Important Announcement
PubHTML5 Scheduled Server Maintenance on (GMT) Sunday, June 26th, 2:00 am - 8:00 am.
PubHTML5 site will be inoperative during the times indicated!

Home Explore Çankaya-Falih Rıfkı ATAY

Çankaya-Falih Rıfkı ATAY

Published by eminyukseloglukaihl, 2019-10-18 12:32:45

Description: Çankaya-Falih Rıfkı ATAY

Search

Read the Text Version

ölmesine ne lüzum var? Başımızda siz olacaksınızya... dedi.- Benimle olmaz, beyefendi hazretleri, yalnızbenimle olmaz. Ne zaman halkınızın yarım milyonuölmeye karar verirse o vakit gelip beni ararsınız.Komutanı, subayı, eri, çetesi, köylüsü, MustafaKemal hepsinin temsil e ği Türk fedakârlığınınbaşında idi. 1918 Türkiyesinin şartları içinde, sır sıra birbirinden beter üç harpten çıkan,başındakilerin akılsızlığı ve maceracılığı yüzündenmilyonlarca evlât, vatanlarca toprak veren, ölüçocuklarını yiyen çıldırmış analar, yolsuz, demiryolsuz, tekniksiz, medeniyetsiz bir memleke n birucunda Rus devinin, öbür ucunda yedi düvelin ateşdalgaları içinde eriye eriye tükenen bir millet, genede harp edecek şevk bulur, gene de başındakilerinpeşine düşüp, mandalarıyle top çekerek,kadınlarına gülle taşıtarak, don gömlek yirmi birgünlük meydan muharebeleri verir, âdeta e ileis hkâmlara çarparak kaleler düşürür, bunsuz,böyle milletsiz Mustafa Kemal neye yarardı?

50 nci yıldönümünde bir heyetle ziyare negittiğimiz Hitler, o delice gururlu Hitler demişti ki:- Mustafa Kemal, bir millet bütünvasıtalarından mahrum edilse dahi, kendinikurtaracak vasıtaları yaratabileceğini isbat edenadamdır. Onun ilk talebesi Mussolini'dir, ikincitalebesi benim!Bu millet, Balkan bozgunu içinde dünyayagülünç olduğumuz zaman da aynı yiğitlerin mille idi.Mustafa Kemal onsuz olmazdı. Fakat 1919-1922'de o da Mustafa Kemal'siz ne olurdu?Çanakkale harpleri sırasında, bir gün, bir İngilizhücumunu kırmak için Mustafa Kemal'inaskerlerine bir karşı taarruz yaptırması lâzım gelmiş.Emir vermiş. Durmuş, arkalarından bakmış.Siperden rlayıp ölüme doğru akarlarmış. Hepsiölecekmiş ve ölmüşler. Anlatırken gözleri yaşarırdı.Sadrazam İzzet Paşa'nın kardeşi Esat Paşa'yı

pek sayardı. O da süvari komutanı imiş. Bir anolmuş ki bu süvariyi düşman üstüne sürmeklüzumunu duymuş. Yüzde yüz ölüm. Esat Paşa'yaemir vermiş. Hiç tınmaksızın:- Baş üstüne! demiş.Mustafa Kemal:- Galiba anlamadı! diye tereddüt etmiş:- Ne yapacağınızı acaba iyice ifade edebildimmi? diye sormuş.- Evet paşam, ölmekliğimizi emrediyorsunuz.Sonra bu harekete sebep kalmamış. Esat Paşave süvarileri yaşamışlar.Mustafa Kemal'in harp cephelerinde erlerionlar, komutanları bunlardı.Ama bu kahramanlıkların hepsi, Viyanadönüşünden Sakarya tutunuşuna kadar, nice

kafasız komutanların hesapsız harplerinde nice boşkafalı liderlerin bozuk poli kalarında ziyan olupgitmemiş midir?En iyi heykel raş, mermerini bulmalıdır. Çamur,kireç ve kerpiç, eser tutmaz.***Geliniz, yeni alınan İzmir'de Kordon üstündekikarargâhında Mustafa Kemal'i görmek üzere Galatarıh mından vapura binelim. Yeni devle nkuruluşunda ve devrimlerinde, rsat elverdiğikadar onunla beraber bulunalım.Zafer SonrasıSana : Gazetecilik. Nereye gideceği: İzmir'e. 9Eylül 338 (1922) tarihli yolculuk vesikam şimdimasamın üstünde. Arka sayfasında fesli resmim vebiri Fransızca, biri İngilizce iki vize var. Sözde kendimemleketimizdeyiz.Yakup Kadri ile beraber Paquet kumpanyasının

Lamar ne vapurundayız. Ta Kadifekale'de Türkbayrağını görünceye kadar İzmir'e çıkıpçıkmıyacağımızı bilmiyorduk. Eğer bir gecikmeolmuşsa, vapurda kalacaktık.Limanda derin bir sessizlik. Zırhlıları ile,kruvazörleri ile, torpidoları ile İngiliz donanmasıorada. Fakat bir dev uyumuş da ürkütmemek içinsanki hepsi birbirine: ''Sus!'' diyor. Lamar nevapurunun Akdeniz memleketlerine gidecek bütünyolcuları da içlerinden konuşmakta. Bazılarınınsözlerini bakışlarından işi yorum: ''Zavallı şehir,yine mi Türklerin eline geçti?''Bir motörle neşeli birkaç Türk subayı geldi.Güvertede Yakup ile benim vesikalarımıza bak lar.İsimlerimizi de tanımış olmalı idiler. Hemen izinverdiler.Rıh m boyu kapı eşiklerine çömelen silâhlıaskerlerle karşılaş k. Yüzleri güneş yanığı, üstleribaşları toz içinde, hepsi taze zafer tütüyor. Fakatbir savaştan değil, bir trenden çıkmış gibi sade vegösterişsiz bir hâlleri var:

- Ne yaptınız? diye sorsak, belki de:- Hiç! deyip başlarını çevirecekler.Boz esvaplarının büsbütün rengi atmış, sigaraiçiyor ve gelene geçene bakıyorlardı.Önce Kramer Palas oteline gidip güçlükle üstkatta bir oda bulduk ve eşyalarımızı bıraktık.Otel yabancı ve yerli Hris yanlarla dolu idi.Sonradan bize anla klarına göre Mustafa Kemalde şehre girince bu otele uğramış. Ne sırması, ne deönünde arkasında koşuşan generalleri ve subaylarıvar. Dolu salona girmek isteyince, garson yerolmadığını söylemiş. Fakat müşterilerden biritanıyıp da:- Mustafa Kemal... Mustafa Kemal... diyebağırınca, kalabalık birbirine girer. İh mal hepsidağılacaklar. Mustafa Kemal kimsenin rahatsızolmamasını rica eder ve yanındakilerle bir masayaoturur. Garson mudur, otel müdürü müdür, ar k

kim önce koşup gelmişse birer kadeh içkiistediklerini söyler ve sorar:- Kral Kostan n hiç bu otele gelip de bir kadehrakı içti mi?- Hayır paşa efendimiz!- Öyle ise neden İzmir'i almak istemiş? der veİzmir'e girişinin ilk zevkli saatlerinden birini omasada geçirir.Sokağa çık k. Başında Ankara kalpağı ve uzunboyu ile Ruşen Eşref göründü:- Mustafa Kemal Paşa'yı göreceksiniz, tabiî...Ben sizi götüreyim... Karargâhı hemen şuracakta,eski bir Rum evinde ... Neler gördük neler... Tariholduk artık.Rıh mda bir yalının alt kat salonunda açık birpencere: Başkomutanı yanlamadan görüyoruz. Tığgibi bir asker, keskin, canlı ve yanık bir yüz...Karşısında ayak üstü selâm duran iki İngiliz subayı.

İstanbul'da bir sözleri ile küme küme insanlar hapsegiren, Malta'ya sürülen, evlerinden kovulan, kapıuşakları bile Osmanlı nazırlarından daha dikkonuşan üniformalı İngilizleri Başkomutana put gibiselâm durur görmek, âdeta içlerimizi soğu u.Bunlar büyük rütbeli subaylar imişler. Zırhlıları danerede ise rıhtıma yanaşık...Biraz sonra bizi âdeta sevinerek kabul e .Refakat subayı Mahmut'tan daha sonraöğrendiğime göre ''Akşam''daki yazılarımınbirçoklarını okurmuş. Gülerek İstanbul'danhaberler sordu. Acaba yenmiş olduğumuza ar kinanmışlar mıydı? Zaferinin İstanbul'daki tepkilerinianlattık. Sonra:- İsmet'in yanına gidelim, dedi. Sofaya çıkıpİsmet Paşa'nın bulunduğu bir masa etra ndatoplandık.Büyük yangın günü idi. Ateş mahallelerisardıkça halk rıh m üzerine koşuşuyordu. Bir ikisaat sonra otele gitmeyi bile ih yatsız bulduk vekarargâhta kaldık. Bu evin sahibi son dakikada

kaçmış. Mustafa Kemal'in de kaldığı yatak odasınınbaşucu masasında bir açık kitap bırakmış: BirFransızın Mustafa Kemal aleyhine yazdığı eser!Kalabalık ar kça ar . Bazan binlerce kişininarasından bir çığlık kopuyordu. Bu çığlık, bir yaylımateş gibi, kalabalığı sarıp kaplıyor, hava, boğukseslerle kabarıp şişiyordu. Asker bir Yunan neferiolduğundan şüphelenip içlerinden birini yakaladımı, gövdeden bir kol koparılmış gibi, önce bir kadınağlayışı, sonra boğazları yırtan, alçala yüksele,dalgalana düzele sürüp giden bir haykırışmabaşlıyordu. Denize a lanlar, sandalla donanmayasokulanlar vardı. Topların gölgesi al nda Yunanlılarıİzmir rıh mına çıkaran bu donanma, şimdi,onlardan dönebilmiş olanlara, merdivenlere rmanmak istedikleri zaman, uçlarına yangın ışığıvuran süngülerini çeviriyorlardı.Yüreğim triyerek eşsiz trajediyi seyrediyorum.Mustafa Kemal'in yalçın ve yır lmaz sakinliğinebakıyordum. Bu saatlerde zafer bile ondanküçüktü.

İzmir yanmakta, şehrin içinden ve savaşboyundan akıp gelen Rumluk, ilk medeniyetlerinhalkı, Ortaçağı Müslümanlarla beraber geçirerek,yurtlarında ve yuvalarında rahatça yaşıyan, İzmir'inve Ba Anadolu'nun tarımını, care ni ve bütünekonomisini ellerinde tutan, saraylar, konaklar,çi likler içinde ömür süren halk yirminci asrın yirmiikinci yılında bir daha dönmemek üzere ayrılıpgitmek için bir tekne parçasına can atmakta idi.Yangın yaklaş ğı için yaverleri ve dostları telâştaidi. Mustafa Kemal, kendisine evden çıkmayı kimteklif etmişse terslediği için bize geldiler:- İstanbul'dan yeni geldiniz. Belki sizi paylamaz.Bir de siz söyleseniz... dediler.Kordon boyunu klım klım dolduran halkiçinde birçoğu da esvap değiş ren Yunan askerlerive subayları bulunduğunu biliyorlardı. Tehlikeyi bizde anlıyorduk. Fakat Mustafa Kemal'e akılöğretmek için İzmir'e gelmemiştik.Nihayet yangının kızıl ve korkunç dili, hemen

önümüzdeki binaların çatılarını yakalamaya başladı.Çıkmak lâzımdı. Fakat nasıl?Mustafa Kemal İzmir'e geldiği vakit, bir Türkevine misa r olmasını is yen Lâ fe HanımGöztepe'deki aile köşkünü onun emrine vermiş .Mustafa Kemal oraya gidecek . Biz de KramerPalas yangın içinde olduğundan, Karşıkaya'dagaliba Kral Kostan n'in kalmış olduğu bir eveyerleşecektik.Bir kamyon dolusu askerle birkaç otomobilge rdiler, Mustafa Kemal açık arabasına bindi.Kamyon halkı güçlükle yarıyor. Mustafa Kemal'inarabası arkadan gidiyordu. Kamyon ve arabageçinceye kadar açılıp, sonra hemen dalgalar gibibirbirine kavuşarak halk arasından:- O... O... ve korkarak:- Mustafa Kemal... sesleri çıkıyordu.Ağır yürüyen otomobile a lsalar, MustafaKemal'i kucaklarında boğarlardı. Fakat denize

doğru kaçışıyorlardı. Panik nasıl bir korkudur, nasılon binleri hiçe indirir, cesaretleri eri p akıllarıdurdurur ve hisleri uyuşturur, gözümlegörüyordum.Yangın ar k bir sele benziyen alevi ile denizikaplayan lo arasında, on binlerce Rum, Ermeni veYunanlı içinden, Mustafa Kemal bir Tanrı iradesi gibigeçti, gitti.***Karşıyaka'daki evimize gi k ama, üstümüzegiymiş olduklarımızdan başla hiçbir eşyamız yoktu.Kramer Palas gerçi çok sonra yandı, fakat orayakadar sokakları sökebilmek ihtimali yoktu.Yangın, sonuna kadar yak ve doyarak dindi.Göztepe'de Mustafa Kemal Paşa'yı görmeyegidiyorduk. Arka caddeler a lan şapkalarla âdetakaldırımlanmış gibi idi. Esirler geçiyordu. Durupdururken ikide bir:- Yaşa Mustafa Kemal yaşa... diye

bağırıyorlardı. Bunlar İzmir'e girdiklerinin birincigünü Şehit Fethi'yi:- Zito Venizelos... diye bağırtmak içinsüngülemişlerdi.Gâvur İzmir karanlıkta alev alev, gündüz tütetüte yanıp bi . Yangından sorumlu olanlar, ozaman bize söylendiğine göre, sadece Ermenikundakçıları mı idi? Bu işte ordu KomutanıNureddin Paşa'nın hayli marife olduğunu dasöyliyenler çoktu. Atatürk'ün Nureddin Paşa'yıeskiden beri sevmediği ''Nutuk''unda görünür.Zafer sırasında birinci ordunun başında bulunmasıda tesadüf eseri idi. Ali ihsan Sabis'in a lışındansonra, Atatürk Ali Fuad ve Refet paşalarakomutanlığı teklif etmiş, ikisi de ''kıdemsiz'' İsmetPaşa'nın emrine girmek hoşlarına gitmiyerek,reddetmesi üzerine Nureddin Paşa ha ra gelmiş .Kibirli, dar kafalı, zulüm ve ceberut düşkünü birkimse idi. Bu yüzden bir zamanlar Millet Meclisikendini Harp Divanı'na verip mahkûm bile e rmekistemiş . Bu kararın önüne geçmek için Mustafa

Kemal'in ne kadar uğraşmış olduğunu ''Nutuk''tanöğreniyoruz. Nureddin Paşa'nın biri İzmir'de biriİzmit'te ter p e ği iki linçin hikâyesi gene ovakitler, bizi ikrah ( ksinme) içinde bırakmış r.Bunlardan biri İzmir metropolidi Meletyos öteki de''Peyam-ı Sabah'' yazarı Ali Kemal'dir.Bildiklerimin doğrusunu yazmaya kararverdiğim için o zamanki notlarımdan bir sayfayıburaya aktarmak is yorum: ''Yağmacılar da ateşinbüyümesine yardım e ler. En çok esef e ğim(üzüldüğüm) şeylerden biri, bir fotoğrafçıdükkânını yağmaya giden subay, bütün taarruzharpleri boyunca çekmiş olduğu lmleri oteldebırak ğı için, bu tarihî vesikaların yanıp gitmesiolmuştur. İzmir'i niçin yakıyorduk? Kordonkonakları, oteller ve gazinolar kalırsa, azınlıklardankurtulamıyacağımızdan mı korkuyorduk? BirinciDünya Harbinde Ermeniler tehcir olunduğu vakit,Anadolu şehir ve kasabalarının oturulabilir ne kadarmahalle ve semtleri varsa, gene bu korku ileyakmış k. Bu kuru kuruya tahripçilik hissindengelme bir şey değildir. Bunda bir aşağılık

duygusunun da etkisi var. Bir Avrupa parçasınabenzeyen her köşe, sanki Hris yan veya yabancıolmak, mutlak bizim olmamak kaderinde idi. Birharp daha olsa da yenilmiş olsak, İzmir'i arsalarhalinde bırakmış olmak, şehrin Türklüğünükorumaya kâ gelecek miydi? Koyu bir mutaassıp,ö elendirici bir demagog olarak tanımış olduğumNureddin Paşa olmasaydı, bu facianın sonunakadar devam etmiyeceğini sanıyorum. NureddinPaşa, ta Afyon'dan beri Yunanlıların yakıp kül e ğiTürk kasabalarının enkazını ve ağlayıp çırpınanhalkını görerek gelen subayların ve neferlerina etmez hınç ve in kam hislerinden de şüphesizkuvvet almakta idi.''Nitekim İzmir zaferinin hemen arkasından birNureddin Paşa meselesi çıkacak r. Zaferin bu enküçük hisseli adamı İzmir'e girer girmez şöyle birvizita kar bas rmış : ''Küt-ül-Amare muhasırı,Afyon ve Dumlupınar muharebeleri galibi, İzmirfa hi Nureddin Paşa.'' İzmir'de ilk buluştuğu adamda mü ü idi. Nureddin Paşa kendisine birvasiyetname bırakıyordu: Ölünce Kordon boyuna

bir camii, bir de türbesi yapılacak . Fa h butürbeye gömülecek . Mü ü, bir risalesi ile, birazsonra ir caın bu sakallı ve azametli liderini bütünTürkiye yobazlarına takdim e rmek üzere idi.İzmir'den İzmit'e gi ği zaman da, Çay'dakomutanlara danışıldığı zaman:- Yeni geldim, diye taarruz hakkında oyvermiyen bu adam:- Ben Mesta-Karasu üstüne yürümek içinhazırlanmıştım, beni burada tuttular, diyecekti.***Yakup Kadri, ben ve Asım Us, Bornova'da birİngiliz evine yerleş k. Bornova karargâhlarınbulunduğu yer olduğu için, her gün İsmet ve Fevzipaşaları ve onlarla görüşmeye gelen MustafaKemal'i görüyorduk.Bir gün bize uğradı:\"Ankara'dan arkadaşlarımız geldi, akşamı

beraber geçirelim,\" dedi.Göztepe'ye geldiğimiz zaman, Yakup Kadri ileberaber köşkte Lâ fe Hanım'ın ya lı misa riolacağımızı öğrendik. Bu münasebetle Lâ feHanım'ın gerek o günlerde, gerek bütün evlilikdevrinde Atatürk'ün kir arkadaşlarına her zamanne kadar nazik davrandığını söylemek isterim.Lâ fe Hanım'ın ayrıldıktan sonra dahi Atatürk'ünhatırasına karşı gösterdiği pek faziletli bağlılık birçokkimselere ders olabilecek bir asillik örneğidir.Mustafa Kemal'in ilk sofrasında bulunacak k.Holde toplandıktan biraz sonra, arkasında beyaz birKa as gömleği ile merdivenden indi. Bu kemerligömlek, pek ahenkli bir endam ister. MustafaKemal, ince, zarif ve güzel bir erkek . Kahramanlıkşanının, o günlerde, bu güzelliği nasılcazibelendirmiş olduğu da kolay anlaşılabilir.Şimdi onun şahsiye ile tanışmak rsa idi.Derin bir merakla bütün sözlerini ve jestleriniizliyordum. İlk öğrendiğim şey kuvvetli ve yanılmazhafızası oldu. Bir aralık:

- Müsaade eder misiniz, sizi ilk önce neredegörmüş olduğumu anlatayım, dedim.Hemen bakışı şehlâya kayarak:- Hacı Adil denen vali Dimetoka'da biz onukarşılamaya geldiğimiz vakit, arabasına Fethi Bey'ialmalı idi. Siz nihayet bir gazete muhabiri idiniz...dedi.Şaşa kaldım.Dikka me çarpan ikinci özelliği konuşma zevkive merakı ile renkli, neşeli ve sade anlatış üslûbu idi.Mustafa Kemal, bizim nesle, yazarken NamıkKemal'i, konuşurken Yahya Kemal'i ha ra ge rirdi.Sohbetler ve meclisler adamı olduğu belli idi. Dahailk geceden bir eski arkadaş kadar yakınlığınıhissediyorduk. Fakat bir bakışı, veya sözü ile,aramızdan kendi istediği kadar uzaklaşıp ayrıldığı daseziliyordu. Bu iki adam sonuna kadar iç içekalmış r. Çocukluğundan beri arkadaşlık e kleridahi pek samimî gece âlemlerinin ertesinde, biraz

çekingen davrandı mı, onunla henüz tanışanlarınduraksamasını duymuşlardır. O gerçekte büyükgörev ve mesuliyetler adamı idi. Bu gerçekşahsiye , eğlence akşamlarında bile, çok defa,bütün gece yanından ayrılmamış r. Zihni, daima,bir düşünceye takılı idi. Birine ham ervahlarca\"se h\" adı konan iki adam birbirinin ömrünükısaltmış r: Fakat dalgalar gibi köpürmeksizindurmayan o mizaç, tehlikeli de olsa, iyi ki böyle birdenge kurabilmişti.Sevmek mi, acımak mı, diye bir bahis aç .Metotlu felsefe etütleri yap ğını sanmıyorum.Sözleri terimsiz, tarifsiz ve \"zikir\"sizdi. Ama sık sıkderine inen bir felse düşünüş, ince bir zekânın ve z bir sağduyunun devamlı kontrolü al nda birman kçılık, duyduklarını kolayca tutup kavrayan,sonra hepsini hoş bir sentez içinde yoğuran birmuhakeme, metotlu ve ilmî bir tefekkür eksikliğininboşluğunu örtmekte idi. Sevmek mi, acımak mı? Ogeceki tar şma sırasında, ilk defa, bu yalçın savaşve pek hesaplı poli ka adamının dünyalı ve insantara nı görüyordum. Bu, şimdiye kadar bana

tamamiyle yabancı idi.Neslinin kurmayları gibi, Türkçe edebiya an,tercümelerden, nizamsız sırasız, fakat türlüyayınlardan hırs ile faydalanmaya çalış ğına şüpheyoktu. Sonra bu kuşaktan olanlar genç yaşlarındadüşündürücü, vak nden önce olgunlaş rıcı çok şeygörmüşlerdir. Mustafa Kemal de, 1908'den önceŞam'a sürülmüştür. \"Hürriyet\" cemiye nikurmuştur. Selânik'te İ hatçıdır. 31 Mart'ta,Bingazi'de, Çanakkale'de, Rus cephesi karşısında,Suriye ve Filis n savaş cephesinde, her yerdevardır. Yüksek askeri öğrenim, kafasını anlayışlarave görüşlere hazırlamıştır.Gene o gece ilk defa türküler söylediğini işi m.Mustafa Kemal vals oynayanların ve birataşemiliterlikte musikili salon toplan larındabulunanların alışabileceği kadar Frenk musikisinebağlı, alaturka musikide ise makamları ayırabilecekkadar bilgili idi. Sesi mat, yavaş, tatlı ve cazibeli idi.Bilhassa Rumeli türküleri söylerken, derin veonulmaz bir gurbet ve sıla acısı gözlerinde yaşarırdı.

O vatanı unutmaz, kaybe ğimiz Rumeli veMakedonya topraklarının kır kokularını alır gibi, suve çıngırak seslerini duyar gibi bakışları uzaklaşauzaklaşa süslenir, bizim içinde olmadığımız ha ralariçine karışır giderdi. İyi vals e ğini sonralarıgördüm. O akşam zeybek oynadı. Oyunu efekâri vekibardı. Bazı jestleri hiç yapmazdı. Bu bir alafrangadeğil, bir Batılı, bir alaturka değil, bir Türk idi.Gün ağarırken uyuduk. Öğlenin geç bir vak ndeyemek masasında buluştuk. Dün gecekiahbabımızla değil, karargâhındaki Başkomutanlakonuşuyorduk. Yakup'la bana birçok şeylerdenbahse . Hemen görülüyor ki, zafer ve İzmir,işlerinin sonu değil, başlangıcı idi.- Yeni Mecliste sizinle arkadaşlık edeceğiz, dedi.O gün Yakup'la bana uzun birer mülâkat verdi.Mülâka askerî ve siyasî ikiye ayırarak \"Akşam\" ve\"İkdam\" gazeteleri için paylaş k. Yazıda oldukçaağdalı bir Osmanlıcaya meraklı olmakla beraber,düşüncelerini pek iyi toparlıyarak kolay ve pekinsicamlı konuşuyordu. Kuvay-ı Milliye Meclisinin

kürsüsünde ha plik idmanlarını tamamlamış . Bumülâka a bize, yendiğimiz Yunan ordusunun, budevle n o zamana kadar çıkardığı en kuvvetli orduolduğunu söylemiş r: \"26 ve 27 Ağustosta yarmahareke ve 28, 29 ve 30 Ağustos meydanmuharebesi de içinde olmak üzere ordularımız onbeş günde dört yüz kilometre yol aldılar. Piyade vesüvarilerimiz İzmir'e kavuşmak için birbirleri ileâdeta yarış lar. İzmir rıh mında süvarilerimizinkılıçları suya aksederken, piyadelerimizKadifekale'ye Türk bayrağını çekiyorlardı.Ha ramda aldanmıyorsam, büyük ordularınyürüyüş ölçüsü yirmi, yirmi iki buçuk kilometredir.Askerlerimiz bütün rekorları kırmıştır.\"Ölü, hasta, yaralı, bizim kaybımız on bin kişi idi.Yunanlılar yalnız yüz binden fazla ölü bırakmışlardı.***Limandaki İngiliz donanması, Mustafa Kemal'irahatsız etmekte idi. Yirmi dört saa e sularımızdançıkması için amirale mektup göndereceği vakit, her

zamanki zayı arın bir daha yürekleri oynadı: İşteşimdi başımızı belâya sokacak k. İngilizlerle harbetutuşacaktır.İyi bir komutan, elindeki imkânların tamverimini alabilmelidir. \"Basiret\", \"tedbir\" ve \"i yat\"denen şeyler, iyi bir komutanı bu tam verimi almakiçin aklını, sana nı ve iradesini kullanmaktanalıkoymak için değil, bu haddi aşmaktan korumakiçin gereklidir. İyi bir komutan, sade nerededuracağını değil, nereye kadar gideceğini debilmelidir. Mustafa Kemal'in etra nda,Erzurum'dan beri, onu her ileriye girişten öncetutmak ve gidip varınca durdurmak isteyenler eksikolmamıştır.Birçoğu iyi niyetli orta adamlardı. İyi niyetliolmayanları da vardı.Kimine göre İngiliz losunun İzmir limanındakalmasına ses çıkarmamalı idi. Kimine göre İstanbulüzerine yürüyüp İ lâf devletlerinin kara ve denizkuvvetlerini hiçe saymalı idi. Mustafa Kemal neonu, ne bunu yaptı.

Yirmi dört saat bitmeden İngiliz donanmasınınlimandan çıkıp gidişini seyrettik.Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığındanİstanbul'a dönüp de düşman donanmalarınılimanda gördüğü vakit yaveri Cevat Abbas'a:- Geldikleri gibi giderler... demişti.Geldikleri gibi gitmişlerdi.İstanbul'daki Fransız Yüksek Komiseri GeneralPellé de bu sırada İzmir'e geldi. Ak saçlı, vakarlı biraskerdi. Göztepe köşkünün bahçesinde idik.Merdivenlerden çıkarken, pek sade kıyafe ileMustafa Kemal'i görünce sendelediğini hissettik. Buzaferin ne demek olduğunu bilen general, kim bilirnasıl bir Şarklı komutan göreceğini tahmin etmiş r?Kendisi sırmasız, gösterişsiz, saf saf adamsız,mütevazı bir ev sahibi ile karşılaşıyordu.General gemisine dönünce bizi yanına çağırdı:

- Ordularınızı durdurunuz, diyor. Muza erordularımızı daha uzun müddet nasıl tutabilirim?Çabuk mütareke yapılmalıdır, dedim. Aceleİstanbul'a gidecek...Sonra güldü:- Bizim muza er ordular... Nereleredağıldıklarını pek iyi bildiğim yok. Bir toplanmayakalksak kim bilir ne kadar zaman geçer? dedi.Bütün orduları bir yumruk gibi sıkıp Yunanordusunun başına indiren bu komutan, şimdi de:Mütareke olmadan tek bir Türk jandarmasınıTrakya'ya geçirmem, diyordu.Hesapsız ve lüzumsuz, \"Bir tek Türk'ün haya nıtehlikeye sokmamak\" davasından ömrününsonuna kadar şaşmayacaktır.Ömrünün sonlarında Hatay meselesinde birbaşka sözünü duymuştum. Atatürk bu meseleyüzünden uykusuz, sinirli gibi. Rasladığı elçilerle

tar şır, söylemediğini bırakmaz, kendi hazırbulunduğu yerlerde ecnebi sefaretlerin kulağınagidecek nümayişler yap rırdı. Bir akşam sofradavaktiyle Hariciyede de bulunan bir arkadaşı:- Paşam, niçin kendinizi de mille nizi de üzüpduruyorsunuz? Bir tümen yollasanız Hatay'ıalırsınız. Renani'de Alman olup bitenlerini kabuleden Fransızlar, Suriye'nin bir sancağı için sizinlemuharebe mi edecekler? dedi.Öfke ve siniri dalga gibi dinerek, sesi yavaşladı:- Evet bunu ben de bilirim. Bir tümen yollasam,Hatay'ı alabiliriz. Renani'de Almanlarla muharebeetmeyen Fransızlar da Hatay için muharebeaçmazlar. Fakat ya bu sefer haysiyetlerine dokunupkarşı koyacakları tutarsa?Sual sorana dönerek:- Ben bir sancak için altmış şu kadar Türkvilâyetini tehlikeye sokamam, dedi.

***General Pellé'nin ziyare ni iade edecek miydi?Bunun için gemiye gitmesi lâzım olduğunusöyleyince:- Ben gemiye gitmem, diye cevap verdi.Ne olur ne olmaz, ayağı karada ve kendivatanının karasında olmalı idi. Tuha ır, sonyıllarında Sovyet sefare ndeki bir hâdiseden sonra,Stalin'in kendisi ile Kırım açıklarında bir gemidegörüşebileceği söylendiği vakit aynı cevabıvermiş r. Irak Kralının ve İran Şehinşahınınziyaretlerini de iade etmek niye nde değildi.İh lâlciler, kendi elleri al nda olmayan şartlaraemniyet etmezler.Bornova'da rasladığım Nureddin Paşa, kendi de\"Akşam\" gazetesine bir mülâkat vermekistediğinden, beni şehirdeki dairesine çağırdı.Gi m, iyi karşıladı ve ikram e . Sonra tam birmedreseci üslubuyla, neler yap klarını sayıp döktü.Bunları yazabileceğimi sanmasına şaş m. Eğer

söyledikleri bir yabancı konsolosunun raporundaçıksaydı, hemen yalanlamak için hükûmet vegazeteler hep bir olurduk.Hayal bu ya, eğer taarruzun son günlerindeMustafa Kemal ve bir iki arkadaşı kazaya uğrayıpda, İzmir fa hliği tacı böyle bir komutanın başındakalsaydı, diye de içimden bir ürperti geçer.***Mudanya'da bizim mütareke heye mizinBaşkanı İsmet İnönü, İngiliz ve Fransız heyetlerininbaşkanları General Harington ve Charpi idi. Buarada Çanakkale çevresinde tehlikeli bir olay geç .Süvarilerimiz tarafsız bölgeye geçerek, silâhatmaksızın, İngiliz siperlerine girmişlerdi. İngilizhükûme oraya yeni birlikler göndermesi, MustafaKemal'in mü e kleri İstanbul'dan çıkarmasınakarşı kuvvet kullanması için General Harington'a 15Eylül 1922'de emir verdi. Churchill de DışBakanlığına sormadan, 16 Eylülde sert bir bildiriyayınladı. Bu bildirinin ilk tepkisi ÇanakkaleAnadolu yakasındaki Fransız ve İtalyan birliklerinin,

Türklerle çarpışmamak için, geriye alınmasıolmuştur. Londra'da o kadar sinirli bir havaesiyordu ki İngiliz kabinesi Lord Curzon'unmuhalefe ne rağmen 29 Eylülde GeneralHarington'a kendi tara ndan tesbit edilecek kısa birzamanda Türkler tarafsız bölgeden geriçekilmezlerse ateş edilmesini bildirdi. İngilizkabinesi çarpışmanın başladığı haberini bekliyerektoplan halinde idi. General Harington ateş emrinisaklamış ve Mudanya mütarekesinin bi rilmesinisağlamıştır.Mütareke görüşmeleri üç gün sürmüştü. Bizimbaş delegenin:- Türkiye'yi ne zaman boşaltacaksınız? Sorusuüzerine görüşme kesilmiş, Fransız delegesi:- Herhangi bir zamanda boşaltmaya karşıdeğiliz, cevabını vermişti.Harington biraz mühlet istedi:- Türk ordusu daha yirmi dört saat müsaade

etsin! dedi.Sonra on beş gün içinde boşal lacağı haberinigetirdi.Halide Hanım, Yakup Kadri, Ruşen Eşref, AsımUs ve ben ba Anadolu üzerinden Bursa'ya giderekYunan zulümleri üzerine belgeler toplayıp yazmayıkararlaş rdık. Yakup Kadri ile bana birer askerkaputu verdiler.Bu yazılar \"İzmir'den Bursa'ya\" adlı bir kitaptatoplanmış r. Henüz çürümiyen cesetler veneredeyse henüz tüten yangınlar içindengeçiyorduk. Yakup, külleri savrulan Manisa'ya,cetlerinin şehrine iki eli böğründe baka kaldı.Yunanlılar, çekilişlerinde, yok edici bir tahripyapmışlardı. Yanmayanlar, vakit bulup dayakamadıkları, yaşayanlar, rsat bulup daöldüremedikleri idi. İki millet arasında yalnız birininarta kalacağı bir boğazlaşma geçmiş olduğunugörüyorduk. Batı Anadolu'yu Türkler için oturulmazbir çöle çevirmek is yen Yunanlılar, gerçekte kendiırklarının, mitoloji masallarından son tarih

günlerine kadar, bu topraklardaki yaşayışlarına sonvermişlerdi. Rum halk köklerine kadar sökülüpa lmakta idi. Onlarla beraber İzmir'in, bütün ba Anadolu'nun her türlü ekonomisini de köklerindensöküp a yorduk. Bir merkezde kasabalılar bizegelmişler:- Arabamızı tamir e remiyoruz, gidenHris yanlardan sanat sahibi olanları gerigöndertseniz... demişlerdi.Yanmamış yerlerde çarşılar kapalı idi. Ticaret veiyi tarım onların elinde olduğundan, Türkleralışmadıkları bir hayat tarzını yeni baştan kurmayamahkûm idiler. Bu yeni hayat, yangın yerlerindekülden ve sı rdan, ateş görmiyen yerlerde kapalı veboş dükkânın açılmasından başlıyacaktı.Yuvaları yanan, veya baba analarını, ya kardeşveya çocuklarını kaybeden halk, ö eden ve kindeno kadar çıldırmış ki ellerinde balta ile esirkafilelerinin peşine düşüp:- Hiç olmazsa birini verin, öldüreyim! diye

yalvaran kadınlar görülüyordu. Hâlbuki Anadoluhalk kadınları ne de yumuşak yürekli vemerhametlidirler!Rauf Bey (Orbay) Ankara'da Refet Bey'i (Bele)de çağırarak bir görev vermesini MustafaKemal'den istemiş . O da Refet'i İstanbul'a girecekkuvvetlerin başına geçirmeye ve Ankara'nınİstanbul temsilcisi yapmaya karar verdi. Biz yoldakendisine rasladık, son durumun ne olduğunusordu:- İstanbul üstüne yürüyorlar mı?- Hayır, Mudanya'da mütareke görüşmeleriyapacaklar.- Şimdi her şeyi kabul e ler, cevabını verdi.Refet değişmeyecekti.Yanmıyan yerleri dolaşarak sevinç içindeBursa'ya kavuştuk. Bu sanat ve tarih şehrininyangın görmemiş olması, zaferin başlıcazevklerinden biri idi. Bursa değerini ölçemediğimiz

kadar Türktür. \"Değerini ölçememek\" sözünüboşuna söylemiyorum. Onun semtlerine bileçimentodan galata parçaları yapış rıp durmuyormuyuz?Bursa'da valinin yanında bir toplan dabulundum. Ankara'dan gelen pek uyanık kirli biriki milletvekili de vali ile beraberdi. Mustafa Kemal'ikarşılama programını hazırlamakta idiler. Birincimadde, \"Sultan Osman'ın türbesini ziyaret\" idi.- Mustafa Kemal'in bu ziyare e bulunacağınızannetmiyorum, dedim.Şaşarak yüzüme bak lar. Hamdullah Suphi, kişaşanlar arasında idi, Mustafa Kemal'i Kuvay-ıMilliye yıllarında pek yakından tanımış . Biz ise birgörüşte Mustafa Kemal'in İstanbul'a giderek biryeni padişahın sadrazamı olmıyacağını pek iyibiliyorduk. Hanedan, in har etmiş . Ortaçağ'daolsaydık, Mustafa Kemal'e \"biat edileceği vehanedanın isim değiş receği\" zamanda idik.Yirminci asırda, çöken hanedanların yerinecumhuriyetler gelir. Mustafa Kemal'in devlet reisi

olmaktan başka hiçbir şey olmasına ihtimal yoktu.***Bugünkü kuşak benim kuşağımın bir hikâyesinidinlemelidir.\"Beni karılarımla kızlarım öldürdü\" diyerek sonnefesini veren Sultan Mecid zayıf ve sönük birpadişah, yerine geçen Sultan Aziz bir yarı deli,ondan sonra gelen Sultan Murad bir tam deli, dahasonraki Sultan Hamid Yıldız tepesinden Boğaz'da birgeminin ba şı gibi, devle n ba şını seyreden birkızıl müstebit, arkasından tahta çıkan Sultan Reşadarabası içinde gördüğümüz vakit utandığımız birsarsak, sonuncusu da İngiliz zırhlısına binerekkaçan Vahideddin! Bizler bir padişah şere tatmakiçin asırlar gerisine doğru giderdik.Bir münasebetle anlatacağım üzerehanedandan yalnız Yusuf İzzeddin Efendi'yi Edirneseyaha nde tanımış m. \"Tanin\"e bir mülâkatverdirmek üzere beni vagonuna götürmüşlerdi.Kanepede sağ ayağını sol ayağının al na sokmuş,

yarı bağdaş oturuyordu. Bir genç yazıcının bütünmerakı ile bekliyordum:- Ben o bunağa senet al, dedim, almadı, dedi.Bunak, Sadrazam Kâmil Paşa idi. Balkan Harbibaşladığı vakit büyük devletler, harbin sonundastatükonun bozulmasına izin vermiyeceklerinisöylemişlerdi. Bunun manası eğer, biz yenersekBalkanlı Hris yan devletlerden toprakalamıyacak k. Veliaht, sözde, sadrazama:\"Devletlerden senet al\" demiş. O da almadığı içinRumeli'yi kaybetmişiz. Doğrusu ise, Kâmil PaşaHürriyet - ve -İ lâfçı olduğu için, veliah n \"Tanin\"gazetesinde İttihatçılara yaranmak isteyişi idi.Sonra düşündü:- Ben orduyu severim, gibi bir söz çıkarabildi.Ne yazacağımı bilmiyordum. Meseleyi EdirneValisi Hacı Âdil Bey'e anla m. O veliaht hesabınabir mülâkat dikte e . Sonradan gelen Enver Bey,bu mülâka okudu, o da bir şeyler ilâve e .

\"Tanin\"de çıkan yazı bu idi.Bir Osmanlı prensini de, 1910 sularındaİstanbul'un bir seyranlığında görmüştüm. Açıkkörüklü, yaldız tekerlekli, mavi atlas döşemeli birfayton içinde hemen hemen sarı kostümlü,bıyıklarının iki ucu kozme kten dimdik, arabacınınyanında bir haremağası, genççe bir kadın gördükçeyarı beline kadar dışarı eğilen ve peşinden uzun feslisaray adamları koşan bir şehzade idi. Yaşım küçükolmakla beraber, bana pek gülünç geldi. Osmanlıtarihinde ilk kurucu ve savaşçı padişahların devriniokuyorduk. Bir Osmanoğlunun bu ilk görünüşünübir türlü hayalime yedirememiştim.Prenslerden birini de Direklerarası salaşlarınınbirinde, konferans, sinema, kanto, komik hep birarada, Meşru yet günlerinin \"şerefe veyamenfaate\", al üstünü tutmaz bir toplan sındagörmüştüm. Sessiz sinema lminde bir yabanî atterbiyesi sahnesi gösteriliyordu. Bir aralık locadan:- Sokulma... Sokulma... Tepecek... sesi geldi.Prens, lmde çi eli ata yanaşmak is yen bir

terbiyeciye haykırıyordu. Karanlıkta hepimizinkulağı, ışıklar yanınca gözleri onda idi.Hanedan ve prenslere dair başka ha ramyoktu. Biz bunları sevmiyorduk.Bununla beraber hanedansız bir devlet şekli deakla geldiği yoktu. Çok çok, genç bir prensesye ş rerek padişah yapmak, oğuldan oğulausulünü koruyarak, ih yar padişahlar devrinenihayet vermek gibi şeyler düşünüldüğünüduyardık.Geçenlerde son halife Abdülmecid'in yaveriYümnü Bey (General Yümnü), Mustafa Kemal'in ovakit veliaht olan bu prensi Anadolu'ya davete ğini yazdı. Hikâyenin doğru olduğuna şüpheetmiyorum. Ben de ha ralarını anla ğı sırada,İstanbul'da Harbiye Nazırı olsaydı, ne yapacağıüzerine konuştuğum zaman:- Vak gelince Anadolu'ya padişahı da berabergeçirirdim, demişti.

Hanedanın son talihi, Tev k Paşa sadrazamiken, Mustafa Kemal tara ndan Vahideddin'eBüyük Millet Meclisini tanıtmak tekli yürütülemediği zaman kaybolmuştur. EğerVahideddin bu teli kabul etseydi, Büyük MilletMeclisi hükûme ni tanımış olacak . İşgal kıt'alarıhiç şüphesiz sarayı kuşatacaklardı. Padişah, zindanhaline gelen bu saray içinde, ordunun ve mille ngözlerini ve gönlünü ayırmadığı bir mazlum vekahraman hâlini alacaktı.

Anadolu'nun zaferinden hiç şüpheleri kalmadığıvakit hanedan adına Prens Ömer Faruk Anadolu'yagelmek istemişse de, İnebolu'dan geri çevrilmiştir.Hanedan devri sona ermişti!Geçenlerde bana, Birinci Dünya Harbindentanıdığım bir ahbap geldi. O vakitler, İ hat - ve -Terakki sürgünlerindendi. Mütareke devrinin sarayve Hürriyet - ve - İ lâf tara nı yakından ve içindengörmüş olanlardandır. Bana anla ğına göreVahideddin, Mustafa Kemal'in gerçektenmemleke e faydalı şeyler yapabileceğine inanarakonu Ordu Müfettişliğine yollamıştır. Padişah veliahtiken, Almanya'ya Mustafa Kemal ile birliktegitmiş . Bu seyahat sırasında Mustafa KemalAlmanya'nın durumu ve gelecek hâdiseler üzerinene söylemişse, sonradan olduğu gibi çıkmış .Vahideddin'in kendisine güvenmesinin sebebi buidi. Enver ve arkadaşlarının aleyhinde olduğunu dabiliyordu.Hürriyet - ve - İ lâfçıların çoğu MustafaKemal'in Anadolu'ya gönderilmesini istememişler.

Hele Zeynelâbidin, ki par nin pek nüfuzluşahsiyetlerindendi, bir gün ahbabım kendisine:- Ben Mustafa Kemal'i bir defa gördüm.Kendisiyle dostluğum yok. Fakat bozgundaSuriye'de idim. Devle n, ordunun ve herkesin neyapacağını şaşırdığı o anarşi içinde bu komutanınordusunu nasıl tu uğuna ve rica nasıl idaree ğine tanık oldum, başkalarına benzemiyor,demesi üzerine Zeynelâbidin:- Sen onun gök gözlerinin içine bak. Bir rsatbulursa ne padişahlığı bırakır, ne de halifeliği...demiş.Yine bir gün bu ahbabım, Süleyman Nazif,mütarekenin meşhur gazetecilerinden biri, bir desonradan İstanbul'da nâzırlık e kten sonraAnadolu'ya geçen bir dostları ile oturuyorlarmış.Mustafa Kemal'den bahis açılmış. Ahbabım aynısözleri tekrarlamış. Gazeteci:- Yahu bana randevu vermiş . Gidip de birkonuşayım, demiş.

Gitmiş, neden sonra dönmüş, ahbabıma:- Hakkın varmış senin! Ne adam, ne adam...Olacak olanların hepsini önceden görmüş. Hemlâ a değil, harp ceridelerinden birer birer vesikalarıçıkarıp gösterdi, demiş.Sonra:- Ama birader, askerle İ hatçı bir adamdabirleş mi, gene tuhaf bir şey meydana çıkıyor. Bukadar akıllısı bile sonunda bana ne dese beğenirsin?Fırsat bu rsat imiş. Anadolu'da mukavemetetmekle kurtulurmuşuz. Müstakil devletolurmuşuz. İngilizler ar k asker gönderipmuharebe edemezlermiş. Düşünün, azizim, İngilizburada. Askerleri Anadolu'nun her yerinde, diyerekbir kahkaha atmış. Hepsi de gülmüşler.YalnızSüleyman Nazif:- Allah vere de abdala malûm olduğu gibi olsa...diye dua etmeyi unutmamış.

\"Bugün olacakları dün görmüş olan bu adamın,yarın olacaklar için düşündüklerine bir gerçekolabilir mi?\" diye düşünmek de hiçbirinin ha rınagelmemiş.***Zafer günlerine dönelim. İstanbulmilliyetçilerinin sesi, \"Yaşa!\"dan ibare . Henüzsiyasî işlerde ve dedikodularda hiçbir hissesi yoktu.Ankara ise, kaynaşmakta idi.Harpten sonra ih lâl mi? Hiç kimse bu hevestedeğildi: ''Bi rsek... Bi rmiş olsak!'' diyorlardı.Bunun da çaresi devlet düzeninde bir değişiklikdüşünmemek . Vahideddin şüphesiz hal'edilecek,yerine Abdülmecid Efendi geçecek . Barış olup daBüyük Millet Meclisi de Fındıklı Sarayı'na yerleşince,büyük sergüzeşti bir tatlıya bağlamış olurduk.Mustafa Kemal'i ne yapmalı idi? Zaferin hemenarkasından onun ar k siyasî işlerin Ankara'dakihükûmetçe görülmemesi lâzım geldiği kri ortayaçık . İstanbul'da henüz yazı yazan Hürriyet - ve -

İ lâfçılara göre de, Anadolu son sözü Bab-ı âli'yebırakmalı idi.Bir yandan hocalarda da halifecilik ve şeriathareke uyanmış . Mustafa Kemal'in padişahlığıkaldırmak gibi bir cinayet işlemesinden ödlerikopmakta idi. Çünkü onlara göre halifelikpadişahlıktan ayrılamaz. Cismanî nüfuz ve kuvve elinden alınamaz. Alınırsa şeriat yürümez.Mustafa Kemal ise bütün işlerin başındadır.Barış konferansı için hazırlıklar yapar. Ankara, ikidebir bu olup bi ler karşısında nasıl silkinip dedoğrulacağını bilmez. Zafer Mustafa Kemal'e öylebir i bar ve şeref vermiş r ki, orduda ve halkarasında bu tek adam, bir devlet kuvvetindedir.General Pellé İzmir'den ayrıldığı vakit bir harpgemisiyle Franclin Bouillon'u göndereceğinisöylemiş . O buluşmada mıdır, daha sonra birtemasları daha olmuş da ondan sonra mıdır,bilmiyorum. Notlarımın arasında Mustafa Kemal'inşu fıkrası var:

\"Franclin Bouillon barış konferansında benimbulunmamı is yordu. O vakit konferansın İzmir'detoplanması lâzım geleceğini söyledim. 'Çalışırım,fakat birinci sınıf devlet adamlarını İzmir'ege rmekliğim güçtür,' dedi. Ben gitmiyeceğimegöre konferansa kimi baş delege yapmaklığımıdüşündüğünü sordum:- İsmet Paşa'yı gönder! dedi.- Yapabilir mi?- Evet... En iyisini...\"Mudanya mütarekesini yapmış olmaklaberaber, Garp Cephesi Kumandanının kendisinebarış konferansı baş delegeliği teklif edileceğindenhaberi yoktu.Mustafa Kemal diyor ki:''Ankara'ya gi ğim vakit Hariciye Vekili YusufKemal Bey'le görüştüm. Barış konferansında başdelegeliği kimin yapabileceğini sordum: 'Onu siz

bilirsiniz!' dedi.'Meselâ İsmet Paşa?''Yapabilir.'Yusuf Kemal Bey'in vekillikten is fa ederekyerine İsmet Paşa'yı bırakması lâzımdı. Yusuf KemalBey feragatle vazifesinden çekildikten başka, kendiyerine İsmet Paşa'nın vekilliğe seçilmesini tavsiyeetmiştir.Bursa'ya gelmiş m. Kâzım Karabekir deberaberimde idi. İsmet Paşa'nın hiçbir şeydenhaberi yoktu. Telgraf gelince kendine her şeyianla m ve barış konferansında baş delegemizolacağını söyledim:'Kat'iyyen!' diye reddetti.'Git bir defa Fevzi Paşa ve Kâzım Karabekir'legörüş,' dedim.Fevzi Paşa hemen tavsiye etmiş. Kâzım

Karabekir:'Nasıl olur? Boşta generaller var!' cevabınıvermiş. Boştaki general kendisi idi.''Tuhaf hikâyedir: Karabekir'i ya ş rmak için, sizRuslarla antlaşma yap nız, hâlbuki Ruslar bukonferansa gelmiyeceklerini bildirmişler, sizinbulunmanız doğru olmaz, demişler. Kabul etmiş:''Öyle ise askerler gönderilmemelidir!'' demiş. Fakatbundan sonra Rusların konferansa ka lacaklarıhaberi alınınca:- Ar k benim gitmekliğim için mahzur kalk ,diyerek yeniden umuda düşmüş.Çok sonraları İsmet Paşa'ya bu delegelikmeselesini sormuştum. Bana:- Evet bu hiç ha rımda olmayan bir şeydi.Mudanya mütarekesi müzakereleri gibi birçalışmadır diyerek kabul e m. Lausanne'daçek klerimi tasavvur etseydim, gitmemekte ısrarederdim, demişti.

Barış konferansı delegeliğinin ikinci adayı RaufBey'di. Ama Kâzım Karabekir de, Rauf da kendibranşlarını yapacaklardı. Mustafa Kemal'e kendidediklerini dinliyecek ve şahsî şeref sağlamaduygularına kapılmıyacak biri lâzımdı.Mustafa Kemal ilk Kuvay-ı Milliye arkadaşları ilearasındaki uzaklığı gidermek için çalışıyordu.İstanbul'a gidecek kuvvetleri Refet Paşa'nın emrineverdi. Ordunun şehre girişini Eminönü'ndeseyre m. Belki ilk fe h günü de bu kadar sevinçligeçmiş r. Refet Paşa, Anadolu hükûme niİstanbul'a yerleş rmek ve işgal kuvvetleriotoritesini eritmek için bütün enerji ve hünerlerinikullandı.Türk askerinin İstanbul'a girişini gören YüzbaşıArmstrong der ki: ''Ruhumun isyan e ğiniduyuyorum. Türkler sanki Kanuni Sultan Süleymandevrinde imişler gibi düşünüyorlardı. İngiltereİmparatorluğu şere nin bütün Asya'ya karşı,çamurlara yuvarlanması gururumu yaralıyordu.\"Daha sonra Lausanne antlaşmasının imza

töreninde bulunan bir meşhur Amerikalı muhabirde yazısını şöyle bi recek : ''Garbın Şark önündeeğilişi, hiçbir zaman bu kadar aşağıca olmamıştır.''Ama kendi milletinin adamları Mustafa Kemal'leuğraşıyordu. Ekim ayının krizli günlerindeAnkara'da Mustafa Kemal'i devlet şekli üzerine birsöze bağlamak, yani saltanat rejiminin devamedeceği temina nı elde etmek için çalış lar. RaufBey başta idi. Kendisinden bir söz de almayamuva ak oldular. Mustafa Kemal ''Nutuk''undaşöyle diyor: ''Umumî ve tarihî vazifemden o güneait safhayı ifa ettim.''Henüz olmayan şartları boşuna zorlayanlardandeğildi. Fakat rsat, aynı ayın sonlarına doğrukendiliğinden eline geç : Devletler bizi barışkonferansına çağırırken, İstanbul hükûme ne dedavetname göndermişlerdi.Saltanat kaldırılmadıkça ve mille n kendikaderini yalnız kendi hâkim olduğu dünyayaanla lmadıkça, bu karışıklıktan kurtulmak ih mali

yoktu. ''Osmanlı İmparatorluğunun inkırazbulduğunu'' ve ''yeni bir Türk devle nindoğduğunu'' ilân etmek lâzımdı. Saltana kaldırmatekli Meclise geldi. İki kişi açıkça muhalefe ebulunarak padişahlığı müdafaa e ler. Bunlardanbiri, sonradan Mustafa Kemal'i öldürmek istediğiiçin İzmir'de idam olunan Lâzistan Milletvekili ZiyaHurşit'tir.Teklif ''Teşkilât-ı Esasiye, adliye ve şer'iyeencümenlerinden mürekkep'' bir karma komisyonaverilmiş . Komisyonda hemen medrese başınıdoğrul u. Saltanat hilâfe en ayrılabilir mi idi,ayrılamaz mı idi. Mecliste doğrudan doğruyaoylarını göstermiyenler işi bir teoriler çıkmazı içinesaplamak is yorlardı. Mustafa Kemal'in Meclisekarşı ikinci açık diktası bu encümende olmuştur.Dinleyiciler arasında idi. Önündeki sıraya çıkarakyüksek sesle haykırdı:- Hâkimiyet ve saltanat hiç kimseye hiç kimsetara ndan ilim kabıdır diye müzakere ile verilmez.Hâkimiyet ve saltanat kuvvetle, zorla alınır. Türk

mille bu hâkimiye kendi eline almış r. Şimdi bumillete saltana bırakacak mısın, diye sorulmaz.Mesele emr-i vakidir ve behemehal olacak r.Burada toplananlar, Meclis ve herkes meseleyiböyle tabiî görürse, muva k olur. Yoksa hakikatgene usulü dairesinde ifade olunacak r. Fakatihtimal bazı kafalar kesilecektir.Karma komisyon üyeleri bu ''izahat ile tenevvürettiklerini'' söyliyerek işi kısa kestiler.***Mecliste muhali er zaferden beri taşkınlık için rsat peşinde idiler. Zafer üzerine orduda ter leryapılmış . Yeni rütbeler hükûmet tara ndanverilmiş ve Meclis Başkanı Mustafa Kemaltara ndan onaylanmış . Muhali ere göre buMeclisin hakkına saldırmak . Başbakan Rauf Beyişte bir yolsuzluk olmadığını ileri sürdü.Muhaliflerden Hüseyin Avni:- Ben Meclis iradesini çiğneyenleri Yunanlı kadarmemlekete zararlı sayarım, diyordu.


Like this book? You can publish your book online for free in a few minutes!
Create your own flipbook