ısı yor, boşu dolduruyor, ıssızlığı gideriyor,Ankara'ya bütün müjdeleri ge rici bir yolculukbekleme hâli veriyordu. Sanki buraya her şeyufuklar ötesinden gelecek, gökler üstündeninecekti.Akşama doğru ayaklar evlere doğrusürüklenirdi. Hava karanlıksa hâlâ kül kokan yangınarsaları arasında cep fenerlerinin yanıp söndüğügörülürdü. İstanbul'dan gelip de mahkûm imişlergibi yaşayanlardan pek çoğu geçmiyen saatleriiçerek öldürüyorlardı.Atatürk de bıkar, ara sıra arkadaşlarına gitmekisterdi. Bir akşam Lâzistan Milletvekili rahmetliRauf'un evinde idik. Küçük bir odada, ikide birpompalanan lüks lâmbası al nda ve kızması ilesoğuması bir olan sac sobanın karşısında, masaetrafına toplanmıştık. Hizmetçiler koşup:- Paşa hazretleri geliyor, diye haber verdiler.Rahmetli Rauf bu odaya sığışmayacağımızıgördüğünden:
- Çabuk sobayı öteki odaya götürün! dedi.Sac soba, gaz sandıkları üstüne konmuştu.Borusu dosdoğru duvar deliğine giriyordu. İkihizmetçi sandıklar ile sobayı, bir mangal taşıyormuşgibi, öteki odaya geçirdiler. Mustafa Kemal Paşa da,dar, karışık ve karanlık merdivenlerden henüzçıkmıştı.Sonra içi ra anmış yük açıldı. Hiçbir bardak vekadeh yanındakine benzemiyordu. Birkaç kişi deberaber geldiğinden yine birbirlerine benzemeyenayrı biçimde ve renkte, kahve ncanları çıkarılmış .Masanın üstü birkaç bezle ancak örtülebilmişti.Başkentte devlet reisi ve arkadaşlar!İkide bir:- Ahmet, lâmbayı pompala! sesi duyuluyordu.Sonra birden genç kahraman yeni Türkiyehayallerini anlatmaya başlıyordu. Yavaş yavaş tahtapeykeler üstündeki esrarkeşler rüyası ile
sarıldığımızı hissediyorduk. Masa bir cennetsofrasına dönüyor, lâmba bir güneşi andırıyor, odabir saray parçası havası içine giriyor, ''gelecek'', ozamanki Ankara'da bir serap gibi bile görünmeyen''gelecek'' gözlerimizde canlanıyor, bir eskimasaldaki peri kızı gibi atlı akıncıların, hemenhemen nal seslerini duyar gibi oluyorduk. Bütüngün içimizde yavaş yavaş, birer birer bütün ölmüşolanlar diriliyordu.Bir inanmışın iradesi nasıl mucizeler yaratıcısıdır,onu biz en çok tozunda boğulduğumuz, çamurunasaplandığımız, kaldırımsız, ışıksız, yuvasız, bahçesiz,bomboş Ankara'nın o günlerinde ve gecelerindegörmüşüzdür.Meclisleri¯ 1 ¯İlk gençliğinden son günlerine kadar kendisinitanıyanların hepsi için Atatürk adı, sofrasohbetlerini ha ra ge rir. Dostları ile akşamlarısofra başında buluşmak ve geç vakitlere kadar
konuşmak âde idi. Pek azı zevk ve eğlence meclisiolmuştur. Bunlar da, hani okullarda ta l saatlerivardır, öyle bir şeydi. Saatlerce pek ciddi şeylerokur, yahut yazardık. Beyninin hiç yorulduğunubilmiyorum. Hastalandığı yıllara kadar da şaşır cıbir hafızası vardı.Orduda iken askerlik meseleleri, sivilde ikendevlet ve devrim meseleleri, hepsi, bazen sabahlarakadar sofrada görüşülmüştür. Söyler ve dinlerdi.Yalnız kendi düşündüklerini herkese anlatmakdeğil, herkesin düşündüğünü de kendi anlamak,türlü memleket seslerini duymak meraklısı idi.Sentezci bir dehâsı vardı. Birkaç saatlik dağınık vesıçramalı sohbetlerden sonra, derleme vetoparlama yapar, man klı açık ve iyice çerçeveli birtefekkür eseri verirdi.Bilmediklerini, sofralarında bildiklerindenöğrenirdi. Davetlileri daima pek çeşitli olmuştur.Ateşli ve gururlu bir milliyetçilik, eğilip bükülmez birirade ve kendine güven duygusu şahsiye nehâkimdi. Sevdiklerinin ve birlikte bir şeye
inandıklarının tenkitlerine, i razlarına,tar şmalarına inanılmaz bir katlanışı vehoşgörürlüğü vardı.Türk dili ve Türk tarihi meseleleri, onunsofrasında tam bir fakültelik zaman tutmuşolduğunu tahmin ediyorum. Tebeşirli kara tahtakarşısında idi. Bakanlar, profesörler, milletvekillerihep o tahtaya kalkmışızdır. Ondan başka hepimizyorulur ve doğrusu biraz da usanırdık.Savaş ve devrim günlerinde, meselelerkonuşulduğu sırada hiç içmez veya pek az içerdi. Neaskerliğinde, ne de sivil haya nda geç kalmak,ha a sabaha kadar kalmak onu vazifesindenalıkoymamış r. Kendisinde bir zaaf ve \"lâubalîlik\"sezilmesi ih maline karşı pek zdi. Pek efendi birev sahibi ve eski Osmanlı deyimi ile pek de ''edepli''idi.Rahmetli Reşit Galip'in çok defa yanlış yazılmışbir vak'ası vardır. Atatürk'ün bir yabancılokantacıya vermiş olduğu bahşiş meselesini, biraziçkili olduğu için, mübalâğa ile tartışıyordu. Atatürk:
- Galiba rahatsızsınız, biraz dinlenseniz... dedi.- Burası mille n sofrasıdır. Ben mille nsofrasında oturuyorum, cevabını verdi.Atatürk hiç bozmayarak:- Beyefendinin hakkı var. O hâlde biz sofrayıterk edelim, dedi. Herkes ayağa kalkıp çekildiler.Birkaç gün sonra idi. Reşit Galip yine davetlilerarasında bulunuyordu. Bir hayli zaman geç ktensonra Atatürk:- Bana iki nefer çağırınız, dedi. İki nöbetçi içerigirdi. Reşit Galip'i işaret ederek:- Beyenfendiyi dışarıya götürünüz, dedi.Kucakladıkları gibi çıkardılar. Reşit Galipbilmeyerek yap ğı eski hatasından utanıyordu.Sıkılarak tekrar sofraya geldi. Atatürk'ün neyianlatmak istediği belli idi.
O saa en sonra Atatürk en çok yine onunlakeyifli keyifli konuştu idi.¯ 2 ¯Atatürk gösterişçi, alâyişci ve ''zevahir''düşkünü değildi. Arnavut Kralı Zogo'yu Tirana'dabir Osmanlı generalinin konak bile denmiyecekevinde görmüştüm. Hava, bir saray havası idi.Atatürk İstanbul'a geldikçe Osmanlı padişahlarınınsarayında kalmış r. O oturduğu kadar DolmabahçeSarayı'nın havası, bir ev havası idi. Bir generalolması gereken başyaverlerini daima küçük rütbelisubaylar arasından seçmiştir.Atatürk görev başında hiçbir lâübalîliğe yervermeyecek kadar ciddî, hususî yaşayışında isedostlarının her türlü nazını çekecek kadar samimiidi. Protokol, boğazını sıkan dar ve ka bir yaka gibikendisini her vakit rahatsız etmiş r ve onu hususîyaşayışı içine hiç sokmamış r. Sofrasında kimseninyeri belli değildi. Yalnız rahmetli Fevzi Çakmak'a,İsmet İnönü'ye, ara sıra evine gelen ordu vehükûmet şahsiyetlerine yanında yer gösterirdi.
Bununla beraber ''dış görünür''ün ve ''dekor''uniç maî münasebetlerde büyük önemi olduğunubilirdi. Onun için giyinişine ve ev içi düzenine pekmeraklıydı. On beş yıl yanında bulundum, hususîodalarına girdim, günün çeşitli saatlerinde evinegi m: Kendisini bir defa bile raşsız, rahatsızolduğu vakit velev pijamalı da olsa, üstüne başınatitizce itinasız görmedim.İstanbul'daki evleri, Çankaya'daki evi ve sonköşkü hep kendi hususî dikka al nda idi. Ha fealınmak, aşağıda ve al a görünmek, kolayca tenkitedilecek kusurları ve eksikleri bulunmak, helegülünç olmak pek korktuğu şeylerdendi.İş başından artan ömrü, sofrada geçmiş r. Bubir içki ve cümbüş sofrası değildi. Dostları ile ha adüşmanları ile sohbet ve tar şma meclisi idi.Atatürk hayallerini, tasarılarını, ıs raplarını,ha ralarını, ta genç subaylığından son zamanlarınakadar sofrasında anlatmış r. Selânik'te askerîdehasını tanıtan ''tatbikat'' oyunlarına sofrasından
kalkarak gi ği gibi, her devrim gününün başlangıcıda bir sofra sabahı idi. Eğlence âlemi, aşıp taştığı yerde yine sofra meclisi olmuştur. Bu ne zaman birzevk ve eğlence, ne zaman büyük taarruzuhazırlayan bir kumanda heye ve ne zaman ençe n devlet işlerini karara bağlamak topluluğu idi,tahmin edemezdik. Fakat misa rlerinin çeşidinegöre az çok hangisine hazırlanacağımızı bilirdik.Bazan, bir meseleyi daha fazla deşmeğe misa rçeşidi elverişli olmadığı zaman, ''Galiba yorulduk!\"der, meclise son verir, vedalaşmak üzere elinisıkanlardan bir takımına: ''Teşekkür ederim''birtakımına usulca: ''Siz biraz daha kalınız!'' derdi.Nice sırlarını yıllarca vicdanı içinde tutanAtatürk'ün, ağzından kaçırmışa benzeyen''gevezelik''lerin yüzde doksanı hesaplı ve tertipli idi.Sırlarını ''ağızdan kaçıran'' Atatürk, bazı olaylarıhiçbir zaman anlatmamış r. Yahut pekmahremlerine söylemiş r de ben bilmiyorum. Onbeş yıl hususî meclislerinde bulunan benimduymayışım dahi, vak yle ha ralarını banaanlatmış olduğu düşünülecek olursa, dikka e
tutulmaya değer.¯ 3 ¯Atatürk cömert değildi. Elinin dar olduğu bilesöylenebilir. Kendisine gelen hediye kravatlardanbirer tanesini alabilmek için neler çek ğimizihatırlıyorum.Buna rağmen pek ''misafirperver'' ve ikramcı idi.''Hâl bilir''di. Bir akşam sofrasına bir genç arkadaşlabirlikte gitmiş k. Bu genç, Atatürk'ü ilk defadinliyordu. Coştu, iç ve hastalandı. Kalkamadı vehastalığı kötü tesirini sofra başında gösterdi. Bugencin gönlünde hiçbir utanç azabı kalmamak için,Atatürk kendisini iki üç gece daha arka arkayasofrasına davet etmişti.Atatürk'ün devlet ve hükûmet hizme ndekullandıkları arasında güzeli çirkini, sevimlisisevimsizi vardı. Fakat sohbet meclislerindebulunabilmek için şu veya bu türlü bir ''sevimlilik''şar : ''Karşımda çirkine tahammül edemiyorum''derdi.
Kendisiyle anlaş klarına inandıkları için,hastalığı yüzünden asabi muvazenesinin bozulduğuson yıllara kadar, pek müsamahalı idi. Meclisindedilediklerinizi söylememek için, pek hesaplı birdalkavuk olmaktan başka, hiçbir sebep yoktu.Onun için Atatürk'ün meclislerinde ileri gerikonuşmaların bir cesaret misali olarak anılmasıgülünçtür. Ara sıra bu konuşmalar aykırılığa kadargider, sabahleyin bir iç sıkın sı ve bir şüpheduyulurdu. İlk rsa a kusurlarını a e rmekisteyenlere, ha zası en kuvvetli melekesi olanAtatürk: ''Bir şey mi oldu? Ben hatırlamıyorum ki...''derdi.Sofra bir im han meclisi idi de! Hiçsöylemeksizin, hisse rmeksizin, bir vazifedekullanacağı adamları, içki âleminin pek elverişliolduğu türlü yönlerden yoklardı. Hükmünü kolayverir, çok defa aldanmazdı.Omiros'un (Homeros) kahramanlarından biriidi. Bu tabiînin üstünde ve dışında bir mizaç r.Normal münasebet ölçüleri içine hapsolamaz. Bu
mizaç, ancak aşırı şevk kaynayışları içindehaya ye ni koruyabilir. Vatan kurtuluşu davasınınbaşlangıcı, Samsun iskelesinde ''tek başına MustafaKemal''dir. Ve gerçekten tek başınadır. Bu birkahramanca hayat kaderidir. Kilometrelerce etrafınıışığa ve enerjiye boğan coşkun çağlayanda durgunsudaki salkım söğüt aksini arayabilir miyiz?Amiyane olsa da eski yaveri Salih Bozok'un şuhikâyesi Atatürk tenkitçilerine iyi bir cevap olabilir.Bir gün Salih Bozok'a bazı tanıdıkları:- Tarih sizi mesul edecek. Çünkü Atatürk'eiçiriyorsunuz. Geceleri uykusuz geçiyor. Sefahatyaptırıyorsunuz ve ömrünü kısaltıyorsunuz, derler.Salih der ki:- Tarih ne diye bizi mesul tutacakmış? Mademkiiş dediğiniz gibidir. Bizim heykellerimizi dikecek.Atatürk'ü, biz idare ediyorsak, yalnız içirip sefahate rmiyoruz ya, İzmir'i de biz aldırıverdik, cevabınıverir.Atatürk sofrasının yıllar süren şevki ve neş'esi,
Cumhuriyetin 10 uncu yıl dönümünden bir müddetsonra yavaş yavaş kaç . Hekimlerin üstünekondurmadıkları yıkıcı illet, karaciğerini yiyor vesinirlerini yıpra yordu. Eşsiz ha zası sönüyor,sağduyusu kararıyordu. Atatürk'ün tahammülü vemüsamahası azalıyor, irade, zekâ ve kudre ndenşüphe edildiğini sanmak kompleksi, sık sık asabiyetnöbetlerine sebep oluyordu.KurtuluşçuTanzimat'tan sonra iki çeşit adam ye şmiş r.Biri Garp taklitçisi ve Garp mahkûmu. Tepeden rnağa \"alafranga\" cilâlı adam. Mille nden vememleke nden de uzaklaşmış r. Mille ndenumutsuzdur. Ve memleke nin kendisinibenimsemediğini de bilir. Frenk doğmadığınapişmandır. Ancak Düvel-i muazzama kontrolüal ndaki bir Türkiye'de hayat hakkı olduğunainanmış r. \"Bu millet adam olmaz,\" ona göre. Bumille n ona borcu, ya içeride rahat ve refah içindeyaşatmak r, ya elçilikler kadrosunda ona yer,konak ve araba ve altın vermektir.
İkinci p, nasyonalis r. Osmanlı nasyonalis ve Türk nasyonalis . O, kurtuluşun Garplılaşmakta,mille n ve memleke n Garp toplulukları içineka lmasında ve medenîleşmesinde olduğunainanmış r. Şerefçe, gururca ve zilletçe kendinimille nden ayırmaz. Memleketçe ve milletçekurtulmak çaresi aramalıdır:- Niçin bunu yapacak bir millî kahramançıkmamalı?Ve niçin o kahraman kendisi olmamalı?Mustafa Kemal'in ilk benliğine kavuştuğundan beri,şuur al nı ve üstünü kıvrandıran \"mesele\" budur.Kendisi için ne arasa bulabilir. Sarayda rütbe bol.Nişan bol. Maaş ve a yye bol. O, yalnız kendisi içinarasa bulurdu. Onun yaşından biraz yukarımareşaller rejimi idi.Sanatına ve askerî dehasına güveniyordu. Yalnızbuna dayanıyordu. O bir kuru kabadayı değildi.İnsanın kendini boşuna harcamasından topluluğunbir şey kazanmıyacağını pek iyi anlayanlardandı.Topluluğu kendine doğru çekmenin, topluluğu
kendine bağlamanın, bendetmenin rsa nı aramalıve bulmalı idi. Bir defa bu olursa, her şey olmuştur.Manevradan manevraya, bu askerî hareke eno askerî harekete, Trablus çöllerine, Çanakkalesiperlerin, doğu dağlıklarına koştu. Tanınmalı,aranmalı ve inanılmalı idi. Kim bilir benzerlerindenniceleri, nice binleri ve yüz binleri bu maceralardanbirinde ölmüştür? Kim bilir kader milletleri kaç binMustafa Kemal'den mahrum bırakmıştır? Taliin onayardımı onu kendi saa ne ye ş rmek oldu. Sonrasıkolaydı. Sonrası elinde idi. Ne yapacağını biliyordu.Ne Trablus harbine, ne Birinci Dünya Harbineinanmamış . Yine kaybedecek k, fakat o, bir millîkahraman olabilmek için, son kazanç ümidinikendinde aratacak dehâ ve karakter hünerlerinigöstermeli idi.Bozgundan ve her şey bi kten sonra, PeraPalas salonu camlarının arkasında açık güzel başıile, Beyoğlu caddesinden pek tutumlu tavrı vetemiz üniforması ile göründüğü zaman:
- İşte o... diyorlardı.O.. Mustafa Kemal! Samsun'a ayak bas ğınıhapishanedeki eski siyasî hasımları duyduklarızaman:- Mustafa Kemal Anadolu'ya gi ha.. O yapar,diyorlardı.Gün olacak , kumandanlar ondan yüzçevireceklerdi. Gün olacak , bir vilâyet, on vilâyet,yirmi vilâyet ona karşı ayaklanacak . Fakat iş iştengeçmiş . Büyük sanat ve karakter ar k başta idi.Güçlüklerin hepsi, ona yenilecek olanların, dahazayı arın, daha basiretsizlerin, daha sabırsızlarınmarifetleri idi.Mustafa Kemal kimdir? Bir mille nuğrayabileceği en ağır buhranlar içinde, en vasıtasızbir mille en vasıtalı dünya devletleri ile döğüştürenve kurtaran adam! Sonra kurtuluş zaferi gibi eşsizbir şanı ve şere , mille nin dostu sandığı gerçekdüşmanına karşı, hiçbir şeymiş gibi ortaya atan vesavaş silâhı olarak kullanan, vicdan ve tefekkür
hürriye uğruna göğsünü vatandaş kurşunlarınageren adam!Şüphesiz, bütün şartlar bir araya toplanıptartılınca, asrının en büyük adamı idi.ParaTaşhan, Kuvay-ı Milliye Ankarasının oteli,şimdiki Sümerbank'ın yerinde idi. Üstü han odalarıve altı ahır!Keçiören tara arında oturan Maliye BakanıHasan Saka'nın a da bu ahıra bağlanırdı. Bütünhükûmet şimdiki vilâyet binasında idi. Bugünsaraylara sığmayan bakanlıklar, o zaman iki üç odaile ye niyorlardı. Hasan Saka da işi bi ncedairesinden çıkar, a nı çözer, bir müddet iskemlesafası e kten sonra evine dönerdi. OsmanzadeHamdi'den duymuştum. Yunus Nadi'nin çıkardığıYeni Gün gazetesinde rahmetli dostumuzaarkadaşlık ediyordu. Ankara'da bir gazete nasılçıkar, kaç tane satar, o masra arın al ndan nasılkalkar, şimdi kolay kolay tahmin edilemez. Gazete
bağımsız olmakla beraber hükûme n yardımetmesi lâzımdı. Yardım edecek makam da MaliyeBakanlığı. Pek sıkışık bir günün akşamındaOsmanzade, Hasan Saka'yı, a nın dizgini elinde,evine gitmek için kalkmak üzere iken bulur:- Aman biraz para! diye yanına sokulur.Hasan Saka, hiç tınmadan:- Anahtarına da lüzum yok ki.. Kasayı açıkbırak m, git bak, içinde ne bulursan al, cevabınıverir.Dünyada devlet değil, şöyle böyle ehemmiyetlihiçbir anonim şirket Anadolu devle kadar azsermaye ile kurulmamış r. Çeteciler haracına sonverilmekle beraber, halkın vergi taka tam birtükeniş hâlinde idi. Asıl amansız zorluk büyüktaarruzdan önce görülmüştür. Taarruz için nelâzımdı, bilir misiniz? Bugün Ankara'dayap rdığımız bir iki apartmana döktüğümüz kadarpara! Maliye Bakanı:
- Benim bildiğim ik sat ve maliye ilminingösterdiği yollara göre bir san m bulmamıza imkânkalmamıştır, diyordu.Yeni zenginlerimizin bir gecede bakara masasınadöktükleri kadar para için vatanı kurtarmaktanvazgeçmek! Tabiî buna imkân yoktu. Sakarya'danönce de duruma şu çare bulunmuştu: Kimin nesivar nesi yoksa yüzde kırkı devle ndir, kararı ileyoktan varlık icat etmişlerdi. Yani Türkiye'nin faziletve fedakârlık çağı idi.Zafer oldu da genişledik mi? Hayır. Âşarusulünün kötülüklerini ıslah edeceğimiz yerde birdemagojik hamle ile bütçenin bu en verimlikaynağını kuru uk. Yüz küsur milyonluk bir bütçeile dört harpten çıkan, yanmış, yıkılmış, dağılmış,üstelik yüz binlerce göçmen barındırmak zorundakiTürkiye'nin hemen hemen \"yoktan bir dahavaroluş\" mesuliyetini yüklendik.Maaş azlığından subaylar durmadan is faediyorlardı. Durum o kadar tehlikeli idi ki bizzatMustafa Kemal Paşa, kapalı bir oturumda, kürsüye
çıkarak orduya hemen bir milyon lira bulunmasınıistemiş . Ama memurlar da aynı hâlde idi. Meclisyalnız ordu için bir is sna yapmaya yanaşmıyor, ogün pek ha pliği tutan Mustafa Kemal'e karşı bir\"atlatma\" çaresi düşünüyordu. Nihayet bir teklifgeldi:- Efendim, bir defa bütçede buna imkân olupolmadığını anlamak için meseleyi yarına bırakalım.Maliye Bakanı yoktu. Daha dün yerine bir vekilseçilmişti. Bu vekil hiç tereddüt etmeden:- İmkânı vardır efendim, demesin mi?Kimse ses çıkaramadı ama, söven sövene idi:- Bire dalkavuk, daha dün vekilin vekili seçildin,ne vakit bütçeyi okudun? gibi sözler işitiliyordu.Kör lâkaplı rahmetli Ferid'i Meclis bahçesindegördüm. Hakkında söylenenleri tekrarladım.Omuzlarını silkti:
- Daha bütçeyi elime alınca ne görsembeğenirsin? Kâğıt parayı kıymetlendirmek için heryıl bir milyon lira yakmayı düşünmüşler. Yakacakyerde zabitlere veririm, dedi.Bir YasakDilâver pek sevimli bir Rumeli delikanlısı idi:Ankara'ya ilk gi ğimizde kendisini Polis Müdürüolarak bulmuştuk.Bir hikâyesi vardır: Kuvay-ı Milliye devrindeşehirde bir kerpiç delik edinebilmek bile pek zor elegeçer nimetlerdendi. Polis Müdürlüğününtevki anesi de alt ka a bir odadan ibaret. İçkiyasak olduğu için, kaçak. Kaçak olduğu için de yarı-zehir. Bir iki azılı sarhoş gelse Dilâver'in yeri var.Fakat daha fazlasını kendi odalarına alması lâzım.Bir çare bulmuş: Bir gün yakalayıp ge rdikleri birdeliyi alt ka aki tek odaya koymuş. \"Deli sarhoştanyılar,\" demişler ama, doğru olmadığı oradameydana çıkmış. İlk tutulan sarhoş sırıta sırıtasaldırma alâme gösteren delinin karşısında sinmişve bir köşeye büzülerek sabahı güç etmiş. Haber,
şehre yayılınca bu yaygaracı sarhoşlukvak'alarından eser kalmamış.İçki yasağı kanunu, bir kramda anla ğım gibi,ilk Meclisten bir sağlık değil, bir şeriat kanunuolarak çıkmış . İçki yasağı yürüyor, içki deiçiliyordu. Rakının bir adı \"Dilâver suyu\" idi. Çünküyobaz diktası olduğu için herkesi kızdıran bu yasakzamanlarında en iyi içkiyi Polis Müdürü çıkarıyordu.Lokantaların bir köşesi vardı: İçenler orayasokulur, dışarıdakiler de farkına varmazgörünürlerdi. Çok kimse rakısını bağında çekiyordu.Zaferden sonra yasak İstanbul'a da geldi. Oradada, Amerika'daki içki yasağı devrinde olduğu gibi,elal ve kaçak care aldı, yürüdü. İkinci Meclisteyobaz kalabalığı hayli olduğundan durumutabiîleş rmek için teklif ge rmeye kimse cesaretedemiyordu. Hocalar kıyame koparmayahazırlanmışlardı. Ha a polisin ihmaller gösterdiğirivayetleri üzerine ve tam büyük devrimgünlerinden bir hoca kürsüden:
- Medreseleri kapıyorsunuz, meyhaneleriaçıyorsunuz, diye bağırıyordu.Nihayet yine yobaz fetvacılığı imdada ye ş :\"İçki sa n alınabilir, çünkü dinlerinde bu yasakolmayan tebaamız da vardır, fakat meyhaneaçılamaz, çünkü burası Müslüman memleketidir.\"Bir müddet de böyle gi kten sonra işler tabiîyoluna girdi idi.Son defa Libya'ya gi ğimizde gördüm. Üçü deayrı hükûmet olan üç eyale en ikisinde, Fizan veBingazi'de içki yasak. Henüz yirmi otuz bin İtalyanınoturduğu Trablus'ta ise içki de serbest, meyhanelerde. Yasak söz: Fizan ve Bingazi'de, Kuvay-ı MilliyeAnkarasında olduğu gibi; Trablus'ta ise bugünküAnkara'da olduğu gibi içilmekte.Tuhaf tesadü ür ki, o yaban, boz ve silmeboşluk olan Ankara'da ilk sinir hastalarımızı hiç içkikullanmayanlar arasından vermiştik.Bu münasebetle şu ha ram da tekrarlanmaya
değer: Rahmetli Ahmet Rasim'in hikâyesi idi bu...Yeşilay Derneği'nin bir toplan sında konferansçısorar:- Sevgili dinleyicilerim, bir eşeğin önüne bir kovasu, bir kova rakı koysanız hangisini içer?Hemen biri cevap verir:- Tabiî suyu...- Neden?Bir keyif ehli de orada imiş. İkinci cevabı o verir:- Eşekliğinden!Atatürk hikâyeye bayıldı idi. Sık sık tekrarederdi. Bir akşam çi likte eski küçük köşkünönünde oturuyorduk. Uzakça duran bir işçi çocuğubizi seyrediyordu. Atatürk:- Gel çocuğum buraya... dedi.Çocuk sofraya yanaştı. Atatürk sordu:
- Bir eşeğin önüne bir kova su, bir kova da rakıkoysalar hangisini içer?Çocuk önümüzdeki kadehlere bakarak:- Rakıyı efendim, demesin mi?Atatürk gülerek:- Aman neden olduğunu sormayalım, demişti.GüçlüklerMustafa Kemal Kuvay-ı Milliye'nin ilkzamanlarında çetelerle, daha sonra İstanbul'unemrinden çıkmak istemeyen bazı komutanlarla,fakat en çe ni Birinci Meclisteki ir ca vemuhalefetle pek sıkın lı günler geçirmiş r. Bugüçlüklere nasıl göğüs gerdi, nasıl başa çık ,Atatürk'ün liderlik dehasını iyice kavramak içinbilhassa Kuvay-ı Milliye tarihi ve ha raları üzerindedurmak lâzım.
Sakarya zaferinden sonra bile ondanBaşkomutanlık yetkilerini geri almak isteyenleryalnız ikinci grup denen muhalefet değildi. Kendigrubundan bazı kimseler de onlara ka lmışlardı:\"Başkomutanlık Kanunu Meclis'in hakkını gaspetmiştir!\" diyorlardı.Onun için bu kanunun yenilenmesi Meclisteyirmi dört saa en fazla süren tar şmalara yol aç .Bu sırada en çok alkışlanan sözlerden biri de şu idi:- Hani zafer? İşte hâlâ kımıldayamadık vekımıldayamıyoruz!\"Mustafa Kemal kürsüye çıktı:- Efendiler, ordu yirmi dört saa rkomutansızdır. Bunu böyle kabul e ğimi vekomutayı bıraktığımı mı sanıyorsunuz? Bırakmadımve bırakmayacağım.Bu diktatörce bir sözdür. Fakat aynı adam:- Canım neden bu Meclis'in dertlerini
çekiyorsunuz? Dağıtalım, rahat ediniz! diyenşiddetçileri de aynı kuvvetle reddediyordu:- Meclis olmazsa biz neyiz? Hiçbir şey... BizMeclissiz olamayız, diyor. Türk mille nin o ana-baba, ölüm-kalım günlerinde ir caın çoğunluktaolduğu bir muhalefetli Meclisi dahi Meclissizliğetercih ediyordu.Büyük taarruzdan önce Paris'teki görevindenAnkara'ya gelen bir tanıdığım geçenlerde bana:- Hükûme de Meclisi de umutsuz bulmuştum.Para yoktu ve maliyecilere göre orduyu bir adımileri yürütecek kadar para bulmak ih mali dekalmamıştı, demişti.Gene büyük taarruzdan on-on beş gün kadarönce ikinci grup milletvekillerinden eski ve i barlıbir kurmay subayı kürsüye çıkarak ordunundurumunu tenkit ettikten sonra:- Yapamıyorsunuz, yapamıyacaksınız. İlerigidemiyorsunuz, geri gelmenizden korkarım,
demiştir.Garip r ki Mustafa Kemal bu hücum vetenkitlere silâhsızlıktan, cephanesizlikten veçaresizliklerden bahsederek pek tevazu ile cevapvermiş . O günlerde hiç istemediği şey, bir taarruzyapacağının sezilmesi idi.Birinci Meclisin şere i bir ha rası olarak şunubelirtmelidir ki Sakarya'dan sonra zafersiz biranlaşma kri pek az tara ar bulmuştur. Vatanıkurtarmak davası ile, Mustafa Kemal'inBaşkomutanlık yetkileri davasını birbirinekarıştırmamak lâzım gelir.İr ca, ki gene o devirde bütün kanunların birdefada şer'iyye encümeninden geçmesinikanunlaş rmak isteyecek kadar taassup içinde idi,Mustafa Kemal'de kendi liderini bulmuyor vezaferden sonra onun şimdi içinde sakladıklarınıbirer birer ortaya atacağını biliyordu. Mürteciolmayan muhali er ise, Dünya Harbi sırasındakiEnver diktatoryasını unutamıyorlar, MustafaKemal'in ikinci bir asker diktatör olmasından
korkuyorlardı.Büyük taarruzdan önce ordukomutanlıklarından biri boşaldı idi. Bu komutanlığıteklif ettiği arkadaşlarından biri, Refet Bele:- Önemsiz bir şey olacağı zaman vazife alırım,diyerek cephe komutanı İsmet Paşa'nın emrinegirmeyi istemiş . Nureddin Paşa'nın İzmir'e girenordu komutanı olması bu yüzdendir.Nureddin Paşa sonradan irtica takımına katıldığıiçin bu tayin tehlikeli de olmuştur.DiktatörAtatürk diktatör mü idi? Rejimine bakarsanızevet. Fakat ne mizacı, ne de ideali bakımındandiktatörlük inançlısı değildi. Millî kurtuluş için şartsaydığı inkılâplarının hürriyet içindeyaşayabileceğine güvenseydi, demokra ksavaşçılığın zevklerini feda etmeyeceğine şüpheyoktu.
Nitekim zamanının diktatörlerinden hiçbirinisevmemiş r. Ne Hitler'in, ne de Mussolini'ninlehine konuştuğunu ha rlamıyorum. Hitler,Mussolini ve İstalin, üçü de sivil iken üniformalarınıbir gün bile bırakmamışlardır. Atatürk mareşal iken,üniformasını bir iki defa ancak manevralardagiymişti.Atatürk, Serbest Fırka'nın kuruluş meselesindesamimî idi. Plânı sandığıma göre şudur: İsmet Paşave Fethi Bey kir ve ideal arkadaşlarıdır. İkisi deinkılâpçıdırlar. Kendisini lider olarak tanıyacaklar,inkılâp müesseselerini koruyacaklar, bunlardışındaki meseleler üzerinde diledikleri gibiçarpışacaklar, ayrı ayrı seçime gidecekler, böyleceTürkiye'de demokrasi geleneği kökleşmiş olacak .Fethi Okyar'ın kendisi Atatürk'ü hayal kırıklığınauğratmamış r. Fakat bilhassa ik darı nüfuz care için ele geçirmek ve İsmet Paşa'nın bu bakımdançıkardığı güçlüklerden kurtulmak isteyenler, kolayyolu aradılar. İr caın tahriklerini benimsediler. Butahrikler bir ara o kadar tehlikeli şekiller aldı kiolgunluk im hanını henüz veremeyeceğimiz
meydana çık . Başkalarının daha derin sırlarkeşfedip etmediklerini bilmiyorum. Fakat benimperde önünde ve arkasında gördüklerimdenedindiğim kanaat bu.Atatürk, Hitler ve Mussolini gibi, demokrasileraleyhine hicivler ve diktatörlük lehine methiyelersöylemiş değildir. Hususî meclislerinde dahi millîhâkimiyet davasına gönülden bağlı olduğu sezilirdi.Onun düşmanlığı, yobazlığa idi. Geriliğe idi. Türkşere ni düşüren ve Türklüğü gelişmeden alıkoyankara ve karanlık gelenek ve göreneklere karşı idi.Devrinin liderleri arasında tek samimî dostlukhisse ği adam, Amerikan demokrasisininbaşındaki Roosevelt olmuştur. Roosevelt de, bir lmde Atatürk'ün küçük yavrulara sevgisinigösteren sahneyi seyrederken pek duygulanmış vekendisine bir sevgi mektubu yollamış . Herriot'yunasıl zevkle karşılayıp konuştuğunu da hatırlarım.Atatürk Bolşevik liderlerinden yalnız Lenin'i, Rusih lâli millî kurtuluş davalarını tu uğu, her türlüemperyalizmi redde ği ve Rusya içindeki milletlere
hürriyet verdiği mühlet içinde sevmiş r.Unutmamalıdır ki o zaman Ankara'da Azerbaycanelçisi de vardı.İstalin'i hiç sevmemiş, fakat küçümsememiş r.Mussolini'yi küçümserdi:- O sadece iyi bir bayındırlık bakanıdır, derdi.Gerçekten de Mussolini onun ölçüsü içindekalmıştır:- Kendi kendini sandığı gibi olsa başında kralbırakır mıydı? derdi.Nitekim Mussolini'yi başında alıkoyduğu kralhapse atmıştır.AlafrangaAnkara yerlilerine göre biz hepimiz, kendiaralarına sonradan ka lmış olanlar ''yaban''sayılırdık. 1923 sularında bu yabanları görmeliidiniz: Milletvekillerinden bile birçoğu poturlu veya
cüppeli idi. Kravat ve düzgün şehir kılığı henüzbid'at gibi bir şeydi. Her gün raş olmak, sık sıkesvap değiş rmek, ütü ve kalıp, kerçip evlerinrahatsızlığından şikaâyet etmek züppelikgörünürdü. Göze batmamak yalnız MustafaKemal'in ve Mudanya'dan beri sivil giyen İsmetPaşa'nın imtiyazları idi.Hele biz İstanbul'un edebiyatçı gençleri pekyadırganırdık. Yüzümüze değilse de arkamızdan:- Nereden çıktı bu dalkavuklar! dendiğini işitiyorgibi olurduk.Akıllarınca Ankara bizim yüzümüzdenbozulacak . Ankara'nın Kuvay-ı Millîyeliği uçupgidecekti.Bir de bize sormalı idiler. Belediye bahçesinincılız akasyaları al nda caddenin tozunu dumanınıteneffüs ederek bunaldığımız günlerde:- Mustafa Kemal de devlet merkezi yapacakbaşka yer bulamadı mı? diye içlenirdik. ''Yaban''
nüfus o kadar azdı ki her yerde birbirimizibulurduk.Ankara'nın rakiplerinden biri Konya, biriEskişehir'di. Doğrusu Eskişehir'i o günlerinAnkarasından cennet gibi görürdük. İstanbul'ayakındı. Fakat Mustafa Kemal bu tar şmalarınal ndan kalkmak ne kadar güç olduğunudüşünerek:- Buraya gelmişiz, burada oturmuşuz, buradakalacağız, deyip kesmeği daha doğru bulmuştu.İşin tuhaf tara İstanbul'un Tanzimatçı kibarlarıarasında da ''yaban'' sayılışımızdı. Kalpaklı idik.İstanbul fesi bize yan bakardı. Ara sıra girdiğimizmeclislerde konuşmanın kesilmesinden bizeduyurulmıyacak şeyler görüşüldüğünü hissederdik.Mustafa Kemal'i hiç sevmiyen Merkez-i Umumîciİ hatçılar bu alafrangalarla birlik olmuşlardı.Garip r: Onlar da 1908 Meşru ye nden sonraİstanbul'a göre Selânik yabanları idiler. Rumelikeçekülâhı unutulmuş, ar k Ankara kalpağı alayaalınıyordu. Devrimler bizim Meşru yet
Türkçülüğünden beri gü üğümüz dava idi. TabiîMustafa Kemal'in cesaret e ği kadar ilerisinegitmiyorduk ama, radikal Türkçülerden idik. YatKulüp'te de bize: \"Dalkavuklar!'' diyorlardı.Yahya Kemal bir gün bir İstanbul meclisindefırka kavgaları olurken, kızmış:- Ben ne o rkadanım, ne bu rkadanım,Mustafa Kemal'in dalkavuklarındanım, demişti.Ankara'ya git, yaban, İstanbul'a gel yaban...Doğrusu bir tuhaf olmuştuk.Yapılanlar ve yapılacak olanlar da bualafrangaların sözde rüyada bilme görmeğe hasretçek kleri idi. Fakat padişahın İstanbulundayapılmıyor, sadrazam paşa hazretleri yapmıyor veYat Kulüp kibarları Fındıklı Sarayı'nda oyvermiyordu. Bunlar sırmalı Tanzimat islâhatçılarınınhayranlığı ile ye şmişlerdi. Ankara yabanlarıngiydirdiği şapkayı bile başlarına koymaktanutanmışlardı. İçlerinden biri vardı ki Avrupa'da ikenbir gazetede çıkan şapkalı resmi yüzünden par
buhranı olmuştu. Hocaların ve muhafazakârlarıngözünde mason ve zındık diye anılırdı. O bile, dahamecburi olmamakla beraber, gözleri alış rmak içingiydirilmeğe başlanan şapka ile alay ediyordu.Hattâ Atatürk bir gün acı acı gülmüş:- Sorunuz beyefendiden, dinine mi dokunduacaba? demişti.Bu yabanlık devrimiz Ankara şehri birazmedenîleşinceye kadar sürdü.Doğrusu Atatürk de, Kemalizm de ne alaturka,ne alafranga, doğrudan doğruya Türktü.YeşilBüyük Ba şehirlerinin hepsinde bahçeli evsemtleri ayrılmış r. Bu sistem her yuvaya havasınıve gölgesini olduğu yerde verir. Her penceredengüneş girer.Ankara plânında da Yenişehir'in ana caddearkaları bahçeli evler sem , Çankaya ve Kavaklıdere
daha geniş bahçeli villalar sem idi. İmarkomisyonu reisi iken plân disiplininin korunmasınaçalışıyordum. Doğrudan doğruya Atatürk ve İnönüile temas edebildiğim için, bir sürü menfaatçarpışmalarına rağmen, pek zorluk çekmiyorduk.Bir gün Avusturyalı mütehassıs Örley banageldi. Atatürk'ün Yenişehir'de Bayan Rukiye içinyap racağı evin plânını tasdik e ğini söylediktensonra:- Biliyorsunuz ki bu mahallelerde dükkânolmıyacak r. Hâlbuki evin projesinde bir dükkânvar. Müracaat köşkten olduğu için dokunmadık.Size söylüyorum, dedi.Akşam Atatürk'e gittiğimde durumu olduğu gibianlattım:- Ne demek bu? Bizim key miz için plânı mıbozacaksınız? Yarın mütehassısa söyle, projeyi gerialınız ve dükkânı siliniz, dedi.Öyle de oldu idi.
Fakat kimse durunamıyordu. Arsayı veya evikaç kat ve nasıl bir bina yap rabileceğini bilerekalmış olanlar, mülklerini gelirlendirmek için plândisiplinini bozmağa uğraşıyorlardı. Bir milletvekilievinin bahçesi önündeki garajı bakkal dükkânınaçevirmiş . Uğraş k, kanunların böyle olup bi lerigidermeğe elverişli olmadığını gördük. Ondan sonragarajların bahçe gerilerine yap rılmasına kararverdikti.Ankara, Yansen plânına göre, boş bir topraktakurulduğu için dünyanın en modern şehri olacak .Gerek tra k, gerek oturma bakımından Doğu'yadeğil, Ba 'ya da örnek olmak şere ni kazanacak .Bir müddet sonra menfaatler birleşerek imarkomisyonu meselesini ''kuş''a döndürdüler.Yabancı mütehassısı, maaşını azaltarak, gitmekzorunda bırak lar. Müdürleri emirlerine aldılar.Çırpındık, çırpındık, plânın temellerinden kaymasınıönleğe muva ak olamadık. Fakat umumî hatlaryine yürürlükte idi.Ha ra de erimden bu krayı çıkardığım
günlerde Ankara'ya gitmiş m. İki yıldan berigörmediğim şehrin hâli beni ümitsizliğe düşürdü.Plân temellerinden yıkılmış . Yenişehir mahalleleri,gecekondu semtleri anarşisi içinde idi. İki katlıdanfazla bina yapılmıyacak yerlerde sekiz katlı çirkinçirkin kaleler yükseliyordu. Bahçeler silinmiş, iriliufaklı arka sokak dükkânları ile tıkanmıştı.Ankara'da göz, su arar, yeşillik arar. Bozkırın buparçasına biraz yeşillik verebilmek için neler çektikti.Bayan Afet'in bir hatırasında vardır: Atatürk çiftliğinyemiş bahçesi yapılan bir kısmında eski iğde ağacınıaramış, sökülüp a ldığını görünce bir yavrusuölmüş gibi içlenmiş . Bir vatan savaşını ateş içindenasıl candan gönülden takip ederse, Ankara'nınyeşillenmesini öyle gözlüyordu.Yenişehir'den Cebeci'ye doğru giden yolunsağında büyük bir danlık vardı. Büyüye büyüye oçorak yerde tabiî bir park hâlini almış . Bu defaköklerine kadar kazınarak boz bir yapı arsasınaçevrildiğini gördüm. Sandım ki, Ankara'dan göçehazırlanıyoruz. Sonra eski İngiliz Büyükelçisi Sir
George Clarck'ın bir sözü ha rıma geldi.Memleke en ayrıldıktan uzun yıllar sonra birziyaret için gelmiş . Abdullah Efendi lokantasındayemek yiyorduk:- Ankara'da idim, dedi, bilir misiniz neyeşaş m? Birçok binalar yapmışsınız, yollaraçmışsınız. Para ile, çimento ile, taşla ve demirlehepsi olur. Daha kısa zamanda da olur. FakatÇankaya'daki eski evimin yerinden bakınca, oyeşilliğe hayran oldum. Nasıl yap nız bu mucizeyi?Şaştığım bu...Öldü zavallı! Sağ olup şimdi gelerek aynı yerdenaynı yerlere baksaydı:- Gördüğüm mucize değil, bir serapmış! derdi.Atatürk çiftlik dağlarının ormanlaşması ile bizzatuğraştı idi. Hemen hemen her ağaçta hakkı vardır.Nerede birkaç söğüt görse, pikniğe giderdi.Söğütözü pek sevdiği köşelerden biri olmuştur.
Şu küçük kra da ha rlanmağa değer. Kendiağzından dinlemiş m: Bir gün Kurmay Başkanıİsmet Bey'le Diyarbakır çöllerinde atla gidiyorlarmış.Mustafa Kemal demiş ki:- Çabuk bana bir yeni din bul!- Ağaç dini. Bir din ki ibareti ağaç dikmek olsa!UmutFırsat düştükçe yazdığım gibi hasis denemez,çünkü ikramları pek yerinde idi. Fakat elinin birhayli sıkıca da olduğunu söylemekten geçemem.Çünkü içimde pek lâtif bir acısı vardır.Ara sıra kravat gibi ufak tefek şeyler alırdık.Bunun için meclisi iyice tenha olmalı, peksevmedikleri aramızda bulunmamalı idi.Bir akşam üç kişi kalmış k: Şükrü Kaya, RuşenEşref ve ben.Aramızda bir ter p yap k. Atatürk'e hediye
gelmiş olan saatlerden birer tane almak is yorduk.Eski köşkte idi.Konuştuk, neşelendik. Ve meseleyi aç k. Pekciddî:- Ha bu akşam başka... dedi, üç arkadaşımsınız.Ne çıkar birer saa en. Fakat insaf ediniz, kalabalıkolduğumuz zamanlar herkese nasıl saatbulabilirim?Müjde üçümüzün de ilhamlarımızı aç .Atatürk'ü keyi endirmek için elimizden geleniyapıyorduk. Bir müddet geç , saatleri ha rla k.Zili çaldı, Nesip Efendiyi çağırdı, bu Nesip Efendisimsiyah, yaşlı ve güler yüzlü bir Sudanlı idi. Aklı venutku birbirinden kı . Dört beş kelimelik bircümlesini bile hatırlamıyorum. Bir gün evdekilere:- Çocuklar aklınızı başınıza alınız, der.Pek ehemmiyet verdiği bir mesele üzerineolduğu için, uzun müddet düşündükten sonra,nutkuna devam eder:
- Çocuklar başınızı aklınıza alınız.İşte bu Nesip Efendi geldi, Atatürk:- Yukarıda camekânda saatler var ya... Al ge r,dedi.Nesip Efendi gi gelmez. İdareye bakanlartara ndan böyle şeylere pek dikkat etmesi içintembihli idi. Biz ha geliyor, coştuk, ha gelecek,kaynaş k. Zaman hayli geçince de yine ha rla k.Atatürk zili kuvvetle vurdu. Nesip Efendigörününce bir hayli payladı:- Ben sana söyleneni biliyorum. Beyler onlardandeğil. Ne diyorsam yap.Nesip efendi gi gelmez. Biz nükteler savurupbirimiz bir şiir, birimiz bir şarkı tu urup Atatürk'ükeyi i tutmağa çalışıyoruz. Nihayet bir zil daha, budefa Nesip Efendi elinde birkaç saatle geldi.Atatürk:- Getir bakayım, dedi.
İnadına gözüne kötü görünenleri seçmişolmakla beraber pek de fena şeyler değildi:- Bu arkadaşlarıma bunları mı lâyık görüyorsun?Götür, çabuk daha iyileri vardır, onları ge r emriniverdi.Nesip Efendi yine gi gelmez. Biz hep aynı şevkiçindeyiz. Atatürk çok defa gülmekten gözleriyaşarıyordu. Ismarlama böyle bir meclis eğlencesibulamazdı. Zamanlar geç , ha fçe ha rla k.Tekrar zile bas . Nesip Efendi bu defa iki üç başkasaatle geldi. Atatürk bunları da beğenmedi. Bizkendimize pek lâyık bulmakla beraber, dahaiyisinden mahrum olmamak için, onun krinekatılmış görünüyorduk.Nesip Efendi gi gelmez. Gelir gider. Böylecesaatler geç . Çankaya sabahı ağarmak üzere idi.Pek güzel bir gece geçiren Atatürk:- Vakit geç, sizin de benim de yarın işlerimiz var,saat meselesini başka zamana bırakalım, demesinmi?
Biz onu eğlendirdiğimiz kadar o da bizioyalamıştı.***Atatürk Çankaya'da kalmak kararını vermiş .Küçük köşkün arkası bir bozkır parçası idi.Kendisine:- Sa n almağa lüzum yok, bir iki yıl ek rirsiniz,sizin olur, demişlerdi.Ankaralı köylüler asırlardan beri dokunulmamıştoprağı sürüp duruyorlardı. Bir sabah Atatürkdolaşmağa çıkar. Gazinin tarlalarını sürdüklerinibilen, fakat kendisini tanımıyan köylülerden birininbaşucunda durur:- Kolay gele. Ne ekeceksin bu toprağa?- Hiç, sür dediler de sürüyoruz.- Ne biter dersin burada?
Dik dik yüzüne bakar:- Akıl yok mu sende? Burada ekin olsaydıAnkaralılar bırakırlar mıydı?Akşam üstü gülüyor:-İyi bir ders aldık bugün, diyordu.O boş topraklar şimdi koruluktur. Anadolu dabunun değerini bilmez.Hoşgörürlük''Genç'' keşfetmek, yeni adam ye ş rmekAtatürk'ün merakları arasında idi. Sicil ve bürokrasibaskı ve sıkısına pek gelmezdi. Çünkü kendisi bütüngençliğinde ''üst''ten çektiklerini unutmazdı.İkinci Meclise hayli genç ka lmış . Bazılarıçabuk vekillik peşinde idiler. Vekiller Mecliste henüzayrı ayrı seçildikleri için koridor oyunları pek revaçtaidi. Bir vekiller heye kuruluşunda yer bulamıyanrahmetli Neca , Rumeli göçmenlerinin acı
kaderlerini tu urarak bir ''imar ve iskân bakanlığı''peşinde alabildiğine propaganda yapıyor ve nutukçekiyordu. Bir gün yine kürsüde iken, iki eliarkasında -o zaman âde olduğu üzere- doksandokuzlu tespihini çeken Atatürk birden kızdı:- Bütün bunları vekil olmak için yapıyorsun.Seçmiyeceğiz seni! diye söylendiğini duymuştum.Henüz Cumhuriyet ilân edilmemiş . Atatürkhemen her gün Meclise gelir, çok defa toplan salonuna da girerdi.Fakat birkaç gün sonra Neca 'yi aramızdabakan olarak gördük. Atatürk poli kada hırsı fazlakötülemez, ahlâk ve kir temelleri sağlam olmakşar yle, tabiî de bulurdu. Eski şeyhülislâmlardanMustafa Sabri Hoca, bir gün kendisine:- Sana şeyhülislâmlık vermediğimiz için bizemuhalefet ediyorsun, diye tariz eden OsmanlıDahiliye Nazırı Talât Bey'e:- Eğer hizme e makam istemek bir suç ise, siz
suçüstü hâlinde bulunuyorsunuz, demişti.Mustafa Kemal de davalarını yürütebilmek için,bütün ömrünce yükselmeği aramış . İ hatçılarınona vurdukları başlıca damga haris olması idi.Neca ile Vâsıf erken ye şmiş olanlardandır.Kültür zaa bakımından birbirlerinden pek farklıdeğildi. Karakter bakımından Neca daha uysal,Vâsıf daha sert ve civanmer . Neca bir defabakan olduktan sonra Atatürk'e bütün varlığı ilehizmet ediyor, o sırada sık sık bulunan poli kahavası içinde şaşırmaktan kendini koruyordu. Lâ nyazısı meselesinde hemen harekete geç . Millîeği min nesi var nesi yoksa seferber e . Vâsıfelçilikte yabancı dil bilmemek zaa nı efendiliği,cömertliği ve kibarlığı ile örtebiliyordu. Kanaatlerinisöylemekte cesur ve serbes . Meselâ Türkiye'dekiİtalyan korkusunun bir hayal olduğunu iddia eder,Mussolini'nin Türkiye'ye tecavüz etmeği aklındanbile geçirmediğini ileri sürerdi. Roma'dan Ankara'yagelişlerinden birinde aynı kirleri, Mussolinialeyhine nedense durmadan kışkır lan Atatürk'e
söylediği vakit, Atatürk:- Siz Mussolini yanında benim elçim misiniz,yoksa benim yanımda Mussolini'nin mi elçisisiniz?diye sormuştu.
Vasıf:- Hayır paşam, ben Roma'da Türk mille nintemsilcisiyim, cevabını vermişti.Burada Vasıf'ın cesare ni değil, Atatürk'üntoleransını övmek lâzım gelir. Eğer onunla aynışeylere inanmışsanız, Atatürk'e hiç beğenmiyeceği kirlerinizi de söylemek bir cesaret meselesi değildi.Bilâkis sadece onun hoşuna gitmeği düşünereksözleri ayarlamak pek lüzumsuz bir dalkavukluktu.Bu türlü dalkavuklar sofra oyuncağı olmaktanbaşka bir mükâfat da görmemişlerdir.Atatürk'ün bazı törenlerdeki hâlini beğenmiyenHakkı Kılıçoğlu Hür Fikir adlı gazetesinde sertçesözlerle tenkit etmiş ve yazısını şöyle bi rmiş : ''Buyol saltanat yoludur, saraya gider, biz ar k sarayagideceklerden değiliz!''Kılıçoğlu'nu Mustafa Kemal'e iyice curnaletmişlerdi. Hâlbuki Meşru ye en beri en ileri kirleri pervasızca savunan Hakkı'yı Atatürk tanırdı,davaya bağlılığını bilirdi. Mustafa Kemal şöyle
Search
Read the Text Version
- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- 8
- 9
- 10
- 11
- 12
- 13
- 14
- 15
- 16
- 17
- 18
- 19
- 20
- 21
- 22
- 23
- 24
- 25
- 26
- 27
- 28
- 29
- 30
- 31
- 32
- 33
- 34
- 35
- 36
- 37
- 38
- 39
- 40
- 41
- 42
- 43
- 44
- 45
- 46
- 47
- 48
- 49
- 50
- 51
- 52
- 53
- 54
- 55
- 56
- 57
- 58
- 59
- 60
- 61
- 62
- 63
- 64
- 65
- 66
- 67
- 68
- 69
- 70
- 71
- 72
- 73
- 74
- 75
- 76
- 77
- 78
- 79
- 80
- 81
- 82
- 83
- 84
- 85
- 86
- 87
- 88
- 89
- 90
- 91
- 92
- 93
- 94
- 95
- 96
- 97
- 98
- 99
- 100
- 101
- 102
- 103
- 104
- 105
- 106
- 107
- 108
- 109
- 110
- 111
- 112
- 113
- 114
- 115
- 116
- 117
- 118
- 119
- 120
- 121
- 122
- 123
- 124
- 125
- 126
- 127
- 128
- 129
- 130
- 131
- 132
- 133
- 134
- 135
- 136
- 137
- 138
- 139
- 140
- 141
- 142
- 143
- 144
- 145
- 146
- 147
- 148
- 149
- 150
- 151
- 152
- 153
- 154
- 155
- 156
- 157
- 158
- 159
- 160
- 161
- 162
- 163
- 164
- 165
- 166
- 167
- 168
- 169
- 170
- 171
- 172
- 173
- 174
- 175
- 176
- 177
- 178
- 179
- 180
- 181
- 182
- 183
- 184
- 185
- 186
- 187
- 188
- 189
- 190
- 191
- 192
- 193
- 194
- 195
- 196
- 197
- 198
- 199
- 200
- 201
- 202
- 203
- 204
- 205
- 206
- 207
- 208
- 209
- 210
- 211
- 212
- 213
- 214
- 215
- 216
- 217
- 218
- 219
- 220
- 221
- 222
- 223
- 224
- 225
- 226
- 227
- 228
- 229
- 230
- 231
- 232
- 233
- 234
- 235
- 236
- 237
- 238
- 239
- 240
- 241
- 242
- 243
- 244
- 245
- 246
- 247
- 248
- 249
- 250
- 251
- 252
- 253
- 254
- 255
- 256
- 257
- 258
- 259
- 260
- 261
- 262
- 263
- 264
- 265
- 266
- 267
- 268
- 269
- 270
- 271
- 272
- 273
- 274
- 275
- 276
- 277
- 278
- 279
- 280
- 281
- 282
- 283
- 284
- 285
- 286
- 287
- 288
- 289
- 290
- 291
- 292
- 293
- 294
- 295
- 296
- 297
- 298
- 299
- 300
- 301
- 302
- 303
- 304
- 305
- 306
- 307
- 308
- 309
- 310
- 311
- 312
- 313
- 314
- 315
- 316
- 317
- 318
- 319
- 320
- 321
- 322
- 323
- 324
- 325
- 326
- 327
- 328
- 329
- 330
- 331
- 332
- 333
- 334
- 335
- 336
- 337
- 338
- 339
- 340
- 341
- 342
- 343
- 344
- 345
- 346
- 347
- 348
- 349
- 350
- 351
- 352
- 353
- 354
- 355
- 356
- 357
- 358
- 359
- 360
- 361
- 362
- 363
- 364
- 365
- 366
- 367
- 368
- 369
- 370
- 371
- 372
- 373
- 374
- 375
- 376
- 377
- 378
- 379
- 380
- 381
- 382
- 383
- 384
- 385
- 386
- 387
- 388
- 389
- 390
- 391
- 392
- 393
- 394
- 395
- 396
- 397
- 398
- 399
- 400
- 401
- 402
- 403
- 404
- 405
- 406
- 407
- 408
- 409
- 410
- 411
- 412
- 413
- 414
- 415
- 416
- 417
- 418
- 419
- 420
- 421
- 422
- 423
- 424
- 425
- 426
- 427
- 428
- 429
- 430
- 431
- 432
- 433
- 434
- 435
- 436
- 437
- 438
- 439
- 440
- 441
- 442
- 443
- 444
- 445
- 446
- 447
- 448
- 449
- 450
- 451
- 452
- 453
- 454
- 455
- 456
- 457
- 458
- 459
- 460
- 461
- 462
- 463
- 464
- 465
- 466
- 467
- 468
- 469
- 470
- 471
- 472
- 473
- 474
- 475
- 476
- 477
- 478
- 479
- 480
- 481
- 482
- 483
- 484
- 485
- 486
- 487
- 488
- 489
- 490
- 491
- 492
- 493
- 494
- 495
- 496
- 497
- 498
- 499
- 500
- 501
- 502
- 503
- 504
- 505
- 506
- 507
- 508
- 509
- 510
- 511
- 512
- 513
- 514
- 515
- 516
- 517
- 518
- 519
- 520
- 521
- 522
- 523
- 524
- 525
- 526
- 527
- 528
- 529
- 530
- 531
- 532
- 533
- 534
- 535
- 536
- 537
- 538
- 539
- 540
- 541
- 542
- 543
- 544
- 545
- 546
- 547
- 548
- 549
- 550
- 551
- 552
- 553
- 554
- 555
- 556
- 557
- 558
- 559
- 560
- 561
- 562
- 563
- 564
- 565
- 566
- 567
- 568
- 569
- 570
- 571
- 572
- 573
- 574
- 575
- 576
- 577
- 578
- 579
- 580
- 581
- 582
- 583
- 584
- 585
- 586
- 587
- 588
- 589
- 590
- 591
- 592
- 593
- 594
- 595
- 596
- 597
- 598
- 599
- 600
- 601
- 602
- 603
- 604
- 605
- 606
- 607
- 608
- 609
- 610
- 611
- 612
- 613
- 614
- 615
- 616
- 617
- 618
- 619
- 620
- 621
- 622
- 623
- 624
- 625
- 626
- 627
- 628
- 629
- 630
- 631
- 632
- 633
- 634
- 635
- 636
- 637
- 638
- 639
- 640
- 641
- 642
- 643
- 644
- 645
- 646
- 647
- 648
- 649
- 650
- 651
- 652
- 653
- 654
- 655
- 656
- 657
- 658
- 659
- 660
- 661
- 662
- 663
- 664
- 665
- 666
- 667
- 668
- 669
- 670
- 671
- 672
- 673
- 674
- 675
- 676
- 677
- 678
- 679
- 680
- 681
- 682
- 683
- 684
- 685
- 686
- 687
- 688
- 689
- 690
- 691
- 692
- 693
- 694
- 695
- 696
- 697
- 698
- 699
- 700
- 701
- 702
- 703
- 704
- 705
- 706
- 707
- 708
- 709
- 710
- 711
- 712
- 713
- 714
- 715
- 716
- 717
- 718
- 719
- 720
- 721
- 722
- 723
- 724
- 725
- 726
- 727
- 728
- 729
- 730
- 731
- 732
- 733
- 734
- 735
- 736
- 737
- 738
- 739
- 740
- 741
- 742
- 743
- 744
- 745
- 746
- 747
- 748
- 749
- 750
- 751
- 752
- 753
- 754
- 755
- 756
- 757
- 758
- 759
- 760
- 761
- 762
- 763
- 764
- 765
- 766
- 767
- 768
- 769
- 770
- 771
- 772
- 773
- 774
- 775
- 776
- 777
- 778
- 779
- 780
- 781
- 782
- 783
- 784
- 785
- 786
- 787
- 788
- 789
- 790
- 791
- 792
- 793
- 794
- 795
- 796
- 797
- 798
- 799
- 800
- 801
- 802
- 803
- 804
- 805
- 806
- 807
- 808
- 809
- 810
- 811
- 812
- 813
- 814
- 815
- 816
- 817
- 818
- 819
- 820
- 821
- 822
- 823
- 824
- 825
- 826
- 827
- 828
- 829
- 830
- 831
- 832
- 833
- 834
- 835
- 836
- 837
- 838
- 839
- 840
- 841
- 842
- 843
- 844
- 845
- 846
- 847
- 848
- 849
- 850
- 851
- 852
- 853
- 854
- 855
- 856
- 857
- 858
- 859
- 860
- 861
- 862
- 863
- 864
- 865
- 866
- 867
- 868
- 869
- 870
- 871
- 872
- 873
- 874
- 875
- 876
- 877
- 878
- 879
- 880
- 881
- 882
- 883
- 884
- 885
- 886
- 887
- 888
- 889
- 890
- 891
- 892
- 893
- 894
- 895
- 896
- 897
- 898
- 899
- 900
- 901
- 902
- 903
- 904
- 905
- 906
- 907
- 908
- 909
- 910
- 911
- 912
- 913
- 914
- 915
- 916
- 917
- 918
- 919
- 920
- 921
- 922
- 923
- 924
- 925
- 926
- 927
- 928
- 929
- 930
- 931
- 932
- 933
- 934
- 935
- 936
- 937
- 938
- 939
- 940
- 941
- 942
- 943
- 944
- 945
- 946
- 947
- 948
- 949
- 950
- 951
- 952
- 953
- 954
- 955
- 956
- 957
- 958
- 959
- 960
- 961
- 962
- 963
- 964
- 965
- 966
- 967
- 968
- 969
- 970
- 971
- 972
- 973
- 974
- 975
- 976
- 977
- 978
- 979
- 980
- 981
- 982
- 983
- 984
- 985
- 986
- 987
- 988
- 989
- 990
- 991
- 992
- 993
- 994
- 995
- 996
- 997
- 998
- 999
- 1000
- 1001
- 1002
- 1003
- 1004
- 1005
- 1006
- 1007
- 1008
- 1009
- 1010
- 1011
- 1012
- 1013
- 1014
- 1015
- 1016
- 1017
- 1018
- 1019
- 1020
- 1021
- 1022
- 1023
- 1024
- 1025
- 1026
- 1027
- 1028
- 1029
- 1030
- 1031
- 1032
- 1033
- 1034
- 1035
- 1036
- 1037
- 1038
- 1039
- 1040
- 1041
- 1042
- 1043
- 1044
- 1045
- 1046
- 1047
- 1048
- 1049
- 1050
- 1051
- 1052
- 1053
- 1054
- 1055
- 1056
- 1057
- 1058
- 1059
- 1060
- 1061
- 1062
- 1063
- 1064
- 1065
- 1066
- 1067
- 1068
- 1069
- 1070
- 1071
- 1072
- 1073
- 1074
- 1075
- 1076
- 1077
- 1078
- 1079
- 1080
- 1081
- 1082
- 1083
- 1084
- 1085
- 1086
- 1087
- 1088
- 1089
- 1090
- 1091
- 1092
- 1093
- 1094
- 1095
- 1096
- 1097
- 1098
- 1099
- 1100
- 1101
- 1102
- 1103
- 1104
- 1105
- 1106
- 1107
- 1108
- 1109
- 1110
- 1111
- 1112
- 1113
- 1114
- 1115
- 1116
- 1117
- 1118
- 1119
- 1120
- 1121
- 1122
- 1123
- 1124
- 1125
- 1126
- 1127
- 1128
- 1129
- 1130
- 1131
- 1132
- 1133
- 1134
- 1135
- 1136
- 1137
- 1138
- 1139
- 1140
- 1141
- 1142
- 1143
- 1144
- 1145
- 1146
- 1147
- 1148
- 1 - 50
- 51 - 100
- 101 - 150
- 151 - 200
- 201 - 250
- 251 - 300
- 301 - 350
- 351 - 400
- 401 - 450
- 451 - 500
- 501 - 550
- 551 - 600
- 601 - 650
- 651 - 700
- 701 - 750
- 751 - 800
- 801 - 850
- 851 - 900
- 901 - 950
- 951 - 1000
- 1001 - 1050
- 1051 - 1100
- 1101 - 1148
Pages: