demiş : \"Hakkı Bey haklı! Ben de sarayagideceklerden değilim. Padişahlarınkine benziyenmerasime lüzum yok...''İyi KalpliAtatürk ha ralarına bağlı, dostlarınaarkadaşlarına vefalı idi. O insanları ikiye ayırmış :Faydalılar ve ''lezzet''liler. Sevmediklerinden ordu,poli ka ve devlet işlerinde pek sayarak kullandıklarıvardır. Sevdikleri arasında hiçbir mevki edinememişolanlar da çok görülür. Atatürk soğukkanlı, pekciddî ve tar lı bir vazife adamı olduğu kadar,heyecanlı bir şevk adamı idi.Doğrusunu isterseniz tanıdıklarındanbazılarında ne tat bulduğunu merak ederdik. Herbiri ile eski ha raları vardı. Onun feda edemediğidaha fazla bu hatıralar olduğunu sanıyorum.Kürt Mustafa beni hapsedeceği, zaman MerkezKomutanlığına götürülmüştüm. Kapıdan girinceyüksekçe rütbeli bir subay yanıma sokuldu:
- Ah haber aldım ama, pek geç . Sanabildiremedim. Şu alçaklar, şu alçaklar... diyordu.Kendisini Türkocaklarında görmüş olduğumuha rlamıyorum. Mustafa Kemal Anadolu'da idi.Onun bir çıkar yolda olmadığı krindebulunanlardan çoğu gibi, o da İstanbul'ubırakmamış . Derin derin ahlarına ve kulak sıl larına rağmen Merkez Komutanının emrindepek iyi de çalışıyordu.Zamanlar geç . Ordu İzmir'e girdi. Biz YakupKadri ile beraber ertesi gün bir Fransız vapurunabinerek İstanbul'dan ayrıldık. İzmir'de MustafaKemal'i bulduk. Önce rıh m boyunca bir konaktaidi. Şehir yanınca Lâ fe Hanım'ın köşküne taşındı.Sık sık gidiyorduk. Bir gün kapının önünde o subayıgördüm. Bir iskemleye oturmuş, biraz dalgınca.Mustafa Kemal'in inmesini bekliyordu. MeğerAnadolu ordusu Sakarya zaferini kazandıktansonra Başkomutanla eski ahbaplığı ha rına gelerekAnadolu'ya geçmiş, orduya katılmıştı.Mustafa Kemal Paşa holde göründü. Hepimizle
selâmlaştıktan sonra eski arkadaşına dönerek:- Koğmuşlar seni ha.. Sakın yağmacılık etmişolmayasın?- Hayır efendim kıtadan ayrılanlar olmuş da benmen edememişim...- Vah vah, şimdi bir şey yapamayız. Ankara'yadönüşte görüşürüz.Sonra aynı subay askerlikten çıkarak milletvekiliadayları arasına girdi. Uzun yıllar Mecliste idi.Atatürk insan zaa arını bilir ve çok, pek çok defaa etmesini de bilirdi. Kendisi Anadolu'da iken oarkadaşının İstanbul Merkez Komutanlığında nasılçalıştığı hatırlatıldığı zaman:- Öyledir.. Pek sıkışmağa gelmez. Fakat doğrusuya, ben Anadolu'da iken yanıma gelmek de pekkolay değildi. İnanılır şey değildi ki bizim yap ğımız!demişti.Pek samimî idi. ''Kuvay-ı Milliye devrinde
nerede idin, ne vazife görürdün?'' diye sormıyanyalnız o idi. Başkaları ise Anadolu'ya bir gün önce vebir gün sonra gelmiş olmağı, pek ehemmiyetli birkıdem davası gibi güderlerdi.Yüzellilikleri bile a etmesi insan zaa arına karşıfeylesofça davranışının bir eseri değil midir? Bir günbarışmıyacağı hasmı, bir gün bağışlamıyacağı suçyoktu, diyebilirim. İnsanların kendi kendilerini''yeniden yapmalarına'' rsat vermekten zevk alırdı.Her şeyi görür, birçok şeyleri görmezlikten gelirdi.Not de erime aldığım en güzel sözlerinden birişudur: ''Ben onları a ederim, çünkü kalbim vardır.Onlar beni a etmezler, çünkü kalpsizdirler!''Gerçekten de düşmanları onu ölümünden sonrabile affetmemişlerdir.İdealistBirinci Dünya Harbi sırasında bir gün Pe tParisien gazetesi sahibi, edip Anatole France'igörmeğe gelir. Harp idaresi aleyhine söylemediğinibırakmaz. Anatole France der ki:
- Fakat dostum bu söylediklerinizi gazetenizeyazsanız Fransa'yı uyandırsanız. Hakikatlerdenyalnız sizin ve benim haberimiz olmasından neçıkar?Gazete sahibi hiç tınmadan cevap verir:- Bu söylediklerimi yazınca gazetemi sürememki...Şimdi bir Türk gazetesinin başında genç bircumhuriyetçi olduğunu farzediniz. Yazı işlerimüdürü yanındadır:- Gerçi taassup duygularını okşar ama, butefrikayı koyarsak on bin fazla satarız.On bin.. Sa cı payı çık ktan sonra günde yediyüz lira! Bu cazibeye kapılarak tefrikayı koyangazete sahibi, eğer isterse, bir Mustafa Kemal ilekendi arasındaki farkın ne kadar başdöndürücü,Atatürk prensiplerine bağlılığının da sadece bıyık raş e rmek, şapka ile dolaşmak, karısını çarşafsızgezdirmekten, bir sahtekârlıktan ibaret olduğunu
görür.İzmir zaferi sıralarında gericilik alabildiğinei barda idi. İzmir'e giren ordunun, tesadüf eseribaşında bulunan komutan vizita kar na hemen''İzmir fa hi'' sözünü yazdırdıktan sonra mü i ile,Meclisteki gerici takımı ile elbirliğine kalk idi.İstenen şey gâvurdan temizlenen memleke eTanzimat'tan da geri bir taassup rejimi kurmaktı.Mustafa Kemal'e o zamanlar her şey teklifedilmiş : Padişahlık da halifelik de! Fanî ömür değilmidir bu? Umumî temayüllere uyarsa belki debaşına taç giyecek ve taht üzerinde oturacak .Enderunları ile, haremleri ile Şark padişahının bütünzevklerine kavuşacaktı.Bu temayülleri tersine gitmek, devamlısuikastlara uğramak, Şeyh Sait isyanları, Dersimisyanları ve Menemen faciaları yolunu açmak .''Gazi'' sözünü fethe ği İzmir'in sokaklarında''gazoz''a çevirip onunla alay edeceklerdi.Kendisini ilk gördüğümüzde:
- İşimiz bitmemiştir, yeni başlıyoruz, demiştir.Milyonlarca satan gazetesinin sı ra doğruyuvarlanacağını biliyordu. Daha birkaç ay sonra:- Sanki ne yaptın? diye soracaklar.Yine kendileri:- Yaptı ise millet yaptı! cevabını vereceklerdi.Gerici onu halk arasında lânetleme edecek,gençlerden bile:- Biz zafere kadar olan Mustafa Kemal'itanıyoruz. Ondan sonrakini tanımıyoruz, diyenlerbulunacaktı.Mustafa Kemal zaferden sonra ikinci büyükyalnızlığının içine düşmüştü: Bu yalnızlığı da, tekmillî kuvvet olan çetelere komutanlık edenlerinkendisini öldürmeğe kalkış kları, yer yer altmışkadar bölgede halifeci isyanlar çıktığı, pek güvendiğikolordulara komuta edenlerin İstanbul hükûmetine
bağlılık sözü verdikleri, Meclis gericilerinin onumillet hakkını ''gasp etmekle'' suçladıkları günlerinyalnızlığı kadar korkulu idi.Elindeki zafer ise, Şark pazarında, her türlüşanlar ve şere er care için değer biçilmez birsermaye idi. O bu sermayeyi sokağa a yor, 19Mayısta nasıl Samsun'a ayak basmışsa şimdi deyepyeni bir savaş vermek için İzmir'e ayakbasıyordu. Samsun'dan kalkarak Erzurum, Sivas,Ankara, Sakarya ve Dumlupınar üzerinden İzmir'egelen asker, İzmir'den kalkarak bütün memleketi vemille Ba medeniyetçiliği davası uğrunafethedecek devrimciye değişiyordu.Bugün bin bir güçlükten bahseden, bin bir özürileri süren gözde aydınlarımızın hangisi onun bu ikiyalnızlığında olduğu kadar tehlike ih mallerikarşısındadır?Bütün i barını, şere erini ve şanlarını Arapyazısı yerine Lâ n yazısı koymak için ortaya atmışolan Mustafa Kemal ile, milletvekilliği ödeneğinifeda etmemek için seçim çevresinde medresecikler
türemesine göz yuman poli kacıyı mukayeseederseniz, bir idealist ile bir oportünist arasındakibütün farkları görürsünüz.Ara sıra:- Atatürk sağ olsa ne yapardı? gibi bir sualduyulur.Ben cevap vereyim mi? Topumuza birden lânetokurdu.Bir TanışmaHamdullah Suphi Tanrıöver dostları uğruna pekkendini veren bir arkadaşımızdır. Atatürk'ümemleke n aydın takımı ile tanış rmak için daimaçalış idi. Bir gün kendisine rahmetli YusufAkçora'yı takdim etmek ister. Atatürk:- Adını işi rim ama, tanımıyorum. Kimdir buzat? diye sorar.Hamdullah:
- Mütefekkirlerimizdendir, cevabını verir.Yusuf Akçora hoş ve ciddî yüzü, gözlüğü, kısasakalı ve çok defa üniversite kürsülerinde görünenkafası ile gerçekten bir ''mütefekkir'' pi idi. Atatürkderdi ki:- Mütefekkir kelimesini duymuştum, fakatmütefekkir denen bir kimse görmemiş m. Yanımaoturunca doğrusu içime bir ürküntü geldi. Birmütefekkirle nasıl konuşmalı idi? Âdeta im hankorkusu geçiriyordum. Biraz sonra gördüm kipekâlâ sizinle olduğu gibi onunla da görüşülür.Sorduğu sualler kolay kolay cevap vereceğimşeylerdi. Nasıl rahat ettiğimi bilemezsiniz.Kendisinin gözünde birini daha, AbdülhakHâmid'i de büyültmüştük. Şöhre de eski veazametli idi. Sıkılgan olan Atatürk onunlakarşılaşmağa da hayli ehemmiyet vermiş .Hris yan olan karısı ile geldi, sofraya oturdu. Bir ikikadehten sonra kendinden geçmişe benziyordu.Kabaca şeyler de söylüyordu. Meselâ sofradabirkaç Türk hanımı da varken, kendi eşini
göstererek:- Var mıdır Türkler arasında böyle hanım?sözünü de ağzından kaçırdı.Atatürk yabancı ''eş''lerden hoşlanmazdı. Türkkadınının şere ni yükseltmek ve ona hiç tarize rmemek başlıca meraklarından biri olduğunubilirdik. Bu söz üzerine kıpkırmızı kesildi. Bir r nakopmasından ürküyorduk. Misafir de yaşlı idi.Kendini güçlükle tu u. Başka bahislere geç .Ondan sonra misa rle de pek alâkalı olmadı.Zaman hayli ilerlemiş . Misa r kendisinden galibabir şey sordu. Sözünü iyi işitmiyen Atatürk:- Ne buyurdunuz beyefendi? dedi.- Bana beyefendi demeyiniz.- Ya ne diyelim efendim?- Sadece adam deyiniz.
- İşte onu diyemediğim için beyefendi diyorumya!Bir ManevraAtatürk askerliğin âşığı idi: Geçen harp sonrasımillî liderler arasında tek asker o iken, hiçüniformalı dolaşmıyan da o olduğunu yazmıştım.Devlet reisi olduktan sonra yalnız bir defa,nihayet belki iki defa mareşallik üniformasınıgiymiş r. İs klâl madalyasına kadar, Çanakkalesavaşlarında kazandığı Osmanlı madalyasına bağlıidi. Bu madalya kendisine verilmiş bir şey değil de,onun şere i göğsünde sanki kendiliğinden doğanbir şeydi. Birinci Dünya Harbinde âdeta zorla vazifealmış . Rütbelerini kıskançlıkların pençesindençekerek ve sökerek kurtarmış . Osmanlı al nmadalyası yalnız siper savaşlarının değil, karakterve irade çatışmalarının da sembolü idi.Ankara'nın toz kasırgaları içinde nefes kesilen ilkyıllarında idi. Rahmetli Doktor Fikret anla rdı.Viyana'da röntgenli bir hekim muayenesinden
geçmiş. Profesör sormuş:- Fırıncı mısınız?Ömrü Ankara'da geçen eski bir milletvekili idi.Bir gün, henüz Gazi ve Müşir Mustafa KemalPaşa olan Atatürk arkadaşları arasında beni demanevraya götürmüştü. Bizim kuvvetlerimizleKocaeli tara arından gelen kıtalar Dikmensırtlarında son çarpışmalarını yapacaklardı.Atatürk'ü adım adım takip ediyordum. Olancavarlığını, nihayet bir oyun olan manevraya vermiş .Siperlere girip çıkıyor, soruyor, meraklanıyor,anla yordu. Hiç unutmam. Küçük bir kıtakomutanına durumu izah e rmiş ve ne kararvermiş olduğunu anlamak istemiş . Komutan canlıcanlı cevap veriyordu:- Pek doğru çocuğum, fakat acaba şöyle deolamaz mı? Böyle de düşünülemez mi? gibiuyarışlarla subayın görüş ve teşhis yanlışlarınıdüzeltmeğe çalışıyor, subay hemen onun dediğinibenimsiyordu.
Bu kıta komutanı manevra sonunda takdirkazananlardan biri idi. Atatürk başkalarına bile:- Ne mükemmel hareket etmiş r, diye gençkomutanı övüyordu.Bir aralık, tabiî alâkalıların olmadığı birzamanda, ''Paşam, ben yanınızda idim, hepsini sizkendiniz yapmıştınız'' dedim.Güldü:- Bilir misin, dedi, ben harplerde de böyle idim.O kadar az imzalı emrim vardır ki eğer tarih yazılıvesikalara göre hüküm verecek olsa, banaa olunan zaferlerin harplerinde benim bulunmuşolduğumu bile güç isbat eder.Arkadaşlarından ve emri al ndaki kimselerdenbizzat kendi verdiği şere eri bile kıskanmazdı.\"Muva ak komutanım!'', ''Muva ak bakanım!''sözlerini ağzından sık sık duyardık. Muva akiye nde onun malı olduğunu bilirdik.
