her an doğmak için hadiselerizorlamıştır. Fakat doğamamıştır. Ayrılıkmanzarası buradan gelir. Halkın kayıtsızlığı veyabizden şüphesi bizim uydurduğumuz bir masalolsa gerektir. Aramızdaki ideoloji kavgalarında

karşımızdakini yenmek için bulduğumuz birtabiye. Hani o kısa ve yalnız okuyanın kafasındabir an için parlayan veya okunan gazetesahifelerinde kalan zaferler yok mu? Onlarıkazanmak için! Hakikatte halkımızmünevverlerine inanır. Onu benimser. Zatenbaşka türlüsüne imkan yoktur. İki asırdır siyasihadiseler bizi bir nevi gemi nizamı altındayaşatıyor. Mutlak olan tehlikeler bize buterbiyeyi verdi. Halkımız münevverine daimainandı ve gösterdiği yolda gitti.-Ve daima da aldandı?-Hayır, daha doğrusu biz aldanınca o daaldandı. Yani her millette olduğu gibi. Sentarihte akli bir yürüyüş kabul eder misin? Böylebir şey elbette imkansız. Fakat cemiyetlerinbirikmiş kudretleri nesillerin hatası üzerindenatlar. Bize herşeyin iyi gittiği vehmini verir.Emin olun biz de her millet kadar aldandık, hermillet kadar hata ettik.-Halkı sever misiniz?

-Hayatı seven herkes halkı sever.-Hayatı mı, halkı mı? Bana öyle geliyor ki,hayatı daha çok seversiniz, yahut mefhumları?-Halk hayatın kendisidir. Hem manzarası, hemtek kaynağıdır.Halkı hem sever, hem tadarım. Bazen bir fikirkadar güzel, bazen tabiat kadar haşindir. Oradaherşey büyük ölçüdedir. Çok defa büyükdenizler gibi susar. Fakat konuşacağı ağzıbulunca da...-Fakat ona gitmek, ona gidemiyorsunuz!Sefaletleri, ıstırapları, endişeleri, hatta zevki sizekapalı kalıyor. Yani hepimize demek istiyorum.Ben Adana'da çalışırken bunu çok iyi duydum.Daima kapının dışındayım.-Kim bilir? Bazı kapıların bize kapalıgörünmesi, önünde değil, arkasındabulunduğumuz içindir. Büyük şeylerin hepsiböyledir.

Bir formülde hapsetmek için yakalamağaçalıştın mı, senden uzaklaşırlar. Küçüksefaletlerle inersin! Birisinde akla, mantığa,şüpheye, inkara, öbüründe imkansızlığa, acze,isyana gidersin. Halbuki kendinde ararsanbulursun. Bu bir disiplin, hatta metodmeselesidir.-Peki ama nasıl buluruz? O kadar güç ki.Bazen kendimi Goethe'nin Homunculus'u gibibir cam kabuk içinde mahpus sanıyorum.İhsan düşündü:-Zannetme ki, sana kabuğunu kır! diye cevapvereceğim. O zaman dağılırsın! Sakın kabuğunukırma! Genişlet. Ve kendine mal et, kanınla işleve canlandır. Kabuğun kendi derin olsun.Eski talebelerinin karşısında yenilmemek içinkelimelerle oynadığını sanıyordu, fakat hayır,asıl düşüncesi buydu. Fert kendisini muhafazaetmeliydi. Kainat içinde erimeğe hiç kimseninhakkı yoktu. Fert, fert olarak kalmalı, fakatbütün, hayatla kendisini doldurmasını

bilmeliydi, ilave etti. -Homunculus'un kabahati,mahfazasını canlı bir şey haline getirmemesi,oradan bütün kainatla birleşmemesi, hulasayaşayamamasıdır. Yoksa bir kabuğu olmasındandeğil.-Beni anlamadınız ki hocam. Siz de ona ermişdeğilsiniz! Erseydiniz içinizde aramaz,kendinizde yaratmağa çalışmazdınız.Ona büyük, geniş, kendisini size ve etrafacebreden bir realite, bir değerler ve hakikatlermecmuası gibi bakardınız. Onu kendinize ait birhakikat gibi keşfe çalışmazdınız. Bu beni tatminetmiyor. Tabir caizse siz yaratıyorsunuz. Benmevcut olana gitmeği kastediyorum.İhsan, Orhan'ın yüzüne mülayemetle baktı,sonra:-Bilmem böyle konuşma neye yarar? dedi.Fakat seninle daha sarih olmak isterim. Şüphenianlıyorum. Sen kendimden vazgeçmemi,kendimi inkar etmemi istiyorsun. Sevgiyi ihtiyaribir iş buluyorsun. Bu itibarla seni tatmin

etmiyor. Bana; \"At kalbini girdaba, açıl engineruh ol\" diyorsun... Yahut da halkı ve hayatını tekrealite; yahut bir emir gibi karşıma çıkarıyorsun.Kendin için de böyle düşünüyor ve yapmadığıniçin mustarip oluyorsun. Yalnız bir noktayıunutuyorsun, o da herşeyden evvel bir şahsiyetolduğundur. Ben herşeyden evvel kendimesadık olmak isterim. Bu benim ruhbütünlüğümdür. Ancak onu elde ettikten sonrabir işe yararım. Kendime sadık olmak, yanibirtakım kıymetleri kabul etmek daha ilkmerhalede beni etrafımdan ayırır. Zaruretiyleonlardan sıyrılırım. Kendimi bu müntehadabulduktan sonra tekrar onlara dönerim. Onuniçin severim ve senin dediğin gibi kendimdeyaratırım. Mistiklerdeki vecd haline girmek vedenizde kaybolmakla hiçbir şey kazanmam veetrafıma da kazandırmam. Bu demektir ki, benhayata muhafazasını istediğim çerçeveleriçinden bakarım. Bu çerçeveler benimşahsiyetimdir, tarihi benliğimdir. Benmilliyetçiyim, bir mefhuma çok yakın birrealitenin adamıyım. Fakat bu demek değildir ki,halka yabancıyım, bilakis onun emrindeyim.

-Fakat ıstırabını görmüyorsunuz?-Görüyorum. Fakat oradan hareket etmekistemiyorum. Onu mazlum gördükçe bir günzalim olmasını hazırlayacağımı biliyorum. Niçino kadar çok ıstırap çekiyoruz; yani bütün dünya.Çünkü hürriyetin uğrundaki her mücadele yenibir adaletsizliği doğuruyor. Ben aynı silahlarlamukabeleyi bırakmak istiyorum. Ben içindeyoğrulduğumuz tekneden işe başlamakistiyorum. Ben Türkiyeyim. Türkiye benimadesem, ölçüm ve realitemdir. Kainata, insanaher şeye oradan, onun arasından bakmakisterim.-Bu kafi değil!-Bir ütopyaya kapılmak istemeyen için kafi.Hatta müsbet bir iş görmek isteyen için.-Peki, nedir bu Türkiye?İhsan içini çekti:-İşte mesele burada. Onu bulmakta..

-Ben bu suale bazen cevap verir gibioluyorum. Kendi kendime biz gurbetininsanlarıyız diyorum. Mesafelerin terbiye ettiğiinsanlar. Onun aşkı, ıstırabı, hürriyeti. Tarihimiz,sanatımız; hiç olmazsa halkta böyle. Mümtaz biran düşündü. -Hatta klasik musıki bile.\"Bir mübarek sefer olsa da gitsem,Kabe yollarında kumlara batsam...\"Nuran, İhsan'ın fikirlerini ilk defa dinliyordu;onu bu kadar realiteye bağlı bulmadan şaşırmışgibiydi:-Hayata ne kadar şuurla bakıyorsunuz?. Adetasentetik bir ilaç hazırlar gibi.Ve Yaşar'ın vitamin müstahzarlarınınprospektüslerinden hatırladığı cümleleri içindenokudu: -B vitamini tabiatta karışık halde bulunduğu

gıdalar arasında kolaylıkla temessül edilemez.Binaenaleyh büyük ilmi mesai sayesindelaboratuvarımız...-Yapıcı olmağa mecbur olan nesiller hayatabaşka türlü bakamazlar. Çalışmağa, çalışacağınyolu hazırlamağa ve hatta çalıştırmayamecburuz.-Ama bazıları böyle demiyor, çalışma insanıinsanlıktan çıkarır, ufkunu kapar diyorlar.-O bazıları onu söylemeden evvel birçok şeysöylüyorlar. Kurulmuş Avrupa'nın içinde birnevi mistiğin peşinde yürüyorlar. Ruhamurakebe imkanı istiyorlar. Ben evvelaruhumun hatta maddemin teşekkülünüistiyorum. Onların istediği her tarikatte esastır.Fakat bir milletin hayatı bir tarikat değildir ki.Ben ki bu kadar içtimaiyim; Fransa'da olsam bende ferdin peşinden dolaşır, ona cemiyete rağmenkendisi olması imkanlarını düşünürdüm.Yahut şunu, bunu. Her halde mevcuttanmemnun olmaz, kendimce bulduğum eksiği

tamamlamak ister, onun mücadelesini yapardım.Türkiye'de Türkiye'nin ihtiyacı olan şeyidüşünüyorum.-Demin şahsiyetimi ve ferdiyetimi bırakmamdiyordunuz. Şimdi ise...-Fert olmaktan niye çıkayım? Hatta niyeşahsiyet olmayayım? Fert vardır. İsteksiz isteksizilave etti: -Ormanda ağacın esas olduğu gibi.

3Kapı tekrar çalındı. Mümtaz:-Emin Bey'dir, muhakkak, diye yerindenfırladı. Hemen hepsi arkasından koştular. Nuran,koltuğunda doğrulan dayısının önündengeçerken ona gülümsedi. Senelerdir Emin Bey'igörmediğini biliyordu. \"Bu kış İstanbul'daoturursak, sık sık gider, görürüm.\" diye birkaçgün evvel sevinmişti. Ressam Cemil bir elinde kılıfları üstündensardığı iki ney, öbür eliyle Emin Bey'in arabadaninmesine yardım ediyordu. Emin Bey, İhsan'a


Like this book? You can publish your book online for free in a few minutes!
Create your own flipbook