hakikaten merak ediyordu.Bununla beraber ney kendi kavsikuzahdünyasında yolculuğuna devam ediyordu.
6Emin Bey taksimini bitirir bitirmez izin aldı.Cemil'i, çok yormamak şartıyle, onlarabırakıyordu. Mümtaz misafirini yokuşun başınakadar uğurladı. Ve isteksiz isteksiz eve döndü.Suat'ın orada bulunuşu ona ev sahibi vazifelerinibile unutturmuştu. Hayatının hiçbir devrinde bukadar kaçmak, kurtulmak için kaçmak arzusunuduymamıştı. Kaçmak, bir yerlere gizlenmekistiyordu. Kapının önünde kendi kendine: -Bir, iki, üç... Bir, iki, üç, diye saydı. Suat'ı görmekten korkuyordu.İçeriye girince rakı masasını hazır bulmuştu.
Fakat daha kimse içmeğe başlamamıştı. Herkesayakta birbiriyle konuşuyordu. Kristalkadehlerin elektrik ışığının altında içlerindekialkolle büyük aydınlık kütleleri yaptığı masanınbaşında Suat'la İhsan'ı buldu. Onlara yaklaştı:-Nasıl buldun Suat?İhsan Suat'ın yerine cevap verdi:-Şimdi onu konuşuyorduk, dedi. Suatbeğenmemiş.Suat başını kaldırdı:-Beğenmedim değil. Aradığımı bulamadım.İhsan:-Sen musıkinin Allah'ı elinden kolundankıskıvrak yakalayıp sana teslim etmesiniistiyorsun. Bu imkansız bir şey! Her yerde,ancak getirdiğini bulabilirsin! Allah ne DedeEfendi'nin, ne de başka birisinin cebindedeğildir.
-Belki, dedi. Fakat bundan şikayetçi değilim,beni sıkan boşluğun etrafındaki o dönüş.Fikrisabit halindeki o çırpınma. O beni sıkıyor.Önündeki kadehi kaldırdı. -Haydi bakalım! diye etrafa seslendi. Belkibunda bir şeyler vardır. Hiç olmazsa unutmanıntesellisi!İhsan:-Sen kendini bir şeylere kurarak gelmişsin,diye yavaşça kulağına fısıldadı. Sonra masanınöbür tarafından karısının yanına geçti.Suat: -Ev sahibinin sıhhatine, diye kadehini biryudumda boşalttı.Macide:-Bu ne acele Suat? dedi.
Suat kendi kendine düşünür gibi, ve kimeolduğu pek bilinmeyen hafif bir istihza ile onacevap verdi:-Kusura bakma, Macide. Ben acele etmeğemecburum. Sonra, acele etmek, diye bir dahatekrarladı. Vakti olmayanlar acele ederler.Herkes kendi zamanının şuuruyla doğar. Benimişim aceledir.İhsan, yarı alay, yarı ciddi:-Amma da muammalı konuşuyorsun, Suat!diye çıkıştı. Nerede ise Sfenks gibi bize kapalısualler soracaksın.Suat omuzlarını silkti. Gözü, Mümtaz'ınelindeki şişede, genç adama; büyük bir lütufbekliyen çocukların tebessümüyle gülüyordu:-Lütfen, bir kadeh daha. Tren yakındakalkıyor. İşin fenası nedir biliyor musunuz? Tamhareket zamanını bilmemek; hep bugün, yarındiye düşünmek. Ve böylece bu havadan gelenzamanı en manasız şekilde harcamak! Durdu,
üst üste iki yudum içti, yarı boş kadehi önünekoydu. Mümtaz sade dikkat dikilmiş onudinliyordu: -Macide benim için üzülüyor, merak ediyor.Biraz sonra o, belki hepiniz bana nasihatvermeğe kalkacaksınız. Bütün ömrümce nasihatdinledim. Düşünmüyorlar ki ben gara erkengelmiş insanım; tabiatiyle hayatım büfeninönünde geçecek. Başka ne yapabilirimsanıyorsunuz? Sizin gibi evimde, gündelikişlerimin arasında değilim ki.Nuran Mümtaz'a baktı; elinde şişe, kadehleridolduruyordu. En sonunda kendisininkinidoldurdu, fakat içmedi. -Ne acayip bir müşterek bağımız var? Benimeski arkadaşım ve aşıkım, onun akrabası. Fakatne kadar çok içiyor? Sonra ta Fakülte'den beri Suat için tekrarlananbir benzetmeyi hatırladı: -Halbuki atlar bu kadar çok içmezler. Belki de
hiç içmezler. Bir kaşını kaldırarak zihninden aradı: -Hayır, hiç içmezler değil. Bazı yarış atlarınınbira veya şarap içtiklerini gazetelerde okudum.Ama elbette bu kadar içmezler. Korkuyla Suat'ın tekrar ve bir yudumdaboşalttığı kadehine baktı. Suat'ın ata benzediğinidüşününce gülerdi. Fakat bu sefer gülmedi;demek ki ortada rahatsız edici bir vaziyet vardı.Bunu Mümtaz da sezdiği için içmiyordu. Ohalde kendisi de içmeyecekti. Halbuki içmeğe okadar ihtiyacım var ki. -Bu musıki beni saatlerce çiğnedi. Bazenkendimi ilahi bir hamur haline girdimsanıyordum. İçkinin değişikliği lazımdı. Fakat içmeyecekti.Mütareke yıllarında babası ile çok küçük yaştaKafkasya'dan kaçmış olan Selim:-Büyük harpten evvel Rusya'da etüdyanlar,
bilhassa büyük gar büfelerinde içerlermiş.Babam anlatır durur. Reis, yanıbaşında zil,tarifeyi eline alır, yüksek sesle okurmuş. Mesela\"Falan gar, tren burada yirmi dakika kalıyor,üçer kadeh Bordo şarabı içebiliriz, yahut bir şişevotka\" diye içkileri ısmarlarmış. Böylece heristasyonda ayrı ayrı o şehrin hususiyetlerine göremezelerle tattıkları içki bir nevi seyahat olurmuş.Sarhoş olup masa altına devrilenler hangiistasyonda iseler orada kaldı addedilir, zil çalar,yola devam edilirmiş.Etrafına bakındı, kimse kendisinidinlemiyordu. Omuzlarını silkti. Selim'inbabasından naklettiği hikayeleri kimsedinlemezdi. Bu Rusya hatıraları yüzündenarkadaşları ona, \"babasının hasreti\" adınıvermişlerdi. Fakat Selim iyi çocuktu, zaaflarınıbilirdi. Kızmadı. İhsan'ın yanına geçti. Orhan,onu yanıbaşında görünce büyük bir şefkatle birkolunu omuzuna attı. Selim'in bir talihi dekendisinden iki misli cüsseli olan Orhan'a birnevi dayanacak şey vazifesini görmekti.Deminden beri bu kucaklayıştan kurtulmak için
Orhan'ın uzağında kalmağa çalışmış, fakathikayesinin boşa gitmesinin verdiği şaşkınlıklabu kavrayışa kendiliğinden teslim olmuştu.İçinden \"mukadderat\" diye birkaç defa tekrarladıve beli, üzerine çöken ağırlıktan bükük, kendiahmaklığına gülerek İhsan'ı dinlemeğe başladı.-Bilmiyorum, bir fiction'un yokluğunaüzülmek ne dereceye kadar doğrudur? Fakatmüslümanlıkta başlangıç günah fikrininbulunmaması, şu cennetten kovulma hadisesiüzerinde hıristiyanlıkta olduğu gibidurulmaması, bence teolojiden sanata kadar hersahada tesir yapmış bir keyfiyettir. Bilhassa ruhitahaffuza pek az yer vermişiz. Bence bizimalemimizi olduğu gibi almalıdır. Söze hangivesile ile başladığını unutmuştu. Yalnız Suat'amarazi taraflarına mağlup olmak fırsatınıvermemek için acele acele konuşuyordu. -Bence bu iki dünya arasında münakaşazemini bile yoktur. Dinde, cemiyetin bünyesindeayrılış daha ilk adımlarda başlar. Dikkat edin ki,garp medeniyetinde herşey bir kurtulma, bir azatedilme fikri üzerine kurulur. İnsanoğlu evvela
dinde, İsa'nın yeryüzüne inmeğe ve oradaöldürülmeğe, kendisini feda etmeğe razıoluşuyle kurtulur. Sonra cemiyette sınıfmücadeleleriyle evvela şehirli, sonra köylükurtulur. Bir bakımdan biz başından itibarenhürüz. Suat üçüncü kadehini bitirmiş, ona bakıyordu.-Yahut başıbozuk-Hayır, evvela hür. Sitede esirinbulunmamasına rağmen dahi hür. Fıkıh insanınhürriyeti üzerinde ısrar ediyor.Suat ısrar etti:-Şark hiçbir zaman hür olmamıştır. O daimasıkı kadrolar içinde adeta anarşist bir fertçiliktekalmıştır. Hürriyetten o kadar çabuk vazgeçerizki. Ve her vesile ile.-Ben asıl temelden bahsediyorum. Şarkta,bilhassa müslüman şarkta cemiyet bu hürriyetfikri üzerinde kurulur.
-Ne çıkar? O kadar çabuk vazgeçtikten sonra.-O başka. O bir nevi fedakarlık terbiyesi.Müslüman şark, asırlardan beri kendisinimüdafaaa vaziyetindedir. Mesela biz. İki yüzseneye yakın bir zamandır, hayati müdafaalarlayaşıyoruz. Böyle bir cemiyette bir nevi kalenizamı kendiliğinden doğar. Bugün hürriyetmefhumunu kaybetmişsek sebebi muhasaraaltında yaşadığımız içindir.Suat kadehini Mümtaz'a uzattı:-Mümtaz, bana lütfen hürriyetimi kullanmakfırsatını bir daha bahşeder misin? Sesi, bir çocuksesi gibi yumuşaktı. Yahut bir ıslık olabilir. -Şu, Hak Taala'nın elimi kolumu o kadar iyibağladıktan sonra bana verdiği hürriyeti. Kadehi eline aldı, derin derin baktı. Sonraorada çok korkunç bir istikbal okumuş gibibaşını geriye çekti, ve yine sanki gördüğü hayaliebediyen bozmak ister gibi, su ile bulandırdı:
-İşte benim hürriyetimin hududu, dedi. Fakatzannettiğiniz gibi budalaca bir şey değildir. Hiçazımsamayın!Sonra birdenbire kendisine kızarak, kadehitekrar masanın üstüne koydu.-Ama ne diye beni ayıplamanıza bakıp dabunu söyledim? Hepiniz aynı şeyi yapmıyormusunuz?Nuran:-Sana içki içiyorsun diye kızan yok. Buradaeğlenmeğe toplandık, elbette içeceğiz. Vekadehini ona doğru kaldırdı. Mümtaz Nuran'labu anda göz göze gelmemek için başını yanaçevirdi. Hakikatte istemeden, belki onuntelkinleriyle belki içlerindeki korku yüzünden,hatta onu sevmedikleri için hep Suat'ın etrafındatoplandıklarını ve onu daha şimdiden bir sürgünavında canının telaşına düşmüş hayvan halinesoktuklarını sanıyordu. Bu bir vaziyetiazdırmaktan başka bir şey değildi. Sade buradadeğil, belki dünyanın dört köşesinde her lamba
ışığı altında buna benzer şeyler oluyordu.Ademoğlu sakardı, bu yüzden hakikaten talihsizolurdu. En iyi arzulardan bile bir yığın manasızüzüntü doğardı. Üzüntüler, küçük üzüntüler.İçini çekti. Suat bu gece bir şeyler yapacak. Sadebunu düşünmek bir krizi hazırlamaktır. Politikaböyle değil mi sanki? Korku ve müdafaa gayreti,onun karşılığı. Tıpkı musıkide olduğu gibi. Veen sonunda bir altın fırtına gibi muhteşem final...Birdenbire alaturka musıkinin içinde uyandırdığıruh halinden düşüncesinin garp musıkisinegeçmesine kendisi de şaşırdı. Ne kadar garip...-İki dünyam var. Tıpkı Nuran gibi, iki alemin,iki aşkın ortasındayım. Demek ki bir tamlıkdeğilim! Acaba hepimiz böyle miyiz?Suat Nuran'ın cevabını duymamazlıktan geldi:-Herkes beni azarlıyor, huyumu tenkit ediyor.Kimi hastalığımı söylüyor, kimi evliliğimdenbahsediyor. Halbuki ikisi de lüzumsuz. Kadehini sımsıkı avucunda tutuyordu.
-Herkes bana bir şey hatırlatıyor. Karım,arkadaşlarım, akrabalar, herkes. Düşünmüyorlarki ben mesuliyet hissiyle doğmuş değilim. İnsanya öyle doğar, yahut doğmaz. Bende bu yok.Karım bunu ilk haftasında anladı; fakat yinesöylüyor, hatırlatıyor. Belki de bir mucizebekliyor. Mucize olmaz mı? Birdenbire meseladeğişmişim, hayatımı sevmeğe başlamışım.Bizim müdürden şube müdüründen,veznedardan, hukuk müşavirindenhoşlanıyorum, çocuklarım omuzlarımatırmanınca mesut oluyorum.Macide alay etti:-Buraya gelmeden evvel içmiş miydin?-Dün akşamdan beri, Macide. Dün aşkamYaşar beni Sabih'lere götürmüştü. Orada geceyarısına kadar içtik; sonra Arnavutköyü'ne indik,saat üçe, dörde kadar orada kaldık. Sonra...Nuran çok meraklı bir hikaye gibi gerisinisordu:
-Sonra? Sonra ne yaptınız Suat?Yüzü allak bullaktı.-Sonra malum. Arnavutköy merkezdir. Onunayrı ayrı şubeleri vardır. Hatta etnik şubeler,diyebilirim. Fakat biz en famille eğlendiğimiziçin, çingeneleri tercih ettik. Çifte nara ile fecrikarşılamak. Şu Hürriyet-i Ebediye tepesindekimahut eğlence yerleri yok mu? Doğru soluğuorada aldık. Bir çingene bize çifte narasiyle gülyüzlü fecri gecenin içinden yavaş yavaştulumbadan su çeker gibi çekti. Güzel birkızcağız da vardı, çiçeği burnunda, adeta birçocuk. Adı da Bade. Düşünün bir kere... yahutMümtaz düşünsün, bu onun genre'ı. Çifte naraile taksim, Bade adlı çingene kızı, arkadaşlarırakı, çiftetelli. Sonra arkadaş evinde bir divandauyumak. Birdenbire yüzü buruştu. Kadehiniağzına götürdü; fakat bir yudumda kaldı.Sabahleyin güç oluyor. İçkiden sonrakiyorgunluğa bir türlü alışamadım. Kadehinimasanın üstüne bıraktı. Herkes şaşkın gibiydi.-Bu kadar kafi mi Nuran? Çok ayıp değil mi?
