- Canım, siz kalabalıksınız. Sanayicisiniz. Belçikada öyle. Onu kendinize mi katacaksınız? Yahut aynıhâldeki Avrupa memleketlerini mi? Zaferdensonraki kazancınız ne olacak?Subay, kendi aralarında sık sık bu konu üzerinekonuşmağı âdet etmiş olacaklar ki ağzındankaçıverir:- Die Turkei!1918 Eylül ayındayız. Büyükada'daki YatKulübünde son Türk mevsimini tamamlamaküzereyiz.1914'e kadar, bankalar, şirketler ve piyasalargibi, kulüpler de Türklere hemen hemen kapalıydı.Şimdi ''Büyük Kulüp'' dediğimiz Cercle d'Orient'inresmî dili Fransızcadır. Bugünkü İstanbulKulübünün bir adı da İngiliz Kulübüdür.Padişahlıktan en küçük idare hizme ne kadar siyasîik dar biz Türklerde iken, Beyoğlu ve Galata tam birsömürgeciler yatağı, Osmanlı-Müslüman sını isebir proletarya ezginliği içinde idi. 1908 Meşru ye
saltanat devrinin 33 yıllık mabeyn ve Bab-ı âlioligarşisini de yık ğı için, büsbütün yaldızsız,gösterişsiz bir kalabalığa dönmüştük. İ hat - ve -Terakki Fırkasının Rumeli'den İstanbul'a taşınanmerkez-i umumîsi, uzun müddet, eski AlemdarMustafa Paşa takımına benzer, şivesi tuhaf,âdetleri ip daî, mizacı dağlı bir komiteciler vefedayiler ocağı gibi yadırganmış . Gece vak birpaşa, birkaç gazeteci öldürülmüş, bazılarınınka lleri hiç aranmamış, bulunanlar da merkez-iumumî nüfuzu ile korunmuştu. İlk Bab-ı âlihükûmetleri bu esaslı cemiye idare edenlerinkuklaları sanılırdı. Fakat merkez-i umumînin dehükmü Türklere idi. Hris yanlar tekin değildi.Ecnebiler ise büsbütün im yazlı idiler. Mahkemeleridahi ayrı idi.1914 Harbi başlayınca Beyoğlu çevrelerisindiler. Tekâlif-i harbiye denen rekizisyondan vepolisten korktukları için Hris yanların Türklereyanaşmak ve onlara hoş görünmek yolunututmaları tabiî idi. Kapitülâsyonları kaldıranİ hatçılar, ekonomi ve caret gibi, kulüpleri, ha a
otelleri de Türkleş rmek lâzım geldiğini düşünmüşolacaklardı. Merkez-i umumînin başlıca üyeleri harpyazlarında Büyükada'ya göç ederler ve YatKulübüne yahut kiralık köşklere yerleşirlerdi.Harp zenginleri ve karaborsacılar zayıfmizaçlılara sokulmak yolunu kolayca bulmuşlardı.Bir kılı kırk yaran ahlâkçıların nasıl olup da halksefale yle bir hızda artan, küstah ve sırı cıse hliğin iç yüzüne doğru bakmak merakınıduymadıklarına şaşardık.Yat Kulüpte iki parola vardı: Harbe devam vezafer.Zaferden en küçük şüphe imansızlıkladamgalanmak için yeterdi. Bir merkez-i umumîüyesi vardı ki kardeşi az zamanda harp zenginleriarasına geçmiş . Kendisi ise Yat Kulübünbahçesinde kir adamlarına bir iman korkuluğu gibigörünürdü. Çok dürüst kalmış da! Mu akih yaçlarını merkez-i umumî devle nin vermekteolduğu bu devirde kri uğruna yiyecek kuponlarınıtehlikeye koyabilecek pek az kahraman çıkmış
olması tabiî değil midir?- Zenginler bir gün işe yarar, düşüncesi de vardı.Sanki bütün bu zenginler paralarını İ hat - ve -Terakki hesabına birik rmekte idiler. Sonraları banaaynı kulübün bahçesinde, sağ elinin parmaklariylesol elinin avcunu göstererek:- İki milyon lirayı elimde gördüm, diyen SelânikliKarasu, İngiliz donanması İstanbul'a girdiktenhemen sonra İtalyan uyrukluğuna geçmiş .İ hatçı nazırlardan birinin korurluğu ile yüz binlerkazanan bir iş adamı, mütareke zamanıçocuklarının İsviçre'ye gidebilmesi için bilet parasıvermenizi rica etmektedir, dediğimde:- Nerede bende para? Kendim nasılgeçineceğimi düşünüyorum, diye yazıhanesininkapısını yüzüme kapamıştı.Talât Paşa da Berlin'den yazdığı bir mektupta,pek az bir borç yüzünden anasının kira evindena lmamasına yardım etmiyenlerden, acı acı şikâyeteder. Himayelerinde milyonerler ye şen bu İ hatçı
şe eri namuslu idiler. Talât Paşa Nişantaşı'ndakisadrazamlık konağına taşınmamış, ''Sonra çıkmasıgüç olur!'' demiş . Levazım Reisi İsmail HakkıPaşa'nın yolladığı hususî beyaz ekmeği geriyollayarak: ''Biz herkesle beraber rındannafakamızı alıyoruz!'' demiş . Bu çamur gibi, neidüğü belirsiz bir hamur parçası idi.Yat Kulübün bahçesinde yalnız Ziya Gökalp ileaçık konuşabilirdik. O ise saplı kirlerinin kapalıhavası içinde idi.1918 Eylülünde son buluşmalar hayli hüzünlüolmuştur. Donanmadan ve cepheden gelenhaberler iyi değildi. 1914'te bize:- Ya batacağız, ya çıkacağız! demiş olanlar,1919'daki kirleri ne olduğunu söylemek için ar kbizimle karşılaşmak fırsatını bulamıyacaklardı.Eylülün 27 nci günkü İstanbul gazetelerininbirinci sayfalarında üç sütun üzerine Veliefendi atyarışlarının haberleri ve resimleri vardı. \"Akşam''ınbaşlıca yazısı rahmetli Ömer Seyfeddin'in
edebiya a tenkidin faydası üzerine birkonuşmasıdır.Ertesi gün, birdenbire, Bulgar BaşvekiliMalinof'un İ lâf devletlerine barış teklif etmişolduğu ve Bulgar ordusunun dağılmağa başladığıhavadisleri İstanbul gazetelerinin yosunlu sudurgunluğu üzerinden çığlıklı bir dalga gibi geç .Halk e ârının al üstüne geldi. Gerçi Almankomutanı Makenzen'in Bulgaristan kargaşalığınıya ş rmak üzere Makedonya cephesine gi ğiyazılmışsa da, ar k kimseyi Alman mucizesineinandırmak imkânı yoktu.Son umut, iki taraf da harpten usanarakuzlaşmalı bir barışa varmak umudu i âs etmiş .Almanya henüz teslim olmadığı için, acaba biz debir tekli barış teklif etsek cezamızı ha etebilirmiyiz, İngilizleri bir defa daha Osmanlı Devle nikurtarmak krine ya rabilir miyiz gibi avutucuhayallere kapılıyorduk. Yat Kulüpte merkez-iumumî masasında bulunanlardan bir arkadaşnihayet bu kri ortaya atmak cesare ni gösterir.
Daha cümlesini tamamlamadan rahmetli DoktorNazım:- Türkler kancık değildirler, sonuna kadarAlmanlarla beraber... diye kesip atar.Ama Mareşal Alenbi'nin yaklaş ğı Halepİstanbul'a uzaksa da Franchet d'Esperey ordularıTürk Trakyasına yaklaşmak üzere idi.Vagonları üstünde ''Enverland'' yazılı Balkanzuğtrenleri artık Berlin istasyonundan kalkmıyordu.Yat Kulübü Rumlar teslim almağa hazırlanmaktaidiler. Gelecek yaz, kulübün kapıları Türklerekapanacak . İçeride Yunan zaferleri şere neyapılan şenlikleri görüp kahrolmamak için arkasokağından bile geçmiyecektik.Bulgar orduları çözüldükten sonra, İstanbulüzerine yürüyen General Franchet d'Espereyordularını hangi kuvvetle durduracak k? Sonradanduyduğumuza göre General Franchet d'Esperey'nin kri hiç durmadan İstanbul'a yürümek ve Osmanlı
Devle ni, olduğu gibi sarayı ile Bab-ı âli'si ile, varıyoğu ile teslim almakmış. Hatta dünkü müttefikimizBulgarlar, kendileri mümkün olduğu kadar azziyanla kurtulmak için, ordularını bize karşıkullanmak üzere Franchet d'Esperey'nin emrinevermeyi teklif etmişler, general reddetmiş.Böyle korkunç kaza ve kader günlerindesorumlu ik dar ile halk arasına nasıl onulmaz biryabancılık girer, nasıl en yakınları bile ikbaldekilerinyanından kaçıp kaybolmak ister, ömrümde ilk defagörüyordum. Ordu ve polis baskısından biraz nefesalabilse halk ik darı ayakları al nda çiğniyecek .Harbe girerken ona sormuşlar mıdır? Halk, açlık veyoksulluk çekerken, yüz binlerce delikanlıcephelerde can verirken, şehirler ve ülkeler birbiriardına düşman ordularının eline geçerken, onuzafer-i nihaî edebiya ile avutmamışlar mıdır?Hiçbir saldırış olmamışken, Mısır ve Ka asyaüzerine fe h akınları ile harbe giren ik dar, şimdidönüp de halka nasıl:- Ne yapalım, talihimiz yokmuş, mahvolduk!
diyebilirdi?Merkez Komutanlığı ve polis henüz emirlerindeolduğu için eski nazırlardan bir kısmının eskicakalarından hiçbir şey feda etmediklerini görmekde gönül kırıcı bir şeydi. Sanki devlet batmakla,kendilerine karşı bir kusur işlenmekte idi.İ lâf devletleri İ hat - ve - Terakki liderleriniayrıca şahıs şahıs cezalandıracaklarını ilânetmişlerdi. Halk için bir ölüm-kalım, ik dar içinsadece bir ölüm günü yaklaşmaktadır.Gazeteciler Wilson prensiplerinin dünyayahükmedecek yeni esaslar olduğunu yazarakhavanın ağırlığını biraz gidermeye çalışmaktadırlar.Acaba Osmanlı İmparatorluğunun bu prensipleregöre tas ye edilmesine razı olduğumuzu bildirsek,Hicaz'ı, Suriye'yi, Filis n'i ve Irak'ı kaybetsekTürklerin vatanını kurtarabilir mi idik?Almanya'dan hiçbir umut kalmadığını görenİ hatçılar, par lerinin yerine eski liderlerdenhiçbirinin bulunmadığı yeni bir par kurmak ve
harp suçluları arasında sayılmıyan İzzet Paşa'nınreisliği al nda, harp poli kasını tenkit edenarkadaşları ile bir hükûmet kurmak çaresine başvurdular. Yeni partinin ismi ''Teceddüt'' idi.8 Ekimde Talât Paşa is fa e . Ben BahriyeNazırı Cemal Paşa'nın Hususî Kalem MüdürMuavini idim. Nazırım son günlerde pek bitkin,âdeta ağlamalı idi. Kendisine bu hizmete yedeksubaylıktan geldiğimi, memurluk mesleğimolmadığını söyliyerek, çarkçı mektebinin edebiyathocalığını istedim. Kabul e , son emirlerindenbirini benim için yazdı.Bunun bile kaç günlük bir şey olduğunu kendikendime soruyordum.Bir devle n ba şı günlerinde idik. Düyun-uUmumiye İngiliz Dainler Vekili Sir Adam Block,1914'te harbe girmemiz üzerine İstanbul'danayrılacağı zaman şöyle demişti:- Eğer Almanya kazanırsa, siz de Alman kolonisiolacaksınız. Eğer İngiltere kazanırsa mahvoldunuz!
Harbi İngiltere kazanmıştı.***İstanbul pek susturucu bir asker sıkın sı al ndaidi. Harp müdde nce halk yalnız bir defa hıncınıdoyurabilmiş . O da gene sessizce Sultan Hamid'intabutu arkasına takılmaktan ibare . Alay yoluüstünde bazı pencerelerden başlarını uzatankadınlar:- Kırk paraya ekmek yediren, yirmi parayakömür yak ran padişahım, bizi kime bırakıp dagidiyorsun? diye inlemişlerdi.Harbin sonlarına doğru, ar k hiçbir şeyummayan, bir zaferi de bildirse hiçbir haberesevinmiyen halkın bu sessizliğinden ik dara vehimmi geldi, nedir, ''Gazetelere biraz serbestlikversek...'' derler. Kimi bunun havadaki zehri almakgibi faydası, kimi de zararlı olacağını söyler. TalâtPaşa gülümsiyerek:- Sanki ne olacak sanıyorsunuz? Hürriye
buldular mı gazeteciler birbirlerine hücum ederler,halkı da hükûmeti de unuturlar, cevabını verir.İyi de sezmiş. Gazeteler nefes alınca, bir şekeryolsuzluğu dedikodusu üstünde birbirlerinegirmişler, hücum etmek için gene de kendikendilerini arayıp bulmuşlardı. Fakat İzzet Paşakabinesi kurulunca mesele değiş . Hürriyet - ve -İ lâfçı yazarlar, gazetelerde göründüler. Daha ilkgünden nasıl bir iç boğazlaşmaya doğru sürüklenipgittiğimizi anlıyorduk.İzzet Paşa kabinesi harpte İzmir İngilizlerineyardım eden vali Rahmi Bey veya harp esiri olarakbizden pek iyi muamele gören General Tavshendgibi bazı şahsiyetlerle ortalığı yokladıktan sonra,Mondros Mütarekesini imzalamaktan başka çareolmadığını gördü.Sonradan Ali Çe nkaya ve bazı arkadaşlarınınbu mütarekeyi imzaladığı için Rauf Bey'e (Orbay)niçin hücum e klerini anlamak güçtür. MondrosMütarekesi o günkü şartlar içinde seçmek zorundaolduğumuz felâketlerin en ha idi. Ya mütareke
yapacak k, yahut General Franchet d'Esperey,orduları ile İstanbul'a girerek devlete el koyacaktı.Mesele namuslu hükûmet adamlarınınmütareke şartlarının kötüye kullanılmasınıönliyecek karakterde olması idi. Bir millî bütünlükkurmamızda, düşman pençesi al nda birbirimizegirmemekliğimizde idi. Bir ahlâk im hanıgeçirecektik.Bir müddet sonra limanda düşmandonanmasını ve şehirde Hris yan nümayişlerininasıl görüp katlanabileceğimizi elimizle kalbimizisıkarak düşünüyorduk.Gerçi daha beteri olduğunu da ha rlamıyorduk.Ya Çar Rusyası 1917'de yıkılmamış olsaydı?Mü e klerle aralarındaki anlaşmaya göre İstanbulSakarya kıyılarına kadar Rusların mülkü olacak .1918'in o haftalarında Rus orduları kumandanı, ÇarNikola'yı Dolmabahçe Sarayı'nın rıh mındakarşılıyacak . Daha neye uğradığını bilmeden,doğudan güneye doğru, Adana'ya kadar uzayan bir
Ermenistan kurulacak . Lenin çarlığı devirdiğisırada, Rus ordularının nerede ise Sivas kapılarınadayanmış olduğunu unutuyorduk.Henüz İstanbul'da bulunan Cemal Paşa, AliKemal'in kendi hakkındaki bir yazısı üzerine küçükbir açıklamasını gazetelere koydurabilmek için beniBoyacıköy'deki yalısına çağırdı.- Gazetelerin taşkınlığını görüyorsun. İzzet Paşakabinesi yarı yarıya bizden. Şimdiden şahıslarımızahücum ederlerse, yarın ne yapmazlar? dedi ve RefikHalid, Celâl Nuri, tarihçi Ahmet Re k gibi bazı yazarisimleri sayarak kendilerine biraz para vermesifaydalı olup olmıyacağını sordu.- Bilirsin ki ben paralı bir adam değilim, dedi.Enver Paşa'da Alman gizli ödeneğinden kırk beş binlira kalmış. Bunun on beş bin lirasını bana, on beşbin lirasını Talât Paşa'ya verdi, gerisini de kendinealıkoydu.Bu paranın memleke en kaçarak dışarıdahizmet imkânları aramak için bölüşülmüş olduğunu
bir iki gün sonra anladım.Daha birkaç gün öncesine kadar son san minekadar kâğıdının parasını ödemiş olduğu CelâlNuri'nin gazetesinde bile onun yazısına iki sa rlıkyer bulamadım. Her zaman olduğu gibi ''ehibbââdâyi şive-ı yağmada mephut'' etmek üzere idi.Bir akşam üstü binbir tasa ile başım ve gönlümağır, Büyükada iskelesine çıkarken biri geldi, elimebir zarf tutuşturdu. Sonra da:- Acaba Halide Edip Hanımı nerede bulabilirim?diye sordu.Cemal Paşa'nın mektubu şu idi: ''Oğlum FalihRı ı, memleke n galeyanı, avam kitleleriniayaklandırmak için bazı eclaf (reziller) ve esali n(se ller) teşebbüsleri beni her zaman için bazınahoş tecavüzlere maruz bırakabilirdi. Memleke nhayır ve selâme ne hizmetkâr olmaktan başkahiçbir emel beslememiş olan benim gibi bir adamınesa l-i nas'ın çarıkları al nda kalmayı istemiyeceğibedihidir. Binaenaleyh memleke e sükûn avdet
edinceye kadar, daha doğrusu aramıza girecek olanecnebi kuvvetleri sulh olup vatanı gene münhasıranmille n eline bırakıncaya kadar maddî hakaretlerinye şemiyeceği bir yere çekilmeyi münasip gördüm.Siyasî ve idarî ef'al ve icraa nın hesaplarını vermeğeher an hazır olduğumu herkesten fazla sen bilirsin.Verdiğim talimatlar dairesinde hareket ederekhukuk ve haysiye mi vikaye (korumak) etmeğeçalışacağıma i mat ediyorum. Vesikalarımı evvelkigibi kullanarak aleyhimde yapılabilecek her türlüi iralara cevap verebilirsin. İnşallah dönüşümdeseni mes'ut ve müsterih görürüm. Gözlerini öperimoğlum. Boyacıköy 1 Teşrinisani 1334 (1 Ekim1918)\"Mektubu Süleyman Nazif ve CenapŞahabe n'e de göstermekliğimi ve Yahya Kemal'eselâm söylemekliğimi de mektubun kenarınayazmış . Süleyman Nazif ve Cenap Şahabe nvak yle Suriye'ye gelmişler ve onun yardımı ile ipekalıp satmışlardı. Yahya Kemal de Bahriye Nazırlığıambarından besledikleri arasında idi. Celâl Nurigazetesinde dünkü efendilerinin gitmelerini beş
sütuna iri punto ile şöyle haber verecek : Ferre,yefürrü, rara... Nazif ve Cenap, adını bileağızlarına almıyacaklar, Yahya Kemal ise ilksövenlerden biri olacaktı.Böyle çöküşlerde herkes başının derdine düşer.Tek korunma çaresi geçmişe saldırmak r. Hücumsa arında, çok defa, dost düşmanın önüne geçersebuna hiç şaşmamak gerek ğini kitaplardaokurdum. Mütarekede kendim de görüyordum.Bu mektubun ''verdiğim talimatlar dairesinde''ve ''resmî vesikalarımı kullanarak'' sözleri yüzündensırası gelince anlatacağım üzere az dahaasılacak m. ''Talimat vermek'' sözü Suriye ve GarbiArabistan Umum Kumandan ve Bahriye NazırıCemal Paşa'nın bir ''kalem alışkanlığı'' idi. Resmîvesikalara gelince bende bir kâğıt parçası bile yoktu.Sonradan işi ğime göre bazı dosyalarını Sey adında bir adamına bırakmış, o da korkudanyakmıştır.Talât Paşa da Sadrazam İzzet Paşa'ya birmektup yollamış : ''Pek muhterem ve mübarek
tanıdığım İzzet Paşa hazretlerine, memleke n birmüddet ecnebi nüfuz ve tesiri al nda kalacağınıanladım. Buna rağmen memleke e kalmak vemillet karşısında muhakeme olmak krinde idim.Bütün dostların bunu â ye (gelecek) bırakmak içinısrar e ler. Zat-ı fahimaneleri ile is şareedemedim. Müşkil mevkide kalacağınızı çokdüşündükten sonra sarf-ı nazar e m. Bütünhayat-ı siyasiyemde hede m memleketenamuskârane ve fedakârane hizmet etmek idi (1).Bütün serve m zat-ı şahanenin ikram e ğiotomobil parası ile her ay ar rdığım yirmişerliradan bin al yüz liralık is kraz-ı dahilî bedelindenve bir de dört arkadaşımla birlikte kiraladığımızçi liğin devri ile hasıl olan paradan ibare r. Bununbir kısmını aileme terk ederek bir kısmını yanımaaldım. Bundan başka nesneye malik değilim.Millete hesap vermek ve muhakeme olunarak tayinedilecek cezayı kemal-i cesaretle çekmek isterim.İşte zat-ı fahimanelerine söz veriyorum.Memleke n ecnebi nüfuz ve tesirinden azadekaldığı gün ilk telgra nıza itaat edeceğim. Kemal-ihörmetle ellerinizi öperim, Muhterem Paşa
Hazretleri. 2 Teşrinisani 1334 (2 Ekim 1918)\"En yakın gelecekten bile haberli değildi.İstanbul'da tam bir çökme, maddî ve manevîçökme devrine giriyorduk. İzzet paşalar da silinipsüpürülecek, İngiliz subaylarının emirlerindeki birKürt paşasına kanıp divanlar kuracak . Eskisadrazamın, Harbiye ve Bahriye nazırlarınınadlarını, sanıklar arasında, şöyle okuyacaktık: ''TalâtEfendi, Enver Efendi, Cemal Efendi...''Gene o günlerde son zamanlara kadarseviş ğimiz ve Bahriye ambarından beslenmesineyardım e ğim Ahmet Hâşim'in, İngiliz casusu SaitMolla'nın ''İstanbul'' adlı gazetesinde çirkin biryazısı çık . Suriye'de Edip Hanım bir sihirbaz kazanıkarış rırken ben nasıl şampanya içermişim. HalideEdip Hanım Beyrut'ta mektep işlerine bakardı.Kendisini hiçbir suvarede gördüğümüha rlamıyorum. Açlarla, ye mlerle uğraşır veCemal Paşa'nın yanında biraz nüfuzu varsa, yalnızonlar için kullanırdı. Ben ise nihayet bir yedeksubaydım. Başkalarından farkım, ara sıra ''Tanin''
gazetesine edebî yazılar yazmak, hususî kalemişlerine bak ğım için de ordu kumandanı ileberaber İstanbul'a gelip gitmekti.Mütarekeye cebimde 25 lira ile çıkmış m.Çarkçı mektebinden aldığım aylığı ha ada iki gecekaldığım otele bırakırdım. Bu yazı hayli gücümegi . Birkaç sa r karaladım. Gene benim vasıtamlabunca iyilik gören gazeteye gi m. Celâl Nuri'yigördüm: ''Vay edepsiz vay!'' dedi. ''Hem siz ha fyazmışsınız, bana bırakınız. Hakkından geleyim!''Ertesi günü gazeteyi aç m; hiçbir şey yok.Telefonla aradım. Biraz soğuk: ''Biliyorsunuz, şimdiİ hatçılık davası var. Siz de damgalı sayılırsınız.Gazete için bir şey değil... Fakat size fenalığımızdokunmasın diye yazmadık!'' dedi.Zavallı Hâşim, bir ruh hastası idi. Sonra genebarış k. Ölmeden önce son defa beni Haydarpaşagarında uğurladığı vakit görmüştüm. Bu da tedaviedilmek üzere Almanya'ya gidebilmesi içinkendisine bir para yardımı sağlamış olduğumdandı.Geçmişteki öyle bir vak'adan sonra kendisi ile hâlâ
nasıl görüşebileceğimi soranlara:- Ne yapayım, hoşlanıyorum. Siz tütüne kızarmısınız? Veya en yede ahlâk arar mısınız? diyecevap verirdim.Gücüme giden bir olayı da anlatayım: BahriyeKurmay Başkanı Rauf Bey'in (Orbay) Cemal Paşa ilearası iyi değildi. Olabilir. Onun yerine BahriyeNazırlığına geldi.Cemal Paşa son ik dar günlerinde beniçağırarak:- Biliyorsun, bana Adana'dan dilediğim hayırişlerine harcanmak üzere bir hayli para verilmiş .Yirmi bin lirası ar , İstanbul'a ge rdim. Kendiadıma vezne kasasındadır. Fakat benim paramdeğildir. Acaba nereye verebilirim? diye sordu.Türk Ocakları ha rıma geldi. Ocağın kimsesizçocukları okuttuğunu da biliyordum:- Çok iyi... Parayı al, götür. Halide
Hanımefendiye teslim et. Nereye harcıyacağını odaha iyi bilir. Senedi al, getir dedi.Dediğini yap m. Halide Hanım da pek sevindiidi.Bir gün beni Bahriye Nazırı Rauf Bey'in istediğinisöylediler. Gittim:- Son günlerde vezne kasasından 20.000 liraçekilmiş. Nedir bu? dedi.Hikâyeyi anla m. Paranın Bahriye ile hiçbirilişiği olmadığını da sözlerime ekledim. Cemal Paşamemleke bırakırken alıp götürse de hiçbir şeyçıkmazdı. Rauf Bey:- Ocak mı? Türk Ocağı ha... Ben öyle şeydinlemem. Ya gidip geri alarak ge rirsin, yahutCemal Paşa'yı da, Halide Hanımı da, sizi degazetelere veririm, dedi.Parayı geri verdik.
***13 Kasımdan beri düşman donanmalarıİstanbul limanındadır. Harp suçluları ile poli kazenginlerinden çoğu memleke en kaçmışlardır.Hiçbir günahları olmadığını sananlar, meselâHüseyin Cahit ve Cavit, gazetecilere:- Kaçmadık, hesap vereceğiz, derler.Boşuna bir iyimserlik r bu. Hürriyet - ve - İ lâfgazetelerinin suçlu suçsuz ayırdığı yok. Eskimuhali erin başta olmak üzere çıkardığı yahutyazdığı gazeteler memleke harbe sokanlarlaErmenileri ''tehcir'' edenlerin hemen yargılanmasınıistemektedirler.Daha fenası var: Harp müdde nce Tasvir-i E ârgazetesini birlikte çıkaran Yunus Nadi ile VelidEbüzziya ayrılmışlardır. Yunus Nadi ''Yeni Gün''gazetesini kurmuştur. Nadi, bir İ hatçı vemilliyetçidir. Velid'in de vatanseverliği sözgötürmez. Düşman zırhlıları Galata rıh mınayanaş ğı günlerde Velid, Yunus Nadi ile
hesaplaşmaya kalkmış r. İki memleket gazetesiamansız bir boğazlaşma hâlindedirler.Bir manevî çözülüş içindeyiz. Edebiya a birkelime olarak kullandığımız ''inkıraz'' denen şey bumu idi?Milliyetçi Türk ne yapacağını, ha a nedüşüneceğini bilmez. Yaşamaksa, nasıl ve niçinyaşamak? Ölmekse, nerede, nasıl ve niçin ölmek?Acaba bize ne yapacaklar? Koyu Türklüğündeşüphe olmıyan Yahya Kemal bana gelir:- Ah parçalamasalar... Bari İngilizler vatanımızıtoptan alsalar... Mısır gibi olsak... Mısır, Osmanlıhıdivinin yarı-köle Mısırı aklını şaşıran milliyetçininbomboş hayalinde bir bah yarlık serabı gibi buharbuhar tüter.- Çünkü, diyor, Tanzimatçılar bir millet değil, birvatan yapmaya çalış lar. Tarih gösteriyor ki eğermillet kalırsa, kaybolan vatanı yerine koymakimkânı vardır. Biz parçalanırsak, elden ele geçersekmillet olarak kalabilir miyiz? Devle n çekildiği
yerlerde Türklüğün tükendiğini görmüyor muyuz?Fes Köstence'de hamalın, Filibe istasyonundapabuç boyacısının başında kalmış...Hürriyet - ve - İ lâfçılardan bir kısmının basit birformülü var: Düvel-i muazzamanın adale nesığınmaktan başka çaremiz yoktur. Eğer onlaragünahlarımızı a e rmek is yorsak, hemendarağaçlarını harpçiler ve İ hatçılarla donatmayabakmalıyız.Bir kısmı o kadar öççü ki âdeta sevinç içinde.İkide bir yüzünüze:- İşte battık... der.Bu sözü de:- İyi ki battık... der gibi söyler.Biraz isyan etmek isterseniz:- Hâlâ mı o kafa? diye bir kahkaha püskürür.
Yaşamak ve beklemek lâzımdı. Genç ve cesaretliidim. Gazeteciliğe a lmak is yordum. O sırada''Akşam'' gazetesinin ortaklığı fırsatı çıktı.Bab-ı âli caddesinde Reşid Efendi Hanının birkaçodasına sığınan ''Akşam'' gazetesi kötü baskılı, azsa şlı, avuç kadar bir şeydi. Üç ortağın -NecmeddinSadak, Kâzım Şinasi ve Ali Naci- yazıcıdan fazlasermayeye ih yaçları vardı. Bir dostumuzteşebbüsü ele aldı. O, Yahya Kemal, Fazıl Ahmet,Rıfat Müeyyet ve ben Akşam sahipleri ile beraberbir şirket kuracak k. Günlerce toplanarak,konuştuk, dağıldık. Nihayet ben babamdan kalmaevin sa şından ar rdığım beş yüz lirayı ya rdım,İngiliz Rıfat diye tanınan Rıfat Müeyyet de parasınıverdi. Beş ortak olduk.Bab-ı âli camiinin bi şiğindeki kırmızı ahşapbinayı vak yle İ hat - ve - Terakki tutmuş. İçine biriki düz makine yerleş rmiş. Maksat ''YeniMecmua''yı çıkarmak. Hepsi merkez-i umumîüyelerinden Küçük Talât'ın üzerinde idi. Ben ''YeniMecmua''yı da çıkarmak şar yle, binayı ve
makineleri devraldık. Ziya Gökalp'ın dergisiniziyanına katlanmak mümkün olduğu müddetçeçıkardım.Yeni bina ayaküstü olduğundan, elverişli birtoplan yeri idi. Üst kat odalardan bir kısmınısonradan Matbuat Cemiye ne kiralamış k.İstanbul'un kalbur üstü yazarları ve fikir adamları ilesık sık buluşur, dertleşirdik. Ben gazetenin üçüncüsayfasının başında ''Günün krası''nı yazıyordum.Yakup Kadri de bi şiğimizdeki ''İkdam'' gazetesininikinci sayfasına yerleş . Pek az, geçindiremiyecekkadar az kazanıyorduk. Hiç olmazsa, içimizidökebiliyorduk.Ara-kabine düşerek yerine Tev k Paşahükûme geçmiş r. Ar k saray ve saraylaoynayanlar, Bab-ı âli üzerinde tam hükümleriniyürütmektedirler. Hürriyet - ve - İ hatçılar dapadişahı ele geçirmeğe uğraşmaktadırlar. Tev kPaşa kabinesinde Hürriyet - ve - İ lâfçı Rıza Tev k'iMaarif Nazırı olarak buluyoruz.Bir gün köprüye doğru gidiyordum. Bir
otomobil durdu, içinden gülerek, seslenerek RızaTev k indi, karşı kaldırımda bir İngiliz yüzbaşısınadoğru yürüdü. Bir şeyler anla ğı zaman, yüzbaşısoğuktu bile...Bir Osmanlı nazırı için bir İngiliz yüzbaşısındanil fat görmek... O, şimdi, daha bir yıl önce Şamsokaklarında bir Suriyeli eşra n bir Osmanlıkumandanı ile selâmlaşabilmesi kadar, göstermeğeve gösterişe değen bir hâdise idi.1908 Meşru ye nin ilk devirlerinde tenkitlerinisevmedikleri için Zeki Bey, Hasan Fehmi ve Samimgibi gazetecileri birer gece kurşunu ile yere serenfedayilerden hiçbirinin, her gün üç dört sütunbütün efendilerine, şere erine ve tarihlerinesövdükten sonra, tek başına, ferah ve kibirli,''Sabah'' gazetesinden köprüye yaya inen AliKemal'e yan baktıklarını bile görmüyorduk.Atatürk hakkında ''Bozkurd'' kitabını yazanArmstrong, mütarekede İngiliz subayı olarakİstanbul'a gelmiş r. Bir başka kitabında tatlı su
Osmanlılığı, Hürriyet - ve - İ lâf Türklüğü veBeyoğlu Hris yanlığının İstanbulu hakkında şu krisöyler: ''İstanbul şehri bir yara. Burada büyükidealler ve ilhamlar yok. Burası kirli sokaklardayaşayan bayağı insanların şehri. Burası entrika,rezalet, hile, korkaklık karargâhı. Hain erkekler venamussuz kadınlar şehri.''Zamane şeyhülislâmının kendi kapısındagörüşme nöbe beklediğini de yine bu subay aynırisalesinde yazar.General Franchet d'Esperey köprü başındanbeyaz bir ata binerek ve a ürktüğü için kendiniselâmlayan mızıkayı kırbaciyle susturarak, Galatanümayişçileri arasından Beyoğlu'na çık . Bu beyazat, fe h resimlerinde İkinci Mehmed'in suya atsüren 465 yıllık hayaletini çiğnedi, geçti.Öğle üzeri padişahı kovarak DolmabahçeSarayı'na kendi yerleşmek istediği havadisiniduyduk. Acaba Fransız generalini DolmabahçeSarayı üzerinde kendi bayrağını dalgalandırma krinden caydırmak mümkün olacak mı idi? Bütün
kaygımız bu...Rahmetli Süleyman Nazif, gazetelerden birinde,bu giriş gününe ''kara gün'' adını vermiş r ve birkaçsa rlık bir kra yazmış r. Franchet d'Esperey bunuhaber alınca:- Hemen yakalayınız, kurşuna diziniz, emriniverir. Kim bilir kimlerin ricaları üzerine DolmabahçeSarayı'na yerleşmek ve Süleyman Nazif'i kurşunadizdirmekten vazgeçer.Bu çözülüş gi kçe ağırlaşarak Yunanlılar İzmir'eve Mustafa Kemal Samsun'a çıkıncaya kadar sürüpgidecektir.İstanbul'da hayat denebilecek ne varsa, birkaçgün içinde Türklüğün havasından çık . 1911'den,hele Rumeli'yi kaybe kten beri durmadan düşenİstanbul'un Birinci Dünya Harbinde çekmedik çilesikalmıyan Müslüman semtleri bir göçüş hâligösterir. Hemen bütün mülkler, mücevhere benzerşeyler Emniyet Sandığına veya tefecilere rehinverilmiş r. A na Bankası, Türk malı sa n alacak
olanlara hesapsız kredi açar. Gazetelerde ikide bir,satmayınız, göçmeyiniz, konulu yazılar okursunuz.Kendi kendime düşünürüm: Eğer o hâl devametseydi ne olurduk? Padişahın sarayından sonmemurun yuvasına kadar, cemiye n başı hazneyebağlı idi.Galata kaynaşmakta, Beyoğlu şenlik içinde, bizise şehrin bu yakasında birbirimizin boğazınasarılmış, sövüşüp duruyorduk. Sevmediklerindenöç almak için işgal casuslarına yanaşanlar çoktu. Birsabah gazetelerde Asquit'in şu sözleriniokumuştuk: ''Asırların gördüğü en aşağılık idareyitahrip ederek ileriye doğru bir adım a k. Büyükhasta, ölüm döşeğinde. Birçok defalar pişmanlıkge rmiş r. Bu hastanın milletler ailesi ortasında, birşer kuvve olarak son günlerini yaşadığını umutedelim. Mezarı üstüne yazılacak kitabenin neolacağını bilmiyorum, fakat Osmanlı Devle birdaha bâs-ü bâdelmevte nail olamıyacaktır.''Hemen o gün Maarif Nazırı:
- Elbet. Elbe e, diyor, mağlûp değil miyiz?İstediklerini yapacaklar.Ertesi gün halkın yılgınlığı içinden bir ses çıkıyor.Bu ses Kadıköy kadınlarınındır. Kimdi bu hanımlarbilmiyorum. Gazetelerin koymaya cesaret e kleritelgraf şu idi: ''Çanakkale müdafaasını yapanşehitlerin muazzez ruhları önünde Türk kadınlığınave medeniyet âlemine hitap ediyoruz. Limanımızagirdiğini gördüğümüz ahenin kalelerin karayaçıkardıkları yarım milyon askeri denize dökenmille mizi mağlûp addetmiyoruz. Peçelerimiziyırtan, sonra da cihan hürriye namına harpe klerini ilân edenlere teessüf ediyoruz. Millîhukukumuzu ve isme mizi muhafaza edecekhükûmet ve erkek yoksa, biz varız.''Böyle seslerle ara sıra , yanmış yüreğimizinserinliğini duyardık. Bu sesler Anadolu ih lâlinin ilkmüjdeleri idi.O günlerde halk kâbuslarından biri deAyasofya'dır. Ara sıra İstanbul semtlerinin sessiz vegamlı durgunluğu üstünden bir ürperiş geçerdi. Bir
gün öğleye doğru Gülhane kapısındanSultanahmed'e doğru çılgınca bir akına rastladım.Sanki dalgalar beni kaptı, içine kattı.- Ne var? diye soruyordum.Heyecandan bitkin sesler:- Ayasofya'ya çan takacaklarmış... diyor.Camiin kapısına kadar gidiyoruz. Avlusundasilâhlarını çatmış, ayaklarını germiş askerler var.Rahat bir nefes alıyoruz.Bunlar kıravatsız, raşlı, eski esvaplı fakir halkadamları...Karşı yakadan gelen haberler ise kötüdür. Tatlısu Türkü, halk ıs rabından sıyrılmanın veyabancılara sokulmanın yolunu bulmuştur. İşte sizeo zamandan kalma bir not: ''Orada İngiliz zabi nindizini bacağı ile saran kadın. Barlar, kabareler,mızıkalar. Burada sandıklarının dibini karış rarak
son işlemeli peşkirini ve gümüş parçasını arayanhalk kadını. Bedestende üstleri başları eski, sesleri triyerek, bezirgândan yat sormağa utanan,sapsarı yüzlerinde köklü bir İstanbul hüznüyaşlanan kadınlar...''İngiliz subayı Armstrong'un da notları vardır:''İstanbul'da hayat şen, günahkâr ve zevkli idi.Gazinolar içki ve dans ile dolu idi. Vatanını düşünenyoktu. Tokatlıyan'a gidip orkestrayı dinlemek, güzelkızları bakışlarla yakalayarak masalar arasında dansetmek, Marmara adalarına giderek denizde yüzmekhoştu. Evler, arabalar, motörler emre hazırdı. Şişlitara nda Türk hanımlarının da ka ldığı çaylarverilmekte idi. Bu hanımlar beni kırık dökükTürkçemle konuşmağa teşvik etmekte ve benimçok iyi Türkçe konuştuğumu söylemekte idiler.Hâlbuki bu doğru da değildi. Fakat o kadarmethediyorlardı ki pabuçlarımın ayağımdauzadığını, mahmuzlarımın her yere takıldığınıhissediyordum.''''Ateş ve Güneş''i bugünlerde çıkardım.
Durmadan kötülenen geçmiş içinden milletkahramanlığının birkaç hikâyesini kurtarmağaçalışıyordum.Bir iki rçaya daha ih yaç var. İstanbul'unmütareke dekoru içine Rusların göçünü de katmaklâzım. İh lâl ordularının yıkılmasından umutkesilmiş r. Hanedanın sağ kalan prenslerinden,çarın son Hariciye Nazırı Çarikof'a kadar, generaller,amiraller, Bolşeviklerin elinden yakasınıkurtarabilen bütün burjuvalar İstanbul'a geliyor.Yıkılan Rusya, Osmanlı saltana nın başken nesığınmaktadır.İngilizler, yerli Hris yan polisleri aracılığı ileşehrin içinde ve yazlıklarında Türk ailelerinievlerinden kovmakta ve göçmenleriyerleştirmektedirler.Yuvalarını ellerinden almak şantajı al nda Türkhalkı soyulup durmaktadır. İstanbul'a kendiordularının ve donanmalarının arkasından, ''sahip''ve '' ''hâkim'' olarak gelecek olanları, şehrinsokaklarında sürünür görmekten bile, vatan acısı
ile, ferahlanamıyoruz.Eski Erzurum valisi rahmetli Tahsin Beyanlatmış . Harpten önce Beyoğlu Mutasarrı ikenkendisine haber verirler. Rusya BüyükelçisiBüyükdere rıh mı üzerine dikilen telefondireklerinden sefarethane karşısına düşenlerinhemen kaldırılmasını ister. Yoksa kavasları ilesöktürüp denize a racağını söyler. Yüreğininyumuşaklığına ge rip izin almak imkânı olupolmadığını bir denemek için mutasarrıf, BüyükdereRus elçilik binasında se r hazretlerini görmeyegitmiş. Kapıdan girdiği vakit, se r merdivenlerdeninmekte imiş:- Kimdir bu adam? diye sorar.- Beyoğlu Mutasarrı imiş, sizden bir ricadabulunmaya gelmiş, derler.- Beyoğlu Mutasarrı nın benimle nemünasebe var? Bir diyecekleri varsa sadrazamlarıgelip konuşur, öyle söyleyiniz, der ve Tahsin Bey'iyüz geri çevirir.
Mütareke günlerinde Tahsin Bey evinde kızınaFransızca dersi vermek için Rus muhacirleriarasından ucuzca bir hoca aradığı vakit kimi bulsabeğenirsiniz? Kendini kapı eşiğinden kovanbüyükelçiyi. Kibarlık edip vak'ayı hatırlatmaz bile!Henüz başka yerlere gidemedikleri için İstanbul,Rus güzelleri ve kibarları ile dolu idi. Onlarla beraberBeyoğlu lokanta ve gece lokallerine büsbütünbaşka bir üslûp geldi. Eski Rum ve Levantenhavasındaki bu değişiklik pek cazibeli idi. Ruslarharcayıcı ve eğlenici mille rler. Türklerden parasıolanlar veya mallarını sa p para edinenler de öyleidi. Büyük facia ortasında bir israf ve sefahattir gitti.Tripolar ve aşk tuzakları birçok ocakların sönmesinesebep olmuştur. Göçmenlerin mücevherleri vedeğerli eşyalarının çoğu da İstanbul'da tefecilerinelinde kaldı.Florya'yı açanlar da göçmenlerdir. Osmanlıdevrinde ne Türkler ne de Hris yanlar açık denizdeyıkanma, hele güneşlenme meraklısı değildiler.Sosyal hayata hiç alışılmadık bir serbestlik geldi.
Son aile ha ralarını mezada ve rehine verenOsmanlı kibarlığı ar kları ile Rus saray vekonaklarının yurtsuz göçmenleri arasındaki butrajik kaynaşmaya hüzünle bakardık. Rusya'yı kangötürmektedir. Anadolu'da ise, haydut çeteleri,anarşi ve parçalanma korkusu içinde, sekiz buçukasırlık Türklük kaderini karartmakta idi.Beyoğlu'nun o devir ha raları arasında Yunangeneralinin oturduğu binanın kâbusu da vardır.Balkonuna Yunan bayrağı çekildiği zaman, halkzorla selâma dururdu. Türkler geçişlerini bu zamanaraslatmamak için hesapla yola çıkarlardı.Türklükten de kaçan kaçana idi. Bir gündostlarımdan biri nefes nefese matbaaya gelerek,Beyoğlu caddesinde Osmanlı büyükelçilerindenbirinin oğlunu Ka as esvabiyle gördüğünü, birfelâketmiş gibi haber verdi. Şivesi şivemizden,kafası kafamızdan nice tanıdıklarımızın Kürtolduklarını anlıyordu. ''İç hat''çı Abdullah Cevdet'inyazı yazdığı gündelik gazetenin adı ''Jin'' idi. BununKürtçe ''Hayat'' demek olduğunu öğrenmiştik.
İ hatçılar hapistedir. Ziya Gökalp da onlarlaberaber. Bir gün, işgal uşağı sabah gazetelerininbirinde bir milliyetçi yazarın, Akagündüz'ün (1) şu krasını okuduk: ''Ah ne yazık ki onu asacaklar.Yemin ederim ki asıldığını istemiyorum. Hürmete ğim bir za n bir kri vardır ki ne güzeldir:Ziya'nın kafatasına bir düzine nalıncı çivisi çakmalı.Yaya olarak Anadolu'ya çıkarmalı. Kasaba kasaba,köy köy, oba oba gezdirmeli. Eyvah böyleyapmayacaklar da onu asacaklar. Ne kadar yazık!Ne kadar adaletsizlik.''Bu, işlediği bir suç üzerine tabiî cezasını çekeneski bir İttihatçı idi.Türkçülük ve Türkçüler, hiç poli kayakarışmasalar bile, suçlu ve sorumlular arasındadır.Mütareke edebiya nda cinayet yerine geçenşeylerden biri de ''Türklerde milliyet hissiniuyandırmak'' idi. Sanki bütün felâketlere o yüzdenuğranmış . Maarif nazırlarından biri kıraatkitaplarından ''Türk'' kelimesinin çıkarılmasınıemretmiş r. Üniversiteden Türkçü profesörler
tas ye edilmiş r. Ne acı şeydir ki bu tas ye işindenkurtulmak için, Ziya Gökalp'ın en yakın çömezleriDamat Ferit hükûmetlerine yaranmak yolunubulmuşlardı.Geçen mütareke tarihini yüzünden okursanız,İstanbul poli kacılarının ikiye ayrıldığınıgörürsünüz: Vatanseverler, vatan hainleri!Mesele o kadar sade değildir.Acaba bazı tanınmış kimseler üzerinde birdeneme yapsam, işin içinden daha kolay çıkabilirmiyim?***1917 yazının sıcak bir gününü ha rlıyorum.Yahya Kemal'le can sıkın sından ne yapacağımızıdüşünüyorduk. Arkadaşım:- Ali Kemal'i tanır mısın? diye sordu.- Hayır.
- Gel gidelim, tuhaf bir adamdır, dedi.Servet-i Fünun devrindeki Hüseyin Cahit - AliKemal tar şmalarını okuduğumdan beri isminibilirdim. O vakitler Hüseyin Cahit İstanbul'dan hiççıkmamış tam bir Garplı, Ali Kemal ise İstanbulgazetelerine Paris'ten yazı gönderen alaca bir Şarklıidi. Biri genç nesle tenkit örneği vermek içinHyppolite Tain'in Balzac hakkındaki yazısınıTürkçeye çevirirken, öteki Paris haya na ait yazılarıArap şairi Mütenebbi'nin Arapça beyitleri iledonatırdı.Bir gün ''İkdam'' gazetesinde Ali Kemal'in ElizeSarayı'nda Cumhurreisini ziyaret e ğini hikâyeeden bir Paris mektubu çıkıyor. Bu mektubunFigaro gazetesi muhabirinin yazısından kopyeedilmiş olduğunu Hüseyin Cahit Servet-i Fünun'dateşhir eder. İki yazar ondan sonra galiba hiçbarışmamıştır.Ben erkenden Edebiyat-ı Cedide'ye bağlandığımiçin, Ali Kemal'den adını daha öğrendiğimiz zamansoğumuştum. 1908 Meşru ye gelince Hüseyin
Cahit ''Tanin''i çıkardı ve memlekete Paris'tenhürriyet kahramanları arasında dönen Ali Kemal'eAbdülhamid'den aldığı paraları ne yap ğını soranbir kra neşre . Cahit İ hatçıların gazetecisi idi.Ali Kemal, muhalefet sa na geç . İlk Meşru yetaylarında İ hatçılardan ''hain'' damgasını yedi, içkargaşalıklar sırasında Avrupa'ya kaçarak idamedilmekten kendini kurtarabildi. Galiba BahriyeNazırı Cemal Paşa'nın yardımı ile çok sonraİstanbul'a döndü ve köşesine çekildi.Arkadaşımla beraber Fındıklı ve Cihangirtara arında kısa bir yokuşu rmandık. Ahşap birevin ikinci ka na çık k. Ev sahibesi, bir eski devirmüşirinin kızı, kibar ve sade, fakat Frenkterbiyesiyle ye şmiş İstanbul hanımlarındandı.Pa ska entarisi ile bizi yalınayak ve terliklikarşılayan Ali Kemal ile, bize çay ikramınahazırlanan hanımı arasındaki aykırılık hâlâ gözümünönünden gitmez.Harbin nasıl biteceğini görmemek için pek safolmalıydı. Düşünürken aklı zorlıyan büyük facianın
bazı kimselerde sevince benzer bir duygu ilebeklendiğini o gün Ali Kemal'den sezindim.Arkadaşım, biz harbe girdiğimiz için Rusya'nınyıkıldığını, hiç olmazsa o belâdan kurtulduğumuzusöyleyince, ev sahibi de bir kra anla : Berlinelçimizi bir hususî ava davet etmişler. Ormandaonu da bir kaya başına ya rmışlar. Kendi avlıyacağıayının hangi taraftan geleceğini de göstermişler. Elçisapsarı kesilmiş. Gözünü yola dikmiş. Hem bekler,hem de içinden avın yolunu şaşırıp bir başka yanagitmesine dua edermiş. Derken koskoca bir ayıhomurdanarak çıkagelmez mi? Bizim elçisendelemiş, kayadan yuvarlanıp düşmüş. Fakattesadüfe bakınız ki elindeki tüfek taşa çarparak ateşalmış ve ayıyı tam alnından vurmuş. Herkes şaşkınşaşkın üstünü başını temizlemeğe uğraşan elçimizinyanına gelmişler, nişancılığını tebrik etmişler. Bizimde Rusya'yı yıkışımızın hikâyesi böyle idi. Sonra: ''Oda mahvoldu, fakat ben dahi elden gi m!''mısraını söyleyerek bir kahkaha attı.Ali Kemal, Hüseyin Cahit'in kaçacağı ve
kendisinin bir gazeteye yerleşeceği günübeklemekte idi. Hain olduğundan mı? Hangimanaya? Ali Kemal parasız ölmüştür ve yabancıuşaklığı yapacak bir mizaçta da değildi.Ali Kemal bir Tanzimatçıdır. Ne is klâlci ne demilliyetçidir. Fakat huyu suyu, ahlâkı, üslubu ilezamanının tam ''millî''si, o günkü toplumunye ş rdiği normal bir insan pi idi. Ona göreOsmanlı Devle ancak düvel-i muazzamanınhimayesi al nda yaşıyabilir. Ha a, aynı devletlerintemina ile meşru bir hayat evrimi geçirmelidir.Türkler kendi başlarına kaldılar mı, İ hat - ve -Terakki rejiminden başka türlüsünü yapamazlar.Ne ekonomilerini ne de maliyelerini düzeltebilirler.Şimdi buna bir şey daha eklemek lâzımdır: AliKemal, bu memleke e dilediği gibi yazarakyaşayabilmek için, im yazlı yabancılar kadar arkalıve teminatlı olmalı idi. İ hat - ve - Terakki, yahutona benzer milliyetçiler ik dara geldi mi, Ali Kemaliçin ömrünü gurbette ve hapiste geçirmekten başkaçare kalmazdı.
Ali Kemal bu yüzden, mütarekede amansızİ hatçı düşmanlığı yapacak . Bir İ hatçı isyanısaydığı, yahut nasıl olsa öyle bir rejime varacağı içinKuvay-ı Milliye'nin de hasmı olacak . Bir zaferhavadisi duyduğu zaman bile:- Evet iyi, iyi ama, tarihimizde zafer mi yok, eğerbunun faydasını görmek is yorsak, Mustafa Kemalar k işi düvel-i muazzamanın güveneceği bir Bâb-ıâli'ye bırakmalıdır, diyecekti.Unutulmamalıdır ki, Osmanlı saltana bir yarısömürge idi. Kapitülâsyonlar rejimi al nda idi.Osmanlı ideali düvel-i muazzamanın kontrolüal nda ''tamamiyet-i mülkiyesini'' toprakbütünlüğünü koruyabilmekten ibare r. Kayıtsızşartsız bağımsızlık, bir ih lâl ve zafer parolasıdır.Meşru yet Türkçülüğünün gayesi de, hiç şüphesizbu topraklara bütün kaynaklariyle Türkleri sahipkılmaktı. Ama bu uzak, hayale benzer bir amaçtı. AliKemal, o kadar Türk hâlli iken, Türkçülüğe karşı idi.Satılmış bir adam değilse de kaybolmuş bir adamdı.Damat Ferit Paşa da öyle bir kafa ve ruh
kuruluşudur.İkinci bir p vardır: Abdullah Cevdet, İkinciMeşru yet'ten önceki gizli edebiyatkahramanlarından biri idi. Çevirme kitaplarınıBeyazıt'taki Acem saha ardan bin bir korku ile alıpyataklarımızda okurduk. Meşru ye e de ''İç hat''dergisi en ileri kirlere açık görünürdü. Lâ nyazısına başlangıç olmak üzere ilk defa Lâ nrakamlarını dergisinde, kitaplarında kullanan odur.Jön Türkler Avrupa'da, onun ne güvenilmez birahlâkı olduğunu sezmişler ve kendisini aralarınasokmamışlardır. Abdullah Cevdet, eline rsat düşergibi olunca, bir hürriyetçiden beklenen şeyin tamaksini yapmış r. Abdullah Cevdet'in Türkmille nden hiçbir hayır ummadığını sonradanöğrenmiş k. Anadolu Türklerine Avrupa kanınıaşılama krini ileri sürmüştü. Birinci Dünya Harbisırasında onun bir fıkrasını duymuştum:- Ne dersin doktor? Balkan ordularına karşı üçgünde çözülüp dağılalım da İngiliz ve Fransızordularını Çanakkale'de denize dökelim.
- Öyledir evlât, öyledir. Balkanlar'da bize vahşethücum e , ona hemen kucağımızı aç k.Medeniyete karşı dayatma hassamız bilinen birşeydir.Nitekim mütareke olunca Abdullah Cevdet'inİngilizlere sığınarak onların âdeta emri ile sıhhiyemüdürlüğünü aldığını duymuştuk. Kürtlük davasıpeşine düşenlerden biri de o idi.Mütareke gazetecilerinden ve poli kacılarındanSait Molla, tam bir ücretli yabancı uşağıdır. Hoşyüzlü, gösterişli de bir molla idi. Fakat onun içinsatılmıyacak hiçbir şey yoktur.Mütarekedeki milliyetçilik ve Kuvay-ı Milliyedüşmanlarını bu üç p arasındanşahıslandırabilirsiniz. Fakat en iyi niyetlisi devatansever Osmanlıdan ve Türkten bir noktadafarklı idi: Vatansever Osmanlı ve Türk, cesaretli veazimli ise, bu toprakları bu millete mal etmek içinher türlü fedakârlığa girer. İnanmıyorsa ve zayıfsabile, kahramanlar bir rsat hazırladığı zaman, onakarşı durmaz. Bilâkis, başarı kazanmasına hiç
olmazsa dua eder. Tev k Paşa ve ona benzerOsmanlılar böyle yaptılar.Böyle yapmamaları için hiçbir sebepolmayanları da İ hatçı kini yanlış yolasürüklemiş r. Poli kada kin, çok defa aklıyenmiştir.Vatandaşa hak ve hayat güvenliği verenadale n, topluluğu bu türlü hastalıklardan korumagibi güzel bir sihri vardır. Bu millet, hürriyet diye birhak tanımadığı zamanlardan beri adale aramış r.Hürriyetler dahil, mille en bu adalet susayışınıgidermemiştir.DağılmaTarihin böyle acı ve karanlık günlerinde enbüyük tehlike iç çöküştür. Biz harbe girdikten sonrabüyük devletler arasında birtakım paylaşmatasarıları yapıldığını biliyorduk. Arap ülkelerinikaybetmekle kalmıyacak k. Maraş'la birlikteKilikya'ya doğru al vilâye mizde Ermenistankurulacak . Antalya çevresi İtalya'ya, Kilikya çevresi
Fransa'ya verilecek, bu iki devlet ayrıca nüfuzbölgeleri edineceklerdi. Fransız nüfuz bölgesiSivas'a kadar uzanmakta idi. Türkleri Avrupa'dançıkarmak, İstanbul ve Boğazlar'ı özel bir rejim al naalmak davasında İngilizlerle mü e kleri arasındaanlaşmazlık yoktu. Trakya Yunanlıların olacak .İzmir için henüz bir girişme yoksa da Avrupagazeteleri söylen lerle dolu idi. Wilsonprensiplerinden faydalanma hakkından yoksunetmek üzere Wilson'un barış notasına verdiklericevapta mü e kler, Hris yan ve yabancıları Ba medeniye ne düşman Türklerin elinden kurtarmakve Türkleri Avrupa dışına atmak şartlarını ilerisürmüşlerdi.İngilizler padişah ve Bab-ı âli'nin emirlerineboyun eğdiklerini görünce Türkiye işinin kolaycaçözümleneceği inancına varmışlardı. Padişahvatansever İzzet Paşa kabinesi çekildiği günDolmabahçe camiindeki selâmlık töreninde BahriyeNazırı Rauf Bey'e (Orbay):- Millet bir koyun sürüsüdür. Ona bir çoban
lâzımdır. O da benim, demişti.Mille n İngiliz uşağı gözü ile bak ğı Damat FeritPaşa'ya sadrazamlık verilmesine dokunan MeclisReis Vekili Hüseyin Kâzım Bey'e de:- Ben istersem Rum patrikini de, Ermenipatrikini de ge ririm. Hahambaşını da ge ririm,cevabını vermişti.İngilizler Türk ordusunu diledikleri gibikullanmak için yirmi beş ordu ve kolordukomutanını geri çağırtmışlar, bazılarını datutuklamışlardı.Soysuz Osmanlı aydınlarını bir yana bırakalım.Vatanseverliklerine hiç şüphe olmıyanlarınimzaladığı bir tarihî belge 1918'deki iç çöküşün nekadar derinlere kadar gi ğini gösterir. BelgeninTürkçesi yok edilmiş r. Fakat İngilizcesi Amerika DışBakanlığı arşivinden alınıp Ankara Üniversitesi TarihAraş rmaları dergisinin III üncü cilt 4-5 inci sayısınaek olarak yayınlanmış r. Birinci imza Halide Edip,sonra sırası ile Yunus Nadi, Ahmet Emin, Velid
Search
Read the Text Version
- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- 8
- 9
- 10
- 11
- 12
- 13
- 14
- 15
- 16
- 17
- 18
- 19
- 20
- 21
- 22
- 23
- 24
- 25
- 26
- 27
- 28
- 29
- 30
- 31
- 32
- 33
- 34
- 35
- 36
- 37
- 38
- 39
- 40
- 41
- 42
- 43
- 44
- 45
- 46
- 47
- 48
- 49
- 50
- 51
- 52
- 53
- 54
- 55
- 56
- 57
- 58
- 59
- 60
- 61
- 62
- 63
- 64
- 65
- 66
- 67
- 68
- 69
- 70
- 71
- 72
- 73
- 74
- 75
- 76
- 77
- 78
- 79
- 80
- 81
- 82
- 83
- 84
- 85
- 86
- 87
- 88
- 89
- 90
- 91
- 92
- 93
- 94
- 95
- 96
- 97
- 98
- 99
- 100
- 101
- 102
- 103
- 104
- 105
- 106
- 107
- 108
- 109
- 110
- 111
- 112
- 113
- 114
- 115
- 116
- 117
- 118
- 119
- 120
- 121
- 122
- 123
- 124
- 125
- 126
- 127
- 128
- 129
- 130
- 131
- 132
- 133
- 134
- 135
- 136
- 137
- 138
- 139
- 140
- 141
- 142
- 143
- 144
- 145
- 146
- 147
- 148
- 149
- 150
- 151
- 152
- 153
- 154
- 155
- 156
- 157
- 158
- 159
- 160
- 161
- 162
- 163
- 164
- 165
- 166
- 167
- 168
- 169
- 170
- 171
- 172
- 173
- 174
- 175
- 176
- 177
- 178
- 179
- 180
- 181
- 182
- 183
- 184
- 185
- 186
- 187
- 188
- 189
- 190
- 191
- 192
- 193
- 194
- 195
- 196
- 197
- 198
- 199
- 200
- 201
- 202
- 203
- 204
- 205
- 206
- 207
- 208
- 209
- 210
- 211
- 212
- 213
- 214
- 215
- 216
- 217
- 218
- 219
- 220
- 221
- 222
- 223
- 224
- 225
- 226
- 227
- 228
- 229
- 230
- 231
- 232
- 233
- 234
- 235
- 236
- 237
- 238
- 239
- 240
- 241
- 242
- 243
- 244
- 245
- 246
- 247
- 248
- 249
- 250
- 251
- 252
- 253
- 254
- 255
- 256
- 257
- 258
- 259
- 260
- 261
- 262
- 263
- 264
- 265
- 266
- 267
- 268
- 269
- 270
- 271
- 272
- 273
- 274
- 275
- 276
- 277
- 278
- 279
- 280
- 281
- 282
- 283
- 284
- 285
- 286
- 287
- 288
- 289
- 290
- 291
- 292
- 293
- 294
- 295
- 296
- 297
- 298
- 299
- 300
- 301
- 302
- 303
- 304
- 305
- 306
- 307
- 308
- 309
- 310
- 311
- 312
- 313
- 314
- 315
- 316
- 317
- 318
- 319
- 320
- 321
- 322
- 323
- 324
- 325
- 326
- 327
- 328
- 329
- 330
- 331
- 332
- 333
- 334
- 335
- 336
- 337
- 338
- 339
- 340
- 341
- 342
- 343
- 344
- 345
- 346
- 347
- 348
- 349
- 350
- 351
- 352
- 353
- 354
- 355
- 356
- 357
- 358
- 359
- 360
- 361
- 362
- 363
- 364
- 365
- 366
- 367
- 368
- 369
- 370
- 371
- 372
- 373
- 374
- 375
- 376
- 377
- 378
- 379
- 380
- 381
- 382
- 383
- 384
- 385
- 386
- 387
- 388
- 389
- 390
- 391
- 392
- 393
- 394
- 395
- 396
- 397
- 398
- 399
- 400
- 401
- 402
- 403
- 404
- 405
- 406
- 407
- 408
- 409
- 410
- 411
- 412
- 413
- 414
- 415
- 416
- 417
- 418
- 419
- 420
- 421
- 422
- 423
- 424
- 425
- 426
- 427
- 428
- 429
- 430
- 431
- 432
- 433
- 434
- 435
- 436
- 437
- 438
- 439
- 440
- 441
- 442
- 443
- 444
- 445
- 446
- 447
- 448
- 449
- 450
- 451
- 452
- 453
- 454
- 455
- 456
- 457
- 458
- 459
- 460
- 461
- 462
- 463
- 464
- 465
- 466
- 467
- 468
- 469
- 470
- 471
- 472
- 473
- 474
- 475
- 476
- 477
- 478
- 479
- 480
- 481
- 482
- 483
- 484
- 485
- 486
- 487
- 488
- 489
- 490
- 491
- 492
- 493
- 494
- 495
- 496
- 497
- 498
- 499
- 500
- 501
- 502
- 503
- 504
- 505
- 506
- 507
- 508
- 509
- 510
- 511
- 512
- 513
- 514
- 515
- 516
- 517
- 518
- 519
- 520
- 521
- 522
- 523
- 524
- 525
- 526
- 527
- 528
- 529
- 530
- 531
- 532
- 533
- 534
- 535
- 536
- 537
- 538
- 539
- 540
- 541
- 542
- 543
- 544
- 545
- 546
- 547
- 548
- 549
- 550
- 551
- 552
- 553
- 554
- 555
- 556
- 557
- 558
- 559
- 560
- 561
- 562
- 563
- 564
- 565
- 566
- 567
- 568
- 569
- 570
- 571
- 572
- 573
- 574
- 575
- 576
- 577
- 578
- 579
- 580
- 581
- 582
- 583
- 584
- 585
- 586
- 587
- 588
- 589
- 590
- 591
- 592
- 593
- 594
- 595
- 596
- 597
- 598
- 599
- 600
- 601
- 602
- 603
- 604
- 605
- 606
- 607
- 608
- 609
- 610
- 611
- 612
- 613
- 614
- 615
- 616
- 617
- 618
- 619
- 620
- 621
- 622
- 623
- 624
- 625
- 626
- 627
- 628
- 629
- 630
- 631
- 632
- 633
- 634
- 635
- 636
- 637
- 638
- 639
- 640
- 641
- 642
- 643
- 644
- 645
- 646
- 647
- 648
- 649
- 650
- 651
- 652
- 653
- 654
- 655
- 656
- 657
- 658
- 659
- 660
- 661
- 662
- 663
- 664
- 665
- 666
- 667
- 668
- 669
- 670
- 671
- 672
- 673
- 674
- 675
- 676
- 677
- 678
- 679
- 680
- 681
- 682
- 683
- 684
- 685
- 686
- 687
- 688
- 689
- 690
- 691
- 692
- 693
- 694
- 695
- 696
- 697
- 698
- 699
- 700
- 701
- 702
- 703
- 704
- 705
- 706
- 707
- 708
- 709
- 710
- 711
- 712
- 713
- 714
- 715
- 716
- 717
- 718
- 719
- 720
- 721
- 722
- 723
- 724
- 725
- 726
- 727
- 728
- 729
- 730
- 731
- 732
- 733
- 734
- 735
- 736
- 737
- 738
- 739
- 740
- 741
- 742
- 743
- 744
- 745
- 746
- 747
- 748
- 749
- 750
- 751
- 752
- 753
- 754
- 755
- 756
- 757
- 758
- 759
- 760
- 761
- 762
- 763
- 764
- 765
- 766
- 767
- 768
- 769
- 770
- 771
- 772
- 773
- 774
- 775
- 776
- 777
- 778
- 779
- 780
- 781
- 782
- 783
- 784
- 785
- 786
- 787
- 788
- 789
- 790
- 791
- 792
- 793
- 794
- 795
- 796
- 797
- 798
- 799
- 800
- 801
- 802
- 803
- 804
- 805
- 806
- 807
- 808
- 809
- 810
- 811
- 812
- 813
- 814
- 815
- 816
- 817
- 818
- 819
- 820
- 821
- 822
- 823
- 824
- 825
- 826
- 827
- 828
- 829
- 830
- 831
- 832
- 833
- 834
- 835
- 836
- 837
- 838
- 839
- 840
- 841
- 842
- 843
- 844
- 845
- 846
- 847
- 848
- 849
- 850
- 851
- 852
- 853
- 854
- 855
- 856
- 857
- 858
- 859
- 860
- 861
- 862
- 863
- 864
- 865
- 866
- 867
- 868
- 869
- 870
- 871
- 872
- 873
- 874
- 875
- 876
- 877
- 878
- 879
- 880
- 881
- 882
- 883
- 884
- 885
- 886
- 887
- 888
- 889
- 890
- 891
- 892
- 893
- 894
- 895
- 896
- 897
- 898
- 899
- 900
- 901
- 902
- 903
- 904
- 905
- 906
- 907
- 908
- 909
- 910
- 911
- 912
- 913
- 914
- 915
- 916
- 917
- 918
- 919
- 920
- 921
- 922
- 923
- 924
- 925
- 926
- 927
- 928
- 929
- 930
- 931
- 932
- 933
- 934
- 935
- 936
- 937
- 938
- 939
- 940
- 941
- 942
- 943
- 944
- 945
- 946
- 947
- 948
- 949
- 950
- 951
- 952
- 953
- 954
- 955
- 956
- 957
- 958
- 959
- 960
- 961
- 962
- 963
- 964
- 965
- 966
- 967
- 968
- 969
- 970
- 971
- 972
- 973
- 974
- 975
- 976
- 977
- 978
- 979
- 980
- 981
- 982
- 983
- 984
- 985
- 986
- 987
- 988
- 989
- 990
- 991
- 992
- 993
- 994
- 995
- 996
- 997
- 998
- 999
- 1000
- 1001
- 1002
- 1003
- 1004
- 1005
- 1006
- 1007
- 1008
- 1009
- 1010
- 1011
- 1012
- 1013
- 1014
- 1015
- 1016
- 1017
- 1018
- 1019
- 1020
- 1021
- 1022
- 1023
- 1024
- 1025
- 1026
- 1027
- 1028
- 1029
- 1030
- 1031
- 1032
- 1033
- 1034
- 1035
- 1036
- 1037
- 1038
- 1039
- 1040
- 1041
- 1042
- 1043
- 1044
- 1045
- 1046
- 1047
- 1048
- 1049
- 1050
- 1051
- 1052
- 1053
- 1054
- 1055
- 1056
- 1057
- 1058
- 1059
- 1060
- 1061
- 1062
- 1063
- 1064
- 1065
- 1066
- 1067
- 1068
- 1069
- 1070
- 1071
- 1072
- 1073
- 1074
- 1075
- 1076
- 1077
- 1078
- 1079
- 1080
- 1081
- 1082
- 1083
- 1084
- 1085
- 1086
- 1087
- 1088
- 1089
- 1090
- 1091
- 1092
- 1093
- 1094
- 1095
- 1096
- 1097
- 1098
- 1099
- 1100
- 1101
- 1102
- 1103
- 1104
- 1105
- 1106
- 1107
- 1108
- 1109
- 1110
- 1111
- 1112
- 1113
- 1114
- 1115
- 1116
- 1117
- 1118
- 1119
- 1120
- 1121
- 1122
- 1123
- 1124
- 1125
- 1126
- 1127
- 1128
- 1129
- 1130
- 1131
- 1132
- 1133
- 1134
- 1135
- 1136
- 1137
- 1138
- 1139
- 1140
- 1141
- 1142
- 1143
- 1144
- 1145
- 1146
- 1147
- 1148
- 1 - 50
- 51 - 100
- 101 - 150
- 151 - 200
- 201 - 250
- 251 - 300
- 301 - 350
- 351 - 400
- 401 - 450
- 451 - 500
- 501 - 550
- 551 - 600
- 601 - 650
- 651 - 700
- 701 - 750
- 751 - 800
- 801 - 850
- 851 - 900
- 901 - 950
- 951 - 1000
- 1001 - 1050
- 1051 - 1100
- 1101 - 1148
Pages: