Important Announcement
PubHTML5 Scheduled Server Maintenance on (GMT) Sunday, June 26th, 2:00 am - 8:00 am.
PubHTML5 site will be inoperative during the times indicated!

Home Explore Huzur-Ahmet Hamdi TANPINAR

Huzur-Ahmet Hamdi TANPINAR

Published by eminyukseloglukaihl, 2019-10-21 14:04:43

Description: Huzur-Ahmet Hamdi TANPINAR

Search

Read the Text Version

sözüne devam için Mümtaz'ın kadehinindolmasını adeta aksilikle bekledi. O böyleydi;sözünün kesilmesini hiç istemez, konuşurkenaraya giren işlerin çabukça görülmesini beklerdi.Mümtaz kadehinin arasından Nuran'abakarak:-Madem ki öyle, cümlenin sıhhatine, dedi.-Hazin tarafı şu ki, bu cins azapları bütündünya bir asır evvel yaşadı, bitirdi. Hegel,Nietszche, Marx geldiler, geçtiler.Dostoyevski Suat'tan seksen sene evvel buazabı çekti. Bizim için yeni nedir bilir misiniz?Ne Eluard'ın şiiri, ne de Comte Stravoguine'inazabıdır. Bizim için yeni, en ufak Türk köyünde,Anadolu'nun en ücra köşesinde bu akşam olancinayet, arazi kavgası veya boşanma hadisesidir.Bilmem, fikrimi anlıyor musunuz? Suat'ı ithametmiyorum. Fakat onun meselelerininbugünümüzün, kendi günümüzün çerçevesinegiremiyeceğini söylüyorum.

Mümtaz kadehini boşalttı.-Ama bir noktayı unutuyorsunuz! Suathakikaten azap çekiyor.İhsan eliyle bir şeyi kendinden uzaklaştırdı:-Çekebilir... Ama bana ne? Benim ferdinpeşinde koşacak vaktim yok. Ben cemaat ilemeşgulüm. Sürüden ayrılanın arkasından anasıağlasın. Bilir misiniz bir gün bir mezat yerindebir yığın eski lokanta menüsü buldum. Bilmemhangi lokantanın talbdot menüsü. Galiba Hamiddevrinin ortalarına doğru. Baş tarafında o geceteganni edecek muganniyelerin adı yazılıydı.Suat'ın meseleleri benim üzerimde bu tesiriyapıyor. Gecikmiş şeyler... Herkes bir düşünceyiböyle dönülmez yere taşıyabilir ve oradaazdırabilir. Fakat niçin yapmalı? Zorlakendimize baş dönmesi yaratmaktan bir şeyçıkmaz ki. Biz yapacağı birtakım işi,mesuliyetleri olan insanlarız.-Ama, Allah ebedi meselemizdir.

-İnsan ve talihi de ebedi meselelerdir. Vebirbirine bağlıdır. Ayrıca halli imkansızmeselelerdir. Tabii iman edilmezse. İhsan bir müddet düşündü.-Biliyorum, bu tarzda konuşmağa hakkımyok. Elbette bütün ahlakımız ve iç hayatımızAllah fikrine bağlıdır. Bu satranç onsuzoynanmaz. Belki Suat'a biraz da bunun içinkızıyorum.Sözünü bitirmedi. Suat'ın konuşma tarzı onu,Macide'den fazla rahatsız etmişti. Suat, hayatlabarışma imkanlarını kökünden kaldırmışadamdı. Her an bir delilik yapabilirdi. Bunubilhassa Mümtaz'la ve Nuran'la konuşmasılazımdı. Fakat meseleleri bu tarzda almasıhoşuna gitmiyordu.Tevfik Bey, son derecede rahat bir edaylaönündeki dolmalardan birini tabağına aldı:-Bilmem. Nuran ne diyecek ama, çünkü dahaMümtaz işlerime karışmıyor, ben bu senenin son

patlıcanını yiyorum galiba.Gelecek sene de yiyebileceğime şüpheliyim.Yani Suat Bey oğlumuzun uğraştığı şeyleri bensizden evvel öğreneceğim.Son derece zalim ve asık bir çehre ilekendisiyle, Suat'la bütün hayatla ve yaklaştığınıduyduğu ölümle alay ediyordu. Beni asıl şaşırtannedir biliyor musunuz? Gençlerimiz eğlenmeyiunutmuşlar. Eskiden böyle miydi? Bu kadarinsan hem bu yaşta, bir yerde olsunlar ve bunlarıkonuşsunlar.Nuran:-Dayım, Suat'ı hiç sevmez, dedi. HattaYaşar'ın Suat'la dost olmasını da istemez. Fakatsiz ne derseniz deyin; bu gece ben hiçşaşırmadım. Suat oldum olası böyledir. Bir günBoğaz'da hep beraber gezinirken bir köpekyavrusunu, şartlarına göre fazla mesut diyedenize attı. Zorla kurtardık. Öyle de güzel şeydiki.

-Peki, sebep?-Sebep basit. Bir köpek bu kadar mesutolmamalıymış. Suat bu! O zamanlar, \"Canlı olanher şeye düşmanım.\" diyordu.İhsan bir teklifte bulundu:-Çocuklar, bu bahisten kurtulmamızıistiyorsanız Orhan'la Nuri bize halk havalarısöylesinler.Orhan'la Nuri bu kafilenin folklor tarafıydı.Ne kadar çok türkü bilirlerdi.Ve gece İhsan'ın düşüncesiyle yepyeni biristikamet aldı.Orhan'la Nuri ilk önce Tamburacı OsmanPelva'nın yaydığı o güzel Rumeli türküsünüsöylediler. Sesi, dik ve heybetliydi.\"Bulut gelir pare pareDördü aktır, dördü kare

Sen açtın kalbime yareYağma yağmur, esme deli rüzgarYarim yoldadır!\"Mümtaz, halk havalarının kendine has, elletutulur ıstırabını bir devaya kavuşmuş gibidinledi. Sanki birdenbire sert ve diriltici rüzgara,yenilmesi behemehal lazım güçlüklere, hayatınkendisine çıkmıştılar.\"Bulut gelir yer yaş olurİçer bade sarhoş olurYar kokusu bir hoş olur.\"Mümtaz bu derin ve çıldırtıcı hasretin kendiıstırabından çok ayrı bir şey olduğun anlıyordu.O bir asab bozukluğunun değişmiş şekli değil,

sıcak ekmek gibi hayatın kendisi ile dolu, onuyapan bir şeydi.\"Bulut gelir seher ileÇiçek açmış bahar ileHerkes kavuşmuş yar ile\"-İşte bunu sevmeliyiz. İhsan hakikatenmesuttu. Bütün hakikatler burada, bu enginmanada. Halkımıza ve hayatımıza ne kadaryaklaşırsak o kadar mesut olacağız. Biz butürkülerin milletiyiz. Sonra birdenbire Yahya Kemal'ın mısraınıhatırladı:\"Duydumsa da zevk almadım İslavkederinden..Var mı? Yok mu? Ben varım; yeter. Kendimeherkesten fazla hiçbir hürriyet de istemiyorum.\"-Fakat burada da azap var. Hem daha keskini?

-Hayır, burada yalnız söyleyiş var. Eğer butürkünün, buna benzerlerin kederi hakiki olsainsan kalbi yarım saat tahammül edemez.Burada biz kalabalıkla karşı karşıyayız. Tecrübebir kişinin değil, bütün medeniyetindir.Orhan'la Nuri birbiri ardınca Rumeli veAnadolu türkülerini söylüyorlar. Cemil onlaraneyle bazen yardım ediyordu. Sonuna doğruTevfik Bey:-Size gül ilahisini okuyayım, dedi. Trabzon'dadaha ziyade kadınlar söyler bunu.Mümtaz birdenbire Fra Flippo Lippi'nin Güllerİçinde Çocuk İsa tablosunu andıran bir kainatiçinde kaldı. Sanki ferahfezanın o hasretkasırgasında savurduğu bütün güller, bu eskiilahide toplanmıştı:\"Gülden kurulmuş bir pazarGül alırlar, gül satarlar

Gülden terazi tutarlarAlanlar gül, satanlar gül.\"Hicaz makamı birdenbire bütün bir baharolmuştu. Mümtaz'ın bu geceden hatırladığı sonhayal Nuran'ın bu gül tufanı içinden ve onlarınüst üste akislerini taşıyan, yorgun, süzülmüş,birkaç türlü düşüncede parça parça, fakat sakintebessümünde birleşen yüzüydü. Hayır. bütün oşüpheler, azapla birer vehimdi. Nuran'ıseviyordu.

9Nuran etrafının açıktan açığa kendisiylemeşgul olduğu bu sıkıntı devirlerinde yalnızMümtaz'ın sükunetine güvenebilirdi. HalbukiMümtaz bu güvene cevap verecek ruhhaletinden çok uzaktı. Bütün bu işleresoğukkanlılıkla ve sevdiği kadına itimatlabakacağı yerde ondan şüpheleniyor, onukendisini unutmakla itham ediyor, üst üsteyazdığı mektuplarda şikayetlerde bulunuyordu.Ne Fatma'nın bitmez tükenmez hastalıkları, neYaşar'ın çekilmez halleri, ne de etrafındedikodusu Nuran'ı Mümtaz'ın boş yereüzüntüleri kadar rahatsız ediyordu. Ötekiler,beraberce karşı koymağa karar verdikleri

güçlüklerdi. Fakat aşığının vaziyeti büsbütünbaşkaydı.Nuran: \"Niçin beni anlamıyor?\" diye şikayetederken, Mümtaz, \"Bu kadar basit bir işi ne diyeböyle içinden çıkılmaz bir hale sokuyor?\"derken ikisi de birbirini anlamamakta ısrarediyorlardı.Nuran'a göre Mümtaz'ın vaziyeti gayet basitti.Mademki seviliyordu, o halde sükunetle birtarafa çekilip beklemeliydi. Mümtaz ise,mademki seviyor, kendi saadeti için de bir anevvel kararını vermelidir, diye düşünüyordu.Sade bu taşınma keyfiyeti Mümtaz için biryığın sıkıntı olmuştu. İkinci bir ev kirası, döşememasrafı gibi şeyler ilk defa genç adamı tabiikazancının dışında yeni imkanlar aramağasevketti.Şimdi ikisi de İstanbul tarafında oldukları, kışortasında çıkılacak bir yokuş, bizim vapurtarifelerimizle o kadar güç bir seyahat halinegelen bir yakadan öbürüne geçme külfeti

olmadığı için daha kolay buluşabiliyorlardı.Hemen her gün Nuran Mümtaz'a gelebilecekti.Fakat bu sefer genç kadının hayatına büsbütünbaşka engeller girdi. Beyoğlu'na taşınmaklaNuran eski mektep arkadaşlarının, oldukçakalabalık bir aile muhitinin, Yaşar'ın bitmeztükenmez dostlarının, Fahir'in hısım veakrabasının ve nihayet Adile'nin ve ahbaplarınınarasına düşmüş oluyordu.Hemen hiç kimse onun vaziyetini anlamıyor,herkes bilerek veya bilmeyerek eski yaşayışınındevamını istiyor ve genç kadın hiç olmazsaevlenene kadar onu değiştirmeğe cesaretedemediği için bütün bu dostlukları kabulemecbur oluyor, davetler, toplantılar birbirinikovalıyordu. Öyle ki şubata doğru Mümtaz'aayırdığı saatlerin çoğunun öbürleri tarafındanzaptedildiğini görünce kendisi de şaşırmıştı.Fatma'nın yaz sonundaki hastalığının etraftauyandırdığı dedikodu olmasaydı bu kadar itaatlıolmayacak, kendi iç hayatını inkar etmiyecekti.Halbuki bütün bu ziyaretler, davetler, dostluklarbir yığın karışıklık çıkarıyordu. Mümtaz'la

beraber, hiç olmazsa bir müddet için bir aradagörünmemeğe karar vermişlerdi. Bir bakımagöre bu çok doğru bir şeydi. Fakat böyle ayrıyaşamaları genç adam için kolay olmuyordu.Hemen her gün şuradan buradan Nuran'ın dünakşam veya evvelki akşam bulunduğu davetin,eğlencenin, balonun hikayesi kendisinegeliyordu. İşin daha fenası, Mümtaz içinçocuğunu feda etti, ithamını üzerindenkaldırmak arzusuyle Nuran bu eğlencelerdeolduğundan çok başka görünmeğe çalışıyor,hakikaten eğlenmeğe, gülmeğe, ufak iltifatlarıkabul etmeğe kendisini mecbur sanıyordu.Öbür taraftan Yaşar'ın Mümtaz'ı kıskanmasıgenç kadının başına birtakım genç erkekmusallat etmişti. Yaşar, adeta \"Mümtaz olmasında kim olursa olsun\" diye düşünüyordu. Onakarşı garip bir düşmanlığı vardı. Onun gözündeartık iyi, kötü yoktu. Mümtaz ve Mümtaz'danbaşkaları vardı.Yaşar, bu düşmanlık içinde Adile'ye karşıolan kinini de unutmuştu. Hemen her gün onunevindeydi. Açıkça bir kelime söylemeden

işbirliği yapmışlardı. İkisi de er geç Nuran'ınAdile'ye doğru kayacağını tahmin etmişlerdi. İlkziyaret gününde \"evet, bu zavallı çocuğukurtarmalı yoksa mahvolacak\" diye anlaştıktansonra genç kadını Mümtaz'dan uzaklaştırmakiçin her türlü tedbiri beraberce sadecebirbirlerinin düşüncelerini kabul etmeklealmışlardı. Yaşar \"Yarın akşam dostlarla sizegeleceğiz.\" diye haber gönderdiği veya kısauğrayışlarında bizzat söylediği zaman Adile, buhaberin veya vaadin altında \"Siz Nuran'ıçağırırsınız, hatta icapederse ısrar edersiniz.\"cümlesini kendiliğinden buluyor, o böyleceNuran'la Mümtaz'ın bir hafta evveldenverdikleri, o akşamı başbaşa geçirmek kararıbirdenbire çıkan bu engelle karşılaşıyordu.Bütün bu tesadüfler, oyunlar, Nuran'da yavaşyavaş neticelerini vermeğe başlamıştı. Gençkadın, düşüncesinin, hiç olmazsa bu davetlerdeve toplantılarda Mümtaz'dan uzaklaştığınıhissediyordu. Etrafın tecessüsünden, hayatınıdidikleyen dedikodudan kurtulmak için sakingörünmeğe çalıştıkça bu yeni muhite ve onun

tesadüfe göre getirdiklerini yaşamağa alışmıştı.Kaldı ki, Mümtaz'ı düşünmemek, Fatma'yıdüşünmemek, son altı yedi ay içinde hayatınıistila eden bir yığın üzüntüden kurtulmaktı. Bubiraz da dışarıdan içeriye doğru bir hücumabenziyordu. Ve Nuran sonuna doğru kendisinecebreden şeylerin çoğunun hoşuna gittiğini,etrafındaki bu kalabalığın, hayranlıklarla veeğlence ile dolu hayatın hoşuna gittiğini gördü.Vakıa içinde daima konuşan Mümtaz'ın sesinisusturmak için sık sık kendisine, \"Neredeolursam olayım, ben Mümtaz'a aitim.\" diyordu.Fakat bunu söylerken, bulunduğu yerleMümtaz'ın yanında bulunmak arasındaki farkgözünden kaçmıyordu. \"Çin'de bulunsam biledüşüncem onundur.\" diyordu. Fakat bu daimaonun olan düşüncesine mukabil tebessümleri,konuşması, neşesi başkalarınındı; başkaerkeklerin kolları arasında dans ediyor, Mümtaz'ımeşgul eden meseleye hiç benzemeyenmeseleler üzerinde konuşuyor, onunla başbaşaoldukları veya yalnız onunla meşgul olduğuzamanlardaki gibi düşünmüyor, yaşamıyordu.

Öyle ki, kışın ortasına doğru kendisinihakikaten bu ruh dağınıklığına alışmış buldu.Hiç olmazsa evinde değildi. Hiç olmazsaannesinin gizli gizli baş sallayışlarını, Fatma'nınaçıktan açığa düşman bakışlarını görmüyordu.Hiç olmazsa bu kalabalıkta kendinidinlemiyordu. O yaz sonunda Mümtaz'ın dediğigibi evlenerek bu işi kökünden çözmemekle nekadar hata ettiğini şimdi anlıyordu.Her hafta bir iki defa Mümtaz'la buluşmasınıgenç adam için olduğu kadar kendisi için de kafibuluyor, fakat bu saadetin Mümtaz için neleremal olduğunu hiç düşünmüyordu.Mümtaz'ın günleri garip ve zalim bir bekleyişiçinde geçiyordu. Taksim'deki apartıman küçükve güzeldi. Mümtaz bu ikinci ikametgahakitaplarının bir kısmını taşımıştı. İstanbul'ainmediği geceler orada kalıyordu. BöyleceNuran'a göre Mümtaz, çalışabileceği bir yerde,kendi evinde idi. Onu gelip gördüğü zamanlar,işinin arasında gelip görmüş oluyordu.Nuran böyle düşünmekle Mümtaz'ı neye

mahkum ettiğini düşünmüyordu. Düşünse bilebir şey yapamazdı. Kendince güç gördüğü şeyinkarşısında bütün hamlesi kırılan kadın ruhuçoktan beri bu münasebeti Mümtaz'ın hatırı içindevam ettirdiği düşüncesini ona vermişti.Bu yüzden Mümtaz'ın günleri iki oda ile birholün arasında tek başına beklemekle geçiyordu.Nuran çok defa ya vaktinde gelemez, gelse bilebu geliş kısa bir uğrayıştan ibaret kalırdı. VeMümtaz onu kaçırmamak için bazen bütün gün,bazen da Nuran'ın gelmesi ihtimali olmayansaatler hariç, üç dört gün üst üste evindebeklerdi.Bu hakiki bir azaptı. Nuran'ın vadettiği saatekadar çalışmak, bir şeylerle oyalanmak kabildi.Fakat kararlaştırılan saat yaklaştıkça beklemekdenen şey, insanın o kapı eşiğinde, zilde vesaatte parça parça ve sadece helecan yaşayışıbaşlardı. Mümtaz bu saatleri bir nevi baş ağrısıduymadan, kapalı bir odada yaşamanın verdiği oacayip üzüntüyü asabında hissetmedenhatırlayamazdı.

O haftalar ve aylar boyunca gün denen şeyisatıcı sesleriyle rahatsız sinirlerinde yaşadı.Bunlara evvela hiç dikkat etmezdi. Kendimiziverdiğimiz düşüncenin arasında, hepimizin alışıkolduğumuz bu seslerin, kendilerini göstermeden,adeta bir metinde lüzumsuz bir virgül, bir noktagibi gelip geçişleri vardır. Sonra yavaş yavaşzihin sadece bekleyişten ibaret bir hayatabaşlayınca bu sesler günün merhalelerini işareteden alametler olurlar, nihayet vakit gelip deNuran gelmeyince daha evvelki tecrübelerin acıhatıralarına kalb olurlardı. Saat ona doğruyoğurtçunun sesi, sadece ev kadınlarına ilkkolaylığı bahşetmekten başka bir şey ifadeetmezken, on ikiye doğru adeta düşüncesiniNuran'ın gelişi meselesinde teksif etmeği gençadama hatırlatır, ikide aynı satıcı aynı sesleNuran'ın gelmesi saatidir, diye haykırır, üç, üçbuçukta -Bugün de geçen haftaki gibi olacak,gelmeyecek!- der, akşama doğru ilk karanlıkarasında bağırdığı zaman ise bu sesinkıvrımlarında \"Ben sana söylemedim mi?\" gibibir nevi hitap başlardı.

Mümtaz için, Nuran'ı beyhude yere beklediğibu günlerde, saatler, ümitten ye'se doğru ağırağır çehresi değişen bir mahluktu. Sabahleyinümidin beşuş çizgileriyle gülümser, öğleyedoğru şüphe ile sevinç arasında üzülür, ikindidebütün çizgileri kapanır, akşama doğru renksiz,manasız bir benzeri olurdu.Bu esnada, apartımanda ziller çalınır, komşukapıların önünde konuşmalar olur, yan katta,yemek masasının hazırlıkları başlar; çatal, bıçakgürültüleri, radyo sesleri birbirine karışır; sonramerdivenlerden acele çıkış ve inişlerpeydahlanır, nihayet bütün apartıman, sessizliğegömülürdü. O zaman Mümtaz'ın bütün dikkatiister istemez sokağa açılırdı.Saat üç buçukta, en üst kattaki Rum ailesininsepeti aşağıdaki sebzeciye uzanır, karışık birdille yukarıdan aşağıya ve aşağıdan yukarıya birkonuşma başlar, karşı berber dükkanındakimanikürcü kadın, evlerde çalışma saati geldiğiiçin sokağa koşar, fakat mahalle hakkında tambir tekmil haberi almadan sokaktan ayrılmakistemezmiş gibi, kolacı kadınla, bitmez

tükenmez, -onun tarafından sadece hayret,kolacının madaması tarafından yalnız sır tevdiişeklinde- konuşmasına başlar, yanıbaşındaapartımanda piyano dersinin akisleri Mümtaz'ınyalnızlığına her perdeden Do'ların Mi'lerinkapalı işaretlerini atardı. Bu sadece kulağında vebiraz da gözünde yaşamaktı. Çok defa Nuran'ıngelişi bu üzüntülere nihayet verirdi. Fakatgelmediği günler, geceyi, onu görmedengeçirmek azabıyle korkunç olurdu.Mümtaz böyle zamanlarda sevgilisinin evinekoşar, onu evde bulamazsa, Tevfik Bey'le,annesiyle biraz konuşur, beklemeğe çalışırdı.Bazen de, herşeye küskün, evinde kalırdı.

10O pazartesi akşamı da böyle olmuştu: Saataltıda, fakülteden Taksim'e döndüğü zaman, üçgün evvel Adile Hanım takımının, Suat ve Nuranda beraber olmak şartiyle, İstanbul'un kalabalıkbir gazinosunda geçirdikleri gecenin haberinialdı. Bütün havadisini vermek için adetayakasına asılan zavallı bir budala, uzaktan şahitolduğu eğlenceyi, hanımların kıyafetlerini,Suat'ın neşesini, kadeh kaldırışını, gürültülügülüşünü unutmamak şartiyle herşeyi, anlatmıştı:-Ben yalnız başıma idim. Doğrusu, sen oradaolsaydın, gelir, katılırdım. Hatta bir müddetbekledim bile. Ne kadınlar, azizim! Ne kadınlar!Bunu söyleyen, Nuran'la Mümtaz'ın

münasebetini bilmiyordu. Yalnız Sabih'ledostluğunu biliyordu. Onun için rastgelekonuşuyordu:-Hele, Suat Bey'in metresi olacak galiba, birhanım vardı.Sonra birdenbire, eğlence ümitlerini boşaçıkartmış olmasını affetmiyormuş gibi:-Birader, sen de etraftan öyle bir çekildin ki.Yoksa bir şey mi yazıyorsun? Galiba faaliyetsahan değişti? Ama, bu kadar da olmaz. Bariçıktığın yeri söyle de gelip seni bulalım. Hem,bir gün beraber gideriz, olmaz mı? Senindostların. Zaten nereye gitsen oradan dahaeğlencelisini bulamazsın.Mümtaz daha fazlasını dinlemedi. Bu budalasineğin ve bedava eğlence düşkününün yakasınıbir türlü bırakmayan elini adeta zorla iterekuzaklaştı. Birkaç dakika daha kalsa adamı oradadövmeğe mecbur olacağını biliyordu. İçindeNuran'a karşı acayip bir hiddet peydahlanmıştı.O cuma gününü Mümtaz, evde Nuran'ı

beklemekle geçirmişti. Genç kadın bir gün evveltelefonda, geleceğini o kadar kat'i vadetmişti ki.Sonra, fazla ümitten, ıstıraptan yorgun, hiçbirtarafa çıkmadan yatmıştı. Üstelik bütün geceyi,bu kat'i vaad yüzünden, genç kadın içinherhangi bir üzüntü korkusuyle geçirmişti. İkidebir uyanıyor, cıgara içiyor, odasında dolaşıyor,pencereyi açarak sokağın sessizliğini dinliyordu.Şimdi ise, kendisi için o kadar azaplı olan bugeceyi sevgilisinin nerede geçirdiğini, sırtındahenüz görmediği yeni elbisesi ve saçlarınıntuvaletine kadar haber vermişlerdi.Bu havadisten sonra Mümtaz'ın eve gitmesiçok güçtü. O yalnızlık, sükut, ümitsizlik hissi,içinde zehirli bıçaklar gibi çalışan hiddet vekin... Bunları o kadar iyi tanıyordu ki... Aceleacele, Beyoğlu'na doğru yürüdü. İkide birduruyor; demin işittiği cümleyi kendi kendinetekrarlıyordu:-Galiba Suat Bey'in metresi olacak. Fakatniçin olmasın? Birdenbire küçük bir teferruatı hatırladı.

Nuran, bir gün beraber çıkarlarken, \"Maviboyunbağını niye takmıyorsun?\" diye sormuş veSuat'ın üç gün evvel boynunda gördüğü birboyunbağını tarif etmişti. Bu alelade dalgınlıkveya karıştırma şimdi onu çıldırtıyordu. Budaima böyle olurdu.Mümtaz, hariçten gelen tesirlerin altında bütünkonuştuklarını yeni baştan hatırlar, genç kadınınher sözünde, her jestinde ihanet delilleri arardı.Sevdiği bir şairin, \"canilerin dostu\" diyeanlattığı trajik akşam yavaş yavaş karanlık vesisli bir geceye yerini bırakıyordu.Mümtaz, dükkanların, bu kömür ve siskokusu içinde daha değişik görünen aydınlıkvitrinlerine baka baka caddede yürüdü. Nereyegitmeliydi? Vakıa içindeki sefaleti beraberindetaşıdıktan sonra her yer birdi. Sonra, bir yeregitmek, insanlarla temas etmekti. HalbukiMümtaz, insanlardan kaçıyordu. Onlarınanlamamazlığından haraptı. Onlar meselesizyaşıyorlardı. Yahut da. \"Yahut da ben çokbiçareyim\" diye düşündü. \"Ne yapmalı? Nereye

gitmeli, Yarabbim?\" Birkaç dakikada kıskançlıketrafında ve içinde vehimden, azaptan, o çılgınve muazzam makinesini kurmuştu. Sanki birörümcek durmadan çalışıyor, çelik ağlarınıörüyordu.Bu kıskançlıktı. Aşkın öbür çehresi olankıskançlık. Bütün hazların ve saadetlerin, bizimesut eden tebessümlerin, ahitlerin, ümitlerintekrar gerisin geriye dönüp, keskin bıçaklar, çoksivri neşterler halinde içimize saplandığıkıskançlık. Mümtaz'ın aylardır tanıdığı ve tattığıbir şeydi bu. Çoktan beri aşkın kadehi ondaikileşmişti. Birisinden çıldırtıcı ihsasların içkisiniiçerken, her dakikası bir duaya benziyensaadetinin ortasında, birdenbire bir el avuçlarınınortasına ikincisini sıkıştırıyor; birdenbire enihtişamlı sarhoşluktan, sefil acıların, küçükduyguların, zelil şüphelerin alemine uyanıyordu.Sanki kafasının bir tarafında çok zalim, aklagelmedik işkencelerden hoşlanan bir sihirbazvardı. Birkaç saniye içinde, etrafındaki herşeyideğiştiriyor; mevcudu ortadan yok ediyor,mevcut olmayanları getiriyor, sade yaşadığı anın

değil, bütün mazisinin, geçmiş günlerininçehresini ve manasını bozuyor, yalnızlıksaatlerinin lezzeti olan her hayalini tükenmez birzulüm haline sokuyordu. Ve Mümtaz, içinde hiçtanımadığı bir hiddetle, onun sivri, kemiricisesini, sinsi kıvranışını duyuyordu.Yeni çiselemeğe başlayan yağmurun altındave keskin soğukta acele acele yürüyor, ikide birdurup kendisiyle konuşuyor, hareketlerinikontrol edememek acziyle çıldırıyordu. Fakat nebu acele ve sağa sola çarpma, yürüyüş, ne ikidebir -hiç tanımadığı cinsten mahluklar gibi-karşılaştığı insanlar, görmeden baktığı mağazavitrinleri, içinde gittikçe artan rahatsızlığı, ogürültülü hiddeti ve kendisini yapayalnız vebiçare bulma hissini, biraz dahaderinleştirmekten, her an daha çoğalmaktan,daha tahammül edilmez şekilde kesik veöldürücü olmaktan menetmiyordu. Ah, bir tarafakapanıp ağlamak ne kadar iyi olacaktı. \"Nekadar sefilim, sefil ve biçare.\" Hiç duymadığışekilde bedbahttı.Birdenbire Sabih'lere gitmek, orada hepsini

beraber bulmak arzusuna kapıldı. Çağrılmadığıbir eğlencenin ortasında onları görmek istiyordu.Bu gece Nuran orada olmalıydı ve şüphesiz Suatda beraberdi. Onları hepsini bir arada görmek buanda en büyük ihtiyacı olmuştu. \"Herşeyiöğrenmeliyim.\" Fakat neyi öğrenecekti?Öğreneceği ne kalmıştı? \"Galiba Suat Bey'inmetresi olacak.\" Biraz evvel rastgeldiği adamınbu cümlesi kafasından hiç çıkmıyordu. Demekki, dışarıdan ufak bir bakış, şöyle bir dikkatle buhüküm verilebiliyordu.Yavaş yavaş Talimhane'ye doğru tekraryürümeğe başladı.Taksi sesleri, kornalar, çok rutubetli havadakeskinliklerini kaybetmişler, yüksek bir yerdenatılan bir şilte gibi yayılıyorlardı. Bir adam,kolundan tutarak, bir otomobilin hemen hemenaltından onu çekti. Mümtaz o kadar dalgındı ki,adama teşekkür edemedi. Ancak beş on adımötede işi anlıyabildi; ve dönerek: \"Niçin yaptınbu işi? Neden bırakmadın? Herşey bu andabitebilirdi.\" diye baktı. Fakat adam, gece içindekaybolmuştu.

Sabih'lerin evi; salon, yemek odası, küçükbüro, hulasa caddeye bakan bütün cepheaydınlıktı.-Muhakkak burada, diye tekrarladı ve kapıyadoğru yürüdü. Fakat kapının önünde birdenbire durdu. \"Yahakikaten oradaysalar, ya onları berabergörürsem?\" Cesareti, hatta deminki hiddetibirdenbire kırılmıştı. Şimdi sade, haftalardıruğramadığı bu eve, bu kadar perişan bir yüzleve sırf kendisini aramak için, böyle birdenbiregirmesinin, Nuran üzerinde yapacağı tesiridüşünüyordu. Onun böyle zamanlarında,Nuran'ın yüzü o kadar değişir, o kadar mahzunve serzenişle dolu gözlerle bakardı ki. Yavaşçaevin kapısından uzaklaştı. Sanki gecikmişmisafirlerin kimler olduğunu görmemek içinyolda hiç kimseye bakmadan, adeta etrafınıgörmemeğe çalışarak yürüyordu.İlk katlardan birinde, bir radyo açıldı. Vebirdenbire Mustafa Çavuş'un türküsü bu kışgecesi, sokağı kapladı: \"Şahane gözler şahane\"

Mümtaz'ın içi burkuldu. Bu, Nuran'ın en sevdiğişarkılardan biriydi. Tekrar acele acele yürümeğebaşladı. Fakat musıki, zalim bir melek olmuş,onu peşinden kovalıyor, sarsıyor, altınaalıyordu. \"Niçin, niçin böyle olsun?\" İkide birelini alnına götürüyor, çok kötü bir düşünceyikendinden uzaklaştırmağa çalışıyordu.Böyle ne kadar yürüdü? Nerelerden geçti?Bunu kendisi de pek bilmiyordu. Birden kendikendine: \"Bir şeyler içsem.\" dedi.Tünel taraflarında küçük bir meyhaneninkapısı önündeydi.Yanmış zeytinyağ kokusu, Rumca şarkı,garson bağırışları, havada uçar gibi hazırtebessümler, alkol ve cıgara dumanı içinde birköşeye büzüldü. Hiç eski Mümtaz değildi.Küçük, çok küçük bir şey olmuştu. Etrafındakigürültüye rağmen kendi içindeki sesler devamediyordu. Eviç, elden çıkmış vatan parçalarındantopladığı hava ile hala hayalinde konuşuyor,Nuran'ın güzelliklerini, insan talihininacılıklarını, eski Tuna boyu ayan konaklarının,

unutulmuş şehirlerin hatırasından onasunuyordu: \"Eviç, Rumali'nin hüseynisidir.\" diyedüşündü.Meyhane, ağzına kadar doluydu. Herkes şarkısöylüyor, gülüyor, konuşuyordu. Yakınlardagelmiş ve birdenbire meşhur olmuş bir Yunanopereti trupunun ağzından toplanmış birkaçşarkı her masadan ayrı ayrı yükseliyordu.Dostlariyle gelmiş işçi kızlar, evlerinden, o geceberaber eğlenmek için alınmış fahişeler, bekarmemurlar, bilmediğimiz ihtisaslariyle gündelikhayatımızı yapan, elleri nasırlı vardakosta işçiler,hepsi kendi insanlık yükleriyle, ayrı ayrıdiyarlardan gelmiş küçük kervanlar gibi buraya,alkolün su başına, bu hep bir arada paylaşılanacayip inzivaya konmuşlar, mizaçlarının vetalihlerinin kendilerine emrettiği susuzluğu, -kimi unutmak, kimi hüzünlü hatırlama, kimihayvani hazlar- kandırmağa çalışıyorlardı.Alkol bazılarının yüzünü bir sünger gibisilmişti. Bir kısmının yüzü ise aydınlık birmağaza vitrini gibi parlıyordu. Fakat hepsindeonun verdiği yarım uykunun altından bir irsiyet,

gömülü bir his, alçakça bir tasavvur, doludizginkoşmak, kendisini her ne pahasına olursa olsuntatmin etmek isteyen arzu, kin, öldürme ihtiyacı,ertesi sabah unutulacak veyahut daha hazinibütün ömrünce devam edecek fedakarlık hissi,uzun zaman karanlık ve rutubette beslenmişhayvanlar gibi uyanıyorlar, tırmandığı kayaparçasında ve güneş altında ısınan kertenkelelergibi canlı ve dikkatli bekliyorlar, sonra acayipbir değişiklikle ellerine geçirdikleri bu insanmalzemesinin, bu küçücük ve canlı şeyin yerinialmağa çalışıyorlardı. Hepsini adım adım kendimüntehalarına, her insanda mevcut o sadece birtek an olmak iddiasına, ölümle hayatın müşterekmanasını taşıyan o keskin bıçak sırtınataşınmağa çalışıyorlardı.Kaba, iğrenç, ulvi, veya budala, dünyadan elçekmiş, veya sadece iştiha, herkes tek bir şeyolmağa doğru gidiyordu. Bir kısmı ise sadecedağılıyordu. Bir duvara atılmış gevşek bir buzparçası gibi görünmez zerreler halinegiriyorlardı. Bunlar ömürlerinin tecrübesinihenüz benimsememiş, yahut hiç

benimsenmiyecek yumuşaklar, hülya adamları,biçareler, ya hakikaten yahut talihlerinin icabıgarip bir mürahiklikte kalanlardı.Küçük ve tecrübesiz bir orospu, esmer ve cılızvücuduyle çamurda kalmış bir mısır koçanınabenziyen biçare bir mahluk, dirseğini aşığınındizine dayamış, ona yavaş bir sesle şarkısöylüyordu. Sesi ekşimiş ve küflü bir hamurabenziyordu. İkide bir hıçkırıyor, gırtlağına kadaryükselen alkolün tazyiki altında yüzü değişiyor,fakat hıçkırık kesilince şarkısına devamediyordu.Biraz ötede, üç erkek tek başlarına oturmuşlar,konuşuyorlardı. Birinin elleri masanın üstünde,mütemadiyen tempo tutuyordu. Ortadaki,hayatının zafer anlarından birini yaşadığımuhakkak olan bir zavallı, -ellilik bir adam-yavaş ve ahenkli olmasına çalıştığı bir seslekelimeler üstünde durarak, dinlenerek bir şeylersöylüyor, bazen iki eli birden meze tabaklarınınüstüne uzanıyor, onlara dokunmadan planlarçiziyor, her sözün nihayetinde öbürlerininyüzüne bakıyor; kendi ehemmiyetinin idraki

içinde kim bilir hangi hayali binayı, o hiçtahakkuk edemiyecek hülya saraylarından birinikurmağa çalışıyordu. Bu, fikri bulan adamdı.Yarın sabah unutursa ne çıkar? Akşamleyintekrar burada, bu veya buna benzer bir masanınbaşında onu daha zengin bulacaktı.Mümtaz, elleriyle durmadan tempo tutangencin yüzüne baktı.Mümkün mertebe bu hakikatler ocağındanuzak kalmağa çalışır gibi bir hali vardı. Onun,fikrin sahibini kıskandığı, düşüncesinin onunladövüşmemesinden mustarip olduğu muhakkaktı.Bununla beraber, dalgınlığın arasından onudinliyordu. Ötekinden, asıl hayran görünendenziyade sahte dalgınlığı içinde ne bir kelimeyi nede bir jesti kaybediyordu. Nefretle, kıskançlıkla,her kelimeye içinden ayrı ayrı itirazlar ederekdinliyordu. Yarın bu kelimeler aynıyle ağzındançıkacak, bu jestler tekrarlanacaktı; başka türlüolmasına da imkan yoktu. Mümtaz bir dahabütün bir şüphe içinde gencin yüzüne baktı.Daha ziyade, kapanmış bir avuca, ağlamağa,saklamağa mahsus şeylerden birine benziyordu.

O kadar sert ve haris bir hoşluğu çerçeveliyordu.Onların yanıbaşlarında geçkin, fazla düzgünlübir kadın, başını genç bir erkeğin omuzunadayamış, söylediği şeyleri dinliyordu.Arada sırada, çok nazlı olmasını istediğimuhakkak olan bir sesle yavaşça gülüyor, sonrakadehini yakalıyor, birkaç yudum içiyor, tekrarerkeğin omuzlarına yaslanıyordu. Uzaktan birgarson, kim bilir kaç senenin tecrübesi arasındanonların haline gülüyordu.Mümtaz için bu ses, bu kireci rutubetlekabarmış duvarlara benziyen kaba, tecrübelerikendisine yabancı, iptidai kadın yüzü, bu baygınve cıvık bakış, garsonun sessiz gülüşününyanında bütün fecaatini kaybediyor,ehemmiyetsiz bir şey kalıyordu.Muhakkak, garson, insan sarrafıydı. İnsansarrafı. Ve sadece çocukluğundan beri işittiği butabirin korkunç delaleti altında çıldıracak gibioldu. Demek ki, ömür tecrübemiz bizi bu hiçbirşeye inanmayan, acınacak şeylere bu kadar

şüpheci ve zalim güldüren bir bilgiyegötürebiliyordu. Demek ki, beşeri dediğimiz şeysadece okur yazarın, yarı meczubun, kendiiçindeki müphem parıltıları hakikat güneşisananların vehmiydi. Beşeri, hayatın içindedeğildi; sadece bir düşünme şekli idi. Budüşünce onu birkaç ay evveline, Emirgan'dakibüyük geceye, İhsan'la olan münakaşalarınagötürdü. Tıpkı köşkün sofrasında olduğu gibiPlaton'u koltuğun altında Republika'sı ile, gurbetyollarında gördü.Fakat düşüncesi burada birdenbire kesildi.Nuran'ın yüzü cıgara dumanı, alkol kokusu,yapışkan seslerle dolu meyhanenin havasındasanki kendi düşüncesinden, bir an için olsa dahi,bu kadar mahzun bir şekilde ayrılmağa razıdeğilmiş gibi, karşısına çıktı.Tekrar sokağa çıkmak, tekrar başıboş yollardayürümek, birtakım insanlara çarpmak,otomobillerin altından, güçlükle kurtulmak içinsokağa çıkmak, gayesiz harekette içindekişeyleri koşturmak istedi. Nuran'ın yenileşendüşüncesi o kadar kuvvetliydi ki, bir an

boğulacağını zannetti. Sonra tekrar kadehinesarıldı. Alkol, alkol bir şey getirmeliydi. -Evet, insani tecrübe, insanın dışında, diyetekrarladı. Bunun gibi güzel, mutlak, mesut ve yüksekherşey insanın dışındaydı. Derin düşüncehepsini inkar ediyordu. Derin ve sağlamdüşünce, bir tek noktaya bakardı: Ölüm! Veyabaşıboş çılgınlık, yani hayat! Mümtaz, buikisinden hangisi, acayip ve mantıksız hayat mı,yoksa zaruretlerin efendisi ölüm mü girecek diyekapıya bakıyordu. Kapı açıldı. Genç bir kadınla,üç erkek içeriye girdiler, yanındaki masayaoturdular. Mümtaz bu masanın ne vakitboşaldığını, bir türlü hatırlayamadı. Ve o zamandikkatlerinin ne kadar satıhta dolaştığını anladı.Belki de gördüğünü sandığı şeylerin hiçbiriyoktu. O, çamura düşmüş mısır koçanınabenziyen kızcağızı, o garsonu, ve bir azap gibikendisine musallat olan tebessümünü, kollarınınbilezikleri bir eski zaman devesinin çanları gibişıkırdayan orta yaşlı, düzgünlü kadını, hepmuhayyilesi uydurmuş olabilirdi. Bu düşünce ile

korka korka etrafına baktı. Garson son derecedeyılışık bir tebessümle, yeni gelenlerle meşguldü.Nazik ve maharetli olmasını istediği bir elişaretiyle genç kadına zeytinyağlı fasulye, turşu,lakerda ve şiş kebabı tavsiye ediyordu. Fakatelin hareketleri hiç değişmiyor, bütün bu başkayerlerde bulunması imkansız nimetler gençkadının burnu dibinde hava boşluğunabirleştirilmiş iki parmağın üst üste çizdiği ufkiçizgilerden doğuyorlardı. Küçük kız, halaşarkısını söylüyordu. Fakat bu sefer gözlerindebir yaş damlası vardı. Orta yaşlı yosma, aşığınınomuzundan, bir gözü kör mandolinciye türküısmarlıyordu.Genç adam, burada ne işim var? diyedüşündü. Alkol kendisine hiçbir teselligetiremezdi. Onda unutmanın cennetinibulanlardan değildi. Bu kalabalığa gelince... Birgün hiç istemeden Nuran'ı kaybederse nasıl olsabuna benzer yerlerde yemek yiyecek, bukalabalıktaki insanların itiyatlarına benziyecekitiyatlar alacak, bu kadınlara benziyen kadınlarıistiyecekti: Ve sadece bu ihtimalle yarı çılgın

yerinden fırladı.

11Eve geldiği zaman saat on bire yaklaşıyordu.Kapının önünde bu gecenin münasebetsizliğinidüşüne düşüne anahtarını ararken kapı açıldı.Karşısında Nuran vardı. İlk önce, Tevfik Bey'e,annesine veya Fatma'ya ait bir fena havadisişiteceğim zanniyle korktu. Fakat Nuran'ınsırtında, bir hafta evvel, onun için Kütahyalı birkadından satın aldığı eski zaman elbiselerinigörünce bunun sade beklenmedik bir saadetolduğunu anladı.Genç kadın, perşembe günü, söz verdiğisaatte Mümtaz'a gelmek için yola çıkmış, fakattam kapının önünde Suat'a rastgeldiği içingirmeğe cesaret edememişti. Suat'a iki haftadir

bu sokakta rastlıyordu. Fakat bu sefer Mümtaz'ınakrabası muhasarayı ilerletmiş, tam kapınınönünde bir boyacıya ayakkabılarını boyatıyordu.İster istemez, dönmüş, Sabih'lere gitmiş, oradanda Arnavutköyü'ne gitmeğe karar vermişlerdi.Mümtaz'a, arkadaşı tarafından o kadar mübalağaile anlatılan gece, buydu.-Hiç rahat etmedim. Ama, hiç! Suat'la her ankavga edebilirdim. O da, hiç beklemediğimşekilde mahçuptu. Her an, vaziyet üzerindekonuşmağa mecbur olmaktan korkuyordum.Fakat iyi oldu.Ve Nuran, muammalı şekilde güldü. Mümtazanlamamış gibi baktı:-İyi oldu; çünkü kararımı verdim. Bu ruhserseriliğinden bıktım artık. Zaten annem dedeğişti. Tevfik Bey ise sabah akşam ısrar ediyor.Onlar bugün Bursa'ya gittiler. Bir haftakalacaklar. Biz de bu işi bitiririz. İhsan'ıntanıdıkları bize bunu çarçabuk yaparlar.Bu, Tevfik Bey'in fikriydi. Tevfik Bey: \"İhsan,

size bu işi çarçabuk bitirir.\" diyordu.Hakikatte genç kadın, son günlerde garip birkorkuya düşmüştü. Kendisini o kadar erkeğinbirden içinde gördükçe hayatını hiç idareedemiyor, sanıyordu. Bir çalışma, bir gaye içinerkek arkadaşlığını kabul edebilirdi. Fakatsadece, başıboş eğlenmek için.-Bu akşam da Sabih'lerde toplantı var. Sabih,fayans işinde kendisine yardım eden mühim biradama ziyafet verecekmiş. Beni de zorladılar.Hem bu sefer Sabih'in kendisi. Ben de gitmemekiçin, altıda buraya geldim.Mümtaz, daha ne gibi güçlükler çıkacağınıbilmiyordu. Fakat bir hafta beraberdi.-Saat altıda geldim. Beraber bir yerde, yahutevde başbaşa yemek yeriz, diye. Sen yoktun,ben de çarnaçar bekledim. Sonra elbiselerigördüm, benim için olduğunu anladım,giyindim; işte böyle.Eliyle çocukça bir işaret yaptı.

-Peki, ya yemek?-Sümbül Hanım, tabii ikram etti, ama ben, senibekledim. Sen neredeydin?Mümtaz geceyi, hislerinin ve düşüncelerininüstünde durmamak şartiyle, kısaca anlattı. Nuranhep başını sallıyarak dinliyordu. Sonunda:-Bunlar manasız şeyler. Fakat senin de hakkınvar.Mümtaz:-Ya Sabih'lere girseydim? diye üzülüyordu.-Evleneceğimize göre, onun da ehemmiyetiyok. Yalnız, ben, sana mühim bir şeysöyliyeyim: Ben evin anahtarını kaybettim, ya;Suat'ın bulmuş olmasından korkuyorum. Suat buevi biliyor. Hep etrafında dolaşıyor.-Madem ki evleneceğiz?-Evet, dayım ısrar ediyor. Hatta annem de.

Bilir misin, ben de korktum artık.Nuran, açık turuncu cepken, mor kadifeyelek, yine turuncu şalvar içinde, o kadar sırmave işleme arasında bir mücevher gibiydi. Kendiside elbisesine pek bayılmıştı. İkide bir aynayabakıyordu.-Peki, saçlarını bu hale nasıl koydun?-Evde ayna, tarak yok değil ya? SümbülHanım da bana yardım etti. Sümbül Hanım'ınçürük dişlerinin arasında çok tatlı bir tebessümvardı. Suat'ın çılgınlıklarından, Yaşar'ınihtibaslarından çok başka bir dünyadaydı.-Fakat Nuran, biliyor musun, seni görenler bireski zaman masalını yaşıyor sanacaklar. Nuran; annesinden, ninesinden, gezdiğimemleketlerden öğrendiği türküleri söylemekistiyordu. Mümtaz, hakikaten, ömrünün değişikbir tarafını yaşadığını sanıyordu.-Sana şimdi nasıl bir ad takalım, Nuran?

-Benim adım bana yeter. Sonra ilave etti: -Ninelerimizin hayatı hiç de kötü değilmiş. Birkere, gayet iyi süsleniyorlarmış!Baksana şu elbiselere.Ve Nuran, bir türlü önünden ayrılamadığıaynada kendi hayalini seyretti:-Tam Pisanello! Yahut bizim minyatürler.-Yenisi kaça çıkar, acaba?Mümtaz, birkaç yüz liradan aşağıçıkmıyacağını söylüyordu.-Fakat yenisini yapmak, zannetmem ki kabilolsun; bunları işleyen tezgahlar. Sonra hatırladı:Bir Cenuplu mektep arkadaşı, şehirlerinin,kurtuluş bayramı için bir abayı 50 altınayaptırmıştı.

-Müthiş! Fakat Nuran, geçmiş zaman rüyasınıbırakmıyordu -Sonra, yaşayışları çok rahat. O kadar emniyetaltındalar ki.Mümtaz, genç kadının yüzüne üzüntüyle baktıve:-Doğru, dedi. Verdiğimiz bütün hürriyeterağmen, kadın kafasıyle çok oynuyoruz, hattakadın değil, genç kız kafasıyle. Her gün hayatabir yığın mağdur atıyoruz!Nuran başını salladı:-Ne yaparsın, şimdi insanlar rahat değil, kendihayatlarını yaşamasını istiyorlar.Fakat bu gece böyle ciddi meselelerle meşgulolacak gecelerden değildi. Zaten Sümbül Hanımonları yemeğe çağırıyordu. Yemekten sonraNuran, üstündeki elbiselerin malı olan halk

türküleri söyledi. İkisi de Kozanoğlu'nu çokseviyorlardı. Fakat Nuran asıl Kütahyatürkülerini bilmediğine üzülüyordu.Ertesi sabah erkenden İhsan'ı görmeğe gittiler.İhsan, sırtında robdöşambrı, yazı odasında ikiarkadaşıyle konuşuyordu.Mümtaz, onu bir kenara çekti; ve vaziyetianlattı:-Olur, dedi. Bir hafta içinde olur. FatihKaymakamı bu işi bana yapar. Birazdansöylerim; sen hemen nüfus kağıtlarını bana ver,yahut yolla.-Öğleden sonra artık.İhsan ikisine de bakarak güldü:-Hiçbir şey beni bu kadar sevindiremez. Buna rağmen çehresi asıktı. Sonra, Mümtaz'laberaber arkadaşlarının yanına döndü. Nuran,Sabiha'yı yıkayan Macide'nin yanına gitti.

Sabiha'nın yıkanışı, bir on sekizinci asır kralınınyıkanışı kadar merasimliydi. Bu küçük çocuk,suyu, sabun köpüğünü, teknede ördekçırpınışlarını delice seviyordu. Fakat bütün busevdiği şeylerin tadını çıkarması lazımdı.Herşey, müsaadesi alınarak yapılacak, \"Annedondum.\" diyecek, \"Nefesim kesildi! Benihaşladınız ayol.\" diye bağıracak, nazlanacaktı.Mümtaz, alt kattan gelen kahkahaları oturduğuyerden işitiyordu: \"Belki insanoğlunda tek kalanhayvani insiyak, küçük kızların, adeta hoşagitmek için yaşıyor gibi görünmeleridir.\"İhsan, biraz evvel kestiği sözüne devam etti:-Fikre, fazla kıymet vermiyor muyuz? Eminolun, fazla kıymet veriyoruz. O kadar çokdeğişir ki. Tıpkı hava ile ilk tesadüftehususiyetlerini kaybeden, eskisinden büsbütünbaşka şeyler olan maddelere benzer. Çünkühayat kendi şeklini veya şekilsizliğini, o devamlıoluş halini fikrin hatırı için bırakmaz. Onuniçindir ki, hiçbir yerde iktidar, velev ki kendigetirmiş olsun, fikrin peşinden gitmez. Fikir,bazen iktidarı hazırlar. Fakat hükümran olamaz.

Asıl hükümran olan, saltanatı süren hadiselerveya onların yanıbaşında devrini savmadıkçakudreti azalmayan realitelerdir. Onun içindir ki,kim olursa olsun, aksiyonda büyük adam yalnızbir andır, yahut muayyen bir devredir. Herömrün bir altın saati vardır. İşte büyük adam oaltın saattir. İktidar, fikri ne yapsın ki, ohadiseler karşısında elini, kolunu bağlamaktanbaşka bir işe yaramaz. Meğer ki çok cesur vemünhasıran bir noktada kendisini teksif etmişolsun ve gündelik hadiselerin dışına çıkabilsin!Küçük küçük gelen dalgaları yenmektenvazgeçsin! Asıl meseleyi görsün. Fakat hayat,yani etraf buna razı olur mu? Hangi ana kadarmukavemet edebilir? Ben dram muharririolsaydım, Rienzi'yi tekrar yazardım. Bu halktançıkan ve halk tarafından yıkılan kahramanı.Yahut ona benzer birini. İhsan'ın eski mekteparkadaşı, elli beşlik, durgun, çok tecrübegeçirmiş bir mülkiye memuruydu. Şimdi üçsenedir mebus bulunuyordu:-Bütün fecaat, insanın, insanla karşılaşakarşılaşa, en sonunda kendisini tanımayacak

hale gelmesi...-Fikirler de öyledir: Hayatla karşılaşa karşılaşatanınmaz hale gelir. Düşünce cesurdur; vekendisine karşı koyabilecek başka bir kuvvetbulunmamak felaketine maruzdur. Bir düşünceyine tahdit eder? Hiç. Fakat icra mevkiine koy,bakın ne hale girer. Her an değişir ve bir evvelkihalini tutmaz. Büyük ihtilallerin tarihi budur.Dünyada Fransa İhtilali kadar büyük ve güzelepope azdır. Yirmi, otuz sene içinde beşeriyet,iki bin yıl kendisini idare edecek düsturlarınhepsini bulmuştur. Fakat başladığı zaman,neticenin sadece bir burjuvazi hakimiyeti ilebiteceğini kim bilirdi. Hiçbir şey, hiçbir şeyiolduğu gibi kabul etmez: İhtiyarı içimizdedir.Dışarıda sadece aletler ve vasıtalar vardır. -Bununla beraber, fikir için o kadar hareketoluyor. İsyanlar, ihtilaller, zulümler, katliamlar...İhsan, robdöşambrının eteklerini topladı.Konuşmayı hakikaten sevenlerdendi. Mümtaz'a:\" Kusura bakma!\" der gibi bir bakıştan sonradevam etti:

-Evet, oluyor. Fakat hedef daima değişiyor.Daima ok mahrekinden çıkıyor. Zamanımızagelince, o büsbütün korkunç. Her kıymetpazarda. Herşey alt üst. Bir tarafta on dokuzuncuasrın en korkunç, en yıkıcı ihtiraı olan ihtilalmühendisleri var. İspanya'da veya Meksika'daoturup dünyanın herhangi bir köşesinde, birşehrin eldeki planlarına göre elektrik tertibatınıuzaktan hazırlayan herhangi bir teknik çalışmagibi, ihtilal hazırlayanlar, hayatın azmağa,kangren olmağa müsait yerlerini keşfedipüzerine basanlar, onu azdıranlar var.Orta yaşlı mebus sözünü kesti:-İhsan Bey, diyordu, siz ki o kadar yenigörünüyorsunuz; bana öyle geliyor ki, devrinizisevmiyorsunuz?-Hayır, sevmiyorum. Yahut, kelimeyibulamadım; devrime hayran değilim. Fakat yenimiyim hakikaten? Yeni olabilmekliğim için,yaşadığını saatin adamı olmam lazım. Bensedaha başka şeylerin iştiyakındayım! Yeni olmakiçin, devrimle beraber her an değişmeği kabul


Like this book? You can publish your book online for free in a few minutes!
Create your own flipbook