Ama doğrusunu istersen hiçbiri olmadı. NeSabih'lere gittik, ne de içtim. Dün gece karımlaberaberdim; buraya da doğru Paşabahçe'dengeliyorum. Tatlı tatlı gülümsedi. Sarhoş değilim,emin olun sarhoş değilim.Macide sordu:-Öyle ise ne diye uydurdun bu yalanı?-Sizi şaşırtmak için. Beni ayıplamanız için.Mühim adam görünmek için. Kahkahalarlagülüyordu. Kısa ve kuru öksürükler arasındadevam etti: Evliliğimden bahsedilincekızıyorum.Nuran:-Ama kimse evliliğinden bahsetmedi senin?-Zararı yok. Ben bahsettim ya; yeter, demek kiüzerimde içtimai tazyik var! Alnını sildi, sonraMümtaz'a döndü: -Mümtaz sana bir hikaye mevzuu vereyim mi?
Düşün bir kere, ben anlatayım da. Bir insan,faziletli bir insan, bir memur, bir hoca, istersenbir evliya tasavvur et. Öyle hazırla ki bütündeğerler kendisinde mevcut bulunsun. Onlarladoğmuş olsun. Bir kere bile kendi içindeaksamamış bir adam hulasa. Fakat mecburiyetisevmiyor. Garip değil mi? Sadece kendiniseviyor: Kendisinde ve kendisi için yaşamayıistiyor. Ömrü gayesiz fakat cömert hareketlerledolu; ve bu hareketler kendiliğinden hep iyiliğedoğru gidiyor. Fakat düşüncesinde hür olmayıseviyor. Ve hiçbir vazife hissi tanımıyor. Gününbirinde bu adam bir kadınla evleniyor; belki desevdiği bir kadınla. Birdenbire değişiyor,huysuz, titiz, kötü düşünceli bir adam oluyor.Kendisini tasnif edilmiş görmek onu yavaşyavaş çıldırtıyor. Bir etiket altında yaşamanın,bir araba atı gibi beraber yaşamanın sıkıntısı onuiçinden değiştiriyor. Yavaş yavaş hemen herkesekarşı fenalık yapıyor, hayvanlara, insanlara,herşeye zalim oluyor. Hasis oluyor, hiç kimseninsaadetine tahammül edemiyor. Sonunda:Mümtaz kısaca bitirebilmek için:
-Malum hikaye. Karısını öldürüyor, dedi.-Evet ama, bu kadar kısa değil. Kendi kendineuzun muhakemeler yapıyor. Hayatını bir meselegibi alıyor ve düşünüyor. Sonunda insanlıklaarasında tek maniayı görüyor.-Ayrılsın.-Neye yarar? Beraber yaşamış iki insanınbirbirinden ayrılacağını, hakikatenayrılabileceğini sanıyor musun? Bunu Mümtaz'ın yüzüne dik dik bakaraksöylemişti. -Hem ayrılırsa ne çıkar? Bütün bağlarıkoparsa bile, ara yerde kaybedilmiş senelerbulunacak. Hepsini dakika dakika yaşadığımuazzam, korkunç, karanlık bir ömür; ondankurtulabilecek mi? Sonra o ruh itiyatları. Ozaman daha büyük bir tereddüde düşecek.Etrafında olan bütün fenalıkları bilerek yapmışbir adam, düşün. Ayrılmak da bunlardan biriolacak.
-Peki, öldürünce unutacak mı?-Hayır, unutmayacak. Tabii unutmayacak.Fakat kini ortadan kalkacak. İçindeki dargınlıkgidecek.Nuri dayanamadı:-Mümtaz, bana kalırsa onun hayatınıyazacağın yerde bir tarafta rastlarsan öldür, dahaiyi olur.Suat omuzlarını silkti:-Bu birşey halletmez. Sadece meseledenkaçmış oluruz. Sonra öldüremez. Öldürmesi içintanıması, ayırması lazım. Herkese benziyenadamı niçin öldürsün, herkes az çok bir veyabirkaç insanın yüzünden kötüdür. Emin olunbuna. Her düşüşün altında bir başkası vardır. Veherkes kendinin mezarıdır. O herkese benziyor,hepimize. Fakat bunu kabul etmiyor. Evetsonunda bu zalim oyundan kurtulmanın tekçaresini buluyor. Bir tek hareket, kanlı birhareket, bir nevi intikama benziyen bir iş. Fakat
bunu yapar yapmaz büyülü bir eşik atlamış gibikendisini öbür tarafta, eski dünyasında, içindekiiyilik hazinesiyle zengin buluyor. Yüzüparıldıyor ruhu bütün genişliğini alıyor; insanlarıseviyor, hayvanlara acıyor, çocukları anlıyor.-Nasıl cinayetle mi? İhsan bütün neşesinikaybetmişti.Somurtkan, bir uçurum önünde gibi kendiiçinde toplanmış Mümtaz'ın yüzüne bakıyordu.Nuran Mümtaz'ın yanına geçmiş, elini omuzunakoymuştu: Bir kavgada gibi herkes ensevdiğinin yanındaydı. Yalnız Selim tek başına,küçücük boyu ile önde, iki kollarınıkavuşturmuş son derece eğlenceli bir şeyseyeredenlerin çehresiyle konuşanlarabakıyordu. Daha ziyade mahallesinde horozdöğüşü seyreden çocuklara benziyordu.-Burada artık cinayet yok.Macide:-Delirdin mi Suat? Böyle şeylerden ne diye
bahsediyorsun. Kafana acı. Ve sonra birdenbiresenelerdir yanında söylenmeyen fakat şimdikendi ağzından çıkan -deli- kelimesi önündekorkarak, geriye, İhsan'ın arkasına doğruçekildi. Bütün vücudu titriyordu.-Hayır, niye delireyim. Ben bir hikayemevzuu anlatıyorum. Burada cinayet yok; birkurtulma işi var. Tek manianın ortadan kalkışı.Tekrar dirilmek var. Evet kainatı buluyor.Kendisine yedi gün mühlet vermişti. Yedi güncinayeti gizliyor. Yedi gün tekrar dirilmiş gibiinsanlar arasında mesut, onları anlıyarak, altınparıltılar içinde yaşıyor. Tam bir tanrı gibi yedigün. Ve yedinci günün akşamı bütün tabiat vehayatla barışık, insan kaderinin miracındakendisini asıyor.İhsan:-Olmaz, dedi. Bu değişikliği izah edemezsin!Hiçbir intikam hissi, hiçbir adalet duygusu ferdebaşkasını öldürmek hakkını vermez. Fakatfarzedelim ki, bu hakkı kendinde görüyor veöldürüyor. Değişme nasıl olur? Veliliğin yolu
cinayetten geçmez ki. İnsan kanı daimakorkunçtur. İnsanı küçültür, ezer.Cemiyetin adaletinde bile buna doğrudandoğruya vasıta olana iyi gözle bakmıyoruz.Cellat hiçbir zaman sevilmemiştir.-Bizim ahlakımız için, evet, fakat onun üstüneçıkarak.-Ahlakın üstüne çıkılmaz.-Niçin olmasın? İyiliğin ve fenalığın üstündeyaşayan bir insan için. Sen veliliktenbahsediyorsun; benim kahramanım velilikistemiyor. O hürriyet istiyor. Onu elde edincetanrılaşıyor.-İnsan kanla hür olmaz. Kanla elde edilenhürriyet, hürriyet değildir; kirlenmiş bir şeydir.Bırak ki insan tanrılaşamaz. İnsan insandır. Vebu da oldukça güç varılacak bir merhaledir.-Bana hürriyeti tarif edebilir misin?
Suat bir dakika İhsan'a dikkatle baktı. İhsanona cevap vermek üzereydi; fakat birdenbirehakiki bir telaşa kapılan Macide onun sözünükesti:-İhsan, sakın Afife'yi öldürmeği kurmuşolmasın. İhsan gülerek karısını teselli etti: Neçocuk Yarabbim! Sonra yavaşça, \"hayır\", dedi;\"korkma, o konuşmak istiyor. Biraz içerledi,ondan.\"Ve tekrar kendisinden cevap bekliyen Suat'adöndü:-Ederim. Başkaları için istediğimiz nimet.-Ya kendin, kendin ne oluyorsun?-Onu başkaları için istemekle ben de nefsimekarşı hür oluyorum.-Esaretin başka bir nevi. Hepimiz ayrı ayrıvarız.-Bir bakıma öyle, yani inanarak istemezsem.
Fakat herkesle beraber olduğunu düşün, tamhürriyettir. Sen hepimiz ayrı ayrı varız dediğinanda herşeyi kaybedersin. Varlık tektir ve bizonun parçalarıyız! Aksi takdirde dünya her andaha beter olur. Hayır, varlık tektir. Ve biz onungeçici parçalarıyız. Saadetimizi, huzurumuzuancak bu düşünce ile elde edebiliriz. Sonragülümsedi; sana epeyce tavizat da verdim, Suat.Fikrimi anla, belki esasta birleşebiliriz. İnsanteker teker Tanrı olmaz; fakat insanlık bir günkendisine layık bir ahlak yaparsa tanrılaşabilir.Yani bazı büyük vasıflar kazanır.Suat yorulmuş gibi köşeye oturdu. Rakıkadehini sıkı sıkıya elinde tutuyordu. Mümtazsadece ona bakıyordu. -Acayip bir gece geçiriyoruz. Suat'a eskisi gibi kızmıyordu; mustarip olduğubelliydi. Fakat ona tam acıyamıyordu da. Suat'ınhüviyetinde acıma duygularını reddeden bir tarafvardı. Suat çok sevilebilir, veya ondan nefretedilirdi. Fakat ona acınamazdı. Huzursuzluğuinsan kalbini ona kapamıştı. Şimdi bile sofada
elektrik ışığı altında, herkese ve hepsine karşıyabancı, bir muamma gibi ayrı duruyordu.-Hayır, mesele bu değil. Siz meseleyi tersanlıyorsunuz. Ben ferdi bir vakıadanbahsediyorum. Ben fakirden değil, zengindoğmuş bir insandan bahsediyorum. Sizherkesin disiplinini ona tatbike kalkıyorsunuz.Halbuki o bunların üstünde. Söze nasılbaşladığımı hatırlayın. Bütün kıymetlerikendisine hazır bulan adam, dedim.-Ne çıkar bundan?-Şu çıkar. Başkalarının çalışarak elde ettiğişeyleri o tabiatında mevcut buluyor.-Bu elde edilen şeylerin içinde vazife vemesuliyet duygusu da var mı?Nuran gözlerini kapadı, \"Acaba Fatma neyapıyordu şimdi\".-Hayır, o yok, etrafına karşı tamamiyleserbest, fakat cömert.
İhsan yavaşça sordu:-Anlamıyor musun şimdi nerede aksadığını?-Hayır anlamıyorum. Fakat ne çıkar, Mümtazyine bu hikayeyi yazsın.İhsan devam etti:-Sen insandan mesuliyet duygusunukaldırıyorsun. Yerine birtakım hazır, yaradılıştangelme faziletler koyuyorsun. Halbuki insanmesuliyet duygusundan başlar. Öbürleri mizaçzenginlikleridir. Nitekim hikayende bir evlenme,bir hayal düşüşü veya sebepsiz nefretlekahramanın, tasavvur ettiğin tanrı adam,cinayete doğru değişiyor. Halbuki mesuliyetduygusu.-Mesuliyet duygusu da değişir. Yalnız ameliyegenişler... İlk önce kıymetleri yıkar.-Yıkar ama, o zaman daireden çıkar! Çünküinsanlık mesuliyet duygusu ile başlar.
Suat başını salladı:-Ne çıkar bundan?-Şu çıkar. İnsanlarla, hayatla dediğin gibibarışmış olmaz.Bilakis onlarla arasına kan girmiş olur: İnsanlave kainatla barışık kalmak için onların bendekiçehresinin tam ve yerinde durması lazımdır.Halbuki cinayet, hatta en ufak haksızlık buçehreyi bizde bozar. Kainatı inkar etmiş oluruz.Yahut kainat bizi kusar.-Senin ıstırabın bunu bozmuyor mu?İhsan tereddütsüz cevap verdi:-Bilakis, ben ıstırabımla insanlıklabarışıyorum. Onu mustarip olduğum zamandaha iyi anlıyorum. Aramıza o kadar sıcak birşey giriyor ki. O zaman mesuliyet duygumudaha iyi idrak ediyorum. Istırap günlükekmeğimizdir; ondan kaçan insanlığı en zayıftarafından vurmuş olur, ona en büyük ihanet
ıstıraptan kaçmaktır. Bir çırpıda insanlığıntalihini değiştirebilir misin? Sefaleti kaldırsan, biryığın hürriyet versen, yine ölüm, hastalık,imkansızlıklar, ruh didişmeleri kalır. O haldeıstırap karşısında kaçmak kaleyi içindenyıkmaktır. Ölüme kaçmak ise büsbütünkorkunçtur. O sadece mesuliyetsiz hayvanlığasığınmaktır.Bir dakika durdu. Onun da Suat kadar vebelki de daha fazla ıstırap çektiği belliydi. Yüzüter içindeydi. Ağır ağır devam etti.-İnsan talihinin mahpusudur. Ve bu talihininkarşısında imandan ve bilhassa ıstırabakatlanmaktan başka silahı yoktur.-İmandan bahsediyorsunuz, aklın yolundangidiyorsunuz.-Akıldan gidiyorum. Elbette akıldangideceğim. Sokrat, akıllı aşık ihtiraslı aşıktaniyidir diyor. Akıl, insanın ayırıcı vasfıdır.-Fakat öldürenin de, kendisi de öldürme
hareketinde ölenle beraber ölmüyor mu?-Bir bakıma göre doğru. Ama işte bu ölümistediğin yeniden doğuşu temin edemez. Hiçolmazsa her zaman için. Çünkü bu isyanla bizkategorinin dışına çıkarız. Sen insanı kainatıniçine layıkiyle yerleştirmiyorsun. Halbuki işeoradan başlamalı. Ben insana tanrılık vasfınıreddedenlerden değilim! Bilakis kainatınefendisi insan ruhudur.Suat güldü:-İhsan'ın coşkun tarafına rastgeldim, dedi.Fakat Mümtaz sen yine bu hikayeyi yaz!Mümtaz ilk defa söze karıştı:-İyi ama, niçin benim yazmamı istiyorsun dakendin yazmıyorsun?-Gayet basit. Sen hikayecisin. Yazmaktanhoşlanıyorsun.Rollerimiz ayrı. Ben sadece yaşıyorum!
-Ben yaşamıyor muyum? Bu suali Mümtaz en yumuşak sesiyle, \"Yoksaöldüm mü?\" der gibi sormuştu.-Hayır yaşamıyorsun; yani benim gibi değil.Sen bir noktaya çekilmiş orada yaşıyorsun.Geniş ve parlak hayallerin var. Zamanahükmedeceğim diyorsun. Kendine yarayacakhiçbir şeyi kaybetmemek için çırpınıyorsun. Bubana yarar, bu yaramaz, diye ayırıyorsun.İstediğine bakıyor, istediğine bakmıyorsun.Adeta kendi kendine konuşuyordu. İkide biröksürüyor, her öksürükten sonra \"Aldırmayıngeçer.\" der gibi başını sallıyordu. -Senin behemehal kendinin olmasını istediğinbir dünyan var. Yapmacık da olsa ondakalıyorsun. Ben senin gibi miyim? Ben sefil,maddi, ayyaş, vazifesinden kaçan bir adamım.Benim ömrüm biçare bir israftır. Su gibiakıyorum. Hastayım, içki içiyorum; evlatbabasıyım, yüzlerini görmek istemiyorum.Kendi hayatımı bir tarafa bırakmışım, her an
başka bir insanın derisinde yaşıyorum. Bir hırsız,bir katil, bacağını sürükliyerek yürüyen birzavallı, hepsi, her gördüğüm canlı mahluk,benim için ayrı ayrı davetler oluyor. Beniçağırıyorlar. Hepsinin peşlerinden koşuyorum.Bana kabuklarını açıyorlar, yahut ben onlaravücudumu açıyor, farketmeden içimeyerleşiyorlar, elimi, kolumu, düşüncemizaptediyorlar, korkuları, vehimleri, benimkorkularım, vehimlerim oluyor, geceleyinonların rüyasını görüyorum. Onların azabıyleuyanıyorum. Sade bu mu? Bütün inkaredilenlerin azabını içimde yaşıyorum. Herdüşüşü tecrübe etmek istiyorum. Bizim bankanınkasasını, bana emanet edilen kasayı kaç defasoydum biliyor musun?Macide ağlayacak gibiydi:-Neler söylüyorsun Suat? Dinlemeyin bunuAllah aşkına. Ter içinde baksanıza.Mümtaz yengesine baktı; yüzü bembeyazdı,gözleri büyük büyük açılmıştı. Macide tam birasab krizi içindeydi. Fakat Suat onun telaşına
ehemmiyet vermedi:-Merak etme Macide. Zannettiğin gibi değil.Hakikatte soymadım. Fakat belki yüz defakasayı soymayı düşündüm. Sade düşünmedim,soyduğumu tahayyül ettim. Belki yüz defabankadan en geç olarak çıktım. Arkamda her anbeni yakalıyacak adamlar vehmederek küçüleküçüle yürüdüm, hiç geçmediğim yollardayürüdüm.İhsan sordu:-Peki ama niçin yaptın bunu?Fakat Suat hep Mümtaz'a bakarak cevapverdi.-Niçin hayatımı en manasız şekilde budalacayaşadıysam, niçin eğlendiysem, niçin içtiysem,niçin evlendiysem. Zamanı öldürmek için.Yaşamak için; çürümemek için! Omuzlarınısilkti; ne bileyim ben? Kendimi duymakistiyorum da ondan! Uçuruma, her an ben varım,demek ihtiyacı. Şimdi niçin sen yazasın
istiyorum, öğrendin mi? Bir kere olsunbelkemiğinde dehşet ürpersin diye! Hepinizinkafasında sevgi, ıstırap diye bir yığın kelime var.Kelimelerde yaşıyorsunuz. Ben kelimelerinmanasını öğrenmek istiyorum. Onun içinyaptım. Mesela öldürecek derecede sevmediğiniöğrenmek için yazmalısın. Fakat sen ölümü debilmezsin... Kahkahalarla gülüyordu: Eminim kisenin için ölüm bir fırında iyice piştikten sonra,tıpkı bir müzede muhafaza edilen eşya gibiebediyette daha parlak, daha kendisi olarakbeklemektir. Öyle değil mi? Ve sen ölümdeniğrenmezsin, onu güzelin ve aşkın kardeşigörürsün. Hiç ölümün iğrenç bir şey olduğunudüşündün mü? İğrenç bir çürüme ve kokma.İçinizde Allah'a inanan var mı, bilmiyorum.Fakat eminim ki hepiniz müphem bir sükutta bubahsi kapatmışsınızdır. Çünkü kelimelerdeyaşıyorsunuz! Bir kere olsun, Allah'la konuşmakistediniz mi? Ben dindar olsaydım onunlakonuşmak, onu tecrübe etmek isterdim.Nuran:-Lüzumu var mı Suat bunların, diye çıkıştı.
Fakat Suat dinlemiyordu. O alabildiğinekonuşuyordu. Mümtaz'ın korktuğu olmuş, krizbaşlamıştı.Mümtaz hep aynı çocuk sesiyle sordu:-Sen inanmıyor musun?- Hayır, yavrucuğum inanmıyorum: Busaadetten mahrumum.İnansaydım mesele değişirdi. Bilseydim kivardır, insanlarla hiçbir davam kalmazdı. Yalnızonunla kavga ederdim. Her an bir yerde yakalar,bana hesap vermeğe mecbur ederdim. Vezannederdim ki bana hesap vermeğe mecburolurdu. Gel, derdim gel, yarattığın mahluklardanbirisinin derisine bir an gir. Benim her günyaptığımı yap. Bir tanesinin hayatım yirmi dörtsaat yaşa! Pek bedbahtına gitmene lüzum yok.Sen ki yaratıcısın, bilmemen, anlamaman kabilolmaz. Onun için herhangi birinin derisine gir.Ve kendi yalanını bir an bizimle beraber yaşa;bizim gibi yaşa. Yirmi dört saat bu bataklıktaküçük susuzlukların kurbağası ol!
İhsan güldü:-İyi ama, bütün bunları ancak inanansöyliyebilir. Sen pekala inanıyorsun!.. Hemhepimizden fazla!-Hayır, inanmıyorum. Yalnız hakikateninananın kafasıyle düşünüyorum. Başını salladıve hiçbir zaman inanmıyacağım da.Ben yerde romatizmadan ölmeği tercihederim.Hepsi birden şaşkın güldüler. YalnızMümtaz'ın yüzü gergin bir dikkat içindeydi. Suatne bu dikkatin, ne de gülüşün farkında oldu.-Evet, dedi. Yerde romatizmadan ölmeğitercih ederdim!Hikayeyi isterseniz anlatayım. Akrabamarasında, çok safdil, iyi bir adam vardı. Dindar,temiz, evliya ruhlu bir adam. Hepimiz çokseverdik. Hayat karşısındaki duruşuna hayranolmamak kabil değildi. Topkapı taraflarında bir
yerde otururdu. Şehre eşekle gelir giderdi. Bueşek benim çocukluğumun zevklerinden biriolmuştu. Bir gün evlerine gittiğimiz zaman eşeğibahçede her zamanki yerinde görmedik. Neoldu? diye sorduk. Zavallı romatizma oldu,dediler ve ahırı açıp gösterdiler. Eşeğin eğerinikarnına ters vurmuşlar, üzengilerden tavanaasmışlar. Böylece ayakları ahırın rutubetindenkurtuluyor, üstelik de ayakta kalmasının önünegeçiliyordu. Bilir misiniz başınızın ucundansarkan dört ayağıyle, yere doğru uzanan omülayim çehresiyle ne kadar gülünç bir şeydi.Hazin ve gülünç; adeta beşerileşmişti. İlk önceçok güldüm. Fakat sonra gülmedim. Şimdi hermetafizik sistem bana onun halini, tepemizden ohazin bakışını hatırlatır.Nuran:-Hiç işitmemiştim, bunu. Bari iyileşti mi?-Ne gezer. Birkaç gün sonra öldü. Adetaintihar etti. Yani kendisini bir akşam bir çaresinibulup yere attı. Toprakta ölmek için. Ama öyleasılmasaydı romatizmadan ölecekti.
Mümtaz omuzlarını silkti:-Maskaralık, dedi.Fakat Suat hala gülüyordu. Sonra birdenbireciddileşti:-Belki, dedi. Fakat benim için hakikat budur.Anlıyor musunuz! Benim için Allah ölmüştür.Ben hürriyetimi tadıyorum. Ben Allah'ıkendimde öldürdüm.İhsan sordu:-Hakikaten hür olduğunu sanıyor musun?Suat ona kinle baktı. Yüzü ter içindeydi:-Bilmiyorum, dedi. Hür olmak istiyorum.-Hayır olamazsın.-Niçin olamıyacakmışım. Beni artık kimmenedebilir?-Çünkü içinde, öldürdüğün Allah var. Sen
kendi hayatını yaşamıyorsun artık. Sen buhalinle sadece bir mezar, bir tabut gibi birşeysin. Korkunç, zalim bir ölümü taşıyorsun.Hangi hürriyet? Evet ben de biliyorum, oolmazsa, her şey mübahtır sananlar oldu. Onunboşalttığı yeri, insanlığa parçalıyanlar oldu.Tanrı insanı ben de biliyorum. Ne oldu? Sadecesefaletlerimizle basbaşa kaldık. İnsanın talihiyine aynı talih. Aynı imkansızlıklar içindesin.Aynı ıstıraplar içindesin. Hakikatte bir şafak diyebaktığın şey bir yangındır. Hayır, sen Allahdüşüncesini içinde azdırmakla ondankurtulamazsın. Hiçbir yara kurcalamaklaiyileşmez. Bir müddet durdu. -Fakat, bilir misinSuat; ne güzel bir ilahiyatçı olurdun? Çünküyaptığın tersine çevrilmiş bir teolojidir.Suat:-Pek zannetmiyorum, dedi. Hatta hiçzannetmiyorum.-İstersen. Fakat bence böyle.Suat saatine baktı, kadehini herkese doğru
kaldırarak boşalttı. Fakat Mümtaz onun boşkadehi masanın üstüne koymadan adeta dikkatledibine baktığını gördü.-Artık ben gitmeliyim. Cümleye Allah'aısmarladık.Mümtaz'la Nuran itiraz ettiler.-Nereye, nasıl olur? Gece yeni başladı, dahaeğleneceğiz, diyorlardı. Fakat o dinlemedi bile.-Hayır, benim verilmiş sözüm var! Biraz geçolsa bile behemehal gitmeliyim; hoşça kalın! Bir el işaretiyle hepsine birden veda etti.Nuran'la Mümtaz onu kapıya kadar götürdüler.Mümtaz, Nuran'a:-Kalması için neden ısrar etmiyorsun? dedi. Bunu söylerken içinde garip bir çözülüş vardı.Hakikaten Suat kalmış, kalmamış kendisi içinartık ehemmiyeti olmadığını sanıyordu. Nuran
Suat'a bakarak:-Ona ısrar beyhudedir; madem ki gitmekistiyor. Güle güle Suat. Ve elini sıkmadan evvel pardesüsününyakasını düzeltti,-Bir boyun atkısı ister misin?-Teşekkür ederim, yakam çok geniş.İcabederse kaldırırım. Mümtaz, beni birazgötürür değil mi?İkisi birden kapıdan çıktılar.
7Mümtaz karanlıkta geniş bir nefes aldı.Kendisini daha fazlasına tahammül edemiyecekkadar yorgun buluyordu. Rutubetli gecedebirkaç saat evvel büsbütün başka gözlerlebaktığı bir yığın gölgenin arasından yürüdüler.Sonbahar gecesi Emirgan sırtlarını o imkansızyalnızlık vehmiyle kaplamıştı. Karşı kıyınınfenerleri bu yalnızlık içinde ümitsiz imdatişaretlerine benziyorlardı. Suat karanlıkta önünebakamıyormuş gibi sağa sola çarpa çarpayürüyordu. Yokuşun ortasına kadar böyleyürüdüler. Orada misafiri genç adama:-Sen artık dön, dedi.
Fakat sözünü bitiremedi. Keskin bir öksürükbirkaç saniye sürdü.Mümtaz:-İstersen dönelim, bu gece bizde yat. Vasıtabulamıyacaksın, dedi. Yatak var. Suat öksürüğübitene kadar cevap vermedi. Sade onun elini sıkısıkı tutuyordu; öksürük geçince:-Hayır, gideceğim, dedi. Zaten sizi kafiderecede tedirgin ettim.-Böyle bir şey yok, sade sen rahat değilsin.-Evet değilim, hiç değilim. Fakat geçer. Ve deminden beri iki eli içinde sımsıkı tuttuğuMümtaz'ın elini bıraktı, gülerek:-Haydi git, eğlen, dedi.Mümtaz karanlıkta gözlerinin kendi gözleriniaradığını hissetti ve hiç istemediği halde bakışınıondan kaçırdı. Fakat Suat gitmedi, Mümtaz'ın
ceketinin yakasını tutarak, onu durdurdu, yavaşsesle:-Ben Nuran'a mektup yazdım, bunu biliyormusun? dedi. Bir aşk mektubu!Bu ani hücum karşısında şaşıran Mümtazadeta kekeledi:-Biliyorum, dedi. Bana gösterdi.Evleneceğimizi bilmiyor muydun?-Seviştiğinizi biliyordum.-O halde?-O haldesi yok. O gayesiz hareketlerden biri.Yazmadan yarım saat evvel belki Nuran'ıaylarca düşünmemiştim.Mümtaz arada kendisine ait bir meseleyokmuş gibi sakin bir sesle:-Fakat bana karşı, eski arkadaşına karşı, nebileyim, pek doğru iş değildi bu. Bu sefer göz
göze geldiler. Suat'ın yüzünde acıklı birtebessüm vardı.-Sen, garip ve münasebetsizin bazen bizi nasılistila ettiğini anlamazsın. Belki hiçanlamıyacaksın. Çünkü hareketlerinin üzerindeısrar eden, onların behemehal bir devamı veneticesi olmasını isteyen takımdansın. Onun içinherşeyde bir mantık görmek istersin! Ne iseoldu! Seni beyhude tutmayayım. Ben sadece birmünasebetsizlik olsa bile, bunu bilmeniistemiştim. Allah'a ısmarladık. Ve yokuştanaşağı acele acele inmeğe başladı. Mümtazarkasından bağırdı:-Herkes de böyledir; onun için angajeolmamağa dikkat et!-Güle güle. Suat acele adımlarla yokuşuiniyordu. Mümtaz olduğu yerde onun gece içinde dahatok gelen ayak seslerini ve iç yırtıcı öksürüğünübir müddet dinledi. Sonra yavaş yavaş evedönmeğe başladı. Elinin bu iri, kemikli ve ter
içinde avuçların mengenesinden kurtulduğunamemnundu. Nedense bu acayip gecede kendielini onun avuçları içinde görmek Mümtaz'ıkorkutmuştu. Bu yapışkan cendere ona adetaruhuna kadar giden bir tasarrufun vehminivermişti; belki gözlerini ondan kaçırması da buyüzdendi. Bunu hatırlayınca kendisine kızdı; birhastadan korkmuştu. Fakat kurtuluş hissi o kadarciddiydi ki elini havaya kaldırıp karanlıkta,tekrar kavuştuğu bir şey gibi seyretmesine maniolmadı. Hummanın ve terin yapışkansıcaklığiyle Suat'ın elleri sanki avucununderisinden ve parmaklarının ucundan, çokkuvvetli, kendisi için çok lazım, çok hayati birunsuru sömürmüş, beraberinde götürmüşgibiydi. Kendi kendine:-Niçin bu kadar azapta? Niçin bu kadar zalim,diye birkaç defa sordu. Hiç olmazsa Nuran'ı tanıdığı zamandan beriduymadığı bir ruh hali içindeydi. \"Ondan yüzadım ötede bulunuyorum ve bu yolda kendikendime titriyorum.\" diye içinden kendisinekızdı. Hakikaten dünyası diyebileceği herkes bu
evde idi; fakat o anda ne Nuran'ı, ne İhsan'ı nede evdeki öbür misafirleri düşünüyordu.Yokuşun başında tekrar durdu ve etrafınabaktı. Sonbahar gecesi siyah ve çok cilalı bircamın arkasında gibi, dağınık ve insanın içinekadar işleyen ışıklariyle, her türlü değişmeihtimallerinin dışında parlıyordu. Uzakta denizkoyu kül rengi parıltıdan bir çizgi olmuştu.Onun ötesinde karşı yakanın puslu yol fenerleriyıldızları taklit eden bir durgunlukla, sankietraflarındaki hayatı değil, kendi sükutlarınıbekliyorlardı. Fakat hepsi, etrafında bulunanherşey, küçük gece çıtırtılariyle tek tük kuş veböcek sesleri, dal hışırtılariyle beraber donmuşgibiydi.-Ya dediği doğru ise... Rabbim, ya dediğidoğru ise... Bu endişe ile başını kaldırdı,gökyüzünü seyretti. Bir yığın yıldız berrakürperişleriyle ancak karanlığını dahaşiddetlendirdikleri bir gök ortasında ağır birhasta evinin, ümit, azap, endişe yüklüpencereleri gibi parlıyordu. İstemeye istemeye:
-Daha ölmemiş, diye düşündü. İçindeki azap o kadar büyüktü ki, bir yerlerekaçmak, sığınmak istiyordu. Fakat nereyekaçabilirdi? Sayısız zamanın ışık kervanlariyleyüklü bu karanlık gecenin hiçbir tarafında insanruhunun sızabileceği bir çatlak, bir yumuşaklıkyoktu. O, sert kabuğuna iri mücevherlerkakılmış bir hayvan gibi tek başına, hiçbir şeyikabul etmiyecek bir toklukla, sanki canlı,herşeyi inkar eden bir toklukla etrafını kaskatıalmıştı. Canlılık, o herşeyde gülen ve konuşansır, bu ağır mücevher yüklü perdenin arkasınaçekilmişti. Bir tarafta bir hışırtı oldu, ufkun birköşesi kımıldadı. Ağır ve haşin gece, büyük,koyu lacivert ve altın bir kuş gibi, sanki başınınüstünden kayar gibi oldu. Fakat kanatlarında hepaynı katılık vardı. \"Beni de beraberinde götürse.\"Başka zamanlarda olsaydı, Mümtaz bu safmücevherlerden, bakir uykusundan henüzuyanmamış madenlerden, siyah mermer vegranitlerden imiş hissini veren gecede, kendizevk ve şiir dünyasının en halis tarafını bulurdu.Fakat şimdi çok mustarip, bütün şiir dünyasına
kapanmış gibiydi. İçinde büyük bir korku vardı.-Bir tarafım yıkılmış gibi, diye kendi kendinekonuştu.Sokağın başındaki evde, her uzakmahremiyeti bizim için böyle gecelerde o kadartatlı ve hülyalı yapan bir lamba yandı; ve birpencere, birdenbire hayat hastalığına tutulmuşgibi gömüldüğü saf ve derin sükut içinden,önündeki ağacın yarı ıslak profiliyle beraberMümtaz'ın önüne kadar, bu büyük ve muhteşemsükuttan henüz kesilmiş kanlı bir parça gibifırladı. Mümtaz birdenbire evde misafirleriniihmal ettiğini hatırladı. Nuran, onu merakedebilirdi. Acele acele yürümeğe başladı. Fakatbu küçük arıza onu sadece kendi zamanınaçevirmişti; içindeki yalnızlık duygusunu veazaplı darlığı giderememişti.Hala bir tarafıyle boşlukta yüzüyordu.\"Kafamla vücudumun arasında ne kadar mesafevar?\" Durdu ve düşündü: \"Acaba, hakikatenbunu mu demek istemiştim.\" Belki daha güç,daha anlatılmaz bir şeydi duyduğu. Suat'a
kızmıyordu. Yaptığı şeyin kötü olduğunubiliyordu. Fakat hüküm vermek istemiyordu.Artık insanlar hakkında hüküm vermektenvazgeçmişti. O, içindeki sefaleti teşhir ederekağızlarının tadını bozmuştu. Mümtaz'ı şaşırtan,bu sefaletin derinliği, daha doğrusu onu bukadar sefil yapan hayatının istikrarsızlığıydı.Bununla beraber azapta olduğu da muhakkaktı.Bütün akşam onu dinlerken, çok rahatsızuykularda birdenbire kilitlenmiş çenelerin vehmiolan o yorucu ve yarı kabus konuşmalarıhatırlamıştı. Suat fena bir rüya gören adamabenziyordu.
8Evdekiler masanın başında, Suat'tanbahsediyorlardı. Nuran o girince \"Nerede kaldınböyle?\" der gibi baktı. Mümtaz içindekiperişanlığı örtmek için gizli bir öpüş işaretiylegülümsedi ve Nuran'ın, herkes arasında bulaubaliliğe kızmamasından sevindi.-Ben de bir kadeh içebilirim, değil mi?Nuran:-İstediğin kadar, Mümtazcığım! Zaten geceyeyeni başlıyoruz.O da Suat'tan kurtulduğuna memnundu. İhsan
Search
Read the Text Version
- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- 8
- 9
- 10
- 11
- 12
- 13
- 14
- 15
- 16
- 17
- 18
- 19
- 20
- 21
- 22
- 23
- 24
- 25
- 26
- 27
- 28
- 29
- 30
- 31
- 32
- 33
- 34
- 35
- 36
- 37
- 38
- 39
- 40
- 41
- 42
- 43
- 44
- 45
- 46
- 47
- 48
- 49
- 50
- 51
- 52
- 53
- 54
- 55
- 56
- 57
- 58
- 59
- 60
- 61
- 62
- 63
- 64
- 65
- 66
- 67
- 68
- 69
- 70
- 71
- 72
- 73
- 74
- 75
- 76
- 77
- 78
- 79
- 80
- 81
- 82
- 83
- 84
- 85
- 86
- 87
- 88
- 89
- 90
- 91
- 92
- 93
- 94
- 95
- 96
- 97
- 98
- 99
- 100
- 101
- 102
- 103
- 104
- 105
- 106
- 107
- 108
- 109
- 110
- 111
- 112
- 113
- 114
- 115
- 116
- 117
- 118
- 119
- 120
- 121
- 122
- 123
- 124
- 125
- 126
- 127
- 128
- 129
- 130
- 131
- 132
- 133
- 134
- 135
- 136
- 137
- 138
- 139
- 140
- 141
- 142
- 143
- 144
- 145
- 146
- 147
- 148
- 149
- 150
- 151
- 152
- 153
- 154
- 155
- 156
- 157
- 158
- 159
- 160
- 161
- 162
- 163
- 164
- 165
- 166
- 167
- 168
- 169
- 170
- 171
- 172
- 173
- 174
- 175
- 176
- 177
- 178
- 179
- 180
- 181
- 182
- 183
- 184
- 185
- 186
- 187
- 188
- 189
- 190
- 191
- 192
- 193
- 194
- 195
- 196
- 197
- 198
- 199
- 200
- 201
- 202
- 203
- 204
- 205
- 206
- 207
- 208
- 209
- 210
- 211
- 212
- 213
- 214
- 215
- 216
- 217
- 218
- 219
- 220
- 221
- 222
- 223
- 224
- 225
- 226
- 227
- 228
- 229
- 230
- 231
- 232
- 233
- 234
- 235
- 236
- 237
- 238
- 239
- 240
- 241
- 242
- 243
- 244
- 245
- 246
- 247
- 248
- 249
- 250
- 251
- 252
- 253
- 254
- 255
- 256
- 257
- 258
- 259
- 260
- 261
- 262
- 263
- 264
- 265
- 266
- 267
- 268
- 269
- 270
- 271
- 272
- 273
- 274
- 275
- 276
- 277
- 278
- 279
- 280
- 281
- 282
- 283
- 284
- 285
- 286
- 287
- 288
- 289
- 290
- 291
- 292
- 293
- 294
- 295
- 296
- 297
- 298
- 299
- 300
- 301
- 302
- 303
- 304
- 305
- 306
- 307
- 308
- 309
- 310
- 311
- 312
- 313
- 314
- 315
- 316
- 317
- 318
- 319
- 320
- 321
- 322
- 323
- 324
- 325
- 326
- 327
- 328
- 329
- 330
- 331
- 332
- 333
- 334
- 335
- 336
- 337
- 338
- 339
- 340
- 341
- 342
- 343
- 344
- 345
- 346
- 347
- 348
- 349
- 350
- 351
- 352
- 353
- 354
- 355
- 356
- 357
- 358
- 359
- 360
- 361
- 362
- 363
- 364
- 365
- 366
- 367
- 368
- 369
- 370
- 371
- 372
- 373
- 374
- 375
- 376
- 377
- 378
- 379
- 380
- 381
- 382
- 383
- 384
- 385
- 386
- 387
- 388
- 389
- 390
- 391
- 392
- 393
- 394
- 395
- 396
- 397
- 398
- 399
- 400
- 401
- 402
- 403
- 404
- 405
- 406
- 407
- 408
- 409
- 410
- 411
- 412
- 413
- 414
- 415
- 416
- 417
- 418
- 419
- 420
- 421
- 422
- 423
- 424
- 425
- 426
- 427
- 428
- 429
- 430
- 431
- 432
- 433
- 434
- 435
- 436
- 437
- 438
- 439
- 440
- 441
- 442
- 443
- 444
- 445
- 446
- 447
- 448
- 449
- 450
- 451
- 452
- 453
- 454
- 455
- 456
- 457
- 458
- 459
- 460
- 461
- 462
- 463
- 464
- 465
- 466
- 467
- 468
- 469
- 470
- 471
- 472
- 473
- 474
- 475
- 476
- 477
- 478
- 479
- 480
- 481
- 482
- 483
- 484
- 485
- 486
- 487
- 488
- 489
- 490
- 491
- 492
- 493
- 494
- 495
- 496
- 497
- 498
- 499
- 500
- 501
- 502
- 503
- 504
- 505
- 506
- 507
- 508
- 509
- 510
- 511
- 512
- 513
- 514
- 515
- 516
- 517
- 518
- 519
- 520
- 521
- 522
- 523
- 524
- 525
- 526
- 527
- 528
- 529
- 530
- 531
- 532
- 533
- 534
- 535
- 536
- 537
- 538
- 539
- 540
- 541
- 542
- 543
- 544
- 545
- 546
- 547
- 548
- 549
- 550
- 551
- 552
- 553
- 554
- 555
- 556
- 557
- 558
- 559
- 560
- 561
- 562
- 563
- 564
- 565
- 566
- 567
- 568
- 569
- 570
- 571
- 572
- 573
- 574
- 575
- 576
- 577
- 578
- 579
- 580
- 581
- 582
- 583
- 584
- 585
- 586
- 587
- 588
- 589
- 590
- 591
- 592
- 593
- 594
- 595
- 596
- 597
- 598
- 599
- 600
- 601
- 602
- 603
- 604
- 605
- 606
- 607
- 608
- 609
- 610
- 611
- 612
- 613
- 614
- 615
- 616
- 617
- 618
- 619
- 620
- 621
- 622
- 623
- 624
- 625
- 626
- 627
- 628
- 629
- 630
- 631
- 632
- 633
- 634
- 635
- 636
- 637
- 638
- 639
- 640
- 641
- 642
- 643
- 644
- 645
- 646
- 647
- 648
- 649
- 650
- 651
- 652
- 653
- 654
- 655
- 656
- 657
- 658
- 659
- 660
- 661
- 662
- 663
- 664
- 665
- 666
- 667
- 668
- 669
- 670
- 671
- 672
- 673
- 674
- 675
- 676
- 677
- 678
- 679
- 680
- 681
- 682
- 683
- 684
- 685
- 686
- 687
- 688
- 689
- 690
- 691
- 692
- 693
- 694
- 695
- 696
- 697
- 698
- 699
- 700
- 701
- 702
- 703
- 704
- 705
- 706
- 707
- 708
- 709
- 710
- 711
- 712
- 713
- 714
- 715
- 716
- 717
- 718
- 719
- 720
- 721
- 722
- 723
- 724
- 725
- 726
- 727
- 728
- 729
- 730
- 731
- 732
- 733
- 734
- 735
- 736
- 737
- 738
- 739
- 740
- 741
- 742
- 743
- 744
- 745
- 746
- 747
- 748
- 749
- 750
- 751
- 752
- 753
- 754
- 755
- 756
- 757
- 758
- 759
- 760
- 761
- 762
- 763
- 764
- 765
- 766
- 767
- 768
- 769
- 770
- 771
- 772
- 773
- 774
- 775
- 776
- 777
- 778
- 779
- 780
- 781
- 782
- 783
- 784
- 785
- 786
- 787
- 788
- 789
- 790
- 791
- 792
- 793
- 794
- 795
- 796
- 797
- 798
- 799
- 800
- 801
- 802
- 803
- 804
- 805
- 806
- 807
- 808
- 809
- 810
- 811
- 812
- 813
- 814
- 815
- 816
- 817
- 818
- 819
- 820
- 821
- 822
- 823
- 824
- 825
- 826
- 827
- 828
- 829
- 830
- 831
- 832
- 833
- 834
- 835
- 836
- 837
- 838
- 839
- 840
- 841
- 842
- 843
- 844
- 845
- 846
- 847
- 848
- 849
- 850
- 851
- 852
- 853
- 854
- 855
- 856
- 857
- 1 - 50
- 51 - 100
- 101 - 150
- 151 - 200
- 201 - 250
- 251 - 300
- 301 - 350
- 351 - 400
- 401 - 450
- 451 - 500
- 501 - 550
- 551 - 600
- 601 - 650
- 651 - 700
- 701 - 750
- 751 - 800
- 801 - 850
- 851 - 857
Pages: