Important Announcement
PubHTML5 Scheduled Server Maintenance on (GMT) Sunday, June 26th, 2:00 am - 8:00 am.
PubHTML5 site will be inoperative during the times indicated!

Home Explore Çankaya-Falih Rıfkı ATAY

Çankaya-Falih Rıfkı ATAY

Published by eminyukseloglukaihl, 2019-10-18 12:32:45

Description: Çankaya-Falih Rıfkı ATAY

Search

Read the Text Version

Soyadını kendisine Atatürk vermiş .Arkadaşlarını şere endirmekte, cephe veya cephegerisinde, kendi yap klarını sevdiklerine maletmekte hiç hasis değildi.GafRahmetli Nuri Conker davudî sesli, kelli felli, çokdefa efendice zari i. Atatürk'ün çocukluk ve askerocağı arkadaşı olduğu için meclislerinde, havaelverişli olduğu zaman, lâubalîlik ve Atatürk'le şakaetmek de yalnız onun im yazı idi. Selânikgazinolarındaki masa sohbetlerinden beri ha ralarıbirbirlerini tamamlıyordu. Mustafa Kemal dahakolağası iken bir akşam:- Fethi'yi büyükelçi, seni başvekil yapacağım,demiş.Nuri Conker sormuş:- A birader ya sen ne olacaksın?- Fethi'yi büyükelçi ve seni başbakan

yapabilecek makam sahibi!Atatürk o makam sahibi olmuştu, ha a Fethi'yibüyükelçi de yapmış ama, Nuri Conker sadecesohbet arkadaşı olarak kalmış . Sinirli zamanlardabir hikâyesi, nüktesi veya şakası ile meclisin zehrinigiderir. Atatürk'ün pek çok ha ralarını tazeler,rahmetliyi avuturdu.Eski köşkünde iken bir akşam yine toplanmıştık.Birkaç hanım da vardı. Biri Atatürk'ün yakınlarındanidi. Misa rlerine birer birer ne içmek istediklerinisoruyor, garsona emir veriyordu. Sıra SaracoğluŞükrü'ye geldi. Saracoğlu içkici değidi. Bazen uzunsaatler bir kadehle avunur, fakat herkesle beraberonun da neşesi artardı. Nuri Conker'in aksine de hiçzarif değildi. Lâ fe etmek istediği zaman birazkabaya bile kaçardı:- Ben şampanya isterim, dedi.Misa rlerinin hoşnutluğunu pek kibarca herşeyin üstünde tutan Atatürk garsona:

- Beyefendiye şampanya getiriniz, dedi.Nedense ev sahipliğini fazlaca üstüne alanhanım:- Ge rme, ha r için söylemiş r, kabilindenişaret etmiş. İçkiler geliyor, Saracoğlu:- Şampanyamı isterim, diye tekrarlıyordu. Tatlısohbetlerine başlamak için acele eden Atatürk:- Canım beyefendinin şampanyasını ge rseniza... diye garsona biraz sertçe bağırdı.Hanım yanında oturduğu Saracoğlu'ya, kimseyeişittirmiyecek bir sesle,- Eskiden beri hep şampanya mı içerdiniz?demesin mi...Demesi bir şey değil, pek hassas olan Atatürkbunu duymasın mı?Şükrü bir saracın oğlu idi. Atatürk de nihayet bir

gümrükçünün! Kıpkırmızı kesildi:- Hanımefendi siz bu cen lmenlerle bir meclistebulunmağa lâyık değilsiniz, dedi.Bu sözden haklı olarak fazla alınan hanım kalk ve çekildi.Meclis buz gibi donmuştu. Atatürk yüzünüasmış, kimse ses çıkarmıyordu. Ölüm sessizliğidenen şeydi bu. İşte o sırada, Nuri Conker'in şarkıokumak için boğazını hazırlıyormuş gibi, öksürdüğüişitildi. Hepimiz ona baktık. Pek ciddî:- Lâ hayre hinne ve lâ büdde min hünne...dedi.Atatürk başını kaldırdı:- Nedir o? dedi.- Yani efendim onlardan hayır yoktur, fakatlüzumludurlar. Hanımefendilerimiz için söylenmiştirde...

Hanımlar bile güldüler. Bulut dağılmıştı.FoxFoks Atatürk'ün son köpeğinin adıdır. Birkaç yıleski ve yeni köşkte rahmetli lideri eğlendir idi. İnceruhlu insanlar gibi Atatürk de hayvanları severdi.Kurban kes rmezdi. ''Ömrümde bir tavuğunboğazlandığını görmemişimdir,'' derdi.Foks'u kendisine hediye etmişlerdi. Daha öncede pek sevdiği bir köpeği varmış ama, ona benyetişemedim. Atatürk bu yenisine o kadar yüz verdiki, bir müddet sonra hemen hemen terbiyesinikaybe idi. Bilârdo oynarken masanın üstüneçıkar, bilyeleri yere yuvarlayıp oynar, Atatürk de buşımarıklığa gülerdi. Bereket yalnız misa rleriısırmazdı. Pek sert bir köpekti de!Törenlerde Foks Atatürk'ün ayağı dibindedururdu. Galiba Ülkü kadar onun da çıkmışresimleri vardır.İki krası ha rımdadır: Eski köşkte

vilâyetlerimizden birine tayin olunan bir zat bir günkendisini resmî ziyarete gelir. Çalışma odasındangirer. Foks bir köşede yatmakta. Atatürk masasınınbaşında, vali Bab-ı âli protokolünden gelme olduğuiçin, oda içinde bir müddet yürüdükten sonra,birdenbire yarı beline kadar eğilip ''yerden''dedikleri Osmanlı selâmını verir. Cumhuriyet devrigörenekleri içinde ye şen Foks bu anî hareke görünce Atatürk'e bir fenalık yap ğını sanarak rlayıp adamcağızı tam kaba e nden ısırır. Neolduğunu ne yapacağını şaşıran vali de tam tersineyere düşer ve ayakları havaya kalkar.Biz gülüyorduk ama Atatürk pek sıkılıyordu.Benim bulunmadığım bir gece de meclistekonuşmalar olurken Foks, çok defa yap ğı gibi,masanın al na girer. Isırmadığını bildiğimizdenayaklarımız al nda dolaşmasından huylanmazdık.O gece rahmetli Reşit Galip'in iskemlesi yanına gelirve oynarken pantolonunun paçasını yırtar. Atatürkbundan da üzülerek, dostu Reşit Galip'e hemenkendi terzisinde şahsî hesabına bir esvap

ısmarlamasını rica eder.Bu vak'adan sonra eskice esvaplarını giyerekdavete gelenler ve Foks masanın al na girdikçepaçalarını ona uzatanlar çok olmuştu. Fakat Foksondan sonra bir türlü efendisini masrafa sokmadıidi.Foks gitgide şımarıklığı ar rdı. Doğrusu biz desinirlenmeğe başlamış k. Nihayet bir akşamgeldiğimizde Atatürk'ün elini sarılı bulduk:Efendisini ısırmış . Köpeği alıp çi liğe götürmüşler,kontrol al na almışlardı. Yakınları bir olarak vesahibini ısıran köpekten ar k hayır kalmadığınainandırarak öldürülmesi için müsaadealabilmişlerdi.Çi lik müdürü Foks'un derisini doldurtup müzecamekânına koymuştu. Bir gün Atatürk gezmeğegi kte müdür kendisini davet eder, derisi ot dolu,donuk cam gözlü köpeğini gösterir. Atatürk büyükbir gönül acısı ile başını çevirerek:- Onu ben severdim. Böyle görmek istemem,

kaldırınız onu... der.Yanılmıyorsam, ertesi günü Foks'u çi liğin birköşesine gömmüşlerdi.MetodAtatürk'ün askerlikte ve inkılâpçılıkta başarısırlarından birincisi tam zamanını beklemek, ikincisi rsat kaçırmamak . İlk defa Erzurum'a gi ği vakithalka mukaddes saltanat ve hilâfet makamlarınıyabancıların baskısı al ndan kurtarmağı başlıcahede eri arasında göstermiş . İnkılâpçılıkdavalarından hiçbirini zafere kadar kimseyesezdirmemiştir.Fakat Vahide n bir düşman zırhlısı ileİstanbul'dan kaçınca padişahlığı kaldırmak için elinegeçen bu rsa bir gün bile kaçırmadı. İzmir'degazetecilerle görüştüğü sırada Hüseyin Cahit(Yalçın) neden Lâ n yazısını kabul e rmeğe kararvermediğini sorunca, bu suali hiç de iyi karşılamadıidi. Lâ n yazısı aleyhtarlığı memleke e o kadarkuvvetli idi ki Meşrutiyet devrinde Kılıçoğlu Hakkı ile

rahmetli Celâl Nuri'nin çıkardıkları ''Serbest Fikir''dergisi bu yazı lehine bir makale yayınladığı içinkapatılmıştı.Günü gelince de hepimizi şaşır . Bizkomisyonda beş yıl ile on beş yıl arasında birmühlet düşünen iki gruba ayrılmış k. İlk yıllardaher iki yazı birlikte öğre lecek . Gazeteler yarımsütundan başlayarak yeni yazı kısmını yavaş yavaşartıracaklardı. Bu fikirleri anlattığı zaman:- Bu iş ya üç ayda olur, ya hiç olmaz, dedi.Sonra ilâve etti:- Gazetelerde yarım sütun eski yazı kalsa bileherkes onu okur. Hele iç ve dış bir de buhrançıkarsa bizim teşebbüs de Enver'inkine döner.Enver Paşa eski yazıda bir imlâ inkılâbıdüşünmüştü. Harbiye Nezare tezkerelerinde yeniimlâyı kullanıyor, ''Tanin'' gazetesinin bir köşesindeher gün örnekler çıkıyordu. Bu inkılâp bi şik harfsistemini kaldırmaktan ibare r. Pek ip daî bir

ıslâhat teşebbüsü idi. Dünya Harbi çıkınca yüzüstükaldı. Atatürk'ün ima ettiği bu idi.Şapka meselesinde de en ileri düşünenleruzunca bir ''in bak'' mühle düşünmüşlerdi. Önceserbest vatandaşlardan is yenler giyecekler, eğertecavüze uğrarlarsa polis bunları cezalandıracak .Gözler alış ktan sonra memurlara sıra gelecek .Atatürk Kastamonu ve İnebolu seyaha ne çık ğızaman biz böyle olacağını sanıyorduk: Oseyahatten Ankara'ya şapkalı dönmüştü.Zaman gelmiş midir, gelmemiş midir, bu hiçbirteşhis hatasına gelmez. Başarmış devrimcilerindeha sırrı bu teşhisi iyi koymak r. Sonra da hemenyapmak, yolu dönülmez kılmaktır.Atatürk'ün ne kadar beklediğini düşünmeyip dene kadar çabuk yap ğını gören eski Afgan KralıAmanullah Han Ankara'dan memlekete dönüşündehemen harekete geç ve bu yüzden tacını datah nı da kaybe idi. Bu memleke e daha öncebaşlık inkılâpları olmuştur: Rahmetlisadrazamlardan Tev k Paşa sarık yerine fesin

giyilmesi şapka giyilmesinden daha güç ve hâdiseliolduğunu söylemiş . Enver Paşa'nın asker başlığıgüneşlikli idi. Atatürk, inkılâpçılıkta, Tanzimat'tanberi süregelen ilerleme savaşının miraslarından pekiyi faydalanmayı bilmişti.Gerçekte Birinci Meclisin hâkim olduğu Anadoludevle , İstanbul'daki Osmanlı devle nden çokdaha geri idi. Okullarda resim derslerine biletahammül etmiyor, sivil okul yerine medreseleraçıyordu. Biz zaferden sonra Mustafa Kemaldevam e ği için bir Ba devle olduk: Bir Asyadevleti de olabilirdik.Bir metodu da devrimlerini halk adına yapmakve bilhassa ona benimsetmek . Sanki halk is yorda o halkın iradesine boyun eğiyordu. Yobazlar buiradeyi baltalamak is yen halk düşmanları idi.Sarayburnu'nda yeni yazı nutkunu halk kalabalığıarasında söylemiş, sanki halkın ''emirber''i olmuştu.Nitekim o zaman Büyükada Kulübüne gi ğimizdedans salonundan kendisini karşılamağa çıkan fraklısmokinli ve tuvaletli balo kalabalığına bakmış, bana

dönerek:- Çocuk, o işi burada yapamazdık, demişti.ResimRahmetli Yunus Nadi nazına katlandıklarından,kızdığı zaman da sevdiklerinden idi. Bunun sebebivardır: Kuvay-ı Milliye'nin daha ilk zamanlarındaNadi İstanbul'daki gazetesini ve raha nı bırakarak,birkaç düzine har e Ankara'ya gelmiş . Baca isi ilemürekkep yapma usullerinin keşfedilmeğeuğraşıldığı o yokluk günlerinde gazete çıkarmak nedemek olduğu kolay tahmin olunabilir. Nadi'nin''Yeni Gün''ü bağımsız olmakla beraber tamMustafa Kemalci idi. Sakarya ve Başkomutanlıkmeselesi günlerinde pek iyi bir mücadele yapmış .Atatürk değerleri ve hizmetleri unutmaz, pek çokkusurları bu değerler ve hizmetler ha rasınabağışlardı.Nadi neşeli şevkli, coşkun mizaçlı idi. Atatürkmeclislerinde fazla keyi enmişliğe vurarak içinidökerdi. Gözlerinin birini yummasından söze

koyulmak üzere olduğunu hissederdik. Şarkı bilesöylemeğe meraklı ise de sesi benimkini aratacakkadar fena idi. Bir akşam, eski köşkte, pek devrimcibir nutuk çekiyordu. Kendisince başkasınınişitmesini istemediği tehlikeli şeyler söylüyordu. Biraralık arkasına doğru bakıp döndü ve durdu:Dinliyen birini görmüştü. Atatürk gülerek:- Çekinme... Ben'im o... dedi.Nadi'nin arkasında Atatürk'ün cama dayalıbütün bir boy fotoğrafı duruyordu.İlk zamanları, sabah trenine ye ş rmek için osaatlerden sonra otel odasında yazıya oturmasınaşaşardım. Semizliğinin ve çoğunca durgun hâlininhiç umdurmıyacağı kadar tetik ve çalışkandı.İstanbul'da ''Cumhuriyet'' gazetesiniçıkarıyordu. Bu gazete uzun müddet Atatürkçü tekgazete olarak kalmış . İstanbul'u muhalefet havasısardığı zamanlarda da hayli sürüm sarsın larıgeçirmişse de davaya bağlılığından hiçayrılmamıştır.

Nadi samimî devrimci idi. Eski ''Malûmat''mektebinden, hemen hemen Muallim Naciedebiya ndan olmakla beraber, Meşru yetTürkçülüğünün dil prensiplerini benimsemiş,Osmanlıcasını Türkçeye doğru çözmüştü. Bu yalnızşekil bakımından Türkçe, üslûp ve lehçebakımından Osmanlıca idi. Sonra ikinci fedakârlığasıra geldi: Atatürk kendini seven yazarları, birmüddet, tamamıyla öz Türkçe denemelerine davetetmiş . Bu benim yazı ömrümün en sıkın lıgünleridir: Türkçeden başka hiçbir kelimekullanmamak, sonra da zevklerimden ayrılmamak!Ben kolay ve çabuk yazarım. O zamanları dör ebir sütunluk bir şey yazabilmek için bir iki saatuğraşırdım. Yemek masasını yazı masasınaçevirmiş m: Etra nda döner, dururdum. HemAtatürk'ün meclisinden, hem onun gazetesiniemanet ettiği adam olmak gibi iki şerefli mesuliyetlesanat kaygılarım arasında ne yapacağımı şaşırırdım.Kendisi ise bizden fazlasını yapıyordu.Nadi kolayını şöyle bulur: Yazılarını kendi

üslubu ile yazar, sonra içeriye vererek Taramadergisine göre öz Türkçeye çevir rmiş. Bu yazılarıha rlarım. Asılları kendinin olmasına rağmen,üzerlerinden iki gün geçince, Nadi'nin de onlarıanlayamaz olduğuna şüphe bile etmem.SoyadıSoyadı Kanunu üzerine Atatürk'e bir merakgeldi idi. Daha doğrusu onu bu meraka meclisinegelmiş olanlar düşürmüştür: Herkes soyadınıondan almak hevesinde idi. O da tutar,karşısındakinin hal tercümesini sorar, başındangeçen vak'alardan birer harf veya hece seçer, sonrabunları karış rıp soyadı olarak takardı. Böylecehayli garip isimler meydana gelmiş r. Ben bir sabahTarama dergisini açmış, ilk sayfalarda en sevimlikelimeyi soyadı almaya karar vermiş m. \"Atay\" osabahki seçmenin eseridir. Hemen gazetedekiyazılarıma da yeni imzamı koymağa başladım.Atatürk bir akşam serzeniş dahi etti:- Sen kendine soyadı bulmayı bana bırakmadın,dedi.

- Her gün yazıyorum. Sizin bu işe ne kadardeğer verdiğinizi bildiğimden bir gün bile geçkalmak istemedim, yollu cevap vermiştim.İsmet Paşa'ya İnönü adını o vermiş r. FevziPaşa, aile geleneği olduğu için, \"Çakmak\" ismindeısrar e . Atatürk hiç hoşlanmadı ama, rahmetliyikırmadı:- Tuhaf şey, soyadı üstünde \"çakar almaz\" gibialaylar yapılmasından da çekinmiyor. Çakmak..Çakmak... Bir komutan için hiç de hoş değil...demişti.Kendi soyadı ona, biraz yardımla rahmetliSafvet Arıkan'ın armağanıdır. Safvet'in bulduğu\"Türkata\" idi. Meclis'te hayli tar şıldıktan sonradaha ahenkli ve manalı olan \"Atatürk\" şeklindegirdi.Soyadı günlerinin lâ fçe bir ha rası vardır. Dildavası ile uğraşanlardan ve dış bakanlığı yüksekçememurlarından Osman Grandi safça bir adamdı. İçi

dışı bir, fakat içi de dışı da birbiri kadar düzdü.Grandi, Mussolini'nin dış bakanının adı idi. Birakşam:- Ne taşıyorsunuz beyefendi bu soyadını? diyesordu.- Çok eskidir, tarihîdir, efendim... cevabınıverdi.- Ne imiş tarihi bakalım?Yanında bulunan bir arkadaşı, gaf yapacağınıbildiği için, eteğini çekmiş . Önce ona dönüp vehiçbir târiz maksadiyle değil de, acaba söyleyecekbir şey mi var, gibilerden:- Siz mi çek niz eteğimi? diye zavallıyı iyicesıktıktan sonra izah etti!- Efendim, dedi, cedlerimizden biri gemi ileMısır'dan geliyormuş. Teknenin kaptanı imiş. Yoldabüyük bir r na çıkmış: İmdat gelinceye kadariçindekiler hepsi boğulmuşlar, fakat ceddim grandi

direğine çık ğı için kurtulmuş. Soyadımızın hikâyesibu.Atatürk:- Ne? Ne? dedi, bütün gemisindekilerboğulduktan sonra yalnız kendi canını kurtarankaptanın ha rası mı? Beyefendi yalnız bu sebepleonu bırakınız da bir Türkçe ad takınız, dedi.Değiş rildi ve böylece dil toplan larındanİtalyan Dış Bakanının gölgesi silindi idi.SaraylıAnatole France'ın hususî haya na dair okumuşolduğum kitapta hoşuma giden kralardan biri şuidi: \"Ünlü Fransız edebiyatçısının sosyalistolduğunu işiten Rus ih lâlcisi bir kız Paris'e gelir.Proleterya tanrılarını birer birer tanımak merakındaolduğu için onun da adresini arar ve bulur. Birsabah ziyare ne gider. Belki de bir ça arasındabulacağını sanırken adresteki numarayı bir konakkapısının kenarında okuyunca şaşar. Bir defa

geldiğinden kapıyı çalıp girer. Zengin bir hol, süslüve yaldızlı eşya, an kalar ve biblolar ortasındaüstadın yanına alınmasını bekleyerek bir müddetdurur. Fakat hayalleri kırıla kırıla öyle bir ruhsıkın sına uğrar ki konuşmak bile istemiyerek geridöner.\" Çok yıllar geç ği için iyi ha rlayıpha rlamadığımı kes remem. Fakat hikâye aşağıyukarı böyle idi.Ben de ilk Rusya'ya gidişimde ihtilâlcileri, Lenin'eait fotoğra arda gördüğümüz kırık dökük eşyalı3x4 veya 4x4 hücrelerde ya p kalkar biliyordum.Kremlin'in çalışma yeri olarak kullanıldığınısanırdım.O vakit Türkiye'den gelen ziyaretçilere pek i barederlerdi. Bu gidişte Dış Bakanı Tev k Rüştü Aras'laberaberdim. Davetlerin zenginliği, ziyafetsalonlarındaki sofra ile işçi ve zekâ takımının giyiniş,yiyiş ve alışveriş koopera eri arasındakibaşdöndürücü tezat hayallerimi hayli kırmaklaberaber:- Bunlar yabancılar içindir belki... diye

düşünürdüm.Bu seyaha e İstalin müstesna, öteki Bolşevikbüyüklerini tanımış m. Çoğunun içkiciliği dikkateçarpıyordu. Başbakan Rikof'un bizim elçilikdave nde ocak başında hastalandığını görmüştüm.Bir büyük komutanı da yaverleri koltuğuna girereksalondan çıkarmışlardı. Benim eski Rusromanlarından ha rımda kalan \"soyucu\" sınıfâlemleri, şimdi gördüğüm bu proleteryaâlemlerinden pek farklı değildi.\"Yeni Rusya\" kitabını yazmak üzere dışbakanından sonra bir müddet daha Moskova'dakalmıştım. Dönüşüme yakın kılavuzum geldi:- Eğer kabul ederseniz bu akşam BaşbakanYardımcısı Bay Şmit'e davetliyiz, dedi.- Uzak mıdır oturduğu yer?- Hayır, onun Kremlin'de bir yeri vardır.Kremlin... Daha o zamanlar bile, çünkü henüz

büyük öldürüşmeler ve Viçinski mahkemeleridevrinden hayli öncedeyiz, Kremlin'in etra ndadolaşmak dahi tehlikeli idi. Ancak Ortaçağlarda kralve derebeyi sarayları bu kadar sıkı ve sert ve sırasıra emniyet kuşakları altına alınmış olabilirdi.Akşam üstü resmi bir araba geldi, bizioturduğumuz yerden aldı. Önce Kızıl Meydan kapısıkarakolundan vesikamızı gösterip vize aldık. İki kızılasker veya polis otomobilin iki kenarına sıçradılar.Bir başka kapıda bizi daha iç halka polisinedevrettiler. Nihayet saraya gelebildik.Meğer sarayın birçok kısımlarını pek konforluapartmanlara bölmüşlerdi. Şimdi bekâr olduğu içinufaklarından birinde oturuyormuş: Bu ufak p,şimdi Ayaspaşa veya Sürpagop'ta bin beş yüz, ikibin liraya kiralananlar çapında idi. Bundan başkaparkerleri, sıhhî tesisleri, eşyası, hepsi lüksstandar a idi. Benim hayallerimin hiçbir kanadıkalmadı ama, Anatole France'ı görmeğe giden safih lâlci kız gibi tanrımı bulmaya gelmemişolduğumdan bilâkis sevindim. Bir müddet sonra bir

kadın ve erkek geldi. İkisi de opera sanatkârı imiş.Sonra bir genç balerin geldi. Ellerinde Rus folklorçalgıları ile bir iki kişi birkaç misafir daha geldiler.Eski Çarlık Rusyası ziyafetlerinin hikâyesiniokumuşsunuzdur. Önce bol bir meze sofrası, sonrayemek, sonra yine meze sofrası, yani sonugelmiyen bir içki ve yemek sefaha ! Bu da pkı öyleidi. Votka içiyor, tereyağı has ekmekle hayvar yiyor,sonra şarkılar dinlemek ve danslar görmek içinsalona dönüyorduk. Genç balerinle ben de bir ikidefa dans etmiş m. Ömrümde bu kadar zengin birhususî gece geçirdiğimi ha rlamıyorum. Rusçabilmediğim için aralarındaki pek şevk uyandırıcıkonuşmalar hakkında bir fikir edinemedim.Şmit sevimli bir adamdı. Bir aralık dövmedemirden iki atle n boğuşmasını gösteren birstatüet ge rdi: \"Bu gecenin ha rası olarakhediyemi kabul ediniz,\" dedi.Sabah vak ayrıldık. Ben koltuğumda ağırcastatüet, ar stler sarhoş ve baş açık, hep beraber oin görünse hesap veren, cin geçse sıyğaya çekilen,

yasak eski mabetlerden yasaklı sarayın muha zlarıarasından güle oynaşa ayrılmış k. Şurasını daunutmadan söylemeliyim ki apartmandan sonçıkan bendim. Ves yerde bir kadın şapkasıunutulmuş olduğunu görmüştüm.Bugün bunları yazarken kimseye bir fenalıketmeyeceğimi biliyorum. Ertesi gidişimde Rikoföldürülmüştü. Şmit'i sormakla kabalık e ğimihisse m. Çünkü Rusya'da adres sorulmaz. Bellibaşlılardan ise ya yine bir dave e karşılaşırsınız,yahut tasfiye ölümünün sillesine uğramıştır.Serbest FırkaAtatürk Serbest Fırkayı niçin kurdu? Bu başkabir hikâyedir. Ben o zaman memleket dışında idim.Döndüğümde Atatürk'ü, İsmet İnönü'yü Yalova'dabulmuştum.Atatürk hükûmet tenkitçilerine yeni par yeka lmalarını tavsiye ediyordu. Gerçi şair MehmetEmin Bey hükûme ne yerer, ne de överdi. İlkakşam sofrada onu da görmüştüm. Atatürk:

- Beyefendi, biliyorsunuz, bir muhalefet par sikurduk. Bu da bir vatan vazifesidir. Arkadaşlarıtakviye buyurmak istemez misiniz? dedi.Emin bey pek saf, yüreği temiz bir efendi idi.Hemen:- Emredersiniz, dedi.Atatürk'ün yeni par den olan hemşiresi yanyan baktı:- Bize hep böyle beyleri veriyorsunuz, (benigöstererek) şu arkadaşınızı verseniz a... dedi.Atatürk:- Bütün gazeteciler sizden. Bir tane de banabırakınız, cevabını verdi.Ben bir muhalefet par sinin hiç sırası olmadığı krinde idim. Konuşmalarım Atatürk'ün hoşunagitmemiş olmalı ki bana ertesi günü yakınlarındanbiri ile haber yollayarak ihtiyatlı olmamı tavsiye etti:

- Doğrusu iki par li meclislere pek alışacağabenzemiyordum. Bugünden tezi yok. Ankara'yagideceğim, dedim.Giderken İsmet İnönü'yü gördüm. O damuhalefet gazeteleri ile mücadeleyegirmemekliğimi söyledi.Muhalefet par si daha o zaman Yalovaköylerine din tahriklerine başlamış . Devrimler''terütâze'' idi. Sonunda Atatürk'ün bir çarebulacağından şüphe etmemekle beraber, serdegençlik de var, kendimi nasıl tutacağımıdüşünüyordum.Ankara'da ilk defa Bayındırlık Bakanı olan RecepPeker'i gördüm. Bana ilk suali şu idi:- Mustafa Kemal, İsmet Paşa'yı mı tutacak,Fethi Bey'i mi?Bütün Meclis de aynı tereddüt içinde idi. Amahepsi Recep gibi değildi. Büyük çoğunluk, eğer ikinciih mali kuvvetli bulsa, hemen yeni par ye kayacak

hâlde idi. İçin için bir kaynaşmadır, gidiyordu.O vakit Yalova nasihatlerini unutarakHâkimiyet-i Milliye'de ''Poli ka'' sütununu aç m vedevrinde hayli akisler bırakan polemiklerebaşladım.Yeni par ileri gelenleri Atatürk'ten benisusturmasını istemişlerdi. Yalnız bu yüzdendir kiyazılarıma devam edebildim. Atatürk şartagelmezdi.Bundan başka o sıra Atatürk'ün kulağına gelenen acı haber, en yakınlarından birinin Yalovaköylerinde, kendi aleyhinde, din propagandasıyapmış olması idi. (1) Yeni muhalefet ilk ocaklarınıtekkelerde ve medresecilerle kuruyor, ir caın hertürlüsüne serbestçe yaslanıyordu.MerakıAtatürk giyime, ev ve eşya düzen ve temizliğinepek meraklı idi. Askerler arasında sivil kıyafete iyialışanların başında geldiğini sanıyorum. Evi de

hiçbir zaman ''bekâr kokmamıştır.''Arkadaşlarının, ha a uzaktan tanıdıklarınınyeni yap rdıkları evleri gezer, banyo ve sıhhîtesislere bilhassa dikkat ederdi. Bir dostuna misa rgi ği zaman da, eğer nazı geçerse, tenkitleriniesirgemezdi. Duvara asılı şeylerde en küçük iğriliğigörür, kalkıp düzeltirdi.İstasyon binalarına bile gittiği zaman:- Banyosu nerede? diye soruşları, her günyıkanma âde ni en mütevazı Türk yuvalarına kadarsokmak içindi. Banyo, evlerimizde Atatürkdevrinden sonra ''harcıâlem'' olmuştur. Kendisiharpte ve siper haya nda bile evinde olduğugibiydi.Misa r gi ği evlerde ev sahibi ile konuşarakeşyanın yerlerini değiş rdiği olurdu. Yemek odasıdar ve sıkın lı bir odada ise, ve yemeğe kalacaksa,sofrayı salona taşımaktan üşenmezdi. Atatürk'ünmisa rlikleri tesadü olmakla beraber ev sahiplerinirahatsız etmezdi: Kendi mutvağı, çok defa, gi ği

evlere yardım ederdi.Bir gün şimdiki Atatürk Bulvarında taşralı birzenginin yap rdığı bir buçuk katlı büyük köşkügeziyorduk. Tesadüf ev sahibini de oradabulmuştuk. Adamcağız bir gün Atatürk'ünkendisine de uğrayacağına ih mal verdiği içinmimarı hem yapının, hem döşemenin hoşa giderolmasında serbest bırakmış, hiçbir fedakârlığıesirgememiş . Salonu, yemek odasını, yatakodalarını dolaş k. Sonra aşağı kata indik. Bir odadamuşamba örtülü kötü bir masa, aynı kötülükte biriki dolap, duvar kenarlarında da yer minderlerivardı. Ev sahibi büyük bir saflıkla:- Paşam efendim, biz çoluk çocuk buradayemek yer, otururuz, diyordu.Fakat ne de olsa Cumhuriyet okullarındaye şen çocuğunun şimdi üst kata çıkmış olduğunaşüphe eder misiniz?Dönemeç

Moskova'ya son gidişim 1932'dedir.Milletlerarası yazarlar kongresine katılmıştık.Bu seyaha e, Komünist Par sinin vehükûme nin haberi var yok bilmiyorum, çünkü ozamanki Millî Savunma Bakanı Voroşilof neyap ğını bilmez bir serseri olduğunu beni davetederek söylemiş . Lehli aslından olduğunu iddiaeden biri bana lüzumundan fazla sokuldu idi.Hâkimiyet-i Milliye Başyazarı ve Atatürk'ünyakınlarından olduğumu bildiği için bu sokuluşumanalı idi. Henüz pek açılmamakla beraber dilininal nda bir şeyler dönüp durmakta olduğunuseziyordum. O zamanki büyükelçimiz HüseyinRagıp'a bahsettim:- Aman, dedi, bu sırada hâlleri bir tuhaf... Birazdaha deşmeğe bak, belki faydalı şeyler öğreniriz.Beni komünist davasına çekmek, yahutherhangi bir işbirliği tekli nde bulunmak gibihemen kat'î tavır takınılmak gereken bir konuşmaolmadığı için temaslarına güçlük göstermedim.Nihayet bir gün:

- Büyük haber, dedi. İstalin'in pek yakınlarındaniki arkadaş sizinle görüşecekler. İki memleket arasımünasebetler için bu fırsatı nimet bilmelisiniz.Sovyetler Birliği - Türkiye münasebetlerindetam dönüm noktası tarihine rastladığı içinteferrüa ile aklımda tutmuşumdur. Otele benzerbir büyük binanın bir yatak dairesi salonuna benzerhususî bir odasında idik. Öğle yemeği vak idi. Birikısa sakallı, biri raşlı iki Rusça konuşan, sonragöğsünde büyük ih lâl nişanlarından birinin roze bulunan ve Türkçe konuşan üçüncü adam... Hepsibirbirinden dikkatli ve beyaz ceketli dört garson dahizmet ediyordu. Bir garson bile çok olduğuna görebunların kontrol polisleri olduğunu tahminetmiştim. Sözü şöyle açtılar:- Sizin par nizde sollar ve sağlar vardır. Biz birgün sağların hâkim olmıyacağını bilemeyiz. Bunlaragüvenemeyiz de!- Bizim par de yalnız Mustafa Kemal vardır veonunla beraber olanlar... yollu söze başlayarak.

Mustafa Kemal'in Rusya ile Türkiye emniyetlerinibir tu uğunu, ha a bir gün İsmet Paşa ileberaberken:- Poli kamız bir daha bu iki mille karşı karşıyage rmemektedir! dediğini, pek samimî anlatmağakoyuldum. Anla klarımın hepsi doğru idi.Sovyetler Birliği bizden yüz çevirmedikçe, bizimSovyetler Birliği'ni şüpheye düşürecek herhangi birhareke e bulunmamız veya harekete ka lmamızih mali olmadığını bilirdim. Maksadım, eğer bunlarİstalin'in adamları ise onun kulağına en doğruhaberlerin gitmesi idi. Şurası da var ki o zamanakadar Moskova'dan henüz dostluktan başka birşey de görmemiştik.Sözcü:- Hayır, dedi meselâ Müşir Fevzi Paşa'yaBakü'yü vaadetseler, ve bu taviz üzerindenaleyhimize bir i fak arasalar Fevzi Paşa bunureddetmez.Bizde böyle bir ayrılışma olamıyacağına dair

uzun boylu ve boşuna dil döktüm. Nihayet tarihisöz ağzından çıktı:- Türkiye bir emperyalist harbinde bizim için yased ya sıçrama yeri vazifesi görür. Onu mu görür,bunu mu görür, sözler, şahıslar ve antlaşmalar biziinandırmaz. Ancak rejim beraberliği ile eminolabiliriz.Bu söze dikkat edin. O zamanlar peykkuruluşları yoktu.Derin bir iç kırıklığı ile İstanbul'a döndüm. DilKurultayı günlerinde idi. Dolmabahçe Sarayı'ndaAtatürk'ü gördüm. Baştan başa hikâyeyi anla m.Pek dikkatle dinledi. Sonra:- İsmet Paşa rahatsız ya yor, git kendisine deanlat, dedi.İsmet Paşa aynı büyük dikkatle dinlediktensonra:- Karahan bize elçi geliyor. Seni elçiliğe davet

e kleri zaman bütün bunlar olmamış gibidavranacaksın. Yazılarında eski dostluk edebiya nıdeğiştirmiyeceksin, dedi.Doğrusu bizimkiler Sovyetler Birliği ileTürkiye'nin arası bozulmamak için, en çe ngüçlüklere katlanmışlar, Moskova'nın kafasındanTürkiye'yi peykleş rmeyi geçirmeksizin dost olaraktutmasına çalışmışlardır.Fakat dönüş de 1932 Dil Kurultayı günlerinerastlayan esrarlı toplan daki dönüştür. İçtehlikelerinden kurtulduğuna ve büyük kuvvetlerarasına yeniden ka ldığına inanan Sovyetler Birliği,artık yeni politikasına sarılmıştı.SavaronaHele o ilk yıllar Ankarasında deniz onulmaz birsıla nöbe gibi sık sık teperdi. Ne kadar dagençmişiz: İkide bir İstanbul'a gelirdik. Yataklı veyemekli vagon yoktu. Köprüler ve yol bozukolduğundan seyahat yirmi dört saat sürerdi.Polatlı'da trenden iner, istasyon lokantasında öğle

yemeğini yer, Eskişehir'de yine iner, akşamyemeğini yerdik. Kompar manlar tahtakurulu idi.Alışık olmıyanlar uyuyamazdık. Ve sabaha doğruİzmit'te deniz havası alınca hepsini unuturduk.Atatürk neden sonra yazları İstanbul'a gelmeğekarar vermiş . Başlıca zevklerinden biri çatana ileBoğaz gezileri yapmak . Yalıları sıyırarak geçerdik.Atatürk halk ile, kalabalık içinde yaşamak meraklısıidi. Halkın eğlendiğini görmekten zevklenirdi.Bazan, meselâ Kalamış koyunda, motörü kayıklararasında durdurur, deniz seyrancıları ile haşır neşirolurdu. Henüz denize girmiyordu. Biraz yüzmeğisonradan öğrendi. Bir gün sormuştum:- Paşam Selânik'te doğup büyüdünüz. Hiçdenize girmez miydiniz?- Aman çocuğum, o zaman soyunup denizegirmek ne demek , nasıl bakarlardı insana...demişti.Atatürk'ün İstanbul bah yarlıklarından biriFlorya'yı keşfetmesi olmuştur. Birkaç gidip

gelmeden sonra plâjı canlandırmağa karar verdi.Deniz köşkü, alaturka deniz hamamı gibi bir şeydir.Atatürk denize o kadar ih raslı bağlanmış r kiyıllarca yaz aylarını âdeta su içinde geçirirdi. Yüzmeve kürek idmanları yapardı. Burada da halktanayrılmazdı. İlk projeye göre Atatürk köşkü kumsalınsonundaki bir tepecik üstüne yapılacak, aşağıda dabir banyo yeri hazırlanacak . Kalabalıktanuzaklaşmağı istemedi. Yine ilk projeye göre demiryolu geri alınacaktı:- Canım, dedi Ankara'da dağ başındayaşıyorum. İstanbul'da saraya hapsoluyorum.Bırakın burada gelenleri gidenleri göreyim. Hiçolmazsa tren gürültüsü duyayım.Son zamanlarında Şile'yi görmüş, pek sevmiş .Yaşasaydı orasını da canlandıracaktı.Büyükçe tekne olarak emrinde Ertuğrul ya vardı. Marmara için yapılmış olan bu yatla bir defaKaradeniz'e çıkmış . Sert bir havada yat az dahaba yordu. Memleket kıyılarını dolaşmak üzereİstanbul'dan uzaklaşınca denizyollarının bir yolcu

gemisini seferden alıkoymak lâzım geliyordu.Atatürk sık sık halkı ve memleketi görmedikçe rahatedemezdi. Karayollarımız yoktu. Ya tren, ya gemi iledolaşmak gerekiyordu. İşte Atatürk'e yeni bir yatalınmak fikri bu ihtiyaçtan doğmuştur.Amerikalı bir milyoner kadının yap rmış olduğuSavarona, galiba Amerika'ya sokulamadığı için pekucuz alınmış r. Bu ya Hitler de kendisi içinistemiş . Fakat ilk görüşmeye giden biz olduğumuziçin Atatürk'e bıraktı.Plânlarını görmüş ve ya pek beğenmiş . Nekadar yazık ki yat geldiği zaman Atatürk ölümhastası idi. Pek sevdiği bu ya a çok zamanınıyatakta geçirdi. Bir hazin sözü vardır: ''Bir çocukoyuncağını bekler gibi bu ya beklemiş m.Mezarım mı olacak bu tekne benim?''Atatürk'ü ölüm yatağına Savarona'dakikamarasından bir koltuğun içinde ancakgötürebildiler. Yat Dolmabahçe Sarayı önündeboynunu bükerek Atatürk'ü boşuna bekledi.

Saflık- Dil işine dair yazınızı okudum, tebrik ederim,dedi.Birkaç defa söylediğim üzere Atatürkmübalâğalı sayılabilecek kadar teşvikçi idi.Verdiğinin kendinden bir şey eksil ği vehimineveya gururuna düşen hasis ruhlulardan değildi. DışBakanlığından olan yazar:- Estağfurullah! dedikten sonra ilâve etti:- Efendimiz daha iyi çalışacağım, daha çokyazacağım ama, rahat değilim. Ankara'da kiralarpahalı olduğundan iyi bir ev tutamıyorum. Hizmetçikıt. Tabiî arabam yok. Bunlar olsa dil meselesindedaha ciddî hizmetlerimi görürdünüz.Atatürk bize doğru gözlerini kırparak, ona:- Ne yapmalı acaba? Bir çare düşünüyormusunuz? diye sordu.

- Var efendim, bir çaresi var. Beni şöyle işi gücüpek olmıyan bir yere elçi gönderseniz... Binadevle ndir. Hizmetçi aylıklarını hükûmet verir.Resmî araba vardır. Ar k kendimi dil meselesinevermekten başka kaygım kalmaz.Hiç bozmadı:- Pek isabetli düşünmüşsünüz. Ha rımızagelmediğine esef ederim. (Garsona) Lü enbeyefendiye bir kalem kâğıt getirir misiniz?- Kalemim vardır, efendim.- O hâlde yalnız kâğıt!Kâğıt geldi, Atatürk:- Yazar mısınız? dedi ve dikte e . Şöyle bir şey:''Sayın Tev k Rüştü Aras, sür'atle beyefendiyi birelçiliğe tayin buyurunuz!''- Çok teşekkür ederim. Fakat inanmaz ki...

- Niçin?- Yazı benim. İmza da yok.- Getiriniz imzalayım, dedi ve imzaladı.İşin tuha , ertesi gün Dış Bakanı daha odasınagirer girmez ilk ziyaretçisi bizim elçi adayı olması idi.İş gecik kçe Çankaya'da yaverlerin telefonunuaçıyor ve Atatürk'ün o kadar kat'î emrinin hâlâyerine getirilmediğinden şikâyet ediyordu.O kıtlıkta eski yazarlarımızdan birini de Tirana'yaelçi yollamışlardı. Bir yaz ta linde İstanbul'a gelmiş,saraya uğramış. Atatürk'e haber verdiklerinden,Arnavutluk ve Zogo hakkında bilgi edinmek için,akşam yemeğine davet etmiş . Atatürk'ün büyükderdi Zogo'nun cumhurreisi değil de kral olmakisteyişi idi. Fena halde kızıyordu.Elçiye sordu:- Sizin düşündüğünüz nedir? Cumhurreisi mikalacaktır, yoksa kral mı olacaktır?

Biraz düşündü:- Kral olamaz efendim, dedi.- Niçin?- Henüz krallığa liyakat kesbedememiş refendim, cevabını vermesin mi?Bu cevap bizim alaturka eski yazarın henüzliyakat kesbedemediği bir makama nasılsaçıkabilmiş olduğunu isbat etti.Bir akşam dalgınca bakanlarından biri ile şukonuşmayı dinlemiştik:- Paşa hazretleri...- Ne demek paşa hazretleri? Paşa hazretleriyok. Paşalık yok. Bundan sonra bana paşademeyiniz.- Başüstüne Paşa Hazretleri!Kara Haberci

Zekâsı kadar ha zasına şaşardık. Hiç dikkatetmez göründüğü konuşmalardan bile hiçbir şeyunutmazdı. Aramızda on al -on yedi yaş farkvarken ve ben henüz otuz yaşlarında iken, birakşam önce söylediklerimi ertesi akşam onunağzından duymakla ha ramı tazelemiş olmazdım:Neler söylemiş olduğumu da öğrenirdim.1922'deyiz. Bir konuşma sırasında:- Paşam izin verir misiniz, sizi ilk defa nerede venasıl tanıdığımı anlatayım, dedim.Tanımam da uzaktan uzağa idi.- Evet efendim, dedi, (alaylı) müsaadebuyurunuz da ben anlatayım: Hacı Adil Bey'leberaber Edirne'den Dimetoka'ya gelmiş niz. Biz devaliyi karşılamağa çıkmış k. Siz bir gazeteci idiniz.Arabasından beraber indiniz. Tekrar binileceğisırada hiç olmazsa Fethi'yi yanına alacağınıummuştuk. Enver'in korkusundan arabasına tekrarsizi çağırmıştı.

1936'dayız. Parlâmentolar arasıkonferanslardan birine gi m. İki buçuk ay kadarmemleke en uzakta kaldım. Döndüğümde AtatürkFlorya'da idi. Gündüz yaverler dairesine gi m verahmetli başyaver Celâl'e akşam kadar arkadaşlarlakonuşacağımı, beni mümkün olduğu kadar geçhaber vermesini rica ettim.Bir aralık nöbetçi geldi, Atatürk'ün kendisiniçağırdığını söyledi. Celâl gitti ve döndü, bana:- Gider gitmez, bekliyenlerden kimse olupolmadığını sordu. Senin adını söyledim, hemengelsin diye emretti, dedi.Kalkıp gi m. Deniz köşkünün açık birköşesinde İsmet İnönü ile beraber oturuyorlardı.Hemen sezindiğime göre ikisi de sinirli idi. Sebebinisonradan öğrendim: İnönü, Türk parası ileoynamaktan çekinirdi ve bazı maliyecilerinen âsyoncu telkinlerine karşı iyice daya rdı:Mesele yine bu idi.Beni görünce:

- Yahu aylardan beri yoksun, gidip gördüklerinianlat, bakayım.Rastgele konudan konuya sıçradık. Bir haylizaman geç . Davet listesinde bulunanlar gelmeyebaşladılar. Kalabalık artınca:- Yemek salonuna geçelim, dedi.Ar k pek az da içmiyordu. Henüz ikinci veyaüçüncü yudumda idik. Sonradan anla klarına göreüç akşam önce iki arkadaşı arasında hiç de hoşolmıyan bir hâdise geçmiş . Bahis tazelendi,Atatürk bir aralık bana dönerek:- O akşam sen de burada idin. Nedir in baın?diye sordu.Damarlarımın içinde kan donması gibi bir şeyhisse m. Atatürk hasta idi. En kuvvetli, en sağlam,en sarsılmaz melekelerinden biri olan ha zasıçökmüştü. Henüz o gün geldiğimi ha rla m. Elinialnından geçirdi, bir müddet düşündü:

- Evet öyle! dedi.Maddî taka de gi kçe azalıyordu. Biz hiçbiryorgunluğa Atatürk kadar dayanamazdık.Hiçbirimiz onun kadar devamlı çalışamaz, onunkadar uykusuz kalamazdık.Yemeklerden önce bir müddet bilârdo oynardı.Bu onun bir çeşit sporu idi. Holde kendisiniseyrederdik. İyi oynardı. Rakiplerinin başında İsmetİnönü gelirdi. Kâzım Özalp, Safvet Arıkan, NuriConker gibi bir hayli oyuncusu da vardı. Bu sporbazan bir saa en fazla sürerdi. O yıl Ankara'yadöndükten sonra, akşamları yine yukarı ka aninince bilârdo odasına geçiyor, istakayı tebeşirliyor,bilyaları sıralıyor, fakat bir iki vuruştan sonrabırakarak sinirli olduğu ancak sezilen bir sesle:- Sofraya geçelim, diyordu.Sık sık asabiliğe kapıldığı görülüyordu.Hekimlerinin hâ ralarında sonradan okuduğumuzagöre bütün bunlar vakitsiz ölümünün karahabercileri idi.

GaziAtatürk henüz ''Gazi Mustafa Kemal Paşa'' idi.Benden ona dair bir kitap için önsöz istemişlerdi.Kitap çıkmadığı için önsöz de bende kalmış r. Onubugün bu kraların son sözü olarak sizleresunuyorum:''Gazi'nin hal tercümesi, yeni Türk devle nintarihi demek r. Tarihimizi bilmek için, Gazi'yiöğrenmeliyiz.''Gazi, yara cı bir enerji kaynağı... Yeryüzündekara topraktan, yeşil o an, taştan ve tuzlu sudanbaşka ne varsa, hepsi böyle yara cıların eseri değilmidir? Hava, su ve toprağın içindeki büyük kuvvetesrarlarını onlar sezip buldukları vemaddeleş rdikleri gibi, insanın kanı, kemiği ve siniriiçindeki kuvvet esrarlarını yine onların gözleri görür,kafaları bulur, karar ve illeri hakikatleş rir.Onlarsız aradığımızı bulamazdık. İstediğimizeulaşamazdık. Yap ğımızı yapamazdık. Gazi'yibilmek insanın insanlığına vücut verenyara cılardan birinin hayat ve eserini öğrenmek

demektir.''İnsanlık ağacı bir Gazi yemişini vermek için,nesillerce, sayısız yaprak çürütür. Pek azımız Gazigibi doğarız. Herkes buharı, mikrobu ve elektriğikeşfetmez: Fakat keşfetmiş olanların metotlarınıöğrenmek, büyük buluşları ve yaradılışlarıtamamlamak ve faydalandırmak için lâzımdır.Gazi'nin eserlerini devam e recek olanlar, Gazi'ninbaşarma metotlarının neler olduğunuöğrenmelidirler.''Bir hakikat nasıl karışık değilse, Gazi desadedir. Uzaktan anlaşılması kolay görünür. Cazibekanununun kendilerinden önce bulunmuşolmasına esef edenler az değildirler. Fakat ilkhayvanın yürümesinden de önce başlıyan düşmek,o kadar basit sırrını söylemek için asırlarca değil,devirlerce ve çağlarca Newton'un aklını beklemiştir.''Büyük eserlerde tesadüfün rolü pek az olduğugibi, ar k büyük eser yapılması imkânsızlaşacak birzaman da olmıyacak r. Bizden sonra gelecek

yara cılar henüz doğmadılar: Onların bütünşere eri, şanları ve eserleri, her ne olacaksa,doğmuş ve doğacak olanlar için büyüklük rsatlarıdeğil midir?\"Gazi yeni Türkiye'yi çocukluğundan beri kendibenliğinin dibinde yaratmağa başlamış . Öyle birzekâ gibi, öyle bir düşünüş ve duyuş kabiliye gibi,onun sabrı ve enerjisi olmadıkça onabenzeyemeyiz.''Bir krasından, bir hikâyesinden, bir yazı veyanutkundan hemen anladığımızı sandığımız Gazi,aradıkça yeni bir sır verir. Yaklaşılan bir dağ gibibüyür. Asıl onu elimizle tu uğumuz zamandır kiartık tamamını hiç göremeyiz.''***Bir kitap yazılırken Atatürk'ün nutku, RaufOrbay'ın, Ali Fuad Cebesoy'un, Afet İnan'ın, ÇerkezEthem'in, Damar Arıkoğlu'nun ha raları ve Tev kBıyıklı'nın yazıları gözden geçirilmiştir.

-Bitti-


Like this book? You can publish your book online for free in a few minutes!
Create your own flipbook