Manevra bitmiş . Ankara kıtaları Kocaelikıtalarının bırak ğı siperlere girince şaş k. Ben buhissi bir defa da çöllerde İngilizlerin terk e ğisiperlerden ha rlıyorum. Kocaeli kıtaları bir sürükonserve kutuları, içleri boşalmış güzel paketlerbırakmışlardı. İstanbul kenarları bile o günküAnkara'ya göre o kadar medenî idi. Bizimkiler boşkutuları topluyorlardı.Bu devlet ne kadar hiçten ve sı rdan başlamış .Ankara dükkânları henüz eski Osmanlı taşrasıip daîliğinde ve boşluğunda idi. Hani BelediyeReisinin:- Ankara yolları tozdan ne zaman kurtulacak?sualine:- Sübhanallah bu yabanlar da hem yol isterler,hem toz istemezler, cevabını verdiği günler!Hani Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde ''Kiralıkelektrikli odalar'' ilânı çıktığı günler!Korku
Yakup Kadri ile beraber Hamamönü sem ndeüç katlı eski bir hımış ev tutmuştuk. İp daî bir taşraevi idi. Önce tahta kurusundan temizlenmek içinzamanın bütün ilâçlarını kullanmış k. Misa rsizyaşıyamıyacağımızı da düşündüğümüzden iki üçmisa r odası döşemiş k. Döşeme söz: Kurukaryoladan ibaret.Sanatkâr dostlarımızdan Çallı, rahmetli Namıkİsmail, udî Nevres evimizde kalmışlardı. Daha birhayli gelen gidenimiz de vardı. Ankara'da otelolmıyan ve han bozması kerpiçlerin bizim evdendaha rahatsız olduğu günlerden bahsediyorum.Akşamları ya çıkar, ya toplanırdık. Bizim gençlik,Ankara'nın cesaret ve iman devri idi. Abdullahisminde bir uşağımız vardı ki kardeşi rahmetli İsmailCanbolat'ın hizmetçisi idi. Bir gün bir faciaduymuştuk: Canbolat'ın hanımı Çankaya'dakievlerinin penceresinden tutuşmuş bir kedininkırlara doğru kaç ğını görmüş ve bayılmış. Meğerbizim Abdullah ve kardeşi et çalan bir kediyicezalandırmak istemişler. Tutmuşlar, başkalarına
ibret olması için komşu kedileri de evin al natoplamışlar. Onların gözü önünde hırsız kedininüstüne gaz dökmüşler ve ateş vermişler. Abdullah'ıçağırıp sormuştuk. Hiç tınmadan:- Ders olsun diye yaptık, demişti.Bilmem kaç ay kalmış k. Nihayet biz de sık sıkgidip gelmekten usanarak Çankaya'da bir ev tuttuk.Taşınmağa hazırlandık. İyi ha rlıyorsam YakupKadri'nin akrabalarından Suad Karaosman da songece misa rimizdi. Sabahleyin henüz sofadaçayımızı içerken aşağı ka an bir silâh sesi ve birferyat duyduk. Biraz ih yatlıca merdivenden indik.Bizim hizmetçi kız göğsünden kanlar akarak yerdeya yor, başucunda da işte o Abdullah duruyordu.Katilin kızı vurup kaçtığını düşündüm:- Abdullah çabuk bir polis getir, dedim.- Başüstüne... dedi ve gitti.Hikâye şu imiş. Meğer Abdullah kızla evlenmekistemiş. Kız reddedince şakadan mı, sahiden mi, her
ne ise, benim yatak odamdan aldığı tabancayı onadoğrultmuş. Te ği de çekmiş. Kurşun kızıngöğsünden girip sır ndan çıkmış. Ben yalnız yatakodamda tabanca bulundururum. Ceplerindetaşıyanlardan değildim. Fakat düşününüz: Ka lâle benimdi. Ka le de evden gitmek rsa nı benvermiştim.Gazetelerin alabildiğine muhalefet yap kları,kulaklarına geleni, kalemlerine düşeni pervasızcayazdıkları zamanlardı. İstanbul gazeteleri pek azolan milletvekili gazetecilerin sebilûllah aleyhindeidiler. Düştüğüm güç durumu düşününüz. BereketAbdullah yanında polisle geldi.Bir müddet sonra kızı hastahaneye, Abdullah'ıda hapse götürdüler. Gazeteci tedhişindenbahsederler. Gerçekten şahsî şere erin iyicekorunmadığı rejimlerde bu tedhiş vardır ve basınhürriye nin amansız düşmanı da işte bu tedhiş r.Çünkü bu tedhiş tehlikesi al nda bulunan herkes,basının elinden haklı hürriyetler de alındığı zamansevinç duymasa bile hiç olmazsa mücadele etmez.
- Yarın biri gider, Abdullah'a akıl öğreterek,efendim ben efendimin tabancası ile kızı vurdum!dedirtirse?Yatarım aklımda bu, kalkarım ha rımda bu.Tanrının sabahı bir paket yiyecek, bir kutu şeker,veya buna benzer hediyeler alıp, erkendenhapishaneye gider, Abdullah'ı görür:- Korkma sana iyi bir avukat tu um,kurtulacaksın, der, teminat veririm.Arkadan hastahaneye uğrardım. Kız iyileş ,Abdullah'ın mahkûm olduğunu biliyorum amamüddetini unuttum.Yıllar sonra bir gün Meclis'e giderken üniformalıbiri karşımda selâm durdu, elime sarıldı. Bak m,bizim Abdullah! Demir yollarında imiş.Bütün ürküntülerim üstüme geldi, elimi verdimvermedim, uzaklaştım.Asıl hoş tara , bizim kulağımız o kadar delik
basın dedikoducularının böyle bir vak'ayı 33 yılsonra ancak bu yazımdan haber almış olmalarıdır.Kendilerini ummadıkları kadar iyi ''atlatmış''sayılmaz mıyım?ŞakacıAtatürk, kendini alaya alabilecek kadar incegörüşlü ve tatlı düşünüşlü idi. Yakup Kadri gibi pek''güç beğenici'' sanat adamlarımız onun hikâyelerinive nüktelerini, bitmesinden korkarakdinlemişlerdir. Eskiden anlatmış m. Orman çi liğihenüz çıplak bir bozkır parçası iken aşağıdaki küçükköşklü bahçesinde oturuyorduk. O gün yılılkhesapları ge rmişlerdi. Çi lik işleri iyi gitmiyordu.Atatürk ömrünü pek kıt kanaat geçirmişolduğundan, para kaybetmesini sevmezdi. Alacakaranlıkta bir aralık köşkün önündeki havuzun skıyesini açmışlardı. Hiç de zevkli olmıyan müdürhavuzun içinde renkli ampuller koydurmuşolduğundan, mavili kırmızılı yeşilli bir su yelpazesiaçılmağa başladı. Gözlerini kaldırıp şöyle birbaktıktan sonra kendi kendine:
- A Mustafa Kemal, sen çi çi misin? Hayır.Ziraat mı okudun? Hayır. Babandan mı gördün?Hayır. İşte böyle bilmediği şeylere karışanlara sularbile güler, demişti.Akşamları eğer başbakan veya bakanlardan biriciddî bir mesele getirmişse ve gizli bir işse:- Lü en bana biraz müsaade ediniz, der, birodaya çekilip konuşur, sonra gelir, yahut gizli birşey yoksa başbakan veya bakanı yanındakiiskemleye oturtarak görüşür, sonra arkadaşlarınadönerdi. O akşam başbakan Londra Büyükelçimizinbir raporunu ge rmiş . Aramızda, şimdiha rımdan çıkmış olan, bir mesele vardı: Devletreisi ve başbakan rapor üzerine bir müddetkonuştular, nasıl cevap yazacaklarınıkararlaştırdılar. Sofraya çevrildiler.Tam o sırada sofranın hayli al nda oturandalgınca bir şairimiz, Celâl Sahir Mecliste söz istergibi, elini kaldırdı. Atatürk:- Bir şey mi söyliyecektiniz? Buyurunuz, dedi.
- Efendim, meseleyi yanımızda açıkgörüştüğünüze göre bize de söz hakkı veriyorsunuzdemek r. Şunu arzetmek isterim ki İngilizler başkamemleketlerle münasebetlerinde bilhassa, ha ayalnız kendi menfaatlerini düşündüklerimeşhurdur.Sustu:- Bu kadar mı efendim?- Evet!- Yüksek irşadınızdan dolayı gerek kendinamıma, gerek cumhuriyet hükûme namına zât-ıâlinize teşekkür ederim.Şairimiz hiç aldırmadan:- Estağfurullah efendim, dedi.Kendini TenkitYabancılara karşı gururlu, fakat kendi kendimizi
tenki e ''heccav'' denecek kadar sert ve yermeciidi. Türkiye'nin, memleketçe ve toplulukça, ileri Ba dünyasına karışması için de ağır harpfedakârlıklarından fazla cesaret, sabır ve enerjiyeih yacımız olduğunu düşünen ve bilenlerin başındagelirdi. Bu mille n başlıca hasmı yobazlar veyobazlık gelenekleri olduğuna inanmış . Mizaççademokrat, fakat millî varlığı kurtarmak içininkılâpları gerçekleş rme bakımından amansız,eğilip bükülmez bir savaşçı idi. Bir fert olarak kalsane yapacaksa, millî lider olarak yap ğı da o idi. Birgün kapalı bir par grubu oturumunda inkılâpmeseleleri konuşulurken:- Arkadaşlar, demiş , umur-ı cariye'de halkıntemayüllerini dikka e tutmalıyız. Halka karşıgitmemeliyiz. Fakat prensiplerimiz davasında birkişi kalsak, başımızı verir, taviz vermeyiz!Umumî işlere ait kanunların tartışmasında onunmeclisleri tamamiyle serbest kalmışlardır. Bazıkanunları geçirmek için Başvekil İsmet Paşa'nın bilegünlerce komisyonlarda uğraştığı görülmüştür.
Metodu halka daima iyimser görünmek, şevkvermek, onu her şeyin iyi gi ğine inandırmak,hükûmet arkadaşlarına karşı ise en acı tenkitlerlekusurlarımızı ve zaa arımızı sayıp dökmek . Onuniçin her şeyi bilmek ister, meclisine gelenleri,söylediklerinden hoşlanmasa bile, eğer açıkça birkötü niyet görmezse, dilediği gibi konuşturmakisterdi, dedikodu hapsine girmemek için bir usul debulmuştu. Meselâ hususî olarak kulağına ben sizin,veya siz benim hakkımda şüphe uyandırıcı bir şeysöylemişiz. Bir akşam ikimizi sanki tesadüf olarakbuluşturur, meselâ size:- Böyle duydum, diye benim anla klarımıtekrar eder, sonra bana dönerek:- Galiba siz söylemiştiniz, derdi.Meclislerine devam edenlerin hepsi kendisineyanlış haberler vermenin tehlikesini anlamışlardı.Şahsî işlerinde bile aksaklık olduğu zaman:- Berbat etmişizdir, demekten çekinmezdi.
Bir gün hep beraber olan bitenleri tenkitediyorduk. O hepimizden ileri idi. Bir aralıkdışarıdan Fethi Bey'in öksürüğü duyuldu. Kabahatligibi:- Çocuklar susalım, hükûmet geliyor, dedi.Bir defa güney vilâyetleri seyaha ndendönmüştü. Bilhassa Dörtyol tara arını dolaşmış .O sevimli toprakların boşluğu gönlünedokunmuştu. Yanında bulunanlar bize şu sözünütekrarlıyorlardı:- Bizim bir kanunumuz vardır, bilirsiniz. Sahipsizboş bir toprağı ekerseniz sizin olur. Şu ıssıztopraklara haberimiz olmadan düşman çıksa,bellese ve ekse, sonra da: ''Sizin kanunuza göreburaları benimdir'' dese ne cevap veririz?Yabancı mütehassısları sayar, onları över,çalışmalarına dokundurmaz, fakat:- Biz yapamayız! sözüne olanca varlığı ile isyanederdi.
İlk yerli mimarlar ye ş ği zaman bunların enehliyetsizlerini bile göklere çıkarmıştı.Yeni devle kurduğu vakit, bu memleke n yeniçağ tarihinde, en az ve kalitesiz kadro onun elindeidi. Zekâ takımından olanlar da Ankara'yauğramazlardı. Pek çoğu yeni rejime karşı cephetutmuşlardı. Kurtuluş devrinde bugünkü bilgi veih sas kadrosunun dör e birini bulsaydık, Türkiyeşimdiye kadar tanınmaz hâle gelmiş olurdu. Hiçunutmam, bir gün henüz bir dan bile dikilmeyençi liği dolaşırken yanına rastlayan bir ziraatçimizesorar:- Buğdayla arpadan başka ne biter butopraklarda?Ziraatçi sayar:- Yulaf, pancar, zerzevat, tütün...Biraz geride kaldığı vakit arkadaşlardan biri derki:
- Yahu, bu toprakta tütün olur mu?- Neme lâzım! Ben hepsini söyliyeyim de,bazıları olur, bazıları olmaz. Ya bir iki şey söylesem,onlar da olmazsa?Rahmetli Ziraat Bakanı Sabri, Ziraat Fakültesinikapatarak o bütçe ile Avrupa'ya talebe yollamayıdaha amelî bulmuş, sonra da yabancımütehassıslar eli ile Ankara Ziraat Ens tüsününtemellerini atmıştı.KilyosBir zamanlar Genelkurmayın yasak bölgeanlayışı ha ra hayale gelmez bir darlıkta idi.Anadolu Ajansı idare meclisinde iken birkaçarkadaş radyo im yazı ile ajans bütçesinikuvvetlendirmek istedik . Bu ilk şirket, İstanbul'daTürk olmıyanlar da oturduğu için, bu şehir halkınaanten hakkı verilememek yüzünden iflâs etmiştir. Odevir radyoları şehir içinde bile yayınları antensizalamıyacak kadar zayı ı. Birkaç defa rahmetlimareşela gitmiştim:
- Olmaz. Anten olursa verici istasyonları dakurulabilir, casusluk olur, diyordu.Kendisine verici istasyonları bularak casuslarıyakalatan kontrol aletleri de olduğunu söylemiştim.Hepsi boşuna idi.İkinci Mecliste milletvekili olan ordukomutanları günün birinde kıtalarını bırakıpvazifelerini görmeğe gelip de Atatürk'e orduyupoli kadan kat'î olarak ayırmak kararınıverdiklerinden, rahmetli mareşal de hemenMeclisten çekilerek bu meselede kendisine yardıme ğinden, o başında oldukça ordunun sadeceasker kalacağına inandığından beri Atatürk rahmetlimareşali el üstünde tutar, ona karşı hiçbir baskıkullanmazdı. Mareşali hükûmete ve devlet reisineşikâyet etmekten hiçbir şey çıkmazdı.Bu yasak bölge anlayışı memleke n pek verimliköşelerini yolsuz, nüfussuz ve kör bırakmış r. Birgün İzmir'in yasak bölge içinde nefes alamadığınısöylediğimde mareşal zihniyetindeki bir komutan:
- Bence İzmir şehrini liman dışına çıkarmaklâzımdır, demişti.Bir defa da İzmit'ten tersaneyi kaldırmakmeselesinde mareşal:- Siz tersaneyi bırakınız da, kâğıt fabrikasınınereye götüreceksiniz, ona yer hazırlayınız,diyordu.Hâşim İşcan Antalya valisi iken Finike'ye yolyapmaktan men edilmiş . Bir seyaha mde çalışkanvalinin bu yola kaçak olarak devam e ğiniha rlarım. Çünkü Antalya vilâye kıyıda idi.İtalyanların karaya çıkarak Anadolu içindeilerlemelerine kolaylık göstermemeli idi.İstanbul Fransızlarından birinin kotrası, rüzgârkesildiği için, bir gün Fenerbahçe ile Anadoluyazlıkları arasındaki çıkın ya düşer. Nöbetçilerzavallıyı üstünde mayosu ile tutarlar ve subaylarıgelinceye kadar bekle rler. Hikâyeyi Yalova'dabulunan başvekili anlatmıştım:
- Nasıl olur bu? diye kızdı.İstanbul'a gelince de komutanla görüştüğünübiliyorum. Gariptir ki burası hâlâ yasak bölgedir.Yalova İstanbul vilâye ne bağlanıp da turis ktesisler yapılmasına başlandığı vakit, İzmitKörfezi'nde kuş uçurmıyan Genelkurbay Başkanı:- Pekâlâ pekâlâ. Bir gün Yalova'nın beşkilometre berisine bir top koyarım, meseleyihallederim, demişti.Bir top kondu mu, bilmem kaç kilometre etra yasak bölge olurdu. O tarihlerde Almanya'nınFransız sınırlarındaki istihkâm kasabalarında Fransızar stlerine rastlamış m ve yanlışlıkla beni arabasıile gezdiren konsolosumuz bilmediğinden, en ileriha a tel örgülere kadar girmiş k. Geri dönmekihtarından başka da ceza görmemiştik.Montreux konferansında Boğazlar işigörüşüldüğü sırada Ankara'daki Fransız elçisi:
- Bir şeye yanmıyorum. Bu anlaşma imzalanırimzalanmaz Kilyos'ta denize girmemizi yasakedecekler, demişti.Gerçekten de Karadeniz kıyılarında daha bir topyeri kazılmadan ilk iş, Kilyos'ta denize girmeyi değil,dolaşmayı bile yasak etmek olmuştu.Geçen yaz Kilyos'un yeni güzel otelinigördükten sonra eğer yaşıyorsa o Fransızbüyükelçisini bir iki banyo almak üzere davetettirmeyi düşündümdü!Bir DeliBir gün kendisine, vak yle tanımış olduğu pekgüzel sesli bir ha zın İstanbul gazinolarının birindeşarkı ve gazel okuduğunu haber vermişlerdi:- Demek iyileşmiş, dedi.Hikâye şu idi: Bu, aynı zamanda pehlivanlıkeden bir ha z. Gür ve dokunaklı bir sesi var.Sakarya harbi günlerindeyiz. Mustafa Kemal'e:
- Ha zı cepheye ge rtsek. Ezan ve Kur'anokusa. Askerin maneviya nı kuvvetlendirir,demişler.Haber yollamışlar. Biraz meczupça olan ha zAnkara'dan yola çıkıp cepheye doğrulmuş. O sıradacasus çok. Büyük kısmı da hoca cinsinden halifeci.Cephe gerisi büyük zlikle gelen gidenisoruşturmakta. Bir yerde ha zı tutarlar ve nereyegittiğini sorarlar:- Beni Mustafa Kemal Paşa çağır ,tanıdığımdır, ona gidiyorum, deyince:- Tamam! derler casusluğu i raf e rmek içinsıkış rırlar. Hapsederler, döverler. Cezbeli ha zkarakoldan karakola büsbütün aklını şaşırır.Nihayet bir yerde minareye rlayıp avaz avaz birezan tu urur. Cepheden haber alıp bırakılması içinemir giderse de iş işten geçmiş r. Bizim ha zınzaten sallanan aklı büsbütün uçmuştur. MustafaKemal Paşa buna pek esef eder. Çünkü birkaç defadinlediği sesine gerçekten hayran olmuştu.
İstanbul'da olduğu haberinden pek sevindi:- Bir akşam getiriniz, dedi.Ha z Dolmabahçe Sarayı'nın yemek salonu gibikullanılan üst kat sofrasında pek neşeli, birazoynakça olmakla beraber, sözü kri yerinde idi. Birhayli gazel ve şarkı okudu. İçe işliyen bir sesi vardı.Bir ara yanında bulunan bir hanımla biraz fazlailgilenmiş. Biraz heyecanlı da görünmüş. Hanımürkerek dışarı çıkmış. Yanına dönüp degöremeyince, birden ayağa rladı, sofradan birbıçak kaparak:- Şimdi sizi bitirdim, dedi.Şaşıran Atatürk:- Otur hafız, diyordu.Sesini duyunca onun üstüne doğru yürüdü.Sofrada Atatürk'ün pek kuvvetli ve çevik birkaçarkadaşı vardı. Koştular. O ân'ı hiç unutamam.Hemen hemen çıldırmış olan ha zın pençesi
bereket Atatürk'ün ceke ni yakalamış . Bütünsofra halkı, dışarıdan gelen neferler, uğraşa uğraşabu pençeyi esvaptan güç ayırdılar. ''Ya boğazınasarılmış olsaydı?..'' diye hep sararmış k. Hep o anmeselesi idi.Ha zı aşağı götürdüler. Hizmet ka nda birkaryolaya ya rmışlar. Gövdesini, ellerini veayaklarını bağlamışlar. Yine de zorla tutabilmişler.Krizin ne kadar sürdüğünü bilmiyorum. Atatürktedavisi ve ailesi için ciddî yardımda bulundu, fakatbir daha adını bile anmadı idi. Atatürk'ün deli vesarhoşla arası hoş değildi. Meclislerinde birazdengesini kaybedenler oldu mu, hemen dağılınırdı.ŞerefAtatürk şahsî şere nin olduğu kadar, Türkşere nin ih raslı düşkünü idi. Kibirli değildi:Neferleri ve hizmetçileri ile arkadaşça konuştuğunuhatırlarım. Fakat gururlu idi.Bu gurur, Türk şere ni yabancılar karşısındakorumak bahis konusu olduğu zaman eskiden
''ecnebi -girizlik'' dediğimiz Xénophobie derecesinevarırdı. Garpçı idi. Ama, Tanzimatçılar gibi''mukadder'' bir Ba lı üstünlüğünü kabul etmezdi.Aşağılık duygusu altında ezilmezdi.Onun Türk tarihi ile uğraşması, bilâkis, aydınlarıve halkı bu aşağılık duygusundan kurtarmak içinolmuştur.Yabancı memleketlere veya milletlerarasıkonferanslara giden arkadaşlarına:- Sesiniz benim sesimdir, unutmayınız, derdi.Herkes de ona hesap vereceğini bilerekprotokol ve itibar eşitliği üzerinde titiz davranırdı.Şu hikâyeyi anlatmış m: Rahmetli FevziÇakmak Yugoslavya manevralarına gitmiş . FransızGenelkurmay Başkanı Gamlin de davetliler arasındaidi. Yemekte sıra meselesi çıkınca Mareşal olduğuiçin Fevzi Çakmak'ın general olan Gamlin'den önceoturması lâzım geliyordu. Gamlin razı olmadı:
- O Mareşal ise de ben Fransız ordusununGenelkurmay Başkanıyım, demişti.Fevzi Çakmak eğer yeri verilmezse yemeğegelmiyeceğini söylemesi üzerine güç durumdakalan Yugoslavlar ayakta bir ziyafet tertiplemişlerdi.Fevzi Çakmak dönüşte vak'ayı Atatürk'e anla .Atatürk dedi ki:- Biliyorsunuz, Alman ordusu Renani'yi işgaledeceği zaman Hitler kıt'a komutanlarına, eğerFransızlar mukavemet ederlerse geri dönmeleriemrini vermiş . Fransa hükûme Gamlin'emukavemet etmesini söyledi. Fakat Gamlin bununiçin umumi seferberlik istedi. İç poli ka durumuumumî seferberliğe elverişli olmadığı için Fransaolupbi ye boyun eğmek zorunda kaldı. Gamlinbiraz cesaret gösterseydi, Fransa Renani'yikaybetmezdi. Sanat ve mesleğinde ve asılvazifesinde bu kadar zaaf gösteren bu adam, sofrasırası meselesinde bakınız ne yapmış! Dikkat ediniz,bu adam Fransa'nın başına bir felâket getirecektir.
Nitekim Gamlin Hitler ordularının bir iki ha aiçinde yıkıverdiği Fransız ordularının başındabulunuyordu.İnönü İtalya'ya resmî bir seyahat yapacağı vakitAtatürk:- Sen Türkiye'nin Başvekilisin. Mussolini deresmen İtalya'nın Başvekilidir. Arada hiçbir farktanımıyacaksınız, demişti.Yolda idik. İlk verilen programda Mussoliniistasyona gelmiyordu. İnönü Roma'da yerleşincekarşılıklı ziyaretler yapılacak . Türk heye eğerprogram değişmezse yarı yoldan memleketedönüleceğini İtalyan protokolcülerine haber verdi.Trende bir telâştır, gitti.Roma'ya vardığımız zaman İtalyan BaşvekiliMussolini, sır nda jaket atayı ve başında silindirşapkası ile Türkiye Başvekilini bekliyordu.Nutuk
Atatürk, kürsüde ve yazıda, hayli sert polemikçiidi. Mütarekede bir defa Fethi Bey'in (Okyar)çıkardığı Minber gazetesine hisseder olarakka ldığını kendisinden duymuştum. Kumandanlıksıfa üstünde olduğu için imzası ile yazmamış r.Fakat gazeteye bir hayli yazı telkin etmiş olsagerektir.Meclis ve sonra Devlet Reisliği sıfa gündeliktar şmalara engel olduğunu için meşhur''Nutuk'unu yazmış r. Benim samimî düşüncem,hiç yazmaması idi. Bütün o vesikalar, tutanaklardosyalarla kalacağı için tarihçiyi hükümlerinde dahaserbest bırakmalı idi.Ama \"Nutuk\" Atatürk'teki çalışma gücününinsan taka ni bazan ne kadar aş ğını gösterir.Yüzlerce, binlerce vesikayı eski köşkün üst katındakiküçük çalışma odasında kendisi ayırmış. Nutkuçoğunca ayak üstü dolaşarak dikte etmiştir.Uzun saatler süren diktelerden sonra yazanlarsekiz-on saatlik bir uykuya gi kleri zaman Atatürkbir banyo alır, giyinir, akşam davetlilerine o gün
yazdıklarını okutmak üzere sofraya inerdi. Okumave o günkü yazılar üzerine konuşmalar da saatlersürerdi. Bu defa dinleme ve konuşmalardanyorulanlar uzun bir rahatlama için evlerinedönerler, Atatürk çok defa kısa bir uykudan sonrabir gün önceki çalışmalarına koyulurdu. Bu kadarsıkı çalışma ha alarca sürmüştür. Cümleler,kelimeler ve noktalar üzerinde zce durduğunuunutmayınız.\"Nutuk\"u dil inkılâbından önce yazıldığı için,Namık Kemal mektebi üslûbundadır. Atatürk'übesliyen edebiyat o idi. Harbiye Okuluhapishanesinde bir gazel bile yazmış r. DilinTürkçeleşmesine inandıktan sonra bütün zevklerinive âdetlerini kirlerine feda e ği gibi, o kadarsevdiği üslûbunu da içilmiş bir cigara gibiatıvermişti.Yeni har er alındıktan sonra eski yazı ile bir tekkelime bile yazmıyan iki kişi görmüşümdür: Atatürkve İnönü! İnanışlarına öylesine bağlı idi.
Atatürk, bizim Harbiye'de ye şmiş olanlar gibi,ister istemez ha fçe kültürlü idi. Fakat ölünceyekadar okuyarak kendi kendini tamamlamış r. Kitapokuyuşu da, \"Nutuk\"unu yazışı gibiydi: Başladı mı,eser kaç cilt olsa bi rirdi. ''Erişmek'' ih rası ileyanar, bu yanış onda bütün tabiî insanlık zaa arınısilip süpürürdü. Me n kenarını işaretlemek âde olduğu gibi, kitapları nasıl dikkatle okumuşolduğunu bu renkli işaretlerden anlardık.Yine bu işaretler Atatürk'ün pek iyikonuşamadığı Fransızcayı iyi anladığını gösterirdi.Karlsbat kaplıcalarında Fransızca olarak tu uğu birha ra de eri vardı. Büyük bir ih mâl ile bu de eronun Karlsbad'da hususî Fransızca dersi aldığınıgösterir. Çoğu hissî notlar olmakla beraber, hocadüzeltmesinden geçmiş Fransızca romanları olduğugöze çarpıyordu.Yabancılarla, fikirlerini pek iyi anlatmağa meraklıolduğundan, tercüme e rerek görüşürdü. Kurmaysubaylarımızın aksine Almancaya pek meraketmemiş . En toy gençliğinde bile bir yabancı
eği m kuklası olmaktan büyük gururla uzakkalmış r. Yüzde yüz Türk subayı idi. Bununlaberaber, büyük bir asker olduğundan, seçmeyabancı komutanları ha fe almazdı. Tarihdehâlarının hayranı idi. Peygamber Muhammed vePadişah Fa h, kumanda vası arına hayranoldukları arasında idi.SöylenmiyenSonradan Türkiye'de memuriyet de veren birİngiliz, pek kibar hanımı ile Anadolu'da seyahateçık idi. İlk defa Konya'da bir otele inmişler. Hanımyıkanmak üzere tuvalete gitmiş. Ve içi bulanarak,âdeta sancılar içinde geri dönmüş. Adamcağızgaliba İçişleri Bakanı Şükrü Kaya'ya bir mektupyazarak: ''Aman Anadolu'nun tuvalet yerlerimeselesini hallediniz!'' diyordu.Atatürk'ün en küçük ev içi teferrua ileuğraşmasının sebebi, yıllarca taşra haya ip daîliğinin çilesini çekmekten, çok temizolmasından ve mille nin şere ni kendisinin ki ile birtu uğu için, Tanzimat züppeliği aksine,
vatandaşlarını kendine ye ş rmek ve ''onlardanutanmak'' yerine ''onlarla övünebilmek'' içindi.Anadolu'da en güç şeylerden biri sıhhî tesislerdediğimiz ev kısmını düzenleyebilmek . Her yuvaherkes için rahat olmalı idi.Bir gün beraberce bir yolculuğa çıkmış k.Vilâyet merkezlerinden birinde bir iki günkalacak k. Atatürk ve arkadaşlarını ağırlamak içinidarî ve askerî makamlar ve ileri gelenler seferberolmuşlardı. Belediye binasında bir akşam ziyafe ,ondan sonra da orduevinde bir balo hazırlanmış .Belediye binasında kalabalığın büyük kısmı fraklı idi.Sofrada hiçbir eksik yoktu. Bir aralık ellerimiyıkamak için dışarı çıktım. Sıkılarak:- Binada yıkanma yeri yoktur, dediler.- Ya ne yapabilirim? diye sordum.Bahçenin yolunu gösterdiler. Bahçe de seyircihalk ile doluydu. Daha da tuha bina cumhuriyetdevrinde yapılmıştı. Dış ve iç şatafatı yerinde idi.:
- Ya Atatürk'ün bir ihtiyacı olursa? diye sordum.- Onun için yer hazırladık, efendim, dediler. Vebana bir paravana arkasında bir iskemle ile üstünekonmuş bir leğen gösterdiler.- Ne yapayım, orduevine gideceğiz, gelirim,dedim.Bir öğretmen geldi:- Maatteessüf orada da yoktur, dedi.Ama fraklar, son moda esvaplar, parlakpabuçlar, hepsi hepsi yerinde idi.Yine bir vilâyet merkezindeki halkevindeAtatürk'ü misa r etmek için bir banyolu daireyapmışlardı. İstanbul'a doğru yol üstündeuğramıştık. Atatürk hiç olmazsa bir iki gece kalmağaniyetli idi. Hava sıcak olduğu için öğle yemeğindenönce bir duş yapmağa karar verdi. Banyoya gitmiş.Duşun al na girmiş. Musluğu açınca ne olsabeğenirsiniz, başından aşağı kurtlar böcekler
dökülmeğe başlamış. Duşun al ndan çıkması ileodasına fırlaması bir olmuş.Sorduk soruşturduk: Tabiî bir müteahhitbularak banyoyu mükemmel yap rmışlar. İş sumeselesine gelince:- Orası kolay, demişler, yangın tulumbasınıkasabanın içinden akan suyun başına ge rmişler.Depoya oradan su basmışlar.Bunlar ''en yüksek misa r'' için onun bilhassameraklı olduğu hazırlıklardı. Ar k geri kalanlarıdüşününüz.Bir çamlı tepede belediye bir gazino yapmış .Tuha bahçesine, sanki hoş bir şeymiş gibi, pkıMarmara Çi liği köşkündeki havuzun eşinikazmışlardı. Tepede akar su vardı. ''Eeh... Yıkanmayerini elbe e düşünmüşlerdir!'' dedik, sorduk, pis,murdar, susuz, yarı açık bir baraka gösterdiler.Söylendik. ''- Efendim belediye reisinin evinde deyoktur ki...'' cevabını verdiler.
Sıkılırız da ondan mıdır, düşünmek ayıp sayarızda bundan mıdır, her nedense memleket dertleriderken bunun başına o ağıza almak istemediğimiz''şey''le Sakarya savaşı verir kadar uğraştı idi.Eğitimİlk Rusya'ya gi ğim zaman halk eği mmetodlarını yakından incelemiş m. Benim içininkılâp davamızın tek temina kız oğlan bütün Türkçocukları sivil ve lâyik ilkokul eği minden geçirmiş .''Yeni Rusya'' kitabında bilhassa bu mesele üzerindeısrar etmiş m. Kızılbaş - Sünnî ayrılığı mı? İlkokulmeselesi. Doğu illerinde Kürtleşme tehlikesi mi?İlkokul meselesi. Yobazlık o, taassup o, hepsi omesele idi. Bizim, bize benzemiyenlerden tekfarkımız sivil eği m görmekten ibare . Bu işihalledemeğimiz için de Tanzimat'tan beri yeninesiller büyük kalabalığın üzerinde köpükler gibigörünüp sönüyorduk. İnkılâbın kaçıncı yılı idi. Hâlâilkokul seferberliğini ele almamıştık.Recep Peker par nin umumî kâ bi olarak,başbakanın Roma seyaha nde bizimle beraberdi.
O, ben ve Sa et Arıkan otelin holündeoturuyorduk. Recep Peker, bugünkü demokratlarınyap ğı üzere pek kısa zamanda rejimin neleryaptığını sayıp döküyordu:- Bence hiçbir şey yapmamışızdır. Mademkihalk o halk, bulduğu yerinde duran halk... dedim.Pek iyi, fakat inatçı bir arkadaştı Peker! ''Sendenbeklemezdim bu inkârcılığı...'' diye tu urarak raykilometrelerini, fabrika bacalarını, şehir süsleriniyine saydı, döktü.- Hepsi de Tanzimat'tan beri az çok yapılmış r.Sultan Hamid Hicaz demir yolunu bir millî eserolarak başarmadı mı? Hereke ve Zey nburnufabrikaları onun değil midir? Ama onun devrindeisyanlar, İ hatçılar devrinde de olmuştur. Bizimdevrimizde de olmaktadır. Halk yığınlarındakimukavemeti bir türlü sökemiyoruz.Recep bütün belâgati ile birbirine giren terkiplerive izafetleri ile bana hücum e . Sonra, âde olduğu üzere, \"Falihçiğim gel barda bir şey içelim,\"
dedi.Gönlümü alacak . Barın uzun iskemlesine çık .Birer kadeh bir şey ısmarladık. Neş'e ile banadönerek:- Bilmezsin seni ne kadar severim. Zey ndağı'nyok mu, bayılmışımdır o eserdeki görüşlerine vebuluşlarına... diye iltifat etti.Hiç bozmadan:- Recep Bey ben Zey ndağı'nda o kadarbeğendiğin görüşlerimi ve buluşlarımı 21 yaşındanot etmiş m. On beş yıl daha olgunlaş ktan sonragördüklerimi demin nasıl karşıladığını düşün..dedim. Mustafa Kemal.. Mustafa Kemal... diyoruz.Yahut sen, Recep Bey... çocuklukta hiçokumasaydınız, yahut bir so a ocağına gitseydiniz,şimdi birer yobaz olmaz mıydınız? Memleket neçekmezdi sizlerden?Recep tahammüllü adamdı. İdealist ve şevkli idi.Fakat bizler bugün dahi inkılâplarımızın hemen
arkasında bütün köylerde ilkokul temelleriniatmamaklığımızın çilesi içinde değil miyiz?31 Mart, yahut Menemen veya Şeyh Sait, veya6-7 Eylül.. Hepsi bir! Aynı ruh!BozkurtFransa ile aramızda bir Bozkurt hâdisesi çık idi.Bin türlü tar şmadan sonra işi Lâhey mahkemesikararı ile halletmekte mutabık kalmış k. AdaletBakanı rahmetli Mahmut Esat ve bir arkadaşıİsviçre'ye gi ler. Orada meşhur Fransız hukukçusuFromageot ile buluşacaklar ve bir tahkimnamehazırlıyacaklardı. Meselenin en nazik tara da butahkimname idi. Fromageot öyle şartlar ilerisürmüştü ki eğer tahkimname bu şartlar üzerindenyapılırsa, davayı kaybedeceğimize asla şüpheyoktu. Bizimkiler bir uzlaşma çaresi bulamamışlar.Dış Bakanlığı vasıtası ile Atatürk'e durumuanlatmışlardı. Geldikten sonra bize hikâye e ğinegöre Mahmut Esat tamamiyle ümitsiz, yatakodasına çekilmiş bekliyordu.
Bir tesadüf olarak Hâkimiyet-i Milliye gazetesineait bir iş için Siirt Milletvekili Mahmut'la beraberÇankaya'ya gitmiş k. Rahmetli lider yemeksalonundaki ocağın başında kitap okuyordu. Bizidinlemeğe başladıktan biraz sonra DışBakanlığından geldiler. Mahmut Esat'ın şifresinikendisine verdiler. Sabırla, uzun uzun dinledi.Düşündü, taşındı. Fromageot'nun şartlarını âdetatersine çeviren bir telgraf dikte e . Sonuna da,eğer Fransızlar buna razı olmazlarsa Türk hey'e ninhemen geri dönmesine dair bir cümle ilâve etti.Konuşmamızı bi rmiş, Mahmut'la beraber yolaçıkmıştık:- Canım, dedim, Paşamızın dehasına şüphe yokama, hukukçu da değil a...Atatürk'ü benden daha önce tanımış olanMahmut:- Öyledir o... dedi.Ertesi gün tahkimnamenin Atatürk'ün diktesine
göre yapılmasına Fromageot'nın razı olduğu haberigeldi. Meclis pek neşeli idi. Dayanamadım: Bir günönce kendisinden ayrıldıktan sonra Mahmut'laaramızda geçen konuşmayı olduğu gibi anla m.Güldü:- Doğrudur, dedi, ben hukuk pek bilmezsem de,Bozkurt için Fransa'nın Türkiye ile bir meseleçıkarmıyacağını bilirim.Tevekkeli poli kayı imkânlar sana olarak tarifetmemişler. Atatürk vermeği de, almağı da bilirdi.Fakat daha çok ve daha iyi bildiği şey neyinalınabileceği ve neyin alınamıyacağını,etra ndakilerden ve bugünkülerden hiçbirine nasipolmıyan bir görüşle kes rebilmesi idi. Mille neboşuna hayale düşürür ve yorar, ne de yine boşunaonun menfaatlerinden en küçük fedakârlıktabulunurdu.Her ne ise, bir hayli zaman sonra soyadlarıkabul edildiği vakit Mahmut Esat adının sonundakelimeyi görmüştük: Bozkurt
Search
Read the Text Version
- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- 8
- 9
- 10
- 11
- 12
- 13
- 14
- 15
- 16
- 17
- 18
- 19
- 20
- 21
- 22
- 23
- 24
- 25
- 26
- 27
- 28
- 29
- 30
- 31
- 32
- 33
- 34
- 35
- 36
- 37
- 38
- 39
- 40
- 41
- 42
- 43
- 44
- 45
- 46
- 47
- 48
- 49
- 50
- 51
- 52
- 53
- 54
- 55
- 56
- 57
- 58
- 59
- 60
- 61
- 62
- 63
- 64
- 65
- 66
- 67
- 68
- 69
- 70
- 71
- 72
- 73
- 74
- 75
- 76
- 77
- 78
- 79
- 80
- 81
- 82
- 83
- 84
- 85
- 86
- 87
- 88
- 89
- 90
- 91
- 92
- 93
- 94
- 95
- 96
- 97
- 98
- 99
- 100
- 101
- 102
- 103
- 104
- 105
- 106
- 107
- 108
- 109
- 110
- 111
- 112
- 113
- 114
- 115
- 116
- 117
- 118
- 119
- 120
- 121
- 122
- 123
- 124
- 125
- 126
- 127
- 128
- 129
- 130
- 131
- 132
- 133
- 134
- 135
- 136
- 137
- 138
- 139
- 140
- 141
- 142
- 143
- 144
- 145
- 146
- 147
- 148
- 149
- 150
- 151
- 152
- 153
- 154
- 155
- 156
- 157
- 158
- 159
- 160
- 161
- 162
- 163
- 164
- 165
- 166
- 167
- 168
- 169
- 170
- 171
- 172
- 173
- 174
- 175
- 176
- 177
- 178
- 179
- 180
- 181
- 182
- 183
- 184
- 185
- 186
- 187
- 188
- 189
- 190
- 191
- 192
- 193
- 194
- 195
- 196
- 197
- 198
- 199
- 200
- 201
- 202
- 203
- 204
- 205
- 206
- 207
- 208
- 209
- 210
- 211
- 212
- 213
- 214
- 215
- 216
- 217
- 218
- 219
- 220
- 221
- 222
- 223
- 224
- 225
- 226
- 227
- 228
- 229
- 230
- 231
- 232
- 233
- 234
- 235
- 236
- 237
- 238
- 239
- 240
- 241
- 242
- 243
- 244
- 245
- 246
- 247
- 248
- 249
- 250
- 251
- 252
- 253
- 254
- 255
- 256
- 257
- 258
- 259
- 260
- 261
- 262
- 263
- 264
- 265
- 266
- 267
- 268
- 269
- 270
- 271
- 272
- 273
- 274
- 275
- 276
- 277
- 278
- 279
- 280
- 281
- 282
- 283
- 284
- 285
- 286
- 287
- 288
- 289
- 290
- 291
- 292
- 293
- 294
- 295
- 296
- 297
- 298
- 299
- 300
- 301
- 302
- 303
- 304
- 305
- 306
- 307
- 308
- 309
- 310
- 311
- 312
- 313
- 314
- 315
- 316
- 317
- 318
- 319
- 320
- 321
- 322
- 323
- 324
- 325
- 326
- 327
- 328
- 329
- 330
- 331
- 332
- 333
- 334
- 335
- 336
- 337
- 338
- 339
- 340
- 341
- 342
- 343
- 344
- 345
- 346
- 347
- 348
- 349
- 350
- 351
- 352
- 353
- 354
- 355
- 356
- 357
- 358
- 359
- 360
- 361
- 362
- 363
- 364
- 365
- 366
- 367
- 368
- 369
- 370
- 371
- 372
- 373
- 374
- 375
- 376
- 377
- 378
- 379
- 380
- 381
- 382
- 383
- 384
- 385
- 386
- 387
- 388
- 389
- 390
- 391
- 392
- 393
- 394
- 395
- 396
- 397
- 398
- 399
- 400
- 401
- 402
- 403
- 404
- 405
- 406
- 407
- 408
- 409
- 410
- 411
- 412
- 413
- 414
- 415
- 416
- 417
- 418
- 419
- 420
- 421
- 422
- 423
- 424
- 425
- 426
- 427
- 428
- 429
- 430
- 431
- 432
- 433
- 434
- 435
- 436
- 437
- 438
- 439
- 440
- 441
- 442
- 443
- 444
- 445
- 446
- 447
- 448
- 449
- 450
- 451
- 452
- 453
- 454
- 455
- 456
- 457
- 458
- 459
- 460
- 461
- 462
- 463
- 464
- 465
- 466
- 467
- 468
- 469
- 470
- 471
- 472
- 473
- 474
- 475
- 476
- 477
- 478
- 479
- 480
- 481
- 482
- 483
- 484
- 485
- 486
- 487
- 488
- 489
- 490
- 491
- 492
- 493
- 494
- 495
- 496
- 497
- 498
- 499
- 500
- 501
- 502
- 503
- 504
- 505
- 506
- 507
- 508
- 509
- 510
- 511
- 512
- 513
- 514
- 515
- 516
- 517
- 518
- 519
- 520
- 521
- 522
- 523
- 524
- 525
- 526
- 527
- 528
- 529
- 530
- 531
- 532
- 533
- 534
- 535
- 536
- 537
- 538
- 539
- 540
- 541
- 542
- 543
- 544
- 545
- 546
- 547
- 548
- 549
- 550
- 551
- 552
- 553
- 554
- 555
- 556
- 557
- 558
- 559
- 560
- 561
- 562
- 563
- 564
- 565
- 566
- 567
- 568
- 569
- 570
- 571
- 572
- 573
- 574
- 575
- 576
- 577
- 578
- 579
- 580
- 581
- 582
- 583
- 584
- 585
- 586
- 587
- 588
- 589
- 590
- 591
- 592
- 593
- 594
- 595
- 596
- 597
- 598
- 599
- 600
- 601
- 602
- 603
- 604
- 605
- 606
- 607
- 608
- 609
- 610
- 611
- 612
- 613
- 614
- 615
- 616
- 617
- 618
- 619
- 620
- 621
- 622
- 623
- 624
- 625
- 626
- 627
- 628
- 629
- 630
- 631
- 632
- 633
- 634
- 635
- 636
- 637
- 638
- 639
- 640
- 641
- 642
- 643
- 644
- 645
- 646
- 647
- 648
- 649
- 650
- 651
- 652
- 653
- 654
- 655
- 656
- 657
- 658
- 659
- 660
- 661
- 662
- 663
- 664
- 665
- 666
- 667
- 668
- 669
- 670
- 671
- 672
- 673
- 674
- 675
- 676
- 677
- 678
- 679
- 680
- 681
- 682
- 683
- 684
- 685
- 686
- 687
- 688
- 689
- 690
- 691
- 692
- 693
- 694
- 695
- 696
- 697
- 698
- 699
- 700
- 701
- 702
- 703
- 704
- 705
- 706
- 707
- 708
- 709
- 710
- 711
- 712
- 713
- 714
- 715
- 716
- 717
- 718
- 719
- 720
- 721
- 722
- 723
- 724
- 725
- 726
- 727
- 728
- 729
- 730
- 731
- 732
- 733
- 734
- 735
- 736
- 737
- 738
- 739
- 740
- 741
- 742
- 743
- 744
- 745
- 746
- 747
- 748
- 749
- 750
- 751
- 752
- 753
- 754
- 755
- 756
- 757
- 758
- 759
- 760
- 761
- 762
- 763
- 764
- 765
- 766
- 767
- 768
- 769
- 770
- 771
- 772
- 773
- 774
- 775
- 776
- 777
- 778
- 779
- 780
- 781
- 782
- 783
- 784
- 785
- 786
- 787
- 788
- 789
- 790
- 791
- 792
- 793
- 794
- 795
- 796
- 797
- 798
- 799
- 800
- 801
- 802
- 803
- 804
- 805
- 806
- 807
- 808
- 809
- 810
- 811
- 812
- 813
- 814
- 815
- 816
- 817
- 818
- 819
- 820
- 821
- 822
- 823
- 824
- 825
- 826
- 827
- 828
- 829
- 830
- 831
- 832
- 833
- 834
- 835
- 836
- 837
- 838
- 839
- 840
- 841
- 842
- 843
- 844
- 845
- 846
- 847
- 848
- 849
- 850
- 851
- 852
- 853
- 854
- 855
- 856
- 857
- 858
- 859
- 860
- 861
- 862
- 863
- 864
- 865
- 866
- 867
- 868
- 869
- 870
- 871
- 872
- 873
- 874
- 875
- 876
- 877
- 878
- 879
- 880
- 881
- 882
- 883
- 884
- 885
- 886
- 887
- 888
- 889
- 890
- 891
- 892
- 893
- 894
- 895
- 896
- 897
- 898
- 899
- 900
- 901
- 902
- 903
- 904
- 905
- 906
- 907
- 908
- 909
- 910
- 911
- 912
- 913
- 914
- 915
- 916
- 917
- 918
- 919
- 920
- 921
- 922
- 923
- 924
- 925
- 926
- 927
- 928
- 929
- 930
- 931
- 932
- 933
- 934
- 935
- 936
- 937
- 938
- 939
- 940
- 941
- 942
- 943
- 944
- 945
- 946
- 947
- 948
- 949
- 950
- 951
- 952
- 953
- 954
- 955
- 956
- 957
- 958
- 959
- 960
- 961
- 962
- 963
- 964
- 965
- 966
- 967
- 968
- 969
- 970
- 971
- 972
- 973
- 974
- 975
- 976
- 977
- 978
- 979
- 980
- 981
- 982
- 983
- 984
- 985
- 986
- 987
- 988
- 989
- 990
- 991
- 992
- 993
- 994
- 995
- 996
- 997
- 998
- 999
- 1000
- 1001
- 1002
- 1003
- 1004
- 1005
- 1006
- 1007
- 1008
- 1009
- 1010
- 1011
- 1012
- 1013
- 1014
- 1015
- 1016
- 1017
- 1018
- 1019
- 1020
- 1021
- 1022
- 1023
- 1024
- 1025
- 1026
- 1027
- 1028
- 1029
- 1030
- 1031
- 1032
- 1033
- 1034
- 1035
- 1036
- 1037
- 1038
- 1039
- 1040
- 1041
- 1042
- 1043
- 1044
- 1045
- 1046
- 1047
- 1048
- 1049
- 1050
- 1051
- 1052
- 1053
- 1054
- 1055
- 1056
- 1057
- 1058
- 1059
- 1060
- 1061
- 1062
- 1063
- 1064
- 1065
- 1066
- 1067
- 1068
- 1069
- 1070
- 1071
- 1072
- 1073
- 1074
- 1075
- 1076
- 1077
- 1078
- 1079
- 1080
- 1081
- 1082
- 1083
- 1084
- 1085
- 1086
- 1087
- 1088
- 1089
- 1090
- 1091
- 1092
- 1093
- 1094
- 1095
- 1096
- 1097
- 1098
- 1099
- 1100
- 1101
- 1102
- 1103
- 1104
- 1105
- 1106
- 1107
- 1108
- 1109
- 1110
- 1111
- 1112
- 1113
- 1114
- 1115
- 1116
- 1117
- 1118
- 1119
- 1120
- 1121
- 1122
- 1123
- 1124
- 1125
- 1126
- 1127
- 1128
- 1129
- 1130
- 1131
- 1132
- 1133
- 1134
- 1135
- 1136
- 1137
- 1138
- 1139
- 1140
- 1141
- 1142
- 1143
- 1144
- 1145
- 1146
- 1147
- 1148
- 1 - 50
- 51 - 100
- 101 - 150
- 151 - 200
- 201 - 250
- 251 - 300
- 301 - 350
- 351 - 400
- 401 - 450
- 451 - 500
- 501 - 550
- 551 - 600
- 601 - 650
- 651 - 700
- 701 - 750
- 751 - 800
- 801 - 850
- 851 - 900
- 901 - 950
- 951 - 1000
- 1001 - 1050
- 1051 - 1100
- 1101 - 1148
Pages: