Yüzümüze karşı bir şey demez, fakat biz ilerihareket takımına kem gözle bak ğını hissederdik.Fevzi Çakmak'ın geri düşünüşlüğü, yasak bölgelersisteminde kendini gösterir. Bir defa Antalya ValisiHâşim İşcan'la beraber Finike'ye doğru gidiyorduk.Bir yeni yol yapılıyordu. Vali:- Bu yolu kaçırıyorum, demişti. Sonra açıkladı:- Fevzi Paşa kıyıdan içeriye doğru yol yapmayıyasak etti. İtalyan taarruzuna yardımı olur diye...İzmir bir yasak bölgeler hapsi içinde idi. Pekverimli birçok ziraat toprakları nüfussuz kalmış .Hatta bir gün oradaki komutana:- Canım paşam, uğraşsanız da İzmir'e biraznefes aldırsanız... diyecek oldum. Tıpkı Fevzi Paşagibi düşünen komutan:- Benim krimce asıl yapılacak şey, İzmir'i bukörfez dışına çıkarmaktır, cevabını vermişti.- Ama unutuyorsunuz ki millet Erzurum'dan
buraya kadar işte bu İzmir'e kavuşmak için kanınıakıta akıta koştu, geldi.Mimar Yansen İzmit tersanesinin kaldırılmasınıve şehrin denize açılmasını teklif etmiş . Birdefasında Başbakan Celâl Bayar'la birlikte İzmit'egi ğimizde bunu kendisine ha rla m. Yanımızdabulunanlar:- Ne diyorsunuz beyefendi, Fevzi PaşaHazretleri diyorlar ki kâğıt fabrikasına bir başkavilâye e yer bulunuz. Onu da yasak bölge içinealacağım.Bütün İzmit Körfezi boğuluyordu. MustafaKemal'in emri ve baskısı üzerine Yalova serbestbırakılarak İstanbul'a bağlanıp imar edilmeyebaşlanması üzerine:- Yapınız, yapınız, ben Yalova'nın onkilometresine bir top koyunca masra arınızın nekadar boşa gittiğini anlarsınız, demişti.Medenîce manası ile yaşamaktan, imardan ve
dünya zevklerinden bir şey anlamazdı. Bir lokma birhırka ruhlu idi. Demir ve çelik endüstrisiniKarabük'e sürdüren, zekâsı yontulmuş mühendisve ih sas adamlarının maddî manevî ih yaçlarınasıl bir çevre arayacağını düşünmedenKırıkkale'deki bozkır gurbetlerinde fabrikalarkurduran odur. Ha a İk sat Bakanlığı, Karabük'tekurulmaktansa demir ve çelik endüstrisinebaşlamamak daha doğrudur, diye söylemesiüzerine Fevzi Paşa, Atatürk'e:- Demir ve çelik yapmak için benim ölümümübekliyorlar, diye haber yollamış . Atatürk önceBakan Celâl Bayar'a:- Rica ederim, telefona gidiniz ve kendisinedemir ve çelik endüstrisinin Karabük'te kurulacağınıhaber veriniz, demişti.Ordu ile pek ilgilenen ve Terakkiperverlermuhalefe nden önceki komutanlar vak'asındanberi dikkat kesilen Atatürk, harpte kendisibaşkomutan olacağını düşündüğüne göre, barıştaaskerî kuvvetlerin başında tamamiyle güvenilir bir
şahsiyet bulundurmak istemişti. Zaafı bundandır.Rejim Fevzi Çakmak'ı gerek ğinden çok fazlaordunun başında tu u. Aydın general ve subaylar,eski anlayışlara bağlılık yüzünden, ordunun pek gerikaldığından daima şikâyetçi idiler. İspanya iç savaşısırasında kendisinin:- Harpte tankın ve uçağın büyük değeri olmadığısabit olmuştur, dediğini yakınlarından duyarakiçimiz yanıyordu:- İnşallah Çakmak devrinde bir harbetutuşmayız, diye dua ediyorduk.Nihayet emekli yaşı geldi, ça . Uzatmaimkânları da tükenince İnönü kendisini emekliyeayırtmak zorunda kaldı. Fevzi Çakmak küstü. Orduonun malı gibi bir şeydi sanki. Kolundan yakalanıpana baba yuvasından a lmışa döndü. Kendisiniziyarete gelen devlet reisine gitmedi. İlk muhalefethareketleri meydana gelince de, içinde bu kinleharekete geçti.
Ankara'dan İstanbul'a bir gelişinde Beykoz'auğramıştı. Kahvede toplanan halka şöyle diyordu:- İstanbul işgalinden sonra vatanı kurtarmakiçin Anadolu'ya buradan hareket ettiğim zaman...***16 Mar an sonra Ankara'ya gelmekten başkaçare kalmadığını gören ve Sa et Arıkan'laarkadaşlarına ka larak Ankara'ya gelen İsmet Bey(İnönü), Atatürk'ün bana anla ğını yukardasöylediğim gibi 19 Mayıstan önce, yeni evlendiğiniileri sürerek, Anadolu'ya gelmek tekli nireddetmiş . 1920'de bir defa Ankara'ya gelmiş,fakat Ali Fuad Paşa'dan (Cebesoy) dinlediğime göreMustafa Kemal kendine soğuk davranmıştır.Atatürk'ün kendisi ile birlikte yürümiyeceğinibildiği şöhretlere karşı yeni pres jelere ih yacıvardı. Fevzi Paşa ile İsmet Bey onun çok işineyaramışlardı. Bir ikinci adam olarak, çalışma vekültür bakımından, en iyisi şüphesiz İnönü idi veFevzi Paşa da, o da tam hizmet tipi idiler.
Ha ralarını anla ğı sırada Atatürk'e bir sualsormuştum. Kuvay-ı Milliye'ye ka lıp ka lmamak,erken veya geç ka lmak bir zamanlar Ankara'dabaşlıca tartışma konusu olduğunu söyleyerek:- Bu meselede yalnız siz hoş görürdavranıyorsunuz. Hatta size karşı İstanbul'da cephealmış olanları bile affetmiştiniz, dedim.Bakışları eski ha ralara doğru uzaklaşarak vesislenerek:- İnanmıyanlar da inananlar kadar haklı idiler.Ben Erzurum'dan İzmir'e sağ elimde tabanca, solelimde sehpa, öyle geldim, demişti.''Nutuk''unda ordunun kuruluşuna, ha a belkide Sakarya zaferine kadar süren devrin hikâyeleriniokurken hâlâ ruhum ürperir.Kitabın ''gerilla'' bölümünde hikâyelerinidinliyeceksiniz. Birinci Dünya Harbinden çık ğımızvakit, Anadolu dağları asker kaçakları ve haydutçeteleriyle doluydu. Mütareke ile beraber hele
Karadeniz kıyılarında Hris yan çeteleri türediği için,bunlara karşı Müslüman halk silâhlanarak hareketegeçmiş . Yunanlıların İzmir'e çıkması üzerine yeryer millî kuvvetler de kurulunca, Anadolu'nun nehâle geldiği kolayca anlaşılabilir. Bitkin halk, biryandan düşmanın, bir yandan bu silâhlı kuvvetlerinbaskısı al nda bezmiş hâldeydi. Düşman vurur,dost vurur. Köyler kasabalar haraç al ndadır.Halifeci gelir, şüphelendiğini ipe çeker. Birkaç silâhlıile bir dağ başını tutan herkes başına buyruktur. Nekanun bilir, ne devlet, ne kongre tanır. Bu tamtavaif-i mülûk kargaşası idi.Lider Mustafa Kemal mahallî Müdafaa-i Hukukkuruluşlarını Ankara'da Millet Meclisi içindekaynaş rıncaya kadar pek çe n günler geçirmiş r.Asker Mustafa Kemal, çeteleri ve millî kuvvetlerinizamlı bir ordu içinde yoğurup komutası al naalıncaya kadar aynı çileyi dolduracaktır.Anadolu'da askerî kıt'alara komuta edenler,Mustafa Kemal rütbelerini bırakıp üstündevatandaşlıktan başka sıfat kalmadığı zaman, gene
onunla işbirliği e kleri için Kurtuluş Savaşınınşere erine hiç şüphesiz ortak rlar. Fakat MustafaKemal'in şef tanınması hayli güç olmuştur. Ama olider mizacı ile doğmuştu. Lider vası arı edinerekbüyümüştü. Hiçbir zaman, en küçük rütbesindebile, sıra adamı olmamış . Karar vermek zamanıgelinceye kadar büyük bir sabır gösterir.Yenilmiyecek şartları zorlamaz. İlk zamanları''Makam-ı mukaddes-i hilâfe düşman esare ndenkurtarmak\", vatanı ve mille kurtarmak gibi, dildendüşürmediği sözler arasındadır.Erzurum ve Sivas kongrelerine âdeta millîmeclisler önemi verdirmiş r. Heyet-i Temsiliye, halkiradesini belirten bu kongrelerin hükûme demek r. O kendisi Heyet-i Temsiliye'nin reisliğinede bir devlet reisliği önemi verdirmekte gecikmez.Müstesna bir zekânın bütün rsatları sabır vesoğukkanlılıkla kollamasını ve kullanmasını bilentak kleri önünde herkes sürüklenip gider. Belli başlıarkadaşlarından hiçbirine ikincilik muamelesininağırlığını hisse rmez. Fakat daima birinci olarakkalmayı da bilir. Basit çete reislerine, millî
kuvvetlerin başında bulunanlara, rütbe ve şahsiyetfarkına bakmaksızın, kahraman saygısı gösterir.Halka karşı apaçık zulümlerini bile durdurmak içinboşuna gidecek müdahalelerde bulunmaz vesergerderleri huylandırmak istemez. Büyükkararlarda ''geç kalmamak'' kadar, ''erkendavranmamak'' da liderlik dehasının büyük birvas dır. Daima tam vak ni seçer. Bu vakit öyleseçilmiş r ki bir gün önce kimsenin ha rındangeçmiyen şeyler, bir gün sonra gerçekleşiverir.Herkes şaşırır. Kimse dayatma denemesindebulunamaz. Bu lider ''orta'' ve ''küçük'' adamların,belki birtakım haklı şartlar içinde, kendileriyle birgörmeye razı olup olmamakta duraksadıkları bir''büyük adam''dır.Çetelere, millî kuvvetler ve kıt'alara komutaedenler arasında, emir verilecek askerleri olmakbakımından, en zayı odur. Komutanlardankendisini çekemeyenler de vatanseverdirler. Şahsîhırs ve rakiplik yüzünden davayı çürütmekhiçbirinin aklından geçmez. Hiçbirinde çeteciEthem'in binde bir soysuzluğu yoktur. Nihayet
kızarlar, tartışır, ''Bakalım!'' der, bırakırlar.Bu notlarımı Mustafa Kemal'in devrima lışlarını anla ğım zaman ha rlıyacaksınız. Fakato devirdeki Mustafa Kemal, 19 Mayısla zaferarasında geçen devrin Mustafa Kemal'i yanındainsana çok daha ''kolay'' hissini verir. Türkiye'yi1919-1921 krizleri içinden sıyırıp çıkarmak, bir devişidir. Birinci Dünya Harbini kazanan büyükdevletler, yer yer ayaklanmalarla Anadolu'nunbirçok vilâyetler halkı, daha sonra bu isyanlarıbas ran millî kuvvetler, zaman zaman Meclis vearkadaşları, ya onun karşısına geçmişler, yahutonunla uyuşamamışlardır. Hepsini ve her şeyi idaree . İradesinin insana şaşkınlık verecek bir eğilipbükülme kabiliye vardı. Onda poli kacı kahramanıkorur, kahraman politikacıyı kurtarırdı.Öyle şartlar içinde Mustafa Kemal'in yap ğınıyapabilecek, cesare e demiyorum, belki ondangözü pekler vardı, azminde demiyorum, belki onunkadar azimli olanları vardı, bilgide demiyorum,şüphesiz ondan daha bilgili olanları vardı, fakat kırk
yıllık ömrümde onun liderlik dehasında hiç kimseyitanımadım.Mustafa Kemal anasından tam gününde vesaatinde doğmuştu.***16 Mar an sonra vatansever vemilliyetçilerden çoğu Mustafa Kemal'ebağlanmış r. Bazıları sadece umutsuzdüşmüşlerdir. Meselâ Fransız generali İstanbul'agirdiği zaman ''Kara Gün'' krasını yazdığı içinkurşuna dizilmekten güç kurtulan Süleyman NazifMalta'da ordu komutanı Yakup Şevki Paşa'ya,yukarıda anlattığım üzere:- Sınırları nehirler çizer. En doğrusu da budur.Paşam ben Diyarbakırlıyım, siz Harputlusunuz. Buiki şehirde Fırat ve Dicle nehirleri içindekibölgededir. Siz de ben de Iraklı olarak Bağdathükûme ne ka lmalıyız. Osmanlıİmparatorluğundan umut yoktur. Başımızınçaresine bakalım, der.
Aynı Süleyman Nazif ilk defa İstanbul'dakurulan Müdafaa-i Hukuk Cemiye nin, CevadDursunoğlu'nun deyimi ile, ''ruh-i muharriki'' idi. Budava için çıkacak gazetenin sorumluluğunu oüstüne almıştı.Bazıları bütün nitelikleri ile ''hain''dirler.Düşmandan para ve nimet dilencisidirler. Adlarıanılmaya değmez.Bir kısmı İngilizlere sığınmaktan başka çareolmadığı ve Anadolu daya şı İngiliz yardımındanbizi yoksun edeceği için ''hainlik'' denebilecekdavranışlarda bulunmuşlardır. Başta Vahidüddinvardır. Ona göre İngilizlerce Mustafa Kemal veyanındakiler ''heyet-i kaa le''dendirler. YaniHris yan öldürücüleri! Onlar ''tenkil'' olunmadıkçaTürkiye İngiltere'den yardım bekleyemez. MeselâYunan taarruzu olduğu vakit dördüncü Damat Feritkabinesinin Adliye Nazırı gazetecilere şu demeciverir:- Hükûme miz Yunan ordusu tara ndanyapılan harekâtı protesto etmeyecek midir?
- Hükûme miz Mustafa Kemal'i resmenmahkûm etmiş ve hilâfetle vatana hain olduğunuilân eylemiş r. Binaenaleyh vazifesi asilere lâyıkoldukları cezayı vermek . O hâlde kendiprogramımıza dahil bulunan bir hareke neyeprotesto etmeli?- Bu harekât mühim güçlüklerle karşılanacakmıdır?- Hayır, Mustafa Kemal ordusu öteden beridentoplanmış haydutlardan, sabıkalılardan mürekkep,teşkilâtsız, inzibatsız bir ordudur.- Fikrinizce harekât uzun sürecek mi?- Asker değilim. Fakat in baım şu merkezdedirki General Paros-Kevupulos'un ordusu şimdi süratve şiddetle harekâta devam ederek birkaç ha aiçinde Ankara surları önünde bulunacaktır.Ama bütün İstanbul bu değildir. Canlarınıortaya atan asker ve sivil milliyetçiler M.M. Grubu
ve ''Karakol Cemiye '' gibi komiteler kurupAnadolu'ya gerek adam, gerek silâh kaçırmak işinekoyulmuşlardır. Bir defa Gülhane Parkı'nda Türkkadınlarına saldıran üç Fransız eri öldürüp kaçanlarKarakol'un fedayileri idi. İngiliz yüzbaşısı Armstorizyazdığı kitapta der ki: ''İstanbul silâh ve mühimmatdepolarından kaçakçılık yapıldığını öğrenmiş k.Nöbetçileri tu uk. Küçük subayları hapse k.Önliyemedik. Ben Haliç'teki büyük silâh deposundabir yana saklanarak durumu incelemiye kararverdim. Geceleyin Türkler gene geldiler. Barutmahzenlerinde rahat rahat sigara içiyorlar, birkaçtahta kırarak ateş yakıyor ve yemek pişiriyorlar.Patlayıcı maddeleri hiç çekinmeyerek taşıyorlardı.Kaçakçılık devam etti.\"***Matbaaya çok defa arkadaşlardan daha öncegelirdim. O sabah Saraçhanebaşı'ndaki evimdenBab-ı âli'ye kadar caddeler ve yollar sessizlik içindeidi. Kimse ile konuşmadığımdan ne olup bi ğinibilmiyordum. Yalnız caddeden bir zenci birliğinin
geçişine mana verememiş m. ''Akşam''ınkapısından girince avlunun sağındaki odayauğradım. Burası Kâzım Şinasi'nin bürosu idi. Bir ikiarkadaş:- Haberiniz yok mu? diye sordu.- Neden?- İngilizler İstanbul'u işgal ettiler.Birkaç günden beri ajanslar İ lâf devletleriarasında İstanbul meselesi konuşulduğunu habervermekte idiler. Türkleri İstanbul'da bırakıpbırakmamak, ikide bir tehdit olarak ortaya a ldığıiçin pek de umursamamıştık.Hemen bir iskemleye yığılıvermiş m. Haberbenim üstümde, İstanbul'u bizden aldılar,manasına geldi. Bir müddet sonra, ŞehzadeKarakolu faciasına, İngilizlerin bazı devletdairelerine yerleş klerine dair havadisler arasındakendimizi toparlamaya vakit bulmadan, bir İngilizsubayı ile İngiliz üniformalı bir Ermeni tercüman
odaya girdi. Subay:- Siz kimsiniz? diye sordu.Tutuklanacağımı sanıyordum. İlk önce kimliğimigizlemek ha rımdan geç , bir faydası olmadığınıdüşünerek gazetenin yazı işlerine bakan sorumluolduğumu ve adımı söyledim. Hemen cebinden birkâğıt çıkararak:- Şimdi bunu dizdireceksiniz, gazeteyebasacaksınız, o zamana kadar burada kalacağız,dedi.Uzattığı kâğıt İstanbul'un işgali bildirisi idi:- Hiçbir yerini değiştirmiyeceksiniz, diyordu.Bildiri öyle yazılmış ki bu işgalin sebebiTürklerin suçları olduğunu sayıp dökenler, bizimhükûmet midir, işgal makamları mıydı, belli değildi.Bildirideki ''muharebe'' sözünün tam Ermenişivesiyle ''mahrebe'' yazıldığı dikka me çarp .Müre phaneye götürdüğüm vakit, baş diziciye
usulca:- Sakın bu kelimeyi düzeltmeyiniz, dedim.Tek başarımız, bu kelimeyi olduğu gibi basarakişgal bildirisinin yabancı kaleminden çıkma veErmeni şivesiyle Türkçeye çevrilme olduğunu''Akşam'' okurlarına anlatmaktı.Müre phane ve matbaa, gazete çıkıncayakadar, İngiliz işgali altında kalacaktı. Arkadaşlarla:- Ne yapabiliriz? diye düşündük. Bab-ı âlibi şiğimizde idi. Birimiz oraya gi . Toplan hâlindebulunan Nazırlar Meclisine haber yollıyarakgazetede geçenleri anla . Bildiriyi yayınlatmamakonların elinde değildi. Düşünmüşler, taşınmışlar,hükûmet adına da kısa bir resmî tebliğdebulunmaya karar vermişler. Tebliğ geldi, hiçolmazsa halk e ârını herhangi bir şüpheyedüşmekten koruyucu bir belge idi.İngiliz subayı kendi ge rdiği yazının başakonacağını söyledi. Hükûmet tebliğinin de onun sol
tara ndaki sütunlara konması için güçlükle izinaldık. İlk önce al a bir köşeye sıkış rılmasınıistiyordu.Gazete öyle çık . Geç vakte kadar gelipgidenlerden işgalin bin türlü acı vak'alarınıöğreniyorduk. Yazı odaları üst ka a, denize karşıidi. Limandaki zırhlılarda bir ateşe tutma hazırlığıgörüyorduk. İçlerinden birini Galata rıh mınayanaştırmışlardı.Merkez-i umumîden tanıdığım Cafer de işte ogün bizden haber almaya geldi, pek vatansever birRumeli delikanlısı idi. Bitkin bir hâlde idi. Sigarapaketimi uzatırım:- Off... der.İkram ettiğim kahveyi getirirler:- Off... der.Bir müddet sonra gözleri yaşararak bana limanagelen İngiliz gemilerini gösterdi. Hepsinin topları
havaya dikilmiş . Zafer, Osmanlı İmparatorluğunuyere serenlerin zaferi padişahın oturduğuDolmabahçe Sarayı'nın biraz açığına demirlemişti. Opençe, derin ve onulmaz acı pençesi bütün rnaklarını boğazımıza geçirmiş .Kımıldamıyorduk. Bir aralık Cafer'in gözleri kurudu.İki yumruğunu pencereden zafer losuna doğrusıkarak:- Biz size gösteririz, dedi.Kuvay-ı Milliye işte bu sıkılmış yumruktanibaretti.Arkadaşlarımızdan yaşlı bir efendinin, sabahkılığı ile penceresinde otururken, bir düşmanbirliğinin geç ğini görünce yüreğine inip öldüğünühaber aldım. İstanbul'un binlerce yüreği böyle birinmenin hasretlisiydi.Daha sonra eğer uslanırsak ve serkeşliktenvazgeçersek, İstanbul'un gene Türkiye başken olacağına dair bazı telgra ar geldi. Türklerinbüsbütün İstanbul'dan a lmasını teklif eden birine
Lloyd George şu cevabı veriyordu:- Türkleri kolayca Hris yan öldüremiyecekleribir yerden çıkarıp öldürüşler yapabilecekleri yerleremi gönderelim? Türk hükûme İngiliz toplarınıntehdidi altında kalmalıdır.Dolmabahçe'de oturan Zillûllah-ı Fil'âlem, dahaşimdiden bu topların gölgesinde idi.Eski poli kacılardan tutulanlar İngilizsürgünlerine götürülmekte, tutulmıyanlarAnadolu'ya kaçmakta idiler.Gazeteler mü e kler arası sansürün elindebüsbütün söndü. Ağlamaya bile izin alamıyorduk.Dosyalarımda o günlerden kalan bir yazımınbaşlangıcı şu: ''Bu sene bile bahar geliyor. Bu senebile bahçelerimizdeki ağaçlar kar beyaz çiçeklerdöktü. Kanunî Süleyman eyyamında da baharböyle gelmez miydi? Fa h ordusu Bizans'ı kuşa ğızaman, sur diplerinde ve Topkapı kırlarında açançiçekler de böyle değil miydi?''
Nisan ha asında padişah yeniden Damat Ferit'ihükûmet başına geçirdi. 11 Nisanda meşhur''Fetâvay-i Şerife'' çık . Bu fetvalara göre MustafaKemal'in emri al nda vuruşanlar ve ölenler şehitolmıyacaklardı, Kuvay-ı Milliye'ye karşı cihat ilânedilmekte idi.Padişahın çetecisi Anzavur'un haydutları''Kuvay-ı Muhammediye'' adı almışlardı. Bütünhalk, Anadolu'da ve her yerde, din adına MustafaKemal'e isyan etmeye ve padişah itaa ne girmeyedavet olunmakta idi. Bu fetvaların gerçekte sadeceVahde n'in ''hal'i\" (1) fetvaları değil, padişahlığınve halifeliğin tarihine nihayet veren fetvalar olduğuo zaman hatıra gelir miydi?İ lâf devletleri Mayıs ayında SevresAntlaşmasını tebliğ e ler. Bu antlaşmanınimzalanıp imzalanmaması için toplanan SaltanatŞûrasında yalnız bir kişi ''müstenkif'' kalabildi: O daTopçu Feriki Rıza Paşa idi.Yunan ordusu büyük taarruzunu yaparakBursa'ya kadar geldi. Birçoklarında gene Anadolu
dayatışının sönmekte olduğu hissi vardı.Armstrong, İstanbul ha ralarını yazdığıkitabında telgra n icat edilmiş olduğuna esef eder.Çünkü İstanbul'da bulunan İngilizler, Anadoludaya şının kolayca yenilebilecek çetekuvvetlerinden ibaret olduğu zamanlar, hemenellerinde bulunan kıt'aları gönderip hareke durdurmaya karar vermişler. Armstrong'a göre,eğer telgraf icat edilmeyip de eski devirlerde olduğugibi, mahallî İngiliz görevlileri içlerinde bulunduklarışartlara göre karar vermek ve kararları uygulamakyetkisinde olsalardı, Anadolu işini halletmek okadar güç olmıyacaktı.Fakat İngiltere'de ruh hâli o kadar değişmiş veherkes silâhlı maceralardan o kadar nefret etmişti ki kirlerini bir türlü Londra'ya kabul e rememişler.Neden sonra Anadolu'ya karşı bir hareket yapılmasıyeniden düşünülmüşse de o kadar büyük birkuvvete ih yaç varmış ki teşebbüs edememişler.Anadolu daya ş hareke nin tutunmasında vekuvvetlenmesinde Mustafa Kemal ve teşkilâ nı
önemsiz göstermeye ve mü e klere, padişahtara arlarının nihayet hepsini ortadan kaldıracağıinanışı vermeye çalışan Hürriyet - ve -İ lâfçıların dayardımı olmuştur. Bunlar, eğer Mustafa Kemal veteşkilâ nın nüfuzlu ve köklü olduğunahükmederlerse İngilizlerin kendilerinden yüz çeviriponlarla işbirliği edeceklerinden korkmuşlardır.***Yıllarca sonra çıkan kitabında Armstrongbakınız, o günler üzerine neler yazar: ''...Padişahınlehinde bulunmak, bize göre en sağlam siyase .Meşru hükûme temsil e kten başkamü e klerin emirlerini yapmaya hazırdı... DamatFerit bambaşka bir p . İnatçı, cüretkâr ve akılsızbir adamdı. Kürt kanı ile karışık bir Arnavut olanDamat Ferit'in ruhu kan güdenlerin bütündüşmanlılığını taşımakta idi. Bu bir kabile adamı idi.Malta sürgünlerinin bir kısmı Damat Ferit'inricasiyle tevkif olunmuşlardır. Damat Ferit Kürtleride ayaklandırmak için teşebbüs e ... SevresMuahedesinden sonra Türkler, memleketlerini
kurtarmak için birleşmişlerdi. Padişahın avenesibunların dışında idi. Her kıymetli Türk,milliyetperverdi.''Sarayın ve Bab-ı âli'nin yüzüne gülen düşmanıniçi de işte bu idi.Bir HikâyeSadece mütarekedeki İstanbul havasını sizetene üs e rebilmek için başımdan geçen birvak'ayı hikâye edeceğim:Ramazan ayı idi. Büyükada'da oturuyordum.Bir sabah vapurdan köprüye çık ğım vakit,Anadolu ile gizli temaslarda bulunan ve bu görevleHarbiye Nezare nde kalan dördüncü ordukarargâhından tanış ğımız bir yüzbaşı bana doğrugeldi:- İngilizler senin de ismini hükûmete verdiler.Tevkif edileceksin. Anadolu'ya kaçmanı düşündük,dedi.
- Nasıl gidebilirim?Bir caret yazıhanesinde bu işlerle uğraşanTolçalı Süleyman Bey'in adresini vererek:- Süleyman Bey'i gör, o sana söyler, dedi.Tolçalı Süleyman eski bir İ hatçı idi. Kendisiniben de tanırdım. Gidip gördüm. Cumartesi günüÜsküdar'da bir adrese gidecek, teşkilât adamlariylebuluşacak m. Tolçalı Süleyman kendilerine hemenhaber verecek . Onlar beni de bir ka leye katarakkaçıracaklardı.Nikâhlanmak üzere olduğumdan, kendikendime, daha öteki cumartesiye kalmanın birsakıncası olmayacağına karar verdim. Önümüzdekicumartesinin son rsat olduğunu neredenkeşfedebilirdim? Meğer o ha a İngilizler teşkilâ nbulunduğu yeri haber almışlar, basmışlar ve yolkapanmış.Fakat ben de iyi ki tutulmuş ve hapsedilmiş m.Neden sonra teşkilâ a bulunan arkadaşlardan biri
demişti ki:- İh lâl zamanıdır bu... Herkes herkesten şüpheeder. Biz de haber verdikleri hâlde seningelmediğini, İngilizler tam o gün baskın yapıp yolukapayınca, doğrusu, kendini kurtarmak için bizi eleverdin, diye vehimlenmiş k. Yakalandığını duyuncaferahladık.Geceyi Büyükada'da geçiren Yakup Kadri ileberaber sabah vapuruna ye şmek üzere iskeleyeiniyorduk. Karakolun önünde iki kişinin ceketlerinitelâşla arkalarına geçirerek peşimize düşmelerindenbiraz huylandım. Bunlar beni takip etmek üzere birakşam önce adaya gönderilmişler. Köprüye çık k,yürüye yürüye Bab-ı âli yokuşunu rmandık, Yakupkapı komşumuz ''İkdam'' gazetesine girdi, ben de''Akşam''ın üst katındaki odama çıktım.Aradan pek az geç , hademe polismüdürlüğünden bir sivil memurun beni aradığınıhaber verdi. Odama almasını söyledim. Geldi:- Sizi polis müdürlüğünden istiyorlar, dedi.
O vakit polis müdürü ''Arnavut'' diyelâkaplanan meşhur Tahsin'di. Yanına bileçıkarmadılar. ''Merkez Kumandanlığınagideceksiniz'' dediler. İkileşen sivil polisle beraberbir atlı arabaya bindik. Beyazıt'ta, Harbiye Nezare giriş köşklerinin sağındaki Merkez Kumandanınagittim.Sofada ilk karşıladığım subay, o vakitler MerkezKomutanı Emin Paşa'nın muavinliğini yapan Mü tÖzdeş (Sonradan Kırşehir mebusu) idi. Mü t Bey'ibiz Türkçü bilirdik. Yanıma sokularak:- Sorma Falih, dedi, seni tutacaklarını dün geçvakit öğrendim. Fakat bir yolunu bulup haberyollıyamadım.Büyükçe bir odada bir köşeye iliş m. Galibabekleme salonu idi. Bir aralık Kiraz Hamdi Paşa içerigirdi, oturdu, ağız yoklama kabilinden benimlekonuştu. Biraz geçince tutulmuş olduğumuöğrendim. İ hatçıların emekliye ayırdığı,İtilâfçıların yeniden hizmete aldığı yaşlıca bir subay:
- Buyurun gideceğiz, dedi.- Nereye?- Önce İstanbul'daki evinize...Ellerime kelepçe takmak istediler.Kelepçelenecek kadar ağır bir suçum olabilir miydi?Ben nihayet ''Akşam'' gazetesinde yazdıklarım hoşagitmediği için yakalanmamış mıydım? İlk defa isyanettim. Bir hayli tartışma üzerine, bileklerime kelepçetakmaktan vazgeç ler. Yine bir atlı arabayabinmiş k. Harbiye Nezare dış kapısından çıkıncayanımdaki subay:- Benim oğlumun arkadaşısınız... dedi, sizinlemahsus ben gelmek istedim. Evinizde evrakaranacak r. Ben sizi bir müddet yalnız bırakacağım.Odanızda şüpheli bir şeyler varsa, saklayınız, dedi.Sonra: ''İ hatçılar beni ekmeğimden,mesleğimden e ler, tramvay kondüktörlüğüyaptım,'' diye şikâyet etti.
Evde acele ile arandım. Cemal Paşa'nınmektubu elime geç . Rahmetli komutan bu vedamektubunda bile kendisini görev başında sanıp''verdiğim talimatlar dairesinde hareket ederek''gibi, hele in kamcı bir Divan-ı Harp heye ninönünde izah edilemiyecek sözler kullanmış .Mektubu ortadan kaldırdım. Subay geldi. Sözdeşüphelendiği bir iki önemli kâğıt aldı, çıkıp MerkezKomutanlığına döndük. Akşama doğru beniSultanahmet'te, meydan üstündeki eskihapishanenin tevki ane kısmına götürüp birkoğuşa bıraktılar.Koğuş ka basa doluydu. Hava boğucu,yataklar tahtakurusu içinde, ilk geceyi daracık birmasa üstünde kâğıt falı açan dertlilerle geçirdim.Ben sanıyordum ki, hemen çağıracaklar, birkaç sualsoracaklar, böylece bana bir gözdağı vermişolacaklardı. Yakup Kadri'nin tutulup biraz sonraserbest kalmasından umutlanmış m. Şimdi ar k odevrin tarihe mal olmuş belgelerinden (1) çoksonraları öğrendiğime göre ''şarkın huzur vesükûnunu ihlâl etmek suçu ile behemehal idam
edilmek üzere'' yakalandığımı ha rıma bilege rebilir miydim? İngiliz casusu Arnavut Tahsintara ndan Harbiye Nazırı Süleyman Şe k Paşa'ya,onun tarafından da Divan-ı Harp Reisi Kürt MustafaPaşa'ya havale olunan elli küsur kişilik liste içindeimişim. Bir haylımızı seçmişler, yakalamışlar,Sadrazam İzzet Paşa gibi bir iki kişiyi de bırakmışlar.Ara sıra büyük dış kapıda parmaklık arkasındanbeni ziyarete gelenlerle görüşüyordum. Onların dabir şey bildiği yoktu. Doğrusu ziyaretçilerim de üçbeş kişi idi. Hele siyasî hapse giren bir adamınbirdenbire ne kadar yalnız kalacağını ilk defaöğreniyordum.Yine çok sonra öğrendiğime göre Kuvay-ı Milliyetara nı tutanları tethiş etmek için Kürt Mustafa vearkadaşları bir hükûmet adamı ile bir gazeteciyiaradan çıkarmaya karar vermişler. Hükûmet adamı,eski vali ve Dahiliye Nazırı rahmetli Hâzım Bey,gazeteci de ben! Håzım Bey'in hıyane , 16 Martgünü Galata rıh mına yanaşan zırhlıyı göstererek,vapur kamarasında bulunanlara:
- Sanki bu toplar İstanbul'a ne yapar?demekmiş. Tabiî buna bir sürü rivayetler de eklemişolacaklar.İlk defa öğle üstü ikimizi aldılar, HarbiyeNezare ne götürdüler. Niçin bu kadar çok süngülüile götürüldüğümüzü bir türlü anlamıyordum. Entehlikeli eşkıyalar gibi muhafaza altında idik.Sorguya çekilmek için doğrudan doğruyamahkeme karşısına çık m. Mustafa Paşa, Akşamgazetesinde beni görmeye geldiği pırıl pırılüniforması ile karşımda idi. Bana soracaklarını şöyleter p etmiş: Anadolu'da halkın canına malına kıyançeteler vardır. Ben Kuvay-ı Milliyecilik etmekle, buçeteleri halkın canına malına kıymaya teşvikediyormuşum. İşlenen cinayetlerini nasılbilmezmişim?Anadolu'da vatan müdafaasına uğraşanlardanbaşka hiç kimsenin tara ısı, kanunsuzlukları,cinayet ve zulümleri teşvik edecek bir adamolmadığını söyledim ve hep bu tema üzerindedurdum.
Bir aralık Suriye'den ne kadar servetledöndüğümü sordular. Ali Kemal, bir aralık, beni deSuriye'den çıkın çıkın al nlarla dönenler arasındasaymış . İ irası o kadar gülünçtü ki cevap bilevermemiş m. Bu i iranın zararını, sadece, ianeistemek için benimle akrabalık, dostluk, mekteparkadaşlığı icat eden bir sürü kimse ilesavuşturduğumu sanıyordum. Bir gazetecinini irası, şimdi, Divan-ı Harp'in yazılı suallerinden biriolarak karşıma çıkıyordu.Sorgu sualden sonra sofada Hâzım Bey'lebuluştuk. Bir arabaya binerek dönmek üzere izinalmamız teklifinde bulundum:- Hayır, yaya gidelim, millet mazlumlarınıgörmelidir, dedi.İ ar vak idi. Beyazıt ve Divanyolu'ndanRamazan kalabalığı taşıyor. Yalnız biz sıkışmıyoruz.Süngüler arasında iki kişi gören herkes başınıçevirerek bir yana kaçıyor. İçimden, kendinigöstermek için dimdik yürüyen ve yüzüne bir
mar r hâli veren Hâzım Bey'e gülüyorum. Ozamanlar Hasan Âli'yi de tanımazdım. Sonradananla ğına göre, o da pek, ama pek yakın birdostumla Yahya Kemal'le o kalabalığın içinde imiş.Kemal bizi uzaktan görünce:- Aman şu sokağa sapalım, der.Hasan Âli:- Niçin, sebebi? diye sorar.- Falih Rı ı'yı ge riyorlar. Göz göze gelmiyelim.Selâm vermeye mecbur oluruz, cevabını verir.Size 88 gün süren hapsin hikâyesini anlatacakdeğilim. Öldürülmek istendiğimi bilmediğim için bubasit bir sıkın dan ibare . Hürriyetsiz ve güneşsizkalmak, yatağımın al ndaki tahtayı ikide bir gazlayakarak tahtakurusu temizlemek, ölümmahkûmlarının son ıs raplarını görüp içlenmek gibişeyler...Yalnız size, devrin zulmünü ve ruh hâlini
gösterecek, başkalarına ait, bazı vak'aları kralarhâlinde toplamak istiyorum.Koğuşumuz karmakarışık . Ben üstüme âdetabaygınlık hâli gelmeden uyuyamıyordum. Birakşam kulaktan kulağa bir fısıltı dolaştı:- Suikastçılardan al sı yarın sabah idamedileceklermiş, dediler.Bunlar on iki kişi idiler. Al sı polismüdürlüğünde, al sı bizim tevki anede idi.İçlerinden biri, Enver Paşa'nın eski yaveri,Müslüman ve efendi bir asker, yanı başımdayatardı.Sonra ikinci fısıltı geldi:- Terziler aşağıda idam gömleği biçiyorlarmış.Demek bizimle birlikte olanlar idamedileceklerdi. Onlar bunu bizim bakışlarımızdanöğrendiler. Yüzleri soldu. İsli lâmba ışığı al ndaölülerin balmumu rengini bağladılar. Ellerine
dokunsam belki soğumuşlardı bile... İdammahkûmları ile, bu akşam henüz yaşayan ve gündoğmadan ölecek olanlarla beraber ilk defa gecegeçiyordum. Hiçbir hastalıkları ve hiçbir suçlarıolmıyan, bırakılsalar yirmi otuz yıl daha ömürsürecek bu al kişi, karılarının saçlarını bir dahakoklamadan, analarının buruşuk ellerini veçocuklarının taze yanaklarını bir daha öpmeden,boyunlarına ip takılıp bir sehpanın ayakları arasındasallanacaklardı.Ne kendi aramızda, ne onlarlakonuşabiliyorduk. Onlar da bize ar k içinden çıkıpgi kleri bir âlemde kalmış yabancılar gibibakıyorlardı. Yanımdaki subayın, yarı soyunup,kollariyle durmadan idman hareketleri yapmasınaşaşıyordum. Acaba oynatmış mıydı?Ölüm geceleri, bir dar ve ka basa koğuşuniçinde, bir bunal cı havada bile ne kadar soğuk vesaatleri ne kadar uzundur. Fecirden önce biryangın, bir yer sarsımı, minareleri uçuran, kubbelerideviren bir ilahî afet bekliyorduk. Böylece,
gönlümüz düğümlene düğümlene ortalık ağardı,can kulağımızı vererek, her an duyar gibiolduğumuz ayak sesleri, ölüm habercilerinin seslerigelmedi, yavaş yavaş umutlandık. Nihayet gününbütün aydınlığı söktü.Meğer polis müdürlüğündeki al kişiyi asmışlar.Oradakileri tanımadığımız için bizdekilerinkurtuluşuna sevinç hissi, bir olan, farksız olanfacianın acısına bir uyuşukluk verdi.Enver Paşa'nın yaverine nihayet sordum:- Doğrusu ya, dün gece yatağında idmanyaparken acaba oynattı mı diye şüphelenmiştim.- Yook, dedi, neden oynatayım? Ama şehitolmak için kan akmalı. Kendimi, beni götürecekolanlarla boğuşmaya hazırlıyordum. Nasıl olsavücuduma bir iki süngü saplıyacaklardı. Sehpayakanlı kanlı gidecektim, dedi.Umumî hapishanenin koğuşlarına sığmıyorduk.Henüz biten Sultanahmet tevki anesine
taşınmamız için emir geldi.''Akşam''daki arkadaşlar Merkez KomutanıEmin Bey'e rüşvet vermeye başladıklarından,(büyük bir şey değil, Merkez Komutanlığında evdengelenlerle konuşmak üzere her çıkışım için 15 lira),beni ''ekâbir koğuşu'' denen odaya aldılar. Buodaya topçu Hasan Rıza Paşa, Şevket Turgut Paşa,Pertev Paşa, Hazım Bey ve daha bir hayli büyük veorta rütbeli Osmanlı şahsiyetleri vardı. Sözde 31Mart Vak'ası üzerine Hareket Ordusu İstanbul'ageldiği vakit Yıldız Sarayı yağma edilmiş. Bu paşalaro yağmadan sorumlu imişler. Tehcir sanığıMutasarrıf Nusret de bu koğuşta idi. Karyolalarınhepsi tek, biri çi . Ben bu çi karyolanın üstünde,eski Musul Mebusu İbrahim Fevzi de al ndayatıyorduk.Karşımızdaki koğuş, hırsız ve yankesici gibi adîsuçlularla, onun yanındaki büyük koğuş da Kuvay-ıMilliyeci subaylar, küçük İ hatçılar, Anadolu'dangetirilme tehcir sanıklariyle doluydu.Bu paşalar ha ralarla dolu olmalı idiler. Bir genç
gazeteci için, hemen hemen yarım asrın tarihi ilebaş başa günler, geceler geçirmek ele geçer fırsat mıidi? Fakat çoğu iştahsız ve düşünceli idiler. Ahbilseniz kapalı havada insanlar ne çabuk biter. Lâflâfı bir türlü açmaz.Bir kısmı da fakir adamlardı. HareketOrdusundan beri ismini duyduğumuz, OsmanlıDevle nde Harbiye Nazırlığı eden Şevket TurgutPaşa'nın yemeği, küçük bir ispirto üzerinde trekelleri ile pişirdiği iki üç yumurta idi. Birçoklarımızdışardan, bazılarımız evlerden oldukça iyi yemeklergetiriyorduk.Tevki ane Müdürü Yasin Efendi, SultanHamid'in alaylı subaylarından biri idi. Uzun, sırımgibi, yağız bir Habeşî. Eski yerimizde iken bu YasinEfendinin çadırına uğrayıp hediye vermedenbizimle görüşmek imkânı yoktu. Meşhur biryankesiciyi Ramazan akşamları Divanyolu'nasalıverdiğini ve onun tramvaylarda vurduğu para veeşyayı beraber paylaş klarını da biliyorduk. Buyankesici onun av atmacası gibi bir şeydi.
Yasin Efendiyi 31 Mar an sonra tüfekçiler,harem ağaları ve öteki saray adamları ile berabertutup Harbiye Nezare nin en alt ka nda bir avluya kmışlar. O vakit 31 Mart asilerini asan Divan-ıHarp'in reisi, şimdi koğuşumuzda bulunan TopçuRıza Paşa idi. Bir gün Rıza Paşa, yargılanacak dahakimler olduğunu görmek üzere Harbiye Nezare ninal ndaki bodrumu te iş etmeye gider. Yasin Efendive bir sürü arkadaşı korkudan treye treye, bukelli felli, iri yarı, sert paşanın ağzından çıkacakkelimeyi bekledikleri sırada, Rıza Paşa, çizmesininucu ile birkaçını dürterek:- Bu kadar arabı çorabı ben ne yapacağım?Tutup tutup asmalı... der. Daha doğrusu diyeceğitutar.Bu sözün, harem ağaları ve tüfekçiler gibi YasinEfendiyi de ne hâle soktuğunu tasarlıyabilirsiniz.Mütareke olunca rütbesi geri verilen Yasin Efendi,Kürt Mustafa Paşa'nın tanıdığı olduğundan,tevki ane müdürlüğüne gelir. Topçu Hasan RızaPaşa ar k eski azame nden hiç eser kalmıyan,
yaşlı, çökük, umutsuz bir insan ar ğı idi. YasinEfendi ara sıra koğuş kapısına bir sehpa gibi dikilip,Habeşle Arap arası bir şive ile:- Sen... Rıza Paşa... Sen... Asın şunları, asınşunları! Şimdi ben seni asacağım. Mustafa Paşa'yayalvardım, emir verdi, seni ben asayım diye...Bakkaldan ipini aldım, yağladım, der, zavallıOsmanlı paşası boyun büker, dururdu.***Bir gün beni Yasin Efendi'nin yanına çağırdılar.Müdür:- Adliye Müsteşarı Sait Molla Beyefendi senigörecek, dedi. Deniz üstündeki odada, mütarekedevrinin meşhur mollası ile karşılaştım:- İyi bir muharrirsiniz. Ben size hürmet ederim.Arkadaşlarınız da gelip bana müracaat e ler.Mustafa Paşa nasıl zalimdir, bilmezsiniz. Elinden sizikurtarmak isterim. Fakat paradan başka dinleriimanları yoktur. Siz de bana yardım etmelisiniz. Bu
herifleri biraz doyurmalısınız, dedi.Sait Molla da benim Suriye'den ge rdiğim al nçıkılarını sakladığımı sananlardan ve ellerinde ikenmümkün olduğu kadar ''sızdırmaya'' kararverenlerden olmalı idi. Gerçekten parasız birgazeteci olduğumu söyledim:- Fakat bir defa arkadaşlarla konuşayım, belkibiraz para bulmak ihtimalleri olabilir, dedim.''Soyulmak'' ve ''sızdırılmak'' umudu ile ar kDivan-ı Harp'e çağrılmıyordum. Necme n Sadakve Kâzım Şinasi de ellerinden geleni yapmaktaidiler. Bir aralık Re k Halid (Karay) vasıtası ileMustafa Paşa'yı yumuşatmak tecrübesindebulunmuşlar. Re k Halid ha ralarında bu vak'ayıteferrua ile hikâye etmiş r. Gider, Mustafa Paşa'yıgörür. Benim bırakılmaklığımı rica eder. MustafaPaşa, hiç cevap vermeden, hademeyi çağırır.Mahkeme üyelerini yanına davet etmesiniemreder. Onlara:- Mahkememize verilen vesikalara göre Falih
Rıfkı'nın cezası vicdanınızca nedir? diye sorar.Hepsi: ''İdamdır!'' derler. Refik Halid donakalır.Demek bir para bulmak, bulunabilecek para ilede bunları kandırmak lâzımdı.Anadolu korkusu ile İstanbul'a yeni birgevşeklik gelip beni bırakıncaya kadar bulabilip deverdiğimiz para 500 liraya varmamıştı.***Zindanda yalnız umut ışığı sönmez. Büyükkoğuştakiler Mustafa Kemal'in bir çete göndererekbir gece hepimizi kaçıracağını sıldaşmakta idiler.Bu çete İstanbul yakasına nereden geçecek ? NasılSultanahmet'e kadar gelecek ve tev khaneyibasarak bizleri kurtaracak ? Hepsi mümkün olsabile, Mustafa Kemal bunca fedayinin haya nıtehlikeye atarak bizleri kurtarmakla nekazanacaktı?Gerçi o günlerde Kuvay-ı Milliye çetelerinin
Gebze'ye kadar ak ğından bahsedildiğini gelengidenden işi yorduk. Ali Kemal bile, Peyam-ıEyyam'da: ''Beykoz'a Gegboza'dan gelse aceb mikartal?'' diye bu rivayetleri alaya tutardı.Nihayet bir gece tevki anenin dışından gelenyaylım ateş sesleri arasında uykumuzdan sıçradık.Muha zlar avludaki çadırda idiler. Hemenhükme k ki bizi kurtarmaya gelmişler ve muha zbölüğü ile vuruşmaya başlamışlardır.Tevki ane avlusunda karmakarışık bir uğultu,çığlık ve telâş. Karyolamdan koğuşun karanlığınadoğru sark m. Beyaz gecelikli paşalardan biri başucundaki mumu yak . Koğuşun karanlığı bulandı,alaca hayaletler, gözlerinin yalnız korkudanbüyümüş bebekleri görünerek, yarı bellerine kadardoğrulmuş sessiz bakışıyorlardı.Tüfek sesleri susmuştu. Fakat içeriye bir akınolduğunu duymuyorduk. Paşalardan biri sızlandı:- Canım, dedi, şöyle böyle kendi başımızauğraşıp duruyorduk. Onlara kim bizi kurtarınız
dedi?Bir daha ih yarcası: ''Süngüleneceğiz!'' diye içiniçekti.Baskın yapanlardan hepsinin yakalanmış veyaöldürülmüş olduğunu farz edenlerden biri:- Zavallılar! Delilik kurbanları! Yahu çolukçocuğumuz var!Koridordan Yasin Efendinin sesi geliyordu:- Yakarım, yakarım...Büyük koğuştan birtakım sesler de onuyatıştırmaya çalışıyor:- Beybaba silâhını bırak.. Beybaba silâhınıbırak.. Gel de kendin gör, ne kaçan var, ne bir şey...Telâşla uyanan Yasin Efendi tabancasınıyakalamış, don paça bizim koğuşa doğrugeliyormuş. Kurşun mu, süngü mü, birdenbire
tevki aneye ih lâl tarihlerindeki ölümgecelerinden birinin dehşeti içine düştü.Meğer yanımızdaki binada yatan meşhuryankesici Fantoma Mehmet o gece de kaçmayakalmışmış. Nöbetçi olup olmadığını anlamak içinönce yatak çarşa nı büzüp katlayıp iplepencereden sarkıtmış. Karşıdaki nöbetçi,acelesinden pencereye doğru silâh atmış.Çadırlarında uyuyan nöbetçilerimiz de neyeuğradıklarını bilmiyerek tüfeklerine sarılmışlar verasgele havaya boşaltmışlar.Sabahleyin hikâyeyi duyanlar, MustafaKemal'in kendilerini kurtarmak için Anadolu'dan birçete göndermediğine ne kadar sevindilerdi.***Bu Hayran Baba'nın ölüm hikâyesidir. Vak ylebir yazıma da konu olarak almıştım.Hayran Baba, Erzincan eşra ndan Ha z AvniEfendinin saz şiirlerinde kullandığı ismi idi. Olgun bir
ehl-i dil olduğundan bütün derdi, gamı kendi içindeidi.Tevki anede içkiye vurmuştu. Gitgide sinirmuvazenesi iyiden iyiye bozulduğu için doktorraporu üzerine hastaneye yolladılar. Ertesi günDivan-ı Harp Reisi Hayran Baba'yı istedi. Hastanedeolduğundan ge rmediler. Mustafa Paşa müdürüçağırarak:- Bu adamı niçin ge rmediniz? diye sordu.Hastanede olduğunu söylediler:- Ben bu adamı asacağım! Nasıl şuraya burayagönderirsiniz? diye bağırdı.Nihayet iş muha z komutana geldi. Muha z,Doktor Necip Bey'i yanına çağırıp:- Hayran Baba'yı niçin hastaneye gönderdiniz?diye sordu. Doktor:- Bu emirle! diyerek cebinden hasta mevku arhakkındaki tamimi çıkarıp okudu, ve:
- Ben rapor vermeğe mecburum, gönderipgöndermemek makama aittir, dedi.Merkez Komutanı, Hayran Baba'nın Divan-ıHarp'e yollanmasını emre . Muhakeme günühastaneye bildirildiyse de hastane doktorlarıHayran Baba'nın bir yere çıkamıyacağı hakkında birrapor verdiler.Daha hiçbir muhakemeye çağırılmıyan HayranBaba'nın idam olunacağı ağızdan ağızasöylenmekte idi. Bu sırada bütün hastamevku arın ancak Selimiye Hastanesinden tedaviolunacağı hakkında bir karar verildiğinden HayranBaba da Selimiye'ye gönderilmek üzere raporu ileberaber tevki aneye teslim edilmiş, fakatSelimiye'ye gönderilmeyip hapsedilmiştir.Hayran Baba'nın sağlık durumu gitgidefenalaş ğından doktor yeni bir rapor daha verdiysede okumadılar bile.Bir gün Hayran Baba'nın çek ği ıs raba kalbidayanamıyan doktor her türlü tehlikeyi göze alıp
bir rapor daha vermeye cesaret e . Hayran Baba'yımuhafaza al nda Selimiye Hastanesinegönderdiler. Divan-ı Harp Reisi vak'ayı haber alıralmaz gece yarısı bir zabit yolladı, hastanınbileklerine kelepçe vurdurdu. Hayran Baba'yısürükliye sürükliye Haydarpaşa iskelesine indirdiler,zavallı adam doğruca sehpaya gittiğini sanıyordu:- Beni asmağa götürüyorsunuz, biliyorum,sabaha kadar sabretseniz ne olur? diyordu.Hayran Baba'yı ge rdiler, o bitkin hâlinde taşlocaya a lar. Bizler Sultanahmet tevki anesinenaklolunacağımız sırada eline kelepçe vurulduğunuve omzuna bütün eşyasının yüklendiğini görenHayran Baba:- Ölüm eziye dediğin beş dakikalık r. Bu cevrücefaya ne lüzum var? diye inliyordu.Hayran Baba idam olunacağını bilerek yirmi günyirmi gece taş locada aç ve ilâçsız ya . Birazmerhamet duygulu gardiyanlar bile aynı locanınyanındaki locada yatan bir öğretmene:
- Şu pencereden zavallıya biraz süt veriniz! diyeyalvarıyorlardı.Hayran Baba bu yirmi günün ölüm bekleyişiiçinde kıvrandı. ''Şu kapıyı bir lâhza açınız, birazhava alayım!'' diyordu.Ve böylece loca rutube ve açlık içinde yirmigün işkence çek kten sonra, bir gece sabaha karşıkendini asılmak için uyandırdıkları zaman, pkıhürriyete kavuşuyor gibi sevindi, subayınomuzlarını okşadı.***Hüseyin Hüsnü Paşa, âyan azasından ak sakallı,inmeli ih yar bir efendi idi. Gündüzleri çoluğuçocuğu paşayı kolundan, koltuğundan tutupkendisine bahçede biraz nefes aldırırlardı. Bir günçocukları yine paşayı köşkün kapısından bahçeyeçıkarmak üzere iken, dış kapının zorlandığını,subaylarla polislerin içeriye daldığını gördüler.Hüseyin Hüsnü Paşa Hareket Ordusu kıt'alarının
başında bulunanlardan olduğu için hapsedilecek .Tutmaya gelenlerin başında, muharebede toplarınıbırakarak kaç ğı için askerlikten kovulan vemütarekede yine hizmete alınan bir binbaşı vardı.Paşanın köşke alınmak üzere olduğunu görüncehemen tabancalarını çek ler ve kapıya hücumettiler.- Çabuk açınız!- Kimi arıyorsunuz?- Paşanızı almaya geldik...Hüseyin Hüsnü Paşa ih yar bir ferik r. Gelenlermülâzım ve başları binbaşı. Bir yandan çizmeleriylevurmakta, kapıyı omuzlariyle itmekte,kasaturalariyle kilidi zorlamakta idiler. Kadınlarınçığlıkları arasında kapı kırıldı, sinema ilânlarındakipolis baskınlarına imrenen bu binbaşı ile küçüksubaylar başları öne uzanmış, parmaklarıtabancaların te ğinde, ak sakallı inmeli komutanınve kadınların üzerine atıldılar:
Search
Read the Text Version
- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- 8
- 9
- 10
- 11
- 12
- 13
- 14
- 15
- 16
- 17
- 18
- 19
- 20
- 21
- 22
- 23
- 24
- 25
- 26
- 27
- 28
- 29
- 30
- 31
- 32
- 33
- 34
- 35
- 36
- 37
- 38
- 39
- 40
- 41
- 42
- 43
- 44
- 45
- 46
- 47
- 48
- 49
- 50
- 51
- 52
- 53
- 54
- 55
- 56
- 57
- 58
- 59
- 60
- 61
- 62
- 63
- 64
- 65
- 66
- 67
- 68
- 69
- 70
- 71
- 72
- 73
- 74
- 75
- 76
- 77
- 78
- 79
- 80
- 81
- 82
- 83
- 84
- 85
- 86
- 87
- 88
- 89
- 90
- 91
- 92
- 93
- 94
- 95
- 96
- 97
- 98
- 99
- 100
- 101
- 102
- 103
- 104
- 105
- 106
- 107
- 108
- 109
- 110
- 111
- 112
- 113
- 114
- 115
- 116
- 117
- 118
- 119
- 120
- 121
- 122
- 123
- 124
- 125
- 126
- 127
- 128
- 129
- 130
- 131
- 132
- 133
- 134
- 135
- 136
- 137
- 138
- 139
- 140
- 141
- 142
- 143
- 144
- 145
- 146
- 147
- 148
- 149
- 150
- 151
- 152
- 153
- 154
- 155
- 156
- 157
- 158
- 159
- 160
- 161
- 162
- 163
- 164
- 165
- 166
- 167
- 168
- 169
- 170
- 171
- 172
- 173
- 174
- 175
- 176
- 177
- 178
- 179
- 180
- 181
- 182
- 183
- 184
- 185
- 186
- 187
- 188
- 189
- 190
- 191
- 192
- 193
- 194
- 195
- 196
- 197
- 198
- 199
- 200
- 201
- 202
- 203
- 204
- 205
- 206
- 207
- 208
- 209
- 210
- 211
- 212
- 213
- 214
- 215
- 216
- 217
- 218
- 219
- 220
- 221
- 222
- 223
- 224
- 225
- 226
- 227
- 228
- 229
- 230
- 231
- 232
- 233
- 234
- 235
- 236
- 237
- 238
- 239
- 240
- 241
- 242
- 243
- 244
- 245
- 246
- 247
- 248
- 249
- 250
- 251
- 252
- 253
- 254
- 255
- 256
- 257
- 258
- 259
- 260
- 261
- 262
- 263
- 264
- 265
- 266
- 267
- 268
- 269
- 270
- 271
- 272
- 273
- 274
- 275
- 276
- 277
- 278
- 279
- 280
- 281
- 282
- 283
- 284
- 285
- 286
- 287
- 288
- 289
- 290
- 291
- 292
- 293
- 294
- 295
- 296
- 297
- 298
- 299
- 300
- 301
- 302
- 303
- 304
- 305
- 306
- 307
- 308
- 309
- 310
- 311
- 312
- 313
- 314
- 315
- 316
- 317
- 318
- 319
- 320
- 321
- 322
- 323
- 324
- 325
- 326
- 327
- 328
- 329
- 330
- 331
- 332
- 333
- 334
- 335
- 336
- 337
- 338
- 339
- 340
- 341
- 342
- 343
- 344
- 345
- 346
- 347
- 348
- 349
- 350
- 351
- 352
- 353
- 354
- 355
- 356
- 357
- 358
- 359
- 360
- 361
- 362
- 363
- 364
- 365
- 366
- 367
- 368
- 369
- 370
- 371
- 372
- 373
- 374
- 375
- 376
- 377
- 378
- 379
- 380
- 381
- 382
- 383
- 384
- 385
- 386
- 387
- 388
- 389
- 390
- 391
- 392
- 393
- 394
- 395
- 396
- 397
- 398
- 399
- 400
- 401
- 402
- 403
- 404
- 405
- 406
- 407
- 408
- 409
- 410
- 411
- 412
- 413
- 414
- 415
- 416
- 417
- 418
- 419
- 420
- 421
- 422
- 423
- 424
- 425
- 426
- 427
- 428
- 429
- 430
- 431
- 432
- 433
- 434
- 435
- 436
- 437
- 438
- 439
- 440
- 441
- 442
- 443
- 444
- 445
- 446
- 447
- 448
- 449
- 450
- 451
- 452
- 453
- 454
- 455
- 456
- 457
- 458
- 459
- 460
- 461
- 462
- 463
- 464
- 465
- 466
- 467
- 468
- 469
- 470
- 471
- 472
- 473
- 474
- 475
- 476
- 477
- 478
- 479
- 480
- 481
- 482
- 483
- 484
- 485
- 486
- 487
- 488
- 489
- 490
- 491
- 492
- 493
- 494
- 495
- 496
- 497
- 498
- 499
- 500
- 501
- 502
- 503
- 504
- 505
- 506
- 507
- 508
- 509
- 510
- 511
- 512
- 513
- 514
- 515
- 516
- 517
- 518
- 519
- 520
- 521
- 522
- 523
- 524
- 525
- 526
- 527
- 528
- 529
- 530
- 531
- 532
- 533
- 534
- 535
- 536
- 537
- 538
- 539
- 540
- 541
- 542
- 543
- 544
- 545
- 546
- 547
- 548
- 549
- 550
- 551
- 552
- 553
- 554
- 555
- 556
- 557
- 558
- 559
- 560
- 561
- 562
- 563
- 564
- 565
- 566
- 567
- 568
- 569
- 570
- 571
- 572
- 573
- 574
- 575
- 576
- 577
- 578
- 579
- 580
- 581
- 582
- 583
- 584
- 585
- 586
- 587
- 588
- 589
- 590
- 591
- 592
- 593
- 594
- 595
- 596
- 597
- 598
- 599
- 600
- 601
- 602
- 603
- 604
- 605
- 606
- 607
- 608
- 609
- 610
- 611
- 612
- 613
- 614
- 615
- 616
- 617
- 618
- 619
- 620
- 621
- 622
- 623
- 624
- 625
- 626
- 627
- 628
- 629
- 630
- 631
- 632
- 633
- 634
- 635
- 636
- 637
- 638
- 639
- 640
- 641
- 642
- 643
- 644
- 645
- 646
- 647
- 648
- 649
- 650
- 651
- 652
- 653
- 654
- 655
- 656
- 657
- 658
- 659
- 660
- 661
- 662
- 663
- 664
- 665
- 666
- 667
- 668
- 669
- 670
- 671
- 672
- 673
- 674
- 675
- 676
- 677
- 678
- 679
- 680
- 681
- 682
- 683
- 684
- 685
- 686
- 687
- 688
- 689
- 690
- 691
- 692
- 693
- 694
- 695
- 696
- 697
- 698
- 699
- 700
- 701
- 702
- 703
- 704
- 705
- 706
- 707
- 708
- 709
- 710
- 711
- 712
- 713
- 714
- 715
- 716
- 717
- 718
- 719
- 720
- 721
- 722
- 723
- 724
- 725
- 726
- 727
- 728
- 729
- 730
- 731
- 732
- 733
- 734
- 735
- 736
- 737
- 738
- 739
- 740
- 741
- 742
- 743
- 744
- 745
- 746
- 747
- 748
- 749
- 750
- 751
- 752
- 753
- 754
- 755
- 756
- 757
- 758
- 759
- 760
- 761
- 762
- 763
- 764
- 765
- 766
- 767
- 768
- 769
- 770
- 771
- 772
- 773
- 774
- 775
- 776
- 777
- 778
- 779
- 780
- 781
- 782
- 783
- 784
- 785
- 786
- 787
- 788
- 789
- 790
- 791
- 792
- 793
- 794
- 795
- 796
- 797
- 798
- 799
- 800
- 801
- 802
- 803
- 804
- 805
- 806
- 807
- 808
- 809
- 810
- 811
- 812
- 813
- 814
- 815
- 816
- 817
- 818
- 819
- 820
- 821
- 822
- 823
- 824
- 825
- 826
- 827
- 828
- 829
- 830
- 831
- 832
- 833
- 834
- 835
- 836
- 837
- 838
- 839
- 840
- 841
- 842
- 843
- 844
- 845
- 846
- 847
- 848
- 849
- 850
- 851
- 852
- 853
- 854
- 855
- 856
- 857
- 858
- 859
- 860
- 861
- 862
- 863
- 864
- 865
- 866
- 867
- 868
- 869
- 870
- 871
- 872
- 873
- 874
- 875
- 876
- 877
- 878
- 879
- 880
- 881
- 882
- 883
- 884
- 885
- 886
- 887
- 888
- 889
- 890
- 891
- 892
- 893
- 894
- 895
- 896
- 897
- 898
- 899
- 900
- 901
- 902
- 903
- 904
- 905
- 906
- 907
- 908
- 909
- 910
- 911
- 912
- 913
- 914
- 915
- 916
- 917
- 918
- 919
- 920
- 921
- 922
- 923
- 924
- 925
- 926
- 927
- 928
- 929
- 930
- 931
- 932
- 933
- 934
- 935
- 936
- 937
- 938
- 939
- 940
- 941
- 942
- 943
- 944
- 945
- 946
- 947
- 948
- 949
- 950
- 951
- 952
- 953
- 954
- 955
- 956
- 957
- 958
- 959
- 960
- 961
- 962
- 963
- 964
- 965
- 966
- 967
- 968
- 969
- 970
- 971
- 972
- 973
- 974
- 975
- 976
- 977
- 978
- 979
- 980
- 981
- 982
- 983
- 984
- 985
- 986
- 987
- 988
- 989
- 990
- 991
- 992
- 993
- 994
- 995
- 996
- 997
- 998
- 999
- 1000
- 1001
- 1002
- 1003
- 1004
- 1005
- 1006
- 1007
- 1008
- 1009
- 1010
- 1011
- 1012
- 1013
- 1014
- 1015
- 1016
- 1017
- 1018
- 1019
- 1020
- 1021
- 1022
- 1023
- 1024
- 1025
- 1026
- 1027
- 1028
- 1029
- 1030
- 1031
- 1032
- 1033
- 1034
- 1035
- 1036
- 1037
- 1038
- 1039
- 1040
- 1041
- 1042
- 1043
- 1044
- 1045
- 1046
- 1047
- 1048
- 1049
- 1050
- 1051
- 1052
- 1053
- 1054
- 1055
- 1056
- 1057
- 1058
- 1059
- 1060
- 1061
- 1062
- 1063
- 1064
- 1065
- 1066
- 1067
- 1068
- 1069
- 1070
- 1071
- 1072
- 1073
- 1074
- 1075
- 1076
- 1077
- 1078
- 1079
- 1080
- 1081
- 1082
- 1083
- 1084
- 1085
- 1086
- 1087
- 1088
- 1089
- 1090
- 1091
- 1092
- 1093
- 1094
- 1095
- 1096
- 1097
- 1098
- 1099
- 1100
- 1101
- 1102
- 1103
- 1104
- 1105
- 1106
- 1107
- 1108
- 1109
- 1110
- 1111
- 1112
- 1113
- 1114
- 1115
- 1116
- 1117
- 1118
- 1119
- 1120
- 1121
- 1122
- 1123
- 1124
- 1125
- 1126
- 1127
- 1128
- 1129
- 1130
- 1131
- 1132
- 1133
- 1134
- 1135
- 1136
- 1137
- 1138
- 1139
- 1140
- 1141
- 1142
- 1143
- 1144
- 1145
- 1146
- 1147
- 1148
- 1 - 50
- 51 - 100
- 101 - 150
- 151 - 200
- 201 - 250
- 251 - 300
- 301 - 350
- 351 - 400
- 401 - 450
- 451 - 500
- 501 - 550
- 551 - 600
- 601 - 650
- 651 - 700
- 701 - 750
- 751 - 800
- 801 - 850
- 851 - 900
- 901 - 950
- 951 - 1000
- 1001 - 1050
- 1051 - 1100
- 1101 - 1148
Pages: